Jump to content

İslam'dan çıkan niye ya Stalinci ya Atsızcı olur?


Recommended Posts

Deicide,

Bir kuramın sınanmaya -ve dolayısıyla yanlışlanmaya da- açık olması elbette önemli ve değerli birşeydir. Fakat Popper'in yanlışlanabilirlik ilkesi bundan mı ibaret? Popper'a göre, bilimsel bir kuramın sonuçları deney ve gözlemle uyumsuz ise kuram yanlışlanmış oluyor; ama kuram deney ve gözlemle uyumlu ise doğrulanmış olmuyor, sadece yanlışlanana kadar geçerli sayılıyor. Yani kuramlarımızın(tümevarımlarımızın) yanlışlığından emin olabiliyormuşuz ama doğruluğundan emin olamıyormuşuz! Hal böyle olunca, hiçbir tümevarımcı kurama izin vermeyen, bunlara dayanmayı metafizik sayan bir zihniyetle karşılaşıyoruz. Bu zihniyetin marksizmi de metafizik saymasında şaşılacak bir yan kalmıyor. Beni tek şaşırtan, kendine marksist diyen insanların Popper'i savunmaları.

Senle tartışırken, önermelerin yanlışlanabilirliğini mi yoksa Popper'in yanlışlanabilirlik ilkesini ne için kullandığını mı tartışıyoruz, birbirine karışmış. Ben Popper'i eleştiriyorum. Fakat sen, sanki genel olarak bir önermenin yanlışlanmasına hiç değer vermiyormuşum ve önermeleri mutlak doğru sayıyormuşum gibi davranarak beni ''mutlak bilgi peşinde koşmakla'' itham ediyorsun.

Popper'daki kuşkuculuk marksizmle uyuşamayacak boyuttadır ve basbaya bilinemezciliğin sınırlarına girer. Bunu böyle dedim diye ''mutlak bilgi savunucusu'' falan olmuyorum.

Bir önermenin bilimsel olması için mutlak ve kesin olarak doğrulanması gerekmez. Gözlem alanında olması, deneyle sınanabilir olması ve hangi koşulda yanlışlanacağının en azından potansiyel olarak belli olmasıdır. Günün birinde şöyle bir gözlem yapılırsa, kuram yanlış çıkabilir denmelidir.

Orası öyle de, Popper'a göre kuramın yanlışlanma ihtimali varsa da, bizim onu net bir biçimde doğru kabul etme imkanımız yok. Örneğin, elimizde marksizm kuramı var diyelim. Bu kuram da yanlışlanabilecek önermeler ileri sürdüğü için yanlışlanabilirlik ilkesiyle uyuşuyor olsun. Fakat Popper'a göre, biz yine de marksizmi benimseyemiyoruz çünkü o yanlışlanabilirliği hep içinde barındırıyor ve ondan hep kuşkuluyuz. Her türlü kuramdan kuşkulu oduğumuz için, hiçbir öğretiyi benimseyemiyoruz, hepsine aynı kuşkucu uzaklıkta kalıyoruz ve bu resmen bizi bilinemezciliğe sürüklüyor. Adamın amacı bu. Bunu göremiyor musunuz harbiden? Adam resmen bilinemezci yönü daha da ağır basan bir pozitivizmi ''bilimsellik ölçütü'' olarak herkese dayatıp her türlü tümevarımı ve kuramı kuşkulu gale getirerek hiçbirinin taraftarı olmamamızı sağlamaya çabalıyor. Burjuvazinin işine bundan daha çok yarayan başka bir fikir olabilir mi?

İki gündür bunu anlatmaya çabalıyorum.

Önündeki ağacın ne olduğunu ne kadar iyi bilsen ve ne kadar doğru olarak betimlesen de, ondan daha doğrusu ilkesel olarak her zaman vardır. Marksist bilgi kuramını yanlış anlıyorsun. Emin olmayı ya hep ya hiç olarak metafizik bir karşıtlık üzerine oturtuyorsun.

Bildiğimiz öznel idealizmi 'marksizm' diye paketleyip önümüze koyuyorsun, tebrik ederim.

Önümüzdeki ağacın bilgisine hiçbir zaman tam olarak ulaşamayacaksam, onun benim gördüğümden daha tam bir bilgisi ve hatta onun benim bilincimden bağımsız nesnel bir varlığı olduğunu nereden bileceğim peki?

Emin olmayı ya tam emin olmak ya da hiç olmamak diye dualize etmiyorum. Elbette gözlemci öznelerin, nesnel gerçeğe ilişkin fikirleri farklılık gösterebilir ve bunlardan bir kısmı hatalı olabilir. Ama bazı özneler de doğru bir gözlem yapacak ve nesnenin bilgisine tam olarak ulaşacaktır, ulaşabilir. Sen nesnenin bilgisine tam olarak ulaşılabileceğini -sırf Popper'i savunmak için- reddediyorsan, o zaman basbaya öznel idealist bir konum alıyorsun demektir.

Onlar, nesnelerin gerçek varlığını reddedip sadece bizim bilincimizdeki görüntüsünü ciddiye alıyorlar; nesnel bir gerçeğin olmadığı iddialarını, onu algılayan her bilincin kendi konumuna göre ağacı farklı gördüğüyle temellendiriyorlar. Bunu yapmaktaki temel dayanakları ne peki? Ağacın gerçek bilgisine tam olarak ulaşılamayacağı! Onlar, ağacın bilgisine ulaşılamayacağından ve dolayısıyla onu algılayan her bilinçte farklı bir izdüşümü olmasından hareketle ağacın nesnel varlığını inkar etme fırsatı bulup onu sadece bizim bilincimizin bir ürünü haline getiriyorlar. Sen de, ağacın(nesnel gerçeğin) bilgisine tam olarak ulaşmayı ''mutlak bilgi yoktur'' adı altında redderek öznel idealizme kapı açıyorsun. Ağaç hakkında tam bir bilgimiz olamayacaksa, o zaman onun bizim bilincimizden bağımsız biçimde varolduğunu nereden bileceğiz?

Zaten pozitivizmin yapısı da böyle ve sen marksizmi değil resmen pozitivizmi savunuyorsun bu tartışmamızda. Pozitivistler de sadece olguları dikkate alır ama olgunun içeriği hakkında birşey söylemeyerek idealizme de kapı açan bir bilinemezcilik yaratırlar. Popper bunu yapıyor, sen de onu savunacağım diye uğraşıyorsun.

Kaldı ki, madem nesnenin bilgisine hiçbir zaman tam olarak ulaşılamaz, o zaman marksizmin tüm önermeleri -en az, konusundaki başka kuramların önermeleri kadar- şüphe götürür demektir. O zaman marksizmi senin gözünde öne çıkaran nedir?

Senin yaklaşımın marksizmle ve hatta genel olarak materyalizmle çelişiyor. Zaten hem marksizmi hem de Popper'i savunan bir marksist yayın, dergi, site v.b. yok bildiğim kadarıyla. İki gündür hangi marksist siteye girsem Popper'i yerden yere vuruyor. Türünün tek örneğisin sevgili Deicide.

tarihinde Freddie tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 weeks later...
  • İleti 88
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Bir kuramın sınanmaya -ve dolayısıyla yanlışlanmaya da- açık olması elbette önemli ve değerli birşeydir. Fakat Popper'in yanlışlanabilirlik ilkesi bundan mı ibaret? Popper'a göre, bilimsel bir kuramın sonuçları deney ve gözlemle uyumsuz ise kuram yanlışlanmış oluyor; ama kuram deney ve gözlemle uyumlu ise doğrulanmış olmuyor, sadece yanlışlanana kadar geçerli sayılıyor. Yani kuramlarımızın(tümevarımlarımızın) yanlışlığından emin olabiliyormuşuz ama doğruluğundan emin olamıyormuşuz! Hal böyle olunca, hiçbir tümevarımcı kurama izin vermeyen, bunlara dayanmayı metafizik sayan bir zihniyetle karşılaşıyoruz.

Freddie, uzun uzun açıklıyoruz, kaynak veriyoruz, yanlışını gösteriyoruz.. Ben yanlış anlamışım deyip bilgi dağarcığına yeni bir şeyuler katacağına, hala aynı yanlış şeyleri tekrarlıyorsun. Popper'ın tümevarımcı kurama izin vermemek, bunlara dayanmayı metafizik saymak gibi bir yaklaşımı yok.. Unut bunu. Tam tersine Popper, her bilimsel kuramı tümevarımcı sayar ve sadece tümevarımcı olanları bilimsel olarak ilan eder.

Popper'ın Marksizmi yanlış saymasının senin söylediğinle hiçbir alakası yok. Popper, Marksizmin bilimsel öngirüleri olduğunu ama bunların yanlış çıktığını, dolayısıyla marksizmin yanlışlanmış olduğunu söyler. Bu konuda Popper elbette eleştirilebilir ama senin öne sürdüğün argümanlarla değil. Ayrıca marksizmin bazı noktalarını metafizik sayar; bunların da tümevarımla filan alakası yoktur senin sandığın gibi.

Popper ve diğer bütün pozitivistler elbette eleştirilmelidirler, ama doğru noktadan. Önce ne oldukları tam olarak öğrenilerek.. Popper'ın ne dediğini doğru anlamadan onu eleştiremezsin; ki bu başlık altında Popper'a ve pozitivizme ilişkin söylediklerin de bunu gösteriyor. Kapitalizm eleştirilmelidir elbette.. Ama onu anlamaktan bile aciz olan Proudhon'un değil, Marx'ın argümanlarıyla. Burada yaptığın da Proudhon'un kapitalizm eleştirisine benziyor. Önce onu anlamadan, yanlış kanı ve zanlarla yanlış değerlendirerek yapılan şey, eleştiri olamaz.. Bir Popper'ciye vız gelir böyle bir şey.

Tabi Popper'in marksist eleştirisi Popper'i anlamayı gerektirmekle kalmaz, marksizmi de doğru anlamayı gerektirir:

Orası öyle de, Popper'a göre kuramın yanlışlanma ihtimali varsa da, bizim onu net bir biçimde doğru kabul etme imkanımız yok. Örneğin, elimizde marksizm kuramı var diyelim. Bu kuram da yanlışlanabilecek önermeler ileri sürdüğü için yanlışlanabilirlik ilkesiyle uyuşuyor olsun. Fakat Popper'a göre, biz yine de marksizmi benimseyemiyoruz çünkü o yanlışlanabilirliği hep içinde barındırıyor ve ondan hep kuşkuluyuz. Her türlü kuramdan kuşkulu oduğumuz için, hiçbir öğretiyi benimseyemiyoruz, hepsine aynı kuşkucu uzaklıkta kalıyoruz ve bu resmen bizi bilinemezciliğe sürüklüyor. Adamın amacı bu. Bunu göremiyor musunuz harbiden? Adam resmen bilinemezci yönü daha da ağır basan bir pozitivizmi ''bilimsellik ölçütü'' olarak herkese dayatıp her türlü tümevarımı ve kuramı kuşkulu gale getirerek hiçbirinin taraftarı olmamamızı sağlamaya çabalıyor. Burjuvazinin işine bundan daha çok yarayan başka bir fikir olabilir mi?

İki gündür bunu anlatmaya çabalıyorum.

Bir kuramı benimsemek için, tam ve mutlak olarak bütün kuşkulardan arınmak gerekmez. Benimsemek için mutlak emin olmayı gerektiren şey bilim değil ancak dindir. Emin ile iman sözcüklerinin aynı kökenden geldiğine hiç dikkat ettin mi? Herhangi bir kurama karşı, onu benimsemekle birlikte, bilimsel kuşkucu bir tavır içinde olabiliriz ve zaten olmalıyız da.

Marksizmin mutlak ve kesin doğru ve insanlık tarihinde söylenmiş son söz olduğunu mu düşünüyorsun? Eksik ve geliştirilmesi gereken hiçbir yönü yok mu? İnsanlığın bilgi ve deneyim birikimi Marx, Engels ve Lenin'le durdu mu? Eğer böyle düşünüyorsan, marksist olamazsın, çünkü marksizm doğası gereği böyle bir şeyi reddeder. Öte yandan, marksizmi benimsemek için böyle bir koşiulu öne süremezsin, çünkü o zaman marksist olmak olanaksız hale gelir.

Demek ki, bir kuramın göreli olarak yanlış ve eksik yönleri olduğunu/olabileceğini düşünmek, o kuramı benimsemenin önünde bir engel olmuyormuş.

Bildiğimiz öznel idealizmi 'marksizm' diye paketleyip önümüze koyuyorsun, tebrik ederim.

Önümüzdeki ağacın bilgisine hiçbir zaman tam olarak ulaşamayacaksam, onun benim gördüğümden daha tam bir bilgisi ve hatta onun benim bilincimden bağımsız nesnel bir varlığı olduğunu nereden bileceğim peki?

Aşağıdaki alıntıyı Lenin'den yapıyorum.. Materyalizm ve Ampiriokritisizm'den:

Bilgi teorisinde, bilimin bütün öteki alanlarında da olduğu gibi, diyalektik olarak düşünmek gerekir, yani
bilgimizi hazır ve değişmez olarak görmememiz, bilginin bilgisizlikten nasıl çıktığını, nasıl eksik, tam doğru olmayan bilginin, daha eksiksiz ve daha kesin bir hale geldiğini
belirlememiz gerekir.

Modern materyalizm, yani marksizm açısından, bilgilerimizin nesnel, mutlak gerçeğe yaklaşık sınırları tarihsel olarak görelidirler, ama bu gerçeğin varlığı, bizim ona yaklaşmakta olduğumuz kadar kesindir. Tablonun çevre çizgileri tarihsel olarak görelidirler, ama tablonun nesnel olarak varolan bir modeli temsil ettiği kesindir. Şu ya da bu anda, şu ya da bu koşullar içinde, şeylerin doğasına ilişkin bilgimizde, maden kömürü katranı içinde alizarini bulacak ya da atom içinde elektronları bulacak noktaya kadar ilerlemiş olmamız olgusu tarihsel bakımdan görelidir, ama hiçbir bakımdan göreli olmayan şey, bu cinsten her bulgunun mutlak nesnel bilgilnin bir ilerlemesi olduğudur.

Bu da Georges Politzer'den:

Ama, şunu da gözönünde bulundurmak gerekir ki, belli bir olayın gelişmesi, bütün ötekilerden bağımsız değildir, her şey birbirine bağlıdır ve doğa, zaman ve uzay içinde sonsuzdur, doğa daima yeni şeyler oluşturur, bitmez tükenmezdir. Bunun içindir ki, bilginin gelişmesi de sonsuzdur.
Dünyada hiçbir zaman bizim bilgimizin içinde yeralmayacak kadar çok şey vardır, ama her şey birbirine bağlı olduğuna göre, bilmediklerimiz de bildiklerimizle birbirine bağlıdırlar. Sonuç olarak bilim, belli bir noktada durmaz ve bu anlamda, bilimin gerçeklerinden her biri, kendi başına ele alındığında görelidir, çünkü bütün öteki gerçeklerle bağıntılıdır.
Molekülün ötesinde atom bulundu, atomun ötesinde elektron, çekirdek bulundu, çekirdeğin ötesinde öteki parçacıklar, ama gerçeğin sonuna ulaşılabileceğini sanmak yersizdir. "Elektronun kendisi de —diyor Lenin— bitmez tükenmez."

Bu da, bilgilerimizin nesnel değerinden hiçbir şey kaybettirmez, çünkü, "görelinin içinde mutlak vardır" (Lenin).

Emin olmayı ya tam emin olmak ya da hiç olmamak diye dualize etmiyorum. Elbette gözlemci öznelerin, nesnel gerçeğe ilişkin fikirleri farklılık gösterebilir ve bunlardan bir kısmı hatalı olabilir. Ama bazı özneler de doğru bir gözlem yapacak ve nesnenin bilgisine tam olarak ulaşacaktır, ulaşabilir. Sen nesnenin bilgisine tam olarak ulaşılabileceğini -sırf Popper'i savunmak için- reddediyorsan, o zaman basbaya öznel idealist bir konum alıyorsun demektir.

Onlar, nesnelerin gerçek varlığını reddedip sadece bizim bilincimizdeki görüntüsünü ciddiye alıyorlar; nesnel bir gerçeğin olmadığı iddialarını, onu algılayan her bilincin kendi konumuna göre ağacı farklı gördüğüyle temellendiriyorlar. Bunu yapmaktaki temel dayanakları ne peki? Ağacın gerçek bilgisine tam olarak ulaşılamayacağı! Onlar, ağacın bilgisine ulaşılamayacağından ve dolayısıyla onu algılayan her bilinçte farklı bir izdüşümü olmasından hareketle ağacın nesnel varlığını inkar etme fırsatı bulup onu sadece bizim bilincimizin bir ürünü haline getiriyorlar. Sen de, ağacın(nesnel gerçeğin) bilgisine tam olarak ulaşmayı ''mutlak bilgi yoktur'' adı altında redderek öznel idealizme kapı açıyorsun. Ağaç hakkında tam bir bilgimiz olamayacaksa, o zaman onun bizim bilincimizden bağımsız biçimde varolduğunu nereden bileceğiz?

Ağaca baktığında ağacı bütün nesnelliği içinde ve her yönü ile en ince ayrıntısına kadar görmezsin. Çıplak gözle ağacın gözenekleri görülmez. Büyüteç bunları gösterir.. Ama ağaç bundan ibaret değildir. Mikroskopla inceleyince hücrelerini, elektron mikroskopla bakınca da moleküllerini görürsün. Gündelik hayattaki ağaç bilgisi, ağacın küçük bir tohumdan başlayıp toprakta güneş altında su ile büyüyüp meyve verdiğini ve günü gelince kuruduğunu gösterir.. Ama ağaç bundan ibaret değildir. Ayrıntılı deney ve gözlemlerle ağacın fotosentez yaptığını, gübeyi özümseyerek topraktan azot, fosfor, kükürt ve diğer maddeleri alıp bünyesine kattığını öğrenirsin.. Ama ağaç yine bundan ibaret değildir.. Doku ve hücrelerinin birbirleriyle incelikli koordinasyonu vardır, her hücresinin içinde muazzam bir işleyiş vardır.. Onun da altında tek tek moleküller, atomlar, daha alt düzeyde kuarklar.... vardır. Her aşamada ağacı daha iyi bilirsin ama ağaç, hiçbir zaman senin bildiğinden ibaret değildir. Nesnel gerçeklik, her zaman insan zihnindeki soluk kopyasından daha zengin ve daha fazladır. Bu, marksizmin bilgi kuramının merkezinde yer alan çok önemli bir ilkedir.

Ağacın bilgisine tam olarak ulaşamayacak olmak, ağacı yok kılmaz. Tam tersine bu, ağacın senin bilgi ve algından bağımsız olarak varolduğunu gösterir.. Eğer tersi doğru olsaydı, yani ağaç nesnel gerçeklikte değil, yalnızca algıda varolan bir şey olsaydı, belirli bir noktada onun kesin bilgisine ulaşmak mümkün olurdu. Çünkü bilgi, dış dünyada bağımsız olarak varolan bir varlığın insan zihnindeki bir yansıması değil, zihindeki idenin ta kendisi olurdu ve o ideyi bilmek, nesneyi tam olarak bilmekle aynı şey olurdu. Dolayısıyla, benim söylediğim ve marksist materyalizmin temellerinden biri olan bu ilke, öznel idealizmin tam taban tabana karşıtıdır.

Zaten pozitivizmin yapısı da böyle ve sen marksizmi değil resmen pozitivizmi savunuyorsun bu tartışmamızda. Pozitivistler de sadece olguları dikkate alır ama olgunun içeriği hakkında birşey söylemeyerek idealizme de kapı açan bir bilinemezcilik yaratırlar. Popper bunu yapıyor, sen de onu savunacağım diye uğraşıyorsun.

Kaldı ki, madem nesnenin bilgisine hiçbir zaman tam olarak ulaşılamaz, o zaman marksizmin tüm önermeleri -en az, konusundaki başka kuramların önermeleri kadar- şüphe götürür demektir. O zaman marksizmi senin gözünde öne çıkaran nedir?

Senin yaklaşımın marksizmle ve hatta genel olarak materyalizmle çelişiyor. Zaten hem marksizmi hem de Popper'i savunan bir marksist yayın, dergi, site v.b. yok bildiğim kadarıyla. İki gündür hangi marksist siteye girsem Popper'i yerden yere vuruyor. Türünün tek örneğisin sevgili Deicide.

Popper'i asla savunmuyorum. Sadece senin Popper'i eleştirmeye kalkan argümanlarının yanlış olduğunu gösteriyorum. Popper'i bilmiyorsun ve marksist materyalizmi de kaba materyalizmden ayırdedemiyorsun. Senin bu yönteminle Popper eleştirilemez. Çünkü kategorik olarak onun gerisinde yeralıyorsun.

Madem sıra Popper'i eleştirmeye geldi.. Popper'in ve tüm diğer pozitivizmin zaafını ve temel yanılgısını söyleyeyim: Popper, diğer tüm pozitivistler gibi, insanın bilgi edinme uğraşını toplumsallığından ve tarihselliğinden soyutlayıp, tek tek bireyler olan, toplumdan ve tarihten yalıtılmış biliminsanlarının etkinliğinden ibaret olarak ele alır. Bilginin doğrulanma süreci, bu yaklaşımla, kaçınılmaz olarak, kendi içine kapalı bir döngünün içinde yer alacaktır. Pozitivizm genel manzarayı görmez, bilginin doğrulanma sorunsalını tek bir bireyin algı ve zihin süreçlerinin içine kapatır. Bu da içinden çıkamadıkları paradokslar ve sonsuz döngüler üretir..

Oysa marksist bilgi kuramı bilgiyi tek tek bireylerin değil, tüm insanlığın tarihsel sürecinin ürünü olan toplumsal bir kategori olarak değerlendirir. Bilginin doğrulanma ölçütü, insanlık pratiğidir. Bilgi insan pratiğinde sınanır ve kuram ancak pratiğe ilişkin olduğunda bir anlam ifade eder. Tüm kuramsal savlar, pratiğin mihenk taşına vurulur ve bu süzgeçten geçtikten sonra insanlığa malolur. Bilgi edinme ve bilgi üretme süreci ise bireysel değil, toplumsal bir süreçtir. Bilginin kaynağı insan pratiğidir ve bilginin sınanacağı yer de dönüp geleceği pratiktir. Kuramsal bilgi pratikten çıkar ve ancak pratiğe dönerek doğrulanır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Popper'ın Marksizmi yanlış saymasının senin söylediğinle hiçbir alakası yok. Popper, Marksizmin bilimsel öngirüleri olduğunu ama bunların yanlış çıktığını, dolayısıyla marksizmin yanlışlanmış olduğunu söyler. Bu konuda Popper elbette eleştirilebilir ama senin öne sürdüğün argümanlarla değil. Ayrıca marksizmin bazı noktalarını metafizik sayar; bunların da tümevarımla filan alakası yoktur senin sandığın gibi.

Popper ve diğer bütün pozitivistler elbette eleştirilmelidirler, ama doğru noktadan. Önce ne oldukları tam olarak öğrenilerek.. Popper'ın ne dediğini doğru anlamadan onu eleştiremezsin; ki bu başlık altında Popper'a ve pozitivizme ilişkin söylediklerin de bunu gösteriyor. Kapitalizm eleştirilmelidir elbette.. Ama onu anlamaktan bile aciz olan Proudhon'un değil, Marx'ın argümanlarıyla. Burada yaptığın da Proudhon'un kapitalizm eleştirisine benziyor. Önce onu anlamadan, yanlış kanı ve zanlarla yanlış değerlendirerek yapılan şey, eleştiri olamaz.. Bir Popper'ciye vız gelir böyle bir şey.

Tabi Popper'in marksist eleştirisi Popper'i anlamayı gerektirmekle kalmaz, marksizmi de doğru anlamayı gerektirir:

Bu forumda epey bir Popper'ci gördükten sonra incelemeye karar vermiştim, hatta Marksizmin sıkı bir eleştirisini görüp fikirsel hayatıma bir renk katacağımı da samimiyetle umuyordum çevremde epey baba teorisyenleri zevkine sıkıştırmayı da düşünüyordum ama ne göreyim,

Popper'in 1940 yılında yazdığı ve neredeyse düşüncelerinin en temeli olan Diyalektik Nedir? adlı makalesi ve şu yere göğe sığdırılamayan Tarihsiciliğin Sefaleti'ni okudum ve büyük hayal kırıklığı yaşadım..

Popper öncelikle Marksizmi Bilimsel kabul etmiyor, bu da zaten onun bir çelişkisi zira Marksizmi hem yanlışlanmış hem de Bilimsel olmamakla Bilimsi olmakla eleştriyor yani kendi içine bir çelişkisi..

Onun dışında temel referans noktası da İngiltere'nin girdiği Refah Devleti politikalarıyla Avrupa'da Devrimlerin olmaması....Devrimlerin olmaması Marx'ın öngörülerini yanlışlıyor İngiliz Refah DEvleti'de hem yanlışlıyor hem de Sosyalizme gerek kalmadığını gösteriyor(muş)

Bu ifadelre bile anlayana sivri sinek saz mahiyetinde..

Diyalektik Nedir adlı makalesinde de Tarihsici olarak eleştirdiği Marksizmi, Tarihçesiyle analiz ederek ayrı bir çelişkiye imza atıyor üstüne üstlük işin içine Psikolojik tahliller katarak yani kendisinden yüzyıl önce yaşamış bir adamın hangi psikolojik etmenlerle Marksizmi oluşturduğunu yazıyor..

Marks, Hegel'den etkilenmiş, Hegel'de Kant'tan onun öncülüde Platon....Neden sonuç ilişkisi içinde anlatılan bir hikaye..

Efendim Hegel, Prusya'nın epey Faşizan ve Devletçi bir döneminde Entellektüel olmuş o dönem otoriteye yaranmak için kuramlarını oluşturmuş yani kuramları totaliter karakterdeymiş Marks'da aslında iyi niyetli bir insanmış ama Hegel'e aşırı bir saygısı varmış o yüzden öyle olmuş..

İnanmayanlar Dİyalektik Nedir'? okusunlar..

Tarihsiciliğin Sefaleti de epey sefil bir kitap....Bir ton boş laf, Tarihsici diye bir grup adamı genellemiş hepsine giydiriyor arada Hegel'mi geçiyo yoksa Kant'mı belli değil ya da Marks..

Bunlar ortak noktalara sahip oalbilirler ama topyekün genellenecek adamlar değillerdir...zira buna köylü kurnazlığı denir...Marks'ın Tarihsel Materyalizmi ile Kant ya da Mill aynı kefeye konamaz..

NOT: Popper'in Marksizm eleştirilerinin büyük kısmı Hegel üzerindendir, ancak popper denen sahtekar Hegel'i 2.cil kaynaklardan okumuş ve Hegel eleştirilerini Hollandalı bir Felsefecinin düşüncelerinden araklamıştır yani yeni bir şey de yapmamıştır..

bu konuda bknz: Walter Kaufmann, From Shakespeare to Existentialism: Studies in Poetry, Religion, and Philosophy, (Beacon Press: Boston 1959).

tarihinde Faithnomore tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Deicide,

Sen bana iki hafta sonra cevap yazdığın için, ben de sana iki hafta sonra cevap yazacağım.

Unutmazsam tabi.

Gör bakalım nasıl oluyormuş.

Tam konuyu unutuyorum, cevap geliyor.

Sonra tüm okumaları tekrar yapmak zorunda kalıyorum.

Biraz da sen yaşa bunları.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Herkesin her zaman uzun cevap yazacak müsait zamanı olmayabiliyor. Bu triplere girme işi neden?

Link to post
Sitelerde Paylaş
Deicide,

Sen bana iki hafta sonra cevap yazdığın için, ben de sana iki hafta sonra cevap yazacağım.

Unutmazsam tabi.

Gör bakalım nasıl oluyormuş.

Tam konuyu unutuyorum, cevap geliyor.

Sonra tüm okumaları tekrar yapmak zorunda kalıyorum.

Biraz da sen yaşa bunları.

E ne yapayım Freddie.. Aralıklı olarak yurtdışına çıkmak zorunda olan birisiyim. Her yerde de Internet olmuyor, olsa bile uygun olmuyor maalesef.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bunu birisi bana açıklayabilir mi?

Niye insanlar ya islamcı, ya atsızcı/ırkcı, ya stalinci/totaliter, yahut da bu son ikisinin birleşimi (ulusalcı türk solu?) olmak zorunda?

Niye kimse özgürlükçü, bireyci, demokrat olmaz?

Bu şartlar altında islam'la niye mücadele edelim ki?

İslam'dan daha beter politik tehlikeleri savunsunlar diye mi insanlar?

Bu ülkenin mayası bozuk. Boşuna Kemalist dikta bu ülkeyi tahakküm altında tutmadı baştan beri. Bu ülkenin insanı gerçekten de aşırı uçlarda dolaşmaya meyilli aklıselimden uzak anormal tiplerden oluşuyor.

ludwig türkiye'de herkesin düştüğü hataya düşmüşsün. kemalist dikta dediğin şey burjuva demokratik devrim ve değerleri yerleştirememiş bir toplumu kısa zamanda dönüştürme çabasıdır.

bireyci demokrat vs. olabilmek için öncelikle köylülüğün, feodal zihniyetin, boş inançların, dini hiyerarşi ve boş inançların tedavülden kalkması, bilim ve felsefenin özgür hale gelmesi gerekir. cumhuriyetin kurulduğu yıllarda osmanlı mirasından kalanlarla nasıl bir liberal demokrasi oluşturmayı düşünüyorsun onu bilemem. böyle mucizevi bir projen varsa bizi de bilgilendir. ki hala o mirasın devamıyız. bakma sen 3g siydi hızlı internetiydi. çoğunluk hala köylüdür türkiye'de.

avrupa bir anda kilise ve soyluların egemenliğinden liberal demokrasiye geçmedi. çok uzun ve acı tecribeler yaşadı. bizim "dikta" mız bunlara nazaran ödenen çok çok küçük bir bedeldir. ancak yeteri kadar ödenemedi ki geri geri gitmekteyiz şu anda.

bu konularda yorum yapılırken başka bir yanlış daha yapılıyor. o da neden islam dünyasında (ki bizi de doğrudan ilgilendiriyor bu) hala içtihat kapısının dahi açılamadığı, 2009 yılına gelindiği halde hala neden donuklaşan, ne insan haysiyetiyle ne insan haklarıyla bağdaşan uygulamaların hala ileri derecede kutsal kabul edilerek sorgulanamadığı, geleneksel islamın nasıl olup da bu iletişim çağında hala gelenekselliğini koruyabildiğinin incelenmemesidir. gerçi bunu yapmak kellenize malolabileceği için biraz risklidir.

islam ülkeleri neden modernleşemiyor? bu ülkeler içinde ehven-i şer durumda bulunan türkiye'nin bu konumunun sebebi olan kemalist dikta (!) ya günümüzde neden saldırıldığının cevabı kanımca bir önceki paragrafın cevabı ile aynı : derin islam. takiyye, yoğun propaganda, yalan dolan, bilim adı altında kandırmaca, düpedüz tarihi ve olayları değiştirmece, o da olmazsa şiddet... islam tüm gelenekselliğinin ve ilkel unsurlarının meşruiyetini bu çağda dahi korumakta ve geliştirmektedir. cemaatler, petrol gelirleriyle yapılan propaganda ve destek, eğitim... bir sürü araç gereç var. esas tehlike budur. her canlıda olan sonsuza kadar varolma eğilimi de dini inançları destekliyor.

ama bizim ahmak liberaller ve bir kısım sosyalistler bunun farkında değil ve hala neredeyse yıkılmak üzere olan cumhuriyet ve modernleşme ile uğraşmaktalar.

gerçi artık benim pek umrumda değil. kamuoyu, iktidar ve medya bu kadar sert esiyorken hiç bir yapı dayanamaz. insanlar ne istiyorlarsa onu yaşasınlar. zaten gerek kurtuluş savaşı gerekse sonrasında gerçekleştirilen siyasi proje çok ayrıksı ve mucizevi idi. gönül isterdi ki başarılı da olsun. ama daha önce de dediğim gibi galiba ait olduğumuz çukura doğru yuvarlanıyoruz ve tüm islam dünyasının yakın ve orta vadede gerçekleşmesi pek mümkün görünmeyen aydınlanma sürecini beklemek zorunda kalacağız. ne de olsa herkes atatürk kadar dirayetli ve mücadeleci olamaz.

belki batıda da gücünü artırmakta olan dinci muhafazakarlar kazanacak ve dünya çok daha boktan bir yer olacak.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...