Nature 0 Oluşturuldu: Şubat 28, 2008 Raporla Share Oluşturuldu: Şubat 28, 2008 Şu toplu iletilen maillerden(forward mail) biri ilgimi çekti. Paylaşmak istedim... ************************************************** SAKIRT ANLATIYOR Ben bir 'ortaokul sakirt'iyim yani en kidemli Fethullah talebelerinden biriyim. Asagida anlattiklarimi bizzat yasadim. Sizinle paylasmak için yine kendim yazdim. 1990'lar ; Orta birinci siniftaydim ve Cuma namazlarina düzenli olarak giderdim. Beni ayni semtte bulunan okulumdan ve gittigim camiden takip ederek fisleyen ve bir gün okul bahçesinde top oynamak bahanesiyle yanima gelen o kisi ilk 'agabeyim' idi. Daha sonra bana ve okuldan seçtikleri fen, matematik ve türkçe derslerinin toplam notu 21(10'luk sisteme göre) olan arkadasima cami kütüphanesinde ders vermek bahanesiyle yakinlik gösterdiler. Yakinlik daha bir samimiyete dönüsünce evlerine davet ettiler. Dersler evde devam etti. Bu arada bizimle oyunlar oynuyor ve bol bol sohbet ediyorlardi. Bastan futbol içerikli bu sohbetler yavas yavas dini mevzulara geldi. Allah'i tanimak, namaz kilmak derken 'Ögretmenin Not Defteri' gibi kitaplari okumamizi istiyorlardi. Buna 'Sizinti' okumalari ve adini henüz bilmedigimiz o hocanin banttaki ses kaydini toplu olarak dinlemelerimiz eslik etti. Bize yeterince itimat kazandiklarinda o sesin 'Hocaefendi' ye ait oldugunu ve kendisinin çok 'mübarek' bir insan oldugunu anlattilar. Artik 'isi' biliyorduk ve bize adam lazimdi. Okuldaki arkadaslarimizi nasil 'kafalayarak' agabeylerin huzuruna getirecegimizi ögrenmistik. Yillar orta üçüncü sinifa getirdiginde bizi artik sinavlara hazirlanma vakti de gelmisti. Bu tarihlerde Kuleli Askeri Lisesi'ne girmenin ne kadar önemli ve saygin bir is oldugu sürekli telkin ediliyordu bize. Derken tanidigimiz birkaç arkadasimiz orayi kazandi. Biz ise devlet lisesine devam ettigimizde okuldan arkadas 'kafalamak' en büyük hedefimiz haline gelmisti. Okulumuzun hemen yaninda bulunan 'nur evi' ne ders çalisma bahanesiyle getirdigimiz arkadaslarimiza yemekler veriyor onlari mümkün oldugunca bu evlerde tutmaya çalisiyorduk. Bu kisilerle okulda ve baska yerlerde de 'ilgileniyor' yörüngemizden uzaklastirmamaya çalisiyorduk. Bunlarin durumlarini her hafta düzenlenen 'istisare' toplantilarinda agabeylerimize anlatiyorduk. Onlar da bize ne yapmamiz gerektigini, hangi yollari adim adim takip etmemiz gerektigini, yapmamiz gereken jestlere ve takinmamiz gereken mimiklere kadar anlatiyordu. Yilsonlarinda gelen 'Sizinti koçanlari' ni bitirmemiz ve onlarca, hatta yüzlerce kisiyi Sizinti'ya abone etmemiz her birimizden bekleniyordu. Biz ise kimisinin parasini kendi cebimizden vererek bu en kutsal yolda birbirimizle kiyasiya yarisiyorduk. Zaman aboneligi de yine bu sekilde cereyan ediyordu. Haftada okumamiz gereken Kuran miktari, Risale-i Nur ve Hocaefendi Kitaplari(Pirlanta Serisi) miktari belliydi. Bunlara ek olarak o zamanki adi 'Tuna Kirtasiye' olan 'NT Magazalari'nda kaçak olarak çogaltilan ve agabeyimizin adini kullanarak arka bölümden aldigimiz 'Hocaefendi Vaaz Kasetleri'nden de agabeyimizin seçtikleri dogrultusunda dinlememiz isteniyordu. Bunlarin hepsinin ortak adi 'keyfiyet' idi. Bunu bir çetele halinde agabeyimize her haftaki 'istisare' de sunmamiz isteniyordu. Hiç müzik dinlemezdik, kola içmezdik ve hep kumas pantolon giyerdik. Kiz arkadasimiz asla olmazdi, okulda yüzlerine bile bakmazdik. Sokakta hep yere bakarak ve hizli hizli yürürdük. Agabeyimizin dedikleri ana-babamizdan önemliydi. Mehmet Kafkas'in 'Geçmisi Bilmek' ve 'Milli Mücadelede Öncüler' adli kitaplarini okuyorduk. Atatürk masondu, deccaldi. Atatürk Kemal'di, Kemal Aga idi. Atatürk bas eglencemizdi. Okuldaki hocalarin bazisi 'duruma uyanmisti', biz 'tedbir dairesini' genisleterek okuldan çikinca arka sokaktan dolasarak nur evine gidiyorduk, içeri birer ikiser giriyorduk ve asla toplu çikmiyorduk. Bize göre iki çesit adam vardi; 'müspet ve solcu'. Solcunun bir adi da 'kom' du. Kom, 'komünist'in kisaltilmisiydi. Ve okuldaki bazi hocalar komdu. Özelikle de felsefeci. Üniversite hazirlik dershanesi olan Fem'e lise ikinci sinifta da kayit yaptirdik. Amaç hem iyi bir üniversite hem de 'hizmet' para kazansin idi. Ortaokuldan beri ailelerimizi alistirdigimiz 'agabeylerle ders çalisma' için onlarda kalmaya gitme faaliyetlerimize ayri bir önem vermeye baslamistik. Bu kalma dönemlerine biz 'kamp' diyorduk. Kamplarda ders çalisilir ve uzun vadeli projelerimizi agabeylerimize anlatarak onlarin direktifleri dogrultusunda yasamimizi planlardik. Ailelerimizle agabeylerimizi ne zaman ve nasil tanistiracagimizi ve her iki tarafin ne yapmasi gerektigine varincaya kadar her sey planlanirdi. Öyle ki tüm bu insanlara bir üstündeki 'not' verirdi. Evlerin bir imami vardi, yani evden sorumlu olan kisi. Iki ya da üç ev bir semte ve semt imamina bagliydi. Semtler bölgelere, bölgeler büyük bölgelere, büyük bölgeler ilçelere, ilçeler sehirlere, sehirler ülkeye, ülkeler kitalara, kitalar da en sonunda Hocaefendi'ye bagliydi. Hatta öyle ki O Muhterem Zat'a Dünya yetmez ve evrende baskalari da varsa oralari da 'hizmet'e katmak için ne gerekiyorsa yapilmali idi. Bu insanlarin hepsi birbirini denetler, not verir ve bir üstündekine durumu iletirdi. Yani sikir sikir isleyen koskoca bir sistem vardi. Lise sonda Fem'in yurdunda kalmaya baslamistik. Çekebildigimiz kadar arkadasi Fem'e kayit ettirmistik nasil olsa sonra 'ilgileniriz' diye. Yurtta, odadaki durumdan pek haberi olmayan diger kisileri de namaz kilma, çay içme ve türlü türlü bahanelerle yanimiza çekmeyi basariyorduk. Yani agabeylerle danisikli dövüs seklinde 'adam kafalama' tüm hiziyla devam ediyordu. Her birimizin 'ilgilendigi' arkadaslar da zamanla 'sakirt' olma yolunda ilerliyordu. Agabeylerimizin düzenledigi maçlar, mangal partileri, çigköfte partilerine artik not ortalamasina falan da bakmaksizin Islami görüse yakin ailelerden çocuklari seçerek getiriyorduk. Kola serbest oldu, kot pantolon giydik. 28 Subat sürecinde Hocaefendi'nin video ve ses kasetlerini, kitaplarini evlerden alarak kendi evlerimizde sakladik ve evlere Atatürk ile ilgili kitaplar doldurduk. Evlerin çogu yer degistirdi. Bazi agabeylerimiz 'tedbir' geregi takma isim kullanmaya basladi. Cep telefonlarinin pilini istisarelerde söktük. Telefonda 'Hocaefendi, hizmet, sohbet' gibi kelimeleri kullanmayi yasakladik. Bunlarin yerine 'maç yapmak, çay içmek, çorba içmek' gibi önceden kodladigimiz filleri kullanmaya basladik. Aslinda yapilan her sey 'istisare' adi altinda yukardan gelen emirlerin bize verildigi toplantilarda kararlastiriliyordu. Yani 'istisare' yoktu, belki teferruatta vardi, ama her sey bir emir zinciri vasitasiyla bizim önümüze konuyordu. 2000'ler ; Üniversiteye girince artik biz de 'agabey' olmustuk. Evlerde kalmaya ve sistemi bizzat kendimiz daha büyük sorumluluk üstlenerek yürütmeye baslamistik. Talebelerimiz vardi, onlarla ilgileniyorduk. Aksiyon okuyorduk, artik bandrollü ve sakincali yerlerinden temizlenmis Hocaefendi kasetlerini koli koli alarak herkese ama herkese dagitiyorduk. Hocaefendi hakkinda yine 'hizmet'in baska yayin evlerinden çikmis kitaplari 'mütevelli olmus esnaf agabeylerimizin' katkilariyla kolilerce alip dagitiyorduk. Kitaplar binlerce satiyordu. Ramazanda zekat, kurban bayramlarinda deri topluyorduk, kurbanlik parasi topluyorduk. Amerika'dan, Hocaefendi'nin yanindan gelen agabey gelmisti bir seferinde. O anlatiyordu biz agliyorduk. Ardindan adam basina toplayacagi büyükbas kurbanliklarin sözünü almaya ve kayit ettirmeye baslamisti. Her birimizden 60-70 belki de 100-120 büyükbas kurban parasi getirmemizi istiyor ve pazarlik bu rakamlardan açiliyordu. Bazi tanidiklarimizin yaptigi hiçbir is yoktu. Evde de kalmazdi. Sonradan bu kisilerin görevinin 'çok özel' oldugunu ögrendik. Bunlar Türk Silahli Kuvvetleri'ne girmek üzere olan ögrencilerle askeri okuldayken 'ilgileniyorlar' idi. Hocaefendi'nin 'en önemli on görevden biri' saydigi bu is için seçilmis insanlardi. Hepimizin en nefret ettigi yer Ordu idi. Bir toplantimizda bir agabeyimizin Ordu, Danistay ve diger 'solcu' kurumlar için yaptigi tanimlama ilginçti. Agabeyimiz bu gibi kurumlar için 'artik fitne kurumlasarak üzerimize geliyor, biz de bir an önce kurumlasarak karsi koymaliyiz' diyordu. Gazetemizi sürekli okumamiz gerektigi de bir diger telkin idi. Özkök Pasa'nin Genelkurmay Baskani olacagi günleri ip ile çekiyorduk. Aksiyon Dergisi'nin bir sayisinda 'Ergenekon' diye bir grup kapak yapilmisti. Bu sayidan çok sayida fotokopi çekerek hepimizden okumamiz istenmisti. Yazida, devlet içinde gizli bir birimin olusturuldugu ve bu birimin amacinin Arjantin benzeri sosyal patlamalarin önüne geçmek, devlete zarar verebilecek olusumlara müdahale etmek oldugu yaziliydi. Agabeylerimiz bunun bize de müdahale edecegini söylediler. Bu benim için bir dönüm noktasiydi. Biz bu devletin bekasina, milletin dertlerine derman olmaya çalismiyor muyduk? Bizi solcular engellemiyor muydu? Bizim mücadelemiz iman kurtarmak degil miydi? Bize ne toplumsal patlamalarin önüne geçmek ve devleti korumak için kurulmus bir gizli teskilattan? Devlet hepimizin devleti degil miydi, neden korumasinlar ki? Hem bize ne diye düsman olsunlar ki? Uyanisim; Artik her sey saçma geliyordu bana. Biz bir emir kuluyduk ve ne denirse yapiyorduk. Çünkü toplu olarak cennete girecektik. Sorgulama yoktu, körü körüne baglanma ve emri ne kadar çabuk yerine getirdigine bagli olarak sahte bir samimiyet vardi. Ama bu sahtelik genellikle bize emir verenler ve onlarin üstünden basliyordu. Tabani samimi ve bir o kadar da cahil (beyni etkisizlestirilmis anlaminda) insanlar olusturuyordu. Bu insanlar dürüst, çaliskan ve edepli insanlardi. Ama uyuyorlardi. Üstelik biz uyutmustuk yillarca çocuklarini, kendilerini, karilarini, tüm yakinlarini. Sirf 'solcularla' inatlasma ugruna yaptigimiz birçok saçma is vardi. Bunlara en iyi örnek Yeni Yüzyil gazetesinde Hocaefendi'nin röportajinin çiktigi zamandi. Bu gazeteyi sirf solcular 'Hocalarinin röportajina bile sahip çikmiyorlar' demesinler diye balya balya aldik ve Zaman gazetesinin depolarinda çürümeye biraktik, sonra da imha ettik. Bazi yerlerde Zaman gazetesinin içine koyarak dagitildigini duyduk. Gazete hiçbir yerde bulunmaz olmustu. Üç günlük röportaji on bes güne yayarak ve tirajini da ona katlayarak gazete büyük kar etti sayemizde. Bir sefer de Süleyman Demirel'in Fatih Üniversitesi'nin açilisinda 'burayi doldurabilir misiniz' demesi üzerine is-güç, okul-sinav demeden kostuk ve doldurduk orayi. Hocaefendi istiyor diye daha yeni okudugumuz kitaplari bir kere daha okuduk. Hocaefendi çagiriyor diye pilimizi, pirtimizi topladik Amerika'da yasamaya gittik bazilarimiz. Buna da 'hicret' deniyordu. Bir keresinde, bir arkadasima giden biri hakkinda ne zaman dönecegini sorunca bana güldü ve dedi ki 'hicret bu, dönmek olur mu'. Benim bildigim hicret sayfasi dinen kapanmistir. Hele Türkiye gibi ibadetlerinizi rahatça yapabildiginiz bir ülkede. Merakim su: Türkiye'de halkin %99'u Müslüman. Amerika ise kendi deyimiyle Müslümanlara karsi bir haçli savasi baslatmis durumda. Nasil oluyor da burada rahat olunamiyor lakin orada istedigimizi yapmamiza izin veriliyor? ABD her yere ajanlar sokarken, iki kisi bile kendi karsisinda ciddi bir seyler yapmaya kalktiginda haberi olurken bu nasil denli büyük bir olusuma müsaade ediyor? Üstelik bu olusumun biricik görevi insanlari Müslüman yapmak iken. ABD'nin yoksa insanlari Müslüman yapmak gibi bir gizli amaci mi var? Yoksa Hocaefendi ABD'nin de mi üzerinde büyük bir güce sahip ki bizimle ugrasamiyor? Garip isler bunlar. Bizden ABD'ye hicret etmemizi Fatih Koleji'ndeki bir barkovizyon gösterisi sonrasi Hocaefendi'nin yanindan gelen bir agabey istemisti. Ben de düsünmüstüm; bu resmen bir beyin göçü ve sermaye göçü... O zamanlar Hocaefendi için evden bile disari çikmiyor denmisti. Agabeylerimiz diyormus ki 'hocam zaten çok hastasin, bari bir çik bahçede dolas' ama Hocamiz hiç çikmiyormus. Ayni yillarda yesil.org adli internet sitesinde Hocaefendi'nin boy boy disarida çekilmis resmi yayinlaniyormus da haberimiz yokmus. Biz Hocamiz'a üzülüp dua etmekle vaktimizi geçiriyorduk. Bir de tabi gelen emirleri eksiksiz yapmakla. Hocaefendi'nin Latif Erdogan'a yazdirdigi 'Küçük Dünyam' adli kitabindan en az bir kere yazili sinav olmamis sakirt tanimiyorum ben. Anlamadigim bir nokta da bu iste. Yani sen ta Amerikalardan 'digergamlik' üzerine, 'hizmette önde mükafatta geri durma' üzerine gögüslerimize salvolar savur, sonra da çikip kendini anlatan kitaptan bizi belki bes belki on kere imtihan et. 'Imtihan Dünyasi' bu olmasa gerek. Halen 'hizmette' aktif olan ve son derece de teslimiyetçi bir arkadasim bir seferinde sunlari söylemisti, ben de yanlisi o zaman fark etmistim: 'ne bu Hocaefendi, Hocaefendi ya... Allah var, Peygamber var ya' Hocaefendi, Hocaefendi, Hocaefendi... 'Hocaefendi ne diyor bu konuda, Hocaefendi'nin çok mühim tespitleri var bu konuda, Hocaefendi bugün ne diyor, Hocaefendi'nin dediklerini artik herkul.org sitesinden günü gününe takip edebilecegiz arkadaslar, Hocaefendi çok ciddi uyariyor, Hocaefendi çok mübarek, Hocaefendi bizzat ilgilenmis, Hocaefendi adini bizzat kendi koymus, Hocaefendi derhal yapilsin istemis, Hocaefendi, arkadaslar dikkatli olsun demis, Hocaefendi, arkadaslar artik evlensin demis, Hocaefendi, çocuk yapin demis, Hocaefendi, ISHAD'i güçlendirin demis, Hocaefendi, gazete tirajinin bu haliyle karsima çikmayin demis, Hocaefendi basi açik 'ablalar' la da evlenilsin istemis, Hocaefendi, bir dua etmis maçin ikinci yarisi Galatasaray iki gol atarak Real Madrid'i devirmis, Hocaefendi, Allah depremde Ikitelli Medyasi'ni 'çiftetelli' gibi sallardi ama içlerinde mübarek gazeteler de var demis, Hocaefendi üzülmüs, Hocaefendi çok kederlenmis, Hocaefendi hastalanmis, Hocaefendi, Asya Finans Kredi Karti alin demis; Ulusal Televizyon ihalesi yapilacagi gün Asya Finans'in kasasinda o kadar para yokmus, para lazimmis, Hocaefendi sunu demis, Hocaefendi bunu demis...' Bu konusma tarzina siradan bir 'isik evi'nde her gün rastlayabilirsiniz. Nurettin Veren'e gelince; 'o ne pis bir adam öyle, tipi kayik, pis bir çikarci o, yalanci herifin teki' gibi yakistirmalar yapiyorlar. Ve size su kadarini söyleyeyim, bu insanlari asla sartlandirildiklari haricince bir seye inandiramazsiniz. Belki size abarti gelir ama ben biliyorum ki Hocaefendi bugün atlayin ve ölün dese sayilari binlere varabilecek kadari bu emri de hiç çekinmeden yerine getirir. Nurettin Bey bu konuda ne söylese azdir. Hiçbir sey bu gerçek kadar sira disi degildir, yine bu gerçegin tasvirleri bile. Sonuç ; Akli basinda herkesin de anlayabilecegi gibi bu bir karsi devrim örgütlenmesidir. Devlet içinde koskoca bir devlettir. ABD ve AB çikarlarina kosulsuz hizmet etmektedirler. Ayrica birçok yerde yazildigi gibi dergileri, radyolari, televizyonlari, üniversiteleri, vakiflari, isik evleri vs. her seyleri vardir. Öyle ki savcilari, kaymakamlari, valileri, emniyet müdürleri, ögretmenleri, doktorlari, istihbaratçilari (ki bu konuya doymak bilmeyen bir istahla yanasmaktadirlar),askerleri, milletvekilleri, bakanlari vardir. Hemen hemen her büyük partinin de destegi ile bu noktalara gelinmistir. Bence yegane çözüm bu örgütün tüm malvarligina el konmasindan geçer. Ama sorun su ki; kim koyacak? Diger insanlardan tüm bu olan biten son derece profesyonelce saklanmaktadir. Hatta çikan yalan haberler bile buna en güzel sekilde hizmet etmektedir. Yok, Fethullah komandolari varmis; yok, kendilerini patlatacaklarmis, yok, hücre evleri varmis; tabancalar, tüfekler, bombalar varmis... Bu atmosfer onlara en çok yarayan ortami olusturuyor ve kendilerinin terörist olmadigini 'muhabbet fedai'leri oldugunu insanlara yaymalarina yariyor. Bu kisilerin ne yapmaya çalistiklari çok iyi bilinmeli ve o kanaldan mücadele verilmelidir. Örgüt desifre edildiginde, ABD yerine baskasini bulmak için faaliyete geçecektir ve bu zannimca on yil on bes yil kadar bir zamani alacaktir. Bu bir bölünme süreci olarak da yansiyabilir Fethullahçilara. Çünkü kurulu mekanizma en güzel sekilde isletilmektedir. Bir daha böyle bir mekanizmayi kurmak çok çaba gerektirir. Bölüp bir kismini yine ABD emriyle kamuoyunda kötülemek diger kismiyla yola devam etmek ile de bu mücadeleyi verebilirler. Her ne yapilacak ise bu darbeden hemen sonra yapilmalidir. Yani bir daha güçlenmesine firsat verilmeden 'meydana getirdigi bosluk' doldurulmalidir. Ama dedigim gibi ilk is; oyunu açiga çikarmak ve 'Agababasi' olan ABD'nin islerligini yitiren bu besinci kolunu gözden çikarmasini beklemek olacaktir... ***************************************************** Link to post Sitelerde Paylaş
Recommended Posts