gavs 0 Ağustos 28, 2009 gönderildi Raporla Share Ağustos 28, 2009 gönderildi (düzenlendi) olayın üstünden 9 gün geçmiş fakat genelkurmay, taraf'ın haberinden sonra açıklama yapıyor.türk milletinin en çok güvendiği kurumun sefil haline bakın hele. millet evladını davul zurnayla askere gönderiyor... evlatlarını güvendikleri bu kuruma emanet ediyorlar onlarsa , onlara doğruyu söyleyemeyecek kadar.. vatandaşlarına saygı duymuyor.. doğruyu söyleyecek kadar vatandaşlarına karşı dürüst olmayan bir kurumun başındakilerin o şehit cenazelerinde...şehit aileleri ile döktükleri göz yaşların samimi olduğuna gelde şimdi inan.. allah bilir bügüne kadar böyle kaza sonucu öldüğü söylenen askerlerden kaçı... gerçekte kaza sonucu değilde... böyle gerizekalı birilerin saçmalıkları sonucu öldü.. bizim burda bir komşunun akrabasının oğlu bundan 4 yıl önce ,, nöbet tuttuğu kulübenin çökmesi sonucu öldüğü haber geldi.. sonra ölen çocuğun askerdeki arkadaşlardan birinin.. çocuğun ailesine oğlunuz kulübenin çökmesi sonucu değil.. bilmem hangi komutanın öldürüsüye dövmesi sonucu öldü deyince... işin rengi değişti.. o aile yargı yoluna başvurdu... ama ne sonuç aldılar bilmiyorum... Ağustos 28, 2009 tarihinde gavs tarafından düzenlendi Link to post Sitelerde Paylaş
BayhanGurhan 0 Ağustos 28, 2009 gönderildi Raporla Share Ağustos 28, 2009 gönderildi ya ne olacaktı?atatürkçülük, çağdaşlık, üniter devlet, laiklik palavraları sıkarsın bir de ota boka mesaj verirsin olur biter.gerisi mi?vatan sağolsun ulan işte. Link to post Sitelerde Paylaş
onyedi 0 Ağustos 28, 2009 gönderildi Raporla Share Ağustos 28, 2009 gönderildi sağol decide senin gibi aydın insanların olduğunu bilmek insanı rahatlatıyor yazılarını okudum eline sağlık Link to post Sitelerde Paylaş
Freddie 0 Ağustos 28, 2009 gönderildi Raporla Share Ağustos 28, 2009 gönderildi (düzenlendi) Peşine takıldığımı nereden çıkarıyorsun.. AKP hükümetine, emperyalizme tavrımız ve rezervimiz ortada. Fakat bu atılan her olumlu adıma, hangi hesap ve amaçla atılmış olursa olsun, karşı çıkmayı mı gerektirir? Egemen sınıf içindeki çelişkilerden yararlanma taktiği nereye gitti? Egemen sınıfların çelişkilerinden yararlanmak mı? İyi, güzel, hoş ama senin bu AKP övgülerin sadece bazı demokratik kazanımlardan ibaret gibi görünmüyor. Mesela ben de 301'e karşıyım, milliyetçiliklere karşıyım, yargısız infazlara karşıyım, Hrant'a yapılanlara karşıyım v.s. ama AB'ye de karşıyım. Demokrasiyi savunmanın tek yolu AB değil. Zaten demokrasi dahil herşeyi AB getirecekse ve mevcut kapitalist düzende de birşeyler olabiliyorsa o zaman sosyalizme ne gerek var? Bu dediğimi yanlış anlamanı istemem, çünkü çarpıtılmaya çok müsait birşey söyledim. Sizde -her ne kadar adını koymamış olsanız da- Maoizme benzer bir tutum var. Maoizmde de önce demokrasi sorunu dahil her türlü sorunun çözülmesi, ancak bunlar bitince sosyalizme geçilmesi türünden bir zihniyet vardı. Bunu, baş çelişkiler çözümlendikten sonra temel çelişkiye geçmek olarak teorize ediyorlardı. Kapitalizmin sorun çıkarmaktaki başarısı yüzünden Çin bir türlü sosyalizme geçemedi. Günümüzdeki sol liberallerin çoğunun eskinin ''Kampüs Maoisti'' olması da dikkat çekicidir. Siz de ''demokrasi sorunu'', ''Kürt sorunu'' derken sürekli liberal demokratlarla aynı kareye giriyorsunuz ama bu tür sorunlar bir türlü bitmediği için sıra emek sorununa gelemiyor. Hal böyle olunca, sizin sosyalizm iddianız sadece lafta kalıyor, uygulamada ise liberalizmin ötesine geçmeyen bir pratikle karşılaşiıyoruz. Üstelik eskinin Maoistleri, sizin de çözmek için uğraştığınızı söylediğiniz sorunlarla boğuşurken bir de bağımsızlık sorunu tanımlayıp emperyalizme karşı de mücadele veriyordu. Ama siz de bu yok. Eski Maocular sizden daha ileriydi. Bu arada, savunduğun çizginin aşamalı bir çizgi olduğunun, demokratik devrim çizgisi olduğunun farkındasındır umarım. Milli Demokratik Devrimde hiç olmazsa milli bir yön de vardı ama sizde o da yok. Lenin, ''dur önce demokratik sorun çözülsün, Kerenski'ye ses etmeyelim, sonra devrimi düşünürüz'' dememişti. Aşamacı zihniyeti aşmıştı. Keşke sen de aşabilsen Deicide. Kendi adıma ise, temel çelişki çözüldüğünde diğer tüm çelişkilerin çözüleceğini, dolayısıyla diğer çelişkilerin çözümü ile temel çelişkinin çözümü arasında bağ kurulup siyasetin bunun üzerine inşa edilmesi gerektiğini, baş hedefin temel çelişkiyi çözmek olması gerektiğini, aşamalara gerek olmadığını düşünüyorum. Yani, demokrasi geliştikçe sosyalizme yaklaşmak türünden bir bakış açısı yerine, anti-demokratik uygulamaların tek çözümü olarak sosyalizmi sunup devrimden sonra demokrasi sorununu çözmek taraftarıyım. İlk hedef ise devrimdir. Zaten diğer türlü bir amaçla yola çıkanlar, zamanla ''baş çelişkilere'' takılıp sosyalizmi unutuyorlar. Kendilerini açık açık liberal diye tanımlıyorlar. Sen henüz o kıvama gelmemişsin ama hala yoğuruluyorsun. Hayır, ne olacağını söyleyivereyim: tarihte defalarca görüldüğü gibi, işlevlerini gördükten sonra, bu sefer bunlar tasfiye olacaklar. Bu kadar basit. İspanya'da faşizm nasıl tasfiye oldu? Portekiz nasıl demokrasiye döndü? Proleter devrimle mi? AKP'nin işlevi bitince o da atılacak bir kenara diyorsun. Doğrudur. Fakat onun işlevi bittiğinde geri dönülmez bir değişim yaşanmış olacak. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Osmanlı Cumhuriyetinde solculuk yapmak zorunda kalacağız. Proleter devrimi yapmayan ama faşizmi ortadan kalkmış ve demokratikleşmiş ülkelerde bu nasıl oldu diye sormuşsun. Aslında daha önce yazmıştım. Proleter devrim 'tehlikesi' ortadan kalktığı için olabildi bu. ''Kırmızı çizgileri'' işçi sınıfı mücadelesinin yükselmemesine dayanan bir garip demokrasiyi işçi sınıfı adına savunmanın mantığını anlamama olanak yok. Elbette hayır. En ufak bir risk gördüklerinde ne yapacaklarını tarihte gördük; bu ülkenin değil, başka ülkelerin tarihinde.. İyi de aynı şeyi bugünkü kemalistler, ordu, Avrasyacı takımı yapmayacak mı? Onların da ne kadar kan dökücü olduklarını bizzat kendi ülkemizin tarihi göstermedi mi? Daha dün değil olmadı mı bunların ölçüsüz kan dökücülükleri? Faili meçhuller, sokak infazları? Birincisi, kemalistlerin de aynı kan dökücülüğü yapacak olması, AKP'ci dinci tayfasının kan dökücülüğünü meşrulaştırmaz. Kendi fikrinin doğruluğunu savunmak yerine, benimkinin de yanlış olduğunu iddia ederek yanıt vermeye kalkıyorsun. İkincisi, bu memlekette solun en çok örgütlenme fırsatı buluğu ve en çok kitleselleştiği dönem, nispeten kemalist yönelimi bulunan 27 Mayıs müdahelesinin sunduğu zemin değil midir? Kemalizm 12 Eylülcülük değil, 27 Mayısçılıktır ve 27 Mayıs'ın sunduğu koşullar sol için şimdiye dek görülen en demokratik ve elverişli koşullardı. Üçüncüsü, sen Osmanlıcıların iktidarını savunmana rağmen(ki savunmadığını iddia etmen birşeyi değiştirmez, çünkü gücün yok ve onlar çok güçlü) ben kemalizmin iktidarını savunmuyorum. Zaten kemalizmin ahı gitmiş vahı kalmıştır. Ben, kemalist kitleye bakıyorum. Bunu kaç defa daha söylemem gerekecek acaba? Sana yukarıda bir tavsiyede bulundum.. Tarih sınıf savaşlarının tarihiyse, bugün yaşanan sınıf savaşı hangi sınıflar arasında? Bir zahmet çıkarıver.. İktidarı paylaşamayanlar kimler? Tek tek kişiler, örgütler, ideolojik akımlar mı (idealist bakış açısıyla)? Yoksa daha derindeki sınıflar mı? Eğer sınıflar arasındaysa bu çatışma, bunlar hangi sınıflar? 27 Nisan muhtırasını veren, Cumhuriyet mitinglerini tertipleyen sınıflar kim? Karşısındaki sınıflar kim? Sor kendine bu soruyu ve yanıtlamaya çalış bakalım.. Bugün Türkiye'de orta burjuvazi denen islamcı sermaye ve emperyalizm, Türkiye'yi yeni-osmanlıcı bir rejime dönüştürmek istemekte ve bunun için mücadele etmektedir. Büyük burjuvazi denen TÜSİAD çevresi, her ne kadar laiklik üzerinden bazı kaygılar ve ''dengelerin'' bozulmaması için hassasiyet taşısa da, emperyalizmden kopamayacağı için ve yerelleşme projeleri onun da çıkarına olduğu için o da karşı-devrimci saftadır(karşı-devrimden kastım, 1923'ün tümden tasfiyesidir). Ordu, ergenekon operasyonu adı altında içindeki bazı 'olumsuz unsurların' temizlenmesine göz yummuş ve bu ittifaka dahil olmuştur. Zaten ordu bir NATO ordusudur, emperyalizmden bağımsız hareket edemez. Muhtıra vermekten fazlasını yapamaz. Tek istediği, kurulacak olan Osmanlı'da kendisinin fazla dışlanmaması ve mümkün olduğunca ağırlık kazanmasıdır. Bunların hepsi aynı cephededir. Diğer yanda ise işçi sınıfı ve yoksul köylülüğün çıkarları, daha piyasacı bir yönelimi olacak olan yeni-Osmanlıya karşıttır. Fakat bu emekçi kitlenin önemli bir kesimi, sermayenin dinci ideolojik hegemonyası altındadır. 'Karşı taraf' budur işte. Özetlersem: Büyük ve orta burjuvazi + Ordu(özellikle üst kademe) + ABD ve AB emperyalizmi. Büyük burjuvazinin egemenlik sahası, orta burjuvazi tarafından tehdit edildiği ve hükümet gücü de islamcı sermayede olduğu için, büyük burjuvazi bu ittifakta yer yer sorun çıkarmaktadır. Öte yandan, her ne kadar burjuva ideolojik hegemonya altında olsa da, emekçiler, özellikle de ekonomik sebeplerle başkaldırma eğilimi göstermektedirler. Ordu içerisinde de -özellikle alt kademelerde- bu gidişten hoşnutsuz olanların varlığı açıktır. Diğer yandan, işçi sınıfının ve küçük burjuvazinin alevi-Atatürkçü-solcu kesimi ve alt derece subayların radikal olanları, kimi ekonomik kimi de ideolojik sebeplerle, bu yeni-Osmanlıcı dönüşümden rahatsızdır. İşte bunlar, Osmanlı'ya alternatif olacak bir sosyalist yönelimin kitlesi olabilirler. Fakat bunlar da, zaten 12 Mart'tan beri iktidarı yitirmiş ve artık beli iyice kırılmış olan statükonun ideolojik hegemonyası('kemalizm') altındadırlar. Tabi bunlara kemalizm diye sunulan şeyin anti-emperyalizm ve tam bir laisizmle alakası yoktur. Bence sınıf ayrımları işte bu biçimdedir, ve kemalizmin bu kitlesinin(yani statükonun ideolojik hegemonyasındaki kitlenin) önderliğini sosyalistler almayı başarabilir ve kendi ideolojik hegemonyalarını kurabilirlerse, işte o zaman gerçekten anti-emperyalist ve laisist bir sosyalist düzen kurulabilir. Not: Statükonun sınıfsal kökenine girmedim. Çünkü sosyalizm mücadelesi söz konusu olduğunda, burjuva devletlerde statüko bitmez. Diğer yandan, tekelci burjuvazi ve emperyalizmin bu denli hakim olduğu bir ülkede hala egemen güç olarak statükoyu görmek de akıl almaz bir aymazlıktır. Sabah-akşam statüko lafları eden M.Altan bile son yazısında o statükonun ABD'nin izni olmadan hiçbir şey yapamayacağını yazmıştı. Aslolan statüko değil onu doğuran dinamiklerdir. Ben demokrasi, insan hakları, özgürlük konularında burjuvazi ile liberallerle aynı dili konuşmaktan zerre kadar gocunmuyorum.. Peki sen Avrupa'ya itiraz ederken faşistlerle bir arada resim vermeye utanmıyor musun? Avrupa'ya itiraz edince ''faşistlerle birlikte resim vermenin dayanılmaz utancını'' mı yaşamamız gerekiyor? Onlar neden benle aynı karede çıkmaktan utanmıyor? Avrupa'ya itiraz ettim diye utanmıyorum, çünkü faşistin itiraz gerekçesi ile benimkinin farkı aklı çalışan herkes için çok açıktır. Öte yandan, hiçbir demokratik kazanıma da itirazım yok. Fakat demokratik kazanımlar için sosyalizm mücadelesi vermekten çok AB mücadelesi verenleri görünce kızıyorum haliyle. Demokrasinin tek adresinin AB'ye üye olmaktan geçtiği söylendiğinde kızıyorum. Çünkü AB denen birlik, Kopenhag Kriterlerinden ibaret değil, Maastricht Kriterleri de var. Ve bu kriterlere rağmen AB'yi savunmak basbaya liberalizmdir. Artık kemalizm, günümüz için pranga olmuştur. Bir anlamı kalmamıştır. Demokrasi için engel haline gelmiştir. Dün batılılaşmanın (demokrasi değil), aydınlanmanın simgesi olan bu akım artık bugün bu özelliğini de yitirmiştir. Avrasyacılık denen, İran'dan medet umma marjinalizmiyle iyice karşıtına dönecektir. Zamanında kemalizmle ilgili çok rüyalar gördük. Bunların hepsinin de yanılgı olduğunu, yüzümüze çarpılınca anladık. Kemalizmin aşılması gerektiği hususuna katılıyorum. Kemalizm, laikliği ve bağımsızlığı kapitalizm koşullarında savunabilmek idealiydi ve günümüz dünyasında bu mümkün değildir. Kapitalizme laf etmeden emperyalizme laf etmek söz konusu olamaz. Artık kemalizmin ideallerini yaşatmanın tek yolu sosyalizmdir. Bu yüzden, mevcut süreçten kaygılanan kemalist kitleler kemalizme takılmak ve yeni hayal kırıklıklarına yelken açmak yerine sosyalist devrim mücadelesine katılmalıdır. Söylediğim budur. Yoksa kemalizmi veya statükoyu savunuyor değilim. Fakat, ''demokrasinin önündeki engel'' olarak kemalizmi görüp de emperyalizmi görmemek anlaşılabilir birşey değil ve seni anlamıyorum. Kemalizmle ilgili geçmişte gördüğünü söylediğin rüyaların acısını, AKP kabusuna sarılarak dindirmek istemen de çok ironik olmuş. Eğer bu ülkeye uzun süredir emperyalizm ve tekelci burjuvazi hakimse, bu ülkenin gerçek iktidarını elinde tutanlar ve bırakmak istemeyenler, bunun için cumhurbaşkanlı seçiminde arıza çıkaranlar mı tekelci burjuvazi ve emperyalizm tarafındadırlar, yoksa o iktidarı almak isteyenler mi? Yoksa arada bizim görmediğimiz bir devrim oldu da, iktidar bu ikiliden anti emperyalist birilerine mi geçti? Soruyu bu şekilde sorduğuna göre; birincisi, 12 Eylül'den tarikatlaşmaya kadar herşeyin baş sorumlusu olarak kemalist statükoyu görüyorsun demektir. ''Türk-İslamcı kemalizm''! Tamam kemalizmi ben de eleştiriyorum ama sen resmen haksızlık yapıyorsun adamlara. İkincisi, kemalist statükoyu emperyalizm ve tekelci burjuvazinin temsilcisi yaptığına göre, ona karşı mücadele ettiği söylenen AKP sana göre emperyalizmden bağımsız ve tekellerle kanlı bıçaklı öyle mi? Bu da ilginçmiş. Benim düşünceme gelince... Türkiye uzun süredir emperyalizmin içsel bir olgu olarak geliştiği ve burjuva oligarşisinin egemenliğindeki bir yarı-sömürge ülkedir. Statükonun rolü, emperyalizm ve tekellerin kendisine çizdiği kadardır. Peki neye karşı çıklıyor, çatışma neden çıkıyor? Çünkü emperyalizm daha önceden 12 Eylülcü bir ideolojiyi(Türk-İslam sentezini) hakim kıldı ve dengeleri buna göre kurdu. Fakat şimdi dengeleri tekrar değiştirip yeni bir ideolojiyi hakim kılmaya, ülkemizi bir kez daha dönüştürmeye çalışıyor. Yeni-Osmanlı gündemde artık. Laik kitlenin hoşnutsuzluğu ve görünen çatışmanın kaynağı burada. İçinde bolca kapitalizm, burjuva, emperyalizm.. geçen cümleler kurmak, sol terminoloji içinde söylem geliştirmek, otomatik olarak haklı olmak anlamına gelmez. Görüldüğü gibi, bu sol gevezelik, idealizmden başka bir şey değildir. Dikkatle kullanılmadığında bu kavramlar iş görmez, tam tersine olan biteni görmeye birer engel haline gelir.. Ne idealizmi be güzel arkadaşım? Bana ''sol geveze'' diyene bak! İki lafla emperyalizmi idealar dünyasına gönderip kendi demokrasi argümanını hakettiği işbirlikçilik yaftasından sıyırmaya çalışıyorsun. Sen emperyalizmin içeriğini muğlaklaştırdın diye o yok olmuyor. Yerelleşmeye, yeni-Osmanlı'ya, dincileşmeye ve tarikatlaşmaya hangi emperyalist özne karşı çıkıyor? İsimini ver. Ekonomik yönden emperyalizm pek çok uluslararası şirkettir, hatta ''yerli'' olanlar da bunlarla eklemlenmiştir. Siyasal olarak ise ülke bazında düşünmek gerekir. İncirlik'teki emperyalist üssün kime ait olduğu çok açıktır örneğin. Kavramları muğlaklaştırarak laf cambazlığı yapıp işbirlikçiliğinizi gözden uzak kılamazsınız. Size niyetiniz doğrultusunda başarılar diliyorum.. Yüzünü Avrasyaya dönmüş kitle ile birlikte mutluluklar.. Beni ise diğer taraftaki şeriatçılar, cemaatçiler değil, onlara oy veren, denize düştüğü için yılana sarılmış emekçi halk ilgilendiriyor.. Yüzünü Avrasya'ya dönmüş küçük burjuvalar, memur çocukları vs arasından marjinal bir takım eylemciler bulabilirsin ama tarihin öznesi olacak yığınlar asla! Halktan kopuk, halka yabancı, sokakta gördüğünde başını çeviren solculuk işte buraya kadar.. Yüzünü Avrasya'ya dönmüş kitlenizle beraber daha çok dumurlar yaşarsınız!.. Avrasyacı bir kemalist olmadığımı daha önce de söylemiştim. Fakat sosyalist Türkiye kurulduğunda yüzünü ABD ve AB'ye dönemeyeceğine göre bir yere dönmek zorundadır. K.Kore gibi içe mi kapanalım? Ben de sana emperyalizmin Osmanlı Cumhuriyetinde başarılar dilerim dostum. Tarikatçılarla sosyalizmi getirme planları yaparsın artık. Bir grev olduğunda cami çıkışı besmeleyle gidersiniz falan. İşçi sınıfının gericileştikçe, cemaatleştikçe, ümmetleştikçe demokratikleşeceğini umuyorsan eğer, sana mücadelende başarılar dilerim. Devrimi küçük burjuvazi değil emekçiler yapacak elbette. Fakat eli tesbihli emekçinin yapacağı tek devrim İslam 'Devrim'i olacaktır. Tarih, küçük burjuvaziye ve köylülüğe sırtını dayamış çok sayıda muzaffer devrim gördü, ama cemaatleşmiş bir yığının ilerici atılım yaptığı görülmedi. Aynı tarih kimin yanıldığını da gösterecektir. Şimdi birbirimize ne desek boş anlaşılan... Senin sosyalizm mücadelesinden anladığın ile benim anladığım çok farklı. İşte dediğimiz gibi, sol gevezelikle solculuk filan olmuyor.. Yüzünü Avrasya'ya dönmüş kitlenin senin kitlen olduğunu yukarıda ilan ettin.. Seninkilerin hükümeti işte onların bugüne kadar kurdukları hükümetler oluyor. Açık değil mi? Nasıl ki şimdiki AKP kitlesi senin kitlen değilse, yüzünü Avrasya'ya dönmüş kitle de benim kitlem değil. Fakat ''benim kitlem'' diyebileceğim bir potansiyel barındırıyor. Sen de bu potansiyeli, demokrasi adı altında, AKP'li kitlede gördüğünü hemen üstteki alıntımda ilan ettin. Ortada devrimci ve örgütlü bir sosyalist emekçi sınıf kitlesi olmadığı için onu yaratmak gerekiyor mecburen. Ve hangi hamurdan yaratacağımız konusunda anlaşamıyoruz. Manzaraya bakınca gördüğüm şey budur. Ağustos 28, 2009 tarihinde Freddie tarafından düzenlendi Link to post Sitelerde Paylaş
Neferkamin Anu 0 Ağustos 29, 2009 gönderildi Raporla Share Ağustos 29, 2009 gönderildi millet evladını davul zurnayla askere gönderiyor... Askerlik yan gelip yatma yeri değildir. Sizin argümanları birazda size karşı kullanalım. Link to post Sitelerde Paylaş
palacio 0 Ağustos 30, 2009 gönderildi Raporla Share Ağustos 30, 2009 gönderildi seviyoruz lan tsk'yı varsın ölen asker olsun generkurmaya bisey olmasın:D Link to post Sitelerde Paylaş
Deicide 0 Eylül 1, 2009 gönderildi Raporla Share Eylül 1, 2009 gönderildi Egemen sınıfların çelişkilerinden yararlanmak mı? İyi, güzel, hoş ama senin bu AKP övgülerin sadece bazı demokratik kazanımlardan ibaret gibi görünmüyor. Mesela ben de 301'e karşıyım, milliyetçiliklere karşıyım, yargısız infazlara karşıyım, Hrant'a yapılanlara karşıyım v.s. ama AB'ye de karşıyım. Demokrasiyi savunmanın tek yolu AB değil. Zaten demokrasi dahil herşeyi AB getirecekse ve mevcut kapitalist düzende de birşeyler olabiliyorsa o zaman sosyalizme ne gerek var? Bu dediğimi yanlış anlamanı istemem, çünkü çarpıtılmaya çok müsait birşey söyledim. Tutumumu defalarca belirttim. AKP'nin yaptığı her şeyi pembe gözlükle değerlendiriyor değilim. Elbette kendi örgütlenmesini, kendi hesaplarını, iki yüzlülüğünü vs biliyorum. Bunları tekrarlamaya gerek yok.. Bu yüzden özellikle "hangi hesapla ve niyetle yapıyor olursa olsun" gibi bir anımsatmayı özellikle ekliyorum. Ortada inkar edilmeyecek bir gerçek var: birincisi bugüne kadar kimse Kürt meselesinde bilindik resmi söylemi tekrar etmek dışında bir şey yapmadı, çok çok "Kürt realitesi" gibi utangaç birkaç söz söylediler, ki o zaman da onları destekledim, ama ilk defa bunlar yetersiz de olsa, yarıda kalacağı şimdiden belli de olsa bir adım attılar.. Bu ülkedeki çete örgütlenmesinden, faili meçhul cinayetlerden, darbe kışkırtıcılığından, basına ve deokratik kurumlara yapılan baskılardan, tehditlerden şikayet etmiyor muyduk? Bunlar tarihte ilk defa bunların üzerine gitmediler mi? Yine yetersiz olsa da, bir kaç kişi belki cezalandırılıp diğerleri unutulsa da.. Yapılması gereken gerici koroya katılmak değil, bu adımları desteklemek ve daha ilerisi için bastırmak. Geri döndükleri anda da teşhir etmek.. Tabi ki demokrasiyi savunmanın tek yolu AB değil.. Elbette AB projesi de yeterli değil.. Ama neden bu süreç içindeki somut kazanımlara karşı çıkalım? AB standartları iş güvenliğinde daha ileri uygulamaları gerirecekse, insan haklarında düzelme sağlayacaksa neden toptan karşı çıkalım? Bizim görevimiz olumlu noktaları öne çıkarmak ve bunların da ötesi için zorlamak. Faşistlerle birlikte toptan karalamak değil. Sizde -her ne kadar adını koymamış olsanız da- Maoizme benzer bir tutum var. Maoizmde de önce demokrasi sorunu dahil her türlü sorunun çözülmesi, ancak bunlar bitince sosyalizme geçilmesi türünden bir zihniyet vardı. Bunu, baş çelişkiler çözümlendikten sonra temel çelişkiye geçmek olarak teorize ediyorlardı. Kapitalizmin sorun çıkarmaktaki başarısı yüzünden Çin bir türlü sosyalizme geçemedi. Günümüzdeki sol liberallerin çoğunun eskinin ''Kampüs Maoisti'' olması da dikkat çekicidir. Siz de ''demokrasi sorunu'', ''Kürt sorunu'' derken sürekli liberal demokratlarla aynı kareye giriyorsunuz ama bu tür sorunlar bir türlü bitmediği için sıra emek sorununa gelemiyor. Hal böyle olunca, sizin sosyalizm iddianız sadece lafta kalıyor, uygulamada ise liberalizmin ötesine geçmeyen bir pratikle karşılaşiıyoruz. Üstelik eskinin Maoistleri, sizin de çözmek için uğraştığınızı söylediğiniz sorunlarla boğuşurken bir de bağımsızlık sorunu tanımlayıp emperyalizme karşı de mücadele veriyordu. Ama siz de bu yok. Eski Maocular sizden daha ileriydi. Bu arada, savunduğun çizginin aşamalı bir çizgi olduğunun, demokratik devrim çizgisi olduğunun farkındasındır umarım. Milli Demokratik Devrimde hiç olmazsa milli bir yön de vardı ama sizde o da yok. Lenin, ''dur önce demokratik sorun çözülsün, Kerenski'ye ses etmeyelim, sonra devrimi düşünürüz'' dememişti. Aşamacı zihniyeti aşmıştı. Keşke sen de aşabilsen Deicide. Kendi adıma ise, temel çelişki çözüldüğünde diğer tüm çelişkilerin çözüleceğini, dolayısıyla diğer çelişkilerin çözümü ile temel çelişkinin çözümü arasında bağ kurulup siyasetin bunun üzerine inşa edilmesi gerektiğini, baş hedefin temel çelişkiyi çözmek olması gerektiğini, aşamalara gerek olmadığını düşünüyorum. Yani, demokrasi geliştikçe sosyalizme yaklaşmak türünden bir bakış açısı yerine, anti-demokratik uygulamaların tek çözümü olarak sosyalizmi sunup devrimden sonra demokrasi sorununu çözmek taraftarıyım. İlk hedef ise devrimdir. Zaten diğer türlü bir amaçla yola çıkanlar, zamanla ''baş çelişkilere'' takılıp sosyalizmi unutuyorlar. Kendilerini açık açık liberal diye tanımlıyorlar. Sen henüz o kıvama gelmemişsin ama hala yoğuruluyorsun. Hayır, kesinlikle yanlış değerlendiriyorsun.. Lenin'i de yanlış anlamışsın. Onun söylediği, daha öte bir programı gerçekleştirmek kısa vadede mümkün iken Kerenski'yi beklemenin anlamsız olduğuydu.. Maoist değilim. Bu tabi Mao'nun haklı olduğu bazı konularda onu takdir etmemi anlamaz ama buradaki tutumumun bununla da ilgisi yok.. Devrim yerine reformlara bel bağlamaya reformizm denir. Bu görüş, devrime gerek kalmadığını, reformların yeterli olduğunu savunur. Öte yandan, reformları devrimin engeli olarak gören anlayış ise, sol sekter bir tutumdur. Reformları desteklemek ve mevcut düzende reformlar için mücadele etmek başka, devrimi reformla ikame etmek bambaşkadır. Senin dediğine bakılacak olursa, madem sorunlar kapitalizm içinde çözülemez ve bu sorunlar sosyalizmde otomatik olarak çözülecek, o zaman işçilerin ücretlerini ve çalışma koşullarını iyileştirmek için mücadele etmek anlamsız bir zaman kaybı ve hedef şaşırma değil midir? Hayır, bu anlayış katıksız bir sol sekter anlayıştır. Demokrasi, insan hakları ve ekonomik koşullar için ayrıca mücadele edilir ve bu mücadele sosyalizm mücadelesiyle çelişmez, onu tamamlar. Yanlış olan kitlelerin acil talepleri konusunda güncel mücadelelerini desteklemek ve ilerletmek değil, bunu sosyalizm mücadelesi yerine ikame etmektir. Bu üç amaçla yapılır: birincisi komünistler emekçi kitlelerin tüm çıkarlarını her zaman ve her yerde, her koşulda savundukları için, ikincisi bu mücadele aynı zamanda bir okul olduğu ve emekçi kitleleri güncel sorunlar için mücadeleye katmak onları devrim ve sosyalizm mücadelesine katmanın bir aşaması olduğu için ve sosyalizm dışında bu mücadelelerden alınacak sonuçların sınırlı olduğunu görmeleri ve kapitalizmin teşhir edilmesini sağlamak için. Tam olarak anlamıyla leninist tavır budur. Bunun aşamacılıkla filan ilgisi yoktur. AKP'nin işlevi bitince o da atılacak bir kenara diyorsun. Doğrudur. Fakat onun işlevi bittiğinde geri dönülmez bir değişim yaşanmış olacak. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Osmanlı Cumhuriyetinde solculuk yapmak zorunda kalacağız. Proleter devrimi yapmayan ama faşizmi ortadan kalkmış ve demokratikleşmiş ülkelerde bu nasıl oldu diye sormuşsun. Aslında daha önce yazmıştım. Proleter devrim 'tehlikesi' ortadan kalktığı için olabildi bu. ''Kırmızı çizgileri'' işçi sınıfı mücadelesinin yükselmemesine dayanan bir garip demokrasiyi işçi sınıfı adına savunmanın mantığını anlamama olanak yok. Ah Freddie.. Atları arabanın önüne değil, arkasına koşmaya devam ediyorsun.. Avrupa ülkelerinde demokrasi ve ileri insan hakları proleter devrim tehlikesi ortadan kalktığı için olabilmiş! Bu işte tam olarak hakların mücadele sonucu kazanılmış olduğunu değil, birileri tarafından bahşedilmiş olduğunu zanneden anlayış! Tam tersi olmasın.. Proleter devrimle yüzyüze geldikleri için bu hakları tanımak zorunda kalmış olmasınlar?! Bu ülkelerde bu hakları yeterli gören hakim reformist anlayışı eleştirebilirsin ama bu hakların işçi sınıfı mücadelesi sonucu elde edilmiş olduğunu asla inkar edemezsin! Yanlış olan bu hakları talep etmek ve onlar için mücadele etmek değil, bunları yeterli görüp razı olmaktı.. İki şeyi çok ciddi bir şekilde birbirine karıştırıyorsun. Küçük burjuva sol sekterliği işte tam da bu zaten! Birincisi, kemalistlerin de aynı kan dökücülüğü yapacak olması, AKP'ci dinci tayfasının kan dökücülüğünü meşrulaştırmaz. Kendi fikrinin doğruluğunu savunmak yerine, benimkinin de yanlış olduğunu iddia ederek yanıt vermeye kalkıyorsun. Elbette meşrulaştırmaz.. Yalnız senin ifadenin tersine bunlardan birincisi aktüel, ikincisi potansiyeldir.. Kemalistlerin "yapacak olması" değil, "yapmış olması" demek lazımdı.. AKP'nin kan dökücülüğünü ise henüz o derece görmedik. İkincisi, bu memlekette solun en çok örgütlenme fırsatı buluğu ve en çok kitleselleştiği dönem, nispeten kemalist yönelimi bulunan 27 Mayıs müdahelesinin sunduğu zemin değil midir? Kemalizm 12 Eylülcülük değil, 27 Mayısçılıktır ve 27 Mayıs'ın sunduğu koşullar sol için şimdiye dek görülen en demokratik ve elverişli koşullardı. Sol akımların yükselişinin doğrudan nedeni olmamakla birlikte, 27 Mayıs sonrasında yapılan anayasanın sol akımlar için bazı elverişli fırsatları hazırladığı doğrudur.. Ama o zaman "anayasayı koruma" maddesini birinci gündem maddesi yapan sol akımların görmediği, bugün de ihmal edilen nokta, o anayasanın ikili karakteriydi. Anayasanın getirdiği hakların korunması ve ilerletilmesi doğru bir tavırdı (bak yukarıda demokrasi mücadelesi için yazdıklarıma), bunu sosyalist mücadele için yeterli sayan anlayış ise kemalizm kuyrukçusu reformist bir anlayıştı.. Aynı zamanda anayasanın askeri bürokrasinin iktidarını dokunulmaz ve kalıcı kılan karakterini de görmek gerekiyordu: kontenjan senatörlüğü, tabii senatörlük, MGK gibi. Bu ve buna benzer seçimle ve seçmen iradesi ile ilgisi olmayan kurumlar, bu iktidarı güçlendirdi ve daha sonraki müdahaleleri doğurdu. 27 Mayıs ile 12 Eylül'ün aynı anlayışın ürünleri olduğunu hala görmemiş olmak ise başka bir körlük tabi. Üçüncüsü, sen Osmanlıcıların iktidarını savunmana rağmen(ki savunmadığını iddia etmen birşeyi değiştirmez, çünkü gücün yok ve onlar çok güçlü) ben kemalizmin iktidarını savunmuyorum. Zaten kemalizmin ahı gitmiş vahı kalmıştır. Ben, kemalist kitleye bakıyorum. Bunu kaç defa daha söylemem gerekecek acaba? İktidar hükümetten ibaret değildir. Bunu senin çok iyi bilmen gerekir. Esas iktidar, perde arkasından hükümetlere emreden, değiştirme mekanizmasının seçim ile ilgisinin olmadığı, kararları tartışılmaz, kurumları görünmez olan derin devlettir. Bu devlet, resmi anayasa dışında kendinden başka kimsenin bilmediği gayrı resmi bir anayasaya, gizli yasa ve kararnamelere sahiptir. Karşında muhatap olarak bulamazsın, dilekçeyle vesaireyle ulaşamazsın. Esas kararları bunlar alır, hükümete ve tam olarak hakim olduğu bürokrasiye tebliğ eder, onlar da bu kararları yürütmekle sorumludurlar. Türkiye Cumhuriyeti devletini azıcık bilenler bu işleyişi de bilirler.. Bu ülkede hükümet olunur ama iktidar olunmaz. Bu hepimizin bildiği bir gerçek. Bu hükümet ilk defa bu mekanizmaya karşı açıktan tavır alma cüretini gösterebilmiş bir hükümet. Daha önce başkaları da bu konularda mızmızlanacak olmuşlardı. Ama ya alaşağı edildiler veya bir takim işlemlerle razı edildiler. Şimdi bu mekanizmanın direnişini desteklemek demek, iktidarı doğrudan desteklemek anlamına gelir. Osmanlıcıların iktidarını savunmuyorum, çünkü zaten daha iktidar olmadılar. Olsa olsa iktidarın sağlam bir yerinden tuttular ve esas iktidar sahiplerini bir dereceye kadar tasfiye etme planına sahipler. Öte yandan, kemalist kitle içinde çalışmak ve bu kitlenin içindeki dürüst unsurları kazanmak doğru bir taktiktir. Orası ayrı. Ama bu kemalizmin dümen suyunda gitmek demek değildir. Olumlu noktalarını öne çıkarıp vurgulamak ama olumsuz yönlerini de teşhir etmek gerekir. Bu ikisi birbirinden ayrılamaz. Aynı şekilde, AKP'ye oy veren, onların peşinden giden muazzam kitlenin kazanılması da çok çok önemlidir. Bunları görmezden gelmek tamamen yanlıştır. %47'lik bir kitle içinde işçi sınıfının esas kazanılması gereken ana gövdesi, sigortasız sendikasız çalışan ve en çok sömürülen en yoksul kitlesi bulunmaktadır. Çoğunlukla küçük burjuvazi ve işçi sınıfının seçkinlerinden -sigortalı, sendikalı azınlık ve eğitimli beyaz yakalılardan- oluşan kemalist kitleyi görüp bunları görmemek, ihmal etmek çok vahim bir hatadır. Link to post Sitelerde Paylaş
Deicide 0 Eylül 1, 2009 gönderildi Raporla Share Eylül 1, 2009 gönderildi Gelelim yaptığın sınıf analizine.. Burası önemli olduğu için ayrı bir mesajda inceliyorum: Bugün Türkiye'de orta burjuvazi denen islamcı sermaye ve emperyalizm, Türkiye'yi yeni-osmanlıcı bir rejime dönüştürmek istemekte ve bunun için mücadele etmektedir. Büyük burjuvazi denen TÜSİAD çevresi, her ne kadar laiklik üzerinden bazı kaygılar ve ''dengelerin'' bozulmaması için hassasiyet taşısa da, emperyalizmden kopamayacağı için ve yerelleşme projeleri onun da çıkarına olduğu için o da karşı-devrimci saftadır(karşı-devrimden kastım, 1923'ün tümden tasfiyesidir). Ordu, ergenekon operasyonu adı altında içindeki bazı 'olumsuz unsurların' temizlenmesine göz yummuş ve bu ittifaka dahil olmuştur. Zaten ordu bir NATO ordusudur, emperyalizmden bağımsız hareket edemez. Muhtıra vermekten fazlasını yapamaz. Tek istediği, kurulacak olan Osmanlı'da kendisinin fazla dışlanmaması ve mümkün olduğunca ağırlık kazanmasıdır. Bunların hepsi aynı cephededir. Diğer yanda ise işçi sınıfı ve yoksul köylülüğün çıkarları, daha piyasacı bir yönelimi olacak olan yeni-Osmanlıya karşıttır. Fakat bu emekçi kitlenin önemli bir kesimi, sermayenin dinci ideolojik hegemonyası altındadır. 'Karşı taraf' budur işte. Özetlersem: Büyük ve orta burjuvazi + Ordu(özellikle üst kademe) + ABD ve AB emperyalizmi. Büyük burjuvazinin egemenlik sahası, orta burjuvazi tarafından tehdit edildiği ve hükümet gücü de islamcı sermayede olduğu için, büyük burjuvazi bu ittifakta yer yer sorun çıkarmaktadır. Öte yandan, her ne kadar burjuva ideolojik hegemonya altında olsa da, emekçiler, özellikle de ekonomik sebeplerle başkaldırma eğilimi göstermektedirler. Ordu içerisinde de -özellikle alt kademelerde- bu gidişten hoşnutsuz olanların varlığı açıktır. Diğer yandan, işçi sınıfının ve küçük burjuvazinin alevi-Atatürkçü-solcu kesimi ve alt derece subayların radikal olanları, kimi ekonomik kimi de ideolojik sebeplerle, bu yeni-Osmanlıcı dönüşümden rahatsızdır. İşte bunlar, Osmanlı'ya alternatif olacak bir sosyalist yönelimin kitlesi olabilirler. Fakat bunlar da, zaten 12 Mart'tan beri iktidarı yitirmiş ve artık beli iyice kırılmış olan statükonun ideolojik hegemonyası('kemalizm') altındadırlar. Tabi bunlara kemalizm diye sunulan şeyin anti-emperyalizm ve tam bir laisizmle alakası yoktur. Kısaca özetlemek gerekirse, sınıf kavgasının bir tarafında Büyük ve orta burjuvazi + Ordu üst kesimi + Emperyalizm, diğer tarafında da İşçi sınıfı + Küçük Burjuvazinin bir kesini + Ordu alt kademesi.. İyi bir teori olan biteni açıklar.. Daha iyi bir teori ise buna ek olarak olan biteni değiştirmek için kullanılacak vazgeçilmez bir araçtır. Tabi bunun için önce olup biteni doğru dürüst açıklamalıdır ki ondan sonra sıra dünyayı değiştirmeye gelsin.. Sen bu söylediğine kendin inanıyor musun? Ordunun üst kesimi orta ve büyük burjuvazi ile ittifak halindeyse kim kimi tasfiye etmek istiyor, kim kime muhtıra veriyor?! Yukarıdaki sınıf analizi, yıllarca duyduğumuz terane ama hiçbir işe yaramayan boş bir söylem.. Sanki ortada Burjuvazi + Ordu + Emperyalizm ittifakına karşı İşçi sınıfı ve bağlaşıklarının güncel bir iktidar mücadelesi varmış.. Önce doğrular: Burjuvazi ve askeri bürokrasinin ve buna ek olarak sivil bürokrasinin üst kesimlerinin ekonomik altyapı itibariyle egemen sınıflar olduğu doğru. Bunların çeşitli kompozisyonlarının oluşturduğu değişik ağırlık ve oranlardaki ittifaklarının Türkiye tarihi boyunca devleti oluşturduğu da doğru. Yanlış ve eksik olan, yukarıdaki analizin üstyapıdaki iktidar kavgasını açıklamaya yetmediği. Güncel iktidar kavgası, egemen sınıfla ezilen sınıf arasında değil, egemen sınıfların kendi içinde gerçekleşiyor. Önce bunu anlamak gerek.. Görünüşte de, orta burjuvazinin temsilcisi AKP ile bağımsız bir sınıf olan askeri bürokrasi + sivil bürokrasinin üst kesimleri arasındaki ittifak arasında geçen bir mücadele bu. Ortalıkta pek gözükmeyen bir büyük burjuvazi var. Bu, perde arkasında, AKP'yi destekleyen ama genel görünümde renk vermeyen bir taraf. Ama asıl özne o.. Buna karşı çıkan varsa nedenlerini ayrıca açıklarım. Köylülük hem büyük ve feodal köylülük hem de küçük köylülük olarak AKP tarafında saf tutmuş durumda, küçük burjuvazi ve işçi sınıfı ise bu arenada bölünmüş olarak bulunuyor.. Bir ksımı bir tarafı, diğer kısmı da öbür tarafı destekliyor. Önemli bir kısmı da olan biteni seyredip anlamaya çalışmakla meşgul. Devletin tarihsel olarak kurucusunun askeri bürokrasi olduğunu herkes biliyor. Bu sınıf (sınıf diyorum, bunu da ayrıca tartışırız gerekirse) saltanat ve feodal toprak ağalarının egemen olduğu rejimi yıkarken ilerici bir sınıftı. Esas amacı batılı anlamda bir sosyo ekonomik düzeni hakim kılmak ve devleti modernleştirmekti. Buna biz burjuva devrimi diyoruz. Ülkede bu devrime önderlik edecek bağımsız bir burjuva sınıfı yeterli olgunlukta oluşmadığı için bu devrim, çok daha esaslı bir varlığa sahip olan askeri bürokrasi tarafından yürütülmek zorunda kaldı. Burjuva sınıfı ise, gerek büyük şehirlerdeki ve kıyılardaki komprador ticaret burjuvazisi, gerek yine büyük şehirlerdeki genç sanayi burjuvazisi, kent kasaba eşrafı denen küçük ve orta burjuvazi ve büyük köylülüğün bir kesimi esas kontrolü elinde tutan askeri ve daha sonradan sivilleşen bürokrasi ile birlikte koalisyon halinde iktidarı oluşturdular. Burjuvazinin gayri müslim kesimleri ise diğer gayri müslümlerle birlikte süreç içinde çeşitli yöntemlerle tasfiye edildi.. Mübadele ile, varlık vergisi ile ve daha sonraki 6-7 Eylül pogromu ile.. Böyle bir burjuva devriminin en önemli gündem maddesi feodaliteyi tasfiye etmek olmalıydı ama burjuvazinin (ve müttefiklerinin) ikili karakteri dolayısıyla bu iş tamamlanamadı. Önce şunu da anlamak gerekiyor: feodalite denince feodal ağalık, toprak sahipliği akla geliyor ama feodalite bundan ibaret değil. Feodalite, çeşitli yükümlülük ve ayrıcalıklara sahip, kendi özel kuralları ve mekanizmaları ve hiyerarşisi olan çeşitli sınıfların oluşturduğu karmaşık bir yapı. Bu yapı içinde loncalarda örgütlenmiş küçük burjuvazi de var, sistemin ideolojisini üreten ruhban sınıf da mutlaka var.. Ayrıca bürokrasi de özellikle merkezi devlet yapısının ön plana çıktığı doğu tipi feodal sistemlerde son derece önemli. Özellikle bu son ikisini iyi anlamak gerekiyor. Buraya döneceğiz. Burjuvazi bu ittifak içinde palazlandığı ve giderek geliştiği için mutluydu ama arada sırada bazı kesimleri bağımsız girişimlerde bulunmayı denemekten geri kalmadı. Bunlarda, tam olarak tasfiye edilmemiş toprak ağalığı ile ittifaklar oluşturdu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka girişimlerini bu şekilde değerlendirmek lazım. Daha sonra daha güçlendiği ve uluslararası konjontür dolayısıyla desteklendiğinde elini güçlendirmeyi başardığı DP hükümetini de yine bu şekilde anlamak gerekiyor. DP hükümeti sırasında askeri bürokrasi tasfiye edilememiş ama bir oranda ikinci plana itilmişti. Gidiş, zaman içinde bu kliğin tasfiye edilerek diğer burjuva devletlerinde olduğu gibi, bağımsız bir sınıf olmaktan, burjuvazinin bir aparatına dönüştürüleceği bir yapıya doğru evrilmekteydi. Bu gidiş, 27 Mart darbesiyle durduruldu ve askeri bürokrasinin siyasi iktidarı restore edildi. Bu restorasyon, değişen renklerde ve temalarda 12 Mart, 12 Eylül ve artık örtülü bir darbe olduğu herkes tarafından kabul edilen 28 Şubat süreçlerinde tekrarlandı. En son 28 Nisan muhtırasını da başarısız bir girişim olarak değerlendirmek gerekiyor. Burada, diğerlerinden farklı olarak, 27 Mayıs'taki gibi bir sivil destek örgütlenmeye çalışıldı, kısmen de bulundu ama seçimlerde surata yenen şamar, bu desteği anlamsız hale getirdi. Bence sınıf ayrımları işte bu biçimdedir, ve kemalizmin bu kitlesinin(yani statükonun ideolojik hegemonyasındaki kitlenin) önderliğini sosyalistler almayı başarabilir ve kendi ideolojik hegemonyalarını kurabilirlerse, işte o zaman gerçekten anti-emperyalist ve laisist bir sosyalist düzen kurulabilir. Not: Statükonun sınıfsal kökenine girmedim. Çünkü sosyalizm mücadelesi söz konusu olduğunda, burjuva devletlerde statüko bitmez. Diğer yandan, tekelci burjuvazi ve emperyalizmin bu denli hakim olduğu bir ülkede hala egemen güç olarak statükoyu görmek de akıl almaz bir aymazlıktır. Sabah-akşam statüko lafları eden M.Altan bile son yazısında o statükonun ABD'nin izni olmadan hiçbir şey yapamayacağını yazmıştı. Aslolan statüko değil onu doğuran dinamiklerdir. Statüko derken ne anlıyorsun Freddie? Bu kavramın sözcük anlamını bilmediğin anlaşılıyor. Statüko, Latince status quo demektir; sözcük anlamı "içinde bulunulan durum" demektir ve mevcut kurulu düzen anlamına gelir. Satükoyu savunmak derken, olagelen düzenin ve iktidar yapısının savunulmasını kastediyorum. Kemalizmin kitlesinin önderliğini sosyalistlerin alması ve kendi ideolojik hegemonyalarını kurmalarıyla gerçekten anti-emperyalist ve laisist bir sosyalist düzen kurulamaz.. Kemalistlerin kitlesi, Cumhuriyet mitinglerinde sokağa dökülen küçük burjuva ve beyaz yakalıların bir kısmıdır ve tarihte bunlarla devrim yapıldığı vaki olmamıştır. Bu tipik bir küçük burjuva devrimciliği yanılsamasıdır. Memur çocuklarına, mühendis, avukat, doktor, öğretmen gibi seçkinlere dayanarak devrim filan olmaz. Devrim ancak bugün AKP'ye ezici bir çoğunluğuyla oy veren emekçi kitlelerin kazanılmasıyla mümkün olabilecektir. Gerisi hayalciliktir ve defalarca dumura uğramaktan ders almayan boş bir romantizmdir. Avrupa'ya itiraz edince ''faşistlerle birlikte resim vermenin dayanılmaz utancını'' mı yaşamamız gerekiyor? Onlar neden benle aynı karede çıkmaktan utanmıyor? Avrupa'ya itiraz ettim diye utanmıyorum, çünkü faşistin itiraz gerekçesi ile benimkinin farkı aklı çalışan herkes için çok açıktır. Öte yandan, hiçbir demokratik kazanıma da itirazım yok. Fakat demokratik kazanımlar için sosyalizm mücadelesi vermekten çok AB mücadelesi verenleri görünce kızıyorum haliyle. Demokrasinin tek adresinin AB'ye üye olmaktan geçtiği söylendiğinde kızıyorum. Çünkü AB denen birlik, Kopenhag Kriterlerinden ibaret değil, Maastricht Kriterleri de var. Ve bu kriterlere rağmen AB'yi savunmak basbaya liberalizmdir. Boş konuşuyorsun.. Faşizm utanmaz bir demagojik popülizmdir. Faşizmden utanma beklemek de aymazlıktır. Yukarıda sosyalizm mücadelesinin demokrasi mücadelesine indirgenemeyeceğini zaten açıkladım. Ama bunun karşıtı olan demokrasi mücadelesini gereksiz sayma yaklaşımının da sol sekter bir hata olduğunu anlaman gerekiyor senin de. Kemalizmin aşılması gerektiği hususuna katılıyorum. Kemalizm, laikliği ve bağımsızlığı kapitalizm koşullarında savunabilmek idealiydi ve günümüz dünyasında bu mümkün değildir. Kapitalizme laf etmeden emperyalizme laf etmek söz konusu olamaz. Artık kemalizmin ideallerini yaşatmanın tek yolu sosyalizmdir. Bu yüzden, mevcut süreçten kaygılanan kemalist kitleler kemalizme takılmak ve yeni hayal kırıklıklarına yelken açmak yerine sosyalist devrim mücadelesine katılmalıdır. Söylediğim budur. Yoksa kemalizmi veya statükoyu savunuyor değilim. Fakat, ''demokrasinin önündeki engel'' olarak kemalizmi görüp de emperyalizmi görmemek anlaşılabilir birşey değil ve seni anlamıyorum. Kemalizmle ilgili geçmişte gördüğünü söylediğin rüyaların acısını, AKP kabusuna sarılarak dindirmek istemen de çok ironik olmuş. Soruyu bu şekilde sorduğuna göre; birincisi, 12 Eylül'den tarikatlaşmaya kadar herşeyin baş sorumlusu olarak kemalist statükoyu görüyorsun demektir. ''Türk-İslamcı kemalizm''! Tamam kemalizmi ben de eleştiriyorum ama sen resmen haksızlık yapıyorsun adamlara. Yahu elinde Kuran meydanlarda ayet okuyan Kenan Evren değil miydi? Bu ülkede dini sömürünün en katmerlisi olan şehitlik edebiyatını yapan TSK değil mi? Daha dün bunlar Hizbullah'ı PKK'nın karşısına çıkarmamışlar mıydı? İmam hatipler 12 Eylül iktidarında da tam gaz yoluna devam etmedi mi? Kuran kurslarını destekleyenler, Süleymancıları örgütleyenler, Fethullah'a göz yumanlar kimler? Bunların tavşana kaç, tazıya da tut diyen, görünüşte kayıkçı kavgası içinde olan ama çıkar söz konusu olduğunda kenetleniveren değişik renk ve görünümde klikleri, kanatları var. Sen işine geleni görüyor, gelmeyeni, görmüyorsun. Durumu bu şekilde anlamazsan Kemal Kerinçsiz gibi birisiyle İlhan Selçuk'un, Doğu Perinçek'in, Tuncay Özkan'ın aynı cephede olmasını nasıl anlayabilirsin? Bunlar ve Veli Küçük, Mustafa Özbek ve diğerleri aynı cephenin adamları.. Nasıl oluyor bu işler? İkincisi, kemalist statükoyu emperyalizm ve tekelci burjuvazinin temsilcisi yaptığına göre, ona karşı mücadele ettiği söylenen AKP sana göre emperyalizmden bağımsız ve tekellerle kanlı bıçaklı öyle mi? Bu da ilginçmiş. Önceki mesajımda emperyalizm denirken hangi emperyalizm sorusu sorulmalıdır dedim.. Uzun uzun da emperyalizmin yekpare bir monoblok olmadığını, amaç ve yöntemleri farklılaşan, birbirleriyle rekabet eden, değişik çıkarları olan sektörel kanatları bulunan bir şey olduğunu anlattım. Hiçbir yanıt da vermemişsin.. Anlamamışsın da üstelik. Kaldı ki emperyalizmin amaç ve yöntemleri zaman içinde de değişir. "A emperyalizmin temsilcisi, B de temsilcisi, o halde A ve B çelişmez" gibi ilkel bir uslamlama söz konusu olabilir mi? Elbette AKP'nin de emperyalizmle ittifakı var. Benim düşünceme gelince... Türkiye uzun süredir emperyalizmin içsel bir olgu olarak geliştiği ve burjuva oligarşisinin egemenliğindeki bir yarı-sömürge ülkedir. Bu lafları çok duyduk.. Artık gerçeklere göre söylemimizi değiştirelim: Türkiye yarı-sömürge filan değil. Artık modern kapitalist bir ekonomi olmanın hemen arifesinde duruyor. Bunun başlıca engeli de ayrıcalıklarından vazgeçmek istemeyen askeri ve bir kısım sivil bürokrasi. Artık bu feodal kalıntısı sınıflar (bunu da gerekirse açarım) sanayinin ancak devlet eliyle gelişebileceği karma ekonomi döneminde olduğu gibi üretici güçleri geliştiren etmenler olmaktan çoktan çıktı ve üretici güçlerin başlıca engeli olan grici sınıflar hakline geldi.. Burjuvazi artık bunları istemiyor ve tasfiye ediyor. Durum budurç. Bunu görmeden olan bitene anlam veremeyiz, nerede kaldı müdahale edip değiştirmek.. Kemalist kitlenin önderliğini ele geçirip bütün kaygısı yaşam tarzının değişmemesi olan mızmızlarla devrim yapma hayallerini kurar dururuz yoksa! Statükonun rolü, emperyalizm ve tekellerin kendisine çizdiği kadardır. Peki neye karşı çıklıyor, çatışma neden çıkıyor? Çünkü emperyalizm daha önceden 12 Eylülcü bir ideolojiyi(Türk-İslam sentezini) hakim kıldı ve dengeleri buna göre kurdu. Fakat şimdi dengeleri tekrar değiştirip yeni bir ideolojiyi hakim kılmaya, ülkemizi bir kez daha dönüştürmeye çalışıyor. Yeni-Osmanlı gündemde artık. Laik kitlenin hoşnutsuzluğu ve görünen çatışmanın kaynağı burada. Eeee, niye öyle oldu? Neden emperyalizm dengesini değiştirmek durumunda kalıyor? Çünkü artık gerek kalmadı eski aparatına. Konsept değişti, eski ortaklar sorun çıkarmaya başladılar, artık ayak bağı olmaya başladılar da ondan.. Bunlar artık kimsenin iine yaramaz. Emperyalizmin bunları artık bırakması, bunların artık emperyalizm karşıtı kesimlere yararlı hale dönüştüklerini göstermiyor. Ne idealizmi be güzel arkadaşım? Bana ''sol geveze'' diyene bak! İki lafla emperyalizmi idealar dünyasına gönderip kendi demokrasi argümanını hakettiği işbirlikçilik yaftasından sıyırmaya çalışıyorsun. Sen emperyalizmin içeriğini muğlaklaştırdın diye o yok olmuyor. Yerelleşmeye, yeni-Osmanlı'ya, dincileşmeye ve tarikatlaşmaya hangi emperyalist özne karşı çıkıyor? İsimini ver. Senin kafanda mutlaklaştırdığın ve özünden soyutladığın, hayattan kopardığın emperyalizm zaten idealar dünyasındaydı. Sana doğrusunu, gerçeğini gösteriyorum. Tekrar ediyorum: orta burjuvazi bu iktidar kavgasında kullanılan bir araçtır. Perde gerisindeki esas aktör olan ve ipleri elinde tutan büyük burjuvazinin dincileşme ve gericileşme gibi bir gündemi asla yoktur. Bunu en başta kendileri istemez. Onlar dinin bir yere kadar toplumun uyuşturulmasında ve çelişkilerin gizlenmesinde kullanırlar.. Tıpkı Demirel'lerin, 12 Eylül'lerin, Özal'ların kullandığı kadar. Ama asla daha fazla değil. Bu dünyada hakim olan ilişki, modern endüstriyel ilişkidir. İşçisinin bir Avrupalı işçi kadar verimli olmasını ister. Zihninin verimliliğine engel olacak kadar uyuşmasını istemez. Radikalleşmesini ise asla. Ha bir örnek istemişsin: hani biliyorsun yasadaki kadın erkek eşitliğine aykırı hükümlerden dolayı madde iptal edilmiş, zina da suç olmaktan otomatik olarak çıkmıştı. Daha sonra AKP zinayı suç sayan bir yasayı tekrar çıkarmak istedi. Ne ordu ne de anlı şanlı laikçiler bir iki homurdanma dışında seslerini çıkarmamışlardı da, Avrupa Birliğinden gelen sert tepki üzerine bu yasa rafa kalkmıştı.. Bilmem anımsıyor musun? Ekonomik yönden emperyalizm pek çok uluslararası şirkettir, hatta ''yerli'' olanlar da bunlarla eklemlenmiştir. Siyasal olarak ise ülke bazında düşünmek gerekir. İncirlik'teki emperyalist üssün kime ait olduğu çok açıktır örneğin. Kavramları muğlaklaştırarak laf cambazlığı yapıp işbirlikçiliğinizi gözden uzak kılamazsınız. İncirlik üssüne kim karşı çıktı? Hangi kemalist ne zaman göstermelik bir iki söz dışında gerçekten etkili bir muhalefet yürüttü? Emekli olan generaller, birdenbire bağımsızlığı anımsamaya başladılar. Muvazzafken akılları neredeymiş? Bunun nedeni kaba bir demagoji ve ilkel bir popülizm olmasın?! Öte yandan, beğenmediğimiz bu hükümet meclisteki grubuna söz geçiremedi ve AKP çoğunluğu Irak'a asker gönderilmesi teskeresini reddetti. Tayyip teskerenin çıkması için çok uğraştı ama öyle veya böyle, eğrisi doğrusuna denk geldi ve bu teskere sonuçta çıkmadı. Meclis çoğunluğu CHP ve MHP ikilisinde olsaydı, hükümet de bu ikilinin herhangiş bir kombinasyonundan oluşsaydı aynı sonuç çıkar mıydı? Kimse CHP'nin teskereye muhalefet ettiğini söylemesin. Belirleyici olan, -algılanan- gerçekleşme şansı yokken muhalefette ne dediğiniz değil, iktidardayken ne yaptığınız. Aynı aslan sosyal demokratlar DYP ile iktidar ortağıyken görülmemiş rezilliklere onay vermemişler miydi? Tekrar ediyorum: Türkiye 'de bugüne kadar perde arkasından hükümetlere karar tebliğ eden görünmeyen bir iktidar olagelmiştir. Yapılan icraat ile hükümeti kuran partinin kamuoyuna söyledikleri arasında doğrudan bir paralellik yoktur. Hükümet, kendi programını hayata geçiren bağımsız bir özne değil, perde arkasından verilen direktifleri icra eden bir kukla olagelmiştir. Yoksa kirli savaşta en görülmemiş vahşetin SHP koalisyonunda olmasını, yine aynı süre içinde çalışanların kazanılmış haklarını ellerinden alan bir çok yasanın geçirilmesini, İsrail ile ikili anlaşmalara Erbakan'ın imza attrırılmasını, DSP koalisyonunda cezaevlerindeki sol tutuklulara en büyük eziyetlerin yapılmasını, Apo'nun yakalanmasından hemen sonra idam cezasını kaldıran yasaya MHP'nin oy verdirilmesini.. ve bir çok benzer olayı nasıl açıklarsınız?! Avrasyacı bir kemalist olmadığımı daha önce de söylemiştim. Fakat sosyalist Türkiye kurulduğunda yüzünü ABD ve AB'ye dönemeyeceğine göre bir yere dönmek zorundadır. K.Kore gibi içe mi kapanalım? Ben de sana emperyalizmin Osmanlı Cumhuriyetinde başarılar dilerim dostum. Tarikatçılarla sosyalizmi getirme planları yaparsın artık. Bir grev olduğunda cami çıkışı besmeleyle gidersiniz falan. İşçi sınıfının gericileştikçe, cemaatleştikçe, ümmetleştikçe demokratikleşeceğini umuyorsan eğer, sana mücadelende başarılar dilerim. Devrimi küçük burjuvazi değil emekçiler yapacak elbette. Fakat eli tesbihli emekçinin yapacağı tek devrim İslam 'Devrim'i olacaktır. Tarih, küçük burjuvaziye ve köylülüğe sırtını dayamış çok sayıda muzaffer devrim gördü, ama cemaatleşmiş bir yığının ilerici atılım yaptığı görülmedi. Aynı tarih kimin yanıldığını da gösterecektir. Şimdi birbirimize ne desek boş anlaşılan... Senin sosyalizm mücadelesinden anladığın ile benim anladığım çok farklı. Nasıl ki şimdiki AKP kitlesi senin kitlen değilse, yüzünü Avrasya'ya dönmüş kitle de benim kitlem değil. Fakat ''benim kitlem'' diyebileceğim bir potansiyel barındırıyor. Sen de bu potansiyeli, demokrasi adı altında, AKP'li kitlede gördüğünü hemen üstteki alıntımda ilan ettin. Ortada devrimci ve örgütlü bir sosyalist emekçi sınıf kitlesi olmadığı için onu yaratmak gerekiyor mecburen. Ve hangi hamurdan yaratacağımız konusunda anlaşamıyoruz. Manzaraya bakınca gördüğüm şey budur. Yukarıda iki defa yanıt verdim: üçüncü defa söylüyorum: CHP'ye oy veren yüzde yirmi, MHP'li yüzde on onbeşlik kitlenin içinde elbette kazanılması gerekenler vardır. Buna karşı çıkmıyorum. Ama esas kitlenin AKP'nin %47'si içinde olduğu apaçık olmalıdır. Ayrıca herhangi bir kitleyi kazanmak, o kitleye hitap etmekte olanların dilinden konuşmayı gerektirmez. Bağımsız bir söylem geliştirmeyi ve doğruları hiçbirine ambargo koymaksızın kitlelere açıklamayı gerektirir. Link to post Sitelerde Paylaş
seyid 0 Eylül 1, 2009 gönderildi Raporla Share Eylül 1, 2009 gönderildi yaw ne olacak bir kac kisi ölmüş sadece önemli mi (!) (?) Link to post Sitelerde Paylaş
analiz 0 Eylül 1, 2009 gönderildi Raporla Share Eylül 1, 2009 gönderildi ordu konusunda aynı islam gibi laf söylenmez kesin kabul edilir durumu doğru mu? ordu hakkında olumsuz yorum yapmak vatan hainliğimi? ordu güzel veya şöyle böyle diye övmek le vatan severlik arasında bağ var mı? Link to post Sitelerde Paylaş
Dreamlighter 0 Eylül 1, 2009 gönderildi Raporla Share Eylül 1, 2009 gönderildi Ordu boktan olabilirde, burda ordunun degil komutanın boktanlığı sözkonusu. Link to post Sitelerde Paylaş
DonVito 0 Eylül 2, 2009 gönderildi Raporla Share Eylül 2, 2009 gönderildi Türkiye geri bir ülke. Demokrasinin ve insan haklarının kırıntılarıyla idare edilmekte. Burada halk devlet ve yönetenler için vardır, devlet ve yönetenler halk için değil. Bu şartlar altında 4 askerin bu şekilde ölmüş olmasının hiç bir önemi yok. Unutulur gider. Herzaman olduğu gibi. Link to post Sitelerde Paylaş
gavs 0 Eylül 2, 2009 gönderildi Raporla Share Eylül 2, 2009 gönderildi (düzenlendi) .................. Tekrar ediyorum: Türkiye 'de bugüne kadar perde arkasından hükümetlere karar tebliğ eden görünmeyen bir iktidar olagelmiştir. Yapılan icraat ile hükümeti kuran partinin kamuoyuna söyledikleri arasında doğrudan bir paralellik yoktur. Hükümet, kendi programını hayata geçiren bağımsız bir özne değil, perde arkasından verilen direktifleri icra eden bir kukla olagelmiştir. Yoksa kirli savaşta en görülmemiş vahşetin SHP koalisyonunda olmasını, yine aynı süre içinde çalışanların kazanılmış haklarını ellerinden alan bir çok yasanın geçirilmesini, İsrail ile ikili anlaşmalara Erbakan'ın imza attrırılmasını, DSP koalisyonunda cezaevlerindeki sol tutuklulara en büyük eziyetlerin yapılmasını, Apo'nun yakalanmasından hemen sonra idam cezasını kaldıran yasaya MHP'nin oy verdirilmesini.. ve bir çok benzer olayı nasıl açıklarsınız?! çok ilginç bir saptama.. türkiyenin aslında meclis yani hükümet tarafından değil. perde arkasındaki bir güç tarafından yönetildiği.. hükümetin ise sadece halkı kandırmak için kullanılan bir kukla olduğunu gösteren çok iyi örnekler sunmuşsun. insanlar akp hükümetinin şeriat yanlısı olduğu ve bu ülkeye şeriatı getirmek istediğine dair bir söylenti var.. ama aslında durum hiçte öyle değildir... akp hükümeti zamanında bu ülkede yürürlüğe konan yasalar daha çok şeriat yanlıların zararınadır.. akp sürecinde en çok haklarını kaybedenler şeriatçı kesim olmuştur.. ve şeriatçı kesim baştaki akp partisinin kendisini temsil ettiğine inandırıldığı için.. olan bitenin farkında değiller... şaun çok güzel uyutulmuş durumdalar.. Eylül 2, 2009 tarihinde gavs tarafından düzenlendi Link to post Sitelerde Paylaş
BuSonOlsun 0 Eylül 2, 2009 gönderildi Raporla Share Eylül 2, 2009 gönderildi ismailyk olarak mgk'nın meclisten üstün olduğunu ve meclisin hiçbir işlevinin olmadığını yazmıştım silinmiş.ayrıca anayasa mahkemesi kaldırılmadan sivil anayasa da yapılamaz. Link to post Sitelerde Paylaş
Dia 0 Eylül 2, 2009 gönderildi Raporla Share Eylül 2, 2009 gönderildi aslında bu konunun baya bi araştırılması gerekiyor çünki pimi çekip bombayı verme olayı belkide hiç olmamıştır. belkide daha değişik işler dönüyor kim bilir ? bakın tarsuslu şehit er ibrahim öztürk'ün annesi oğlumda bir yara izi bile yoktu diyor ! bu kadar çabuk güzel bir şekilde dikmiş olabilirler mi ? çünki bomba elinde patladıysa büyük muhtemelen vucudundan bir yerler kopmuş olmalı. http://al3m.blogspot.com/2009/08/tarsuslu-...m-ozturkun.html Link to post Sitelerde Paylaş
hallac 0 Eylül 2, 2009 gönderildi Raporla Share Eylül 2, 2009 gönderildi Türkiye ordusunun eleştirilecek dünya kadar faslı varken, hala bir sapığın uyguladığı manyakça cezayı lastik gibi uzatıp Burası doğru işte. Ama burada tartışılması gereken nokta belki de savaşın psikolojik etkileri olabilir. Güneydoğu sendromu babında... Link to post Sitelerde Paylaş
AnArchos7 0 Eylül 2, 2009 gönderildi Raporla Share Eylül 2, 2009 gönderildi haberi tam olarak okudunuz mu? Link to post Sitelerde Paylaş
palacio 0 Eylül 2, 2009 gönderildi Raporla Share Eylül 2, 2009 gönderildi Eğitim zaiyatı derlerdi olay basında yer almasa.İnsana deger vermiyorlar ki ölüm gönderilicek koyun olarak bakıyorlar olaya Link to post Sitelerde Paylaş
Tanri 0 Kasım 20, 2009 gönderildi Raporla Share Kasım 20, 2009 gönderildi 9 Yıl hapis cezası almış teğmen. Muhtemelen 5 yıl yatar çıkar. Komik. Link to post Sitelerde Paylaş
AbuzerKadayif 0 Kasım 21, 2009 gönderildi Raporla Share Kasım 21, 2009 gönderildi (düzenlendi) bu bile olumlu bir gelişme.taraf gazetesi olmasaydı olay eğitim zaiyatı olarak geçiştirilecekti. Kasım 21, 2009 tarihinde AbuzerKadayif tarafından düzenlendi Link to post Sitelerde Paylaş
Recommended Posts