Jump to content

Dünya Dışı Yaşam


Recommended Posts

Yaşam için Enerji

Güneş sisteminde, Dünya'dan başka bir gezegende teknolojik bir uygarlık bulunabilmesi olasılığı hemen hemen sıfırdır. Ancak Güneş sistemi, tüm evren demek değildir. O zaman daha ötelere bakmak gerekir.

Açık uzayda, yoğuşmuş enerji alanları ya da canlı toz ve gaz bulutları şeklinde bir yaşam var olabileceğini düşünebiliriz. Böyle bir kanıt olmamakla birlikte yaşamın yalnızca yıldızlardan daha düşük sıcaklıklardaki katı gezegenler de bulunabileceğini kabul etmek zorundayız.

Deneyler sonucu; gökcisimlerinin boyutları küçüldükçe sayılarının arttığı görülmüştür. Buradan yola çıkarak tutuşamayacak kadar büyük kütleye sahip olan yıldızlardan çok fazla olduğunu savlayabilir miyiz? Bunlar doğal olarak parlamadıklarından saptanamadan kalmıştır. Ama eğer var ise, Jüpiter'den küçücük astroidlere dek boy boy altyıldız bulunduğunu düşünmek mantıklıdır. Büyük yıldızların çevresinde, Jüpiter'in ve Güneş sistemimizdeki diğer dev gezegenlerin olduğu gibi, küçük yıldızlar bulunduğunu da düşünebiliriz.

Altyıldızlarda yaşam oluşmuş olabilir mi?

Yaşam için vazgeçilmez koşulların birincisi serbest sıvı (tercihan su), ikincisi de organik bileşiklerdir. Üçüncü bir gereksinme enerjidir. Çünkü enerji, başlangıçta var olan su, amonyak ve metan gibi küçük moleküllerden organik bileşikleri oluşturmak için gereklidir.

Bu altyıldızlarda enerji nereden gelebilir?

Bir gök cisminin oluşurken yoğuşması sırasında içsel hareketler yerçekimsel alanda elde edilen kinetik enerjiyi temsil eder. Çarpışma ve birleşmelerle hareket durunca, kinetik enerji ısıya dönüşür. Bu nedenle tüm büyük gök cisimlerinin merkezleri sıcaktır. (Dünya'nın ~5.000 C) Kütle büyüdükçe, yerçekimsel alanı şiddetlendikçe, kinetik enerji de, ısı da, iç sıcaklık da artar (Jüpiter:54.000 C) Yerimsi bir gök cismi, uzayda ister bağımsız, isterse bir yıldızın çevresinde dönüyor olsun, Ganymede ya da Callisto gibi bir dünya olmak eğiliminde olacaktır. İç ısıya sahip olacak ama dış tabakaların koruyucu etkisiyle fazla ısı kaybına neden olmayacak. Sonuç olarak Yer soğumaktadır ve bugünkü iç ısısını 4,6 milyar yıldır korumaktadır. Dünya'dan daha küçük altyıldızlar daha az iç ısıya iye ve büyük olasılıkla daha çok buzlu olacaklardır. Birbirinden ayrı enerji kaynakları daha az bulunacak ve iç okyanusları daha küçük olacaktır.

Yıldızdan çok uzakta bulunan soğuk olmasına karşın pek az ya da hiç uçucu madde tutamayacak kadar küçük olan bir gökcismi ise kayadan, metalden ya da her ikisinin karışımından oluşan asteroid benzeri bir yapıya iye olacaklardır.

Dünya'dan daha büyük olan ve dolayısıyla daha büyük ve şiddetli iç ısı kaynaklarına iye olan altyıldızlar Jüpiter benzeri bir bir gökcismi olacaktır. Böyle bir yıldız kesinlikle büyük oranda uçucu maddelerden (H ve He) ibaret olacak ve yüksek iç ısı gezegeni tümüyle sıvı duruma getirecektir ki, bırakın teknolojik uygarlığı, zeki bir yaşam en çok yunusların türünden

bir yaşam olacaktır. Teknolojik bir uygarlık için hem okyanusları, hem de karaları olan katı bir gezegene gereksinim vardır. Böyle bir gezegenin yakınında yaşam için gerekli enerjiyi temin edecek bir yıldızın bulunması gerekmektedir.

Uzayı Dinlemek

Uzaylıları bulmaya yönelik, fakat çok daha farklı bir yaklaşım düşününüz: Dünyadışı yaşam saptama amaçlı radyo taraması. Bu yaklaşım fanteziden ve sahte bilimden ne açıdan farklıdır? 1960'ların başlarında Moskova'da, Sovyet gökbilimciler bir basın toplantısı düzenleyerek CTA-102 adlı gizemli, uzak bir cisimden, 100 günlük periyodlarla, sinüs dalgasına benzer yoğun radyo yayımları aldıklarını açıklamışlardı. O zamana kadar bilinen uzak ve periyodik bir kaynak yoktu. Böylesine gizemli bir keşfi duyurmak için neden bir basın toplantısı düzenlemişlerdi? Çünkü, büyük güçlere sahip dünyadışı bir uygarlık saptadıklannı düşünmüşlerdi. Elbette ki böyle bir haberi duyurmak için basın üyelerini kaldınp getirmeye değerdi. Açıklama basında büyük sansasyon yarattı; hatta rock müziği grubu Byrds bu keşif adına bir beste bile yaptı: "CTA-102, buradayız bak, seni duyuyoruz. / Sinyaller orada olduğunu söylüyor. / Sesin oldukça gür ve berrak geliyor. . ."

CTA-102'den radyo yayınları, öyle mi? Elbette. Peki CTA-102 nedir? Bugün biliyoruz ki, CTA-102 uzak bir quasar. Keşfın yapıldığı sırada, "quasar" sözcüğü henüz yazına girmemişti bile. Quasarların yapısını bugün bile tam olarak bilemiyoruz; bilimsel yazında onlar için her biri aynı derecede özgün birçok açıklama yer alıyor. Bununla birlikte, o Moskova basın toplantısında yer almış olanlar da dahil olmıak üzere bugün hiçbir gökbilimci, CTA-102 gibi bir quasarın milyarlarca ışıkyılı ötede, çok yoğun güç düzeylerine iye dünyadışı bir uygarlık olabileceğini ciddi olarak öne sürmüyor. Neden? Çünkü, quasarların yapısal özelliklerine ilişkin olarak bilinen fizik yasalarıyla tutarlı, dünyadışı yaşam olasılığına da yer bırakmayan alternatif açıklamalanmız bulunuyor.

Dünyadışı yaşam, en son başvurulacak bir seçenek; başvurduğumuz her şey sonuçsuz kaldığında devreye girebilecek türden bir hipotez sayılıyor. 1967 yılında, İngiliz bilim adamları, şaşırtıcı bir dakiklikle açılıp kapanan, periyodik sabiti on ya da daha belirgin bir rakama karşılık gelen, Dünya'va çok daha yakın bir radyo kaynağı saptadılar. Neydi o kaynak? Bulguyu yapanların ilk düşündüğü, sinyalin bizi hedef alan bir mesaj ya da yıldızlararası sefer yapan uzay araçları için bir işaret kulesine ait olduğuydu. Hatta Cambridge Üniversitesi'nde, patavatsızca, cisme bir de isim verdiler: LGM-1 (Little Green Men): Küçük Yeşil Adamlar. Yine de Sovyet gruptan daha zekice davranmış, basın toplantısı düzenlemeye kalkışmamışlardı. Kısa süre sonra anlaşıldı ki gözledikleri cisim, bugün "atarca (pulsar)" dediğimiz tür yıldızın saptanan ilk örneğiydi. Bu, Yengeç Bulutsusu atarcasıydı.

Peki atarca nedir? Atarca, büyük kütleli bir yıldızın son evresi, diğer yıldızlar gibi gaz basıncı ya da elektron dejenerasyonu ile değil, nükleer kuvvetlerle ayakta duran, kent büyüklüğünde bir güneştir. Başka bir deyişle, on beş kilometre kadar çapa sahip bir atom çekirdeğidir. Altını çizmek istiyorum ki bu tanım, yıldızlar arası işaret kulesi denli ilginç bir kavrama karşılık geliyor. Atarcanın ne olduğuna verilecek yanıt, son derece garip bir içeriğe sahip. Atarca dünyadışı bir uygarlık değil, başka bir şeydir: Ama o başka bir şey gözlerimizi ve aklımızı, doğadaki sıradışı olasılıklara açar. Anthony Hewish, atarcaları bulgusuyla fızik alanında Nobel Ödülü'ne layık görüldü.

Ozma deneyi (dünyadışı zeka arama amaçlı ilk radyo taraması); Harvard Üniversitesi/Gezegen Araştırmaları Derneği META (Megakanal Dünyadışı Tarama) programı; Ohio Eyalet Üniversitesi araştırması; Berkelev, Kaliforniya Üniversitesi SERENDIP Projesi ve birçok diğer grup uzayda, gözlemcinin yüreğini ağzına getiren türden sinyaller saptadılar. Her seferinde, bir an için, Güneş sisteminin ötesinden gelen zeki bir yaşam sinyali aldığımızı düşündük. Sinyalin aslında ne olduğu konusunda en küçük bir fikrimiz yok; çünkü yinelenmedi. Birkaç dakika sonra, ertesi gün ya da yıllar sonra teleskopu göğün aynı noktasına, aynı frekans, aynı bant aralığı, aynı polarizasyon ile çevirdiğinizde tek bir sinyale bile rastlamıyorsunuz. Ancak, bırakınız duyurmayı, uzaylıların izine rastladığınızı çıkarsamıyorsunuz bile. Bir kereliğine duyduğunuz o sinyal istatistiksel olarak kaçınılmaz bir elektron boşalması, saptama sistemindeki bir arıza, Dünya'dan gönderilmiş bir uzay aracı ya da civardan geçen ve radyo gökbilim çalışmalarına ayrılmış kanallarda yayın yapan askeri bir uçak olabilir. Hatta caddenin aşağısındaki bir garaj kapısının kumanda aleti ya da yüz kilometre ötedeki bir radyo istasyonu da aynı sinyale yol açabilir.

Başka Gezegenler

28 yaşındaki astronomi öğrencisi Chris Fragile , geçen yılın Temmuz ayında, Samanyolu merkezinde her zamankinden daha fazla bir parlaklık farkettiğinde, hiç vakit kaybetmeden gözlediği, yıldızın koordinatlarını bilgisayara kaydetti. Ve o andan itibaren Mount Stromlo gözlemevinde bulunan, tonlarca ağırlığındaki teleskopun elektromotorları da vınlamaya başladı. Fragile, dijital kamerayla, bu esrarengiz yıldızın yaydığı ışınları, yarım saatte bir görüntüledi. Genç astronom artık dramatik bir olayın şahidi olduğuna inanmaya başlamıştı. Dikey olarak yükselen ışık kümesi, birkaç gün sonra astronom Bruce Peterson tarafından da incelendiğinde, son derece ilginç bir sonuca ulaşıldı: Uzaktaki güneşin ani ve parlak ışığı, şimdiye dek bilinmeyen bir gökcisminden yansımıştı. Ve Peterson'a göre, ilk kez güneş sistemimizin dışında, Dünya'ya benzer bir gezegen bulunmuştu. Ama esas ilginç olan, bu isimsiz gezegenin, güneşten olan uzaklığı, yüzey ısısının olasılıkla Dünyamıza yakın bir sıcaklıkta olduğunu göstermesiydi. "işte bu yüzden orada herhangi bir yaşamın oluştuğunu düşünebiliriz" diyor,

Peterson. Avustralyalı astronom aylarca Japonya, Yeni Zelanda ve Amerika'daki 60 meslektaşıyla, gözlem verilerini analiz bilgisayarında tekrar tekrar inceledi, fakat sonuç hep aynıydı. Ve araştırmacılar mayıs ayında, "Astrophysical Journal" adlı dergide, Dünyanın olası bir eşine rastladıklarını açıkladılar. Bazı çevrelerin, verilere şüpheyle yaklaşmalarına rağmen, Postdam'daki astrofizik enstitüsü astronomlarından Joachim Wambsganss, çok yakında evrende Dünyamız gibi birçok gezegene rastlanacağına inanıyor.

Bundan dört yıl önce de, İsviçreli astrofizikçiler Michel Mayor ve Didier Queloz , 48 ışık yılı uzaklığındaki Pegasi 51 yıldızın etrafında, Jüpiter benzeri bir uydunun döndüğünü keşfetmişlerdi. O zamandan bu yana, gözlemciler gitgide daha kısa aralıklarla yeni gezegen bulmaya başladılar. Şimdiye dek en az bir tane uydusu bulunan 18 sabit yıldız tespit edildi. Astronomlar artık Güneş Sistemimizin dışında, içindekinden daha fazla gezegen tanıyorlar. Hatta geçen nisan ayında, Amerikalı bilim adamları, çıplak gözle bile görülebilen ve yalnızca 44 ışık yılı uzaklıktaki Ypsilon Andromedae güneşinin, tam üç tane uydusu bulunduğunu açıkladı. Ama ne var ki, Ypsilon Andromedae gezegeninin uyduları da, tıpkı diğerleri gibi olağanüstü sıcaklıkta olduklarından, üzerlerinde herhangi bir yaşamın oluşması mümkün değildi.

İşte astronomlar uzak Dünyaları araştırırken bu soruya cevap bulmaya çalışıyorlar: Dünyamızdan başka gezegenlerde de canlılar var mı? Hubble uzay teleskobunun yöneticisi Steven Beckwith, galaksilerde gezegenlerin çokluğundan yola çıkarak, bunların arasında pekâlâ yaşam belirtilerinin olabileceğini savunmakta. Beckwith, son yıllarda gelişmekte olan yıldızların kaynaklarını saptamış. İncelemelerine göre, her iki yeni güneşten biri, ilerde sert kütleli veya gaz içerikli bir uyduya dönüşebilecek bir toz diski ile çevrili. Bu verilere göre gezegenler genç yıldızlardan oluşuyorlar.

Olasılıkların sayısı çok fazla. Alternatifleri sistematik olarak kontrol etmeli ve hangilerinin elenebileceğine bakmalısınız. Kanıt olarak sunabileceğiniz tek bulgu yinelenmeyen garip bir sinyal ise, uzaylılann izine rastladığınızı duyurmava kalkışamazsınız. Sinyal yinelenecek olsaydı, o zaman basına ve kamuoyuna duyurmaya hazır olur muydunuz? Hayır, olmazdınız. Belki de biri size muzip bir oyun oynuyordur. Belki de saptama sisteminizde henüz farkına varmadığınız bir terslik vardır. Belki de sinyal, henüz keşfedilmemiş bir astrofiziksel kaynaktan geliyordur. Yapmanız gereken, diğer radyo gözlemevlerindeki bilim adamlarını arayarak, gökteki şu noktada, şu frekans ve bant aralığında ve şu şu şu ayrıntıların söz konusu olduğu durumda, komik bir sinyal almakta olduğunuzu haber vermektir. Lütfen oradan da gözlenip gözlenmediğine bir bakabilirler mi? Doğanın karmaşıklığından ve insanın yanılabilirliğinden tümüyle haberdar birkaç bağımsız gözlemci, göğün aynı noktasından aynı tür veriyi alacak olursa, uzaylı varlıklardan bir sinyal geldiği olasılığını ciddi olarak düşünmeye başlayabilirsiniz.

Bilim belli bir disiplin gerektirir. İlk bakışta nedenini anlayamadığımız bir şey saptadıgımız her zaman, sağa sola koşturup "küçük yeşil adamlar" diye naralar atamayız; çünkü CTA-102'yi bulgulayan Sovyet gökbilimciler gibi saptadığımızın başka bir şey olduğu anlaşılınca çok komik duruma düşebiliriz. Büyük ereklerin söz konusu olduğu durumlarda, özel önlemler gereklidir. Kanıta ulaşmadan kararımızı vermek zorunda değiliz. Emin olmama seçeneğimizi kullanma hakkımız var. Sık sık, "Dünyadışı zeka olduğuna inanıyor musunuz?" sorusuyla karşılaşıyorum. Verdiğim yanıt, standart savları içeriyor: Uzayda çok sayıda yıldız var, yaşam molekülleri her yerde mevcut; milyarlarca ifadesini kullanmayı da unutmuyorum kuşkusuz. Sonra da evrende bizden başka zeki varlık olmaması görüşünün benim için çok garip olduğunu, ama henüz olduğunu

kanıtlar yönde güçlü verilere de rastlamadığımızı belirtiyorum. Genellikle, ardından şu soru geliyor: "Kişisel görüşünüz nedir?" Ben de, "Kişisel görüşümü az önce belirttim size" diyorum. "Evet anlıyorum, ama içgüdüleriniz ne söylüyor size?" Ama benim düşüncelerimi içgüdülerim yönlendirmiyor. Dünyayı anlamak konusunda ciddiysem, ne denli haz verici olursa olsun, düşünmek için beynimden başka bir araca başvurmak başımı derde sokar. Gerçekten, yargıya varmak için kanıtı beklemenin hiçbir sakıncası yok; sizi temin ederim."

(Carl SAGAN'ın "Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı" isimli kitabından)

Güneş Sisteminde Yaşam Arayışı

Yüzyıllar boyunca insanlar, evrende yalnız olduklarına kesinlikle inanmışlardı. Özelliklekilise, Dünya'nın evrenin merkezi olduğunu ve diğer tüm cisimlerin onun etrafında döndüğü tezinden başkasını kabul etmiyordu. Ta ki astronom Nikolaus Kopernikus, Dünyanın da diğer gezegenler gibi Güneş'in etrafında döndüğü ve evrende özel bir konumda bulunmadığını açıklayana dek... Tarihte uzay senaryoları Böylece geçen yüzyıldan itibaren, insanların evrene bakış açıları da

değişti. Hatta Thomas Dick adındaki İskoç bir papaz, evrenin haddinden fazla iskân edildiğini öne sürecek kadar ileri gitmişti. Bu din adamı popüler bir kitabında, evrende yaklaşık 2,5 milyar gezegende, canlıların yaşadığını öne

sürmüştü.

Bundan çok kısa bir süre sonra 1875 yılında, "New York Sun" adlı saygın bir gazetede, tüm zamanların "en büyük keşfinden" bahsediliyordu. Yeni geliştirilmiş teleskoplarla, astronomlar sözde ayda yaşayan olağanüstü canlıları görmüşlerdi! Ayda yaşayan canlılar gazetenin tarifine göre, 1,20 m büyüklüğünde, kızıl saçlı ve kanatlıydılar! Tabii çok geçmeden bunun sadece hayali bir haber olduğu anlaşılmıştı. Fakat insanların evrende başka canlıların yaşadıklarına inanmaya her an hazır oldukları, daha sonraki yıllardaki, hayali Mars insanlarıyla iyice ortaya çıkmıştı. İtalyan astronom Giovanni Schiaparelli ' nin komşu gezegenlerde gördüğü geometrik yapıları, yapay kanallar olarak açıklamasından sonra, Mars haritası büyük bir sansasyon yaratmış ve Mars insanlarının varlığına inananlar birdenbire çoğalıvermişti. Yazar H. G. Wells 'in 1897 yılında yayımlanan bilim kurgu romanı, Marslıların Dünya'ya büyük bir saldırı düzenleyerek, Dünyalıları

köleleştirmesini konu almaktaydı. Bu senaryo insanları öylesine derinden etkilemişti ki, 1938 yılında Orson Welles 'in benzer konulu bir piyesi, New York radyosunda yayınlandığında, binlerce insan şehri terk etmişti.

Daha ellili yılların ortasında UFO hikâyelerinin babası olarak bilinen Pole Georg Adamski, Venüs'e yaptığı uzay gezisini anlatarak binlerce yandaş toplamıştı. Venüslüler, sözde 1000 yıl yaşayabiliyorlardı ve gezegenlerinde her şey otomatikleştiği için, günde yalnızca iki saat çalışmaları yeterliydi! Aynı tarihlerde ölçüm aygıtlarıyla çalışmaya başlayan astronomlar, Mars ve Venüs gibi komşu gezegenlerde, primitif bitkilerin veya mikroorganizmaların yaşadıklarına dair kanıtlar bulmuşlardı! Ve gerçekler... Ne var ki altmışlı ve yetmişli yıllarda kanıtların doğru olmadığı ortaya çıktı. Daha gelişkin gözlem sondalarıyla yapılan incelemeler sonucunda, Mars'ın adeta steril bir buz kütlesi, Venüs'ün ise madeni ergitebilecek sıcaklıkta olduğu anlaşıldı. Daha üç yıl önce NASA araştırmacılarının bir basın toplantısında yaptıkları

bir açıklamaya göre, Dünyamızın dışında yaşamın izlerine rastlanmıştı. Kanıt olarak bir zamanlar Mars'tan koparak evrende yuvarlanan ve bundan 13.000 yıl önce Antarktik bölgesine düşen bir göktaşını göstermişlerdi. Patates büyüklüğündeki bu taşın içinde, bilim adamları, bakterilerin fosilleşmiş kalıntılarını bulmuşlardı. Bundan birkaç hafta önce ise, NASA

araştırmacıları 1911 yılında Mısır'da bulunan bir Mars taşında da, mikroorganizmalara ait izlerin bulunduğunu açıkladılar.

Fakat olaya şüpheli yaklaşan jeologlar, mikroorganizmaların Dünya'ya ait olabileceğini savundular. Belki de Mars ve Venüs gibi komşu gezegenlerde, primitif bitkilerin yaşadığı düşüncesi hatalıydı. Ancak, Güneş Sistemi'nde yaşam belirtileri olmadığını söylemek için henüz erkendi.

Europa'da yaşam Son araştırmalardan anlaşıldığı gibi, astronomlar aslında aramalarını Güneş Sistemi'nin yanlış bir bölgesinde sürdürmüşlerdi. Uzay sondası "Galileo", Dünya'dan 800 milyon km uzaklıktaki olası bir vaha ile karşı karşıya:

Jupiter uydusu Europa Gözlem robotu üç yıldan beri, bu dev gezegeni ve uydusunu gözlemekte. Geçen aylarda elde edilen görüntülerden, Jüpiter uydusunun, en az Dünya'nın uydusu Ay büyüklüğünde olduğu saptandı. Peş peşe elde edilen görüntülerden sonra, Berlin Uzay Enstitüsü'ndeki bilim adamları, Europa uydusunda dev bir okyanusun bulunduğunu tahmin ediyorlar. "Ancak okyanusun derinliğini şimdilik bilmiyoruz" diyor, Gerhard Neukum. "Galileo" verilerini değerlendiren Amerikalı jeologlar, 15 km kalınlığındaki buz tabakasının altında 100 km derinliğinde bir denizin bulunduğunu

hesaplamışlar. Pasifik okyanusunun derinliği ise sadece 11 km. Eğer Amerikalı araştırmacıların hesapları doğruysa, Europa'da Dünya'dakinden iki misli daha fazla su bulunmakta. İnanılır gibi değil, ama Europa'nın yüzeyinden alınan fotoğraflarda, tıpkı Arktiktekine benzer hareketli buzul tabakaları görülmekte. Asteroitlere ait düşme izleri, Ay'dakine oranla çok daha az. Kraterlerin sayıları ve biçimleri, aslında buz tabakasının sadece birkaç milyon yıldan beri geliştiğini gösteriyor, yani sonuçta Europa tamamen donmuş olamaz. Peki ama böyle bir şey mümkün olabilir mi? Neredeyse hiç Güneş ışını almayan Jüpiter uydularında, en yüksek sıcaklık -130 derecedeyken, hâlâ donmamış su bulunabilir mi? "Bu durum ilk başlarda bizi de çok şaşırtmıştı" diyor, Neukum. "Fakat daha sonra Jüpiter'in Dünya'dan 300 misli daha ağır olduğunu

hatırladık. Yoğun gaz içerikli gezegen, uydularını muazzam bir gelgit gücüyle yoğurduğundan, bunların içlerinde kinetik ısı oluşur."

Jüpiter uydusundaki buz tabakasının kilometrelerce derinliğinde, böylece pekala güney denizinin sıcaklığında bir deniz olduğu düşünülebilir. Ne var ki, Europa uydusunun tümü karanlık. Fakat basit organizmalar güneş ışığı görmeden de yaşayabiliyorlar. Örneğin, yeryüzündeki okyanusların hiç ışık almayan derinliklerinde, metrelerce uzunlukta spirografisler, yengeçler ve dev midyeler dolaşmakta. Bu yüzden bazı bilim adamları, Europa'da canlıların varlığına inanıyorlar. Araştırmacılar 2003 yılında Europa'nın yörüngesine, radarlarla uydunun her yanını aydınlatacak bir aygıt yerleştirmeyi düşünüyorlar. Pasadena (Kaliforniya) NASA Gezegen Araştırma Merkezi'ndeki bilim adamlarının Europa ile ilgili projeleri daha ilginç. Uydunun yüzeyine gönderilecek bir uzay sondası, adeta bir torpido görevini yerine getirecek.

Nükleer enerjiyle çalışan sondanın ucunda bulunan "Cryobot" (delici kapsül), kilometrelerce karanlıktaki buz tabakasını eritecek. Kalın buz tabakasının delinmesiyle birlikte, delici kapsül, "Hydrobot" olarak adlandırılan denizaltı robotunu, buz tabakasının altındaki "denize" fırlatacak. Ve proje başarıya ulaşırsa, "Hydrobot" kilometrelerce derinlikte gözlemlerini sürdürebilecek. NASA araştırmacıları projeyi önce Antarktik'te deneyecekler. Güney kutup istasyonu Wostok'un 4 km altında, yüz bin yıdlır dış dünyadan kopmuş olarak varlığını sürdüren dev bir göl keşfetmişler. Rus bilim adamları ilk denemede buzun içinde yabancı mikroplara rastlamışlardı.

Biyolog Karl Stetter yaptığı uzun incelemeler sonucunda, organizmaların yalnızca dondurucu sıcaklıklarda değil, kaynaçlarda, çok sıcak petrol kaynaklarında ve yanardağ ağızlarında da, tamamen havasız ve ışıksız yaşayabildiklerini tespit etti. "Böylece, yavaş yavaş, yaşamın düşündüğümüzden çok daha çeşitli ortamlara uyum sağlayabileceğini anlamaya başladık" diyor, astrobiyolog Frank Drake.

Uzaylılar Neye Benzeyebilirler?

Bazı hayalperest bilim adamları, bu canlıları hayallerinde biçimlendirmeye çalışıyorlar. Uzaydaki komşularımız TV kahramanı Alf'e mi benziyorlar? Yoksa "Uzay Yolu" dizisindeki Mr. Spack gibi sivri kulakları mı var? İsviçreli astronom Gustav Tammann ' a göre, bunların insanlara benzemeleri mümkün değil. "Eğer gerçekten evrende başka canlılar varsa, bunlar bizim düşündüğümüzden çok farklı olmalılar" diyor, Tammann. UFO raporlarında tarif edilen bu canlıların çoğu insana benziyordu: Narin vücutlu kocaman kafalı "uzaylıların" genelde masum ve sevimli görünüşleri vardı.

Dünya üzerindeki biyolojik yaşam biçimlerinin dışında, daha farklı türlerin de bulunabileceğini savunan Werner Arber, uzayda, doğa için gerekli olan ikinci bir maddenin de varlığına dikkat çekiyor: Karbon. Bu kimyasal madde,

atomlarını, diğerlerine göre, çok daha kolay birbirine ekleyerek, karmaşık biyokimyasal strüktürlere karşı koruyucu bir kalkan haline getirebilmekte.

Bazı canlılar, teorik olarak silisyum bazında da yaşayabilirler. Fakat Isaac Asimov' un "The Talking Stone" adlı bilimkurgu eserinde, radyoaktif atıkları ile beslenen silisyum yaratığına benzer canlıların oluşmasının mümkün olmadığını açıklıyor, Amerikalı astronom ve biyolog Seth Shostak. Silisyum yeryüzünde bol miktarda mevcut, örneğin kum olarak. Ama buna rağmen Dünya'da bu maddeden herhangi bir canlı oluşmamış. Shostak'a göre, evrim süreci içinde bazı organların işlevleri gitgide daha fazla önem kazanmaya başlamış. Örneğin olası bir tehlikeyi, daha çabuk algılayan gözler gibi. İşte bu yüzden birçok hayvanda da olduğu gibi, gzöler beynin çok yakınındadırlar. Yani evrendeki olası komşularımızın da gözleri ve dolayısıyla kafaları olmalı.

Shostak diğer gezegenlerdeki yaşamın, suyun içinde sürdüğünü düşünmüyor. Gerçi diğer gezegenlerde de yaşamın ilk tohumları denizde ortaya çıkabilir, ama daha gelişkin biçimlerinin karada oluşması daha mantıklı. Çünkü

okyanuslarda yaşayan canlıların gelişkin bir beyine ihtiyaçları yok. Burada hareket etmek çok kolay, ısı hemen hemen hiç değişmez ve iklim her zaman aynı.

Tabii bu tür spekülasyonları kabul etmeyenler de var. Örneğin evrim biyoloğu Heinrich Eben gibi. İnsan, varoluşunun nedenini, anlaşılmayan tesadüfler zincirine borçludur. Akıllı hayvan türleri daha dirençli olduklarından, daha uzun süre yaşayabiliyorlar. Bu mantığa göre, bakteriler de en az insanlar kadar zekiler.

[Kaynak]

Link to post
Sitelerde Paylaş

Spekülasyon bile değil..

Fantazi.

Ama yine de bilimsel tarafı var..

Ve insanı düşünmeye sevkediyor..

Evrende başka gezegenlerde yaşam olabilir.

Dünyada olması diğer gezegenlerde de olabileceğini gösteriyor.

Aynı mantığı güderek başka evrenlerin var olabileceğini de ileri sürebiliriz.

Fazla ciddiye alınmaması koşulu ile bu yazının bilim forumunda kalmasına itiraz etmiyorum..

Selamlar..

HACI

Link to post
Sitelerde Paylaş

Dünyadışı yaşam bilimsel bir araştırma konusudur. Bu konudaki teoriler hakkında en ufak somut bilginin olmaması teorileri bilimsel araştırma sahasının dışına itmez. Tıpkı parapsikoloji gibi... Parapsikolojik fenomenlerden hiçbirinin varlığı gösterilememiştir ama parapsikoloji psikolojideki bir araştırma konusudur. Aynı şekilde, UFO'lar vb. üzerine söylenmiş, yazılıp çizilmiş ne varsa hayal ürünüdür ve doğruluğu konusunda en ufak bir delile dahi rastlanmamıştır fakat bu, UFO araştırmalarının bilimsel bir 'çaba' olmadığını göstermez.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Amerika'da ve birkaç avrupa ülkelerindeki bazı üniversitelerde ufoloji kürsüleri kuruldu. Bu da bu konudaki ciddi araştırmaların yapılmakta olduğunu gösterir. Şahsım adına konuşayım;dünya dışı zeki varlıklar vardır.Dünyamızda gözlemlenen ve kayda alınan çok sayıda ufo vakaları vardır , öyleki bu görüntülerin çoğu sahte olsa bile en az bir kaç tanesinin gerçek olduğuna inancım vardır.

Tevratta,incilde,kuranda hadi bunları geçelim , sümerlerde dahi (çözümlenen çivi yazısı tabletlerinde) ''Tanrı insanı kendi suretinde yarattı'' cümlesinin düşündürücü tarafı sanki dünyamıza gelen zeki varlıkların kendilerine benzeyen insanlar meydana getirdikleri,çoğalttıkları onları toplumsal bir düzen içerisine soktukları, insanlarında onları tanrı ve tanrıçalar olarak kutsallaştırdıklarına böylece çok tanrılı dinsel kültürün başladığına ,zaman içerisinde çok tanrılı sistemin tek tanrılı inanca dönüştüğüne inanıyorum. Bu zeki varlıklara (tanrılar ve tanrıçalar) yunan mitoslarında, hint mahabharatalarda, mezapotamya ülkelerindeki tapılan putlarda(ki bu putlar o devirdeki tanrı ve tanrıça heykelleridir) raslanmaktadır. Diğer taraftan maya ve aztek kültürlerinde olsun gerekse sümer ve mısır medeniyetlerindeki şaşırtıcı düzeydeki astronomi bilgileri (ki o devirdeki kullanılan dünya ve diğer gezegenlere ait astronomi değerleri bugünkü değerlerle hemen hemen aynı ) son derece düşündürücüdür. İlkel olarak nitelendirdiğimiz bu topluluklar bu bilgileri nasıl edinmişlerdir.

Yine eski çağlardaki dini inanışlardan tutun da zamanımızdaki dinsel inanışlarda bile tanrı neden hep gökyüzünde gösterilmiştir. Tevrat ta anlatılan olaylarda bile bu zeki varlıkların izleri vardır.Tevratta Peygamber hezeikel bölümünde hezeikel karşılaştığı uçan nesneyi,onun içinden inen özel kıyafetli dört kişiyi ve bu kişilerin kendisini peygamber olarak seçmelerini çok açık bir şekilde anlatmıştır.

Binlerce yıl önce dünyamıza uğrayan zeki varlıkların ara sıra hala dünyamıza uğradıklarına hiç şüphem yok. Ama ben bunlara kızıyorum nedeni ise başımıza bugünkü dinleri bela ettiler.

Dikkat ederseniz günümüz dinsel kitaplarında anlatılan allah mantığımıza uyan bir karaktere sahip değil, kini ile,nefreti ile kavimleri yok etmesiyle, şahsa özel ayetler çıkartmasıyla, hatta savaş ganimetlerinden pay istemesiyle tamamen insana benzer bir varlık olduğu anlaşılmaktadır. Nede olsa insanı da kendi suretinde klonladı.

Sizlere fantazi gibi gelebilir ancak tanrılar ve tanrıçaların kimlikleri araştırmaya değer bir konudur,bu kimlikleri çözdüğümüzde allahın kimliği de çözülecektir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ben dünyanın hiç bir üniversitesinde UFOLOGY kürsüsü olduğunu duymadım.

UFO Unidentified Flying Object demektir.

Yanu tanınmayan (bilinmeyen) uçan cisim..

Bilinmeyenin bilimi olmaz.

Ama bu demek değildir ki UFO yoktur..

Vardır elbette..

Biraz araştırırsanız onun ne olduğu anlaşılır.

Ya bir meteor taşıdır, ya bir meteoroloji balonudur, ya yeni tip bir uçaktır..

Ya şudur, ya budur..

Ya şu ve ya bunun bilimi olmaz kardeşim..

Dünya dışardan bazı akıllı yaratıklar tarafından ziyaret edilen bir yer değildir.

Bunun en ufak bir delili bile yoktur..

UFO, din gibi bir inançtır..

Kurtulması zordur..

Size acil şifalar diliyorum..

Umarım bu konuya devam etmezsiniz.

HACI

Link to post
Sitelerde Paylaş

yasamın insanı secen bir tanrıyla yaratılmadıgını dusunenler, diger sayısız yıldız sisteminde de yasamın olmasını sacma bulmamalı

sacma bir sey olacaksa spielberg in e.t. si yada akla zarar hollywood filmlerinin komunist uzaylıları olsun

uzayda yasam olmalı. bizzat kendimiz uzayda yasamın en buyuk kanıtıyız. baska akıllı canlılar da "uzayda yasam olamaz" diye kendilerini kandırıyo olsalar onlara gulmez miyiz :D

kendimizi uzayda ayrıcalıklı bir yerde zannetmemiz, fsm den daha absurd bir fikir degil

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...