Jump to content

AKIL MI ÜSTÜN, İMAN MI?


Recommended Posts

Sadece akıl, gerçeği bulmakta yeterli değildir. Aklın en büyük özelliği, kolaylıkla yanılgıya düşebilir olmasıdır. (Metafizik felsefe sistemleri buna çarpıcı bir örnek olabilir.)

Aklın yetersizliği nedeniyle:

Teist der ki; aklın yolunu bulabilmesi için "iman nuruna" ihtiyaç vardır.

Ateist der ki; aklın yolunu bulabilmesi için "bilimin ışığına" ihtiyaç vardır. (Bu belirlemeyi kesin çizgilerle ayrılmış sınırlar olarak algılamamak gerekir; akıl ve bilim karşılıklı etkileşim içinde olduğu gibi, akıl ve iman da karşılıklı etkileşim içinde olan dinamik süreçlerdir.)

"İman nuru" ile "bilimin ışığı" üzerine yapılan VURGULAR önemlidir, çünkü birinden diğerine geçiş, bir paradigma değişikliği anlamına gelir. (Teist paradigma X Ateist paradigma)

Akıl yürütürken; ateist paradigma, mevcut bilimsel verileri dikkate almayı gerektirirken, teist paradigma ise imana uygunluğu (dinsel verileri) dikkate almak durumundadır.

Herhangi bir şeyi akla-mantığa uygun hale getirmek, yeterince zekası olan bir kişi için önemli bir zorluk arzetmez. İnsan, zihninde kurguladığı iç dünyasını (mikro-kozmos), zihninin dışındaki gerçek dünyada da (makro-kozmos) görmeye yatkındır; çünkü görmeye eğilimi olduğu şeyleri algılayacak ve onları zihninde kurguladığı iç dünyasıyla uyumlu kılacak şekilde akıl-mantık yürütecektir. İnsan sadece akıl yürütme yoluyla istediği her şeyi kanıtlayabilir. Bundan dolayı, kanıtlanan herhangi birşey, sırf kanıtlandı diye geçerli kabul edilmez.

Peki sorun nerededir?

Şuradadır: Bir şey akla çok yatkın olduğu halde gerçeğe uygun olmayabilir veya tersine akla hiç yatkın olmadığı halde o şey bir gerçek olabilir. Örneğin; canlıları bir Tanrı'nın yarattığı düşüncesi akla çok yatkın gelebilir ama bu durum gerçeğin ta kendisi midir? Tersine bir örnek verilecek olursa; canlılarda bir tasarım neticesi olduğu izlenimi uyandıran kompleks yapıların evrimsel bir süreçle bu mükemmel hale gelmiş oldukları akla hiç de yatkın gelmeyebilir ama akla ters gelmesine rağmen bu durum bir gerçek olabilir...

Sadece akıl yürüterek gerçeği bulmanın mümkün olmadığının normal hayattaki örneği metafizik felsefe ise, akıl hastalığı düzeyindeki uç örneği de paranoyadır.

Takip edilme hezeyanları olan bir paranoyak, kendisini kimlerin, nasıl, ne şekilde, niçin takip ettiklerini öylesine akla-mantığa yatkın nedenler göstererek izah eder ki, onun paranoyak olduğunu bilmeyen birisi, söylediği her şeye inanır.

Paranoyak, hezeyanı aleyhine getirilebilecek her düşünceyi mükemmel akıl yürütmelerle cevaplar ve muhatabı onu altedemez. (Örneğin, onun takip edilme fikrini saçma bulduğunuzu söyleyecek olursanız, sizin de onu izleyen teşkilatın bir üyesi olabileceğinizi vurgulayarak size öyle akla uygun şeyler söyler ki, sonuçta kendinizi "acaba beni o gizli örgüte hiç haberim bile olmadan sokmayı nasıl becerdiler?" gibi birşeyler düşünürken bulabilirsiniz!)

Paranoyaklar genellikle zeki insanlardır, söyledikleri şeyler tuhaf olsa bile, sonuçta akla-mantığa tamamen uygun gelen şeylerdir; ama hiç biri gerçek değildir - kendi zihinlerinde yarattıkları kurguları dış dünyaya mükemmelen adapte etmektedirler.

Yani sorun bir akla-mantığa uygunluk sorunu değildir, gerçeğe uygunluk sorunudur...

Gerçeğe uygunluk nasıl anlaşılır? İşte bu noktada bilimsel yöntem önem kazanır: Gözlem ve deney yoluyla, dış dünya ile iç dünyamız arasındaki uygunluğu kontrol edebiliriz. Örneğin; tabancalı bir adam silahını doğrultarak beni ölümle tehdit ediyor. Beni vuracağını ve pisi pisine öleceğimi aklımdan geçirerek korkuyorum. (Bunlar benim iç dünyamda olanlar). Oysaki dış dünyanın objektif gerçeği benim aklımdam geçenlerden bambaşka bir mahiyette olabilir. (Aslına adamın tabancasında mermi yok ve beni öldürmek gibi bir niyeti de yok ama korkutarak zevk alan bir psikopat). Bunu anlayabilmenin "bilimsel" yolu adamın tabancasını kontrol etmek (gözlem ve deney), adamla konuşmaya çalışarak niyetini öğrenmeye çalışmak (ikinci bir gözlem) olabilir. Örnek biraz tuhaf gelebilir ama amaç bilimsel yöntemin ne olduğunu vurgulamaktır. Teistlerin bazılarında rastlanan bilimden korkma, bilimi küçümseme eğiliminin nedeni, bilimsel yöntemin ne olduğunu bilmemekten gelir.

"Bilim" denince bazılarının aklına laboratuvarda deneyler yapan Amerikalı bilim adamları gelir. (Dikkat ettiyseniz, televizyonda bilimle ilgili haberler verilirken laboratuvarda deney yapan bilim adamlarının gösterilmesi adettendir). Oysa, bilim denince laboratuvarı değil, bir yöntemi anlamak gerekir: Düşüncelerimizi (hipotezlerimizi) dış dünya ile doğruluk sınamasından geçirmek için gözlem ve deney yoluna başvurmak, eğer gözlem ve deneylerimiz düşüncelerimizi doğrulamıyorsa, düşüncemizi değiştirmek...

Akıl mı üstün, iman mı?

Cevaben deriz ki: Bilim, her ikisinden de üstündür...

Bilim bizim aklımızı da, imanımızı da yönlendirir, güçlendirir / zayıflatır, niteliğini değiştirebilir.

Teologlar, ilahiyatçılar, bilimsel çalışmaların sonuçlarından yararlanmaya çalışarak imanımızı takviye edecek şeyler söylemiyorlar mı? "Gerçek bilim insanı Allah'a götürür" diyerek bilime abartılı bir önem veren ilahiyatçılarımız, modern bilimin bulduğu her şeyin Kuran'da zaten yazılı olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmiyorlar mı?

Bilimsel çalışmalar dünyanın tepsi gibi düz olmadığını ortaya çıkardığından beri, Kuran'da dünyanın şeklinin neye benzediğini açıklayan ayetleri arayıp uygun yorumlarla inanırlara "işte bilim, işte Kuran!" diye haykırmaya heveslenmiyorlar mı?

Aklımız enerjisini ve gıdasını bilimden almıyor mu? Dünyanın evrenin merkezi olmadığını da bilimsel çalışmalardan öğrenmedik mi? Bilimsel veriler ışığında dinlerin gerçekliğini sorgulaya sorgulaya sonuçta dinden, imandan çıkmadık mı?

Bilim bizim aklımız ve imanımız üzerinde güçlü bir baskı oluşturur. Sara (epilepsi) hastaları yüzyıllardır "cin çıkarma" duaları ile tedavi ediliyorlardı. Hem İsa, hem de Muhammed bizzat kendileri "cin çıkarma" işlemlerinde bulunarak onları takip eden imanlılarına güzel (!) bir örnek oluşturmuşlardı. Bugünkü tıp biliminin geldiği aşamada ise sara hastalığının cinlerden değil, beyindeki anormal deşarjlardan kaynaklandığı ve bu deşarjları önleyen uygun ilaç tedavileri ile sara nöbetlerinin ortadan kalktığı anlaşıldı ve "cin çıkarma" duaları ile tedavi yöntemi demode oldu. Bugün dindar veya dinsiz bütün sara hastaları, iyileşmek istiyorlarsa, imanlarının ve akıllarının dediğini değil, tıp bilimi ne derse onu yapıyorlar, ilaçlarını düzenli olarak kullanıyorlar ve sara nöbetlerinden kurtuluyorlar. Eğer ilaçlar fayda etmezse, o zaman ameliyatla beyindeki anormal deşarjların kaynaklandığı dokular çıkarılarak (adeta cin çıkarmayı çağrıştırıyor!) tedavi ediliyorlar... (Bu tedavi yöntemleri ideal olmayabilir ama cin çıkarma dualarından çok daha etkili oldukları kesindir).

Bu yazdığım şeyler acaba gerçek mi, yoksa kafamdaki kurgularımı mı yazıyorum. Eğer bunu kontrol etmek isterseniz, "bilimsel yöntemi" uygulayacaksınız, yani gözlem ve deney yöntemini. Nasıl yapabilirsiniz? Mesela, çevrenizdeki bir hastanenin nöroloji veya varsa epilepsi polikliniğine giderek, orada tedavi gören hastalarla tanışıp sohbet etmeyi deneyebilirsiniz. "Hocalara okuttuk ama fayda etmedi, nihayet buraya geldik" gibi lafları çok sık duyabilirsiniz. Hatta hocalara gide gele boş yere oyalandıklarını, tıbbi tedavilerin bu yüzden geciktiğini söyleyerek hocalara kaptırdıkları paralar için küfreden hastalar veya hasta yakınlarıyla da karşılaşabilirsiniz.

Peki ben bunları nereden biliyorum? Size önerdiğim bu deney ve gözlemleri bizzat kendim de yaptığım için...

Bilim her sorumuza cevap verebilir mi?

Elbette ki hayır!

Peki bilimin cevap veremediği sorularımız için ne yapmamız gerekir? Sabırla beklememiz gerekir, dün cevabı verilemeyen birçok soruya bugün cevap verilebiliyor, bugün cevap verilemeyen sorulara da gelecekte cevap verilmesini umabiliriz; ömrümüz kafi gelirse görürüz, biz göremezsek sonraki nesiller görür...

"Benim o kadar bekleyecek zamanım yok, hem benim sorularıma bilimin cevap verebileceğinden de çok şüpheliyim!" diyorsanız, o zaman akıl veya iman yollarından birine yönelmek durumunda kalırsınız. Örneğin "hayatın anlamının ne olduğu" ile ilgili sorularınıza bilim ne bugün, ne de gelecekte cevap veremez; çünkü böyle bir soru deney ve gözlem alanına girebilecek bir mahiyette değildir; ama akıl yolu (örneğin varoluşçuluk felsefesi) veya iman yolu (huzur bulduğunuz bir din) ile hayatınızın anlam sorununa belki bir cevap bulabilirsiniz.

Bilim her sorunuza cevap veremez ama teologlar / ilahiyatçılar her sorunuza akla-imana uygun bir cevap bulabilirler. Özellikle imanla ilgili konularda tehlike arzedebilecek her türlü soru için "reçete gibi" hazır cevapları vardır. Her soruya cevap verebiliyor olmak bir meziyet değildir, tersine insanın güvenini sarsan bir durumdur. İşin içine ister istemez biraz üfürme, biraz demagoji, biraz da kandırmaca karışır!...

Link to post
Sitelerde Paylaş
Ateist der ki; aklın yolunu bulabilmesi için "bilimin ışığına" ihtiyaç vardır.

Yazıyı çok beğendim.

Sormak istediklerim var.

Ateist olmak için gerçekten bilime inanma zorunluluğu var mıdır?

Birde bunun çok istikrarlı olmadığını biliyorum ama teistlerde biraz çarpıtmalarına karşın bilimi kullanmazlar mı?

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...