Jump to content

fw: Sakırt Anlatıyor


Recommended Posts

Şu toplu iletilen maillerden(forward mail) biri ilgimi çekti. Paylaşmak istedim...

**************************************************

SAKIRT ANLATIYOR

Ben bir 'ortaokul sakirt'iyim yani en kidemli Fethullah talebelerinden

biriyim. Asagida anlattiklarimi bizzat yasadim. Sizinle paylasmak için

yine kendim yazdim.

1990'lar ;

Orta birinci siniftaydim ve Cuma namazlarina düzenli olarak giderdim.

Beni ayni semtte bulunan okulumdan ve gittigim camiden takip ederek

fisleyen ve bir gün okul bahçesinde top oynamak bahanesiyle yanima

gelen o kisi ilk 'agabeyim' idi. Daha sonra bana ve okuldan seçtikleri

fen, matematik ve türkçe derslerinin toplam notu 21(10'luk sisteme

göre) olan arkadasima cami kütüphanesinde ders vermek bahanesiyle

yakinlik gösterdiler. Yakinlik daha bir samimiyete dönüsünce evlerine

davet ettiler. Dersler evde devam etti. Bu arada bizimle oyunlar

oynuyor ve bol bol sohbet ediyorlardi. Bastan futbol içerikli bu

sohbetler yavas yavas dini mevzulara geldi. Allah'i tanimak, namaz

kilmak derken 'Ögretmenin Not Defteri' gibi kitaplari okumamizi

istiyorlardi. Buna 'Sizinti' okumalari ve adini henüz bilmedigimiz o

hocanin banttaki ses kaydini toplu olarak dinlemelerimiz eslik etti.

Bize yeterince itimat kazandiklarinda o sesin 'Hocaefendi' ye ait

oldugunu ve kendisinin çok 'mübarek' bir insan oldugunu anlattilar.

Artik 'isi' biliyorduk ve bize adam lazimdi. Okuldaki arkadaslarimizi

nasil 'kafalayarak' agabeylerin huzuruna getirecegimizi ögrenmistik.

Yillar orta üçüncü sinifa getirdiginde bizi artik sinavlara hazirlanma

vakti de gelmisti. Bu tarihlerde Kuleli Askeri Lisesi'ne girmenin ne

kadar önemli ve saygin bir is oldugu sürekli telkin ediliyordu bize.

Derken tanidigimiz birkaç arkadasimiz orayi kazandi. Biz ise devlet

lisesine devam ettigimizde okuldan arkadas 'kafalamak' en büyük

hedefimiz haline gelmisti. Okulumuzun hemen yaninda bulunan 'nur evi'

ne ders çalisma bahanesiyle getirdigimiz arkadaslarimiza yemekler

veriyor onlari mümkün oldugunca bu evlerde tutmaya çalisiyorduk. Bu

kisilerle okulda ve baska yerlerde de 'ilgileniyor' yörüngemizden

uzaklastirmamaya çalisiyorduk. Bunlarin durumlarini her hafta

düzenlenen 'istisare' toplantilarinda agabeylerimize anlatiyorduk.

Onlar da bize ne yapmamiz gerektigini, hangi yollari adim adim takip

etmemiz gerektigini, yapmamiz gereken jestlere ve takinmamiz gereken

mimiklere kadar anlatiyordu.

Yilsonlarinda gelen 'Sizinti koçanlari' ni bitirmemiz ve onlarca,

hatta yüzlerce kisiyi Sizinti'ya abone etmemiz her birimizden

bekleniyordu. Biz ise kimisinin parasini kendi cebimizden vererek bu

en kutsal yolda birbirimizle kiyasiya yarisiyorduk. Zaman aboneligi de

yine bu sekilde cereyan ediyordu. Haftada okumamiz gereken Kuran

miktari, Risale-i Nur ve Hocaefendi Kitaplari(Pirlanta Serisi) miktari

belliydi. Bunlara ek olarak o zamanki adi 'Tuna Kirtasiye' olan 'NT

Magazalari'nda kaçak olarak çogaltilan ve agabeyimizin adini

kullanarak arka bölümden aldigimiz 'Hocaefendi Vaaz Kasetleri'nden de

agabeyimizin seçtikleri dogrultusunda dinlememiz isteniyordu. Bunlarin

hepsinin ortak adi 'keyfiyet' idi. Bunu bir çetele halinde agabeyimize

her haftaki 'istisare' de sunmamiz isteniyordu.

Hiç müzik dinlemezdik, kola içmezdik ve hep kumas pantolon giyerdik.

Kiz arkadasimiz asla olmazdi, okulda yüzlerine bile bakmazdik. Sokakta

hep yere bakarak ve hizli hizli yürürdük. Agabeyimizin dedikleri

ana-babamizdan önemliydi. Mehmet Kafkas'in 'Geçmisi Bilmek' ve 'Milli

Mücadelede Öncüler' adli kitaplarini okuyorduk. Atatürk masondu,

deccaldi. Atatürk Kemal'di, Kemal Aga idi. Atatürk bas eglencemizdi.

Okuldaki hocalarin bazisi 'duruma uyanmisti', biz 'tedbir dairesini'

genisleterek okuldan çikinca arka sokaktan dolasarak nur evine

gidiyorduk, içeri birer ikiser giriyorduk ve asla toplu çikmiyorduk.

Bize göre iki çesit adam vardi; 'müspet ve solcu'. Solcunun bir adi da

'kom' du. Kom, 'komünist'in kisaltilmisiydi. Ve okuldaki bazi hocalar

komdu. Özelikle de felsefeci.

Üniversite hazirlik dershanesi olan Fem'e lise ikinci sinifta da kayit

yaptirdik. Amaç hem iyi bir üniversite hem de 'hizmet' para kazansin

idi. Ortaokuldan beri ailelerimizi alistirdigimiz 'agabeylerle ders

çalisma' için onlarda kalmaya gitme faaliyetlerimize ayri bir önem

vermeye baslamistik. Bu kalma dönemlerine biz 'kamp' diyorduk.

Kamplarda ders çalisilir ve uzun vadeli projelerimizi agabeylerimize

anlatarak onlarin direktifleri dogrultusunda yasamimizi planlardik.

Ailelerimizle agabeylerimizi ne zaman ve nasil tanistiracagimizi ve

her iki tarafin ne yapmasi gerektigine varincaya kadar her sey

planlanirdi. Öyle ki tüm bu insanlara bir üstündeki 'not' verirdi.

Evlerin bir imami vardi, yani evden sorumlu olan kisi. Iki ya da üç ev

bir semte ve semt imamina bagliydi. Semtler bölgelere, bölgeler büyük

bölgelere, büyük bölgeler ilçelere, ilçeler sehirlere, sehirler

ülkeye, ülkeler kitalara, kitalar da en sonunda Hocaefendi'ye

bagliydi. Hatta öyle ki O Muhterem Zat'a Dünya yetmez ve evrende

baskalari da varsa oralari da 'hizmet'e katmak için ne gerekiyorsa

yapilmali idi. Bu insanlarin hepsi birbirini denetler, not verir ve

bir üstündekine durumu iletirdi. Yani sikir sikir isleyen koskoca bir

sistem vardi.

Lise sonda Fem'in yurdunda kalmaya baslamistik. Çekebildigimiz kadar

arkadasi Fem'e kayit ettirmistik nasil olsa sonra 'ilgileniriz' diye.

Yurtta, odadaki durumdan pek haberi olmayan diger kisileri de namaz

kilma, çay içme ve türlü türlü bahanelerle yanimiza çekmeyi

basariyorduk. Yani agabeylerle danisikli dövüs seklinde 'adam

kafalama' tüm hiziyla devam ediyordu. Her birimizin 'ilgilendigi'

arkadaslar da zamanla 'sakirt' olma yolunda ilerliyordu.

Agabeylerimizin düzenledigi maçlar, mangal partileri, çigköfte

partilerine artik not ortalamasina falan da bakmaksizin Islami görüse

yakin ailelerden çocuklari seçerek getiriyorduk. Kola serbest oldu,

kot pantolon giydik.

28 Subat sürecinde Hocaefendi'nin video ve ses kasetlerini,

kitaplarini evlerden alarak kendi evlerimizde sakladik ve evlere

Atatürk ile ilgili kitaplar doldurduk. Evlerin çogu yer degistirdi.

Bazi agabeylerimiz 'tedbir' geregi takma isim kullanmaya basladi. Cep

telefonlarinin pilini istisarelerde söktük. Telefonda 'Hocaefendi,

hizmet, sohbet' gibi kelimeleri kullanmayi yasakladik. Bunlarin yerine

'maç yapmak, çay içmek, çorba içmek' gibi önceden kodladigimiz filleri

kullanmaya basladik. Aslinda yapilan her sey 'istisare' adi altinda

yukardan gelen emirlerin bize verildigi toplantilarda

kararlastiriliyordu. Yani 'istisare' yoktu, belki teferruatta vardi,

ama her sey bir emir zinciri vasitasiyla bizim önümüze konuyordu.

2000'ler ;

Üniversiteye girince artik biz de 'agabey' olmustuk. Evlerde kalmaya

ve sistemi bizzat kendimiz daha büyük sorumluluk üstlenerek yürütmeye

baslamistik. Talebelerimiz vardi, onlarla ilgileniyorduk. Aksiyon

okuyorduk, artik bandrollü ve sakincali yerlerinden temizlenmis

Hocaefendi kasetlerini koli koli alarak herkese ama herkese

dagitiyorduk. Hocaefendi hakkinda yine 'hizmet'in baska yayin

evlerinden çikmis kitaplari 'mütevelli olmus esnaf agabeylerimizin'

katkilariyla kolilerce alip dagitiyorduk. Kitaplar binlerce satiyordu.

Ramazanda zekat, kurban bayramlarinda deri topluyorduk, kurbanlik

parasi topluyorduk. Amerika'dan, Hocaefendi'nin yanindan gelen agabey

gelmisti bir seferinde. O anlatiyordu biz agliyorduk. Ardindan adam

basina toplayacagi büyükbas kurbanliklarin sözünü almaya ve kayit

ettirmeye baslamisti. Her birimizden 60-70 belki de 100-120 büyükbas

kurban parasi getirmemizi istiyor ve pazarlik bu rakamlardan

açiliyordu.

Bazi tanidiklarimizin yaptigi hiçbir is yoktu. Evde de kalmazdi.

Sonradan bu kisilerin görevinin 'çok özel' oldugunu ögrendik. Bunlar

Türk Silahli Kuvvetleri'ne girmek üzere olan ögrencilerle askeri

okuldayken 'ilgileniyorlar' idi. Hocaefendi'nin 'en önemli on görevden

biri' saydigi bu is için seçilmis insanlardi. Hepimizin en nefret

ettigi yer Ordu idi. Bir toplantimizda bir agabeyimizin Ordu, Danistay

ve diger 'solcu' kurumlar için yaptigi tanimlama ilginçti. Agabeyimiz

bu gibi kurumlar için 'artik fitne kurumlasarak üzerimize geliyor, biz

de bir an önce kurumlasarak karsi koymaliyiz' diyordu. Gazetemizi

sürekli okumamiz gerektigi de bir diger telkin idi. Özkök Pasa'nin

Genelkurmay Baskani olacagi günleri ip ile çekiyorduk.

Aksiyon Dergisi'nin bir sayisinda 'Ergenekon' diye bir grup kapak

yapilmisti. Bu sayidan çok sayida fotokopi çekerek hepimizden okumamiz

istenmisti. Yazida, devlet içinde gizli bir birimin olusturuldugu ve

bu birimin amacinin Arjantin benzeri sosyal patlamalarin önüne geçmek,

devlete zarar verebilecek olusumlara müdahale etmek oldugu yaziliydi.

Agabeylerimiz bunun bize de müdahale edecegini söylediler. Bu benim

için bir dönüm noktasiydi.

Biz bu devletin bekasina, milletin dertlerine derman olmaya çalismiyor

muyduk? Bizi solcular engellemiyor muydu? Bizim mücadelemiz iman

kurtarmak degil miydi? Bize ne toplumsal patlamalarin önüne geçmek ve

devleti korumak için kurulmus bir gizli teskilattan? Devlet hepimizin

devleti degil miydi, neden korumasinlar ki? Hem bize ne diye düsman

olsunlar ki?

Uyanisim;

Artik her sey saçma geliyordu bana. Biz bir emir kuluyduk ve ne

denirse yapiyorduk. Çünkü toplu olarak cennete girecektik. Sorgulama

yoktu, körü körüne baglanma ve emri ne kadar çabuk yerine getirdigine

bagli olarak sahte bir samimiyet vardi. Ama bu sahtelik genellikle

bize emir verenler ve onlarin üstünden basliyordu. Tabani samimi ve

bir o kadar da cahil (beyni etkisizlestirilmis anlaminda) insanlar

olusturuyordu. Bu insanlar dürüst, çaliskan ve edepli insanlardi. Ama

uyuyorlardi. Üstelik biz uyutmustuk yillarca çocuklarini, kendilerini,

karilarini, tüm yakinlarini.

Sirf 'solcularla' inatlasma ugruna yaptigimiz birçok saçma is vardi.

Bunlara en iyi örnek Yeni Yüzyil gazetesinde Hocaefendi'nin

röportajinin çiktigi zamandi. Bu gazeteyi sirf solcular 'Hocalarinin

röportajina bile sahip çikmiyorlar' demesinler diye balya balya aldik

ve Zaman gazetesinin depolarinda çürümeye biraktik, sonra da imha

ettik. Bazi yerlerde Zaman gazetesinin içine koyarak dagitildigini

duyduk. Gazete hiçbir yerde bulunmaz olmustu. Üç günlük röportaji on

bes güne yayarak ve tirajini da ona katlayarak gazete büyük kar etti

sayemizde. Bir sefer de Süleyman Demirel'in Fatih Üniversitesi'nin

açilisinda 'burayi doldurabilir misiniz' demesi üzerine is-güç,

okul-sinav demeden kostuk ve doldurduk orayi. Hocaefendi istiyor diye

daha yeni okudugumuz kitaplari bir kere daha okuduk. Hocaefendi

çagiriyor diye pilimizi, pirtimizi topladik Amerika'da yasamaya gittik

bazilarimiz. Buna da 'hicret' deniyordu. Bir keresinde, bir arkadasima

giden biri hakkinda ne zaman dönecegini sorunca bana güldü ve dedi ki

'hicret bu, dönmek olur mu'. Benim bildigim hicret sayfasi dinen

kapanmistir. Hele Türkiye gibi ibadetlerinizi rahatça yapabildiginiz

bir ülkede.

Merakim su: Türkiye'de halkin %99'u Müslüman. Amerika ise kendi

deyimiyle Müslümanlara karsi bir haçli savasi baslatmis durumda. Nasil

oluyor da burada rahat olunamiyor lakin orada istedigimizi yapmamiza

izin veriliyor? ABD her yere ajanlar sokarken, iki kisi bile kendi

karsisinda ciddi bir seyler yapmaya kalktiginda haberi olurken bu

nasil denli büyük bir olusuma müsaade ediyor? Üstelik bu olusumun

biricik görevi insanlari Müslüman yapmak iken. ABD'nin yoksa insanlari

Müslüman yapmak gibi bir gizli amaci mi var? Yoksa Hocaefendi ABD'nin

de mi üzerinde büyük bir güce sahip ki bizimle ugrasamiyor? Garip

isler bunlar. Bizden ABD'ye hicret etmemizi Fatih Koleji'ndeki bir

barkovizyon gösterisi sonrasi Hocaefendi'nin yanindan gelen bir agabey

istemisti. Ben de düsünmüstüm; bu resmen bir beyin göçü ve sermaye

göçü... O zamanlar Hocaefendi için evden bile disari çikmiyor

denmisti. Agabeylerimiz diyormus ki 'hocam zaten çok hastasin, bari

bir çik bahçede dolas' ama Hocamiz hiç çikmiyormus. Ayni yillarda

yesil.org adli internet sitesinde Hocaefendi'nin boy boy disarida

çekilmis resmi yayinlaniyormus da haberimiz yokmus. Biz Hocamiz'a

üzülüp dua etmekle vaktimizi geçiriyorduk. Bir de tabi gelen emirleri

eksiksiz yapmakla.

Hocaefendi'nin Latif Erdogan'a yazdirdigi 'Küçük Dünyam' adli

kitabindan en az bir kere yazili sinav olmamis sakirt tanimiyorum ben.

Anlamadigim bir nokta da bu iste. Yani sen ta Amerikalardan

'digergamlik' üzerine, 'hizmette önde mükafatta geri durma' üzerine

gögüslerimize salvolar savur, sonra da çikip kendini anlatan kitaptan

bizi belki bes belki on kere imtihan et. 'Imtihan Dünyasi' bu olmasa

gerek. Halen 'hizmette' aktif olan ve son derece de teslimiyetçi bir

arkadasim bir seferinde sunlari söylemisti, ben de yanlisi o zaman

fark etmistim: 'ne bu Hocaefendi, Hocaefendi ya... Allah var,

Peygamber var ya'

Hocaefendi, Hocaefendi, Hocaefendi... 'Hocaefendi ne diyor bu konuda,

Hocaefendi'nin çok mühim tespitleri var bu konuda, Hocaefendi bugün ne

diyor, Hocaefendi'nin dediklerini artik herkul.org sitesinden günü

gününe takip edebilecegiz arkadaslar, Hocaefendi çok ciddi uyariyor,

Hocaefendi çok mübarek, Hocaefendi bizzat ilgilenmis, Hocaefendi adini

bizzat kendi koymus, Hocaefendi derhal yapilsin istemis, Hocaefendi,

arkadaslar dikkatli olsun demis, Hocaefendi, arkadaslar artik evlensin

demis, Hocaefendi, çocuk yapin demis, Hocaefendi, ISHAD'i güçlendirin

demis, Hocaefendi, gazete tirajinin bu haliyle karsima çikmayin demis,

Hocaefendi basi açik 'ablalar' la da evlenilsin istemis, Hocaefendi,

bir dua etmis maçin ikinci yarisi Galatasaray iki gol atarak Real

Madrid'i devirmis, Hocaefendi, Allah depremde Ikitelli Medyasi'ni

'çiftetelli' gibi sallardi ama içlerinde mübarek gazeteler de var

demis, Hocaefendi üzülmüs, Hocaefendi çok kederlenmis, Hocaefendi

hastalanmis, Hocaefendi, Asya Finans Kredi Karti alin demis; Ulusal

Televizyon ihalesi yapilacagi gün Asya Finans'in kasasinda o kadar

para yokmus, para lazimmis, Hocaefendi sunu demis, Hocaefendi bunu

demis...' Bu konusma tarzina siradan bir 'isik evi'nde her gün

rastlayabilirsiniz.

Nurettin Veren'e gelince; 'o ne pis bir adam öyle, tipi kayik, pis bir

çikarci o, yalanci herifin teki' gibi yakistirmalar yapiyorlar. Ve

size su kadarini söyleyeyim, bu insanlari asla sartlandirildiklari

haricince bir seye inandiramazsiniz. Belki size abarti gelir ama ben

biliyorum ki Hocaefendi bugün atlayin ve ölün dese sayilari binlere

varabilecek kadari bu emri de hiç çekinmeden yerine getirir. Nurettin

Bey bu konuda ne söylese azdir. Hiçbir sey bu gerçek kadar sira disi

degildir, yine bu gerçegin tasvirleri bile.

Sonuç ;

Akli basinda herkesin de anlayabilecegi gibi bu bir karsi devrim

örgütlenmesidir. Devlet içinde koskoca bir devlettir. ABD ve AB

çikarlarina kosulsuz hizmet etmektedirler. Ayrica birçok yerde

yazildigi gibi dergileri, radyolari, televizyonlari, üniversiteleri,

vakiflari, isik evleri vs. her seyleri vardir. Öyle ki savcilari,

kaymakamlari, valileri, emniyet müdürleri, ögretmenleri, doktorlari,

istihbaratçilari (ki bu konuya doymak bilmeyen bir istahla

yanasmaktadirlar),askerleri, milletvekilleri, bakanlari vardir. Hemen

hemen her büyük partinin de destegi ile bu noktalara gelinmistir.

Bence yegane çözüm bu örgütün tüm malvarligina el konmasindan geçer.

Ama sorun su ki; kim koyacak?

Diger insanlardan tüm bu olan biten son derece profesyonelce

saklanmaktadir. Hatta çikan yalan haberler bile buna en güzel sekilde

hizmet etmektedir. Yok, Fethullah komandolari varmis; yok, kendilerini

patlatacaklarmis, yok, hücre evleri varmis; tabancalar, tüfekler,

bombalar varmis... Bu atmosfer onlara en çok yarayan ortami

olusturuyor ve kendilerinin terörist olmadigini 'muhabbet fedai'leri

oldugunu insanlara yaymalarina yariyor.

Bu kisilerin ne yapmaya çalistiklari çok iyi bilinmeli ve o kanaldan

mücadele verilmelidir. Örgüt desifre edildiginde, ABD yerine baskasini

bulmak için faaliyete geçecektir ve bu zannimca on yil on bes yil

kadar bir zamani alacaktir. Bu bir bölünme süreci olarak da

yansiyabilir Fethullahçilara. Çünkü kurulu mekanizma en güzel sekilde

isletilmektedir. Bir daha böyle bir mekanizmayi kurmak çok çaba

gerektirir. Bölüp bir kismini yine ABD emriyle kamuoyunda kötülemek

diger kismiyla yola devam etmek ile de bu mücadeleyi verebilirler. Her

ne yapilacak ise bu darbeden hemen sonra yapilmalidir. Yani bir daha

güçlenmesine firsat verilmeden 'meydana getirdigi bosluk'

doldurulmalidir. Ama dedigim gibi ilk is; oyunu açiga çikarmak ve

'Agababasi' olan ABD'nin islerligini yitiren bu besinci kolunu gözden

çikarmasini beklemek olacaktir...

*****************************************************

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...