Jump to content

ikisi de kötü


Recommended Posts

Var. Bkz. Dünya.

Hatta ozedonus'un ve belki de kirec'in (kendisine sormak lazım) bahsettiği aslında yehova şahitleri gibi kimi hristiyanların da inancı. Yani cehennemin bir nevi yok oluş sembolü olduğu.

cehennemin yokoluş sembolü olduğunu düşünmedim değil...

insanın bu beden içinde yaşayan aslında daha başka bir varlık olduğunu...

bu varlığa can ruh benlik gibi isimler verdiğimizi ....

bu dünyada beden içindeki bu varlığın belli bir olgunlaşma süreci geçirdiğini...

bu olgunlaşma sürecini tamamlayan varlık insanı kamil olarak yada üsinsan olarak ölümle öteki dünyaya doğuyor..

aslında hepimiz kendi üst insanımıza gebeyiz...

amacımız onu doğuruncaya kadar yani öbür dünyadaki şartlara uygun hale gelinceye kadar geliştirmek...

bu gelişim için gerken şey annenin karnındaki bebeğinin sağlığı için gerekenleri hisstmesi gibi herkesin bildiği şeyler...

zararlı ve kötü alışkanlıklardan uzak durmak sağlıklı ve düzgün bir hayat sürmek...

eğer kötü alışkanlıklar kazanır ve dikkat edilmezse gelişmesi gereken bu varlık gelişemez ve ahirete doğduğunda oranın şartlarına uyum sağlayamıyacağı için erken doğan az gelişmiş bebek yada düşük gibi yok olur...

yada çok zor şartlarda yaşamaya mahkum olur...

işte cehennem bu zor şartlarda yaşayan canın hali....

ama ahirete sağlıklı olarak doğan can orada dahada gelişerek oranın tüm imkanlarından faydalanacak...

işta bu durumu da cennet olarak niteleyebiliriz...

böyle de olabilir ...

Link to post
Sitelerde Paylaş
İslamdan başka din mi var? Hristiyanlıkta İslamdan Yahudilikte İslamdan. Hz. Ademin getirdiğide İslamdı. Siz anlamayabilirsiniz ama böyle.

Bırakın üstüne gitmeyin,3 tane din var sanıyor yeryüzünde.

Link to post
Sitelerde Paylaş
bu olgunlaşma sürecini tamamlayan varlık insanı kamil olarak yada üsinsan olarak ölümle öteki dünyaya doğuyor..

aslında hepimiz kendi üst insanımıza gebeyiz...

amacımız onu doğuruncaya kadar yani öbür dünyadaki şartlara uygun hale gelinceye kadar geliştirmek...

bu gelişim için gerken şey annenin karnındaki bebeğinin sağlığı için gerekenleri hisstmesi gibi herkesin bildiği şeyler...

kirec benden sana can dündardan alıntı bir yazı:

Karanlıktaymışlar. İki embriyo, bir ana rahminde…

Her şeyden habersiz bekleşiyorlarmış, sudan bir beşiğin içinde…

Sarılıp birbirlerine, karanlıkta uyumuşlar öylece…

Haftalar geçmiş, ikizler gelişmiş.

Elleri, ayakları belirginleşmiş.

Gözleri çıktıkça meydana, Ikisi de çevrede olup biteni fark etmiş…

Ne rahat, ne güvenli bir dünyaymış bu…

Sıcak, ıslak, sevgi dolu…

“Öyle güzel bir dünyada yaşıyoruz ki” demişler, “…bize ne mutlu…”

Gel zaman git zaman, çevreyi keşfe girişmişler.

Bu karanlık dünyayı ve hayatın kaynağını deşmişler.

Onları besleyip büyüten kordonu fark edince O kordonla kendilerini var eden Anne’lerine şükretmişler.

Sonra başlamış bir var oluş tartışması:

“Buraya nereden geldik, biz nasıl olduk” diye sormuş ikizler…

“Annemiz” demiş biri, “O bizi var etti, bize can verdi.”

“Ne biliyorsun” diye itiraz etmiş öteki, “Sen hiç Anneni görmedin ki…”: “Belki de o sadece zihnimizdedir. Anne inancı bizi rahatlattığı için uydurduğumuz bir şeydir.”

Süredursun ana rahmindeki tartışma, ikizler büyüyüp gelişmişler.

Rahme sığmaz olup tekmeleşmişler.

Artık parmakları ve kulakları varmış kerataların…

Büyüdükçe anlamışlar ki, yolun sonu yakın…

Gün gelecek, bu güzelim hayat bitecek;

Karanlık bir yolculuk, onları bir başka diyara çekecek.

“- Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz” diye fısıldamış ikizlerden biri efkarla…

“- Ben gitmek istemiyorum” diye diretmiş öteki; “doyamadım ki daha hayata…”

“- Ama mukadderat alnına yazılandır; dua et, belki doğumdan sonra hayat vardır.” Sormuş karamsar olan:

“- Bir gün bize hayat veren kordon kesilecek. Ondan sonra başımıza neler gelecek?”

Şiirle cevaplamış iyimser olan: “Birçok giden/ memnun ki yerinden/ çok seneler geçti/ dönen yok seferinden…”

Ve günlerden bir gün, yer sarsılmış, duvarlar kasılmış.

Dayanılmaz sancılarla ikizler beklenen günün geldiğini anlamış.

Buruşuk kollarıyla birbirlerine son kez sarılıp vedalaşmışlar.

Ve

“ömrümüz bitti” diye çığlık çığlığa ağlaşmışlar.

Azrail sandıkları bir el kesmiş onları hayata bağlayan kordonu,

Ağlaya ağlaya karanlık bir koridordan öbür hayata çıkmışlar.

CAN DÜNDAR

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sonsuz hayat'ın var olabileceğine dair dinlerden başka elimizde veri yok gibi>>>>

Bilim ne diyormuş: moleküller arasındaki ilişkiler süresince oluşan eskimenin sonucunda beyin görevini yapamaz, bilinç ruh ne varsa yok olur gider.

Evet ben dinli birisi olarak: evet. Ölümden "sonra" yaşam bence de yok. Bu benim fikrim. Ama ölüm ile birlikte gelen bir yaşam var mı? Düşünceme ket vuramam. Dinim olmasaydı bile bunu bir düşünürdüm: bilincin ölümsüzlüğü.... evet; ama ölü beyinden tekrar faaliyete geçen bişey değil.

Bunu düşündürten en önemli bilinç unsuru "rüya"dır.

Doğrudur: Uyanıkken yaşananların, hafızaya alınanların beyin içinde tekrar yoklanması. Ölümle bu faaliyet de yok olur filan. Peki, rüya görürken zamanı aşarsak ne olacak. Ne kadar deneysel bir veri bilmiyorum ama; rüya'da zaman geçmesi dünyadakine paralel değil. örneğin, bir saniyede bir saat geçebilir. Zaman ve mekan katı ve ayrışık değil orada. Yani bir DVD'ye çok uzun sürecek bir filmi kaydedebildiğiniz gibi, beyne de çok uzun bir rüyayı kaydedebilirsiniz. Teorik olarak kişideki zaman algısını yoğunlaştırabilirsiniz. Hatta sonsuz bir süreci yükleyebilirsiniz. Bunlar spekulasyon ama mümkün.

Toparlarsam, bilincin zamandaşlığı dünyada sınırlı ama kendi içinde değil, rüyalarda değil.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Sonra baktım,ikisi de aslında iyi değil.Çünkü ben bir faniyim.Fani olan bir varlığın fani olmayanı,sonradan var olan bir varlığın önceden var olmayanı algılaması imkansız dedim.

Bir fani oldugunuzu söylüyorsunuz (Fani olan bir varligin fani olmayani), tamam buraya kadar güzel, anladimda. Sonradan var olan bir varligin önceden var olmayani algilamasi imkansiz.. demek istediginizi umuyorum. :)

Eger umdugum gibi ise, yani allah'in varligindan söz ediyorsaniz, bunu nasil algiladiniz? Ve milyarlarca insan algilayamazken sizin ayricaliginiz nedir? Tamamen kültürünüzle alakali olmasin, veya cevrenizle?

Kendimi işte böyle bir şekilde zamanı takmayan,yeri takmayan,hiçbir şeye ihtiyacı olmayan,zerre kadar işi aksatmayan bir varlığa adadım.

Hangi isi aksatmiyormus bu varlik söyler misiniz?

Dünyada saniyede binlerce insan sucsuz yere katlediliyor ise, bu hic bir isi aksatmayan allahinizin isimidir?

Depremler, seller, yanginlar ve atmosferin kirlenmesi sonucu milyonlarca canli hayvan yok oluyor ve dünyanin sekli degisiyor, bu mudur aksatmamak? E öyleyse bu ise ben hayran kaldigimi söylemeden gecemeyecegim. Gercektende cok caliskanmis o varlik, ve görüldügü üzere hic bir isini aksatmiyor hep calisiyor hep calisiyor.. Tatilini ne zaman kullanmayi düsünüyor? Sizce bir ara Israfil ile görevlerini degistirmesi söz konusu olabilir mi? Yazik allaha sonucta o kadar mesgul ki..

Peki, evrende ki kaos halini nasil aciklayacaksiniz? Saniyede kac yildiz sönüyor biliyormusunuz?

Siz sadece kendi kücük dünyanizla ilgili bir takim düsüncelerinizle, kendinize bir tanri ilan etmissiniz, olay budur. Ama bilmezsiniz iste, sizin sabahinizda günes dogar cinde deprem olur 200 bin kisi ölür bunun adi sizce düzen olur.. Sacma.

Size özellikle sunu belirtmek isterim. Ortada elle tutulur, gözle görünür bir gercek olmadigi halde kendi kendine kurgu yapmissiniz ve bunlara kendinizi inandirmissiniz. Buna türkcede düsünce yürütmek degil, halüsülasyon görmek denir.

Su ana kadar anlatmis okuklariniz hikayenin gercekligine dair hic bir ispat yoktur, olamazda.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 1 month later...

Biz hayata ve her şeye dünyadan ve anlık yaşadığımız hayattan ve onun deneyimlerinden bakıyoruz. Kısacası biz hayatı içinde yaşadıklarımızdan ibaret görüyoruz. Çünkü bedenimiz ile tüm yapımız ile bu dünyanın ve onun şartları içerisinde yaşıyoruz. Bundan olsa gerek sonsuzluğu anlamıyor ve ondan dahi korkuyoruz. Sonsuzluktan korkmak aslında sonsuzluğu tanıyamamaktan geliyor. Çünkü kendisinde bulunan sonsuzlukları yitirmiştir kişi. Madde ve hacmin fani ve basit gündeminin içine sokulmak suretiyle cevherini, enerjisini yitirmiştir. Sonsuzluğun ürpertisi bu zayıf ve dünyaya bakan yani basit ve aciz bir düşüncenin ürünüdür. Dünya ötesini düşünmek istemeyenler zaten düşünmüyorlar da. Onlar zaten hayatı bu dünyadan ibaret gördükleri için sadece bu dünya için vardırlar. Onların zifiri bir karanlıkta tek başına bir ıssız mekâna gidip varlığını sorgulamaları gibi bir lüksleri yoktur.

Varlığı ve hayatı ölümden sonra da düşünenlere ne demeli.İşte onlar içindir sonsuzluk ürpertisi…Onlar içindir kendilerini aciz görmek ve varlığın kahredici bilinmezliği karşısında hayretlere düşmek..Peki neden böyle bir arayış içindedir insanoğlu..Neden yukarıda dediğim türden diğer insan türü gibi gününü gün etmek istemiyor?Psikolojik hastalıkları mı var onların?Yoksa birincilere göre kendi cevherlerinde var olan bir özelliği ihmal mi etmiyorlar?Sanırım ikincisi..Çünkü insan doğasında olmayan bir şeyi ne düşünebilir ne de uydurabilir.İşte sorun, o düşündüğünün uydurma mı olduğu,hurafe mi olduğu yoksa hakikat mi olduğudur?

Ancak bizim tek gerçek olup olmadığımız ve zaman üstü olup olmadığımız ve hepimizin bir bütünün ayrı yapıları olup olmadığımız; zamanla sınırlandırılmış, belirli bir hacmin içine sığdırılmış ve önünü göremeyen bu fani hayat ile anlaşılmaz. İşte onun için son paragrafımda kendim pes ettim. Çünkü belirli bir aşamadan sonra ne kadar aciz olduğumu ve ne kadar şeyi hala çözemediğimi anladım. Gerçek olmadığımı zaman üstü olmadığımı anladım.

İnsan ruhu sonsuzluk ile insan bedeni de fanilik ile donatılmış iki ayrı özellik mi? İnsanın hayvandan an itibariyle farklı olduğu kesindir. O halde hayvanlara bahşedilemeyin ve başka türlere nasip olmamış bazı cevherlerin insanda bulunduğunu söyleyebiliriz. Ruh, bu cevherin ta kendisi mi? Bilemiyoruz, çünkü ruhumuz işlevsiz ve ölü. Maddenin kahredici sınırında kalmış ve konforlu hayatın insan doğasının mahvedici yapısı içinde işlevini yitirmiştir. Bundan olsa gerek çözme noktasında zorluk çekiyoruz. Öyle görülüyor ki bu tanımlayamadığımız cevher de mutlak bir cevherden(üflenmiş ruhundan) olmadır ki onun özelliklerinin peşindedir. İnsan bütün tarih boyunca ispat etmiştir ki; , yaratıklara tapınmaktan, onların önünde eğilmekten iğrenmektedir. Bu sebepten tarih, sahte Tanrıların enkazları ile doludur. Bugün tek tanrılı dinlerin de tanrısı eğer sahte tanıtılmış bir hale gelmişse insanlık vicdanı onu da hayattan atacaktır. Ki bu süreç başlamıştır. Allah, peygamber ve din kavramlarına olan negatif bakışa rağmen hala iyiliği, yardımı, sevgiyi ve şefkati seven nice insanlar var. Bunları iyi anlamak çok önemli. Çünkü Allahtan korkma Allahı sevmekten, Allahtan gelen mecburi emirler içten yapılan yaşam pratiklerini(ibadetleri) geride bırakmış. Oysa din samimiyettir. İçtenliktir, Olmadığı zaman ölüm sonrası hayata bir etkisi olmayacaktır.

Onun için diyoruz ki din bir samimi gönül birliğidir ve o samimi gönül birliğinin yolu içtenlikle yaşanan bazı hayat pratikleriyle elde edilir. O pratikler insana sıkıntı ve stresi değil, huzur ve mutmainliği, doyumu verir. Uyuşturmaz, canlılık ve sukunet verir. Böyle değilse o Kuranın deyişiyle “ed-din(the religion)” değil, işlevsiz dinlerden herhangi birdin( a religion) olur. Biz bu dairenin içinde kendimizi güvende hissediyor ve her şeyi bu dairenin failine havale ediyoruz.

tarihinde ozedonus tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
İnsan ruhu sonsuzluk ile insan bedeni de fanilik ile donatılmış iki ayrı özellik mi?

biz ölümlü bir bedene yani bizler sonlu bir hayata sahibiz

öte tarafta içinde yaşadığımız sonsuz bir evren ve sonsuz bir hayat var. ve bizler kendimizi tanımlamaya çalışırken;

bizler sonluyla, sonluyu

sonsuzla sonsuzu ölçmeye kalkışırsak bu bizi hiç bir yere götürmez

çünkü; 0=0 olduğu gibi sonsuz=sonsuz, hiçlik= hiçliktir.

bize çözüm yolu sunacak tek denklem; ölümlüyü ölümsüzle ilişkiye sokmaktır yani bu ölümlü hayatımızın sonsuz hayatla olan ilişkisini tanımlamaktan ve aramaktan geçiyor.

insanlık var olduğundan beri insanlar bu ilişkiyi tanımlamaya çalışmıştır..

ve tüm dinler, tanrı, cennet, cehennem, nirvana, ruh, özgürlük, iyilik gibi kavramlar hep bu insanlığın sonlu hayatımızı sonsuz olan hayatla olan ilişkisini tanımlamasından ortaya çıkmıştır

Link to post
Sitelerde Paylaş
Kendimi yokladım,beynimi iki elimin arasına alıp derinlere daldım.Geçmişle gelecek arasında bir yolculuk yapmak istedim.Ne var ki yolculuk iki açıdan da ürkütücü idi.

Önce varlığı düşündüm.Ben varım,hayal değilim.Bir varlık olarak var olmayı sevdiğimi gördüm.Tattığım tecrübeler devamlı var olmayı istedi.Gelip tecrübe etmişken bir de yok olmak,bir hiç hale gelmek çok ama çok ürkütüsü idi.Aslında bedenim yok olmanın umurunda bile değildi.Ama bilincime işlene bir his beni illa da devamlı var olmaya zorladı.Böyle olunca devamlı var olmak istedim.

Sonra yokluğu düşündüm.Ben ne de olsa önceden yoktum,olmayabilirim de.Gelip bu dünyaya düşünmeyebilirdim de.Ama neticede bir yok olduğum için yok oluşumun korkunçluğunu hissedecek değildim.Bundan sonraki yokluğum da onun gibi olabiir dedim ve yokluğu kabullendim.Hatta yokluğu devamlı varlığa tercih edecek oldum.Devamlı varolmak aslında daha ürkütücü geldi bana.Düşünün sonu olmayan bir hayattasınız.Ne yapıyorsanız ne ediyorsanız bitmiyor,sonu ve ucu yok.Çok vahşi bir şekle büründü aniden sonsuz varoluş.Bir hiç olmak ürkütücü varoluştan iyidir dedim.

Sonra baktım,ikisi de aslında iyi değil.Çünkü ben bir faniyim.Fani olan bir varlığın fani olmayanı,sonradan var olan bir varlığın önceden var olmayanı algılaması imkansız dedim.Bu işi bıraktım.Kendimi işte böyle bir şekilde zamanı takmayan,yeri takmayan,hiçbir şeye ihtiyacı olmayan,zerre kadar işi aksatmayan bir varlığa adadım.

Ölmeden once neysen oldukten sonra da o olacaksin ve bu durumda şu anda varolan canli bedeninin olayla pekte ilgisi yok hissetikleri onemsiz korkular buna inanabilirsin, yok olmayi varsaymanin acisini sadece bedeninle hissedebilirsin bu yüzden, yok olduktan sonra hissettiklerin varolmadan oncekiler gibi olacaktir endişelenme bu seni secim yapmaya zorlamamali...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ben bir dönem ölümden çok korkuyordum. Tolstoy'un İtiraflarım kitabında hissettiklerine benzer duygular yaşıyordum. Hayatım ölüm düşüncesi ile felç olmuştu. Bu ölüm konusu üzerine çok düşündüm. Öncelikle Epikürcü anlayışın bana göre olmadığını anladım. "Ben varsam ölüm yok, ölüm varsa ben yokum". Bu düşünce bana göre insanın hayatına anlam katan bir düşünce değil. Ben anlamsız yaşayamam. Bu sonlu hayatımın sonsuzluk ile ilişkisini kurmam gerekiyordu. Ama Tolstoy gibi Tanrı ve ahiret inancına sarılmak da bana göre değildi.

Sonra Budizm gibi reenkarnasyon inancı olan dinleri araştırdım. Fakat şunu söyleyim Budizm de en az diğer dinler kadar doğaüstü, inanması zor inançlar barındırıyor. Ruh ve karma gibi kavramlar ile kendimi kandıramazdım. Olaya daha bilimsel yaklaştım. Özellikle bilinç, benlik, hafıza gibi bilimsel yaklaşabileceğim konulara.

Sonunda vardığım sonuç şu oldu. Benlik sadece bir ilüzyon. İnsan ömrü boyunca sürekli değişir. Bir insanın 10 yaşındaki hali ile 30 yaşındaki hali apayrı insanlardır. Tek ortak yanları genleridir. Ama genlerin aynı olması iki insanı aynı mı yapar? İkiz kardeşler aynı insanlar mıdır? Hayır. İnsan ömür boyu değişir, insanlık da ömür boyu değişir. İnsanlar hücrelerini, düşüncelerini değiştirir. Doğa da insanları. Doğa ve insanlığın bütünüyle güçlü ilişkiler kurmanın gerekliliğini anladım bu şekilde. Kendini doğa ve insanlık ile bütünleştirmenin. Buna da sanırım sevgi diyoruz. Bu anlamı yakaladıktan sonra ölüm ile ilişkim rahatladı. Ölümü bir son değil, bir değişim olarak görmeye başladım. Ayrıca benim vardığım sonuca varan çok insan olduğunu fark ettim. Benim görüşlerim panteizm ile oldukça benzerlik gösteriyor. Sanırım kendime bir panteist diyebilirim.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ben bir dönem ölümden çok korkuyordum. Tolstoy'un İtiraflarım kitabında hissettiklerine benzer duygular yaşıyordum. Hayatım ölüm düşüncesi ile felç olmuştu. Bu ölüm konusu üzerine çok düşündüm. Öncelikle Epikürcü anlayışın bana göre olmadığını anladım. "Ben varsam ölüm yok, ölüm varsa ben yokum". Bu düşünce bana göre insanın hayatına anlam katan bir düşünce değil. Ben anlamsız yaşayamam. Bu sonlu hayatımın sonsuzluk ile ilişkisini kurmam gerekiyordu. Ama Tolstoy gibi Tanrı ve ahiret inancına sarılmak da bana göre değildi.

Sonra Budizm gibi reenkarnasyon inancı olan dinleri araştırdım. Fakat şunu söyleyim Budizm de en az diğer dinler kadar doğaüstü, inanması zor inançlar barındırıyor. Ruh ve karma gibi kavramlar ile kendimi kandıramazdım. Olaya daha bilimsel yaklaştım. Özellikle bilinç, benlik, hafıza gibi bilimsel yaklaşabileceğim konulara.

Sonunda vardığım sonuç şu oldu. Benlik sadece bir ilüzyon. İnsan ömrü boyunca sürekli değişir. Bir insanın 10 yaşındaki hali ile 30 yaşındaki hali apayrı insanlardır. Tek ortak yanları genleridir. Ama genlerin aynı olması iki insanı aynı mı yapar? İkiz kardeşler aynı insanlar mıdır? Hayır. İnsan ömür boyu değişir, insanlık da ömür boyu değişir. İnsanlar hücrelerini, düşüncelerini değiştirir. Doğa da insanları. Doğa ve insanlığın bütünüyle güçlü ilişkiler kurmanın gerekliliğini anladım bu şekilde. Kendini doğa ve insanlık ile bütünleştirmenin. Buna da sanırım sevgi diyoruz. Bu anlamı yakaladıktan sonra ölüm ile ilişkim rahatladı. Ölümü bir son değil, bir değişim olarak görmeye başladım. Ayrıca benim vardığım sonuca varan çok insan olduğunu fark ettim. Benim görüşlerim panteizm ile oldukça benzerlik gösteriyor. Sanırım kendime bir panteist diyebilirim.

Tolstoy'un İtiraflarim adli eserini kendime cok yakin buluyorum ancak sonu bekledigim gibi olmamiş ve beni hayal kirikligina ugratmiştir; tolstoy acikcasi egosunu muhtesem bir bicimde yenebilmis ancak kendi basarisini dine ithaf etmiştir olayin burasi yanliştir.

Zaman hatta her gecen saniye bizi donusturme surecinin devamliligini saglar, mesela ben 1 ay onceki ben ile 1 ay sonraki ben arasinda bile büyük ucurumlar gorurum; bu beni basta korkuturdu cunku süreklilik istikrar demektir ancak buna mudahale edemiyorsaniz alişmaniz gerekir ve bununla barişmaniz egonuzun istikrarini saglar. Sonrayi ya da onceyi dusunmek yanliştir cunku yalnizca simdi vardir ve ilerisi belirsizdir tipki benligimizin varolmadan oncesinin belirsizligi gibi...

Link to post
Sitelerde Paylaş
Sonunda vardığım sonuç şu oldu. Benlik sadece bir ilüzyon. İnsan ömrü boyunca sürekli değişir. Bir insanın 10 yaşındaki hali ile 30 yaşındaki hali apayrı insanlardır. Tek ortak yanları genleridir. Ama genlerin aynı olması iki insanı aynı mı yapar? İkiz kardeşler aynı insanlar mıdır? Hayır. İnsan ömür boyu değişir, insanlık da ömür boyu değişir. İnsanlar hücrelerini, düşüncelerini değiştirir. Doğa da insanları. Doğa ve insanlığın bütünüyle güçlü ilişkiler kurmanın gerekliliğini anladım bu şekilde. Kendini doğa ve insanlık ile bütünleştirmenin. Buna da sanırım sevgi diyoruz. Bu anlamı yakaladıktan sonra ölüm ile ilişkim rahatladı. Ölümü bir son değil, bir değişim olarak görmeye başladım. Ayrıca benim vardığım sonuca varan çok insan olduğunu fark ettim. Benim görüşlerim panteizm ile oldukça benzerlik gösteriyor. Sanırım kendime bir panteist diyebilirim.

peki bu değişim zinciri ne yöne doğru hareket ediyor..

olumluya mı? olumsuza mı??

ölümden sonra dönüşeceğin yeni yaşam formu; şuankinden daha iyimi olacak, yoksa daha kötü mü???

ayrıca şuan yaşadıkların, yaptıkların, ettiklerin, yapman gerekirken yapmadıkların bu değişimi etkileyecek mi???

bunlarada cevap buldun mu bari....

Link to post
Sitelerde Paylaş
peki bu değişim zinciri ne yöne doğru hareket ediyor..

olumluya mı? olumsuza mı??

Bana göre olumlu yönde ilerliyor. İnsanlık evreni, kendi doğasını daha iyi anlıyor. Bilinci zaman geçtikçe artıyor. Bir gelişme sürekli görüyoruz. Teknoloji bunun en açık göstergesi.

ölümden sonra dönüşeceğin yeni yaşam formu; şuankinden daha iyimi olacak, yoksa daha kötü mü???

Ben tam olarak reenkarnasyona inanmıyorum. Çünkü ruha inanmıyorum. Ama şöyle bir gerçek var. Kendimizi parçalara bölersek, her bir parçamızın uzun bir geçmişi, evrimi vardır. İnsanın bir sürü varoluş boyutu var. Örneğin genlerimizin tarihi 4 milyar yıl. Konuştuğumuz dil Türkçe'nin yaklaşık 2000 yıllık bir evrimi olmuş. Zihnimizde bilim, felsefe, sanat adına var olan her türlü bilgi aslında bir birikim ve yılların bir birikimi var. Alışkanlıklarımız, sahip olduğumuz kültür de aynı şekilde. Şu anda hepimiz atalarımızın birer kombinasyonu sayılırız farklı varoluş boyutları açısından. Biz de farklı boyutlardan gelecek nesillere katılacağız.

ayrıca şuan yaşadıkların, yaptıkların, ettiklerin, yapman gerekirken yapmadıkların bu değişimi etkileyecek mi???

bunlarada cevap buldun mu bari....

Elbette. Eğer çocuklarıma iyi bakarsam, çevreyi korursam, dünya için iyi şeyler yaparsam bu gelecekteki varoluşumu da etkileyecektir.

tarihinde Unholy tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

unholy

öncelikle ben ; senin "ölümü bir son olarak görmüyorum.. sadece var olan tek şey değişim" sözüne affeden , ölümden sonra seni nasıl bir hayat veya değişim beklediğini düşündüğünü anlayabilmek için bu soruları sordum..

ama verdiğin cevaplara bakınca pekte bu konuda açık davranmamışsın... daha çok sorumu doğum ve ölüm arasındaki yaşamın içinde değerlendirmişsin gibime geldi..

ayrıca şu yorumuna bir kaç şey demek istiyorum;

QUOTE

peki bu değişim zinciri ne yöne doğru hareket ediyor..

olumluya mı? olumsuza mı??

Bana göre olumlu yönde ilerliyor. İnsanlık evreni, kendi doğasını daha iyi anlıyor. Bilinci zaman geçtikçe artıyor. Bir gelişme sürekli görüyoruz. Teknoloji bunun en açık göstergesi.

şimdi sen kendini bir birey olarak mı görüyorsun, yoksa insanlık denen olgunun bir parçası olarak mı bunu tam çözemedim... sanki bu cevabında kendi bireysel hayatını değilde... insanlığın hayatı açısından bakmışsın..

çünkü ben bireysel yaşamım açasından baktığımda olumlu bir yönde zincir göremiyorum.. evet bir zamanlar gelişiyordum, zekam, kavrama yeteneğim, bilgim, yeneteneklerim, kaslarım gelişiyordu.. ama birden bir noktadan sonra zincir tersine dönüyor..

belin çökmeye başlıyor, dişlerin dökülüyor... kemiklerin küçülüyor... bünyen zayıflıyor.. zekan geriliyor. unutkanlaşamaya başlıyorsun.. birden herşey tersine dönmeye başlıyor...

yani olumlu yönde gelişen zincir belli bir tepe noktasına ulaştıktan sonra bu seferde geriye ,tersine doğru hareket etmeye başlıyor..

buna ne diyorsun????

tarihinde gavs tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
unholy

öncelikle ben ; senin "ölümü bir son olarak görmüyorum.. sadece var olan tek şey değişim" sözüne affeden , ölümden sonra seni nasıl bir hayat veya değişim beklediğini düşündüğünü anlayabilmek için bu soruları sordum..

ama verdiğin cevaplara bakınca pekte bu konuda açık davranmamışsın... daha çok sorumu doğum ve ölüm arasındaki yaşamın içinde değerlendirmişsin gibime geldi..

ayrıca şu yorumuna bir kaç şey demek istiyorum;

Bana göre olumlu yönde ilerliyor. İnsanlık evreni, kendi doğasını daha iyi anlıyor. Bilinci zaman geçtikçe artıyor. Bir gelişme sürekli görüyoruz. Teknoloji bunun en açık göstergesi.

şimdi sen kendini bir birey olarak mı görüyorsun, yoksa insanlık denen olgunun bir parçası olarak mı bunu tam çözemedim... sanki bu cevabında kendi bireysel hayatını değilde... insanlığın hayatı açısından bakmışsın..

çünkü ben bireysel yaşamım açasından baktığımda olumlu bir yönde zincir göremiyorum.. evet bir zamanlar gelişiyordum, zekam, kavrama yeteneğim, bilgim, yeneteneklerim, kaslarım gelişiyordu.. ama birden bir noktadan sonra zincir tersine dönüyor..

belin çökmeye başlıyor, dişlerin dökülüyor... kemiklerin küçülüyor... bünyen zayıflıyor.. zekan geriliyor. unutkanlaşamaya başlıyorsun.. birden herşey tersine dönmeye başlıyor...

yani olumlu yönde gelişen zincir belli bir tepe noktasına ulaştıktan sonra bu seferde geriye ,tersine doğru hareket etmeye başlıyor..

buna ne diyorsun????

Konu biraz karışık evet. Aslında bunu anlatırken hep bu zorluğu yaşıyorum. Aynı anda hem birey olmak ama hem de bunun bir ilüzyon olduğunu açıklamak. Sana şu şekilde açıklarsam. Bir gemi örneği vardır ünlü. Bir gemi Çin'den Amerika kıtasına yol almaya başlar. Ama Pasifik okyanusunda her adada durur ve bir parçasını değiştirir. Amerika kıtasına geldiğinde bu gemi Çin'den kalkarken sahip olduğu hiçbir parçaya artık sahip değildir. İşte bireysellik de böyle bir konu. Çoğumuz aynı geminin oraya vardığını varsayarız ve böyle düşünmenin pratik faydaları vardır fakat o gemi Çin'deki aynı gemi değildir. Benliğin ilüzyon olduğunu söyleyip aynı zamanda pratik olarak benliği kullanmamın nedeni de bu.

Yaşlılık ve gerileme dönemine henüz gelmediğim için bu söylediklerim gençlik hezeyanı da olabilir. Ama bana göre yaşlılıkta insan egosundan artık tamamen sıyrılabilmeli. Zaten çoğu yaşlıda gördüğüm artık gelecek nesillere, çocuklarına, dünyaya bir şeyler bırakabilme çabası oluyor.

tarihinde Unholy tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...