Jump to content

Evrim de La markçı görüş


Recommended Posts

Ben eskiden canlının doğal seleksiyondan başarı ile çıkması açısından, yaşadığı süre içinde, bedeni eksikliklerinin bilincine vararak, bu bilinç uyarınca bedenine şekil verebileceğini düşünüyordum.

Sonraları bunun la markçı görüş olduğunu ve çürütüldüğünü öğrendim. Ama bilince o denli önem veriyorum ki, gönlüm hep bilinçten yana.

İnsanlar şöyle yapıyor; Anne ve baba da kısa boylu, ama çocuklarını bir yandan boy uzamasını sağlayan sporlara yönlendiriyor, diğer yandan büyümeyi artıran hormon tedavileri ve beslenme kürleri uyguluyor vee çocukları kısa kalmıyor.

Veya. Kendisi esmer, eşi de esmer, Ama eşi ile beraber sarışın çocukları olmalarını arzu ediyorlar. Bu arzu bir şekilde gerçekleşiyor. Ancak bu gerçekleşmenin arkasındaki mekanizma açıklanamiyor.

Konunun bilimsel yönü şöyle.

Deniliyor ki. Bedendeki değişiklikler genoma yansımıyor. Bedendeki değişiklikler, yaşam içinde ihtiyaçlara karşılık gelir. Örneğin; Eller mekanik olarak tahriş olduğunda nasır gelişir. Kullanılmayan organ kadük kalır. Kullanılan kaslar ve bunları yöneten sinirler gelişir vs. Ama bu gelişmeler yalnız o birey ile sınırlı kalıyor nesline geçmiyor.

Peki geçtiği gösterebilirse!

Diyeceğim o ki. Canlı bilincinin bedene ve genoma etki edebileceği veya ettiği gösterilebilirse, bilindik evrim teorileri yeni bir mecraya girer mi?

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 73
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Konunun bilimsel yönü şöyle.

Deniliyor ki. Bedendeki değişiklikler genoma yansımıyor. Bedendeki değişiklikler, yaşam içinde ihtiyaçlara karşılık gelir. Örneğin; Eller mekanik olarak tahriş olduğunda nasır gelişir. Kullanılmayan organ kadük kalır. Kullanılan kaslar ve bunları yöneten sinirler gelişir vs. Ama bu gelişmeler yalnız o birey ile sınırlı kalıyor nesline geçmiyor.

Peki geçtiği gösterebilirse!

Bedendeki değişiklikler bir sonraki nesile aktarılamıyor, ama insan ve bazı primatlar deneyimlerini bir sonraki nesillere aktarabiliyor. Buna biz kültür diyoruz. Dawkins ise onlara tıpkı genetik evrim gibi yaklaşıp meme diyor ve hatta memetic diye bir bilim öneriyor.

Yani, biyolojik bir lamarkçı evrimden bahsedemesekte, insanın kültürü, yaklaşık olarak Lamarkçı Evrim izleri taşıyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Kendisi esmer, eşi de esmer, Ama eşi ile beraber sarışın çocukları olmalarını arzu ediyorlar. Bu arzu bir şekilde gerçekleşiyor.

Hayır, böyle bir durum yok.. Yani adam esmer, kadın da esmer olup çocuk sarışınsa, bunun açıklanamaması gibi bir şey yok.. Ya anne ve baba her ikisi de çekinik sarışın genleri taşımaktadır ya da baba baba değildir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Peki geçtiği gösterebilirse!

Diyeceğim o ki. Canlı bilincinin bedene ve genoma etki edebileceği veya ettiği gösterilebilirse, bilindik evrim teorileri yeni bir mecraya girer mi?

Sevgiler.

Deneyimlerin yaşam süresi içinde yeni nesile aktarılması konu dışı.

İnsan bilinci, genetik yapımızı çözdükçe, gen mühendisliği ile istenilen özelliklerin elde edilebileceği de ayrı bir konu.

Bireyin yaşamı boyunca; bedenindeki değişikliklerin genoma yansıtması da, değil.

İnsan bilinci, bedenindeki her hücreyi yönlendirebilecek sinirsel ve hormonal mekanizmalara sahip. (iradi veya otonom)

Bu mekanizma testis veya ovaryum sözkonusu olunca neden devre dışı kalsın. Örneğin cinsiyet belirlemede hormonal etki var. Neden diğer özelliklerde de benzer bir etki olmasın?

İnsan psikolojisine etki eden hormonların (mutluluk, sinirlilik, korku, konsantrasyon, vs hallerinde ortaya çıkan ve etkin olan hormonlar) yumurta ve spermlere etki edebildiği gösterilebilirse, psişik hallerin ve dahi bilincin, evrimde rolü olduğu sonucu çıkmaz mı?

Örneğin, eş seçmede, istek, arzu ve beğenilerin rolü var. Beğenilen özellikleri taşıyan eş seçerek bu özelliklerin kendi neslinize geçişi için imkan sağlamış olursunuz.

Ancak eşiniz beğendiğiniz özellikleri taşımasa da, kendi sperm veya yumurta üretiminizde bu özelliklerin oluşmasını ve baskın hale gelmesini sağlayan bir mekanizma ortaya çıkarılabilirse, bilinç'in evrimde rol aldığından bahsedilemez mi?

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Güzel bir yaklaşım bence. Normalde rasgele olan mutasyonların hormonlarl vasıtasıyla -dolaylı olarak- bilincin kontrolünde bir mekanizmayla gerçekleşebilceğini savunuyorsunuz. Bu konuda yapılmış araştırmalar varmı acaba.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Konunun bilimsel yönü şöyle.

Deniliyor ki. Bedendeki değişiklikler genoma yansımıyor. Bedendeki değişiklikler, yaşam içinde ihtiyaçlara karşılık gelir. Örneğin; Eller mekanik olarak tahriş olduğunda nasır gelişir. Kullanılmayan organ kadük kalır. Kullanılan kaslar ve bunları yöneten sinirler gelişir vs. Ama bu gelişmeler yalnız o birey ile sınırlı kalıyor nesline geçmiyor.

Peki geçtiği gösterebilirse!

Diyeceğim o ki. Canlı bilincinin bedene ve genoma etki edebileceği veya ettiği gösterilebilirse, bilindik evrim teorileri yeni bir mecraya girer mi?

Lamarck'ın yaptığı en büyük hata; modifikasyonları, tür içi varyasyonlar olarak nitelendirmesiydi. Burada da aynı hatayı görüyoruz. Bireyin vücudunda meydana gelen her türlü fiziksel değişim, modifikasyon olarak tanımlanır ve gelecek kuşaklara aktarılmaz. Yani geçtiği gösterilemez.

Hele hele bilincin genlere etki edip, nokta mutasyona neden olabileceğini düşünmek; bilim-kurgu romanlarında rastlayabileceğimiz türden bir düşünce.

Evrim kuramının yeni bir mecraya girebilmesi için, çok uç bulgulara ulaşılması gerekir. Örneğin; hiçbir canlıyla akrabalığı olmayan bir canlı bulunması gibi. Böyle bir canlı bulunabilir mi? Elbette ki hayır. Ya da uçma yetisinin nasıl evrildiği konusunda, süzülme ve yerden havalanma dışında, 3. bir seçeneğe ait bulgulara ulaşılması gibi. Bu daha makul görünüyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Hele hele bilincin genlere etki edip, nokta mutasyona neden olabileceğini düşünmek; bilim-kurgu romanlarında rastlayabileceğimiz türden bir düşünce.

Adı üzerinde "düşünmek". Şu ana kadar bilgi-kurgu dediğiniz konu bildiğim kadarı ile hiç çalışılamadı. Olduğu/olmadığı deney koşulları oluşturulamadığı için

çalışılamadı. Zaten 3 milyon bazı çalışmaya kimse de cesaret edemez.

Link to post
Sitelerde Paylaş

BU YAZI ÖZELLİKLE ELEŞTİRİ ALMAK İÇİN YAZILMIŞTIR.

Evrim gerçektir. İnsanoğlu şu an bile evrim geçirmeye devam ediyor.

Mevcut bilgiler, her şeyi yüzde 100 kesinlikle konuşmamıza izin verir mi?

Yoksa ansiklopedik bilgilerle bilimsel şovenizm mi yapıyoruz?

Bilimsel bir dergiye gönderdiğiniz çalışmanın sonunda “bu böyledir” diye kestirip atarsanız, editör sizi felaket haşlar. Çok küçük de olsa öngörmediğiniz, çalışmadığınız, bilemediğiniz olasılıkları dikkate almak zorundasınızdır.

Orta öğretim öğrencileriyle suyun kaynama derecesini saptamak için deney planlarsınız; deniz kıyısında, saf su, balon joje, hassas bir termometre, bek alevi kullanarak 10 farklı deney masasındaki sonuçları birleştirelim. Deney sonucunda masaların bulguları suyun 100.1+0.8 C ‘de kaynadığı şeklindedir. Hoca sonucu açıklar: saf su deniz seviyesinde “100 C’de kaynar.” Oysa 99.3 ile 100.9 derece bulanlara ne diyeceğiz.

Gerçekte ideal koşullar sağlanamamıştır: Balon joje’nin temiz olduğunu düşündükleri halde iyon artıkları vardır, sonuç yüksek bulunmuştur. Atmosfer basıncı sıcak havada azaldığından kaloriferin yakınındaki masalar düşük sonuç bulmuştur. Termometrelerde standardizasyon hatası vardır. Öğrenciler yanlış okumuşlardır…vs vs…

Bilimsellik adına sonucu 100 derece değil, 100.1+0.8 şeklinde açıklamak gerekir.

İnsanoğlunun binlerce yıllık bilgi birikimi, tüü kaka denilemeyecek kadar çok değerlidir. Her yanlışın içindeki doğruları ayıklamak gerek. Günümüzde unutulmuş, küçümsenerek dışlanmış bazı bilgiler literatürün tozlu sayfalarından tekrar tekrar çıkarılmış, önemi yeniden keşfedilmiştir.

Bugünkü bilgilerimiz: genotip fenotipi belirler.

Sonraki nesillerde gördüğünüz fenotipik değişiklikler genotipik değişikliklerin (yani mutasyonların) sonucudur.

Çevresel faktörler, bilinçli bir şekilde genotipik değişiklikleri, sonuçta fenotipik değişiklikleri belirleyebilir mi?

Yani çevreye uyumlu olmak adına bazı mutasyonlar özellikle meydana gelebilir mi?

Bugünkü bilgimiz: Mutasyonlar rastgeledir. Mutasyonun seçilimi yoktur.

Fenotipin seçilimi vardır: uyum sağlayamayan yok olur. Dolaylı olarak mutasyon seçilmiş olur.

Yaşama uyum sağlayanın mutasyonu sonraki nesillerin genomunu oluşturur.

Lamarckçı görüş bugünkü evrim bilgilerimizle çelişmektedir.

Bilimsel keşif adına ileri sürülen hiçbir düşünce “tüü kaka” değildir. Sadece doğru olmayabilir, o kadar.

İleri sürülen düşüncenin doğru olmadığını kanıtlamaya fırsat hazırlar. Bu çabalar sırasında beklenilmeyen yeni buluşlara imza atılır. Lamarck da ortaya attığı görüşler ile, türlerin oluşumu konusunda arı kovanına çomak sokarak görevini yapmıştır. (Bu arada arılar sokabilir)

Evrim konusundaki bulgular ve bilgiler Lamarkçı görüşleri desteklemese de, KİŞİSEL olarak çevresel koşulların (pozitif seleksiyon anlamında) bazı (yararlı) mutasyonlara yol açabileceğini-hatta dayatabileceğini düşük olasılık olsa da dikkate almak gerekir.

İnsan genom projesi sırasında, DNA’nın okunması ile, DNA’nın tüm şifrelerinin çözüleceği sanıldı.

Fenotipleri benzeyen, akraba olan 3 hastada, aynı mutasyonu beklerken; birinin homozigot, diğerinin heterozigot mutasyon taşıdığı, üçüncüsünde mutasyon saptanmadığı görüldü.

Tek yumurta ikizlerinin biri normal diğerinde genetik sendrom saptandı. Kafalar daha da karıştı.

Her birine bir açıklama getirilmeye çalışıldı. Böylece fenotipin oluşmasında nükleotidlerin sıralanışı dışında başka faktörlerin de rol oynayabileceğini öğrenmiş olduk.

Yeni Zelandalılarda sık görülen, genetik kökeni olduğu düşünülen (!) bazı hastalıkların,

İngiltere’deki yakın akrabalarında çok nadir görülmesini hala çözebilmiş değil. Çünkü bir mutasyon bulunmadı.

Çevresel koşul denilen şeyin genetik yapıyı nasıl etkilediğini de tam bilen de yok.

Üreme fizyolojisinden şunu biliriz: Sperm ve yumurta hücresi 23’er kromozom taşır. Milyonlarca spermden şanslı olan bir tanesi yumurta hücresini döller. Sperm Y kromozumunu taşırsa dölüt erkek olur. 46 kromozomda yeni mutasyonlar varsa, çocuğa geçmiş olur. Çocuk anne-babasından farklı hale gelir.

Bildiğimiz başka bir şey: Yumurta hücresine 1 adet sperm girince ikincisinin girişi, yumurta hücresi tarafından engellenir. Nasıl ??? Yine tam bilmiyoruz.

Birinin dikkatini çekmiş: Büyük Anneanne, anneanne, kızı ve torunlarının hep kız çocuk doğurduğunu farketmiş. Kesitsel çalışmada bazı kadın ve dişi akrabaları için bu bilginin bazı sülalelerde doğru olduğu bildirildi. Bu düşüncenin ardından “yumurta hücresinin X kromozomu taşıyan spermleri kabul ettiği, Y taşıyanları kabul etmediği” ileri sürüldü.

Nedeni ????

Acaba yumurta hücresi bunun bir benzerini, çevreye uyum adına, bazı mutasyonlara karşı da yapabilir mi???

Yumurta hücresi çevreye uyum sağlayacak mutasyonu seçme özgürlüğüne sahip midir?

Yeni mutasyonlar doğumdan sonra (somatik) vücut hücrelerinde geliştiği zaman hastalığa-kansere neden olabilir. Yeni nesile geçmez.

Sadece üreme hücrelerindeki mutasyonlar sonraki nesillere aktarılaBİLİR!!!

Buna karşın baba adayı yaşlandıkça deforme sperm üretimi, spermlerde mutasyon olasılığı artmaktadır.

Mayotik bölünme sırasında, sağlamlar yanında mutasyonlu spermler ortaya çıkmakta. Benzer şeyler yumurta hücresi için de geçerlidir.

Sonuçta hasta olsun-olmasın mutasyonlu çocuk doğmakta.

Normalde kan-testis bariyeri somatik hücrelerin salgılarına karşı testisleri korur.

Hatta bazı hormonların sistemik dolaşım yoluyla testislere gelişi engellenir, bunlar sadece testisler için testiste üretilir.

Ama bir dereceye kadar: gonadlarda üretilmeyen bazı maddelerin reseptörleri gonadlarda bulunmuştur: anlamı somatik hücrelerin bazı uyarıları kan-testis bariyerini aşıp gonadlara ulaşabilir ve onlar tarafından algılanabilir.

Yani uyarıların devam etmesi kümülatif etki yaratabilir.

Çevresel koşullardaki değişikliklerle somatik hücrelerin uyarıları kümülatif etki ile germ hücrelerini mutasyona sürükleyebilir mi???

Örneğin proinflamatuvar sitokinler, kemokinler, diğer sinyal proteinleri, vs. gonadları hasarlayabilmektedir…

Yani somatik değişiklikler germ hücrelerindeki mutasyonları tetikleyebilir.

Bu spekülasyonun can alıcı noktası şudur: Eğer bu önerme doğrulanırsa, somatik hücre kaynaklı sinyal değişiklikleri germ hücre DNA’sını mutasyona sürükleyebilir mi? Bu mutasyon seçilmiş bazı bölgeleri mi tetikler, yoksa rastgele mutasyona mı yol açar? (Lamarck’ın kulaklarını çınlattık).

İnsan genomu-DNA’sı 3 milyar nükleotidden oluşmakta, bunun da %2’sinden azı, olasılıkla 26.000-31.000 kadarı protein kodlamaktadır.

Geriye kalan %98 içinde bazı genlerin ise, işe yarayan genlerin işlevini düzenlemede rol aldığı bilinmekte.

Sonuçta genlerin yaklaşık %98’ine çöp (junk) DNA denilmekte.

Benzer durum diğer canlılarda da mevcuttur.

Acaba DNA çöplüğü ilkel atalarımızdan bir miras mıdır?

Örneğin tek hücreli atalarımızın şimdi kullanılmayan proteinlerini kodlayan genlerini taşıyor muyuz?

Belki de atalarımızın kanat-solungaç-yüzgeç kodlayan genlerini taşıyor olabiliriz!!!

Tabii ki bun genler de olasılıkla mutanttır. Tüm dikkatimiz fonksiyonel genlere yöneldiği için bu durumu şimdilik tam bilmiyoruz.

Streptokok bakterisi soy ağacında insana çok uzaktır.

Bakterinin hastalık yaparken dokuya yayılmak için kullandığı hyaluronidaz enzimi ile insandaki enzim çok küçük farkla aynıdır.

SPEKÜLASYON: Bir streptokokla bile benzeşiyorsak, örneğin insanoğlu tek hücreli atalarına ait genleri çöp DNA’sında taşıyor olabilir mi?..

Bildiğimiz diğer bilgi; çevresel (eksternal veya internal) uyaranlar hücre içi sinyal yollarını kullanarak belirli DNA bölgeleri aktif veya pasif hale getirerek hücre işlevlerine etki eder.

Diğer bilgi: bazı genler sadece embriyolojik evrede, bazısı fetal evrede çalışır.

Memeli embriyon ve fetusları erken dönemde birbirine çok benzer.

İnsan fetusu bir döneme kadar kuyrukludur. Fetus büyüdükçe kuyruk giderek kaybolur.

Spekülasyon: Çevresel uyaranlar bazı koşullarda çok geniş DNA kütüphanesinde yer alan, işe yarayabilecek, atalara ait bazı genleri tekrar kullanılır hale getirebilir mi?. Örneğin evrim sonucu çöp DNA’daki genler tekrar aktifleşip solungaçlı insan gelişebilir mi? Unutulmamalıdır ki yine de mutasyonlar kaçınılmaz olduğundan, solungaçlı atalarına tam benzemeyecektir!!!

Biraz sonra yanıt olarak “ mendel oku”, “Dawkins oku”… diyecek birileri çıkacaktır. Mendel 1884’te ölünceye dek DNA’yı da bilmiyordu. Watson, Crick ve Wilkins de DNA’yı bulup, genom projesi sonuçlarını öğrenemeden gittiler. Dawkins’in öğrenmek için can attığı, ama bilmediği, yaşarken bilemeyeceği milyonlarca bilgi var…

Saygılar.

KKoH

Link to post
Sitelerde Paylaş
Adı üzerinde "düşünmek". Şu ana kadar bilgi-kurgu dediğiniz konu bildiğim kadarı ile hiç çalışılamadı. Olduğu/olmadığı deney koşulları oluşturulamadığı için

çalışılamadı. Zaten 3 milyon bazı çalışmaya kimse de cesaret edemez.

Düzeltme: 3 milyar olacaktı...

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bildiğimiz başka bir şey: Yumurta hücresine 1 adet sperm girince ikincisinin girişi, yumurta hücresi tarafından engellenir. Nasıl ??? Yine tam bilmiyoruz.

Kapasitasyonunu tamamlamış olan spermatazoonlar ile ikinci mayoz bölünmenin metafaz aşamasında bulunan oocyte ll ampulla bölgesinde kaşılaşırlar. Akrozom raksiyonunun başlamasıyla salınan hyaluronidaz enzimi, corona radiata hücrelerini birbirine bağlamaya yarayan hyaluronik asiti hidrolize ederek hücrelerin dağılmasına neden olur. Corona radiata engelini geçen spermatazoonlar , zona pellucida engelini geçmeye çalışırlar. Akrazomlardan salgılanan hyaluronidaz, akrozin gibi eritici enzimlerin etkisiyle zona pellucidada yeryer geçit yolları açılır. Bu engelleri aşan ilk kromozom postakromozal bölgesindeki hücre zarı ile oocyte ll nin hücre zarına yapışırve bu kısımda her iki hücre zarı erir ve açılan bu noktadan spermatazoon baş ve kuyruğu ile birlikte oocyte ll nin sitoplazmasının içine girer. Spermatazoon içeri girer girmez zona reaksiyonu denilen ve diğer spermatazoonların geçişine izin vermeyen bir olay meydana gelir.

Bu olay oocyte ll nin sitoplazmaısndaki cortical granüllerin salgısıyla gerçekleşir. Cortical granüllerin salgıları oolemmada moleküler değişime ve zona pellucidadaki spermatozoonların özel bağlanma bölgelrinin kaybolmasına neden oalrak, ikincibir spermatozoonun içeri girişine engel olur.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Teşekkürler sevgili KOH

Bu başlığı açarken amaçladığım şeyi yerine getirdiğiniz için.

Görüldüğü gibi, spekülasyon diye değindiğiniz şeyler bile belli bulgulara dayanarak ortaya atılabiliyor. Bunların +,- aralığını daraltmak için çok fazla çalışmalara ihtiyaç var. Bu aralık şimdilik fazla olsa bile; eşeleyerek, çöplüğü karıştırdıkça, çöplüğün katmanlarını ortaya çıkararak, hem evrim sürecinin aydınlanmasına hem de geçerli bildiğimiz şeylerin kökenini bulma ve bunları sınama fırsatı yaratmış oluruz.

Bilimsel şüphecilik, doğru bildiğimiz bilgiler kadar değerlidir.

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Eğer kastınız bilincin etkileri(stres hormonları, mutluluk vb) nedeniyle DNA da mutasyon sıklığı artıp/azalabilir mi ise kesin olarak böyle bir şey olmaz denemez. Ama kastınız bu mutasyonların biliçli isteğimizle istediğimiz yönde oluşması ise bu saçmalıktır. Lamarkçı görüşün bu kısmı çoktan çöpe gitmiştir ve orada kalacaktır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> Çevresel faktörler, bilinçli bir şekilde genotipik değişiklikleri, sonuçta fenotipik değişiklikleri belirleyebilir mi?

Hayır..

>>> Yani çevreye uyumlu olmak adına bazı mutasyonlar özellikle meydana gelebilir mi?

Hayır..

Biyolojide genelde siyah/beyaz yoktur.. Yani bu kadar kesin hayırlar.. O yüzden bunlar öyle büyük hayırlar değil..

Bu bir özelliktir ve kazanan bunu genleriyle taşıyacaktır, doğru mu? Ve kendi neslinden gelenler kadar, böyle mutasyonlar yoluyla lamarkımsı mutasyonlar yoluyla oluşna çeşitlilikte bize ulaşacaktır. O halde, bu özelliğe sahip olan pek çok tür, birey görmemiz gerekirdi. Ve dahası bunların dominant olacaklarını beklemekte hakkımızdır. Öyle iken bu tür mekanizmalaırn görülmüyor oluşu, en başta türlerin ara form olarak neden/nasıl yok olabildikleri sorunsalı yüzünden bu iddialrı kabul etmek pek mümkün değil.

>>> Lamarckçı görüş bugünkü evrim bilgilerimizle çelişmektedir.

Aslında pek değil.. Hoppala, nasıl olur, olur mu hiç?

Lamarck'ın temel yanlışı, Fenotip = Genotip + Çevre denkelmindeki genotip'i bilmiyor oluşudur.. Az sonra, dönecez biz buraya efenim..

>>> İnsan genom projesi sırasında, DNA’nın okunması ile, DNA’nın tüm şifrelerinin çözüleceği sanıldı. Fenotipleri benzeyen, akraba olan 3 hastada, aynı mutasyonu beklerken; birinin homozigot, diğerinin heterozigot mutasyon taşıdığı, üçüncüsünde mutasyon saptanmadığı görüldü. Tek yumurta ikizlerinin biri normal diğerinde genetik sendrom saptandı. Kafalar daha da karıştı. Her birine bir açıklama getirilmeye çalışıldı. Böylece fenotipin oluşmasında nükleotidlerin sıralanışı dışında başka faktörlerin de rol oynayabileceğini öğrenmiş olduk.

Yeni Zelandalılarda sık görülen, genetik kökeni olduğu düşünülen (!) bazı hastalıkların, İngiltere’deki yakın akrabalarında çok nadir görülmesini hala çözebilmiş değil. Çünkü bir mutasyon bulunmadı.Çevresel koşul denilen şeyin genetik yapıyı nasıl etkilediğini de tam bilen de yok.

Çevresel koşullar -temel olarak- genetik yapıyı etkilemez, ama genetik yapının ortaya koyacağı canlı sistemi belirler. Bu yüzden aynı genlere sahip iki ikiz kardeş birbirine benzemez, birinde genetik hastalık diğerinde görülmez vs. Fenotip denklemine tekrar bakalım:

Fenotip = Genotip + Çevre

Bu denklemi bazıları şöyle anlamak ister:

Fenotip = 0.90 G . 0.10Ç..

Oysa bu denklemde katsayılar yoktur. Bazen çevrenin etkisi genotipin misliyle ötesinde olabilir. Her neyse.. Sonuçta, fenotipi sadece genotip belirlemez. Bu yüzden aynı genotiplerin aynı canlıya sebep olacağı düşüncesi yanlıştır. Bu nedenle, kalıtlsa olan genetik değişiklikler yanında çevre etkisi ki çok belirleyici bir şeydir, adına doğal seleksiyon denir, fenotipin yapısında önemli bir yer tutar. Öyleki bu bir sürüklenme yaratır ve genotipin rasgele sıçramalarını tek yöne kanalize eder ki, buna da evrim denir.

Mesel şudur: Genotip'in kankası olan Çevre, genel olarak sabittir. Yani, siz gidip uzay istasyonunda bir bebek yapsanız, büyütüp 20 sen besleseniz, onun fenotip özellikleri hakkında çok acayip şeyler söyleyebilirsiniz, belki boynuzları bile çıkabilir, nedne olmasın?

Ama dünyada, belli bir böglede uzun süreler, en azından bir nesil ömrünce sabit kalan doğal koşullar, yani çevre, ortamda sadece genotip farkların görülmesine, gözlenmesine sebep olur. Bu yüzden bilhassa genotip üzerinde durulur..

Ama timsah yetiştirenler iyi bilir, havuzun timsahın doğal ortamına uygun olması elzemdir, yoksa timhsah değil, kertenkele sahibi olursunuz, kertenkele derisine kimse para vermez..

>>> Bildiğimiz başka bir şey: Yumurta hücresine 1 adet sperm girince ikincisinin girişi, yumurta hücresi tarafından engellenir. Nasıl ??? Yine tam bilmiyoruz.

Aslında tam olarak öyle değil. Genelde, bir sürü sperm ovum duvarını aşıp içeriye girer. Temel olarak tek bir sperm tek başına bunu başaracak güçte değildir. Ama içlerinden sadece bir tanesi dölleme yapma şansına erişir..

Bu süreçte, elektriksel yükler önemlidir. Spermin pH değerlerinin vs. nazara alıp izahını yapabilirsiniz..

>>> Birinin dikkatini çekmiş: Büyük Anneanne, anneanne, kızı ve torunlarının hep kız çocuk doğurduğunu farketmiş. Kesitsel çalışmada bazı kadın ve dişi akrabaları için bu bilginin bazı sülalelerde doğru olduğu bildirildi. Bu düşüncenin ardından “yumurta hücresinin X kromozomu taşıyan spermleri kabul ettiği, Y taşıyanları kabul etmediği” ileri sürüldü.

Nedeni ????

Mümkündür.. Bu daha ziyade, spermlar arası farktan kaynaklanır. Y kromozomu pek küçüktür..

Ama daha da farklı, önemli bir husus vardır. Bazen, cinsiyeti belirleyen erkek olmayabilir. Bu genel kaidedir ama mutlak kaide değildir. Yani dişinin yumurtasının cinsiyeti belirlemesi mümkündür.

Bu özellik bilhassa kuşlarda çok yaygındır. Örneğin penguenlerde hemen her zaman cinsiyeti dişi hücresi belirler..

Mesele, cinisyet denen şeyin, fenotip üzerinde görülen kadar büyük bir genetik fark olmamasından kaynaklanır. Yani diş/erkek genom farkı küçük mü? Bunu söylemiyoruz, söylediğimiz şey, netice itibarıyla bunun çok çok büyük bir şey olmadığı, ki çift cinsiyetli olma vs. mevzuları..

Bu durumu izah edebilecek bir kaç varsayım mevcut. Fakat, memelilerde bu durumun çok nadir gözlenmesi ve genelde farkına varılmadan geçilmesi yüzünden bunun işlerlik mekanizması hangisidir bu bilinmiyor.

>>> Acaba yumurta hücresi bunun bir benzerini, çevreye uyum adına, bazı mutasyonlara karşı da yapabilir mi??? Yumurta hücresi çevreye uyum sağlayacak mutasyonu seçme özgürlüğüne sahip midir?

Çevresine uyum sağlayacak mutasyonu seçebiliyorsa, uyum sağlamayacak mutasyonu da seçebiliyor demektir ki, bu durumda genetik hastalıklar hiç ortaya çıkmazdı. Demekki, yumurtanın böyle bir özelliği yok.

>>> Yeni mutasyonlar doğumdan sonra (somatik) vücut hücrelerinde geliştiği zaman hastalığa-kansere neden olabilir. Yeni nesile geçmez. Sadece üreme hücrelerindeki mutasyonlar sonraki nesillere aktarılaBİLİR!!! ......... Eğer bu önerme doğrulanırsa, somatik hücre kaynaklı sinyal değişiklikleri germ hücre DNA’sını mutasyona sürükleyebilir mi? Bu mutasyon seçilmiş bazı bölgeleri mi tetikler, yoksa rastgele mutasyona mı yol açar? (Lamarck’ın kulaklarını çınlattık).

Buna topluca bakmak gerekir. Mutasyona yol açan etmenlerin germ hücrelerine kıyak yapacağını düşünmek biraz fazla iyimserlik olur. Kısaca, bu tür mutasyonların var olması mümkündür. Ama bunların belli bir doğrultuda, belli bir uyuma yönelik olabileceğini söylemek pek mümkün değildir.

>>> Acaba DNA çöplüğü ilkel atalarımızdan bir miras mıdır?

DNA çöplüğü değil, tamamı onlardan mirastır..

>>> Örneğin tek hücreli atalarımızın şimdi kullanılmayan proteinlerini kodlayan genlerini taşıyor muyuz?

Kesinlikle.. Hatta, kullanılan proteinleri kodlayan genlerini de taşıyoruz..

>>> SPEKÜLASYON: Bir streptokokla bile benzeşiyorsak, örneğin insanoğlu tek hücreli atalarına ait genleri çöp DNA’sında taşıyor olabilir mi?..

Çöp DNA değil, herhangi bir noktada taşıyor olabilir ve zaten taşıyorda.. Dahası bu sadece kalıtım değil, yatay gen transferi ile de gerçekleşebilir.

>>> Biraz sonra yanıt olarak “ mendel oku”, “Dawkins oku”… diyecek birileri çıkacaktır. Mendel 1884’te ölünceye dek DNA’yı da bilmiyordu. Watson, Crick ve Wilkins de DNA’yı bulup, genom projesi sonuçlarını öğrenemeden gittiler. Dawkins’in öğrenmek için can attığı, ama bilmediği, yaşarken bilemeyeceği milyonlarca bilgi var…

Watson, kendi gen haritası çıkarılmadığı için küplere binmişti. Zira gen haritası bankasında ilk olma halini kaybetmişti. Aslında görev olarak tali bir iş yapsamda, ben bile bir ton zılgıt yemiştim bir bahaneyle. Huysuz adamın tekiydi, Genome projesinden Bernadine'le kavga ederek ayrılmıştı, iddiaya göre havada kitaplar uçmadığı kalmış bir..

Watson tepkisini, ki öyle bir tepki değil,i ana avrat bir tepki resmen, ayyuka çıkardığı için, aman aman sussun şu diyerek, onun DNA Sekansınıa da aldılar, hatta "Huysuz bir keçi üzerinde ortalama zeka nasıl dahi olur" babında genome haritasını filanda çıkardılar. Full sekansı yayınlanmış ikinci adam oldu. O bunun poh poh olduğunu sanıyor ama, işin aslı başka kısaca.. Yaptığı yapılmayacak, dediği yapılacak hocalardan biridir Watson.. Uzağımda olmasını yeğlerim..

Ama genome projesinin sonuçları Watson için bir done olmadı. Ve, genome projesi henüz bütün sonuçları vermiş olmasada, mevcut sonuçlar için, Watson'un en azından çok çok anlamlı bir çıkarımı olmadı.. Kısaca, batı cephesind edeğişen bir şey yok..

Lamarck, genetiği bilmediği çin değil, gözlemlerini çok dar alanda, bilhassa uzmanlığı olan botanik üzerine yaptığı için yanıldı. Eğer o da bir beagle bulup dünyayı gezip görebilseydi, belki Darwin değil Lamarck ile anılıyor olacaktı evrim. Zira Lamarck'ta, doğmatizmi iplemeyecek kadar cesur, onun batağında kalmadan mevcudatı göerebilecek ve anlayabilecek kadar da bilgili biriydi.

Link to post
Sitelerde Paylaş

mendel'i sktir edelim DNA molekülü hatta sperm ile yumurta hücresi bile başlı başına lamarkın eline vermektedir. bunu tartışmak dahi anlamsız.

darwin efendi de ideolojik görüşleri-liberalizm- doğrultusunda doğal seleksyonu dayatmakta güçlü güçsüz çekişmesini evrimin itici kuvveti ilan etmektedir.

bunları geçtik, evrim denilen şeyin ne lamark ne darwinle alakası yoktur. bizim saftrikler sanırlarki evrimin kurucuları bunlar.. oysa evrim, biyolojiyle hiç mi kikim alakası olmayan, içinde canlıların yanısıra doğadaki bütün olguları barındıran bir düşünce biçmi olup kökleri antik çağ'ın yunan filozoflarına kadar uzanır.

düşünce biçimleri 3 e ayrılır. ilki tabiatın tamamen sabit olduğunu savunan ve genelde yaratılışçı kesimin ıq'suna hitab eden iptidai stil. ikincisi, evrim denilen tedrici yavaş ve kesintisiz normal iq sahibi her insanin sezebileceği kadar basit liberalizmle yakın ilişkili düşünce stili. sonuncusu ise diyalektik maddeciliğin en basit yasası olan tedrici uzun değişimlerin -yani evrimin- kısa süreli sıcrama dönemleri ile tamamlandığını savunan ve doğru olan görüş -azıcık beyin gerekiyor bunu düşünebilmek için-. mesela en basitinden suyun ısıtılması örneğini ele alalım; su kesintisiz tedrici bir biçimde ısınmaz, belli hal değiştirme sıcaklıklarında kesintiye yani sıcramaya -hal değişimine- ugrar ve sonunda da tamamen sabitlenir.

misalen bizim adnan hoca kambriyen patlaması diye milletin kafasına yaratılış zırvalarını kakalarken nutku kesilen tedrici evrim görüşünün yandaşları eğer pre kambriyan deki nicel ve uzun değişimlerin kısa süreli bir sıcrama dönemine -kambriyan patlama- ile tamamlanarak türlerin mantar gibi oluştuğunu yapıştırıverselerdi geriye hiç bir sorun kalmayacaktı.

her neyse bu kadar gevezelik yeter..

tarihinde antiliberty tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> darwin efendi de ideolojik görüşleri-liberalizm- doğrultusunda doğal seleksyonu dayatmakta güçlü güçsüz çekişmesini evrimin itici kuvveti ilan etmektedir.

Doğal seleskiyon, güçlü güçsüz çekimesi değildir, alakası bile yoktur..

>>> belli hal değiştirme sıcaklıklarında kesintiye yani sıcramaya -hal değişimine- ugrar ve sonunda da tamamen sabitlenir.

Bu da yanlıştır.. Su böyle bir şeye sahip değildir. Suyun kaynaması, suyun sebep olduğu bir şey değil, çevrenin sebep olduğu bir şeydir. Kendin deneyebilirsin, saf su asla kaynamaz..

>>> eğer pre kambriyan deki nicel ve uzun değişimlerin kısa süreli bir sıcrama dönemine ...

Kambriyende böyle bir durumda söz konusu değildir. Kambriyen dönmeinde canlıların ortaya çıkış hızları öncesi ve sonrasına göre değişim göstermez.. Kambriyende bir patlama olduğu filan, tamamen bir yanılsamadır, insanların dünyayı düz sanmalarından farksızdır..

Siz ise, bir şey bildiğini sana ama bilmeyen bir garip yolcusunuz bu hayat yolunda, hepsi o kadar..

Link to post
Sitelerde Paylaş
>>> darwin efendi de ideolojik görüşleri-liberalizm- doğrultusunda doğal seleksyonu dayatmakta güçlü güçsüz çekişmesini evrimin itici kuvveti ilan etmektedir.

Doğal seleskiyon, güçlü güçsüz çekimesi değildir, alakası bile yoktur..

>>> belli hal değiştirme sıcaklıklarında kesintiye yani sıcramaya -hal değişimine- ugrar ve sonunda da tamamen sabitlenir.

Bu da yanlıştır.. Su böyle bir şeye sahip değildir. Suyun kaynaması, suyun sebep olduğu bir şey değil, çevrenin sebep olduğu bir şeydir. Kendin deneyebilirsin, saf su asla kaynamaz..

>>> eğer pre kambriyan deki nicel ve uzun değişimlerin kısa süreli bir sıcrama dönemine ...

Kambriyende böyle bir durumda söz konusu değildir. Kambriyen dönmeinde canlıların ortaya çıkış hızları öncesi ve sonrasına göre değişim göstermez.. Kambriyende bir patlama olduğu filan, tamamen bir yanılsamadır, insanların dünyayı düz sanmalarından farksızdır..

Siz ise, bir şey bildiğini sana ama bilmeyen bir garip yolcusunuz bu hayat yolunda, hepsi o kadar..

Doğal seleksiyon (doğal seçilim) nedir? Anibal doğal seleksiyon güçlü-güçsüz çekişmesi değildir diyor. Nedenini açıklamıyor ama, haklı.

Darwin bu konuda descend with modification deyimini kullanmıştı. Değişerek devam etmek yani. Bunu bazıları survival of the fittest olarak yorumladılar. Yani çevreye en iyi uyanın varlığını sürdürmesi.. Aslında Darwin bu konuyu pek açıklamamıştır. Canlıların uzun sürede ve tedrici olarak evrime uğrayacaklarına ve dolayısıyla çok sayıda ara türlerin olması gerektiğine inanıyordu.

Bütün bu kavramlar tartışmalıdır. Doğal seçilimin kendisi bile yeterince anlaşılmayan ve tartışmalı bir kavramdır. Bu konuda Wolfram'ın ilginç bir görüşü vardır ki ona sonradan değineceğim. Doğal seçilimin etki alanı sınırlıdır. Çok basit biyolojik nitelikler üzerinde etkilidir. Karmaşık niteliklerin tümü üzerinde etkili değildir. Yani bir fili ele alırsak, onun yalnız hortumu ile ilgili bir sureçtir. Filin tümü doğal seçilime maruz kalmaz. yalnız bazı nitelikleri ayrı ayrı maruz kalır.

Darwin kendi geliştirdiği kuramı yeterince biliyor muydu?

Ben bundan şüpheliyim arkadaşlar..

Bazan bilim adamları kendi kuramlarını yeterince anlamayabilirler. Örneğin Einstein.. Kendi kuramı evrenin genişlemesine işaret ettiği halde ona inanmamış ve kuramına bir sabit koyarak evrenin genişlemesini önlemiştir. Sonra bunu hayatının en büyük hatası olarak nitelendirmiştir.

Darwin'i de kendi kuramını yeterince anlamamakla suçlayabilir miyiz?

Evet.. Suçlayabiliriz elbette. Çünkü doğal seçilim çok sonraları daha farklı bir anlam kazanmıştır. Bu anlam Darwin'in düşündüğünden farklıdır.

Ve evrim yine Darwin'in düşündüğünden farklı bir seyir izlemektedir.

Anibal sıçramalı evrime inanmaz..

Oysa bir gerçektir.

Ama burada tartışmak istemiyorum.

İlgilenenler Punctuated equilibrium kuramına bir göz atabilirler. Davinci biraz değinmiş. Ben de sonra değineceğim.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Doğal seleskiyon, güçlü güçsüz çekimesi değildir, alakası bile yoktur.

sentetik evrim teorisinde elbetteki çok detayli ve farklıdır, ben 19.yy da yaşayan darwin'in ortaya koyduğu tezden hareket ettim. sonuc olarak

Bu da yanlıştır.. Su böyle bir şeye sahip değildir. Suyun kaynaması, suyun sebep olduğu bir şey değil, çevrenin sebep olduğu bir şeydir. Kendin deneyebilirsin, saf su asla kaynamaz.

:) burada bahsettiğimi anlamamışsın. elbetteki dış basınç olmadığında kaynamada söz konusu olmaz, ancak genel düşünce itibariyle bu böyledir. ısıtılan şeylerin hal değiştirmesi ve belli sıcaklık noktasında bunu yapması bir örnekleme idi. daha bir çok mesela orgazm dahi buna örnek olarak verilebilir. ya da düz bir yüzeye boşaltılan kum tanelerinin belli bir süre sonra kesintiye ugraması, ya da türleşme denilen olgu -türleşme kesinti demektir-..

kesinti vardır mesela Ch4 ile Ch3 birbirine atom düzeyinde cok yakın olmasına ragmen -tek bir h atomu eksik- atomdan moleküler hale geçişte kesinti olduğu -tedricilik olmadığı- için bu iki molekül birbirininden cok cok farklı işler görürler. bu da kesintiye örnektir. tabiatın tamamı buna dayalıdır.

K

ambriyende böyle bir durumda söz konusu değildir. Kambriyen dönmeinde canlıların ortaya çıkış hızları öncesi ve sonrasına göre değişim göstermez.. Kambriyende bir patlama olduğu filan, tamamen bir yanılsamadır, insanların dünyayı düz sanmalarından farksızdır..

Siz ise, bir şey bildiğini sana ama bilmeyen bir garip yolcusunuz bu hayat yolunda, hepsi o kadar

kimse canlıların ortaya cıkış öncesi ve çıkış sonrasında hızında değişiklik olduğunu söylemedi, sorun benim bir şey bilmemem değil sizin söylediğim diyalektik yasasını anlayamamanızda yatmaktadır.

evet kambriyen patlama denilen şey cok kısa bir sürede bir cok canlı türünün hopbidenek meydana fırlaması demektir. ve bu da kambriyan öncesi dönemdeki değişimlerin birikerek -nicelizm- bu patlama olarak adlandırılan bir kaç bin yıllık süreçte niteliksel sıcramaya yani türleşmeye yol açışını oldukça güzel biçimde ispatlamaktadır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> sentetik evrim teorisinde elbetteki çok detayli ve farklıdır, ben 19.yy da yaşayan darwin'in ortaya koyduğu tezden hareket ettim. sonuc olarak

19. YY'da ki hang,i tezmiş o? Darwin'in öyle bir tezi yok..

Doğal seleksiyon, çevre koşullarının canlılar üzerinde yaptığı uzun dönemli etkinin adıdır. Ötesini uzatmak anlamsız, merak eden açıp okuyabilir..

>>> kesinti vardır mesela Ch4 ile Ch3 birbirine atom düzeyinde cok yakın olmasına ragmen -tek bir h atomu eksik- atomdan moleküler hale geçişte kesinti olduğu -tedricilik olmadığı- için bu iki molekül birbirininden cok cok farklı işler görürler. bu da kesintiye örnektir. tabiatın tamamı buna dayalıdır.

Kesinti kavramından ne anladığını meselesi mesele.. Kesinsitsiz diye bir evrimsel niteleme yapmaz Darwin. Orjinal kelime gradienttir.. Bu, basitçe, ölçülebilri en küçük birim kadar arlıklarla değişen anlamına gelir.

Evrimde kesinti vs. görülebilmiş değildir, zaten tanımı gereği böyle bir hususta yoktur.. Ama sıçrama gibi bir şey gözlenebilmiş değildir. Temel olarak, doğal seleskiyonun değişim hızı, canlının adaptasyon hızından yüksek olmadığı sürece, canl ıyeni duruma adapte olarak farklılaşır..

>>> evet kambriyen patlama denilen şey cok kısa bir sürede bir cok canlı türünün hopbidenek meydana fırlaması demektir.

Böyle bir fırlama yok velakin.. Kambriyende önemsenecek tek olay, devrin başlangıcına tekabül eden yok oluştur.

>>> ve bu da kambriyan öncesi dönemdeki değişimlerin birikerek -nicelizm- bu patlama olarak adlandırılan bir kaç bin yıllık süreçte niteliksel sıcramaya yani türleşmeye yol açışını oldukça güzel biçimde ispatlamaktadır.

Böyle bir şey ve ispat filanda yok.. Bunlar sadece laftan ibaret şeyler.. Bilimsel bulgular ve araştırmalar tersini gösterir. Kambriyende olağan dışı bir şey yoktur, Hel öyle birikip birikip patlayıverme olayıda hiç yoktur..

Link to post
Sitelerde Paylaş
Doğal seleksiyon, çevre koşullarının canlılar üzerinde yaptığı uzun dönemli etkinin adıdır. Ötesini uzatmak anlamsız, merak eden açıp okuyabilir

ne diyelim, lise biyoloji kitaplarında dahi bulunabilecek kadar basit bir mesele de bizi aydınlattığın için.

darwin çevrenin etkisini ikinci plana atar, onun için önemli olan tür içi varyasyon ve bireyler arasındaki yaşam mücadelesidir.

bunu ise iktisatçi ve aynı zamandada papaz olan bir gerici aynı zamanda insanlık düşmani bir yobaz olan malthus'un nufüs teorisine dayandırır.

besin maddeleri ve üreme arasındaki orantısızlığın yarattığı tür içi rekabetin ayıklanma ile yol açtığı bir evrim rotasından sözeder.

Evrimde kesinti vs. görülebilmiş değildir, zaten tanımı gereği böyle bir hususta yoktur.. Ama sıçrama gibi bir şey gözlenebilmiş değildir. Temel olarak, doğal seleskiyonun değişim hızı, canlının adaptasyon hızından yüksek olmadığı sürece, canl ıyeni duruma adapte olarak farklılaşır

olaya sadece biyoloji açısından bakarsan olacağı budur. evrim denilen şeyin biyoloji kapsadığı ama onunla sınırlı olmadığını bunun için aşağı yukarı bütün bilimdallarının kullanılması gerektiğini bilmen gerekir. kesintiye örnek mi istiyorsun en büyük örneği jeolojik devirlerdir. iki jeolojik devir arası niceliksel evrimlerin üstüste biriktiği döneme, birinden diğerine geçişte niteliksel sıcramalara tekabül eder.

siz sadece bilgiye dayalı konuşuyorsunuz zeka, düşünce ve mantik bu bilgi ile harmanlanmadığı sürece doğruya erişilmez.

Böyle bir şey ve ispat filanda yok.. Bunlar sadece laftan ibaret şeyler.. Bilimsel bulgular ve araştırmalar tersini gösterir. Kambriyende olağan dışı bir şey yoktur, Hel öyle birikip birikip patlayıverme olayıda hiç yoktur.

bir anda patlamıyor herhalde -üstelik ben patlama terimini kullanmam bu yaratılışçılara ait- patlama anı ani değil, görece evrim sürecinin milyon yıllarına nisbeten bir kaç bin yıla denk düşer. yani orada bir düşünce var, anlamanız lazim. türlerin olması gerekenden cabuk ve fazlasıyla bu kadar kısa sürede ortaya cıkışı sıcramalı evrim görüşünü kanıtlar.

tarihinde antiliberty tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...