Jump to content

Evet ya da Hayır


Recommended Posts

Sizce sorulara sadece evet ya da hayır olarak cevap verebilirler mi nurcular? Maalesef veremezler.. Zaten bunların sorulara kendi akılları ile cevap verebilecek kapasiteside yoktur.. Bu sorulara cevap olarak yine SaiT in sözleri ile cevap vereceklerdir.. Sizler SaiT in saçmalıklarını savunmak için cevap vermiş Nurcular gördünüz mü?

Buyurun forum elinizin altında.. Kendi akılları doğrultusunda verilmiş tek bir cevap bile bulamazsınız.. Ya laf kalabalığı yaparlar, ya da Risaleden kopyala yapıştır.. 

İddiam şudur ki aşağıda ki soruların büyük kısmına Nurcular Evet ya da Hayır diyerek cevap veremeyeceklerdir.. Özellikle 2-5-6. sorulara... Bakalım ne olacak.. Buyurun işte sadece evet ve hayır diyerek cevaplanmasını beklediğim sorular..

1-Saidi Nursi hakkında ki tartışmaları onu eleştiriye sapmadan,ona bağlı kalarak savunurum diyor musunuz?

2-Risaleleri okumak, ve evinizde Risalei Nur kitabı bulundurmak dini bir zorunluluk mudur?

3- Hangi koşullar altında olursa olsun, Said-i Nursi’yi savunmak; onun bütün eksikliklerden arınmış, “ulu ve mübarek bir zat” olduğunu yaymak, başkalarını buna inandırmak, bu yolda elinde avuncunda ne varsa tümünü düşünmeden tüketmek göreviniz midir?

4-Tartışmalara girmemek, aşırı olaylara karışmamak, özellikle hanımlardan uzak durmak, onların arasına katılmamak, onları aralarına almamak prensibiniz midir?

5- SaiT in sözde “ilahi kişiliği” konusunda bütün kuşkulardan, kaygılardan uzak kalmak. Nitekim SaiT’ in yazılarında sureleri yorumlarken “… Müellife buyurdu ki…” sözlerini söyleyerek kendinin doğrudan doğruya Allah’tan buyruk aldığını vurgulayarak kendini Peygamber konumunda olduğuna inanıyor musunuz? Kısacası SaiT bir peygamber midir?

6- Risale ler İslam’ın özü müdür. Size göre yeni bir Kuran’ mıdır. O, bunu Allah’ın buyruğuyla yazıp açıklamıştır. Bu konu tartışılmaz, geciktirilmez midir.. Kısacası SaiT vahiy mi almıştır?

7- İnanmış, arınmış, kendine güvenmiş biri olarak asıl göreviniz nereye giderseniz gidin orada yeni bir Nurcu yetiştirmek, “Nur Birliği”ne kazandırmak mıdır? Yani misyoner misiniz?

8- Ülkenin neresinde olursa olsun Nurcular’ın toplanarak Risale-i Nur okumaları gerekir. Bu toplantılarda (Esmaül Hüsna’dan) Allah’ın adlarından sonra Said-i Nursinin adını söylemek gerekir. Buna katılıyor musunuz?

8- Nurculara göre, bir ülkede Nurculuğa karşı çıkanların tümü dinsizdir. Nurculuk gerçek Müslümanlıktır. Nurculuğa karşı çıkmak İslam’ı yıkmak mıdır?

10- Devlet, Risale-i Nur’a dayanırsa doğru, dayanmazsa eğridir. Bütün devlet kurumları Risale-i Nur bildirilerine dayanmalıdır. Bütün yükseköğrenim kurumlarının adı “Medrese-i Nur” olarak değiştirilmelidir. Evet mi hayır mı..

Link to post
Sitelerde Paylaş
Mohammed Gönderildi Bugün, 15:33

Buyurun işte sadece evet ve hayır diyerek cevaplanmasını beklediğim sorular..

1-Saidi Nursi hakkında ki tartışmaları onu eleştiriye sapmadan,ona bağlı kalarak savunurum diyor musunuz?

yes

2-Risaleleri okumak, ve evinizde Risalei Nur kitabı bulundurmak dini bir zorunluluk mudur?

hayır

3- Hangi koşullar altında olursa olsun, Said-i Nursi’yi savunmak; onun bütün eksikliklerden arınmış, “ulu ve mübarek bir zat” olduğunu yaymak, başkalarını buna inandırmak, bu yolda elinde avuncunda ne varsa tümünü düşünmeden tüketmek göreviniz midir?

hayır

4-Tartışmalara girmemek, aşırı olaylara karışmamak, özellikle hanımlardan uzak durmak, onların arasına katılmamak, onları aralarına almamak prensibiniz midir?

yes yani evet :crazy:

5- SaiT in sözde “ilahi kişiliği” konusunda bütün kuşkulardan, kaygılardan uzak kalmak. Nitekim SaiT’ in yazılarında sureleri yorumlarken “… Müellife buyurdu ki…” sözlerini söyleyerek kendinin doğrudan doğruya Allah’tan buyruk aldığını vurgulayarak kendini Peygamber konumunda olduğuna inanıyor musunuz? Kısacası SaiT bir peygamber midir?

kesin hayır

6- Risale ler İslam’ın özü müdür. Size göre yeni bir Kuran’ mıdır. O, bunu Allah’ın buyruğuyla yazıp açıklamıştır. Bu konu tartışılmaz, geciktirilmez midir.. Kısacası SaiT vahiy mi almıştır?

kesin hayır tefsir 1000kere yazdık vahiy mahiy yok arkadaşım okuyun öğrenin gelin be

7- İnanmış, arınmış, kendine güvenmiş biri olarak asıl göreviniz nereye giderseniz gidin orada yeni bir Nurcu yetiştirmek, “Nur Birliği”ne kazandırmak mıdır? Yani misyoner misiniz?

yes

8- Ülkenin neresinde olursa olsun Nurcular’ın toplanarak Risale-i Nur okumaları gerekir. Bu toplantılarda (Esmaül Hüsna’dan) Allah’ın adlarından sonra Said-i Nursinin adını söylemek gerekir. Buna katılıyor musunuz?

hem yes hem hayır :crazy:

8- Nurculara göre, bir ülkede Nurculuğa karşı çıkanların tümü dinsizdir. Nurculuk gerçek Müslümanlıktır. Nurculuğa karşı çıkmak İslam’ı yıkmak mıdır?

kesin hayır

10- Devlet, Risale-i Nur’a dayanırsa doğru, dayanmazsa eğridir. Bütün devlet kurumları Risale-i Nur bildirilerine dayanmalıdır. Bütün yükseköğrenim kurumlarının adı “Medrese-i Nur” olarak değiştirilmelidir. Evet mi hayır mı..

hayır arkadaşım uçmuşsun sen kendi yalanlarına kendinde inanmışsın

OOo moh. anket hazırlamışsın üşenmeden

1-10evet ise köşeyi döndün

ama senle kavlimiz böyle değildi

sen Risale-i nurdan akla mantığa bilme veya dine muhalif bir bölüm getirecektin

7000sf malzeme var elinde yapmıyorsun sana kolaylık olsun imzamdan indir ekitabı bi bak

yinede emek vermişsin vevap verdim evet hayır diye

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evet Müslüman ım diyen ama peygamberinin ismine kısaca Moh diyen birinin cevaplarını gördük..

Bakalım SaiT arkadaşın hayır ya da evet dediklerine ne demiş.. En önemli olanlarından başlayalım..

5. soru: Kısacası SaiT bir peygamber midir?

6. soru : SaiT vahiy mi almıştır risaleleri yazarken?

SaiT' e göre Risale-i Nur, kendisine Allah’ın isteği üzerine dolaysız olarak indirilmiştir. “Bediüzzaman Cevap Veriyor, 1960” adlı yazıda da “Risale-i Nur, Said-i Nursi’ye Allah tarafından verilmistir.” denmektedir.

Kuran-ı Kerim ve Risale-i Nur, rahman ve rahim olan Allah’ın bir indirişidir. Kuran-ı Kerim ve Risale-i Nur’un indirilişi aziz ve hakim olan Allah’tandır.”

Risale-i Nur, peygamberimizin risaletini yani peygamberliğinin bir mirasını üstada verir.”

Evet Ahmet anlaşılan sen Risalei Nur u tam olarak kavrayamamışsın..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Moh başın göğe ermiş gördüm kadarıyla Risalelrede ilham vardır ve vahiyle ilham farklıdır şöyleki:

Sâdık ilhamlar, gerçi bir cihette vahye benzerler ve bir nevi mükâleme-i Rabbâniyedir; fakat iki fark vardır.

Birincisi: İlhamdan çok yüksek olan vahyin ekseri melâike vasıtasıyla;

ve ilhamın ekseri vasıtasız olmasıdır. Mesela, nasıl ki, bir padişahın iki suretle konuşması ve emirleri var.

Birisi: Haşmet-i saltanat ve hakimiyet-i umumiye haysiyetiyle bir yaverini, bir valiye gönderir.

O hakimiyetin ihtişamını ve emrin ehemmiyetini göstermek için, bazan, vasıta ile beraber bir içtima yapar,

sonra ferman tebliğ edilir.

İkincisi: Sultanlık ünvanıyla ve padişahlık umumî ismiyle değil, belki kendi şahsıyla hususî bir münasebeti ve cüz'î bir muamelesi bulunan has bir hizmetçisiyle veya bir âmi raiyetiyle ve hususî telefonuyla hususî konuşmasıdır.

Öyle de, Padişah-ı Ezelînin, umum âlemlerin Rabbi ismiyle ve kâinat Hâlıkı ünvanıyla,

vahiyle ve vahyin hizmetini gören şümullü ilhamlarıyla mükâlemesi olduğu gibi;

herbir ferdin, herbir zîhayatın Rabbi ve Hâlıkı olmak haysiyetiyle, hususi bir surette,

fakat perdeler arkasında onların kabiliyetine göre bir tarz-ı mükâlemesi var.

İkinci fark: Vahiy gölgesizdir, sâfidir, havassa hastır.

İlham ise gölgelidir, renkler karışır, umumîdir.

Melâike ilhamları ve insan ilhamları ve hayvanat ilhamları gibi, çeşit çeşit,

hem pek çok envâlarıyla, denizlerin katreleri kadar kelimat-ı Rabbâniyenin teksirine medar bir zemin teşkil ediyor.

De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa,

Rabbimin sözleri tükenmeden o denizler tükenirdi." Kehf Sûresi, 18:109.

âyetinin bir vechini tefsir ediyor anladı.

Sonra, ilhamın mahiyetine ve hikmetine ve şehadetine baktı, gördü ki:

Mahiyeti ile hikmeti ve neticesi dört nurdan terekküp ediyor.

Birincisi: Teveddüd-ü İlâhî denilen kendini mahlûkatına fiilen sevdirdiği gibi, kavlen ve huzuren ve sohbeten dahi sevdirmek, vedûdiyetin ve rahmâniyetin muktezasıdır.

İkincisi: İbâdının dualarına fiilen cevap verdiği gibi, kavlen dahi perdeler arkasında icabet etmesi, rahîmiyetin şe'nidir.

Üçüncüsü: Ağır beliyelere ve şiddetli hallere düşen mahlûkatlarının istimdatlarına ve feryatlarına ve tazarruatlarına fiilen imdat ettiği gibi, bir nevi konuşması hükmünde olan ilhâmî kavillerle de imdada yetişmesi, rububiyetin lâzımıdır.

Dördüncüsü: Çok âciz ve çok zayıf ve çok fakir ve çok ihtiyaçlı ve kendi malikini ve hâmisini ve müdebbirini ve hâfızını bulmaya pek çok muhtaç ve müştak olan zîşuur masnularına, vücudunu ve huzurunu ve himayetini fiilen ihsas ettiği gibi, bir nevi mükâleme-i Rabbâniye hükmünde sayılan bir kısım sadık ilhamlar perdesinde ve mahsus ve bir mahlûka bakan has ve bir vecihte, onun kabiliyetine göre, onun kalb telefonuyla, kavlen dahi kendi huzurunu ve vücudunu ihsas etmesi, şefkat-i ulûhiyetin ve rahmet-i rubûbiyetin zarurî ve vâcip bir muktezasıdır diye anladı.

...Yedinci Şua - s.908

Link to post
Sitelerde Paylaş
Risale-i nurdan akla mantığa bilme veya dine muhalif bir bölüm getirecektin

Buraya sadece alıntı yaptığım kaynak linkini de alabilirdim ama, cevaben önemli olduğunu düşündüğümden yazının tamamını alıntıladım.

Kaynak link: http://www.ozemre.com/index.php?option=com...0&Itemid=57

Said Nursî'nin Eserinde "Esîr" Kavramı

Risâle-i Nûr isimli teolojik eserinde Said Nursî (1877-1960) zamanındaki geçerli bilgileri, sırası geldikçe, açıklama ve yorumlarının bilimsel temeli olarak da kullanmaktadır. 1866'da J. Clark Maxwell (1831-1879) tarafından ithâl edilmiş olan ve elektromagnetik dalgaların yayılmaları için gerekli görülen farazî bir elâstik ortam olarak "Esîr" kavramı Said Nursî tarafından gerçek bir ortam olarak telâkki edilmiş ve Kâinâtın hilkati ile ilgili bazı Kur'ân âyetlerinin yorumunda kullanılmıştır. Onun yorumunda Maxwell'in "Esîr" kavramı daha çok Aristo-vârî bir "Heyulâ" rolü oynamaktadır.

Fakat, yalnızca Maxwell-vârî "Esîr"i ortaya koymak için yapılan bütün girişimler başarısız olmakla kalmamış, fizikçiler bu kavramın Fiziksel Realite açısından bizâtihî tutarsız olduğunu da keşfettiklerinden "Esîr" varsayımı 1905'den îtibâren ilim adamları tarafından bizâtihî çelişkili ve tutarsız bir kavram olduğu için terk edilmiştir. Bu sübût etmiş sonuç Said Nursî'nin "Esîr" kavramı üzerindeki spekülâsyonlarının tümünü geçersiz kılmaya yeter. Bununla beraber türk üniversitelerinde hâlâ Said Nursî'nin "Esîr" kavramının Büyük Patlama Teorisi denilen senaryoda başlangıçtaki Temel Tânecikler Çorbası'nı olduğu kadar kuvantum alanlarını da açıklayabildiğine inanan bilim adamları bulunmaktadır

"Nurculuk"

Said Nursî (1877-1960) bir yüzyıldır Türkiye'de farklı izler bırakmış, fakat derinliğine ve objektif bir biçimde henüz incelenmemiş, eleştirilmemiş bir mütefekkirdir. Onun tavrını benimsemiş olan ve Nûr Talebeleri adı altında anılmakta olan gruplardan böyle bir objektif tetkik ve eleştiri beklemek ise muhâldir. Zîrâ çilekeş ve mazlûm bir zât olan Said Nursî'nin şahsiyeti etrafında teessüs etmiş olan aşırı perestiş ve efsâne hâlesi, onun her sözünün hikmet ve mûcize olarak telâkki edilmesine ve hattâ eserlerinin ezbere hıfzedilmesine kadar bir takım aşırılıklara da yol açmış bulunmaktadır. Bu durum, ne yazıktır ki, pekçok Nûr Talebesi nezdinde: 1) Said Nursî'nin "hatâ etmez", ve 2) sözlerinin ve tavırlarının da "tartışma konusu olmaz" olarak kabûl edilmesi sonucunu doğurmuştur.

Said Nursî'nin ve onu izleyenlerin muttakî kimseler, Risâle-i Nûr'un dilinin ağır ve Türkçe gramer hatâlarıyla dolu, ayrıca uslûbunun da fevkalâde girift olması her çeşit dinî tezâhüre tiksinti ile bakanların öfkesini elbette ki celbetmiş ve vehimlerini de kabartmıştır. Kendisi Nakşîyye'nin tesiri altında kalmış bir zât olmakla beraber kimseye şeyhlik etmemiş olan Said Nursî'ye ve etrafındakilere lâiklik adına pekçok zulûm yapılmış ve Basın'ın ve Polis'in "Nurculuk" diye nitelendirmiş olduğu bu akım, sanki aşağılayıcı bir vasıfmış gibi, bir tarîkat olarak algılanagelmiştir.

Bir hareketin târikat vasfıyla mevcûd olabilmesi için bir takım deliller gerekir. Oysa:

1. "Nurculuk"da Hz Peygamber'e dayanan bir tarîkat silsilesi yoktur: "Nurculuk" Hz Peygamber ile değil Said Nursî ile başlamıştır.

2. Said Nursî "Nurculuk" hareketini sürdürecek halîfe'ler nasbetmiş değildir.

3. "Nurculuk"da hurde-i tarîk, yâni tarîkatlara mahsûs bey'at merâsimi, hırka giydirmek, halvete girmek, toplu zikretmek, semâ etmek vs... gibi teşrîfat ve ritüel yoktur.

4. "Nurculuk"da: tâc, post, sancak, hırka, icâzet, hilâfetnâme, vs... gibi maddî alâmetler de yoktur.

Bu bakımdan Nurculuk akımının bir tarîkat olarak algılanması câhilce bir tutumdur. Bu bir tarîkat değil, Âlem'e daha irfânî olmaya gayret eden farklı bir bakış açısıyla bakmaya ve Âlem'i bu kapsamda idrâk etmeye çalışan bir tavırdır, o kadar! Bu tavrın özeti: Âlem'i Cenâb-ı Hakk'ın âsârının, ef'alinin ve esmâ'sının matla'ı olarak fehm ve idrâk etmeye yönelik bir ahlâk sâhibi olabilmektir.

Said Nursî'nin kendi çağının bilimsel kavramlarından da yararlanmağa ve bunları kendi "Âlem görüşü" içine mezcetmeğe, bazı âyetleri maddî ilimlerin sonuçları aracılığıyla yorumlamağa çalışan ilginç bir entelektüel yanı da vardır.

Oysa:

1. Madde ile ilgili ilimlerde yed-i tûlâ sâhibi olmadan,

2. Bu ilimlerin geçerlilik sınırlarını bilmeden ve

3. Sonuçlarını tenkîd edebilme yeteneğine sâhib olmadan,

4. Yalnızca kulakdan dolma birkaç bilgi ile

âyetlere yapılan yakıştırmalar dedikodudan öteye geçemeyen "geçersiz spekülâsyonlar" olarak unutulmaya mahkûmdur. Bu bağlamda, maalesef bâzı vehimlerini hâzâ ilim imiş gibi beyân etmiş ve fevkalâde isâbetsiz yakıştırmalar yapmış olan ("Nurculuk" akımı ile de hiçbir ilgisi bulunmayan) rahmetli Halûk Nûr Bâkî, Hans von Aiberg müstear ismini kullanan kimse ve Ahmet Hulûsî son zamanlarda bu tavrı sürdüren ilk birkaç kişi olarak temâyüz etmiştir.

Said Nursî'nin eserlerinde Esîr kavramı önemli bir yer tutmaktadır1. Aslında Esîr kavramı 1866 yılında James Clark Maxwell (1831-1879) tarafından müellifi olduğu Elektromagnetizma Teorisi münâsebetiyle ortaya atılmıştır. Maxwell'in bu teorisi elektromagnetik dalgaların uzayda ışık hızıyle yayıldıklarını öngörmekteydi. Nasıl ki ses dalgaları (hava, su ya da demir gibi) elâstik ortamlarda yayılıyorlarsa, elektromagnetik dalgaların da uzayda yayılmaları için mutlaka- elâstik bir ortama ihtiyâç duyacakları varsayımından hareketle bütün uzayın her noktasına nüfûz eden elâstik bir ortamın var olması gerektiği iddia edilmiş; ve böyle bir farazî ortama da "Esîr" adı verilmişti. Esîr'in: 1) kütlesinin olmadığı, 2) tamâmen saydam olduğu, 3) sürtünmesiz olduğu, 4) kimyasal olarak tesbit edilmesinin mümkün olmadığı, 5) içindeki cisimlerin hareketine de asla- engel olmadığı kabûl edilmekteydi.

Fakat bu niteliklere sâhip elâstik ortamın, içinde elektromagnetik dalgaların saniyede 299.776 km'lik ışık hızıyla yayılabilmesi için, geçerli fizik kanûnlarına göre: 1) hem son derece katı, ve hem de 2) sonsuz kütlesi olması gerektiği gösterilince bu çelişkili durum Esîr kavramının fizikî realitesi olmayan isâbetsiz bir kavram olduğunu ortaya koymuştu.

Ayrıca, 1881 yılından 1920'li yıllara kadar, Güneş'in etrâfında ortalama 27 km/san'lik bir hızla yol alan Arz'ın Esîr içindeki hızını ölçmeye yönelik müteaddid deneyler ve ölçümler yapılmıştır (Michelson ve Morley Deneyleri). Fakat Esîr faraziyesi üzerine inşâ edilen bu deneyler ve ölçümler sonuç olarak Esîr diye bir ortamın mevcûd olmadığını te'yid etmiştir. Albert Einstein'ın (1879-1955) 1905 senesinde yayınladığı Özel Rölâtivite Teorisi'nin fizikçilerin nezdinde kabûl görmesinden îtibâren de Esîr fikri: 1) fiziksel realiteye aykırı, ve 2) kendi içinde çelişkili olduğundan tamâmen terkedilmiştir.

Said Nursî'nin Esîr diye bir ortamın bütün Fezâ'yı doldurmakta olduğuna dair 1866 târihli iddiadan haberi vardır ama Esîr faraziyesinin o târihden sonraki dönemde geçirmiş olduğu istihâlelerden de bu kavramın, bilimsel kanıtlara dayanılarak, terk edilmiş olduğundan da haberi yoktur. Said Nursî, Esîr'den ne anlamakta olduğunu On İkinci Lem'a ile İşâretü-l İ'câz'da açıklamıştır. Buna göre:

1. "[Fezâ denilen] Şu geniş boşluğun Esîr ile dolu olduğu fennen ve hikmeten sâbittir"2.

2. "Fennen ve aklen, belki3 müşâhedeten sâbittir ki, ecrâm-ı ulviyenin câzibe ve dâfia gibi kanunlarının râbıtası ve ziyâ ve hararet ve elektrik gibi maddelerdeki kuvvetlerin nâşiri ve nâkili, o fezâyı dolduran bir madde mevcuttur"4.

3. Esîr'i oluşturan madde tıpkı suyun buhar ve buz kılığına girebilmesi gibi, aslı değişmeksizin, farklı şekillere bürünebilir. Esîr maddesinden yedi katmanın var olması akla mâni' de değildir, bu hususta bir îtirâza da sebeb olmaz5.

4. Esîr maddesi materyalistleri boğduran zerrelerin maddesinden daha lâtiftir... Bu sınırsız bir biçimde cüzlere ve kısımlara ayrışabilen iletme ve etki altında kalma nitelikleriyle ve göreviyle donatılmış olan bu maddeye, hattâ o maddenin zerreden fevkalâde daha küçük olan zerrelerine her şeyde her şeyi görecek, bilecek, idâre edecek bir hür irâde ve bir kudret ile vücûd bulan fiilleri ve eserleri isnâd etmek, Esîr'in zerrelerinin sayısının büyüklüğü kadar yanlıştır6.

5. Allah yedi kat göğü Esîr'den yaratarak şekillendirmiş, tanzîm etmiş ve yıldızları da içine ekmiştir7.

6. Güneş sistemi önce basit bir cevher imiş. Sonra bir nevi buhara dönüşmüş. Sonra o buhardan ateşten bir sıvı oluşmuş. Sonra da bu ateşten sıvı soğuyarak katılaşmış ve daha sonra da hareketinin şiddetiyle fırlatmış olduğu bâzı parçalar gezegenlere dönüşmüş. İşte Arz da onlardan biridir... Güneş sistemi ile Arz Allah'ın kudret elinin Esîr denilen maddeden yoğurduğu bir hamur imiş. Esîr, mevcûdata göre akıcı bir su gibi mevcûdatın aralarına girmiş bir su gibidir. Hûd sûresinin 7. âyetindeki "Ve kâne arşuhû ale-l mâi" ifâdesi Esîr'e işâret etmektedir ki Cenâb-ı Hakk'ın Arş'ı, su hükmünde olan bu Esîr üzerinde imiş. Esîr yaratıldıktan sonra, Allah'ın ilk îcadlarının tecellîsine merkez olmuştur. Yâni Allah Esîr'i halk ettikten sonra, ferdî cevherlere dönüştürmüş, sonra bir kısmını yoğun kılmıştır ve bu yoğun kısımdan, meskûn olmak üzere yedi küre yaratmıştır. Arz, bunlardan biridir8.

Said Nursî'deki Esîr kavramının menşe'inin J.C. Maxwell'in vaz etmiş olduğu Esîr kavramından mülhem olduğu "bu maddenin ışığın, ısının ve elektriğin yayılmasını sağladığı"na dair yukarıdaki beyânından9 âşikâr olmaktadır. Ama Fezâ denilen geniş boşluğun cismânî olmayan zerrelerden oluşan Esîr ile dolu olduğunun fennen ve hikmeten sâbit olduğu iddiası hakîkati yansıtmayan bir vehimden ibârettir. Çünkü Esîrin var olduğu fennen asla- ispatlanamamış olduğu gibi, yukarıda açıklandığı gibi, fen bunun fiziksel realiteyle hiçbir ilgisi olmayan isâbetsiz ve geçersiz boş bir faraziye olduğunu da göstermiştir.

Ayrıca, Fizik'te gök cisimlerinin tâbi' olduğu kanûnlar ve bunların matematiksel ifâdeleri Esîr'den de, onun yerini tutabilecek herhangi bir ortamdan da bağımsız olarak istidlâl ve te'sis olunabilmektedirler. Dolayısıyla Esîr'in gök cisimlerinin kanûnlarının râbıtasını (nizâmını, usûlünü, kâidesini, tertibini, düzenini, tarzını, uslûbunu ya da şeklini) sağlayan bir ortam olduğu iddiası da hiçbir kanıtı olmayan bir başka vehimden ibârettir.

Said Nursî, Aristo'nun Heyûlâ (Hyle, Materia Prima) fikrinden hoşlanmasa bile10, "Allah'ın yedi kat göğü Esîr'den yaratarak şekillendirmiş, tanzîm etmiş ve yıldızları da içine ekmiş; Güneş ile Arz'ın da Allah'ın Esîr'den yoğurduğu hamur" olduğunu beyân ederek Esîr'e, gene de, kadîm Felsefe'nin Heyûlâ'sının rolünü yüklemekte olduğu gözden kaçmamaktadır. Bu durumda farklı olan: mâhiyet değil, yalnızca isim değişikliğidir. Said Nursî bu bağlamda: İbn Rüşd'ün, El Kındî'nin, Fârâbî'nin, İbn Sinâ'nın, Kaşânî'nin, Mâtüridî'nin, Abdülkahir el Bağdâdî'nin, Gazzâlî'nin, Fahreddin Râzî'nin, Seyyid Şerif Cürcânî'nin ve daha birçok İslâm filozofunun "Heyûlâ" hakkındaki tefekkür ve mütâlealarından da haberdâr görünmemektedir.

Hûd sûresinin 7. âyetindeki "Ve kâne arşuhû ale-l mâi" ifâdesindeki "mâi" yâni "su" lâfzının Esîr'e işâret ettiği ise sâdece, mesnedi bulunmayan bir yakıştırmadır.

Kur'ân'da âlemin kozmogonisi muhkem değil, müteşâbih âyetlerde yer almaktadır. Dolayısıyla, zâten bu konu aklın ihâtâ ve cerh edemeyeceği bir mevkidedir. Bunu maddî âlemin elemanlarıyla aklî olarak açıklamaya yönelik, müelliflerine akla-yatkınmış gibi görünen ama hiç de aklî ve de ilmî olmayan, pekçok kısır teşebbüs olmuştur. Said Nursî'ninki de böyle bir teşebbüstür. Aynı zamanda, kendisinin Astronomi hakkındaki bilgilerinin de, ne yazık ki, Ortaçağ'daki spekülâsyonlardan öteye geçememiş olduğu gözükmektedir. Bunun içindir ki Said Nursî'nin kozmogonik spekülâsyonları, epistemolojik ve epistemik kıstaslar açısından, Teoloji'de de Pozitif İlimde de objektif bir ilgi ve de bilgi odağı olabilecek bir konumda değildir.

Bununla beraber üniversitelerimizde, Said Nursî'nin çizgisinde ve ondan ilhâm alarak, Esîr'i (tıpkı Büyük Patlama Teorisi(!) çerçevesi içinde başlangıçtaki Temel Tânecikler Çorbası gibi) Kâinat'taki her şeyin aslı gibi gören11, ve hattâ kuvantum alanlarının Esîr'e tekâbül etmekte olduğunu îmâ eden12 biyolog ve kimyâger öğretim üyelerinin bulunmakta oluşu da üzerinde düşünülmesi gereken bir vâkıadır.

Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre

Kaynaklar:

[1]Bk. Kaynaklı, İndeksli, Lügatlı Risale-i Nur Külliyatı 2 cild olarak yayınlayan Yeni Asya Yayınları, İstanbul 1996; s. 193, 226, 227, 258, 277, 323, 571, 616-617, 819, 820, 824, 1261, 1262, 1344.

[2]A.g.e., "İşâretü-l İ'câz", s. 1262, "Birinci Mukaddime"

[3]Belki: hattâ anlamında kullanılmaktadır.

[4]A.g.e., "On İkinci Lem'a", s. 616, "İkinci Kâide".

[5]A.g.e., "On İkinci Lem'a", s. 616, "Dördüncü Kâide".

[6]A.g.e., "Otuzuncu Lem'a", s. 819.

[7]A.g.e., "On İkinci Lem'a", s. 617, "Elhâsıl".

[8]A.g.e., "İşâretü-l İ'câz", s. 1261.

[9]A.g.e., "On İkinci Lem'a", s. 616, "İkinci Kâide".

[10]A.g.e., "Otuzuncu Lem'a", s. 819.

[11]Bk. Prof.Dr. Âdem Tatlı, Günümüzde İslâm Tefekkürünün Temsilcisi Bediüzzaman Said Nursî'nin Fen ve Teknik Meselelere Yaklaşım Tarzı, 1. Uluslararası Bediüzzaman Said Nursî Semposyumu'na sunulan Tebliğ, İstanbul 16 Mart 1991.

[12]Bk.Prof.Dr. Osman Çakmak, Boşluğun Anlamı ve "Esîr Maddesi", Sızıntı dergisi, Aralık 2002.

tarihinde Jeriko tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Ahmetbaba bak başlıkta yazdığımı okuyamamışsın.. Bu nurcuların kendi akılları ile cümle kuracak zekaları yoktur.. Soruları Risaleleri yapıştırarak cevaplarlar demiştim..

Peygamberine Moh diyen Ahmet baba.. SaiT peygamberin değilmiş.. Sanırım Mohammed yani senin MOH dediğin adamda değil peygamberin...

Ne güzelde ana başlıkta dediğim gibi bunların akılları yokturu ispatlamışsın...

Link to post
Sitelerde Paylaş

deliriyorsunuz değilmi :) halbuki gerenk yok. telaş yapmayın ya nedir bu nurculardan korkunuz bu kadar . deşifre edilecek birşeyimiz yok. herşey ortada.

said de ; imamı rabbani,mevlana vs. gibi asrının insanlarına islamı anlatmakla vazifeli bir dehadır. "dehadır" kısmını sadece hayatını okuyarak anlayabilirsiniz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> aptalların kendilerini akıllı zannettiğinden beri !

Yani ezelden beri, ha?

Şurada ağacın tepesine tünemiş birini görsen, amanda sol yanımda bir pencere açıldı, görüyom, amanda sen yanıyorsun aha cayır cayır dese.. Sen bu adama deli demiyorsan, ne dersin, ulu bilge mi?

Link to post
Sitelerde Paylaş
>>> aptalların kendilerini akıllı zannettiğinden beri !

Yani ezelden beri, ha?

Şurada ağacın tepesine tünemiş birini görsen, amanda sol yanımda bir pencere açıldı, görüyom, amanda sen yanıyorsun aha cayır cayır dese.. Sen bu adama deli demiyorsan, ne dersin, ulu bilge mi?

evet çok eskilerden beri bütün peygamberlerin karşılarında düşmanları vardı. onlara sihirbaz, deli , yalancı gibi ithamlarda bulunuyorlardı.

beni saidin şahsı ilgilendirmiyor. ister ağaca çıksın ister yerde otursun. Önemli olan düşüncelerdir, görüşlerdir !

peygamberde bir hasırın üstündeydi, çoğu zaman açlıktan ayağa bile kalkamıyordu.

Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> beni saidin şahsı ilgilendirmiyor. ister ağaca çıksın ister yerde otursun. Önemli olan düşüncelerdir, görüşlerdir !

Onlarda, ancak bir delinin dile getirebileceği düşünceler, görüşler zaten.. Zırvalıktan başka bir şey değiller..

Yokluktan hasır üstünde oturmak başka, gidip hasır verken ağacın tepesine tünemek başka..

Ha, muhammedin hasırda oturan aç ve yalınayağın biri olduğu masalıda ayrı bir tartışma zaten..

Link to post
Sitelerde Paylaş

moh eğer gerçekten samimi isen konu aç ve tam alıntı yap dedik

yani yarım yamalak değil bu şekilde açılan tüm iletileri de cevapladım

bknz SAiDDEn İNCİLER konuları

bu şekilde tüm konularınız cevaplarım

varsa Risale-i Nurda dinen ilmen bilimsel olarak bi yanlış mevzu getirin cevabınızı alın

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 3 months later...

sen Risale-i nurdan akla mantığa bilme veya dine muhalif bir bölüm getirecektin

7000sf malzeme var elinde yapmıyorsun sana kolaylık olsun imzamdan indir ekitabı bi bak

yinede emek vermişsin vevap verdim evet hayır diye<!--colorc--></span><!--/colorc-->

Akla fenne bilime aykırı bölüm getirmeye gerek yok....

Aşağıdaki yazıya göz at sonuna nokta nokta koyduğum cümlenin devamını sen yaz.

Birinci Nükte: Lâfzullah, mecmu-u Kur'ân'da 2806 defa zikredilmiştir. Bismillâh'takilerle beraber lâfz-ı Rahmân 159 defa, lâfz-ı Rahîm 220, lâfz-ı Gafûr 61, lâfz-ı Rab 846, lâfz-ı Hakîm 86, lâfzı Alîm 126, lâfz-ı Kadîr 31, Lâ ilâhe illâ Hû'daki Hû 26 defa zikredilmiştir. Haşiye

________________________________________

Haşiye: Kur'ân'daki âyâtın mecmu-u adedi 6666 olması ve şu geçen 89'uncu sayfada mezkûr Esmâ-i Hüsnânın adedi altı rakamıyla alâkadar bulunması, ehemmiyetli bir sırra işaret ediyor; şimdilik mühmel kaldı.

Lâfzullah adedinde çok esrar ve nükteler var. Ezcümle, lâfzullah ve Rab'dan sonra en ziyade zikredilen Rahmân, Rahîm, Gafûr ve Hakîm ile beraber lâfzullah, Kur'ân âyetlerinin nısfıdır. Hem lâfzullah ve Allah lâfzı yerinde zikredilen lâfz-ı Rab ile beraber, yine nısfıdır. Çendan Rab lâfzı 846 defa zikredilmiş; fakat dikkat edilse, beş yüz küsuru Allah lâfzı yerinde zikredilmiş, iki yüz küsuru öyle değildir.

Hem Allah, Rahmân, Rahîm, Alîm ve Lâ ilâhe illâ Hû'daki Hû adediyle beraber yine nısfıdır; fark yalnız dörttür. Ve Hû yerinde Kadîr ile beraber, yine mecmu-u âyâtın nısfıdır; fark dokuzdur.

Lâfz-ı Celâlin mecmuundaki nükteler çoktur. Yalnız şimdilik bu nükte ile iktifâ ediyoruz.

İkinci Nükte: Sûreler itibarıyladır. Onun dahi çok nükteleri var. Bir intizam, bir kast ve bir iradeyi gösterir bir tarzda tevafukatı vardır.

Sûre-i Bakarada, âyâtın adediyle Lâfz-ı Celâlin adedi birdir; fark dörttür ki, Allah lâfzı yerinde dört Hû lâfzı var (meselâ Lâ ilâhe illâ Hû'daki Hû gibi); onunla muvafakat tamam olur.

Âl-i İmrân'da, yine âyâtıyla Lâfz-ı Celâl tevafuktadır, müsavidirler. Yalnız Lâfz-ı Celâl 209'dur, âyet 200'dür; fark dokuzdur. Böyle meziyât-ı kelâmiyede ve belâgat nüktelerinde küçük farklar zarar vermez; takribî tevafukat kâfidir.

Sûre-i Nisâ, Mâide, En'âm; üçünün mecmu-u âyetleri, mecmuundaki Lâfz-ı Celâlin adedine tevafuktadır. Âyetlerin adedi 464, Lâfz-ı Celâlin adedi 461; Bismillâh'taki lâfzullah ile beraber tam tevafuktadır.

Hem meselâ, baştaki beş sûrenin Lâfz-ı Celâl adedi; Sûre-i A'râf, Enfâl, Tevbe, Yûnus, Hûd'daki Lâfz-ı Celâl adedinin iki mislidir. Demek bu âhirdeki beş, evvelki beşin nısfıdır.

Sonra gelen Sûre-i Yûsuf, Ra'd, İbrahim, Hicr, Nahl Sûrelerindeki Lâfz-ı Celâl adedi, o nısfın nısfıdır. Sonra Sûre-i İsrâ, Kehf, Meryem, Tâhâ, Enbiyâ, Hac, Haşiye o nısfın nısfının nısfıdır. Sonra gelen beşer beşer, takriben o nispetle gidiyor; yalnız bazı küsuratla fark var. Öyle farklar, böyle makam-ı hitabîde zarar vermez. Meselâ bir kısım 121, bir kısmı 125, bir kısmı 154, bir kısmı 159'dur. Sonra, Sûre-i Zuhruf'tan başlayan beş sûre, o nısf-ı nısf-ı nısfın nısfına iniyor. Sûre-i Necm'den başlayan beş, o nısf-ı nısf-ı nısf-ı nısf-ı nısfıdır, fakat takribîdir. Küçük küsuratın farkları, böyle makamât-ı hitâbiyede zarar vermez. Sonra gelen küçük beşler içinde, üç beşlerin, yalnız üçer adet Lâfz-ı Celâli var.

İşte bu vaziyet gösteriyor ki, Lâfz-ı Celâlin adedine tesadüf karışmamış; bir hikmet ve intizamla adetleri tayin edilmiş.

________________________________________

Haşiye: Bu beşer taksimat üzere bir sır inkişaf etmişti. Hiçbirimizin haberi olmadan, şuradaki altı sûre kaydolmuş. şüphemiz kalmadı ki, gaipten, ihtiyarımızın haricinde altıncısı girmiş, tâ bu nısfiyet sırr-ı mühimmi kaybolmasın.

Said Nursi’nin seçtiği konular atışın bolca yapılabileceği lastikli mevzular.

Cinler, melekler,ruhaniyet, öbür dünya, peygamberler, mucizeler,ahiret, risaleyi okuyan çekirgeler ve hüdhüd kuşu, risaleye ilişildiği veya radyolarda kadın sesi duyulduğu için olan depremler ve patlayan sobalar, vadesi gelen insan yerine arkadaşının ölmesi , eskinin peygamberlerinin hazır bulunduğu mecliste said nursinin nutuk atması,

Böyle mevzuların doğrumu yanlışmı rasyonel olarak tartışmak biraz zor olur.

Amma iş matematik odlumu biryere kaçamazsın.

29. mektup bakalım neler varmış.

1-Birkere alahın isimlerinin sayısı ile verilen rakamlar yanlış

2-Haşiyede yazılan kuranın 6666 ayet olduğu nu söyledin mi iddia tümden çöpe gider. Çünkü kuranın ayet sayısı 6666 değil.

3-allahın bazı isimlerini almış (neden onları seçtiyse) toplamış (bi kere sayımlar yanlış) kuran ayetlerinin yarısıymış (kuran ayetlerinin yarısı kaç ederse, bir kere 6666 ayet yok ortada)

4-sonra kendince seçtiği bazı isimleri almış toplamış ayetlerin yarısından dört fazla çıkmış.

(sayımlar yanlış, ayet sayısı 6666 değil, kafana göre isimleri seçip toplamışsın bari tam yarısına denk getir be adam. Yarısından dört fazlaymış)

5-alttaki parağrafta yine isimleri topluyor yarısıdır diyor fark dörttür diyor. Başka isimleri topluyor yarısıdır diyor fark dokuzdur diyor.(nısfıymış ama fark dördümüş dokuzumuş .)

Devam etmeyecem.. yeter .

Ne deyim ki bilmiyorum ki.

Gülermisin ağlarmısın.

Bide koca koca adamlar çıkıp.

kafayı peynir ekmeklemi yediniz siz yav. şu rezalete bak. matematiğe mantığa bak.

Link to post
Sitelerde Paylaş

1-Başlığın üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi oldu.

Canlı canlı ateşli bir şekilde tartışmalar yapılırken herkes bir anda durdu.

Neden böyle oldu?

2-Ahmet Baha isimli arkadaş risaleyi nurda akla mantığa fenne ters bir şey gösterilmesini istiyordu.

gösterilemeyeceğini iddia ediyordu.

Akla fenne bilime matematiğe düşünceye akıllara zarar bir said nursi alıntısı yaptım cevap yok.

Ahmet Aaha hani cevaplayacaktın.

Yoksa bukadar saçmalığın daniskasını ben bile cevaplayamammı diyorsun.

3-Meleklerin kırkbin başının olup olmadığı ile alakalı bir itirazım olsaydı cevaplayacakmıyıdın yoksa.

Yada hurilerdeki yetmişbin hulle konusunumu

Cennet yada cehennemin yerini mi tartışacaktın. bilimsel olarak.

Cennette insanlar o kadar yiyecek içecek ama sıçıp sıçmayacaklarını fenni bir şekildemi tartışacaktık.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...