Jump to content

Ashabın Evlilik Çılgınlıkları


Recommended Posts

islam tarihi efsane yazan muslumanlarin eseridir diyorsun..sen bana butun tarihciler tarafindan oldugu gibi kabul edilmis ve degisik sekillerde yazilmamis bir tarih gösterebilirmisin..birak 14 asir daha 2-3 asir önceki tarih bile en az 3-4 sekilde yazilmis ve istiyen istedigi kaynaktan anlatip propagandasini yapiyor...butun tarih kitaplari birer efsanedir...ama islamda olupta baska hic bir inanc yada medeniyette olmuyan kuran herkesin ustunde hemfikir oldugu tek kitaptir...

Ne ilgisi var? Tarihin hangi şekillerde yazıldığından sözedilmiyor burada. Bir olay olur, daha sonra o olay birileri tarafından değişik bakış açılarıyla yorumlanır, aralara birkaç abartı, irili ufaklı birkaç yalan serpiştirilir ama biz biliriz ki o olay olmuştur. Çünkü o olayın olduğunu anlatan, birbirinden bağımsız pek çok kaynak, delil, belge, bilgi vs. vardır.

İslam tarihindeki sorun, olayların ve kişilerin doğruluğu bir yana, var olup olmadıkları da kesin değildir. Hatta kimi tarihçilere göre -ki onlar henüz ciddi olarak ilgilenmeye başladılar İslam tarihiyle- Muhammed bile büyük ihtimalle fiktif bir karakterdir.

İslam'ın dinci tarihçilerinin anlattıklarını kanıtlayan, doğrulayan tek bir delil yoktur. En küçük bir delil bile..

Ve sözettiğimiz din ise koskoca İslam dini, adı geçen kişi de bu dini sözde kurucusu, İslam İmparatorluğunun sahibi müthiş bir peygamberdir.

Adama mezar bile yaptılar geçenlerde.. Uydur uydur, adına da din de.. Araplar önce kendilerini, sonra da insanlığı kandırmışlar bin küsur yıldır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 137
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Jadı..

Bunu da nereden uyduruyorsun?

Nedir kaynağin?

İslam efsanesinin bir parçası olduğunu göremiyor musun?

Nasıl bir atesitsin bilmem. Tek eksiğin namaz kılmak..

Muhammed'in ve etrafının yaşadığının tek delili yoktur diyoruz size.. Anlamıyor musunuz?

Olsa tek bir delili olurdu. Geride bir şeyler bırakırlardı bu adamlar.

Toz olup gittiler.

Bunu nasıl açıklıyorsun?

Onlar yaşamış demekle, İslam'a inanıyorsun. Bunu başka türlü açıklamak mümkün değil.

Çünkü Muhammed'in yaşadığın Kur'an ve hadisler söylüyor. Başka somut kanıt yok.

Ve sen onlara inanıyorsun.

Senin Müslüman'lardan farkın nedir?

Ben arada fark görmüyorum.

Müslüman'lar tarihçi yetiştirmemilerdir. Efsane ve masal yazanlar yetiştirmişlerdir.

Tabii sizin gibi onlara inananlar olunca, kör ölüyor, badem gözlü oluyor.

Kafanızı ne zaman çalıştırmaya başlayacaksınız?

Sizi daha ne kadar stimüle edebilirim.

Ben usandım ama siz değişmediniz.

Ben buna İslam'ın imanı diyorum. Sizleri de pençesine almış. Kurtulamıyorsunuz etkisinden..

Hacı sinirlendi.!!!

Bizi eğitemediğinden şikayet ediyor..

Yakında forumda ateistlerin peygamberi olduğunu ilan ederse şaşırmayalım !(?)

Şaka-şaka ya sevgili hacı....

Seni ve fikirlerini çok beğeniyorum

Sinirlendiğinde,kontak kopuyor ve düz gidiyorsun...

Not= İslamın bir yalan rüzgarı efsanesi olduğuyla ilgili yazılarırınızı keyif ve dikkatle takip ediyoruz..

sağlıcakla

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hacı'nın kaygısını anlıyorum, sık sık söylüyor.. bu konuda çok yazıldı şimdiye kadar..

ben şahsen muhammedin yaşadığını sanmıyorum; çünkü somut bir kalıntı yok...

ama müslümanlarla tartışırken, onların yaşadığını kabul ettiklerini bilerek tartışıyorum..

ayrıca müslümanlarla başka türlü tartışma zemini yaratmak da zor..

dahası, burada islamiyet üzerinden tartışılan şey dindir herşeyden önce...

dinleri tartışırken dinlerin hepsi uydurmadır diyerek işin içinden çıkmak pek faydalı olmuyor, herhangi bir sonuç vermiyor..

o yüzden dine odaklanarak tartışmak daha faydalı olabiliyor..

örneğin, bir müslümanla dindeki çelişkileri tartıştığında onu ikna etme olasılığı daha yüksek.. bu durumda adam madem bu din böyle artık kabul etmiyorum diyebiliyor.. yani dine odaklanarak tartışmak daha verimli oluyor..

kısacası, dindeki çelişkilerle birini ikna etmek, muhammedin yaşamadığına ikna etmekten daha kolay sanırım..

Link to post
Sitelerde Paylaş

İşte böyleee,

Yahu,deli etceniz insanı.

Muhammedin yaşamadığını nasıl söylersiniz?

Bukadar isbatı varken.

Ocağın Arapları hep yalanmı söylemişler yani?

Bu kadarda kuyruklu yalan olamaz.

Muhammedin yaşadığına nasıl bir ısbat arıyorsunuz?

Anlamadım valla.

Anladımsa Arap olem.

Tolonbeg

Link to post
Sitelerde Paylaş

Muhammed'in yaşadığını söylemek 'Muhammed'e inanmak' demek değildir; bu, sadece bir gerçekliği ifade etmektir.

'Büyük İskender ya da Neron yaşamıştır' demek gibi bir şey...

Muhammed'e inanmak, onun her yapıp ettiğini uygulayıp yapmaktır.

Siz 'yaşamamıştır' iddiasını sürdürmek isterseniz, Muhammed'e kadar gitmeye gerek yok; Yunus Emre ve Nasreddin

Hoca gibi çok daha yakın tarihlere endekslenen kişiler için bile bunu yapabilirsiniz.

Muhammed'in gerçekten yaşamamış olduğunu kanıtlamak, Ateist argümanlarına hiçbir şey kazandırmaz. Sonuç

olarak ortada devasa bir İslam külliyatı ve ona inanan 1,5 milyar mümin var dünyada.

Gerçekten yaşayıp yaşamadığı olgusu, özellikle İsa için çok tartışılmış olup konu halen bir çıkmazdadır.

Muhammed'e göre yaşamı çok daha şaibeli ve flu olan İsa'da bile net bir sonuç alınamadığını düşünürseniz, bunu hala

sürdürmek entel gevezeliğinden başka bir şey değil.

Önemli olan, İslam'ın çelişkilerini ortaya dökmek ve Kuran'ın 'Allah sözü' olmadığını, Muhammed'in bu dini kendisinin

uydurduğunu kanıtlamaktır. Ateist arkadaşlar da bunu yapıyor zaten.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Maalesef bu güzel başlık amacından sapmış ve konu yine Muhammed yaşadı-yaşamadı tartışmasına yönelmiş.

İşte böyleee,

Yahu,deli etceniz insanı.

Muhammedin yaşamadığını nasıl söylersiniz?

Bukadar isbatı varken.

Ocağın Arapları hep yalanmı söylemişler yani?

Bu kadarda kuyruklu yalan olamaz.

Muhammedin yaşadığına nasıl bir ısbat arıyorsunuz?

Anlamadım valla.

Anladımsa Arap olem.

Tolonbeg

Hayır sevgili tolonbeg,

sen arap olma! Biz seni bir türk olarak severiz. :D

Ve yine hayır!

O çağın (570-632 yılları) arapları yalan söylemiş değil. Çünkü Muhammed isimli bir peygamberden haberleri yok!

Fakat 800-900 yıllarının arapları yalan söylemiştir. Hem de kuyruklu yalan.

Kendilerine bir Muhammed uydurmuşlar, siyer ve tarih yazarak bu Muhammedi 570-632 yıllarına kondurmuşlar.

Tarihi gerçeklik açısından olayın aslı bu.

Yahu,deli etceniz insanı.

Muhammedin yaşamadığını nasıl söylersiniz?

Bukadar isbatı varken.

Yok yok. Delirmeye gerek gerek yok. İşin içine inanç girmeye görsün. Can-u gönülden yalan söylemeye hazır o kadar inanır varki...

O çağlarda söylediler yalanı. Günümüze gelinceye kadar da yalan söylediler.

Hala da yalan söyledikleri gibi, ilerde de söylemeye devam edecekler.

İspatı mispatı bir tarafa bırakayım...

Şu sözümona ilk İslam Devleti haritasına bir bakıver:

Age_of_Caliphs-tr.png

Güya Muhammed'in sağlığında Arap Yarımadasında bir İslam Devleti kurulmuş. Peşinden gelen 4 halife zamanında ise bu devletin sınırları; bir taraftan Afrikanın kuzeyine kadar diğer taraftan Anadoluya ve Afganistana kadar uzanmış.

Bu harita Tabarinin yazdığı tarih kitabına dayanır (839-923 yılları arasında yaşadığı sanılıyor.).

Ama bu haritanın ve bu İslam Devleti tarihinin küçük(!) bir kusuru var.

Bu koskoca imparatorluğu kuranlar (Muhammed, Ebu Bekir, Osman, Ömer, Ali) hiç bir eser vermemişler.

Hiç bir iz bırakmamışlar.

Kendilerini tanıtacak

ne para bastırmaışlar,

ne bir duvara yazı yazmışlar,

ne bir cami yaptırmışlar,

ne bir saray.

Ne bir çeşme yaptırmışlar,

ne bir deri kemik, pörşimen, yaprak üzerine tek bir kelimelik yazı yazdırmışlar.

Bir pisuvara dahi imza atmamışlar.

Dikili tek bir ağaçları dahi Y O K!

Yok! Yok! Yok!

Yaşadıkları iddia edilen tarihlere ait tek 1 tane tarihi iz bırakmamışlar.

Halbuki o tarihlerde ve o bölgede, ne idiği belisiz kişiler çatır çatır para da bastırmışlar eserler de vermişler.

Eh ayıp oluyor yani.

Hakkında eşzamanlı tek 1 dahi kanıt bulunmadığı halde

Muhammed yaşadı,

Ebu Bekir yaşadı,

Osman yaşadı,

Ömer yaşadı,

Ali yaşadı

diye iddia etmek, sadece ayıp olmakla kalmıyor.

Türkçemizde bu durumu gayet güzel ifade eden bir kaç tane terim var ama, yazmıyacağım.

Bu gün kibar takılayım.

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş
Pante sen bu kaynakların doğruluğuna inanıyorsan, neden İslam'ı yaşamıyorsun?

Çünkü bu kaynaklara inanan bir insanın İslam'a da inanmaması için bir neden görmüyorum ben.

Ve bu kaynaklara inanan Müslüman'ların varlığını kabul ediyorum.

Bu forumda yazan Müslüman'ların hepsi bu kaynakların doğruluğuna inanıyor ve İslam'ı Muhammed'in Allah adına dünyada yaydığından çok emin.

Sen de öylesin. Muhammed'den eminsin. Aranızdaki tek fark, senin Allah'ı aradan çıkarman. Muhammed herşeyi uydurmuştur diyorsun.

Aynen Müslüman'lar gibi düşünüyorsun.

Bu kaynakların çoğu birbirlerinden kopya çekmişlerdir.

Bunu anlamak için akllı biri olmaya da gerek yoktur.

İslam dini bir efsanedir.

Nasıl kesersen kes bir efsanedir.

Ve sen bu efsaneye inanıyorsun...

Nasıl bir aydın ateistsin sen?

Temeli İslam olan bir ateistsin sen...

O temelden İslam'ı çıkaralım.. Geride hiç bir şey kalmayacaktır. Senin bütün değerlerinin kaynağı İslam'dır.

Seni bir İslam çocuğusun.

Ve Müslüman ateistsin.

Senin ateistliğin beş para etmez.

Sevgili Haci,

pante arkadaşımız ne bir islam çacuğudur, ne de bir müslüman ateist.

Pante değerli bir araştırmacı arkadaşımızdır.

Bu başlıkta da yaptığı gibi, bize ulaştırdığı bilgiler kaynaklar taranarak ortaya çıkartılmış bilgilerdir.

Resmi İslam Tarihinin bizlerden sakladığı, hasır altı ettiği bilgilerin bir kaç örneğini burada bizlere bildiriyor.

Resmi İslam Tarihinin dahi her gün ne kadar çarpıtıldığını gösteren örneklerdir bunlar.

Mesela benim; bunlardan haberim yoktu.

Pante arkadaşımızın bu bilgileri bize aktarması, onun bunlara inandığı veya inanmadığı anlamına gelmez.

Tarihi gerçeklik olarak bakarsak Muhammed diye birisi ne bu Dünyaya gelmiştir ne de yaşamıştır.

Bu konuda verdiğimiz argümanlar benim ve senin için yeterlidir.

Bu konuyu elbette irdeleriz ve elimizden geldiği kadar herkese duyururuz.

(Kah çıkarım gökyüne, seyrederim alemi.)

Diğer taraftan ama, sosyal bir gerçeklik var.

Yaşamamış olan Muhammedin 1 milyardan fazla inanırı mevcut.

Ve pante'nin verdiği kaynaklar, müslüman vatandaşlarımızın inandığı kaynaklardır.

Bu kaynaklar tarihi gerçekliği yansıtmasalar dahi, inanırları maalesef var. Hem de çok var.

Yalan da olsa, masal da olsa, sanal bir karakter de olsa; bu insanlar Muhammedin yaşadığına inanıyorlar ve Muhammedin yaptıklarını yaşamlarına entegre etmeye devam ediyorlar.

Bu fiktif Mehammedin küçük yaştaki kızlara sulanmasından haberimiz vardı.

Meğer küçük kızlara asılan sadece sanal Muhammed değil, müslümanların çok değer verdiği, "adaleti" ile ünlü kişler ve "Allahın Aslanı" gibi sanal kişilikler, kısacası "asrı saadet" devrinin büyükleri(!) de bu kervana dahilmiş.

Biraz cumhuriyet ahlakı görmüş insanlarımız için bu, çok yüz kızartıcı bir durum olduğu için, şimdilik bizden saklanan bilgilerdi.

Eğer ülkemiz İran veya Suudi Arabistan benzeri bir sistemle yönetilmiş olsaydı, bunlar saklanmaz, günlük hayatımızın bir parçası haline gelmiş olurdu.

Kızlarımızın başına gelecekleri düşünmek dahi istemiyorum.

Bu yüzden pante arkadaşımza bir teşekür borçluyum.

İster Muhammed yaşadı bazında, ister Muhammed yaşamadı bazında İslamı ve onun yaşam tarzını eleştirmek bence doğru bir davranışdır.

(Kah inerim yeryüzüne, seyreder alem beni.)

Muhammedin yaşamadığını, pantenin verdiği kaynakların sonradan yazılmış olduğunu ve tarihi gerçekleri yansıtmadığını bilenlarin, kafa yorması gereken bir nokta var:

Küçük yaştaki kızlara reva görülen bu insanlık dışı davranış tarzını kimler yazdılar, neden yazma gereğini duydular, neden övgüyle bahsetme gereğini duydular?

Çünkü, Muhammed zamanında yazılmasa da, Muhammed zamanını yansıtmasa da, bu kaynaklar tarihi eser olarak mevcutlar.

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

İşte böyleee,

Sevgili Dreimal Ali,ne yalan söyliyim.

Demek benim kellemin bir yanı boşmuş,onuda sen doldurdun.

Gerçekten bu yönde hiç bir düşüncem olmamıştı şimdiye kadar.

Doğru diyorsun,hiçbir kanıtları yok.

Hiç bir kanıtları yok geride kalan.

Yokkkkk,Aliciyim var.

Dünyanın en büyük kütüphanesi olan İskenderiye Kütüphanesindeki Tüm kitapları Ömerin yaktığı bir gerçek.

Dünyanın geçmiş hayatına ışık tutacak kitapları yakıp geçmişimizi ve geleceyimizi karanlığa gömmüşlerdir.

1,5 milyar insan bu afy ..........nun etkisinden Gözleri kapalı bir birlerini parçalıyorlar.

tolonbeg

tolonbeg

Link to post
Sitelerde Paylaş
hz. muhammedin hz. aişe ile evlendiklerinde aişenin yaşının 17 olduğu çok çeşitli argümanlar ve kanıtlar ile sabitlenmiştir. bklsn.

Tabi tabi

Bak bunu iyi oku

----

Mehmet AZİMLİ (Yrd. Doç. Dr. Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi)

Kaynak:İslami Araştırmalar Cilt 16 Sayı 1/2003

Özet

Bu çalışma, Hz. Aişe'nin Hz. Peygamber ile evlendiğinde yaşının dokuz mu onsekiz mi olduğu konusundaki tartışmayı incelemektedir. Hz. Aişe'nin onsekiz yaşında iken evlendiği görüşünü savunanların, bölgenin iklim ve evlilik kültürünü dikkate almadıktan, bu görüşün bilimsel olmaktan ziyade Oryantalist söyleme karşı tepkisel bir savunma psikolojisi içerisinde ortaya konulduğu belirtilmektedir. Bölgenin iklim yapısı ve evlilik kültürü göz önüne alındığında birçok örneği olan ve toplumsal olarak hiç problem edilmeyen bu evliliğin esasen Hz. Aişe dokuz yaşlarında iken gerçekleştiği ve rivayetlerin de bu noktada odaklandığı sonucuna ulaşılmıştır.

Giriş

Hz. Muhammet (a.s.),VII. yy.da Arabistan'da yaşamış ve Arap kültürü içinde yetişmiştir. Bu kültürün bir üyesi olan Hz. Peygamber, İslam Dini olarak insanlara tebliğ ettiği "Din" ile mensubu bulunduğu kültürde önemli değişiklikler yapmıştır. Sosyal yaşamın birçok alanında ve kurumlarında gelenek haline gelmiş yaşam biçiminde (adetlerde) büyük ölçüde değişimleri gerçekleştirmiştir. Aile yapısı, kadının konumu, evlilik ve boşanma gibi sosyal hayatın en başat değerleri de söz konusu değişimden pay alan kurumlar arasındadır.

Büyük değişimlerin mimarı olmasına rağmen, aynı geleneğin bazı adetleri İslam Dini içinde kabul edilmiş ve sürdürülmüştür. Örneğin evlilik akdi (nikâh) konusunda Hz. Peygamber önemli değişiklikler, düzenlemeler getirmiştir, fakat evliliğin yaşı, evlilik merasimi vs. gibi geleneğin hâkim olduğu cihetlere dokunmamıştır. Hatta kendisi de bu alandaki geleneğe tabi olmuştur. VII. yy. Arap kültürünün bir üyesi olmasına bağlı olarak yapmış olduğu bir kısım davranışları, zaman zaman eleştiri konusu olmuştur. Hz. Aişe ile evliliği de eleştiriye konu olan hususların başında gelmektedir. Özellikle bir kısım Oryantalistler, Arap örfüne (kültürüne) ait özel durumları yanlış yorumlayarak veya kendi kültürlerine kıyaslayarak eleştirilerinde ileri gitmişlerdir. Hz. Peygamberin 9 yaşındaki Hz. Aişe ile evlenmesi olayını "54 yaşlarında bir erkeğin oyuncaklarla oynama çağındaki bir çocukla evlenmesi"olarak nitelendirerek, bu evliliği bir anlamda şehvetperestlik, hatta daha da ileri götürerek *******lık olarak nitelendirmişlerdir. Yaşlı bir erkeğin, bakire bir kız çocuğuyla "garip evliliği" diye yorumlamışlardır.

Oryantalistlerin haksız ve hatalı eleştirmelerine, savunmacı bir refleksle cevap veren Müslüman alimler, benzer bir hata ile Hz. Aişe'nin evlilik yaşını, kendi kültürlerindeki ortalama evlenme yaşı olan 15-20 arasına çekmeye çalışmışlardır. Hz.Peygamberin 9 yaşında bir kız çocuğuyla evlen-i ermeyeceğini, bunun bir iftira ve düzeltilmesi gereken bir yanlış olduğunu savunup, Hz. Aişe ile 17-18 yaşlarındayken evlendiği görüşünü dile getirmişlerdir.Rivayetlerin, zorlama tevillerle yorumuna dayalı bu tutum da, ayrı bir problem teşkil etmektedir. Bu görüşü benimseyenlerin önde gelenlerinden olan Ö. Rıza Doğrul, tercüme ettiği Mevlana Şibli'nin Asr-ı Saadet isimli eserine yaptığı ilavede bu konuyu uzunca tartışmış ve Hz. Aişe'nin evlilik yaşının 17-18 olduğu görüşünü savunmuştur.

Biz bu çalışmamızda, hem batılı bilim adamlarının, hem de onlara cevap veren Müslüman tarihçilerin konuyla ilgili görüşlerini, kaynaklarımızda yer alan Hz. Aişe'nin evlilik yaşıyla ilgili rivayetlerle yeniden değerlendirmeye çalışacağız.

Araştırmamızın temel hedefi, bu konudaki kanaatimizce yanlış olan iddiaları inceleyip, tarihi rivayetler ışığında mevzuyu aydınlatmaya çalışmaktır. Çalışmamızda, ağırlıklı olarak Ö. Rıza Doğrul'un, kısmen de benzer kanaatesahip olan çağdaş müelliflerin görüşlerine yer vereceğiz. Eleştirisini yapacağımız görüşlerin akabinde kendi görüş ve kanaatlerimizi de belirteceğiz.

A. Hz.Peygamber'in Evlilik Hayatı

Hz. Peygamber'in birden fazla kadınla evlenmesine, özellikle Batılı bilginler tarafından, çok evliliğin o dönemin sosyal sisteminin bir parçası olduğu ve birçok ahlaki, sosyal ve iktisadi sorunların çözümünde gerekli bir olgu olduğu düşünülmeden, tarafgir bir anlayışla tenkitler yöneltilmiştir. Bu tenkitleri yapan Batılı bilginlerin, aynı geleneğin mensubu olan, Hz. Davud ve Hz. Süleyman'ın evlilikleri konusunda hiçbir eleştiride bulunmamaları, tenkitlerinde tarafsız olmadıklarını göstermektedir.

Hz.Peygamber'in kadın düşkünü bir şehvetperest olduğu şeklindeki iddialara karşı, Hz. Peygamber'in niçin çok evlendiğinin sebeplerini anlatarak savunan bir çok reddiyeler yazılmış ve bu konuda değişik araştırmalarda cevaplar verilmiştir. Onun çok evliliğini sırf Müslüman müellifler değil, aynı zamanda bazı insaflı müsteşrikler de savunmuşlar ve cevaplar vermişlerdir. Bunlardan birisi olan Cariyle şöyle demektedir:

"O, 25 yaşında iken kendisinden 15 yaş büyük olan bir kadınla evlendi ve onunla 25 yıl ömür sürdü. Kadınlara rağbet etmedi. Birden bire huyunu karakterini ve davranışını değiştirip nasıl kadın düşkünü olabilir ki? Buna ben kendi hesabıma inanmam ".

Gerçekten de 25 yaşında iken evlendiği ve kendisinden 15 yaş büyük olan, Hz.Hatice ile 50 yaşına kadar yaşayan Hz. Peygamber, 50 yaşında iken yaşıtı olan Şevde ile evlenmiş ve çok evliliklerine 53 yaşından sonra başlamıştır. Evlendiği hanımlardan biri hariç tümü, ya dul ya da önceki evliliklerinden çocukları olan kadınlardır. Bu da, evliliğin ana saikinin "şehvet" olmadığını göstermektedir.

Hz. Peygamber'in çok evlenmesinde, siyasi amaçların ağırlıkta olduğunu düşünüyoruz. Örneğin, Hz. Aişe ve Hz. Hafsa ile evlenerek, Hz. Ebubekir ve Hz.Ömer'le ilişkilerini güçlendirmiştir. Beni Mahzum'dan Ümmü Seleme ile evlenerek, İslam'a en büyük düşmanlığı yapan Ebu Cehil'in kabilesinin düşmanlığını önlemiştir. Ümmü Habibe ile evlenerek, Mekke lideri olan babası Ebu Süfyan'la ilişkilerini yumuşatmaya çalışmış, bir daha savaşta kendisinin karşısına çıkmamasını sağlamıştır. Benî Nadir liderinin kızı Safiyye ile evlenerek Yahudilerin düşmanlığını azaltırken, Benî Mustalik'in liderinin kızı Cüveyriye ile evlenerek de, bu kabilenin İslam'a girmesini sağlamıştır. Meymune, ile evlenerek Meymune'nin kız kardeşinin evli olduğu ünlü kabile lideriyle bacanak olmuş ve onlarla yakınlık sağlamıştır. Zeynep b. Cahş'la evliliğini, bir Cahiliyye adetini yıkmak için Allah istemiş ve Kuran'da bu konuyla ilgili ayetler indirmiştir. Diğer hanımı Zeynep binti Huzeyme ise, Hevazin'in çok güçlü bir kabilesine mensuptur.

Kısaca zikrettiğimiz bu politik sebeplerin bile onun evliliğinin "şehvefile ilgili olmadığını göstermeye yeteceği kanaatindeyiz.

B. Hz. Aişe'nin Evlilik Yaşı Konusundaki Görüşlerin Tenkit ve Tahlili

Hz. Aişe'nin Hz. Peygamber ile evlilik yaşı konusundaki tartışmaları maddeler halinde verip, her bir madde içinde; bu görüşlerin eleştirilerini yaptıktan sonra, kendi görüş, değerlendirme ve cevaplarımızı da aynı madde içinde belirteceğiz.

Mevlana Şibli "Asr-ı Saadet" isimli eserinde; Hz. Aişe'nin doğum tarihi ile ilgili bilgilerin güvenilir olmadığından hareketle evlilik yaşını tespit etmeninde mümkün olamayacağını, dolayısıyla rivayetlerde belirtilen yaşın, kuşkulu olduğunu söylemiştir.Aynı görüşe Rıza Savaş'da katılmaktadır.İslam tarihi kaynaklarında, hiçbir sahabînin doğum tarihi konusunda net bir bilgi yoktur. "Asrı Saadet" isimli esere yaptığı (ilave) açıklamalarda Ö. Rıza Doğrul'un da belirttiği gibi, o dönemde, bugünkü gibi nüfus daireleri yoktu ve kimsenin doğum kaydı yapılmıyordu. Nitekim günümüzde bile, özellikle kırsal kesimde, doğan çocukların doğum kaydı yapılamamakta, çocukların ailelerine çocuğun yaşı sorulduğunda, tarih olarak "ekinler biçildiği zamanda, narlar kızardığında, bir kış günü veya şu önemli olay olduğunda doğdu " şeklinde cevaplar alınmaktadır.O dönemde bütün sahabilerin yaşları, genelde ölüm zamanındaki yaşlarına göre hesaplanıyordu. Bu ilkeden hareketle, Hz. Aişe'nin vefat tarihinden, yaşı çıkarıldığında yaklaşık olarak doğum tarihi bulunabilir. İslam tarihçileri, Hz. Aişe'nin vefat tarihi olarak genelde H. 58 yılını, vefatı sırasındaki yaşı olarak da 66 yaşını vermektedirler. Bir kısmı, vefat tarihi olarak H.56-59'u, vefatı sırasındaki yaşı olarak da 65-67 yi belirtseler de, çoğunluğu birinci görüşte müttefiktirler.11 Böylece Hz. Aişe'nin vefat esnasındaki yaşından, vefat tarihini çıkardığımızda (66-58=8) Hicret sırasında Hz. Aişe'nin yaşının 8 olduğu ortaya çıkar. Hicretten bir yıl sonra evlendiğine göre ise evlilik yaşı 9 olacaktır. 12 İbn Kesir bu yaşta evlendiği konusunda hiçbir ihtilafın olmadığını belirtir.

Hicretin ilk yılında evlendiği sırada 9 yaşında olduğuna göre, doğum tarihi Nübüvvet'in IV. yılına tekabül etmektedir. Hz. Aişe'den gelen "Ben kendimi bildim bileli İslam in içindeyim " sözü de bunu kanıtlamaktadır.

Ö. Rıza Doğrul, Hz. Aişe'nin vefat ettiği sırada 74 yaşında olduğunu belirtse de bu rakamı (yaşı), tarihsel olarak kabul etmek mümkün değildir. Çünkü hiçbir tarihi kayıtta Hz. Aişe'nin bu yaşta vefat ettiği belirtilmemektedir. Müellifin, Hz. Aişe'nin 74 yaşında öldüğü konusundaki görüşü yalnızca Hz. Aişe'nin 17 yaşında evlendiği görüşünü esas alarak yaptığı yanlış bir kıyaslamanın sonucudur.

Sonuç olarak Hz. Hatice'nin Nübüvvetin 10. Yılında vefat etmesi üzerine Havle'nin teklifi ile söz kesilmiş ve Hicretin I. Yılında ise evlilik gerçekleşmiştir. Bizzat Hz. Aişe'den gelen rivayetlerde 6 yaşında sözlendiği ve 9 yaşında da evlendiği belirtmektedir.

Ö. Rıza Doğrul, Hz. Aişe'den nakledilen "Ben Mekke'de oynayan bir çocuk iken Hz. Peygambere "Hatta onların vadeleri kıyamettir ve kıyamet ise daha dehşetli ve daha acıdır."

(Kamer 46) ayeti inmişti" şeklindeki Hz.Aişe'den nakledilen bu rivayeti delil alarak özetle şunları belirtir;

" Bu yaşta bir çocuğun bu ayetleri ezberlemesi, müşriklere acı azabı müjdeleyen bu ayetleri anlaması, Müslümanların başından geçen buhranlı vakalarla bu kadar alakadar olması ruhen ve fikre mümkün değildir. Bunu kabul etmeye imkan yoktur. Ne kadar zeki olursa olsun bu yaşta bir çocuk Kur'anla bu kadar alakadar olamaz. Ayrıca Kamer suresinin boykot yıllarında inmesi mümkün değildir. Çünkü bu konuda mucize gösteriminin gerçekleşebilmesi için Müslümanların müşriklerle görüşmeleri lazımdır. Öyleyse bu surenin Müslümanların işkence yıllarında inmesi gerekir. Bu yıllarda Hz. Aişe hin çocuk olduğunu kabul etsek bile bu durumda Hz. Aişe peygamberlikten önce doğmuş demektir" şeklinde görüşlerini aktarmaktadır.

Bu görüşü Rıza Savaş da paylaşmaktadır.

Yazarın kendi görüşünü desteklemek için delil olarak ileri sürdüğü Hz. Aişe'den nakledilen bu rivayet, aslında yazarın görüşlerinin aleyhine bir delil olarak alınabilir. Bu yaşta bir çocuğun söz konusu ayetin ne şekilde indiğini bilmesi değil, bilememesi mümkün değildir. Çünkü bu yaş grubundaki çocuklar, o dönemdeki bir olayı rahatlıkla anlayabilecek ve kavrayabilecek bir çağdadır. Günümüzde de, 5–6 yaşlarında hafız olmuş çocuklar görebilmekteyiz.

Kaldı ki Doğrul; "Altı yaşında bir çocuk ne kadar zeki olursa olsun nihayet çocuktur. Bu ayetlere nüfuz edemez" şeklinde açıkladığı paragrafta bu sözleri aktarırken aynı paragrafta Hz. Aişe'nin Nübüvvetin gelişinden 2 veya 3 yıl önce doğduğunu, Kamer suresinin de Nübüvvetten sonra IV. Yılda indiğini belirtmiştir. Bu durumda kendi hesabına göre bile bu ayet indiğinde Hz. Aişe 6 veya en fazla 7 yaşında olmaktadır. Böylece müellif kendi de çelişkiye düşmektedir. Ayrıca Kamer suresinin boykot yıllarında, yani Nübüvvetin 8–10. senelerinde indiği ifade edilmiştir. Demek oluyor ki bu ayet indiğinde Hz. Aişe en az 5 en fazla 7 yaşlan arasındadır. Çünkü boykot yılları İslam'ın gelişinin 8. veya 10. yılları arasında olmuştur. Kamer suresi de boykot yıllarında indiğine göre Hz. Aişe sure indiğinde en azından 5–6 yaşlarındadır. Bu yaşta biri de ayetleri rahatlıkla ezberleyebilir ve anlamlarını kavrayabilir.

Yazarın; "bu sûre boykot yıllarında inemez, çünkü Müslümanlar müşriklerle görüşmüyorlardı"22 şeklindeki iddiası da doğru değildir. Çünkü, Müslümanlara bu dönemde, Haram Aylarda, 4 ay boykot uygulanmıyordu.23 Bu dört ay içerisinde müşriklerle görüşüyorlardı ve Kamer suresi de bu dönemde, boykot yıllarında, Mina'da iken inmiştir. Dolayısıyla Doğrul'un bu yaklaşımı da isabetli değildir.

Rıza Savaş, Hz. Aişe'nin; "Kendini bildi bileli anne-babasının dine inandıklarını" belirten ve devamında, Hz Ebu Bekir'in Habeşistan'a hicret etmek üzere yola çıktığını anlatan rivayeti delil göstererek, Hz Aişe'nin bu olayı nakledebilmesi için, yaşının bu olayı gözlemleyecek kadar büyük olması gerektiği sonucuna varmaktadır. Olayı Hz. Aişe'nin daha sonra birilerinden nakletmiş olabileceği şeklindeki bir yorumun ise, ancak rivayeti ikiye bölerek (I.kısımla II. kısmı birbirinden ayırarak) yapılabileceği, bunun da yanlış olduğu kanaatindedir.

Fakat rivayetin ilk bölümü de, Hz. Aişe Nübüvvetten sonra doğmuş olduğunu apaçık göstermektedir. Rivayetin II.kısmı ise, muhtemelen Hz. Aişe'in yaptığı bir mürseldir. Aynı rivayetle ilgili Doğrul, Hz. Aişe'nin, "Kendini bildi bileli anne-babasının dine inandıklarını" belirten rivayeti delil alarak, bu rivayetin Hz. Aişe'nin Nübüvvetten sonra doğduğunu gösteremeyeceğini, bilakis Hz. Ebubekir'in Nübüvvet gelmeden önce de putperest olmadığını Hanif olduğunu, bundan dolayı bu rivayetin onun Nübüvvetten sonra doğduğu konusunda delil alınamayacağını, belirtmektedir.

Halbuki rivayete iyi baktığımızda, bu yorum ikiyönden geçersizdir. Birincisi; hadisteki Din kelimesi "ed-Din" şeklinde marife olarak kullanılmıştır. Bundan da İslam'ı kastettiği anlaşılmaktadır. İkincisi ve daha önemlisi; Hz. Aişe rivayetin devamında bu dinin İslam dini olduğunu ve çocukluğunda Hz. Peygamber'in devamlı kendilerine geldiğini anlatarak, kendisinin Nübüvvetin geldiği dönemde doğduğunu açıklamıştır. Rivayette yer alan vurgu, onun İslam döneminde doğduğunu belirtmektir. Böylece, rivayette zikredilen yaşın doğruluğu ortaya çıkmış olmaktadır.

Rıza Savaş ve Doğrul, Hz. Aişe'nin ablası Hz. Esma’nın, Hicret sırasında 27 yaşında olmasından hareketle, ablasından 10 yaş küçük olan Hz. Aişe’nin de buna göre 17 yaşında olacağı sonucuna ulaşmaktadırlar. Hz. Aişe de hicretten hemen sonra evlendiğine göre, evlendiği sırada 17-18 yaşlarında olması gerektiği görüşünü dile getirmektedirler.Şimdi bu görüşü incelemeye çalışalım.

Öncelikle Hz. Aişe'nin vefatı sırasında kaç yaşında öldüğünü tespit edebilirsek evlendiği esnada ki yaşını tespit etmek kolaylaşacaktır. Daha öncede aktardığımız gibi tarihçiler Hz. Aişe’nin H. 58 yılında 66 yaşında vefat ettiğini kabul etmektedirler.30 Buna göre eğer H.58 de Hz. Aişe 66 yaşında vefat ettiyse, Hicret sırasında 8 yaşında ve evlendiği sırada H. I. yılda 9 yaşında olacaktır.(66–58=8, 8+1=9)

Aynı hesaplama yöntemini ablası Hz. Esma’ya da tatbik edersek, Hz. Aişe vefat ettiğinde (H. 58) Hz. Aişe'den 10 yaş büyük olan Hz. Esma’nın 76 yaşında olması gerekir. (66+10=76) Hz.Aişe vefat ettiğinde, yani H.58 de 76 yaşında olan Hz. Esma, Hicret sırasında 18 yaşlarında, 10 yaş küçük olan Hz.Aişe ise 8–9 yaşlarında olacaktır.(76–58= 18)

Hicret sırasında 27 yaşında olduğunu savunan yazarlar, Hz. Esma'nın ölümü esnasındaki yaşından yola çıkarak bu sonuca varmaktadırlar. Şimdi bu konuyu biraz daha geniş bir şekilde inceleyelim. Hz. Esma'nın H. 73 yılında öldüğü kesindir. Bu konuda tarih kitaplarında hiçbir ihtilaf yoktur. Öldüğü esnadaki yaşı konusunda bazı bilginler 100 rakamını verseler de kaç yaşında öldüğü konusunda ihtilaf vardır. Hz. Esma, oğlu Abdullah b. Zübeyr'in Haccac tarafından şehit edilmesinden birkaç ay sonra vefat etmiştir.Hz Esma'nın ölüm yaşı konusunda ihtilaf bulunduğundan bazı bilginler, Arapça'da genel de 40,70,100 gibi sayıların çokluktan kinaye olarak kullanılabileceği prensibinde olduğu gibi, 100 yaşında öldüğünü bildirmişlerdir. Yani, bu bilgiyi veren bilginlerin kasıtları Hz. Esma'nın uzun süre yaşadığını belirtmektir. Yoksa net olarak tam yaşını vermeyi değil. Örneğin, muhakkik bilginlerden, İbn İmad ve ez-Zehebi bu şüpheli bilgiden dolayı Hz.Esma'nın 90 yaşında veya bunu biraz aşmış bir yaşta vefat ettiğini belirtirler.

Bu hususta şöyle bir hesaplama yaparsak konu daha da netleşebilir: Hz.Aişe'nin vefat ettiği H. 58 den Hz. Esmanın vefat ettiği H. 73'e kadar geçen 15 yıllık süreyi Hz. Esma'nın H. 58 deki yaşına eklediğimizde Hz Esma'nın yaşı vefat ettiği sırada 91 eder. (76+15=91). Bu da gösteriyor ki Hz. Esma vefat ettiğinde 91 yaşlarıda olmaktadır ve 100 yaşında olması mümkün gözükmemektedir. 91'den öldüğü tarih olan H.73 ü çıkardığımızda (91-73=18) Hz. Esmanın Hicrette, yani Hz.Aişe'nin evlendiği yılda 18-19 yaşlarında olduğunu buluruz. Hz.Esma ile Hz.Aişe arasındaki yaş farkı 10 yaş olacağına göre Hz. Aişe'den nakledilen ve bütün tarihçilerin müttefik olduğu "6 yaşında sözlendim 9 yaşında evlendim" ifadesinin doğru olduğu ortaya çıkar.

Bütün bunlara ilaveten şunu da söylemek mümkündür; O. Rıza. Doğrul'un görüşüne göre, Hz.Esma Hicrette 27 yaşında olmaktadır. Biliyoruz ki Hz. Esma Hicret sırasında ilk çocuğuna hamile idi. Kızların çocukken nişanlandığı, 9-10 yaşlarında evlendiği bir yörede, 27 yaşında evlenerek ilk çocuğu doğurmak oldukça geç bir yaştır. Günümüzde bile kızlar küçük yaşta evlenebilmektedir. O gün için, sıcaktan dolayı ergenliğin erken yaşlarda başladığı bir yöre de, Mekke gibi, çok evliliğin yaygın olduğu ve kadınların hiçbir zaman bu yaşa kadar bekâr kalmadıkları bir bölgede, Hz. Esmanın 27 yaşında evlenmesini kabul etmek oldukça zor, hatta muhaldir diyebiliriz. Söz konusu yaş o günkü şartlarda, torun sahibi bile olunabilen bir yaştır. Çünkü daha sonraki dönemlerde de kızlar, çocuk denecek yaşta evlendiriliyorlardı.

Özetle tarihi rivayetlere dayanarak yaptığımız hesaplara göre Nübüvvetten 6 yıl önce doğan Hz.Esma, Hz. Aişe doğduğunda 10 yaş civarındadır. Hicrette ise, genç bir kadın olarak Hz. Peygambere erzak taşımış ve 18 yaşlarında ilk çocuğuna hamile kalmıştır. Hz. Aişe ise bu sırada 8-9 yaş civarındadır.

Doğrul, Hz. Aişe'nin 9 yaşında evlenmediğine bir diğer delil olarak; Hz. Peygamber'in, Hz. Hatice’nin vefatından sonra evi idare edecek, çocuklara bakacak birisine ihtiyacının olduğunu, bu vazifeyi ise 9 yaşlarında bir çocuğun yapamayacağını belirterek, bundan dolayı Hz. Aişe ile 18 yaşlarında evlenmesinin daha makul olacağını, söylemiş ve bu konuda nakledilen Hz. Peygamberin ev işlerini görmesi için Şevde ile evlenmesiyle ilgili rivayetlerin güvenilir olmadığını, şayet bu rivayetler kabul edilse bile Sevde'nin iri, yaşlı ve yavaş haliyle ev işlerini yapmaya elverişli bir hanım olmadığını belirtmektedir.

Doğrulun görüşlerinden yola çıkarak, Hz. Hatice'nin vefatından sonra ev işlerini üstlenecek, çocuklara bakacak birisi lazımsa, neden Hz.Peygamber Hz.Aişe ile (yazarın iddialarına göre Hz.Hatice'nin vefatında Hz.Aişe 15 yaşlarında idi) Hz.Hatice'nin vefatından sonra Mekke'de evlenmedi de, Medine dönemine kadar bekledi? Ev işlerini çocuk bakımını neden ihmal etti? Kaldı ki Hz. Peygamberin en küçük çocuğu Hz. Fatıma bile Hz. Aişe'den büyüktür. Bu nedenle, Hz. Âişe ile evliliğini, çocuk ve ev bakımı gerekçeleriyle açıklamak kabul edilebilir bir durum değildir.

Ayrıca Hz. Sevde'nin Mekke döneminde, Hz. Hatice'nin vefatından hemen sonra, Hz. Peygamberle evlendiği sabittir. Bu rivayetlerin güvenilir olmadığı şeklindeki yazarın görüşü pek tutarlı görünmemektedir. Çünkü tersine bir rivayet yoktur. Müslim'de geçen "Şevde Resulullahın benden sonra nikahladığı (tezevvece) ilk kadındı"42 ifadesindeki "tezevvüc" kelimesi "söz kesmek" anlamında olmalıdır. Zira, Hz. Aişe kendisinin söz kesilmesini anlatırken de aynı kelimeyi "tezevvece"yi kullanmakta; "Rasulullah beni altı yaşımda iken nikah etti (söz kesti), dokuz yaşımda iken de zifafa girdi"demektedir.

Yukandaki bilgileri özetleyecek olursak; Hz. Peygamber, Hz. Hatice'nin vefatından sonra Hz. Şevde ile hemen evlenmiş, Hicretten sonra da, Hz. Aişe ile evlenmiştir.

Doğrul'un iddia ettiği gibi, Hz. Peygamber'in Hz. Aişe ile evlenme sebebinin ev işlerini yaptırmak olmadığını şu şekilde de izah edebiliriz:

Hz.Peygamber, Hz. Aişe ile küçük yaşta evlenerek onun, diğer hanımlarından daha iyi bir şekilde İslamî bilgileri kendisinden almasını ve Müslümanlara aktarmasını amaçlamış olabilir. Çünkü, diğer hanımları, hem yaşları hem de zeka seviyeleri bakımından Hz. Âişe ile kıyaslanamazlar. Hz. Âişe'nin, erken yaşlarda peygamber hanesine girmesinin en önemli nedeni bu olmalıdır diye düşünüyoruz. Bu küçük ve zeki kız sayesinde diğer sahabenin göremedikleri Hz Peygamber'in evinde meydana gelen olayların, özellikle kadınlarla ilgili özel meselelerin, Müslümanlara aktarılmasını ve Hz.Peygamber'in Müslüman kadınlarla olan bilgi alışverişini o sağlamıştır. Bundan dolayı, kaynaklarımızda yer alan İslam'i bilgilerin neredeyse tümü Hz. Aişe'den gelmiştir, diyebiliriz.

Hz. Âişe'nin üstlenmiş olduğu bu görevi diğer hanımları üstlenemez miydi, şeklindeki bir soruya şu şekilde cevap verebiliriz: Hz. Peygamberin diğer hanımları, daha önce birkaç evlilik hayatı geçirmiş, zeka olarak yorulmuş aynı zamanda yaşlanmış olan kadınlardı. Bir kısmının, coçuk sahibi olmak gibi, zihinsel anlamda önemli meşguliyetleri de bulunuyordu ki bu durum, Hz. Âişe'nin bilgi edinmedeki konumu ile kıyaslandığında, hanımlar arasındaki fark daha iyi görülebilir. Hz.Aişe ise, özel yetenekleri, diri zekası ile müstesna bir kadın olarak, İslam'ın bütün Medine dönemi hadiselerini gözlemlemiş ve bizlere aktarmıştır.

Yukarıda açıklamaya çalıştığımız Hz. Âişe'nin meziyet ve gayretleri konusunda "Siret Ansiklopedisi" yazarı Afzalurrahman şunları aktarmaktadır:

"Hz. Peygamberle erken yaşta evlenen Hz.Âişe'nin eğitim ve talimi bizzat Hz.Peygamber'in rehberliği ve nezareti altında gerçekleşti. Hz Aişe çok zeki, tecessüs sahibi, hıfzı kuvvetli, çok çabuk öğrenmeye kabiliyetli idi. Hz.Peygamberden ne görüp duydu ise onu hatırladı ve başkalarına nakletti. Bu sebeple Hz.Peygamber ona çok yakınlık duydu ki her söylediğini dinleyip izlesin ve yaptığını daha hevesli yapsın. Böylece Hz.Aişe, İslam prensiplerini ve Resulün sünnetini diğer hanımlarından daha fazla öğrendi ve hafızasında tuttu. O, bu ilmi Hz.Peygamberden sonra yaklaşık 45 yıl kadar anlattı. Hz.Peygamberden 2210 hadis rivayeti ile en fazla hadis rivayet eden altıncı sahabi olmuştu". Bütün bunlardan Ö. Rıza Doğrulun öne sürdüğü gerekçelerin, isabetli olmadığı anlaşılmaktadır.

Doğrul, bir önceki maddede anlattığımız Hz. Âişe'nin bilgisi, kabiliyeti ve İslam'i bilgilerdeki büyüklüğünü genişçe anlatarak; "Bütün bunları 9-18 yaş arasında bir çocuk öğrenemez. Bu evliliğin 18-27 yaş arasında olması daha makul değil midir?'' şeklinde bir akıl yürütmeğe girmiştir.

Böyle bir akıl yürütmenin zorlama olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü, bunun için çocukların zeka ve öğrenme yaşına baktığımızda, çocuk eğitimcilerinin büyük çoğunluğunun kabul ettiği ve dünyada hemen hemen her yerde uygulanan öğrenme yaşı 7-20 yaşları arası olduğunu görürüz.

Bu yaşlar, genelde çocukların her bilgiyi toplama çağıdır. Yirmi yaş sonrası ise, artık bilgileri değerlendirme çağı başlamaktadır. Bir de sıcak iklimde çocukların bedensel ve zeka bakımından erken geliştikleri düşünülürse, öğrenme yaşının birkaç yıl daha düştüğü görülecektir. Buna göre, Hz. Âişe'nin Hz.Peygamberle birlikte yaşadığı (9-19) yaşları arası, onun öğrenmek için en müsait olduğu yaşlardır diyebiliriz. Hz. Peygamber'den sonra ki döneminde, elde etmiş olduğu bilgileri diğer Müslümanlara 45 sene boyunca aktarmıştır.

Hz. Âişe'nin Hz. Peygamberle nişanlanmadan önce, Cubeyr b. Mutim'in oğlu ile nişanlanmasından hareketle Doğrul, bu nişanlanmanın nübüvvet geldikten sonra olamayacağı, çünkü İslam'a göre müşrike kız verilmeyeceğinden dolayı bu nişanın nübüvvet gelmeden önce vuku bulması gerektiğini, bunun sonucu olarak da Hz. Âişe'nin İslam'dan önce doğduğunu iddia etmiştir.

Bu iddia da iki yanlış tespit etmekteyiz: Birincisi, aktarılan rivayetteki Hz. Âişe ile nişanlanan şahıs Cubeyr b. Mutim'in oğlu değil, bizzat Cubeyr'in kendisidir." Yani Hz. Aişe, Mutim b. Adiyy'in oğlu Cubeyr ile nişanlanmıştır. Yazar burada bir isim yanlışlığı yapmıştır.

ikincisi ve daha önemli hatası ise, nübüvvetin gelişinden sonra müşrike kız verilmeyeceği görüşüdür.Halbuki Mekke döneminde böyle bir yasak yoktu. Bu yasağı bildiren ayet Medine'de inmiş ve bu nedenle sahabe müşrik eşlerini boşamışlardı. Ancak Mekke döneminde, sadece Hz.Ebubekir değil, Hz.Peygamber bile İslam'ın en büyük düşmanı olarak Kuran'da ismi zikredilen Ebu Leheb'in iki oğluna iki kızını vermiş ve Nübüvvet geldikten sonra da Ebu Leheb oğullannı zorlayıp bu iki kızı boşatıncaya kadar boşatmamıştı.

Müslümanlar için durum böyle olduğu gibi. Müşrikler için de böyle bir yasak bahis mevzu değildi. Mekke'de bu yasak ilk defa Haberu's-Sahife olayında: yani, Mekkelilerin Müslümanlara boykot yaptıkları sırada gündeme gelmiş ve Müslümanlarla kız alışverişini durdurmuşlardı. Fakat Hz.Sevde'nin Hz. Peygamber ile evliliğinde olduğu gibi, boykottan sonra da bu yasağa uyulmuyordu. Nitekim Hz.Şevde nin müşrik olan babası nübüvvetin 10. Yılında Hz.Peygamberi beğendiği ve kızına denk bir insan gördüğü için onunla evlendirmişti.

Doğu toplumlarında, ülkemizde de olduğu gibi. çocukların küçük yaşta "Beşik Kertmesi'" adı altında sözlenmeleri oldukça yaygındır. Hz. Ebû Bekir gibi Mekke'nin saygın iş adamlarından birinin kızını, almak isteyenlerin çok olacağı muhakkaktır. İşte Hz. Aişe'nin Cübeyr ile sözlenmesi de bu kabil bir söz kesme olayıdır, diyebiliriz. Dolayısıyla, O. Rıza Doğrul"un söz konusu nişanlanmadan hareketle. Hz. Aişe'nin yaşının büyük olması gerektiği şeklindeki çıkarımına katılmıyoruz.

Doğrul. Hz. Aişe'nin nişanlısı Cubeyr b. Mutim'in annesinin Hz.Ebubekir'e "eğer bu kız benim evime girerse oğlumu atalarının yolundan çıkarır" demesini54 delil getirerek, Hz.Aişe'nin dînî etkinliğinden dolayı nişanın bozulduğunu söylemiş ve bu nişanın nübüvvetten önce vuku bulduğunu dolayısıyla da Hz. Aişe'nin yaşının rivayetlerde zikredilen yaştan büyük olduğu sonucuna ulaşmıştır.Bir kısım yazarlar da bu görüşte ona katılmaktadırlar.

Doğrulun bu yaklaşımı, yukarıda açıkladığımız üzere kabul edilmesi mümkün olmadığı gibi. Ibn Hanbel'den naklettiği. Cübeyr b. Mutim'in annesinin Hz.Ebubekir'e söylediği sözün tercümesi de yanlıştır. Bu yanlış tercüme. Doğrul'un rivayetten yanlış sonuç çıkarmasında etkili olmuş olmalıdır. Ibn Hanbel'deki rivayetin tercümesi şöyle olmalıdır: "Ey Ebubekir! oğlumuzu senin kızınla evlendirdiğimizde, sen onu yeni dinine sokmak istersin " Doğrulun yaptığı tercümeden, kadının oğlunu yeni dine sokacak şahsın Hz. Aişe olduğu anlaşılırken, rivayetin doğru tercümesinde söz konusu şahsın Hz.Ebubekir olduğu anlaşılmaktadır. Bizim tercümemize göre kadının korktuğu şahıs Hz.Aişe değil, bilakis Mekke döneminde birçok kimsenin hidayete ermesine sebep olan Hz.Ebubekir'dir. Kadın bundan dolayı oğlu Cübeyr'in Hz. Aişe ile evliliğini bozmuştur. Onunkorkusu oğlunun Hz. Ebubekir'in etkisine girmesidir.

Doğrul ayrıca bu rivayeti kabul edip kendisine delil olarak aktarırken, aynı rivayetin birkaç satır sonrasında yer alan; Hz. Aişe'nin 6 yaşında Hz.Peygamberle sözlendiği ifadelerini maalesef göz ardı etmektedir.

Rıza Savaş'da aynı rivayetten yola çıkarak, Cübeyr'le nişanın Hz. Ebu Bekir'in faal olarak tebliğe başlamasından önce olduğunu, buradan da nişanın bozulduğu nübüvvetin 10. yıllarında Hz Aişe'nin 14-15 yaşlarında olabileceği sonucuna varmaktadır. Bu tespiti esas kabul edersek akla şu soru gelmektedir: Eğer bu nişan nübüvvetten önce veya en azından nübüvvetin ilk yıllarında yani Ebu Bekrin faal olarak tebliğe başlamadığı yıllarda oldu ise. neden Cübeyr in ailesi Hz.Hatice'nin vefatına kadar 10 yıl bekledi? Nübüvvetin 10. yılına kadar beklemeden bu nişanı daha önce bozması gerekmez mi idi? Bu gerekçeye göre daha önce bozmaları gerekiyordu. Bu konudaki bir diğer görüş de. Hz. Aişe'nin ifk hadisesi sırasında Hz.Peygambere karşı sarfettiği sözlerin o sıralarda 15 yaşlarında, olgun olmayan bir kızın söyleyebileceği sözler olmadığı, dolayısıyla Hz Aişe'nin yaşının daha büyük olduğu iddiasıdır.

Bu iddia, tamamen sübjektiftir. Çünkü, insanın önemli sözler söylemesi, yine önemli işler görmesi kişiye ve yaşa göre değişir. Örneğin, çeşitli sanat ve felsefe alanında çok küçük yaşlarda, ileri zeka seviyesi gösterenler her zaman var olmuştur. Bu nedenle. Hz. Aişe on beş yaşında böyle önemli sözleri sarf edemez demenin bir delili yoktur. Ayrıca bu tezin, bilimsel bir dayanağı da söz konusu değildir.

Bu yaşlarda o sıcak bölgede genç kızlığının tam zirvesinde olan üstelik 6 yıldır Hz. Peygamberin yanında yaşayan, daha önce de Hz.Ebubekir gibi İslam'ın en önemli şahsiyetlerinden birinin yanında bulunan bir kimse bu sözleri rahatlıkla söyleyebilir. Üstelik bu kimse Hz.Aişe gibi gayet kabiliyetli, zeki bir kimsedir.

Rıza Savaş, Hz. Aişe'nin abisi Abdurrahman b. Ebi Bekir'le aynı anneden doğduklarını göz önüne alarak, iki kardeş arasındaki yaş farkını Hz. Aişe'nin yaşının tespitinde delil olarak kabul etmiştir. Ona göre, o dönem şartları içinde iki kardeş arasındaki yaş farkının 10 yaş kadar olamayacağı, ancak 1-2 yaş olabileceği tezinden hareketle, Hz. Aişe'nin de 18 yaşlarında olacağı belirtmektedir. Çünkü, Abdurrahman b. Ebî Bekrin Bedir Savaşı'nda 20 yaşlarındadır. Buna göre, aralarında 1-2 yaş fark bulunması

gereken Hz. Aişe de, 18 yaşlarında olmalıdır.

Rıza Savaş'in yukarıdaki tezini, o günkü Arap toplumunda yaygın olan çocuk edinme koşullan içinde makul kabul etmek gerekir. Ancak genel olan bu durumun, her özel durum için de aynı şekilde değişmez bir yasa imiş gibi kabul edilmesi, bilimsel olmadığı gibi. delil olarak da kabul edilemez. Bu sadece tahmini bir varsayımdır. Bir bilgiye/belgeye dayanmamaktadır. Çünkü, bir kadından doğan çocuklar arasındaki yaş farkının şu ya da bu miktarda olmasını sağlayacak bir çok neden olabilir. Bu nedenleri tespit etmeden, yukarıdaki gibi, sadece belirli bir adeti öne sürerek iddiada bulunmak, kabul edilebilir bir durum değildir. Bu nedenle, Hz. Âişe'nin yaşının büyüklüğünü, söz konusu yaklaşımla ispatlamak mümkün gözükmemektedir.

Dozy gibi müsteşrikler, 54 yaşlarında bir adamla, küçük bir kız çocuğunun evliliğini garip görüldüğünü belirtirlerken bazı yazarlarda insanlık tarihi boyunca böyle bir evliliğin olamayacağını söylemişlerdir.

Dozy kendi kültürünün tesirinde kalarak konuyu değerlendirmiş ve yadırgamışür. Biz bu iddialara, hem o dönemden, hem de günümüzden örnekler vererek cevap vermek istiyoruz. O dönemde bu tip evlilikler çoktu. 60 yaşlarındaki Halife Ömer'in Hz. Ali'nin çocuk yaşta baliğ olmamış kızı ile evlenmesi o dönemde bu yaş farkının problem olmadığını gösterir.

Zehebi'nin naklettiği şu rivayet bu konuda ilginç bir örnektir. Amr b.el-As. oğlu Abdullah b.Amr dan tam 11 yaş büyüktür.63 İbni Hacer bu yaş farkını 12 olarak verir. Bu rivayete göre. Amr yaklaşık 10-11 yaşlarında evlenmiş olmalıdır. 10 yaşında erkeklerin evlilik gerçekleştirebildiği bir yörede, daha erken ergenliğe giren kızların 9 yaşında evlilik yapması kadar normal bir şey olamaz. Yine 53 yaşlarındaki Hz.Ebubekir'e Hz. Ömer'in 20 yaşlarındaki kızı Hafsa'yı teklif etmesi yaş farkının o dönemde pek de garip karşılanmadığını göstermektedir.

Ergenlik yaşının yüksek olduğu ülkemizde bile kırsal kesimlerde kızlar 12-15 yaş arası evlenebilmektedir. Arabistan bölgesinde ise ergenliğin 8 yaşlarına kadar düştüğünü ve kızların 20 yaşlarında biyolojik gençlik çağını bitirme noktasına geldiğini biliyoruz.

Arap kültüründe yer alan bu durumun günümüzde de devam ettiğini, Kur'an Mesajı adlı eserin yazarı Muhammed Esed'in Medine'de iken, başından geçen evlilik göstermektedir. Bu evlilikte, ileri yaşlardaki Esed, 11 yaşlannda bir çocukla evlendirilmiştir. Buna itiraz eden Esed'e Araplar şöyle demişlerdir: "Kız kocasının evinde büyür".

Günümüzde ergenlik çağı yüksek olan Batı ve ABD gibi soğuk bölgelerde bile 9-10 yaşlarında bakire bir kız çocuğu bulmanın çok zor ve bu yaşlardaki çocukların serbestçe cinsel ilişki içerisinde olduğu bilinen bir gerçektir. Bu nedenle insanlık tarihinde, Hz. Peygamberin evliliğinde olduğu gibi bir evlilik olmadığını iddia etmek, bilimsel değildir.

Bu yaşlarda evliliğin halen Batıda ve ABD'nin kırsal kesiminde uygulandığı bilinmektedir. Yapılan tespitlere göre Batı gibi soğuk ülkelerde bile ergenlik yaşları, çok küçük yaşlara kadar düşmüştür. Bu gerçekler göz önüne alındığında, Hz. Peygamber in o yaşta bir kız ile evliliğini garip karşılamamak gerekir. Nitekim Rodinson, Dermenghem, Caetani, gibi bir kısım Oryantalistlerde Hz.Aişe'nin evliliğinin o dönem şartları içerisinde normal olduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca insaflı Oryantalistlerden Watt; "Arabistan bölgesinde kızlar erken geliştiği için Âişe'nin bu yaşta evliliği normaldir" demektedir.

Burada şu noktayı da zikretmeliyiz; eğer Hz.Peygamberin bu evliliği içinde yaşadığı toplum tarafından garip bir evlilik olarak karşılanmış olsaydı, Hz.Peygamber aleyhinde en küçük eksikliği dahi kaçırmayan Mekkeliler bu durumu dillerine dolayacaklar ve Hz. Peygamber aleyhine kullanacaklardı. Fakat, bu doğrultuda her hangi bir şey kaynaklarda nakledilmemektedir. Ayrıca Hz. Aişe, Hz. Peygamberden önce Cübeyr'le nişanlanmıştı, yani, Hz.Peygamber ile nişanlanmasından daha küçük bir yaşta iken yapılmış olan bu tür evlilikler ya da nişanlanmalar, o günkü koşullarda doğal karşılanıyordu. Hatta daha küçük yaşlarda da olabiliyordu. Hz. Peygamberin Hz. Aişe ile 9 yaşında evlendiğiyle ilgili rivayetleri destekleyen başka rivayetler de vardır. Söyle ki: Hz. Aişe, evlendikten sonra kız arkadaşlarıyla oyunlar oynadığı ve oyuncakları olduğunu söylemiştir. Eğer iddia edildiği gibi 18 yaşında evlenmiş olsaydı, bu yaşlarda bir kadının oyuncaklarla oynaması normal ve makul bir davranış olamayacağından, bu konudaki rivayetlerin kabulü imkansız olurdu. Oysa bu rivayetler sahih olarak nakledilmiştir. Bu rivayetlerin bazdan şöyledir:

"Ben sokakta oynarken annem çağırdı, eve kapattı ve evleneceğimi anlattı '

"Ben Peygamberle evliyken evde arkadaşlarımla oynardım. Hz. Peygamber gelince arkadaşlarım kaçardı. Hz.Peygamber gider onları toplar benimle oynamaları için gönderirdi

"Ben evde arkadaşlarımla oynuyordum. Hz.Peygamber geldi. Oyuncaklarımı kastederek bunlar nedir ey Aişe" dedi. Ben de ''Süleyman in atları"dedim.

Bu rivayetlerden hareketle. Hz. Aişe:nin 18 yaşında evlendiğini iddia edip. sonra da Hz.Aişe'nin çocuklarla oyuncak oynadığı, oyuncakları olduğu. Hz.Peygamberin ona sokaktan arkadaş gönderdiğini kabul etmenin bir tenakuz olduğunu söylememiz gerekir.Sonuç olarak bu rivayetleri dikkate alarak, çocuk yaşta evlendiği Hz. Aişe'yi, Hz.Peygamber hem eğitmiş, hem de İslamî bilgiler ile yetiştirmiş ve bu arada onun çocukça isteklerine karşı da anlayış göstermiştir.

Konu ile ilgili bir diğer iddia da: Hz. Aişe'nin 9 yaşında evlenmiş olduğuyla ilgili rivayetlerin gayet az ve şaz olduğundan hareketle, onun 17-18 yaşlarındayken evlenmiş olması gerektiği şeklindedir.

Hz. Aişe'nin 9 yaşında evlenmiş olduğu rivayetlerini, az ve şaz olmakla eleştirerek kabul etmeyen yukarıdaki iddia, kendisinin ileri sürdüğü. Hz. Aişe'nin 17-18 yaşlarında evlendiğine dair hiçbir rivayet yoktur. Yani şaz bir rivayet bile yoktur. Dolayısıyla, söz konusu iddia sadece bir varsayımdan ibaret kalırken. 9 yaşında evlendiğine dair ise bir çok rivayetler bulunmaktadır. Bizzat olayın kahramanı Hz. Aişe'nin ağzından 6 yaşında nişanlandığı. 9 yaşında evlendiğine dair bir çok tarihi bilgilerin de varlığı tezimizi güçlendirmekte ve desteklemektedir. Bu konudaki tartışmaları noktalamadan önce şu konuyu da aktarmakta fayda mülahaza görüyoruz. Eğer 9 yaş rivayetlerini esas alırsak, bu noktada 9 yaşında evlendiği bir kızı 18 yaşında dul bırakmak ve Kuran da ki yasak gereği bir daha evlenememe-sine sebep olmak zulüm değil midir? şeklindeki bir soru akla gelebilmektedir.

Hz Aişe'nin 18 inde dul kaldığı doğrudur. Öncelikle 9 yaşında evlenen bu kızdan yani Hz. Aişe'den böyle bir pişmanlık hakkında bir rivayet göremediğimiz gibi bu evlilikten ötürü bir çok kazancı olduğunu kendisi aktarmaktadır.

Kimse ne zaman öleceğini bilemez. Nitekim insanlar çok genç yaşta da ölebilmektedir. Öyleyse bu düşünce ile mantıklı bir sonuca varmamız mümkün değildir. Ülkemizde bile halen 18-20 yaş arasında kocası ölüp ona sevgisinden dolayı bir daha evlenmeyen pek çok kadın vardır. Bu Özel bir durumdur, sevgi aşk vs. gibi çok özel şeyler vardır ki bunlar bir başkasının kendi öznelliği ile asla tenkit edemeyeceği realitelerdir. Ayrıca sevdiği ile evlenmediğinden dolayı hayat boyu evlenmeyenleri de dikkate alabiliriz.

Ayrıca Hz. Aişe Hz.Peygamberle evlenmeseydi ne kaybederdi? diye düşünmekte gerekir. Eğer evlenmeseydi onun yanında yetişemez, İslam'i bilgileri sahabelerin kendisine danıştığı birisi olmazdı. 2210 hadis aktarmazdı. Hatırı sayılır bir fakihe, müfessire. müctehide ve müftiye olmazdı.

Sonuç

Hz. Aişe'nin Hz.Peygamberle evlendiği evlilik yaşı konusunda klasik kaynaklarda yer alan onun 18 yaşında evlendiğini savunan bilginlerin görüşlerinin isabetli olmadığı göstermektedir.

Bu kadar rivayet, sadece yorumla reddedilemez. Rivayetlerin aksine getirilen deliller ise bilimsel olmaktan ziyade, tepkiseldirler. Dolayısıyla, Hz.Aişe'nin Hz.Peygamber'in hanesine küçük yaşta girmesinin pek çok hikmet ve hayırlı sonuçları dikkate alınmadan rivayetler değerlendirilmiştir. Ulaşılan sonuçlar ise tatmin edici olamamıştır.

Bölgenin iklim yapısını ve evlilik kültürünü göz önüne aldığımızda o zaman ve hatta günümüzde bu tür evliliklerin hiç de garip karşılanamayacağı ortadadır. Onun küçük yaşta oluşu hiçbir zaman problem edilmemiş, oyuncaklarıyla oynamasına ses çıkarılmadan, onun Hz. Peygamberle evliliği devam etmiştir.

Bütün bunlardan sonra özetle diyebiliriz ki Hz. Aişe'nin Hz. Peygamberle nişanlandığı yaş 6 dır. Bu da nübüvvetin 10. yılına tekabül etmektedir

Evlendiği yaş 9 dur. Bu da Hicretin I. yılında olmuştur. Genelde rivayetlerde bu noktada odaklanmıştır. Bu evlilik o zaman hiçbir kimse tarafından garipsenmemiş ve o dönemde gerçekleşen buna benzer bir çok evlilik bulunmaktadır.

Bireyler ve toplumlar bir tarih dilimine ve kültürel geleneğe aittir. Bundan kopmak imkansızdır. Bu nedenle, her hangi bir tarihi olayı değerlendirirken onu kendi tarihselliği ve kültürel çerçevesi içinde değerlendirmek gerekir. Yoksa, kendi şartlarımızı ölçü alarak farklı bir tarih diliminde yaşayan ve farklı toplumsal yapılanmalara sahip birilerini yargılamak: hem doğru değildir, hem de bilimsel bir yöntem olarak kabul edilemez

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili DreiMalAli'ye teşekkürler. Düşüncelerime tercüman olmuş.

Ama Hacı'ya ne anlatsak, o anlamayacaktır.

O istiyor ki, ateistler İslam efsanesini kabullenmeyip reddetsinler, "efsaneyi eleştirmek onu kabullenmek demektir." gibi değerlendiriyor.

"Bunların tümü uydurma, hepsi yalan-dolan" demekle olmuyor.

Hem onu söylemek, hem de "Doğru olduğunu varsaysak bile içeriğinde kabul edilemeyecek derecede akıldışı, bilimdışı, mantıkdışı, insanlıkdışı, uygarlıkdışı hikayeler, olaylar, hükümler, fetvalar, söylemler var. İşte örnekleri: (...)" demeli ve bunları ortaya koyup sergilemeliyiz.

Aksi takdirde insanlarımız Kur'an'ı dinlerken büyülenir, peygamber ve ashabı anlatılırken kendinden geçer, hipnoz olmuş gibi savaşları, katliamları, inanç değiştirenlerin öldürülmesini, cihadı, çok evliliği, teokrasiyi kabullenir. Çağdaş yaşamı, uygarlığı, laikliği, barışı, insan hakları ve demokrasiyi reddeder.

---

Peygamber ve 4 halife döneminde ashabın çok evli yaşam tarzı sonraki dönemde de devam ediyor.

Emevilerde ve Abbasilerde de çok evlilik aynen devam ediyor. Sanki sünnetmiş gibi en az 4 kadınla evliliklerin sürdüğünü görüyoruz.

Ne zaman İslam devletinin yönetimi Türklerin eline geçiyor, ondan sonra çok evliliğin seyrekleştiğini ve gitgide azaldığını görüyoruz. Örneğin Selçuklularda genelde siyasi evliliklere rastlanıyor. Ama eş sayısı çok az. Osmanlı'da çok eşlilik %5'lere düşüyor.

İlber Ortaylı'nın aktarımına göre; XVI. yüzyıl sonunda Türkiye ile ilgili gözlemlerini anlatan Alman protestan papazı Salomon Schweigger:

“Türkler dünyaya, karıları da onlara hükmeder. Türk kadını kadar gezen, eğleneni yoktur. Çok karılık yoktur. Her halde bu işi denemiş, dert ve masrafa neden olduğunu anlayıp vazgeçmişler. Boşanma pek görülmüyor. Çünkü boşanırken erkek para ve eşya veriyor ve kız çocuk anaya kalıyor” diyor.

İlber Ortaylı, "Anadoluda XVI. Yüzyılda Evlilik İlişkileri Üzerine Bazı Gözlemler ", Osmanlı Araştırmaları, İstanbul 1980, c. 1,s. 37;

Yine batılı gözlemcilere göre Türklerin çok evliliğe tiksinerek baktığı ifade ediliyor.

Osmanlı'daki %5' çok evliliğin ana sebebi; çocuk sahibi ya da erkek çocuk sahibi olamamak.

Bu %5'in ise büyük çoğunluğu 2 ya da 3 eşli, 4 kadınla evlilik oranı çok çok düşük.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgilli DreiMalAli.

Burada sorun Pante kardeşimiz değil.

Sorun ateistler ve ateizmdir.

Ben her fırsatta bunu vurgulamak istiyorum.

Pante kadeşimiz bana bu fırsatı bir kere daha verdi ve ben bu tür fırsatları kaçırmak istemiyorum.

Türk ateistlerinin çoğu (hepsi değil elbette) gerçek anlamda ateist değillerdir.

Onlar akılları İslam ile yıkanmış ve İslam'ın dümen suyunda giden yarı inanır, yeterince aydın olmayan, sorgulamayan ve araştırmayan, ufuklarını genişletmeyen, hatta genişletmeye bile çalışmayan ve genişletenleri eleştiren bir takım meczuplardır.

Bir yalanı izleyen insanlar için değerli terimini kullanamam.

Hiç kusura bakmayın.

Onların değeri de, değerleri kendiliğinden menkul Türk Müslüman'ları gibidir.

Değersizdirler.

Bu sorunu kişisel bir mecraya dökmek istemem.

Ama bunu dikkat ederseniz Pante arkadaşımız yapmıştır.

Ve ben ona bu şekilde bir tepki göstererek bence doğrular ne ise onların izlenmesini istemişimdir.

Pante bize uzun bir liste vermiş ve ona meydan okumanın mümkün olmadığı izlenimini uyandırmıştır.

Ben de ona meydan okumuşumdur.

Hepsi o kadar.

İslam'la ilgili her haber ve konu yalandır..

Burada size ben meydan okuyorum. Hepinize...

Bana kanıtı ile birlikte İslam ile ilgili tek bir doğrudan bahsedebilir misiniz?

Tek bir doğru?

Nedir o doğru?

Mugalata ve polemik yapmayalım.

Şimdiye kadar hep onları yaptık..

Yetmedi mi?

Usanmadık mı?

Biraz da gerçeklerle uğraşalım. Efsaneler bıktırdı artık..

Link to post
Sitelerde Paylaş
Türk ateistlerinin çoğu (hepsi değil elbette) gerçek anlamda ateist değillerdir.

Onlar akılları İslam ile yıkanmış ve İslam'ın dümen suyunda giden yarı inanır, yeterince aydın olmayan, sorgulamayan ve araştırmayan, ufuklarını genişletmeyen, hatta genişletmeye bile çalışmayan ve genişletenleri eleştiren bir takım meczuplardır.

Bir yalanı izleyen insanlar için değerli terimini kullanamam.

Hiç kusura bakmayın.

Onların değeri de, değerleri kendiliğinden menkul Türk Müslüman'ları gibidir.

Değersizdirler.

Bu sorunu kişisel bir mecraya dökmek istemem.

Ama bunu dikkat ederseniz Pante arkadaşımız yapmıştır.

Ve ben ona bu şekilde bir tepki göstererek bence doğrular ne ise onların izlenmesini istemişimdir.

Hacı kısmen haklıdır.

meczup ve değersiz iddiaları yersiz olsa da biz inanmayan dindarlarız.

Benim tabirimle agnostik müslümanlarız.

Sadece biz değil, tarihteki birçok ünlü inanmayan da öyledir.

Voltaire, Darwin, Nietzsche, Einstein, Havking vb. inanmayan dindarlardır.

Ülkemizden de Farabi, İbni Sina, Mevlana, Yunus Emre, Atatürk, İlhan Arsel, Turan Dursun vb.

İlhan Arsel bu konuda şöyle yazmış:

19cu yüzyilin büyük düsünürlerinden biri olan Feuerbach: "Ben Tanrisiz bir dindarim" derdi. 20ci yüzyilin ayni çapta bir baska düsünürü sayilan Einstein : "Ben inanmayan koyu bir dindarim" diye eklerdi.

"Kutsal" kitaplara ve bu kitaplardaki Tanri anlayisina karsi çikanlar (örnegin Voltaire ve benzerleri), ve onlari bugüne dek izleyenler (örnegin Bertrand Russel'lar, vb...), hep bu "yazit"in insanlari olmuslardir.

Onlar için "kutsal" olan sey "akil", ve aklin olusturdugu "Yaratici zekâ"dir.

Hemen eklemek gerekir ki akilci yetenege sahip her insan, "Kutsal" diye bilinen kitaplari akil süzgecinden geçirmek, ya da "peygamber" diye benimsenen kisilerin yasamlarini incelemek sûretiyle kendisini kolaylikla "inanmayan dindarlar" sinifi içinde bulur.

Turan Dursun'u her anis'ta, böyle bir sevgiye, seriât yolu ile degil fakat ancak "akil" yolu ile gidilebilir oldugunu bir kere daha anlarim. Her ne kadar kendisini "Ben dinsizim" diye tanimlamis idiyse de Turan Dursun, aslinda sinirsiz bir "insan sevgisi" ve "akil" gücü ile dolu ve bu sayede insanliga en büyük hizmetlerde bulunmus olan nice "Inanmayan dindarlardan" biriydi. Bir gün gelip bu toplum, akilci yörüngeye girip onun degerini anlayabilecek midir acaba?

Yazının tamamı için:

http://www.ilhan-arsel.org/Gazetelerde/TuranD.html

Link to post
Sitelerde Paylaş
Hacı kısmen haklıdır.

meczup ve değersiz iddiaları yersiz olsa da biz inanmayan dindarlarız.

Benim tabirimle agnostik müslümanlarız.

Sadece biz değil, tarihteki birçok ünlü inanmayan da öyledir.

Voltaire, Darwin, Nietzsche, Einstein, Havking vb. inanmayan dindarlardır.

Ülkemizden de Farabi, İbni Sina, Mevlana, Yunus Emre, Atatürk, İlhan Arsel, Turan Dursun vb.

İlhan Arsel bu konuda şöyle yazmış:

[/b]

Yazının tamamı için:

http://www.ilhan-arsel.org/Gazetelerde/TuranD.html

Sevgili Pante,

Hacı'nın şevkini ve sürdürdüğü aydınlanma savaşını kırmamak, hiç değilse rencide etmemek için sen de benim gibi alttan alıp, hatta onu haklı bulmaya bile gayret ediyorsun, bunların fakındayım.

Ancak, sevgili Hacı'nın özellikle sana ve sonra da tümümüze sarf etmiş olduğu sözler birer haksızlıktır. Araştıran, düşünen, mantıklı ve tutarlı bir biçimde sunulan her argümana açık kapı bırakıp inceleyen biz ateistlere kendisi haksızlık etmiştir.

Umarım bir özeleştiri yapıp hatasını onarması gerektiğinin artık farkına varmıştır.

Karanlıkların üzerine güneş gibi doğanlara bin selam olsun!

Yüz çiçek açsın bin fikir çarpışsın!

tarihinde MrGuitar tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Hacı biraz sabırsız.. Düşüncelerini çoğu zaman tutkuyla ve bazen gözü kara savunuyor. Şimdi çok önemli olduğunu düşündüğü (ben de öyle düşünüyorum) bir gerçek var ve onun ateistlerce ciddiye alınmadığını görmek bence onu çıldırtıyor..

Muhammed'in yaşamadığından kesin olarak emin. DreiMalAli de emin. Hatta bu iddiayı buraya ilk taşıyan o idi. Yıllardır bir tarihçi gibi didik didik araştıran ve sadece bilimsel yöntemle hareket eden biri. Kaldı ki bu iddia zaten profesyonel, alanında çok saygın ve ünlü olan tarihçilere ait.

Onların arasında Yakındoğu Profesörü olan tarihçi Bernard Lewis de var.

Burada aylar boyu hem bireysel, hem de tarihçilerin araştırmalarına dayanılarak yazılan bir yığın yazı asıldı, ilgili linkler verildi vs.. Hepsi de çok ilginçti, şok ediciydi. Bildiğimiz her şey açıkça yalandı.

Bilemiyorum aramızda kaçımız o yazıları tek tek okudu, o linkleri tek tek tıklayarak yapılan bilimsel araştırmaları inceledi de bu kadar net bir şekilde "Muhammed Yaşamıştır" diyebildi..

İslam'ın uydurmalarına inanmak ve onları doğru farzetmek, düştüğümüz en birincil hatadır. Bizler yıllar boyu kandırıldık. Bu bizim suçumuz değil elbette.. Ama artık önümüze konan bilime dayalı araştırmaları veya iddiaları elimizin tersiyle itip, ne olduklarını gayet iyi bildiğimiz ahlaksız, yalancı, ilkel ve sahtekar İslamcıların sözde tarihçilerine inanıyoruz?

Ateisler her zaman bilime inanmaktan, bilimin gösterdiği yolu izlemenin doğru olduğundan ve bilimsel düşünmek zorunluğundan bahsederler. Tabii ki doğru olan budur, aksi düşünülemez.

O halde bu iddiaları başka bir gözle, tamamen nötralize edilmiş bir beyinle değerlendirmek zorunluğu var. Ona da bilimsel bakış açısı diyoruz zaten.

Bu sorun müslümanların sorunu değil. Onlar zaten bildiğimiz üzre, bütün bu yalanlara inanıyorlar..

Hacı biraz ileri gitmiş, sinirlenmiş yine.

Ancak onun söylediklerini neden herkesin birden üstüne alındığını da anlamak güç. Hacı'ya kızıp da "ben seni takmıyorum, Muhammed yaşadı işte, bunlar senin uydurmaların" vb. diyenler alınmalı.

Hacı ve DreiMalAli bu iddiaları kafalarından uydurmadılar arkadaşlar. Onlar sadece aktardılar. Hacı'nın hatası, onları aktarırken değilse bile savunurken bazen kendini kaybetmesi olabilir.. E sırf bu düşünceleri savunduğu için bazen "Amerikan Uşağı" olduğuna kadar yapılan ağır hakaretler de düşünülmeli..

Aramızda Hacı'nın sözünü ettiği türden ateistler var gerçekten de. Bence haklı. Onların sayısı çok değil. Hacı bu konuda biraz abartmış.

Onların arasında Pante de yok.. İlginç olarak Pante, en başından beri bu konuda daima yorum yapmıştır ve aramızdaki en objektif bakış açısına sahip insanlardan biri olduğunu çoktan kanıtlamıştır.

Hacı unuttu belki ama, verdiği bilgi ve kaynaklarla, çok da yardımcı olmuştur.

Hacı'yı üslubu konusunda eleştirmekle bu yeni savı eleştirmek konusunda daha dikkatli olmalı, ikisini birbirine karıştırmamalıyız.

Bu arada, Muhammed yaşamamıştır. İslam hakkında bugüne dek öğrendiğimiz her şey külliyen yalandır.

Muhammed yaşamıştır diyen, onu bize kanıtlamak zorundadır. İslam külliyatı ispat olamaz.

Bu, Allah'ın varlığını Kur'an'la ispatlamaya çalışmaktan farksızdır. Çünkü bu yöntem, müslüman yöntemidir ve bildiğimiz gibi temelden yanlıştır, bilim dışıdır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

İşte böyleee,

Elli kere yazdık.

Aişe Abdurahmanoğlu,Muhammedin hayatında Aişeyi şöyle anlatır.

Kısaltarak yazıyorum.

Aişeyi beş yaında Muhammed nikahladı.

7 yaşında yatağa attı.

18 yaşında Aişe dul kaldı.

Efendi kocası YASAK koydu evlenmelerine karılarının.

18 yaşındaki pırıl pırıl genç kadına EVLENME YASAĞI.

Demek PEYGAMBERLER böyle HAKKI ve HUKUKU yerine getiriyor.

Bu olay bile Muhammedin peşine gidilemeyeceyine yerterli delildir.

Eeeeeeee,adamda suç yokki.

Arap çöllerinde deve sürenden başkasıda beklenemez.

Tolonbeg

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hacı, Alinin yazdıklarını dikkate almanı tavsiye ederim..

Şahsen ben sadece muhammedin değil isanın da musanın yaşadıklarına dair en ufak somut bir iz olmadığını biliyorum.. birçok ateistin de böyle düşündüklerine eminim. dinlere masal dememizin nedeni de budur...

bir örnek de biz verelim:

bir atom teorisi var diyelim.. X adlı şahıs tarafından ortaya atıldığı söyleniyor.. ve bu teori çeşitli şekillerde tartışılıyor.. doğru mantıklı tutarlı gerçekçi olup olmadığı tartışılıyor.. şimdi bu noktada çıkıp bu atom teorisini ortaya adam aslında yaşamamıştır, böyle biri yoktur demek o atom teorisini ortadan kaldırır mı?? o kişinin yaşamamış olması o teorinin tartışılmasını engeller mi?? bu teoriyi göz ardı etmek için yeterli midir bu?? yoksa oturup o teoriyi tartışmak mı gerekir???

aynı şekilde düşünürsek, yaşadığı iddaa edilen muhammed de dünya ve insana dair çeşitli önermeler sunmuş; muhammedin yaşamamış olması bu önermeleri ortadan kaldırır mı??? bu önermeler şu an mevcut değil mi????

Link to post
Sitelerde Paylaş
Sen şimdi bunu anlattın kılı kırk yaracasına hayat yaşayan o mübareklerin hepsi sapık oldu..

fesubhanallah müthiş bir kıyas müthiş bir mantık.

durumu yanlış değerlendiriyorsun o dönem yaşamış o mübarek dediğin zatlar o dönemin arap örfü ve bu örfün vucud bulmuş hali olan islama uygun davranıyorlardı ama bugünün bakış açısından bakıldığında sapık gibi görülüyor burada gösterilmek istenen islamın evrensel ve bütün toplumlara gelmiş bir din olmayıp arap ve biraz daha genişletirsek ortadoğu milletlerine ait bir din olduğudur

Link to post
Sitelerde Paylaş

İşte böyleee,

I feel good,sen kendini iyi hisstmiyorsun galiba.

Naptı sana bu çocuk?

Hakaret ettiyse tut kulağından salla gitsin.

Sanırım,özürde diledi.

Tekrarında acıma istersen.

Başkalarınada örnek olmasın.

Sanırım daha genç,bir iki af gerek.

İsrarda günah senden gider.

Gelelim bizim Hacımıza,cidden bu günlerde Hacıda bazı deyişikler oluyor galiba.

Ben başbakan olursam onu diyanet işleri başkanı yapmayı düşünüyordum.

Gerçi hala aynı düşüncedeyim.

Hacımızın ayrıcalığı vardır.

Hacımızda GAG gibi,süper bir kafaya sahaptır.

Hacımızı fazla üzmeyelim.

Sonra hacısız naparız?

Onun yazıları bize gıdadır.

Biraz sert ama,her güzelin bir kusuru olur canım:-)))))).

Hacı seni seviyoruz.

İslamcılardan bile takdir alıyorsun Hacı.

Onlara biraz daha yumuşak olursak,

Daha kolay putlardan uzaklaştırırız bu arkadaşları sanırım.

kalın sağlıcahla

tolonbeg

Link to post
Sitelerde Paylaş

peygamberde ve onun arkadaşlarında bizim için örnek alınacak şeyler vardır...

örnek alınmayacak şeylerde vardır...

onların kendi tarihsel ve yöresel yaşanntıları aynen örnek alınamaz...

tüm zamanlarda ve mekanlarda geçerli olabilecek davranış ve sözleri bizim için birer örnek olabilir...

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...