Jump to content

İslam teslim olmaktır. Sorgulamadan emirleri yerine getirmektir.


Recommended Posts

benim cevabım belli ...

baştan beri akıl ve vicdan diyorum...

eğer bulunduğun zamanda ve şartlarda bir şey akıl ve vicdana uymuyorsa onu yapmayacaksın...

o şey başka bir zaman ve şartta akıl ve vicdana uygun olmuş olabilir...

onu da o zaman yaşayanlar düşünecek artık...

Sevgili kireç, Kuran'da İbrahim as. kıssasını okumuşsundur. 90 yaşından sonra çocuğu İsmail doğuyor. Bir süre sonra rüyasında Allah'ın emri üzere oğlunu kestiğini görüyor.

Şimdi sen olsan kireç oğlunu kesmek akıl ve vicdan işi olamayacağından bu emri yerine getirmeyecektin. Ama İbrahim as. ne yapıyor? Emri sorgulamak şöyle dursun hemen uygulamaya geçiyor.

Peki bu kıssadan ne anlıyoruz. İslam emir ve yasakları sorgulanamaz. Sorgulama başladı mı ateistliğe ilk adımı atarsın.

tarihinde cubbeliali tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 225
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Sevgili kireç, Kuran'da İbrahim as. kıssasını okumuşsundur. 90 yaşından sonra çocuğu İsmail doğuyor. Bir süre sonra rüyasında Allah tarafından oğlunu kestiğini görüyor.

Şimdi sen olsan kireç oğlunu kesmek akıl ve vicdan işi olamayacağından bu emri yerine getirmeyecektin. Ama İbrahim as. ne yapıyor? Emri sorgulamak şöyle dursun hemen uygulamaya geçiyor.

Peki bu kıssadan ne anlıyoruz. İslam emir ve yasakları sorgulanamaz. Sorgulama başladı mı ateistliğe ilk adımı atarsın.

Tevrat'ta geçiyo lan o olay

adı üstünde rüyasında görüyor işte,rüyanda seni bilmemne yaptığımı görürsen haber ver allahın emrini yerine getirim

tarihinde Kluke tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
ve Hızır as. küçük bir çocuğu kestiği Kuran'da geçer.

düşün rüyanda muhammedle aynı yatakta koyun koyuna uyuyorsun,uyanınca bunu bir emir oalrak algılayacaksın.Ne yaparsın? çok merak ettim dalga geçmek için sormuyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş

islam teslim olmaktır evet...

ama neye ...

allaha...

allah neyi emrediyor...

aklınız kullanın düşünün tefekkür edin ...

allahın peygamberi ne diyor...

kalbine danış....

demekki aklımı kullanmam kalbime yani vicdanıma danışmam yani akıl ve vicdanın yoluna gitmem gerekiyor...

yani ben akıl ve vicdana teslim olmakla aslında allahın emrini yerine getirmiş yani allaha teslim olmuş oluyorum...

evet allaha teslim olmanın yolu akılsızca ve vicdansızca işler yapmamaktır...

ibrahim bir rüya gördü allahın oğlunu kesmesini emrediyor sandı...

allah akıllı ol vicdansız olma tamam senin bana samimi olarak bağlı olduğunu gösterdin ama hiç oğul kurban edilir mi al bu koçu bari kes diye oradan geçen bir koçu gözüne iliştirdi...

ibrahim daha önce de yanılmıştı...

yıldızlara bakıp işte rabbim bu dedi sonra aya sonra güneşe aynısını dedi...

ama allah gerçeği ona aklıyla ve vicdanıyla göstererek bunlar allah olamaz olsa olsa onun yarattıklarıdır sonucuna ulaştırdı...

Link to post
Sitelerde Paylaş
Sevgili kireç, Kuran'da İbrahim as. kıssasını okumuşsundur. 90 yaşından sonra çocuğu İsmail doğuyor. Bir süre sonra rüyasında Allah'ın emri üzere oğlunu kestiğini görüyor.

Şimdi sen olsan kireç oğlunu kesmek akıl ve vicdan işi olamayacağından bu emri yerine getirmeyecektin. Ama İbrahim as. ne yapıyor? Emri sorgulamak şöyle dursun hemen uygulamaya geçiyor.

Peki bu kıssadan ne anlıyoruz. İslam emir ve yasakları sorgulanamaz. Sorgulama başladı mı ateistliğe ilk adımı atarsın.

aynı ibrahim,ölüler konusunda aynı teslimiyeti göstermiyor ama?Rabbim,bana söyle ölüleri nasıl diriltirisin diye soruyor.Bu iki kıssayı nasıl okuyacağız şimdi?

Link to post
Sitelerde Paylaş
islam teslim olmaktır evet...

ama neye ...

allaha...

allah neyi emrediyor...

aklınız kullanın düşünün tefekkür edin ...

allahın peygamberi ne diyor...

kalbine danış....

demekki aklımı kullanmam kalbime yani vicdanıma danışmam yani akıl ve vicdanın yoluna gitmem gerekiyor...

yani ben akıl ve vicdana teslim olmakla aslında allahın emrini yerine getirmiş yani allaha teslim olmuş oluyorum...

evet allaha teslim olmanın yolu akılsızca ve vicdansızca işler yapmamaktır...

ibrahim bir rüya gördü allahın oğlunu kesmesini emrediyor sandı...

allah akıllı ol vicdansız olma tamam senin bana samimi olarak bağlı olduğunu gösterdin ama hiç oğul kurban edilir mi al bu koçu bari kes diye oradan geçen bir koçu gözüne iliştirdi...

ibrahim daha önce de yanılmıştı...

yıldızlara bakıp işte rabbim bu dedi sonra aya sonra güneşe aynısını dedi...

ama allah gerçeği ona aklıyla ve vicdanıyla göstererek bunlar allah olamaz olsa olsa onun yarattıklarıdır sonucuna ulaştırdı...

Hızır as. gelelim. !!!

Link to post
Sitelerde Paylaş
aynı ibrahim,ölüler konusunda aynı teslimiyeti göstermiyor ama?Rabbim,bana söyle ölüleri nasıl diriltirisin diye soruyor.Bu iki kıssayı nasıl okuyacağız şimdi?

Konumuz İbrahim as. ın yaptığı veya yapmadıkları değil. Allah'ın emirleri sorgulanır mı yoksa sorgusuz uygulanır mı?

Ayrıca İbrahim as. kalbinin yatışmasını istediği için bunu istedi.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Konumuz İbrahim as. ın yaptığı veya yapmadıkları değil. Allah'ın emirleri sorgulanır mı yoksa sorgusuz uygulanır mı?

Ayrıca İbrahim as. kalbinin yatışmasını istediği için bunu istedi.

peki biz de bazı şeyleri soruyorsak kalbimizin yatışması için değil mi?Bleki ibrahim as. içinde bulunduğu kalp rahatsızlığı bizde de var.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Hızır as. gelelim. !!!

dostum çok enteresan bir soru sordun...

bu gün daha yeni doğmuş bir bebeği ölen amcamın kızını hastaneden aldım...

bir aylık bebek ve jeune sendromu mu neymiş ondan kaybedildi...

annesini nasıl teselli edebiliriz...

bebeğim benim diye ağlayıp duruyordu...

doktor elinden gelen her şey yaptı...

ama hastalık amansız...

kurtuluşu tıbben imkansız biliniyor...

hastalığı na mı suç bulalım...

neyi ve kimi sorgulayalım...

bu çocuğu hızır öldürdü...

belki de...

Link to post
Sitelerde Paylaş

İbrahim’in soruları

Kimler soru sorar?

Soru soran zihin nasıl bir zihindir?

Bir toplumda “soru saran adam” olmak ne demektir?

Örneğin bir peygamberi “sorun soran adam” olarak hiç düşündünüz mü?

Eğer öyleyse gelin “İbrahim’in soruları” üzerine düşünelim.

Bakın Hz. İbrahim neler sormuş?

***

(Allaha) “Allahım! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” dedi. “Yoksa inanmıyor musun?” deyince “Evet, inanıyorum ama kalbim iyice tatmin olsun diye” dedi. (2; 260).

(Kendi kendine) “Gece çökünce yıldız gördü: ‘İşte bu Rabbim!’ dedi. Yıldız batınca ‘Batanları sevmem’ dedi. Ayı doğarken görünce: ‘İşte bu Rabbim!’ dedi. O da batınca ‘Eğer Rabbim yol göstermezse şaşıranlardan olurum’ dedi. Güneşi doğarken görünce ‘İşte bu Rabbim, bu daha büyük’ dedi. O da batınca ‘Ey halkım! Ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım’ dedi.” (6; 76-78).

Kanaatimce bu ayetlerde, “İbrahim’in soruları” üzerinden, bir aklın nasıl yürütüleceği ve bir vicdanın nasıl uyanacağı dersi veriliyor; soru sorarak, düşünerek, cevaplar arayarak…

Çünkü insanoğluna ilk vacip olan şey sanıldığının aksine iman etmek veya teslim olmak değil; kuşku duymak, düşünmek, cevap aramaktır. İman ve teslimiyet bunlardan sonra gelecektir.

Zira cevabını aradığınız sorulara tatminkar bir cevap bulduğunuzda içinizde bir itminan hali oluşur. İşte buna “iman” denir. Aksi halde, demirin ateşten geçip çelikleşmesi gibi kuşkulardan geçmemiş, soruya cevap olarak gelmemiş, bir arayışın sonucu oluşmamış olana iman denmez. O, olsa olsa taklit, önyargı veya kuruntu olur ki bir üfürüklük işi vardır.

Bu nedenle Kur’an “Önce iman et, sonra düşün” değil; “Önce düşün, sonra iman et” der. Ekin hasattan, acıkma doymadan, soru cevaptan önce gelir. Bir meseleyi önce etraflıca konuşur sonra kararını alırız, önce kararını alıp sonra konuşmayız. Bunların aksini yaptığınızı düşünün… Ne kadar manasız oluyor, değil mi?

İbrahim’in soruları işte bize bunu öğretiyor.

Sorular sorarak “soylu bir hakikat arayışının” peşine düşmek…

Yerleşik doğrulardan kuşku duymak, onları sorularla sarsmak…

Hz. İbrahim’in bu tür soruları bir çok yerde sorduğunu görüyoruz: Allah’a, babasına, oğluna, ileri gelenlere, halka, devlete, gelen elçilere… İtminana, imana ve teslimiyete bu sorulardan sonra ulaşıyor.

***

Hz. Peygamber de öyle değil miydi?

Genç yaşındayken Mekke’de hüküm süren hayat hakkında vicdanında sorular oluştu: “Bu kız çocukları neden gömülüyor?”, “İnsanlar neden alınıp satılıyor?”, “Tahtadan taştan yontma taşlara insan neden tapar?” , “İnsanlık nereye gidiyor?”, “Allah olanları görmüyor mu?”…

Sonra bu tür soruların cevabını bulmak için dağlara, mağaralara çekildi. Geçmiş ve gelecek, dün ve bugün, yerler ve gökler, görünenler ve görünmeyenler, insan, hayat ve tabiat vs. üzerine derin düşüncelere daldı. Bazen kırk gün kırk gece eve dönmediği, gözünü mehtapta tek bir noktaya dikip sabahlara kadar öylece daldığı anlar oldu.

Allah bu arayışı cevapsız bırakmadı.

Daha önce iman nedir kitap nedir bilmiyordu. Yani bu soruların cevabı konusunda itminana/imana ulaşmamıştı. Göğsü daralıyor, sıkıntı çekiyordu. Allah onu bu soruların cevabını arar vaziyetteyken buldu. Onu arayışlar içindeyken seçti ve sorularına cevap vererek yol gösterdi (Ve vecedeke dâllen feheda).

İşte, bu, sorular sorarak işleyen bir aklın, hisseden bir kalbin ve uyanan bir vicdanın itminana ulaşması, ne yapacağını bilir hale gelerek karar sahibi olması ve bu karalılıkla tarihin önünü çıkması, meydana atılması olayıdır.

Bu sorulara gelen cevaplar tarihin akışını değiştirdi.

Aslında her soruya cevap arayış böyle bir etki yaratır.

Akıl işler, kalp hisseder, vicdan uyanır, gözler görür, kulaklar duyar, dil konuşur hale gelince insanın meydana atılası ve kollarını makas gibi açarak “Durun kalabalıklar! Bu yol çıkmaz sokak!” diye bağırası gelir.

İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed’in (hepsine selam olsun) yaptığı işte buydu. Onlar esastan sorular sordular, Allah da onlara esastan cevaplar verdi. İnsanlık tarihinde derin etkiler bırakmalarının bir nedeni de budur.

Baktığımızda en aykırı soruları onların sorduğunu görüyoruz. Öyle ya dini düşünce alanında (İbrahim’in) “Ölüleri nasıl dirilttiğini göster? veya (Musa’nın) “Bana kendini göster” veya (Havarilerin) “Bize gökten bir sofra indirmesini Rabbinden isteyebilir misin?” sorularından/isteklerinden daha aykırı ne olabilir?

(“Soru” sözcüğünün Arapçası “suâl” (se-e-le) aynı anda hem soru sormak hem de istekte bulunmak anlamına gelir. Dolayısıyla soru sormak istekte bulunmak, istekte bulunmak soru sormak demektir. Mesela “mes’ele” soru sorulmayı/sorgulanmayı/isteklerin neler olduğunu öğrenmeyi gerektiren şey demektir.)

Buradan şunu anlıyoruz; soylu bir hakikat arayışına girmişseniz, her tür soru mübahtır. Yeter ki gerçeği sadece gerçeği öğrenmeye çalışın. Allah bu tür soruların hiç birisini terslememiştir. Aksi halde laf olsun torba dolsun diye soru sormanın, cevabı gelince altından kalkamayacağı soruların peşine düşmenin manası yoktur.

***

Hz. İbrahim’in, sadece Allah, kıyamet ve ahiret ile ilgili değil; toplumsal konularda da; yaşanan hayat, siyaset, devlet ve imparatorluk tanrıları hakkında da esastan sorular sorduğunu görüyoruz.

(Devlet erkanına) “Nelere tapıyorsunuz? Bunlar, çağırdığınız zaman sizi işitirler mi veya size bir fayda veya zarar verirler mi? Eski atalarınızın ve sizin nelere taptığını görüyor musunuz?” (26; 70-75)

(İleri gelenlere) “Şu karşılarında dikilip durduğunuz heykeller nedir öyle?” (21; 52)

(Saray eşrafına) “Belki onu şu büyükleri yapmıştır, konuşabiliyorsa ona sorun bakalım? ‘Onların konuşmadığını biliyorsun’ deyince ‘O halde, Allah’ı bırakıp ta size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek durumda olan putlara mı tapıyorsunuz? Size de, Allah’ı bırakıp taptıklarınıza da yuh olsun! Bu akıl tutulması neden?” (21; 57-67)

Bu ayetlerde de, yerleşik siyasi ve sosyal düzene karşı esaslı sorular soruyor. İçinde yaşadığı Babil İmparatorluğu’nun dini/ideolojik köklerini sarsıyor. Aynı şeyi Hz. Musa Mısır, Hz. İsa da Roma İmparatorlukları için yapmıştı.

Burada “özgür ruhlu” insan örneğini görürüz.

Özgür ruhlar yerleşik olana teslim olmazlar. Herkes Mersine giderken onlar tersine gidebilir. Doğruyu söylediği için dokuz köyden kovulmayı, ateşe atılmayı veya çarmıha gerilmeyi göze alırlar. Sözün namusuna inanırlar. Eleştirilemeyeni eleştirir, sorulamayanı sorar, düşünülemeyeni düşünür, söylenemeyeni söyler; “kral çıplak” derler. Gönüller fethetmeyi değil; zihinler açmayı misyon bellerler. Egemeni eleştirir, zorbanın karşısına dikilir, zenginin önünde eğilmezler. Böyle yapanın dininin yarısının gideceğine inanırlar. Haksızlık karşısında dilsiz şeytan olmazlar. Sultan sofralarından beslenmez, gerçeği sadece gerçeği söyler, acı konuşurlar.

Bir toplum, içinden böyle “özgür ruhlu” insanlar çıkaramazsa katı geleneklerin, donmuş yasaların, kendi elleriyle ürettiği statükoların girdabında boğulur. İleriye doğru açılım ve atılım yapamaz. Devrim yapmış toplumlar, içinden özgür ruhlar çıkarabilmiş toplumlardır. Halklar özgür ruhlu insanların sayesinde sıçrama yapabilmiş, insanlık onların sayesinde ileri gidebilmiştir. Tarihine bakın, bütün büyük devrimlerin ve insanlık sıçramalarının kökünde özgür ruhlu insanların soruları vardır.

***

Hz. İbrahim’in Allah’a , devlete, imparatorluğa dair olduğu gibi babasına, oğluna, halkına ve de gelen elçilere de sorular sorduğunu görüyoruz:

(Babasına) “Putları tanrı mı ediniyorsun?” (6; 74) “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?” (19;42/45)

(Babasına ve halkına) “Nelere kulluk ediyorsunuz? Allah’ı bırakıp ta uydurma tanrılar mı istiyorsunuz? Alemlerin Rabbi hakkında nedir bu kuruntularınız? Sundukları yiyecekleri yemiyor musunuz? Ne o konuşmuyor musunuz? Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?” (37; 85-97)

(Oğluna) “Oğlum! Ben uykuda iken seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin?” dedi. (37; 102)

(Elçilere) “Ben yaşlı bir adamken bana müjde mi veriyorsunuz? Nedir müjdeniz?” (15; 54)

Görülüyor ki “İbrahim’in soruları” hayatın her alanını kapsıyor. Daha kimbilir neler ve kimler hakkında sorular sormuştur? Kur’an bize bu kadarını aktararak evrensel mesajlar veriyor ve demek istiyor ki: Siz de böyle sorular sorun. Allah, kitap, peygamber, insanlık, dünya, toplum, devlet, geçmiş, gelecek hakkında her şey… Size söylenenlere körü körüne inanmayın, araştırın. Kimsenin sözünü duyar duymaz teslim olmayın. Teklif olarak kabul edin ve kendiniz araştırın. Sorularınızın cevabını buldukça, itminan oldukça doğruluğunu kabul edin. Her sözü ve iddiayı dinleyin fakat doğru olanına uyun. “İnanmıyor musun?” denince, “Evet, ama itminan olmak istiyorum. Yani delillerini görmek, bizzat kendim benimsemek istiyorum, körü körüne inanmak istemiyorum” deyin. Elçiler dahi olsa birisi gelip tarihe, hayata ve tabiata aykırı bir şey söylerse “Nasıl olur? Bunu açıkla, izah et, ispat et” deyin. Allah’ın kavlî ayetleri ile kevnî ayetleri arasında çelişki olamayacağından hareketle ikisi arasında “uyum” arayın. “Allah’ın kudretinden şüphen mi var, yapamaz mı?” diyen olursa “Evet, şüphem yok ama itminan olmak istiyorum. Onun benzerini göster” deyin…

Öyle ya Hz. İbrahim bile peygamber olduğu halde itminan olmak istiyorsa bizim bin kat daha fazla itminana ihtiyacımız yok mu? İbrahim’in soruları, kıyamete kadar insanların elinde olacak bir Kitaba alınarak neden ayet yapılmış dersiniz? Kime mesaj veriliyor bu soru örnekleriyle? Peygamberlerde bizim için en güzel örnek olduğuna göre onun benzeri soruları bizim de sormamız gerekmiyor mu? Kaldı ki İbrahim soruları ile tabiri caizse “tavan” yapmış; en olmadık soruları sormuş. Bu soruların cevabı ona var da bize niye yok?

Aslında var.

Hz. İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya, Muhammed’e cevap olarak ne gösterilmişse bize de gösterilip duruyor. Fakat bizim gözlerimiz var görmüyor, kulaklarımız var işitmiyor, dilimiz var konuşmuyor.

Gerçeğin ta kendisi yanı başımızda fakat onu görecek gözler körleşmiş, duyacak kulaklar sağırlaşmış, hissedecek kalpler taşlaşmış, bulacak vicdanlar donmuş, bağını kuracak akıllar tutulmuş, idrak edecek zihinler dumura uğramış… Yoksa “Ne uçan var ne kaçan? Her şey normal ve olağan!” deyip durmazdık…

***

Demek ki sorular sormak lazım.

Gözleri açmanın, kulakları işittirmenin, kalpleri hissettirmenin, vicdanları sızlatmanın, zihinleri açmanın yolu sorularda…

Zira soru sormak meselesi olmaktır. Sorusuzluk meselesizliktir. Meselesizleşme ise sürüleşme ile eşdeğerdir. Sürülerde soru soran bir tek hayvan görülmemiştir. Sürüleşmeden, sorduğunuz sorular ile ayrılırsınız

Soru sormak tehlikeli görünmektir. Sürüleşmiş topluluklara konuşmaya alışmış birisi için en riskli ve tehlikeli şey topluluğun içinden soru sormak için kalkan eldir. Ya cevaplayamazsa? Ya bilmediği bir şey sorarsa? Ya konunun cahili olduğu ortaya çıkarsa?

Soru sormak gerçeği aramaktır. Gerçeğin ortaya çıkması için sorulur bütün sorular… Savcı soru sorar, hakim soru sorar, gazeteci soru sorar, filozof soru sorar, çocuk soru sorar… Düşünün; sorular olmazsa insan hayatı nice olurdu?

Peki “Fazla soru sormayın, sizden öncekiler bu yüzden helak oldu. Soru sormak şeytan işidir, ilk akıl yürüten Şeytandır” yollu rivayetlere ne diyeceğiz?

Akıldan, zekadan ve soru sormaktan rahatsız olanlarca uydurulmuş sözlerdir bunlar…

Karşılarında sürü görmek isteyenlerin hezeyanlarıdır bunlar…

Bunlar Kur’an’ın ruhuna, İbrahim’in misyonuna aykırıdır ve reddedilmelidir.

Çünkü ilk soruyu melekler sordu: “Kan dökecek birini mi yaratacaksın?” (2; 30)

Evet, ilk soruyu melekler sordu!

İnsana dair gerçekler meleklerin bu sorusuyla açıklığa kavuştu. İnsanlık tarihinin en büyük cevabı ve açıklaması bu sorunun ardından geldi.

Şeytan soru sormaz, aldatır. Sorsa bile aldatmak, kandırmak için sorar; ona da soru denmez. Kibir, kıskançlık, haset, yanıltma, aldatmadır şeytanın işi; gerçeğin ortaya çıkması için soru sorma değil… Asıl soruyu melekler sordu, dikkat edin!

Onun için insana ilk vacip soru sormak; bunların cevabını aramak, onun için düşünmek, araştırmak, yollara düşmektir…

Bu şu demek: Sorunuz yani arayışınız, yollara düşmeniz yoksa Allah sizi ne yapsın?

İlk soruyu soran “melâike”ye selam olsun!

Pirimiz İbrahim’e ve muhteşem sorularına selam olsun!

r. ihsan eliaçık

Link to post
Sitelerde Paylaş
Hızır as. gelelim. !!!

İlgili olay,istisnadır ve bazı şeylerde perde arkasını görmek gerektiğini de ifade eder.Zaten,şeriat hızırlık makamı ile yürümüyor.Şeriat,zahire bakıyor,yani açık olana.Batin ilmi ise sadece unutmamamızı istiyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş
dostum çok enteresan bir soru sordun...

bu gün daha yeni doğmuş bir bebeği ölen amcamın kızını hastaneden aldım...

bir aylık bebek ve jeune sendromu mu neymiş ondan kaybedildi...

annesini nasıl teselli edebiliriz...

bebeğim benim diye ağlayıp duruyordu...

doktor elinden gelen her şey yaptı...

ama hastalık amansız...

kurtuluşu tıbben imkansız biliniyor...

hastalığı na mı suç bulalım...

neyi ve kimi sorgulayalım...

bu çocuğu hızır öldürdü...

belki de...

Bu çocuk senin çocuğun olsa sen ne yapardın?

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...