Jump to content

Türlerin Orijinal Tiplerinden Sürekli Değişme Eğilimleri Üzerine (1859)


Recommended Posts

Bilim forumunu takip eden arkadaşların ilgisini çekeceğini düşündüğüm bir yazıyı sizinle paylaşmak istiyorum. Yazıyı, "Galileo'nun Buyruğu" adlı kitaptan tarayarak alıntıladım. Sunacağım yazı, Charles Darwin'in doğal seçilim yoluyla evrim düşüncesini, öte yandan bu düşünceye iye olan bir diğer kişi Alfred Wallace'ın bir makalesini içeriyor.

* * *

ALFRED WALLACE

Türlerin Orijinal Tiplerinden Sürekli Değişme Eğilimleri Üzerine (1859)

Alfred Russel Wallace (1823-1913), doğa olgularına büyük ilgi duyan bir arazi ölçümcüsüydü. Formal bir eğitimi olmadığı halde "türlerin kökeni" (1847'de kullanılan bir terim) hakkında ipuçla­rı bulmak için Amazon'un yukarı bölgesine gitmişti. Geçimini müzelere yabanıl yaşamdan örnekler toplayarak sağlıyordu. Da­ha sonra Hindistan ve Doğu Hint Adalarına giderek biyolojik ör­nekler toplama işini oralarda sürdürdü. 1858 yılına gelindiğinde türler ve çevre arasındaki ilişkileri bütün ayrıntılarıyla anlamada üstüne kimse yoktu.

Şimdi Endonezya dediğimiz bölgedeki baharat adalarından birisi olan Ternate'de bulunduğu sırada Wallace sıtmaya yakalandı. Bir sıtma nöbeti sırasında birdenbire, türlerin evrimi ve yaşama sava­şı arasındaki ilişkiyi kavradı. Hemen aşağıdaki makaleyi yazıp İn­giltere'ye postaladı. Mektup, üç ay sonra alıcısının, Charles Darwin'in eline geçti. Darwin çok şaşırmıştı. Kendisinin onyıllarca uğraştığı kuram, çok güzel bir düzyazı anlatımıyla önünde dur­maktaydı. Ne mutlu Darwin'e ki, Wallace hiçbir kişisel hırsı ol­mayan, yalnızca meraklı biriydi. Wallace asıl likrin Darwin'e ait olduğunu kabul etti: Hatta evrim konusunda kendi kitabını yaz­dığı zaman ona Darwinism (1899) adını verdi. Darwin şimdi dün­ya çapında ünlüdür. Wallace ise sadece uzmanlarca tanınır. An­cak yine de, Wallace'ın doğal seçilim sürecini olağanüstü bir ber­raklıkla anlattığı bu makalesi parıltısını hâlâ korumaktadır.

* * *

Türlerin [species] başlangıçta var olan kalıcı farklılıklarını is­patlamak için öne sürülen en güçlü gerekçelerden birisi şöyledir: Evcil olarak üretilen çeşitler [varieties] fazla kararlı değildirler ve kendi hallerine bırakıldıklarında, çoğu zaman, ebeveyn türün normal biçimine dönme eğilimi gösterirler. Bu kararlı olmama du­rumu, bütün çeşitler için, hatta doğada bulunan yabanıl hayvan­larda yer aldığı zaman bile, dikkat çekici bir özelliktir ve başlan­gıçta yaratılmış olan farklı türleri değişmeden korumak için alın­mış bir tedbirdir.

Yabanıl hayvanlarda ortaya çıkan farklılıklar konusunda ol­guların ve gözlemlerin yokluğundan çok az olmasından3 ötürü bu uslamlama, doğa bilimcilerce sorgulanmadan benimsendi ve türle­rin kararlılığı konusunda çok genel ve biraz önyargılı bir inanca yol açtı. Aynı ölçüde genel olan bir inanç da, kalıcı ya da gerçek çeşitlerdir — sürekli kendi benzerlerini üreten bir ırkın, bir başka ırktan olan bir hayvandan farkı o kadar azdır (ama bu fark her za­man vardır) ki, ırklardan birisinin ötekinin bir türü olduğu düşü­nülür. Hangisi çeşittir, hangisi orijinal türdür, bunu genel olarak saptayacak bir yöntem yoktur; sadece, ender olarak, bir ırkın ken­disine benzemeyen, diğerine benzeyen bir yavru ürettiği durum­larda saptanabilir. Bu ise, "türlerin kalıcı değişmezliği" ile çelişir görünmektedir. Ancak bu sıkıntı da, çeşitliliğin kesin sınırları olduğu ve orijinal türden daha fazla değişemeyeceği, ama ona tekrar dönebilecekleri; evcil hayvanlar örnek alındığında bunun olasılığı­nın kesin değilse de çok büyük olduğunu varsayarak giderilir.

Bu uslamlamanın temelinde, doğal koşullarda ortaya çıkan çeşitlerin her bakımdan evcil hayvanlara benzer, hatta aynı oldu­ğu, kalıcı olma veya tekrar değişebilme bakımından da aynı yasa­lara tabi oldukları varsayımı bulunmaktadır. Bu makalenin ama­cı bu varsayımın tümüyle yanlış olduğunu, doğada, birçok çeşidin var olmayı ebeveyn türden öteye sürdürdüklerini, art arda deği­şimlerle orijinal türden giderek uzaklaştıklarını gösteren bir ilke­nin var olduğunu ve bu ilkenin evcil hayvanlardaki orijinal biçi­me dönme eğilimine yol açtığını göstermektedir.

3. Wallace herhalde "yokluğundan ' veya "çok az olmasından" ibarelerinden birisini çiz­meyi düşünmüştü.

Var Olma Savaşı

Yabanıl hayvanların yaşamı bir var olma savaşıdır. Kendi varlıklarını sürdürmek ve küçük yavrularını beslemek bütün yeteneklerinin ve enerjilerinin kullanılmasını gerektirir. Hem birey­lerin hem de bütün türün varlığını sürdürmesi için en önemli olan koşullar, en elverişsiz mevsimlerde yiyecek temin edebilme ve en tehlikeli düşmanlarının saldırılarından kaçabilmeleridir. Bu ko­şullar, ayrıca bir türün nüfusunu da belirler; bu koşullan dikkat­le incelememiz, ilk bakışta anlaşılmaz gibi görünen bir durumu —yani bazı türlerden çok sayıda hayvan olduğu halde ona çok ya­kın olan başkalarından çok az olmasını— kavramamıza ve bir ölçüde de açıklamamıza olanak sağlayabilir.

Türlerin Nüfus Yasası

Bazı hayvan grupları arasında genel oranın ne olması gerekti­ği kolayca görülebilir. Büyük hayvanlar küçükler kadar bol ola­maz; etoburlar otoburlardan daha az sayıda olmalıdır; kartallar ve aslanlar, güvercinler ve antiloplar kadar çok olamaz: Tatar çölleri­nin yaban eşekleri, Amerika'nın daha bereketli pampaları ile otlaklarındaki atların sayısına erişemez. Bir hayvanın çok ya da az olma­sının en önemli nedeninin, doğurganlığının az veya çok olması ol­duğu düşünülür, ancak gerçekler dikkate alındığında bunun ko­nuyla çok az ilgisi olduğu ya da hiç olmadığı görülecektir. En az doğurgan olan hayvanlar bile, eğer durdurulmazlarsa, hızla çoğa­lırlar, halbuki yerkürenin hayvan nüfusunun sabit olması veya in­sanların etkisiyle azalması gerekir. Dalgalanmalar olabilir; ancak sınırlı bazı bölgeler dışında sürekli artış olanaksızdır. Örneğin, göz­lemlerimiz bizi kuşların, kendi doğal çoğalmalarına güçlü bir engel konulmadğı zaman artacağı hızla, yani geometrik bir oranla artma­dığına bizi ikna edebilir sanırım. Yılda ikiden az yavru üreten çok az kuş vardır; birçoğunun altı, sekiz veya on yavrusu olur; dört, ke­sinlikle ortalamanın altındadır. Her çiftin yaşamları boyunca sade­ce dört defa yavruladığını varsayarsak, şiddet veya açlık nedeniyle de ölmediklerini düşünürsek bu sayı da ortalamanın çok altındadır. Oysa bu hızla bile, bir çift kuştan birkaç yıl içinde ne kadar çok sa­yıda kuş çoğalacaktır! Basit bir hesap, bir çift kuşun on beş yılda neredeyse on milyona çıkacağını gösterecektir. Halbuki herhangi bir ülkedeki kuş sayısının on beş veya yüz elli yılda herhangi bir ar­tış gösterdiğine inanmamız için hiçbir neden yoktur. Bu ölçüdeki bir artış hızıyla her tür ilk ortaya çıktıktan birkaç yıl sonra limite ulaşıp sonra da sabit kalmış olsa gerek. Bu nedenle, her yıl çok sa­yıda kuşun —gerçekte doğan kuş sayısı kadar— yok olması gerekti­ği aşikârdır. En düşük hesaplara göre, her yıl yeni kuşağın sayısı anne babaların sayısının iki katı olacaktır. Öyleyse, herhangi bir ül­kede var olan ortalama kuş sayısı her ne ise, onun iki katı sayıda kuşun her yıl yok olması gerek— çok çarpıcı bir sonuç, takat, en azından, çok olası ve gerçek sayıdan fazla değil, belki de az. Bu ne­denle, türlerin varlıklarını sürdürmek ve ortalama birey sayısını korumak bakımından kuluçka sayısının büyük olmasına gerek yok. Ortalama olarak bir tanesi dışında hepsi, şahinlere, çaylakla­ra, yaban kedilerine ve sansarlara yem olmakta ya da kış gelince soğuktan ve açlıktan ölmektedir. Belirli türler için bu sonuç çarpı­cı biçimde ispatlanmıştır; çünkü onların bireysel olarak çok sayıda olmalarının yavru üretmekteki doğurganlıklarıyla hiçbir ilgisi ol­madığını görüyoruz. Çok kalabalık bir kuş nüfusunun en ilginç ör­neği Birleşik Devletlerdeki posta güvencinleridir; bunların bir ve­ya en tazla iki yumurta yumurtladıkları ve genel olarak sadece bir tane yavru büyüttükleri söylenir. Neden bu kuşların sayısı böyle olağanüstü çok da iki veya üç kat daha fazla yavrusu olanlar çok daha az sayıda? Açıklaması pek zor değil. Bu tür için en uygun olan ve onun en iyi geliştiği besin, o kadar geniş bir bölgeye, farklı toprak örtüsü ve iklimlere yayılmıştır ki bölgenin şu veya bu bölü­münde her zaman yiyecek bulmak olanaklıdır. Bu kuş hızlı ve uzun süre hiç durmadan uçabilmekte, bu sayede yaşadığı bölgenin bir ucundan öbürüne gidebilmektedir. Bir bölgedeki besin kaynağı tü­kenmeye başlayınca yeni bir beslenme bölgesi bulabilmektedir*. Bu örnek bize gösteriyor ki, belirli bir türün hızla çoğalması için gere­ken tek şey iyi bir besin kaynağının sürekli var olmasıdır, çünkü ne sınırlı doğurganlık ne de av kuşlarının ve insanların sürekli saldırı­ları onu sınırlamaya yeterli değildir. Başka hiçbir kuş için bu kadar özel koşul, bu kadar dikkat çekici biçimde yan yana gelmemiştir. Ya besin kaynaklan tükenmeye daha elverişlidir ya geniş bir alan­da besin aramak için yeterince güçlü kanatları yoktur ya da yılın belirli bir mevsiminde kıtlaştığı için daha az sağlıklı besinlerle ye­tinmek zorundadırlar. Böylece yavrulama bakımından daha verim­li olduklan halde sayıları en olumsuz mevsimdeki besin kaynağını aşacak şekilde artamaz. Birçok kuş, ancak, yiyeceğin kıt olduğu mevsimlerde, iklimleri daha yumuşak veya en azından farklı olan bölgelere göç ederek var olmayı sürdürebilir. Bu göçebe kuşların sayısının hiçbir zaman çok fazla olmadığından da anlaşıldığı gibi, gittikleri ülkelerde de besin kaynakları sürekli bol ve iyi besin sağ­lamaya yeterli değildir. Belirli dönemlerde besinleri azaldığı halde yapıları göç etmeye elverişli olmayan kuşlar hiçbir zaman büyük bir nüfusa sahip olamıyorlar. Bizde çok az ağaçkakan olmasına karşın tropik bölgelerde onların, yalnız yaşayan kuşlar arasında en kalabalık nüfusa sahip olmalarının nedeni bu olsa gerek. Aynı şe­kilde serçe, kırmızı gerdandan daha boldur çünkü onun besini da­ha sürekli ve boldur — çimen tohumları kışa dayanıklıdır, çiftlikle­rimiz ve kesilmiş ekin tarlaları neredeyse hiç tükenmeyen bir kay­naktır. Su kuşları, özellikle de deniz kuşları, genel olarak, sayı ba­kımından neden kalabalıktırlar? Diğerlerinden daha doğurgan ol­dukları için değil; genel olarak tam tersi doğrudur ama her zaman yiyecek bulurlar; deniz kıyıları ve nehir kenarları her gün taze yu­muşakçalar ve kabuklularla doludur. Memeliler de aynı yasalara tabidirler. Yaban kedileri doğurgandır ve düşmanları çok azdır, öyleyse onlar neden tavşanlar kadar bol değiller? Akla yakın tek yanıt, besin kaynaklarının daha süreksiz olmasıdır. Açıkça görülü­yor ki doğal bir bölgede fiziksel bir değişim olmadıkça onun hay­vanlarının nüfuslarında da elle tutulur bir artış olmayacaktır. Eğer bir türün nüfusu artarsa, aynı tür besine gereksinimi olan bir baş­kasının nüfusunun aynı oranda azalması gerekir. Her yıl çok sayı­da hayvan ölüyor olmalı; her hayvanın bireysel varlığı kendisine bağlıdır: Ölenler en zayıf —çok küçük, yaşlı ve hasta— olanlar yaşa­mayı sürdürenlerse sağlık ve güç bakımından en kusursuz olanlar — besinlerini düzenli olarak temin edebilen ve sayısız düşmanlarını saf dışı bırakanlar olsa gerek. Başlangıçta "yaşam savaşı" dediğimiz de budur, en zayıf ve en az gelişmiş olan her zaman kaybeder.

Türlerin Çok veya Az Sayıda Olmaları Yaşam Koşullarına Daha İyi veya Daha Kötü Uyum Sağlamalarına Bağlıdır

Bir türün bireyleri için olup bitenlerin, o türle akraba olan başka türler için de geçerli olacağı aşikâr görünüyor —yani dü­zenli bir besin kaynağı elde etmeye en uygun olan ve kendileri­ni düşmanların saldırılarına ve mevsim değişikliklerine karşı ko­ruyabilenlerin, kendilerine grup içinde üstünlük sağlamaları ve onu sürdürmeleri, öte yandan güçlerinde veya yapılarındaki her­hangi bir eksiklik nedeniyle besin kaynaklarındaki vb. değişik­liklere en az karşı koyabilenlerin sayılarının azalarak sonunda tümden tükenmesi gerekmektedir. Bu iki uç arasındaki türler yaşamı sürdürme becerisi bakımından farklı kapasitelerde ola­caklardır; türlerin nüfuslarının çok veya az olmasını bu şekilde açıklıyoruz. Bilgisizliğimiz, genel olarak olguların nedenlerini kesin biçimde saptamamızı engellemektedir, ancak çeşitli türler­den hayvanların alışkanlıklarını ve yapılarını tam olarak bilsey­dik ve her birinin çevresindeki çeşitli koşullar altında güven içinde var olması için gerekli birçok eylemi yerine getirme kapa­sitesini ölçebilseydik bu bilgilerin öngördüğü sonucu, yani birey sayılarının oranlarını bile hesaplayabilirdik. Eğer aşağıdaki iki noktayı kanıtlamayı başardıysak, artık bu görüşlerin doğrudan ve çok önemli uygulama konusu olan çeşitleri ele alacak duruma gelmiş olacağız; birincisi, bir ülkenin hayvan nüfusu, periyodik besin kıtlığı ve başka engeller nedeniyle genel olarak durağan­dır; ikincisi de birkaç türün oluşturduğu bir gruptaki bireysel türlerin nüfuslarının görece çok veya az olmasının nedeni, tü­müyle yapıları ve bunun sonucunda oluşan alışkanlıklardır. Bu alışkanlıklar bazı durumlarda besin kaynağı ve kişisel güven sağlamayı, başka durumlara göre daha zorlaştırabilir; denge an­cak belirli bir alanda var olması gereken nüfusta bir değişmeyle sağlanabilir.

Yararlı Değişiklikler Artmaya, Yararsız ve Zararlı Değişiklikler Azalmaya Eğilimlidir

Bir türün tipik biçiminde yer alan farklılıkların, çoğunun, belki de hepsinin onların alışkanlıkları veya kapasiteleri üzerinde, çok belirsiz de olsa kesin bir etki göstermesi gerekir. Renkteki bir değişim bile onları daha az veya daha çok fark edilir kılarak gü­venliklerini etkiler; daha az veya daha çok kıl gelişimi de, alışkan­lıklarını değiştirebilir. Kol, bacak veya herhangi başka bir dış or­ganın boyutundaki ve gücündeki bir değişim gibi önemli değişik­likler ise onların besin sağlama yöntemlerini veya yaşam alanları­nın kapsamını etkiler. Bundan başka, değişikliklerin çoğunun, ya­şamı sürdürme güçlerini olumlu veya olumsuz yönde etkileyeceği aşikârdır. Daha kısa ve zayıf bacaklı bir antilop, etobur kedi tür­lerinin saldırılarından daha olumsuzca etkilenecektir; daha güç­süz kanatları olan bir posta güvercini eninde sonunda düzenli be­sin kaynağı temin etme gücü bakımından etkilenecektir; her iki durumda da bu değişmiş türlerin sayılarında bir azalma olması kaçınılmaz bir sonuçtur. Diğer yandan, eğer herhangi bir tür, var olmayı sürdürme gücü biraz daha fazla olan bir çeşit geliştirirse, bu çeşidin zamanla sayısal bir üstünlük sağlaması da kaçınılmaz­dır. Nasıl ki yaşlılık, aşırılık ya da besin kıtlığı ölüm artışına yol açar, bu sonuçlar da aynı şekilde kaçınılmaz olsa gerek. Her iki durumda da birçok bireysel istisna olabilir ama kuralın her zaman ortalama olarak geçerli olduğu görülecektir. Bu nedenle bütün çeşitler iki sınıfta toplanacaktır —aynı koşullar altında ebeveyn türlerin sayısına erişemeyecek olanlar ve zamanla sayısal üstünlü­ğe erişip bunu sürdürecek olanlar. Şimdi de bölgedeki fiziksel ko­şullarda bir değişiklik olduğunu düşünelim; uzun bir kuraklık dö­nemi, bitki örtüsünün çekirgelerce yok edilmesi, "yeni otlaklar" arayan yeni bazı etoburların istilası gibi. Bunun, söz konusu olan türler için yaşamı daha zor kılmaya yönelik ve tümden yok olma­mak için bütün gücünü sarf etmeye zorlayan bir değişiklik oldu­ğunu varsayalım. Türü oluşturan bütün bireyler arasında en çok zarar görecek olanın, en az sayıda olan ve en az gelişmiş çeşit ola­cağı aşikârdır; eğer baskı çok şiddetliyse kısa sürede yok olacak da herhalde odur. Aynı nedenler etkilerini sürdürürse etkilenme sırası ebeveyn türe gelir, giderek sayısı azalır ve olumsuz koşulla­rın tekrarlanmasıyla o da tükenebilir. O zaman sadece üstün çe­şit kalmayı başarır ve tekrar olumlu koşullara dönüldüğünde sa­yısı hızla artar ve tükenen çeşit ve türün yerini alır.

4. Wallace'ın anlattıkları posta güvercinlerinin yazgılarına açıklık getirmektedir. Yirminci yüzyıl başlarında posta güvercinlerinin soyu tükendi; nedeni, kısmen yaygın avlanması, ayrıca doğal bölgesini yerleşik modern bir insan topluluğuna kaptırması ve Wallace'ın da dediği gibi, kendini çoğaltmakta pek becerikli olmamasıydı, insanlar bu durumu fark edip kuşun neslinin tükenmesini önlemek için bir şevler yapılmasını söylediklerinde ise artık çok geç kalınmıştı.

Üstün Çeşitler En Sonunda Orijinal Türü Yok Eder

Şimdi artık çeşit, kendisinin kökeni olan türden daha kusur­suzca gelişmiş daha iyi yapılanmış biçime gelerek o türün yerini almıştır. Kendi bireysel varlığını ve ırkının varlığını sürdürmek ve güvenliğini korumak için her bakımdan daha iyi uyum geliş­tirmiştir. Böyle bir çeşit orijinal biçime dönemez, çünkü o biçim daha zayıftır ve var olma savaşında kendisiyle rekabet edemez. Bu nedenle türün, orijinal tipini tekrar üretmeye yönelik bir "eği­lime" sahip olduğu kabul edilse de, çeşit her zaman sayıca üstün olacak ve olumsuz fiziksel koşullar altında yine yalnız o sağ ka­lacaktır. Ancak bu yeni, daha üstün ve kalabalık ırkın kendisi de, zamanla biçimlerinde farklı değişiklikler gösteren yeni çeşitler ortaya çıkaracaktır ve bunlardan herhangi birisi var olmayı sür­dürmek bakımından daha fazla olanağa sahip olacak ve aynı ge­nel yasa gereğince, sırası geldiğinde üstünlüğü devralacaktır. Öyleyse burada, doğal durumdaki hayvanların var olmalarını düzenleyen genel yasalardan ve sorgulanamayacak bir gerçek olan çeşitlerin sıkça ortaya çıkması olgusundan türetilen bir ilerleme ve sürekli farklılaşma ilkesine varmış oluyoruz. Ancak bu sonucun değişmez olduğu ileri sürülmemektedir; bölgedeki fizik­sel koşullardaki bir değişim bazen sonucu önemli ölçüde değişti­rebilir, daha önceki koşullarda yaşamı sürdürmede en güçlü olan ırk, şimdi en güçsüz ırk olabilir ve hatta böyle bir değişim daha yeni olan ve bir süre için üstün olan ırkın yok olmasına neden olurken, daha eski veya ebeveyn tür ve onun ilk zayıf çeşitleri ge­lişmeyi sürdürürler. Önemli olmayan bölümlerde de değişimler olabilir, bunlar yaşam-koruyucu güç üstünde fark edilen bir etki göstermezler ve böyle çeşitler ebeveyn türe paralel bir çizgi izle­yerek ya daha öte değişimlere yol açar ya da ilk biçimlerine dö­nerler. Bizim ileri sürdüğümüz şudur: Bazı çeşitlerin varlıklarını orijinal türden daha uzun zaman sürdürme eğilimleri vardır ve bu eğilimin kendini belli etmesi gerekir. Çünkü rastlantı veya or­talamalar öğretisi sınırlı sayılar için güvenilebilir olmasa da bü­yük sayılara uygulandığı zaman sonuçlar teorinin öngördüğüne yaklaşır; örnek sayısı sonsuza yaklaştığında ise kesin doğru olur. Doğanın etkinliği o kadar büyük ölçüdedir, söz edilen sayılar ve zaman aralıkları sonsuza o kadar yaklaşır ki herhangi bir neden, ne kadar önemsiz olursa olsun, rastlantısal koşullarla ne kadar gizlenirse gizlensin ve karşı konulsun en sonunda kendi hakkı olan sonuçları ortaya koyacaktır.

Evcil Çeşitlerin Kısmen Eskiye Dönmesinin Açıklanması

Şimdi evcil hayvanlara dönelim ve onlarda ortaya çıkan çe­şitlerin yukarıda ifade ettiğimiz ilkelerden nasıl etkilendiklerini araştıralım. Yabanıl ve evcil hayvanlar arasındaki önemli fark şu­dur: Birincilerin rahatı ve hatta var olması bile, bütün duyuları­nın ve fizik güçlerinin sağlıklı durumda olmasına ve tam olarak kullanılmasına bağlıdır, halbuki ikinciler için bunlar sadece kıs­men kullanılırlar ve bazı durumlarda da hiç kullanılmazlar. Yaba­nıl bir hayvanın her lokma yiyeceği önce arayıp bulması, sonra da onu elde etmek için uğraşması gerekir — yiyecek ararken, tehlike­lerden sakınırken, mevsimlerin kötü hava koşullarına karşı barı­nak ararken ve yavrularının bakımı ve güvenliğini sağlarken, gör­me, işitme ve koku alma duyularını kullanır. Vücudunda her gün ve her saat etkin halde olmayan bir tek kas yoktur; sürekli çalış­tırmayla güçlendirmediği hiçbir duyu veya yetenek yoktur. Hal­buki evcil hayvanın yiyeceği sağlanır, barınağı vardır ve mevsim­lerin koşullarından korunur, genellikle de biryere kapatılır, doğal düşmanlarının saldırılarından dikkatle korunur ve yavrularını in­sanların yardımı olmadan büyüttüğü de pek söylenemez. Duyula­rının ve yeteneklerinin yarısı hiçbir işe yaramaz, öteki yarısı ile ara sıra biraz egzersiz yapmaya zorlanır, kas sistemi bile sadece arada bir çalışmak zorunda kalır.

Böyle bir hayvandan, herhangi bir duyusunda veya organın­da daha fazla güç veya kapasite olan bir çeşit türerse bu artış hiç­bir işe yaramaz, hiçbir zaman kullanılmasına gerek olmaz ve hat­ta hayvan onun varlığının farkında bile olmayabilir. Yabanıl hay­vanda ise, tersine, var olmasının gereği olarak bütün yetenekleri ve güçleri tümüyle eylem durumundadır, herhangi bir artış he­men kullanılır ve egzersizlerle güçlendirilir; hatta beslenmesini, alışkanlıklarını ve ırkının bütün ekonomisini az da olsa etkiler. Sanki, üstün gücü olan yeni bir hayvan yaratır; o hayvan da, ka­çınılmaz olarak sayısını artıracak ve daha zayıf olanlardan fazla yaşayacaktır.

Evcil hayvanlarda bütün çeşitlerin yaşamı sürdürme şansı aynıdır; yabanıl bir hayvanın hemcinsleriyle rekabetini ve var ol­mayı sürdürmesini belirli biçimde olanaksız kılan bir değişimin evcil olma durumunda herhangi bir olumsuzluğu yoktur. Çabucak şişmanlayan domuzlarımız, kısa bacaklı koyunlarımız, şişkin kursaklı güvercinlerimiz ve kaniş köpeklerimiz doğal koşullarda hiçbir zaman var olamazlardı, çünkü böyle zayıf çeşitlere doğru .ınlacak ilk adım ırkın hızlayok olmasına neden olurdu. Yarış atı­nın büyük hızı ve kısa süreli dayanma gücü, sabana koşulan hay­vanların kaba gücü; doğal koşullarda her ikisi de işe yaramazdı. I kınlar pampalara salıverilirlerse kısa süredeya soyları tükenir ya da koşullar olumlu ise, her ikisi de hiç kullanamayacakları aşırı niteliklerini yitirip birkaç nesil sonra normal tipe dönerler; bu normal tip, herhalde, yiyecek bulma ve güvenliği sağlama bakı­mından farklı güçlerin ve yeteneklerin birbirleriyle en uyumlu oranda oldukları, yani hayvanın vücut yapısındaki bütün bölüm­lerin tam çalıştırılmasıyla yaşamayı sürdürebileceği durumdur. Evcil çeşitler doğaya bırakıldıklarında orijinal yabanıl tiplerine yakın bir şeylere tekrar dönme zorundadırlar yoksa tümden yok olurlar.

Lamarck'ın Varsayımı Şimdi ileri Sürülenden Çok Farklı

Görüyoruz ki evcil hayvanlar üzerinde yapılan gözlemlerden, doğal koşullardaki çeşitler hakkında hiçbir sonuç çıkarılamaz. Bu ikisi yaşamlarının her ayrıntısında birbirlerine o kadar ters ko­numdadırlar ki birisi için geçerli olanın öteki için geçerli olmaya­cağı neredeyse kesindir. Evcil hayvanlar anormal, düzensiz ve ya­paydırlar. Doğal koşullarda hiç rastlanmayan ve hiç rastlanamayacak çeşitlere açıktırlar. Var olmaları bile tümüyle insanların il­gisine bağlıdır, kendi olanaklarına bırakılmış bir hayvanın varlı­ğını koruması ve ırkını sürdürmesi için zorunlu olan, o yapının doğru dengelenmesi, o yeteneklerin doğru oranda olması, evcil hayvanların çoğunun çok uzağındadır.

Lamarck'ın varsayımı —türlerde yavaş yavaş oluşan değişim­lerin hayvanların belirli organların gelişimini artırma çabalarından kaynaklandığı ve böylece yapılarını ve alışkanlıklarını değiştirdiği varsayımı— türler ve çeşitler konusunda yazan bütün yazarlarca defalarca ve kolayca çürütülmüştür; bu yapıldıktan sonra da ko­nunun kapandığının düşünüldüğü anlaşılıyor. Ancak burada öne sürülen görüş, aynı sonuçların doğada geçerli olan ilkelerin etki­siyle de elde edilmesi gerektiğini göstererek bu varsayımı tümüyle gereksiz kılmaktadır. Şahinlerin ve kedi ailesinin güçlü, geriye çe­kilebilir pençeleri bu hayvanların kendi istekleriyle oluşmadı veya artmadı; bu grup hayvanların bu kadar gelişmemiş oldukları daha eski dönemlerde var olan çeşitleri içinde, avını yakalamak için en büyük olanağa, sahip olanlar en uzun yaşayanlardı. Zürafa da uzun boynunu, yüksek ağaçların yapraklarına erişmek istediği ve bu amaçla sürekli boynunu uzattığı için değil, soyundan geldiği tü­rün bireyleri arasında normalden daha uzun boynu olanlar kısa boyunları olan arkadaşlarına göre, kendilerine aynı bölgede he­men yeni bir güvenli otlama alanı sağladığı için ve ilk yiyecek kıt­lığı olduğunda da sağ kalan onlar olduğu için kazandı. Birçok hay­vanın, özellikle de böceklerin kendilerine özgü renklerinin, içinde yaşadıkları ortamın toprağına veya yapraklarına ya da üstünde sık sık durdukları ağaç gövdelerinin rengine çok benzemeleri de aynı ilke ile açıklanabilir; çünkü uzun çağlar boyunca birçok ren­gin tonları görülmüş olduğu halde düşmanlarından saklanmak için en uygun renge sahip olan ırklar, kaçınılmaz olarak en uzun süre varlıklarını sürdürdüler. Burada ayrıca doğada gözlenen bir dengeyi —birtakım organlardaki bir yetersizliğin başka bazılarının daha tazla geliştirilmesiyle telafi edilmesi— açıklayıcı bir neden de elde ediyoruz. Zayıf ayaklara eşlik eden güçlü kanatlara veya sa­vunma araçlarının olmamasını telafi etmek için çok büyük hıza sahip olma; çünkü dengelenmeyen bir yetersizliği olan bütün çe­şitlerin varlıklarını uzun zaman sürdüremeyecekleri gösterilmiş­tir. Bu ilkenin etkisi, buhar makinesindeki merkezkaç düzenleyi­cisinin etkisine benzer; düzensizlikler kendini belli etmeden önce onları kontrol eder ve düzeltir; aynı şekilde hayvanlar ülkesinde­ki dengelenmemiş bir kusur hiçbir zaman aşikâr bir boyuta ulaşa­maz, çünkü daha başlangıçta yaşamı zorlaştırarak kısa sürede vok olmayı kaçınılmaz kılacağını hissettirir. Burada öne sürdüğü­müz türden bir açıklama, gelişmiş varlıklarda görülen biçim ve yapı değişikliklerinin kendine özgü doğasıyla da uyumludur —te­mel bir tipten birçok farklı yolla ayrılma, bir dizi birbirleriyle ak­raba türlerde, bir organın gücünün ve verimliliğinin artması ve renk, tüylerin ve kılların dokusu, boynuz ve sorguçlarının biçimleri gibi önemsiz kısımların, daha temel özellikler bakımından farklı olan bir dizi türde, dikkat çekici bir biçimde ısrarla sürdü­rülmesi. Ayrıca, Profesör Ovven'in tükenmiş türlerden çok, daha yeni türlerin bir özelliği olduğunu söylediği "daha özel amaçlı ya­pı" konusunda da bize bir neden sağlamaktadır; bunun hayvan ekonomisinde belirli bir amaç için kullanılan bir organın art arda gelen değişimlerinin bir sonucu olduğu ortadadır.

Kaynak: Edmund Blair Bolles / Galileo'nun Buyruğu / s. 436-448 [Tübitak yayınları]

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...