Jump to content

Geçmiş, Gerçekten geçmiş midir?


Recommended Posts

kendin demişin kafayı mı sıyırıyorum diye merak ediyorum bazen diye . bunlar gayette gereksiz düşünceler, ben sapıkça diyorum .

fixed

beyni çalıştırıp düşünce üretmek sapıklık mıdır mihver sonuçta arada böyle hayata ,anlama ,dünyaya ,tanrıya dair felsefi boyutlara dalmak insanın önünü açar hayata bakışını değiştirir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 105
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Bu sorunun yanıtı, objektivite ve subjektivite nin ne olduğunu kavramakta yatar.

Bu konuda bir iletim var forumda.

Buraya link'ini verirseniz yararlı olur.

Özetle; subjektivite, kaynağını objektiviteden alır. Subjektivitenin temeli beyin, merkezi sinir sistemidir. Bu sistem objektiviteyi kavrayabilme yeteneği temelin de şekillenmiştir. Objektivideten bağımsız subjektivite mümkün değildir.

Objektiviteden bağımsız, objektivite üzerine inşa edilemeyen her türlü subjektif sentez hayal ürünüdür.

Geçmiş; olmuş bitmiş iş demektir.

Zaman tek yönlü ve tersinmez olarak geçer.

Geçmiş zamanı, yeniden şimdiki zaman yapmak mümkün olamayacağı için. Başlık konusu, her türlü spekülasyona açık kalır.

Bellek geçmiş zamanın bizdeki izleridir.

Bu izleri gelecek zaman için kullanırız.

Geçmiş zamandan şüphe edersek.

Gelecek zaman da şüpheli olur.

Gelecek zamana ilişkin hiçbir plan, program, proje ve amaç geliştiremeyiz.

Halbuki! Herkesin gelecek zamana ilişkin planı, programı, projeleri ve amaçları vardı.

Bunlar büyük bir oranla gelecek zamanda gerçekleşmektedir.

O halde!

Geçmiş gerçekten geçmiştir.

Veee geleceğimizi aydınlatmaktadır.

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Merhaba arkadaşlar.

Bilir misiniz, bilmem, ama 'Omphalos Hypothesis' diye bir argüman var. Bu argümana göre, esasında evren 5 dakika önce yaratılmış olabilir:

http://knowledgerush.com/kr/encyclopedia/O...los_hypothesis/

Bu iddia, ilginç bir iddia. Genelde bundan bahsettiğim insanlar, 'e ben 6 dakika öncesini hatırlayabiliyorum', filan şeklinde yanıt veriyor. Ama 6 dakika öncesine dair elimizde var olan yegane şey, hafızamızda yer alan bazı enstantaneler. Bunların evren yaratılırken sizin zihninize yüklenmediği ne malum?

Bu sorun o kadar ciddi ki: Eğer evren 5 dakika evvel yaratıldıysa ve geçmişte öğrendiğimizi düşündüğümüz herşey, aslında 'yaratılış anı' esnasında zihnimize yüklenen ve yanlış da olabilecek bir takım enformasyondan ibaretse, her saniye bu bilgilerin doğruluğunu kontrol etmemiz gerekecektir ki, bu mümkün değil. Mümkün olmadığına göre, bu iddia yanıtlanmaksızın, kuşkuculuğun pençesinden kurtulmamız çok kolay gözükmüyor.

Bu minvalde ilginç bir tartışmayı da başlatmak istiyorum: Geçmişin var olduğu inancı, 'properly basic' bir inanış mıdır? Eğer böyleyse, Tanrı inancı neden öyle olmasın? :)

Yanıtlarınızı bekliyorum, şimdiden teşekkür ederim.

Burada herhangi bir mantık hatası olmayabilir ama bilim bununla ilgilenmez. Bilim gerçeklede ilgilenmez, gerçek sandığımız şey ile ilgilenir. Bilim der ki şu yolu izler, bu prosedürleri takip edersen aynı bilgiye ulaşabilirsin. Yaşadığımız gerçek olmasa matrix dahi olsa bu matrixde belirli koşullar altında belirli sonuçlara ulaşırsın der. Sende alır denersin aynı koşulları sağladığında aynı sonuçlara ulaşabiliyor musun kontrol edersin. Eğer sen ve diğerleri aynı koşullarda aynı sonuçlara ulaşıyorsa bu bilimsel bilgidir. Evren ister 5 dk önce başlasın isterse 1 sn önce başlasın bilim için farketmez. Bilimsel bilgi bu yönü ile diğer bilgilerden farklıdır. Ve bu sebeplerle genel geçer olarak kabul edilen bilgidir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bir soru geldi aklıma..

Hafızamızda ki geçmiş tamam mantıksal bir hata yok..

Peki ya evrendeki milyonlarca yıllık izler?5 dakikada oluşması mümkün değildir.Çünkü izler 5 dakikadan fazlasını bize göstermekte..

Bütün izler "öylemiş gibi" yaratılmıştır diyebilirsin

Yani "5 dakika önce hepsi spontane yaratıldı şu anki halleri ile ve sanki milyonlarca yılda oluştukları izlenimi verecek biçimde" diyebilirsin

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bir soru geldi aklıma..

Hafızamızda ki geçmiş tamam mantıksal bir hata yok..

Peki ya evrendeki milyonlarca yıllık izler?5 dakikada oluşması mümkün değildir.Çünkü izler 5 dakikadan fazlasını bize göstermekte..

bu bir çeşit ilüzyon da olabilir.

tıpkı hafızana geçmişin yüklenmesi gibi

o izler de ustalıkla eklenmiş de olabilir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

O izlerin eklenmesinin 5 dakikada oluşamayacağı da bir bilgidir, 5 dakikada bu bilgiye ulaşamazsın, o nedenle o bilgi de evren yaratılırken zihnine konmuş olabilir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Felsefede öyle konular vardır ki, insanı böyle düşündürür durur.

Bu yüzden pek çok felsefi problemde çıkış yolunun bulunması uzun zaman almıştır.

Felsefede skeptik hipotez denen bu tür hipotezler ve sorgulamalar vardır. Örneğin bir doğaüstü varlık (cin, vs) beni kandırıyor olsa ve algıladığımı düşündüğüm her şey aslında bu varlığın bir oyunu olsa (Descartes'ın dile getirdiği olasılık), ben bunun böyle olmadığını nasıl anlayabilirim? Herhangi birşeyden emin olabilir miyim? Herhangi birşeyi bırak, kendi varlığımdan bile emin olabilir miyim? (Descartes buradan 'düşünüyorum, öyleyse varım' sonucuna ulaşmıştır. Yani emin olabileceği tek şeyin düşünmekte olduğu, bunun ise kendi varlığının kanıtı olacağını söylemiş, buradan her şeyi yeniden inşa etme yoluna gitmiştir). Descartes'ın bakış açısı ile baktığınızda, diyelim ki kendi varlığınızdan belki emin oldunuz ama dikkat ederseniz bunun dışında hiçbirşeyden emin olamazsınız.

Örneğin başka zihinlerin varlığından emin olamazsınız. Başka zihinlerin varolduğunu kanıtlamak, felsefi açıdan imkansız derecede zordur.

Hatta dış dünyanın nesnel varlığını bile kanıtlayamazsınız, ki buradan Berkeley'in fikirlerine varılabilir.

Berkeley'ci öznel idealizm ile ilgili bir yazı yazmıştım geçmişte forumda. (http://forum.ateizm2.org/index.php?showtopic=4169&hl=idealizm) Burada ne tür bir bakış açısı ile bu açmazdan kurtulabileceğimizi anlatmaya çalışmıştım.

Felsefe tarihinde çok eskilere, eski yunana gittiğinizde de benzeri düşüncelere orada rastlayabilirsiniz. Örneğin Permenides'in ve Gorgias'ın fikirlerini inceleyin, onlar da oldukça ilginçtir. Zaten benzer temalar ta o zamanlardan başlayıp, dönem dönem felsefe tarihinde canlandırılmıştır.

En son, popüler kültürde önemli yer etmiş Matrix filmi ile bu tür bazı düşünceler insanların ilgi alanına girdi. Felsefedeki binlerce yıllık bilinen ve aşina konular, ısıtılıp, yeni ambalajlarla insanların dikkatine sunuldu.

Omphalos hipotezi de akla gelebilecek bu tür hipotezlerden biri. (Yani evren ya 5 dakika önce yaratıldıysa, vs).

Hatta başka bir tane de ben söyleyeyim, mesela evrende her şeyin sürekli bir saniye önceki büyüklüğünün iki katına çıktığı iddiasında bulunsam ben, bunun böyle olmadığını da kanıtlayamazsınız. Çünkü herhangi bir uzunluğu ölçmek için kullanacağınız ölçü aleti (cetvel) de iki katına çıkmış olacak, aralarındaki oran aynı kaldığından hiçbir değişiklik farketmeyeceksiniz.

Biraz düşünürseniz, sizler de bu tür, gerçersizliği kolayca gösterilemeyecek pek çok hipotez geliştirebilirsiniz.

Peki bunlarla nasıl başa çıkılır? Bu tür olasılıkların varolduğu bir evrende bilgi nasıl arttırılabilir, bilimsel dünya görüşü nasıl benimsenebilir?

Bunlara ayrı bir yazıda değineceğim.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Eleştirel ve bilimsel düşünce biçimi kendiliğinden ve doğal olarak ortaya çıkan birşey değildir. Öğrenilmesi gereken, bu konuda eğitilmeyi gerektiren bir yetenektir.

İnsanlık bilgi arttırmanın önündeki sayısız engelle çağlar boyu boğuşmuş ve sonunda tüm tarihin birikimiyle bazı problemlerin nasıl çözülebleceğini öğrenmiştir.

Bu tür konularla ilgili olarak, ilk akılda bulundurmanız gereken nokta, bizim dış dünya ile ilgili tüm yargılarımızın epistemolojik birer yargı olduğu ve realitenin gerçekte nasıl olduğundan ziyade, bizim gerçek hakkında ne diyebileceğimizle ilgili olduğudur.

Sonuçta dış gerçeklikle olan tüm alışverişimiz bu epistemolojik çerçevede olduğundan, bu ikisi zaten aynı kapıya çıkacak ve dış dünya neyse, bizim algıladığımız da odur anlamına gelecektir (bizim açımızdan). Dikkat edin, bu, dış dünyanın mutlak gerçeğini bulduğunuz anlamında değil, sizin dış dünyayla ilgili fikir yürütebildiğiniz düzeyde, dış dünyaya ait zihninizde oluşturduğunuz modelin dış dünyaya uyumu anlamındadır. Bu ikisini normalde ayırmayız, çünkü ayırmaya gerek olmadığı gibi, bunu ayırmanın normal koşullarda kafa karıştırmaktan başka bir faydası da olmaz.

Fakat bu tür problemleri incelerken, bu ayrımın bilincinde olmakta yarar var.

Bu birinci ayrıntı.

İkinci ayrıntı, algıların gerçekten de yanıltıcı olabileceği ve bu tür algı yoluyla kanıtlanması ve çürütülmesi olanaksız hipotezlerin mümkün olduğudur.

Bu durumda, bu bakış açısına kendisini kaptıran bazı düşünürler, aslında dünyayı anlamaya çalışmanın boş olduğu ve bilimin mümkün olmadığı, vs gibi fikirlere ulaşabilirler.

Bu çıkmazdan nasıl kurtulabileceğimiz ve neye dayanarak ve nasıl bilimsel bir dünya görüşü geliştirip benimseyebileceğimize değinmeden önce, bu bakış açısını devam ettirmenin ne sonuç yaratacağına bakalım.

Bu kişilerin haklı olması ve aslında algıladığımızı zannettiğimiz şeylerin bizi yanıltan bir gücün oyunu olması mümkün. Buna inanarak hayatınızı yaşadığınızda ise, dünyadan kopuk, hiçbir amacı ve hedefi olmayan, boş ve sıkıcı bir hayat sürdürmek ve bu süreçte tam tersi yolu seçip mücadele etmeyi ve bilgisini arttırmayı seçmiş (bunun mümkün olduğuna inanmış) kişilerin ve toplumların gerisinde kalma riskine girmiş olursunuz.

Nitekim, diğer türlü farzeden kişi, bilgisini arttırdığını düşünüyor, bundan faydalar elde ediyorsa, bunlar senin dış dünyayı algılama biçiminde sana da fayda ve farklılık olarak gözüküyorsa, sonuçta o kişinin kendini kandırmadığı ve gerçekten de bilgisini arttırmakta olduğu ciddi bir olasılıktır. Aksi takdirde, bu oyun öyle bir oyun demektir ki, o kişinin kendini kandırma biçimi evrensel bir hal alıp, seni de etkiliyor demektir. Ya bu derece büyük bir komploya inanacaksınız, ya da ortada bir komplo olmayıp, o kişinin gerçekten de algılarına güvenerek bilgisini arttırabildiğine, yani bilimin mümkün olduğuna inanacaksınız.

Sonuçta, siz bilimin ve bilgi arttırmanın mümkün olduğuna inanıp, bu yönde uğraştığınızda, eğer bunun sonucunu elde ediyorsanız ve yeni algılarınız, size bilginizin arttığı yönünde işaret veriyorsa, sizin açınızdan bunun bir komplo olup olmaması da önemli değildir zaten. Sonuçta, birinci prensipte bahsettiğimiz o dış dünya modeliniz, sizin algılarınızla tutarlı demektir. Sizin beklediğiniz gibi davranmakta demektir. Sizin ona verdiğiniz belli bir etkiye karşılık, beklediğiniz tepkiyi veriyor, kaotik değil düzenli davranıyor, dolayısıyla tutarlı bir modeli ve anlamayı mümkün kılıyor demektir.

Durum bu olduğu sürece, bunun bir komplo olup olmaması bile önemli değil aslında ama zaten durum bu olduğu sürece, komplo olmayıp, gerçek olduğunu düşünmek için de sürekli daha fazla gerekçe ortaya çıkıyor demektir.

Yani, ya her ayrıntısı düşünülmüş ve sizin tüm eylemlerinizle tutarlı tepki veren bir komplo vardır ortada, ya da gerçekten de her şey algıladığınız, ya da algıladığınızı farzettiğiniz gibidir ve gerçekten de ortada komplo yoktur, bilim mümkündür ve bilginizi arttırmaktasınızdır.

Bunlardan ikincisine inanmak, göreceğiniz gibi hem daha huzurlu bir bakış açısı, hem de istatistiksel olarak daha olası bir durum.

Fakat tüm bunları geçelim ve yukarıda sonraya bırakacağımızı söylediğimiz, bu açmazdan nasıl kurtulabileceğimiz konusuna bakalım. Yani diyelim ki bilimsel bir bakış açısı edinmek için somut bir dayanak arıyoruz. Bu konuda ne yapabiliriz? Dış dünyaya bakışımızı bilimsel açıdan neye dayanarak düzenleyebiliriz? Bilimi kabul etmeyi neye dayanarak temellendirebiliriz?

Burada bahsettiğimiz prensiplere bir de üçüncü bir prensip eklememiz gerek, ki o da her zaman kanıtlanmadan yola çıkılan kabullerin olacağı, olmak zorunda olduğudur. Bilimde her şeye kanıtlanarak inanıldığı doğru değildir.

Her teoride aksiyomlar vardır, her dünya görüşünde temel kabuller vardır.

Bunları dogmatik inançlardan ve bilgi edinme yeteneğimizi kısıtlayan kabullerden nasıl ayırabiliriz?

Bu çok basit aslında. Herhangi bir kabul, eğer düşünme yeteneğinizi veya o konuda herhangi bir eylemde ya da yargıda bulunma şansınızı ortadan kaldırıyorsa, o kabul muhtemelen temel kabuller arasındadır. Diğer hemen hemen her şey, kanıtlanması gereken kabuller arasındadır.

Yani ben mesela, mantığıma güvenmek zorundayım. Zihnimin dış dünyayı (dış dünya varsa) anlamaya muktedir olduğuna inanmak zorundayım. Bu kabullerde bulunmazsam, zaten herhangi bir düşünme eylemi veya sonuca ulaşmak gibi birşey sözkonusu değildir. Ne yaparsam yapayım boşuna kürek sallamış olacağım demektir. Ulaşacağım hiçbir fikre de güvenemeyeceğim demektir.

Dolayısıyla, dış dünyanın gerçekliği ve bizim bunu anlamaya muktedir olduğumuz gibi kabuller, temel kabuller arasındadır, böyle olmak zorundadır.

Bunun haricinde, elimizden birşey gelmeyen birbaşka kabul türü, yukarıda bahsettiğimiz skeptik hipotezlerdir.

Dikkat edilirse, kabul edilmeleri durumunda bilgimize birşey katmaz bunlar, fakat reddedilmeleri de neredeyse imkansız derecede zordur.

Bunlar aynı zamanda 'yanlışlanabilir olmayan' önermelerdir. Örneğin evrende her şeyin her saniye önceki büyüklüğünün iki katına çıktığı iddiası, ya da evrenin 5 dakika önce ortaya çıktığı iddiası, veya dış dünyanın gerçek olmadığı, bir doğaüstü varlığın bizi kandırmakta olduğu iddiası, vs.

Bunların tümü yanlışlanabilir olmayan, yani yanlış iseler, yanlışlığını göstermek mümkün olmayan iddialardır. Dolayısıyla, bunlar bilimsel iddia kabul edilemezler. Bilimsel iddialar, gözlem ve deney yoluyla test edilebilecek, bu test sonucu geçerli olup olmadığı anlaşılabilecek iddialardır. 'Ali kırmızı bir kazak giyiyor' iddiası yanlışlanabilirdir. Çünkü gözlem yoluyla bu iddiayı test etmek, doğru olup olmadığını anlamak mümkündür. Yani hem kazağın algı bilgisi bize ulaşmaktadır, hem de dış dünya ile zihnimizdeki model arasındaki ilişkide, bu iddia tutarlı sonuç vermekte ve bir an kırmızı, bir an yeşil gözükmemekte, kendisi ile ilgili tutarlı bir sonuç çıkarmamıza imkan vermektedir.

Fakat 'ölümden sonra cennete gideceğiz' iddiası yanlışlanabilir değildir. Gördüğümüz kadarıyla insan bedeni toprağa karışıp gitmektedir. İnsanoğlunun bu bedenden bağımsız, ölümden sonra yaşamaya devam eden bir kısmı varsa, bu kısım algılanabilir olmadığından, böyle birşeyin varolduğu iddiası da yanlışlanabilir değildir, dolayısıyla bilimsel bir iddia değildir.

Bilimsel olmayan bu tür iddiaları ise, bilimdeki birbaşka prensip olan 'occam'ın bıçağı' ya da bilimde tutumluluk ilkesi diyebileceğimiz bir ilkeye dayanarak reddedebiliriz. Bu ilke, hangi teorinin (ya da hipotezin) doğru olduğunu söylemez, epistemolojik açıdan hangisinin daha değerli olduğunu söyler. Unutmayalım, dış dünyanın ontolojik mutlak gerçeği ile değil, zihnimizdeki dış dünya modeli ile ilgileniyoruz. Bu modelin dış dünya ile olan ilişkilerimizde sürekli aynı sonucu verip vermediği, tutarlı olup olmadığı ile ilgileniyoruz.

Bu şekliyle, daha basit açıklamaları, içinde gereksiz fazlalık içeren veya toplamadaki sıfır gibi etkisiz eleman içeren daha karmaşık açıklamalardan ayırıyoruz. Daha basit olanları daha değerli kabul ediyoruz ve dış dünya modelimizi kurarken onları kullanıyoruz. Sonuçta bu model dış dünya algımızla tutarlı olduğu sürece ortada bir sorun yok. Bu sonuçlar ister büyük bir komplo sebebiyle alınıyor olsun, ister gerçekten de dış dünya gerçekliği bizim zannettiğimiz şekilde olduğu için alınıyor olsun, sonuçlar aynı olduğu sürece, bizim açımızdan birşey farketmez. Bu durumda da hem istatistiksel açıdan, hem daha basit ve daha huzurlu bir dış dünya modeli kurmak açısından, olayları basitleştirmekte fayda vardır.

Kısacası, aşağıdaki prensipler bu problemlerin çözümünü mümkün kılar:

1. Olmazsa olmaz temel kabuller. (Bu kabul olmazsa düşünemiyorum, bilimsel eylemde bulunamıyorum. Örneğin mantığımın doğru olduğu ve aklımın dış dünyayı anlamaya muktedir olduğu gibi)

2. Yanlışlanabilirlik gibi test edilebilir olanı, test edilebilir olmayandan ayıran prensipler

3. Occam'ın bıçağı gibi, daha basit hipotezleri seçmeye imkan veren tutumluluk prensipleri.

Bunlar bir arada kullanıldığında ve ilk sözünü ettiğimiz önemli prensip akılda tutulduğunda (yani dış dünyanın mutlak gerçekliği ile değil, dış dünya hakkında ne bilebileceğimizle ve dış dünyanın kendi zihnimizdeki modeliyle ilgileniyoruz), o zaman bu tür karşılaşacağınız tüm problemlerle yüzleşmek için elinizde güçlü ve pratik bir yöntem bulunmuş olur.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu konuda bu kadar laf ettikten sonra, bir de akla gelebilecek en basit itirazı vereyim (ki bu aslında yukarıdaki yazımda da geçiyor), ya ortada evrenin tüm geçmişini bize olduğundan farklı göstermek için yapılmış muazzam bir komplo vardır, ya da evren algıladığımız gibi eskidir.

Yani istatistiksel olarak, zaten bir olasılık diğerine göre çok ağır basıyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bu konuda bu kadar laf ettikten sonra, bir de akla gelebilecek en basit itirazı vereyim (ki bu aslında yukarıdaki yazımda da geçiyor), ya ortada evrenin tüm geçmişini bize olduğundan farklı göstermek için yapılmış muazzam bir komplo vardır, ya da evren algıladığımız gibi eskidir.

Yani istatistiksel olarak, zaten bir olasılık diğerine göre çok ağır basıyor.

Cok guzel aciklamissin mantik. Fazla yazacak birsey kalmamis. Bir tek sunu eklemek istiyorum:

Bu tur komplo teorileri ile gelenlerin cok onemli bir ortak ozelligi vardir; komplonun ardindaki nedeni (ya da motifi) hic onemsemezler, hic merak etmezler, sorgulamazlar. Ben bunu hic anlayamamisimdir. Kuran'da bile, Allah'in insanlari yaratma nedeni ustun koru ve aptalca bir aciklamayla gecistirilir :

"Ben sizleri, bana ibadet edin diye yarattim". Bunu da kimse sorgulamaz. Basliktaki ucuk iddia ile dinler arasindaki benzerligi gostermek istedim.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bu konuda bu kadar laf ettikten sonra, bir de akla gelebilecek en basit itirazı vereyim (ki bu aslında yukarıdaki yazımda da geçiyor), ya ortada evrenin tüm geçmişini bize olduğundan farklı göstermek için yapılmış muazzam bir komplo vardır, ya da evren algıladığımız gibi eskidir.

Yani istatistiksel olarak, zaten bir olasılık diğerine göre çok ağır basıyor.

Ben de benzer şekilde düşünüyorum :)

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bu konuda bu kadar laf ettikten sonra, bir de akla gelebilecek en basit itirazı vereyim (ki bu aslında yukarıdaki yazımda da geçiyor), ya ortada evrenin tüm geçmişini bize olduğundan farklı göstermek için yapılmış muazzam bir komplo vardır, ya da evren algıladığımız gibi eskidir.

Yani istatistiksel olarak, zaten bir olasılık diğerine göre çok ağır basıyor.

Sevgili mantik, yeni uyandım. Birazdan dışarı çıkacağım. Sadece bu mesajına yanıt verebilirim şu an. Akşam tek tek her mesajı yanıtlayacağım, yalnız kusura bakmayın, maalesef dişe dokunur bir itiraz göremedim; hatta sorunu en iyi kavrayanların, Dehri ve Astur olduğunu söyleyebilirim.

Burada senin bahsettiğin istatistik, 'inferential statistics'. Bu ne demek? Geçmiş deneyimlerine bakarsın, bu geçmiş deneyimlerinden elde ettiğin sıklık pattern inin, gelecekteki deneyimlerine rehber olacağını varsayarsın, temelde budur. Ama tam olarak geçmiş deneyimlerimizin güvenilirliği tartışılırken, senin yaptığın bir tür 'begging the question' örneği oluyor.

Buna ek olarak, 'eğer bu kuramı kabul edersek, kıç üstü otururuz' argümanı iyi bir argüman değil. Bir argümanın doğruluk değeriyle, o argümanın kabulünün yol açacağı kimi istenmeyen durumların tespiti birbirinden farklı şeyler. Şu argüman nasıl: 'Ahlakı eğer ki temellendiremezsek, insanlar birbirlerine tecavüz etmeye başlar.'

Sence bu argüman ahlakı temellendirmekte midir? Bence hayır. Gerçekten ahlakı temellendiremeyebiliriz, ama bu, yine gerçekten tecavüz vakıalarında istenmeyen bir artışa sebebiyet verebilir. Yani bir çelişki yok.

Akşam devam ederiz :)

Link to post
Sitelerde Paylaş
öncelikle evrenin yaratıldığını kabul etmek gerekir. ondan sonra her yol roma.

Benim argümanım biraz daha farklı, sevgili anhedonik.

'Eğer evren 5 dakika önce yaratıldıysa, bu durumda güvenebileceğimiz tek bir dayanak noktası kalmayabilir'.

Bu argümanın doğruluk değerinin tespiti, Tanrı'ya inanıp/inanmamakla ilgili değil. Bu argümanı def etmenin yolu, argüman bir şartlı cümle ihtiva ettiği için, o şartlı kısmı tamamen değilleyebilmekten geçiyor. Yani: 'Evren 5 dk. önce yaratılmıştır' argümanını değilleyebilmek önemli. Mümkün mü? Bence değil, okuduğum diğer akademik filozoflara göre de değil.

Kullanacağın her tür deneyim, bilgi, bilimsel çıkarım geçmişe dair. Bütün bunları aynı anda yeniden doğrulayamadığın müddetçe, içinde bulunduğun an farklılaştıkça, sorun yeniden bir problem olarak karşımıza çıkacak demektir.

Dehri'nin 'Tanrı' itirazına da şöyle bir yanıt vereyim: İlla Tanrı diye düşünmeyin. Diyelim ki, bir üst evrende ev ödevini yapan süper-zeki bir çocuk var. Bu çocuk, evrene her 5 dakikada bir format atıyor. Ve her format attığında da, evrende yaşayan canlıların zihnine abuk subuk bilgiler dolduruyor.

Veya daha spesifik olarak, şunu sorabiliriz: Tam 1 saniye önce, daha önce hiç yapmadığı şekilde, bu çocuk evrene format attı. Bunu değilleyebilir miyiz?

Benim varmak istediğim, biraz daha din felsefesine ilişkin bir sorun: Geçmiş deneyimlerimiz; ölçülebilir, sınanabilir, nesnelliği ortaya konabilir, delillendirilebilir şeyler değil. Ama bunlardan yola çıkarak, bazı sonuçlara varabiliyoruz. Bu çok makul, temellendiremesek bile.

Peki, o halde geçmiş deneyimlerimiz bu durumdaysa; bunlara inanırken, Tanrı inancının ölçülebilir, sınanabilir, nesnelliği ortaya konabilir, delillendirilebilir şeyler olmamasını neden bu kadar çok takıyoruz? Neden bu inancın rasyonel addedilebilmesi için, geçmiş deneyimlerimizin doğruluğu inancını benimserken kullanmadığımız ölçütleri devreye sokuyoruz?

Yani kısaca, neden geçmiş deneyimlerimiz hususunda 'kanıt yükü' (burden of proof') meselesini bu kadar çok öne çıkarmıyoruz da; Tanrı inancı hususunda, bir 'burden of proof'un olması gerektiğinde bu kadar ısrarcı oluyoruz?

Umarım kendimi biraz daha iyi ifade edebilmişimdir. Ben kaçtım, akşama görüşürüz :)

tarihinde Roquentin tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Bütün izler "öylemiş gibi" yaratılmıştır diyebilirsin

Yani "5 dakika önce hepsi spontane yaratıldı şu anki halleri ile ve sanki milyonlarca yılda oluştukları izlenimi verecek biçimde" diyebilirsin

İyide o zaman bu tip kurgular çok basit bir hal alır.Çünkü sonuçta kadiri mutlak sıfatının kullanılmasıyla ortya çıkartılmıştır.buun gibi binlercesi çıkarılabilir..

Allahın neyi neden seçtiğini bilemedikten sonra neden seçtiği ile mantıksal çelişki olmayan fakat mantıksız bir çok fikir öne sürülebilir..

Link to post
Sitelerde Paylaş
Yani kısaca, neden geçmiş deneyimlerimiz hususunda 'kanıt yükü' (burden of proof') meselesini bu kadar çok öne çıkarmıyoruz da; Tanrı inancı hususunda, bir 'burden of proof'un olması gerektiğinde bu kadar ısrarcı oluyoruz?

Her ikiside aynı şekilde değerlendirilip, aynı kefeye konmuştur. Her ikisi içinde bilim -benim meselem değildir- der. Ama bir tanesi diğerlerinden daha sık gündeme gelir ve bir çok şeyin buna kanıt oluşturduğu iddia edilir. Buna cevap olarakta yok böyle bir şey ne kanıt oluşturuyormuş getirin ortaya koyun demek düşer. Oysa mantık'ın yazısında da dikkat ederseniz ikisi de aynı kefeye konmuş gündeme gelince aynı cevabı almıştır. Bu konuyu defalarca gündeme getirirseniz defalarca benzer cevaplar alacağınızı göreceksiniz.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...