Jump to content

Alıntılar


Recommended Posts

Gözlerimi açtım. Uyuyamadıktan sonra neden kapalı tutayım? Aynı karanlık, pusudaydı çevremde; düşüncelerimin tırmanmak isteyip de kavrayamadıkları, kavranmaz o siyah sonsuzluk! Neye benzetebilirdi acaba? Bu karanlığı ifade edebilecek siyahlıkta bir sözcük bulmaya zorladım kendimi; fakat faydasız! Söyledim mi ağzımı kapkara edecek şiddette siyah bir sözcük arıyordum. Allahım, ne kadar da siyahtı ya! Tekrar limanı, gemileri, durmuş beni bekleyen o kara devleri düşündüm. Beni emip kendilerine çekecekler, beni tutacaklar, ülkeden, denizlerden aşıracaklar, insan gözünün görmediği siyah diyarlara götüreceklerdi. Kendimi suların çekimine tutulmuş gemilerde görüyor, bulutlarda süzüldüğümü hissediyor, batıyor, batıyordum. Korkudan kısık bir çığlık kopardım, sımsıkı yapıştım yatağa. Tehlikeli bir yolculuk yapmış, bir bohça gibi havalarda savrulmuştum. Elimi sert kerevete çarpınca öyle bir ferahladım ki! İşte ölüm, dedim kendi kendime, öl artık! Bir süre yattığım yerde kaldım; Öleceğimi de kim söyledi? Sözcüğü buldum mu, bulamadım mı, hangi anlama geldiğini saptamak da bana düşer...

Knut HAMSUN - Açlık

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 163
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

"İnsanlar iyiye doğru götürülemezler; ancak şuraya-buraya götürülebilirler. İyi, olgu uzamının dışında yatar…

Tohumu topraktan çekip alamazsın. Yapabileceğin, yalnızca, ona ısı, nem, ışık sağlamaktır; kendi kendine yetişmek zorundadır…

Çocuk kötüdür, ama kimse ona başka türlü olmayı öğretmez ki; anası-babası da gösterdikleri budalaca yakınlıkla daha da beter ederler onu…

Bir insan kilitli olmayan, ama içeriye doğru açılan bir kapıyı boyuna itiyor, çekmek aklına gelmiyorsa, odada hapistir…

Ancak çok mutsuz bir insanın başka bir insan için üzülmeye hakkı vardır…

Kişi yalnızca en korkunç acılar içindeyken yazmalı - o zaman bambaşka bir anlamı olur yazdıklarının. Ama, bu yüzden, bu yazılanı da kimse bir doğrudur diye alıntılayamamalı; meğer ki bunu söylerken kendisi de acı çekiyor ola."

Ludwig WİTTGENSTEİN - Yan Değiniler

Link to post
Sitelerde Paylaş

"Ben, kendi hesabıma başka yol görmüyorum kıymetli, biricik dostum. Ne yapayım? Çalışarak sağlığımı büsbütün harabettim; her zaman çalışamam. Elin evine işe girsem, kahrımdan ölürüm... Zaten kendimi kimseye beğendiremem. Yaratılıştan hastalıklıyım, bu yüzden ele yük olmaktan başka işe yaramam. Şüphesiz bu defa da cennete gidecek değilim, ama önümde başka yol yok."

F. M. DOSTOYEVSKİ - İnsancıklar

Link to post
Sitelerde Paylaş

"derken bir gün bir kitap çektim, açtım ve kalakaldım.

birkaç paragraf okudum. sonra çöplükte altın bulmuş biri gibi kitabı masaya götürdüm.

cümleler sayfada yuvarlanıyordu, kayıyorlardı. her cümlenin kendine özgü bir enerjisi vardı.

cümlelerin özü sayfaya bir biçim veriyordu: sayfaya oyulmuşlardı sanki.

duygusallıktan korkmayan birini bulmuştum sonunda.

mizah ve acı olağanüstü bir kolaylıkla iç içe geçmişti.

o kitabın ilk sayfaları benim için çılgın ve büyük bir mucizeydi.

evet, Fante beni çok etkiledi. o kitapları okuduktan kısa bir süre sonra bir kadınla yaşamaya başlamıştım.

benden daha ayyaştı ve korkunç kavgalar ederdik.

bazen ona, "bana orospu çocuğu deme! bandini'yim ben, arturo bandini" diye bağırırdım.

Fante benim tanrı'mdı ve tanrı'ların rahatsız edilmeyeceğini, kapılarının çalınmayacığını biliyordum.

ama "angel's flight"ın neresinde oturduğunu tahmin etmeye çalışır, hala orada yaşadığını tahayyül etmeyi severdim. hemen her gün ordan geçerdim.

camilla'nın tırmandığı pencere bu muydu? lobi bu mu?

hiçbir zaman emin olamadım."

Charles Bukowski - Toza Sor'un önsözü

Adamım buko ne güzel yazmış ,şu fanteyi okumak farz oldu

Link to post
Sitelerde Paylaş

Onu çılgınca sevmiştim! İnsan neden sever? Dünyada sadece bir varlıktan başkasını görmemek, kafasında sadece bir düşünce olmak, yüreğinde sadece bir arzuyu hissetmek ya da dudaklarında sadece bir adın tekrarlanması tuhaf mı acaba? Bir pınarın sularının yeryüzüne çıkmasına benzer şekilde ruhun derinliklerinden dudaklara kadar yükselen, hep söylenen, tekrar söylenen, bir dua gibi her yerde hep fısıldanan bir ad.

Hikâyemizi anlatmayacağım. Aşkın sadece bir hikâyesi vardır ve o zaten hep aynıdır. Tanışmış ve birbirimizi sevmiştik. İşte hepsi bu. Bir yıl boyunca, onun kollarında, onun şefkatiyle, sevgisiyle, giysilerinde, sözlerinde, bakışlarında, ondan gelen her şeye tutkun, ona bağlanmış ve hapsolmuş şekilde yaşamıştım. Her şey o kadar eşsizdi ki, gece miydi gündüz müydü, ölü müydüm, diri miydim, neredeydim, farkında değildim.

Ve işte öldü. Nasıl? Bilmiyorum, hiç bilmiyorum.

Yağmurlu bir gecede eve sırılsıklam döndü. Ertesi gün öksürüyordu. Yaklaşık bir hafta boyunca öksürdü ve yatağa düştü.

Ne olmuştu? Hiç bilmiyorum.

Doktorlar geliyor, yazıp çiziyor ve gidiyordu. İlaç getiriyorlar, hastabakıcı bir kadın da ilaçları ona içiriyordu. Elleri sıcaktı, alnı nemli ve yanıyordu, bakışları parlak ama hüzün doluydu. Onunla konuşuyordum, o da bana cevap veriyordu. Birbirimize neler anlatmıştık? Bilmiyorum. Her şeyi, evet her şeyi, her şeyi unuttum. Ölüp gitti; o son, o zayıf iç çekmesini çok iyi hatırlıyorum.

“Ah!” dedi hastabakıcı kadın. O an anladım! Artık hiçbir şey bilmiyordum. Hiçbir şey... “Metresiniz” diye konuşan bir papazı gördüm. Ona hakaret ediyor gibi geldi bana. Mademki ölmüştü o, artık bunu kimsenin söyleme hakkı yoktu. Papazı kovdum. Bir başka papaz geldi; iyi ve hoştu. Bana ondan söz edince ağladım.

Toprağa verme konusunda bir sürü soru sordular bana. Hiç hatırlamıyorum.

Bununla birlikte, tabutunu, onu içine koyup tabutun çivileri çakılırken duyulan çekiç darbelerinin sesini çok iyi hatırlıyorum. Ah Tanrım!

Gömüldü. Artık bu çukurun içindeydi! Birkaç kişi, birkaç arkadaş gelmişti mezarlığa. Kaçtım oradan, koştum.

Sokaklarda uzun süre yürüdüm. Sonra eve döndüm. Ertesi gün seyahate çıktım.

Dün Paris’e döndüm.

Odamı, odamızı, yatağımızı, eşyalarımızı, ölümünden sonra ondan geriye kalan her şeyin bulunduğu bu evi yeniden görünce, içimi öyle büyük bir üzüntü kapladı ki, az daha pencereyi açıp kendimi sokağa atacaktım. Ondan kalan her şeyi sarıp sarmalayan, onun bedeninden, soluğundan kalan her şeyi, binlerce zerreyi barındıran bu eşyalar, duvarlar arasında kalamazdım. Dışarı çıkmak için şapkamı aldım. Kapıyı varmadan önce, onun hole koydurduğu büyük aynanın önünden geçtim. Dışarı çıkmadan önce bu aynada tepeden tırnağa kendisine bakar, giysilerinin kendisine yakışıp yakışmadığını, giydiklerinin, saçlarının güzel olup olmadığını incelerdi.

Sık sık onun görüntüsünü yansıtan bu aynanın karşısında kalakaldım. Ayna onu o kadar sık yansıtmıştı ki, onun görüntüsünü de muhafaza ediyor olmalıydı.

Orada, gözlerimi cama dikmiş, düz, derin, boş aynanın önünde titreyerek duruyordum. Benim bakışlarım kadar sevdalı, benim kadar ona vurgun olan o ayna yine de tümüyle onu içinde saklıyor olmalıydı. O aynayı sevdiğimi anladım. Ona dokundum; soğuktu! Oh! Anılar, anılar! Bütün acıları çektiren o korkunç, o yaşayan, o ölü, o acı veren, yakan ayna! Bir aynada yansımaların kayması ve yok olması gibi sakladığı, gördüğü, önünden geçen her şeyi, sevgisine ve aşkına sığındığı her şeyi unutan yüreğe sahip insanlara ne mutlu! Ne çok acı çekiyorum. Sokağa çıktım, farkında olmadan, istemeye istemeye mezarlığa gittim.

Mezarını buldum. Üzerinde birkaç kelimenin yazılı olduğu ve mermerden bir haçın bulunduğu basit bir mezar. Üzerinde şöyle yazılıydı: “Sevdi, sevildi ve öldü”.

Oradaydı, o çukurun içinde çürümüştü! Bu ne korku! Alnım toprağın üzerinde, hıçkırıklara boğuluyordum.

Orada epey kaldım. Sonra akşam olduğunu farkettim. O anda, acayip ve delice bir arzu, umutsuz bir sevgilinin arzusu kapladı içimi. Geceyi, mezarında ağlayarak onun yanında geçirmek istiyordum. Ama beni görürlerse, mezarlıktan dışarı çıkarırlardı. Nasıl yapmalı?

Doğruldum ve bu ölüler diyarında başıboş dolaşmaya koyuldum. Yürüdüm, yürüdüm. Burası, yaşayanların diyarının yanında ne kadar da küçüktü! Bununla birlikte, ölülerin sayısı yaşayanlarınkine göre ne de çoktu. Bağların şarabını, pınarların suyunu içen, ovaların ekmeğini yiyen bize daha büyük binalar, sokaklar, daha çok yer gerekiyor.

Oysa bütün ölüler için, bize kadar ulaşan bütün ölüler için küçük bir toprak parçasından başka hemen hemen hiçbir şey gerekmiyor. Toprak onları alıyor, unutulmuşluk onları siliyor ve elveda!...

İçinde dolaştığım mezarlığın sonunda terkedilmişlerin, yani çok önceden ölenlerin, toprağa karışmayı tamamlamış, artık haçları bile çürümüş olanların mezarlarına, yarın yeni ölenlerin gömüleceği mezarların bulunduğu bölüme geldiğimi farkettim. Burası, güllerle, uzun ve kara servi ağaçlarıyla dolu, kederli ve insan etiyle beslenen büyük bir bahçeydi.

Yalnız, yapayalnızdım. Bir ağaçta büzülüp kaldım. Karanlık ve kalın yapraklı dallar arasında tamamen gizlendim.

Ve alabora olmuş bir geminin enkazına tutunan bir kazazede gibi ağacın gövdesine sarılarak bekledim.

Gece iyice çöküp ortalık zifiri karanlık olunca, gizlendiğim yerden ayrıldım ve ölülerle dolu toprağın üzerinde yavaş ve sessiz adımlarla yürümeye koyuldum.

Uzun zaman aylak aylak dolaştım. Onun mezarını bulamıyordum. Kollarımı öne uzatmış, gözlerim iyice açık, ellerimi, ayaklarımı, dizlerimi, göğsümü hattâ başımı mezarlara çarpa çarpa yürüyor ama onu bulamıyordum. Dokunuyor, yolunu arayan bir kör gibi taşları, haçları, demir parmaklıları, solgun çiçeklerin bulunduğu çelenkleri ellerimle yokluyordum. Parmaklarımı harfler üzerinde gezdirerek isimleri okuyordum. Ne geceydi, ne geceydi o! Mezarı bulamıyordum!

Ay ışığı yoktu. Her yer karanlıktı. Korkuyordum; iki mezar dizisi arasında bulunan küçük yollarda içime berbat bir korku yayılıyordu. Mezarlar, mezarlar, mezarlar. Her yer mezarlarla doluydu. Sağda, solda, önümde, arkamda her yerde mezarlar vardı. Dizlerim tutmuyor, artık yürüyemiyordum. Mezarlardan birinin üzerine oturdum.

Kalbimin çarpıntısını işitiyordum! Başka şeyler de duyuyordum. Neydi bu? Adı koyulamayan karmakarışık bir gürültü! Nereden geliyordu? Sersem sepet olmuş kafamdan mı, karanlık geceden mi yoksa gizemli, insan cesetleriyle dolu toprağın altından mı? Çevreme bakıyordum!

Orada ne kadar kaldım, bilmiyorum. Korkudan kıpırdayamaz hale gelmiş, kendimden geçmiştim; bağırıp çağırmaya ve ölmeye hazırdım.

Birden, üzerinde oturduğum mermerden kapak taşı hareket ediyormuş gibi geldi bana. Evet, sanki biri onu kaldırıyormuş gibi kapak taşı yerinden oynuyordu. Bir sıçrayışta yandaki mezarın üzerine attım kendimi. Az önce üzerinde oturduğum taşın doğrulduğunu gördüm. Birdenbire ölü göründü, çıplak bir iskelet, kamburlaşmış sırtıyla kapak taşını atıverdi. Görüyordum, gece ne denli karanlık olursa olsun, onu çok iyi görüyordum. Haçın üzerinde şöyle yazıyordu: “51 yaşında ölen Jacques Olivant burada yatıyor. Ailesini, arkadaşlarını çok severdi, dürüst ve namusluydu, Hakkın rahmetine kavuştu”.

Ölü de, mezar taşının üzerindeki yazıları okuyordu. Sonra yoldaki bir taşı, keskin küçük bir taşı aldı ve yazıları özenle kazımaya koyuldu. Yazılanları yavaş yavaş tümüyle sildi, az önce kazıdığı yere boş gözlerle baktı ve bir zamanlar işaret parmağı olan kemiğin ucuyla parlak harflerle yazdı:

“51 yaşında ölen Jacques Olivant burada yatıyor. Acı sözleriyle, mirasına konmak istediği babasının ölümünü çabuklaştırdı, karısına işkence yaptı, çoluk çocuğuna eziyet etti, komşularını aldattı, fırsat buldukça çalmaktan geri kalmadı ve sefilce öldü”.

Ölü, yazmayı bitirince, hiç kıpırdamadan eserini hayranlıkla seyretti. Geriye dönüp bakınca, bütün mezarların açılmış olduğunu, bütün cesetlerin mezarlarından çıktığını, hepsinin, gerçeği kazımak için, aileleri tarafından mezar taşlarına yazılan yalanları sildiğini gördüm.

Ve hepsinin, bu iyi babaların, bu sadık kadınların, fedakâr oğulların, tertemiz lekesiz genç kızların, bu dürüst tüccarların, bu kusursuz olduğu söylenen erkeklerin ve kadınların aslında kendi yakınlarına işkence ettiklerini, kinci, namussuz, iki yüzlü, yalancı, dalavereci, iftiracı ve kıskanç olduklarını, çalıp çırptıklarını, aldattıklarını, utanç verici ve iğrenç her türlü işe karıştıklarını görüyordum.

Hepsi, sonsuz barınaklarının girişine, hayattayken hiç kimsenin bilmediği ya da bilmez göründüğü korkunç, zalim ve kutsal gerçeği aynı anda yazıyordu.

Sevgilimin de, kendi mezar taşına yazmış olduğunu düşündüm.

Artık korkmadan, yarı açık tabutların, cesetlerin ve iskeletlerin arasından onun mezarına koşmaya başladım; onu hemen bulacağımdan emindim.

Kefene sarılı yüzünü görmesem de, uzaktan tanıdım onu.

Biraz önce mermerden haçın üzerinde, “Sevdi, sevildi ve öldü” yazıyordu.

Şimdi okunanlar ise şöyleydi: “Bir gün, sevgilisini aldatmak için dışarı çıktı, yağmura yakalandı, soğuk aldı ve öldü”.

..........................................................

Gün doğarken beni bir mezarın yanından yarı cansız kaldırmışlar.

Guy De MAUPASSANT

Link to post
Sitelerde Paylaş

Fa

garaj’a indim. the arabanın yerinde, kırmızı bir araba duruyor. herşey aynı, rengi başka. kumandaya dokundum. bomba, patlamadı. araba, çalıştı. radyo’yu açtım. hareketli bir müzik, ânlık bir müzik. yalnızca ‘fa’ sesi var, tekrar ediyor. bir gariplik var. bir önemi yok. güzel.

orji sonrası bir durum.

karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir kadın gördüm. frene bastım. kadın, tereddüt etti. en iyisini yaptı. tereddüt, kurtarır. arkadaki kornaya bastı. müzik, fa ile bitiyor, fa ile başlıyor, fa ile devam ediyor. müzik, yanlış olmaz.

marx, din eleştirisinin sona erdiğini, haber verdi. peyami safa’ya peyami ismini tevfik fikret, verdi.

nereye gittiğimi geçici olarak hatırlamıyorum. bir yere gidiyorum. yoldayım. motor, çalışıyor. klima, var. müzik, fa fa fa fa.

fa bir sabit. londra, başka sabit. uçak. zarafet. özgürlük. yağmur. mesafe. ölçü. yön. kelime. tarihî bir değiş tokuş.

insanın bütün felâketi, kendi kendine vereceği mânâyı şaşırmasıdır. araba’nın rengini yan aynalardan kontrol ettim. kırmızı, kırmızı gibi değildi. bir bitkinin rengi idi. sarı benzeri kırmızı.

bir kadın, herşeyin enerji olduğunu söyler. ostwald, vardı.

mistisizm alanında hiçbir şey bir diğerine karşıt değil. hiç ve hiç. bütün ve bütün. 19. yüzyılda fizik bilimlerdeki ilerleme ile uçmayı öğreniyoruz. hiçiz. onaylamayan, dışarıda. harici. bilmeyen, henüz sorumlu değil. mistisizm 21. yüzyılda bir zaman işareti’dir.

bir enformasyon devresi. herşey var ve bir şey yok. koşan insan, herşey sahibi olmak imkânına sahip. olmayan şey, mehenk taşı.

bilgi, zevk, sevgi, ve başka şeylerde mehenk yok.

ne söylersiniz? yok işte. peyami’yi arıyorum.

baudrillard: ‘nerede bir tıkanma varsa orada metastaz (çoğalma, yayılma) vardır’.

radyo istasyonunu değiştir düğmesi’ne dokunmuyorum. dokunsam, değişecek. hiç dokunmuyorum.

Rüşdü Paşa

http://sivildenemeler.wordpress.com/author/rusdupasa/

Link to post
Sitelerde Paylaş

Tanrım, dedim, çünkü o günlerde tanrı'sıyla senli benli konuşan inançlı bir gençtim; tanrım, ne iş? Bu mu istediğin? Bunun için mi getirdin beni dünyaya? Doğmayı ben istemedim, benim parmağım yok bu işte, ama buradayım ve sana önemli sorular yöneltiyorum, nedenlerini bilmek istiyorum, yanıtla, bir işaret ver: iyi bir hristiyan olmanın , on iki yıllık katolık doktrininin ve dört yıllık latince'nin karşılığı bu mu? Dönüşüm'ü, kutsal üçlü'yü yada diriliş'i hiç inkar ettim mi? Kaç pazar ayini veya dini bayram kaçırdım? Bir elin parmaklarıyla sayabilirsin, tanrım. Benimle oyun mu oynuyorsun? İpin ucu mu kaçtı? Denetimi mi yitirdin? Güç şeytana mı geçti yine? Dürüst ol benimle, çünkü kafam sürekli karışık. Bir işaret ver bana. Hayat yaşamaya değer mi? Her şey yoluna girecek mi?

John FANTE - 1933 Berbat Bir Yıldı

tarihinde A.Artaud tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Yüce Tanrım bana yardım et! Ve açtım adımlarımı, düşüncelerim de peşimden geliyorlardı, koşmaya başladım, donmuş ayaklarım fareler gibi cıyaklıyorlardı; koşmanın da yararı olmadı, düşünceler bırakmıyordu peşimi. ama koşarken kol, o canım sol kol duruma hakim oldu ve bana usulca seslendi; sakin ol evlat, yalnızlık bu, bir başınasın dünyada; ne baban, ne annen, ne inancın yardım edebilir sana; kimse kimseye yardım edemez, sadece sen yardım edebilirsin kendine, ben de bu yüzdenburadayım, çünkü biz birbirimiziden ayrılamayız, birlikte her şeyin üstesinden geliriz.

John FANTE - 1933 Berbat Bir Yıldı

Harbiden de çok berbatmış. Berbatlıkta anca bu kadar ustaca anlatılabilir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hangi kitaptan olduğunu da yazsaydın bari. Gelip laf çakıp gidiyorsun anca. Tamam kıçına söylerim bundan sonra.

Kitap değil o.

''Family Guy'' adlı çizgidiziden Herkes bilir diye belirtme gereği duymadım.

Hem neden bütün alıntılar ciddi yada melankolik kitap alıntıları olmak zorunda?

Biraz daha family guy alıntısı :

"I got an idea, an idea so smart my head would explode if I even began to know what I was talking about."

- Peter, Family Guy

"If you need me, i'll be in space."

- Peter, Family Guy

With great moustache, comes great responsibility." griffin

Peter: Look at this, Lois, see right here [points in book], I was voted most likely to succeed!

Lois: Peter, that's not you. That's not even a yearbook, it's a People magazine.

Peter: Oh, I wondered why they had the wrong picture and name

Lois: You're drunk again.

Peter: No, I'm just exhausted 'cause I've been up all night drinking.

Peter: Lois, you've got a sick mind!

Lois: Peter, I'm talking about making love.

Peter: Oh, I thought you wanted us to murder the children and harvest their organs for beer money.

Stewie: There's always been a lot of tension between Lois and me, and it's not so much that I want to kill her, it's just, I want her not to be alive anymore.

Genie: I am here to grant you three wishes.

Lois: Peter, three wishes. Oh this is so exciting.

Meg: I want a new hat.

Chris: I want a new hat.

Stewie: I want them to have new hats!

Stewie: I'd love to stay and chat but, you're a total bitch.

Link to post
Sitelerde Paylaş

..kat senin gibi onlardan cümle araklamak hiç aklıma gelmedi.

''alıntılamak'' demek istedin.

Biraz da ''simpsons'' dan alıntılayayım ohalde.

Homer (about the towing business): Wow, you make people miserable and there's nothing they can do about it! Just like God.

Bart, (praying): We paid for all this stuff ourselves -- so thanks for nothing!

Okay, brain. You don't like me, and I don't like you, but let's get through this thing and then I can continue killing you with beer.

-- Homer Simpson

In this house, we obey the laws of thermodynamics!

-- Homer Simpso

Homer: Here’s to alcohol, the cause of — and solution to — all life’s problems

Homer: Old people don’t need companionship. They need to be isolated and studied so it can be determined what nutrients they have that might be extracted for our personal use.

Homer: Kids, you tried your best and you failed miserably. The lesson is, never try.

Homer: You know, the one with all the well meaning rules that don’t work out in real life, uh, Christianity.

Homer: Bart, with $10,000 we’d be millionaires! We could buy all kinds of useful things like…love!

"I'm not normally a religious man, but if you're up there, save me, Superman!"

- Homer, The Simpsons

I hope I didn't brain my damage."

- Homer, The Simpsons

"The problem in the world today is communication. Too much communication."

- Homer, The Simpsons

"All my life I've had one dream, to achieve my many goals."

- Homer, The Simpsons

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hem neden bütün alıntılar ciddi yada melankolik kitap alıntıları olmak zorunda?

Böyle bir zorunluluğun olduğunu nerede söyledim? Kendi kendine gelin güvey oluyorsun. Ben hoşuma gidenleri paylaşıyorum, hemde o kadar melankolik şeyler değil, sen melankoli görmemişsin bence. Hem senin şu Max Payne'in yanında komedi kalırlar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

hemde o kadar melankolik şeyler değil, sen melankoli görmemişsin bence.

Demek ben baktığım heryerde melakoliyi görüyorum . Ben miyim yani melankolik olan?

Hayır sadece yazarken abartılı kelimeler kullanmayı seviyorum.

Bir yıldan uzun bir süredir nerdeyse hiç kitap okumadığım için kitaplardan paylaşacak bişeyim yok artık. Sadece TV şovları var artık.

Bazıları gerçekten çok akıllıca ama. çizgifilmler özellikle.

tarihinde NiHiL tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Demek ben baktığım heryerde melakoliyi görüyorum . Ben miyim yani melankolik olan?

Hayır sadece yazarken abartılı kelimeler kullanmayı seviyorum.

Tamam anladım. Sana bir şey diyen olmadı zaten NİHİL. İstediğin gibi takılırsın tabii.

Bir yıldan uzun bir süredir nerdeyse hiç kitap okumadığım için kitaplardan paylaşacak bişeyim yok artık. Sadece TV şovları var artık.

Bazıları gerçekten çok akıllıca ama. çizgifilmler özellikle.

Bende severim, southpark falan hoşuma gider.

Link to post
Sitelerde Paylaş

South parktan da 2 alıntı var daha fazlası için google taciz edilebilir ama ben üşendim şimdi.

"I want to get down on my knees and start pleasing Jesus. I want to feel his salvation all over my face."

- Eric Cartman, South Park

"Stan, don't you know the first law of physics? Anything that's fun costs at least $8."

- Eric Cartman, South Park

-------------

Don't take life too seriously. You'll never get out alive. - Bugs Bunny -en bilindik olanı.

-------------

''Regular show'' dan

BENSON

We have until three to stop the audit, so if anyone knows someone who can help, tell me. Anyone at all. Anyone.

MUSCLE MAN

I know who can help.

BENSON

Muscle Man, if you say your mom, you're fired.

MUSCLE MAN

My mom!

BENSON

Get out!

MUSCLE MAN

It was worth it!

--------------

MORDECAI

Why do you want to go so bad?

RIGBY

Going to this concert could be the biggest moment of my life.

MORDECAI

Wow, sounds like your life sucks.

RIGBY

Shut up!

-----------------

BENSON

Do you see them?

POPS

Not yet.

BENSON

Hit the lights! It's almost 8 PM!

MUSCLE MAN

Whoo! Skips is gonna be so surprised when he comes in and sees us totally naked!

BENSON

It's not that type of party, Muscle Man.

MUSCLE MAN

Aaaaw... Don't turn on the lights!

----------------

I don't know, is it more boring than my fist in your face? R.S

----------------

The Marvelous Misadventures of Flapjack 'den

Captain K'nuckles: A true adventurer never walks away from an easy victory.

Flapjack: Good morning, Captain!

K'nuckles: Boy, the only good thing about mornings is sleeping through 'em.

Captain K'nuckles: You're angry 'cause you're poor,

K'nuckles: Disappointment is the best adventure!

Flapjack: It is?

K'nuckles: Do you feel all hollow inside?

Flapjack: Yes.

K'nuckles: Wished you'd stayed in bed this morning?

Flapjack: A little...

K'nuckles: Ever felt that way before?

Flapjack: Nope!

K'nuckles: ADVENTURE!

Flapjack: ADVENTURE!!!

Herkesin hoşlanacağını sanmıyorum. Alıntıların sonunda ''vaktimi boşa harcadın'' hissine kapılacağını düşünüyorsan doğru yerdesin çünki burası alıntının sonu.

Link to post
Sitelerde Paylaş

South parktan da 2 alıntı var daha fazlası için google taciz edilebilir ama ben üşendim şimdi.

Sağol. Güzeldi. Benim en çok hoşuma giden. Hani şu Kenny ölüp duruyor ya her bölüm.

Oh my god Kenny is dead.

You Bastard! dediği bölüm :) .

Herkesin hoşlanacağını sanmıyorum. Alıntıların sonunda ''vaktimi boşa harcadın'' hissine kapılacağını düşünüyorsan doğru yerdesin çünki burası alıntının sonu.

Vakit daima boşa harcanır zaten. Bazıları dolu harcadığını sanarak kendilerini kandırır o kadar. Harcadıkları vaktin hesabını öldükten sonra tutabildiklerini düşünmek her zaman hoşuma gider :) . Çok saçma.

Link to post
Sitelerde Paylaş

SORUMLULUK, TOPLUM, ÜLKE, GÖREV, OLGUNLUK; kasvet verici sert sözcükler hepsi. Fakat neden bu kadar kıvranıyorlardı? Neden bu kadar nefret ediyorlardı? Başkalarının iyi vakit geçiriyor olmalarından ya da sürekli mutsuz olmamalarından rahatsızlık duyuyorlardı sanki. Herkes sırtında onların taşıdığı o lanet ağır kaya parçasını taşısın istiyorlardı. Onun yanında bir geri zekâlı gibi çalışıyor olmam ona yetmiyordu; hayatımdan arda kalan birkaç iyi saati harcıyor olmam ona yetmiyordu–hayır, onunla aynı ruh ve zihniyeti paylaşmamı, kirli çoraplarını koklamamı, onunla birlikte öfkelerini ve nefretlerini çiğnememi istiyordu. Bana bunun için para ödemiyorlar, göt herif. İnsanı öldüren de budur işte –işin fiziksel yanı değil, ölülerin arasında sıkışıp kalmak.

Charles BUKOWSKİ - Pis Moruğun Notları 2

Link to post
Sitelerde Paylaş

"Çoğu ulusları ve çoğu çağları araştırın. Uygulamada dünyaya egemen olan dinsel ilkeleri inceleyin. Bunların, hasta insanların rüyalarından başka bir şey olduklarına pek inanamazsınız; ya da belki bunları kendini akıllı sıfatıyla onurlandıran bir varlığın ciddi, kesin, dogmatik bildirimleri olmak yerine, daha çok, insan kılığına girmiş maymunların saçma sapan oyunları sayarsınız."

David Hume

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...