Jump to content

Kuran'daki bazı iddialara cevaplar


Recommended Posts

Kuran, kendisinin gerçekliğine ve bu konudaki tekliğine çok fazla inanan bir kitap. Bu nedenle, aşağıdaki ayetlerde Allah, çevresindeki baskılar nedeniyle Muhammed'i şöyle yüreklendiriyor:

Furkan 4-6: İnkar edenler, “Bu Kuran, Muhammed’in uydurduğu bir yalandan başka bir şey değildir. Başka bir topluluk da bu konuda ona yardım etmiştir” dediler. Böylece onlar haksız ve asılsız bir söz uydurdular. “(Bu Kuran, başkalarından) yazıp aldığı öncekilere ait efsanelerdir. Bunlar ona sabah akşam okunmaktadır” dediler. (Ey Muhammed!) de ki: “O kitabı göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

Hûd 13: Yoksa “onu (Kuran’ı) uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Allah’tan başka gücünüzün yettiklerini de (yardıma) çağırıp, siz de onun gibi uydurma on sure getirin.

Enbiya 24: Yoksa ondan başka ilahlar mı edindiler? De ki: “Haydi getirin delilinizi! İşte benimle beraber olanların kitabı ve işte benden öncekilerin kitabı (hiçbirinde birden fazla ilah olduğuna dair hiçbir delil yok). Şüphesiz çokları bilmezler de bu sebeple yüz çevirirler.”

Fatır40: De ki: “Allah’ı bırakıp da taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Gösterin bana, onlar yerden ne yaratmışlardır?” Yoksa onların göklerde bir ortakları mı var? Yoksa kendilerine bir kitap verdik de, o kitaptan, açık bir delile mi sahip bulunuyorlar? Hayır, zalimler birbirlerine aldatmadan başka hiçbir şey vaat etmezler.

Ahkaf 4: De ki: “Allah’ı bırakıp da taptıklarınızı gördünüz mü? Bana gösterin, yeryüzünden neyi yaratmışlardır? Yoksa göklerin yaratılışında onların bir ortaklığı mı var? Eğer doğru söyleyenler iseniz bundan önceki bir kitap, yahut bir bilgi kalıntısı olsun getirin bana!”

Hakka 51: Şüphesiz Kuran, gerçek kesin bilgidir.

1. DÜNYANIN YARATILMASI

-Kuran ne diyor:

Enbiya 30: İnkâr edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?

-Sümer Mitolojisi ne diyor:

Adı “deniz” karşılığı olarak belirtilen Tanrıça Nammu, “Gök’ü ve Yer’i doğuran Ana”dır. Başlangıçta gökyüzü ve yeryüzü, tabanı yer, tepesi gök olan bir dağ şeklindedir. Gök, Tanrı An; yer ise Tanrıça Ki olarak kişiselleştirilmiştir. Tanrı An ve Tanrıça Ki’nin birleşmelerinden Hava-Tanrı Enlil doğar. Enlil, Gök ile Yer’i birbirinden ayırır ve evreni gökle yerin birbirinden hava ile ayrıldığı bir varlık biçimine sokar :

Efendi, verdiği nimetlerin gerçek yaratıcısı olan

Kararları değiştirilemeyen Efendi,

Topraktan ülkenin tohumunu filizlendiren Enlil,

Yerden göğü ayırmayı düşündü,

Gökten yeri ayırmayı düşündü .

Bundan sonra, Bilgelik Tanrısı ile Hava Tanrısı, yeri bitkiler, ağaçlar, sularla donatırlar. Hayvanlar yaratılır ve hepsini idare edecek Tanrılar meydana getirirler .

2. İNSANIN YARATILMASI

-Kuran’da insanın nasıl yaratıldığı ile ilgili birçok ayet mevcuttur. Bunlardan bazıları şöyledir:

Alak 1-2: Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alak ”tan yarattı.

Enbiya 30: İnkâr edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?

Hicr 26: Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık.

Meryem 67: İnsan, daha önce hiçbir şey değil iken kendisini yarattığımızı düşünmez mi?

Nahl 4: İnsanı nufte den (bir damla sudan) yarattı. Böyle iken bakarsın ki o, Rabbine açık bir hasım kesilmiştir.

Kıyamet 37: O dökülen meniden ibaret az bir su değil miydi?

Görüleceği üzere, insanın neden yaratıldığı üzerinde ayetlerde farklı ifadeler var. Elbette İslam dünyası, bunların hepsinin aynı anlama geldiğini öne sürmekte. Öte yandan, nakledilen ve genel kabul gören düşünce, insanın çamurdan/topraktan/balçıktan yaratıldığı şeklindedir.

-Sümer Mitosu:

İnsanın yaradılış amacı, Tanrıları çalışma zahmetinden kurtarmak, onlara hizmet etmek ve toprağı sürerek Tanrıların geçimlerini sağlamaktır (bu konuda Babilonya Yaradılış Destanı da aynı şeyi söyler). Tanrılar, başları sıkıştığında Bilgelik Tanrısı Enki’ye başvururlar ama Enki uyumaktadır. Tanrıların anası olan Tanrıça Nammu, Enki’yi uyandırır. Enki’nin buyrultularıyla Nammu ve Doğum Tanrıçası Ninmah, “iyi ve soylu yaratıcılar” olarak nitelenen diğer tanrısal varlıkların da desteğiyle, “derin suların üzerindeki” balçığı karıp insanı var ederler. Enki, insanın yaratılmasını kutlamak için bir ziyafet verir. Bu ziyafette Enki ve Ninmah, şarabı fazla kaçırıp sarhoş olurlar. Ninmah, “derin suların üzerindeki” balçıktan biraz alıp, birinin kısır kadın, ötekisinin hadım erkek olması dışında ne oldukları belirsiz altı farklı insan yaratır. Enki, hadımın yazgısının kralın önünde (hizmete) durmak olduğunu bildirir. Enki, akılca ve bedence çelimsiz bir insan yaratır ve Ninmah’tan bu acınası yaratığın durumunu iyileştirecek bir şey yapmasını ister. Ancak Ninmah hiçbir şey yapmaz ve böyle bir varlık yarattığı için Enki’yi lanetler. “İnsan” anlamına gelen İbrani sözcüklerinden biri enoş olup, “zayıf” ya da “hasta” anlamına gelen bir sözcük köküdür (Nisa 28: Allah, sizden (yükümlülükleri) hafifletmek istiyor. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır).

-Ayrıca, insanın çamurdan yaratıldığı efsanelerine çok farklı uygarlıklarda da rastlanır :

1. Çin Efsanelerinden: “Bunun üzerine Tanrıça Ngüho, yengeç elleriyle gökyüzünü yukarıya kaldırdı, denizleri yeniden sınırlarına itti. Ve çamurdan yeni bir insan türü yarattı.”

2. Mısır’daki Luxor Tapınağındaki bir kabartmada, Kral Amonhotap III olarak betimlenen Tanrı Khenemu, çömlekçi çarkında erkek ve dişi iki insan yaratır.

3. Hesiodos Destanı: “Namlı, şanlı Hephaisdos’u çağırdım hemen. ‘Bir parça toprak al, suyla karıştır’ dedim. ‘İçine insan sesi koy, insan gücü koy’.”

4. Yunan Efsanelerinden: Prometheus anlatır, “Gözyaşlarımla toprağı çamur haline getirdim ve yoğurdum. Bir insan heykeli yaptım. Sonra bu heykele ruh verdim, ilk ölümlü yaratıklar oluştu böylece.”

3. ADEM İLE HAVVA

-Bilindiği gibi Allah, ilk insan olarak Âdem’i yaratmıştır:

Al-i İmran 59: Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi.

Âdem’in yaratılmasından sonra Allah, Havva’yı şu şekilde yaratmıştır:

Nisa 1: Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah, üzerinizde bir gözetleyicidir.

Nisa 4: O, sizi bir tek nefisten yarattı. Sonra ondan eşini var etti. Sizin için hayvanlardan (erkek ve dişi olarak) sekiz eş yarattı. Sizi annelerinizin karnında bir yaratılıştan öbürüne geçirerek üç (kat) karanlık içinde oluşturuyor. İşte Rabbiniz olan Allah budur. Mülk (mutlak hâkimiyet) yalnız O’nundur. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde, nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?

Ayetlerden anlaşılacağı üzere Allah, ilk insan olarak Âdem’i, daha sonra da Âdem’den Havva’yı yaratmıştır. Hadisler göz önüne alındığında Havva, Âdem’in bir kaburga kemiğinden yaratılmıştır: “Kadınlara hakkı tavsiye ediniz. Çünkü kadın, eğri kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri tarafı baş kısmıdır. Onu doğrultmaya çalışırsan kırarsın, olduğu gibi bırakırsan öylece eğri kalır. Kadınlara hayrı tavsiye ediniz.” (Sahih-i Buhari)

-Sümer Mitosu:

Su Tanrısı, Güneş Tanrısına yerden su çıkararak orasını tatlı su ile doldurmasını söylüyor. Güneş Tanrısı isteneni yapıyor. Böylece Dilmun ağaçları ve çayırlarıyla Tanrıların cennet bahçeleri oluyor. Yer Tanrıçası, bu bahçede sekiz bitki yetiştiriyor. Bunlar şifa verici bitkiler olduğundan, gelişigüzel yenmesi yasak. Fakat Bilgelik ve Sular Tanrısı Enki dayanamıyor ve iki yüzü olan vezirine bunlardan toplattırarak yiyor. Buna çok kızan Tanrıça, Tanrıyı ölümle lanetleyerek ortadan yok oluyor. Bilgelik Tanrısı da çok hastalanıyor. Diğer Tanrılar, büyük güçlüklerle Yer Tanrıçasını bularak Bilgelik Tanrısını iyi etmesi için yalvarıyorlar. Tanrıça, Tanrının sekiz bitkiye karşılık, hasta olan sekiz organını iyi etmek için sekiz Tanrı ve Tanrıça yaratıyor. Tanrının hasta olan organlarından biri de kaburgası. Onu iyi eden Tanrıçanın adı, “kaburganın hanımı” anlamına gelen Nin-Ti’dir. Burada “Nin” hanım, “Ti” de kaburga anlamına gelir. Ti’nin diğer bir anlamı da Yaşam ’dır; eğer ikinci anlamıyla ifade edilirse “Yaşamın Hanımı” anlamına gelir .” Havva'nın da anlamı yaşamdır.

Yukarıdaki Kuran ayetlerinde geçen “Âdem’den eşini yarattı”, “Sizin için hayvanlardan sekiz eş yarattı” ile hadiste geçen “Kadın, erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldı” ifadelerine bir de Tevrat’ın açık yorumunu katarsak (Yaratılış 2:18-2:24), Sümer Mitos’undaki “Sekiz Tanrı ve Tanrıça”, “Kaburganın/Yaşamın Hanımı” ifadeleriyle ortaya çıkan bu müthiş benzeme, herhalde ilham vericidir. Dahası Âdem ve Havva, Kuran’a göre cennetteki yasak ağacın meyvesinden yedikleri için cennetten kovulmuşlardır.

4. NUH TUFANI

-Aşağıda ayetler şeklinde ayrıntılarıyla verilen ve Nuh Tufanı olarak bilinen hikâyeye Kuran’da defalarca değinilmiştir. Kuran’da en sıklıkla rastlanan konulardan biri de budur:

Hud 36-49: Nûh’a vahyolundu ki: “Kavminden daha önce iman etmiş olanlardan başka, artık hiç kimse iman etmeyecek. O hâlde, onların yapmakta oldukları şeylerden dolayı üzülme.” “Gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme. Çünkü onlar suda boğulacaklardır.” (Nûh) gemiyi yapıyordu. Kavminden ileri gelenler her ne zaman yanına uğrasalar, onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: “Bizimle alay ediyorsanız, sizin bizimle alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz.” Artık, geldiği kimseyi rezil eden azabın kime geleceğini, kimin üzerine sürekli bir azabın ineceğini ileride anlayacaksınız. Nihayet emrimiz gelip, tandır kaynamaya başlayınca (sular coşup taşınca) Nûh’a dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift, bir de kendileri hakkında daha önce hüküm verilmiş olanlar dışındaki âilen ile iman edenleri ona yükle.” Ama, onunla beraber sadece pek az kimse iman etmişti. (Nûh), “Binin ona. Onun yüzüp gitmesi de durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” dedi. Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nûh, ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna, “Yavrucuğum, bizimle beraber sen de bin, inkârcılarla birlikte olma” diye seslendi. O, “Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” dedi. Nûh, “Bugün Allah’ın rahmet ettikleri hariç, O’nun azabından korunacak hiç kimse yoktur” dedi. Derken aralarına dalga giriverdi de oğlu boğulanlardan oldu. “Ey yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök! Tut suyunu” denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cûdî’ye oturdu ve “Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” denildi. Nûh, Rabbine seslenip şöyle dedi: “Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin va’din elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin.” Allah, “Ey Nûh! O, asla senin âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. O hâlde, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben, sana cahillerden olmamanı öğütlerim” dedi. Nûh, “Rabbim! Şüphesiz ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan, şüphesiz ziyana uğrayanlardan olurum” dedi. Ona denildi ki: “Ey Nûh! Sana ve seninle birlikte bulunanlardan birçok ümmete bizden esenlik ve bereketlerle (gemiden) in. Daha birtakım ümmetler de olacak ki, biz onları (dünyada) yararlandıracağız. Sonra da bizden kendilerine elem dolu bir azap dokunacak.” İşte bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun, ne de kavmin. O hâlde sabret. Çünkü (iyi) sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınanların olacaktır.

Ayetlerden de anlaşıldığı gibi Nuh, Allah tarafından kendi kavmine gönderilmiş bir peygamberdir. Kavmini doğru yola çağırırsa da, insanlar onunla alay ederler. Bunun üzerine Allah, ona bir gemi yapmasını, o gemiye kendisini, ailesini, ona inanları ve her cins canlıdan bir çift (bir erkek bir dişi) almasını söyler. Bunlar yapıldıktan sonra, Allah’ın izniyle bir tufan kopar ve yeryüzü sular altında kalır. Nuh ve beraberindekiler, gemi sayesinde kurtulur. Gemide bulunan her türden canlı, yeni nesli oluşturmak üzere tekrar dünyaya dağılırlar.

-Tufanın Tevrat yorumu:

Tanrı Rab, dünyayı ve insanları yaratır. İnsanlar ve canlılar üreyerek çoğalırlar. Ancak Tanrı Rab, insanların kötü olduğunu, kötü işler yaptığını görür, sinirlenir ve “Bunları yarattığıma pişman oldum” diyerek, insanlar ve diğer tüm canlılarla birlikte tüm yeryüzünü yok etmeye karar verir. Ancak Nuh ve ailesi iyi insanlardır, Tanrı bir tek onlardan hoşnuttur ve bu yüzden Nuh’la konuşarak dünyaya bir tufan göndereceğini, tufandan kurtulmaları için (uzunluğu 300, genişliği 50 ve yüksekliği 30 arşın olacak) bir gemi yapmasını, ayrıca bu gemiye her canlıdan bir çift almasını buyurur. Tufan, kırk gün boyunca devam eder, etkilerinin kaybolması da yüz elli gün sürer. Nuh, bir güvercin salar, güvercin konacak yer bulamaz. Bir hafta sonra güvercini tekrar salar, güvercin bir zeytin yaprağı ile döner. Tanrı, gemidekilerin dışarı çıkmasını buyurur; Nuh bir sunak hazırlayıp kurbanlar sunar, kurbanların kokusu Tanrıyı hoşnut eder. Tanrı, insanların çocukluktan beri kötü olduğunu ama bir daha insanlar yüzünden asla yeryüzünü lanetlemeyeceğini ve asla başka tufan göndermeyeceğini söyleyerek, Nuh’la bir antlaşma yaptığını söyler. Tufandan kurtulan canlıların tekrar üreyerek çoğalmalarını buyurur.

-Tufanın Sümer Versiyonu :

Tanrılar, nedeni belli olmayan bir şekilde, insanları dünya yüzünden silmeye karar verirler. Fakat Tanrı Enki, bu duruma razı olmaz ve Sippar Kentinin sofu kralı Ziusudra’ya Tanrıların niyetini açıklayıp ne yapılması gerektiğini söyler. Tabletin kırık olan parçasından sonraki bölüm şu şekilde devam eder:

Tüm fırtınalar, son derece güçlü, tek bir fırtına gibi saldırıya geçti,

Aynı zamanda, sel kült merkezlerinin altını üstüne getirir.

Yedi gün (ve) yedi gece sürdükten sonra

Tufan ülkenin altını üstüne getirdi,

(Ve) büyük suların üzerindeki

Fırtınalar koca kayığı bir o yana bir bu yana salladı durdu.

Göklere (ve) yere ışık saçan (Güneş-Tanrı) Utu göründü.

Ziusudra koca kayığın bir penceresini açtı,

Kahraman Utu ışınlarını dev kayığın içine getirdi.

Kral Ziusudra

Utu’nun önünde yerlere kapandı,

Kral bir öküz öldürür ve bir koyun boğazlar.

(tabletin kopuk kısmından sonra şöyle sürer)

Kral Ziusudra

Anu’nun (ve) Enlil’in önünde yerlere kapandı,

Anu ve Enlil hoş davrandılar Ziusudra’ya,

Ona bir tanrı(nınki) gibi (sonsuz) yaşam verdiler,

Bir tanrı(nınki) gibi sonsuz soluk indirdiler onun için.

Sonra, Kral Ziusudra’nın

Bitkiler dünyasının (ve) insanlığın soyunun adını sürdüren kişinin,

Karşı taraftaki ülkede, Dilmun ülkesinde, güneşin

Doğduğu ülkede oturmasını sağladılar.

-Tufanın Babilonya Versiyonu :

Can yoldaşı Enkidu’nun ölümünden sonra Gılgamış önce yas tutar, sonra da aynı akibetin kendi başına geleceğini anlayarak altüst olur. Babilonya Kralı Utnapiştim (Sümerlerin Ziusudra’sı) ölümsüzlüğün sırrını bilmektedir. Gılgamış, Utnapiştim’e bunu sorduğunda Utnapiştim, “Sana bir sır vereceğim, tanrıların bilinmeyen bir yanını anlatacağım” diyerek Tufan öyküsünü anlatır. Kendisinin, Akad Ülkesi kentlerinin en eskisi olan Şuruppak kentinden olduğunu söyler. Tanrı Ea (Sümerlerin Tanrı Enki’si) Utnapiştim’e, tanrıların, dünya üstündeki tüm yaşam tohumlarını bir tufanla yok edecekleri haberini verir. Ea Utnapiştim’e, içine tüm yaşam tohumlarını koyabileceği bir gemi yapmasını öğütler. Geminin boyutları ve biçimi üzerine konuşurlar; bu gemi eni, boyu ve yüksekliği eşit olan küp şeklinde bir gemi olacaktır. Ea’nın buyruğu ile Utnapiştim, kendi halkına Ea ile birlikte Derinlik’e gitmesi gerektiğine, çünkü Tanrı Enlil’in kendisini sürgüne gönderdiğine, gittikten sonra halkına bolluk yağacağına dair yalan söyler. Sonra gemi yapılır ve yüklenmeye başlar:

(Sahip olduğum her şeyi) gemiye yükledim;

Sahip olduğum gümüşün hepsini ona yükledim;

(Sahip olduğum) altının hepsini ona yükledim;

Sahip olduğum tüm canlı varlıkları (yükledim) ona.

Tüm ailemi ve akrabamı gemiye yolladım.

Kırın hayvanlarını, kırın yabanıl varlıklarını,

Tüm zanaatçıları tekneye yolladım.

diye söyler Utnapiştim.

Ve fırtına kopar. Fırtına Tanrısı Adad gürler; Yeraltı Tanrısı Nergal, göklerdeki okyanusun sularını tutan kapıların direklerini parçalayıp yıkar; Anunnaki Tanrıları, “meşalelerinin yalazlarıyla ülkeyi ateşe vererek” meşalelerini kaldırırlar. Tanrılar bile bu durumdan korkup, göğün duvarının dibine köpekler gibi sinerler. Bu tufanın kışkırtıcılarından olan Tanrıça İştar bile büyük pişmanlık içinde dövünmektedir, diğer tanrılar da onunla beraber ağlarlar. Tufan, altı gün altı gece sürdükten sonra yedinci gün yatışır. Utnapiştim, dışarı bakarak “tüm insanların balçığa döndüğünü” görür. Gemi, Nisir Dağı’nda karaya oturur. Yedi gün bekledikten sonra Utnapiştim, dışarıya bir kumru yollar, kumru konacak yer bulamaz ve geri döner. Sonradan gönderilen kırlangıç da başaramaz. Kuzgunun yiyecek bulup dönmemesi üzerine, gemideki herkes dışarı bırakılır ve tanrılara kurbanlar sunulur. Tanrılar, hoş kokuyu alıp kurbanın üstüne sinekler gibi üşüşür. İştar, lapis lazuliden (lacivert taşından) gerdanlığını çıkarır ve onun üzerine, bu yaşananları hiç unutmayacağına dair yemin eder. Tufandan Enlil’i sorumlu tutar. Enlil ise, tufandan kurtulanlar olduğu için çok öfkelidir. Ninurta da, bu gizli sırrı açıkladığı için Ea’yı kınar. Ea ise Enlil’i dostça eleştirir ve Utnapiştim için aracılık eder. Bundan sonra Utnapiştim ve karısı kutsanır, kendilerine tanrılar gibi ölümsüzlük sunulur. Bundan böyle çok uzakta, ırmakların ağzında oturmaları kararı çıkar.

5. KABİL VE HABİL

-Kuran’da Âdem’in iki oğlunun hikâyesine kısaca yer verilmiştir:

Maide 27-31: (Ey Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti. “Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” “Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır.” Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu. Nihayet Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten âciz miyim ben?” dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu.

Bu hikâye, Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarında da aynıdır. Farklı olarak, Kuran’da Kabil ve Habil olarak isim verilmemiştir (Tevrat’ta bu isimler Kain ve Habil olarak geçmektedir). Ancak İslami eserlerde, her ne kadar Kuran’da özel olarak belirtilmemişse de, bu isimler Kabil ve Habil olarak geçer. Bu kıssanın özetine göre: Havva, yirmi kere doğum yapmış, her doğumunda biri erkek diğeri kız olmak üzere ikiz doğurmuştur. Yani Âdem ve Havva çiftinin kırk çocukları olmuştur. Allah, Âdem’e “her batında doğan kardeşleri farklı kardeşler ile evlendirmesi gerektiğini” söyler. Kabil büyük olan kardeştir ve çiftçidir. Aynı batında beraber doğduğu ikiz kız kardeşinin adı Aklimâ’dır. Habil ise Kabilden küçüktür ve çobanlık yapmaktadır. Allah’ın emri gereği, Aklimâ’nın Habil ile, Kabil’in de Habil’in ikizi ile evlenmesi gerekmektedir. Ancak Kabil, Aklimâ’nın daha güzel olduğunu düşünerek bu evliliklere razı olmaz; Aklimâ ile kendisi evlenmek ister. Âdem, bu isteğin gayrı meşru olduğunu anlatmaya çalışır ama Kabil anlamaz. Böylece Âdem, Kabil ile Habil’in Allah’a kurban sunmalarını, hangisinin kurbanı kabul görürse Aklimâ’nın onunla evleneceğini karara bağlar. Kabil, kurban olarak cılız başaklardan oluşan bir demet sunarken, Habil, beğendiği bir koyunu kurban eder. Allah, Habil’in kurbanını kabul eder. Sinir ve kıskançlık içinde kendini kaybeden Kabil, kardeşini öldürür. Bu cinayet tarihte bir ilk olduğu için, Kabil kardeşini nasıl gömeceğini bilemez. Bu yüzden Allah, bunun nasıl yapılacağını göstermesi için bir karga gönderir, karga eşelenerek toprağı kazarken, Kabil ayette de geçtiği gibi kendine kızarak pişman olur.

-Sümer Mitosu:

Aşk uğruna, evlilik uğruna erkeklerin yaptığı bu sunu yarışı, Sümer Mitolojisi’nin “Dumuzi ile Enkimdu Mitosu”nda da karşımıza çıkar : Aşk ve Bereket Tanrıçası İnanna (diğer adıyla İştar) evlenmek niyetindedir ve kendisine iki talip vardır. Bunlardan biri Çoban-Tanrı Dumuzi (diğer adıyla Tammuz) ve diğeri de Çiftçi-Tanrı Enkimdu’dur. İnanna’nın kardeşi olan Güneş-Tanrı Utu’nun tercihi Dumuzi’den yanadır ama İnanna Enkimdu’yu yeğlemektedir. Dumuzi, Enkimdu’nun sunabileceklerinden daha fazlasına sahip olduğunu söyleyerek, İnanna’dan kendisini seçmesini istemektedir. Enkimdu ise Dumuzi’yi bu sevdadan vazgeçirmeye çalışır, ona armağanlar vermeyi teklif eder. Şöyle der Enkimdu:

Sen ey çoban, niye bir kavga çıkarıyorsun?

Ey Çoban Dumuzi niye kavga çıkarıyorsun?

Benle seni, ey çoban, benle seni niçin karşılaştırıyorsun?

Koyunların yerin otlarını yesin,

Benim otlaklarımda senin koyunların otlasın,

Zabalam tarlalarında ot yesinler,

Tüm koyun sürülerin ırmağım Unun’un suyunu içsin.

Dumuzi ise şöyle söylemektedir:

Ben, çoban (diyorum ki) evliliğime ey çiftçi

Dostum olarak girme (burnunu sokma)

Ey çiftçi Enkimdu, dostum olarak, ey çiftçi (evliliğimi) çiğneme.

Enkimdu şöyle yanıtlar:

Sana buğday getireceğim, fasulye getireceğim sana,

… fasulyesi getireceğim sana,

Genç kız İnanna (ve) sen neden hoşlanırsan o şeyi

Genç kız İnanna … getireceğim sana.

Dumuzi’nin, çeşitli mitoslarda İnanna’nın Kocası olarak anılmasından, bu yarışı kazandığı anlaşılmaktadır.

Yararlanılan başlıca kaynaklar: Kuran, İncil ve Tevratın Sümerdeki Kökeni- Muazzez İlmiye Çığ, Ortadoğu Mitolojisi- Samuel Henry Hooke

Link to post
Sitelerde Paylaş

Enbiya 30: İnkâr edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?

ayetin orjinalinde kaim diye geçer. Mealler yanlış çevirmiş.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Burada yazacaklarımın iskeletini, Prof. Dr. Gönül Tekin’in konuşmacı olarak katıldığı bir programda dinlediklerim oluşturmaktadır. Kendisi sayesinde, Türkiye’de halen yayınlanmamış ancak tüm dünyada konunun asıl kaynakları gibi görünen eserlerin bir nevi özetini elde etmiş olduk. Bu eserlerin Türkçeye çevriliyor olduğuna dair bir ipucu bulamadım.

Öncelikle Gönül Hoca’dan biraz bahsetmek gerekir. Kendisi, Harvard Üniversitesi’nde Edebiyat Profesörü’dür. Yazdıklarıyla tüm dünyada Türkoloji alanında otorite kabul edilen ve vefatından önce yine Harvard Üniversitesi’nde kürsüsü bulunan Prof. Dr. Şinasi Tekin’in eşidir. Bu çiftin çabasıyla, Cunda Adasında Harvard Üniversitesi’ne bağlı olan bir Osmanlıca Dil Okulu bile açılır. Parçalanmasıyla yirmiden fazla modern devlet çıkaran Osmanlı İmparatorluğu’nun devasa arşivini inceleyecek ve bu kaynaklardan bugün nasıl yararlanabiliriz konusunu araştıracak fazlaca insan yok Türkiye’de. Bugün bu kaynakları inceleyenler, şahit olduğunuz gibi Ortadoğu politikasını belirliyorlar.

Türkiye’de çağdaş ve bilimsel olmayan üniversite mantığı, son derece gülünç ve utanç verici bir şekilde bu ve bu gibi isimleri Türkiye’den koparmıştır(konumuz olmadığı için ayrıntısını vermiyorum). Belki de iyi oldu diye teselli arıyorum, çünkü aksi takdirde Gönül Hoca, Harvard gibi bir üniversiteye gidemeyecek, çalışmalarını bu denli kapsamlı ve özgürce yapamayacaktı.

Gönül Tekin bir edebiyat profesörüdür ve çalışmalarının önemli bir kısmını Osmanlı dönemi edebiyatı oluşturur. Kimi zaman incelediği eserlerde, ne olduğu kolaylıkla anlaşılamayacak satırlar, mısralar, dizeler görür. Bunlardan biri de, Ahmed-i Dâ’i tarafından 1405-1406’da yazılan, Yıldırım Bayezid’in şehzadelerinden Emir Süleyman’a sunulan Çengname isimli eserde gördükleridir. Bu eserde bir ağaçtan bahsedilir. Bu ağaçta tüm meyveler yetişmektedir, insanlar bu meyvelerden yemektedirler; ağacın eteğinden ve kökünden sular akmaktadır, haşmetli bir gölgesi ve tacı vardır ve anlatımı sanki bir cennet ağacının tasvirine benzer. Gönül Tekin, bu ağaca çok benzer bir ağacın Tevrat’ta anlatıldığını anımsaması üzerine konuyu derinlemesine araştırmaya karar verir ve bu konudaki çalışmaları yıllarca sürer. Sonuçta Edebiyat profesörü olmasına rağmen, yıllarca süren bu araştırmaları kendisine, çoğu tarihçiyi ve arkeologu kıskandıracak bilgi sağlar.

İşte, aşağıda anlatılan konuların büyük kısmı, kendisinden dinleme şansına sahip olduğum ve bu çerçevede elimden geldiğince araştırmaya çalıştığım şeylerdir.

1. SÜMER DİNİ

Sümerliler, M.Ö. 4000 - M.Ö. 2000 yılları arasında, Basra Körfezi’nde nehirlerin denize döküldüğü bölgede Eridu, Uruk, Lagaş, Nippur, Sippar, Larsa, Umma, Şuruppak gibi temel ve daha bir çok ufak şehirlerle çevrili bölgede yaşadılar. Sümerlilerin bizim için önemi şudur; tarihte elimize ulaşan ilk yazılı metinler, bu uygarlığa aittir.

Tarihi bilgiler, Sümerlilerin Orta Asya’dan bu bölgeye göç ettiklerini gösteriyor. Yani Sümerliler, bugün bölgede yaşayan Semitik ırktan değildi fakat yıkılışından sonra Semiktik ırklar arasında eriyerek yok oldu.

Sümerlilerin Orta Asya’dan göç etmesi, Atatürk’ün bile ilgisini çekmiştir, Sümerlilerin Türk olup olmadıkları, Türkçe konuşup konuşmadıkları araştırılmıştır (Güneş Dil Teorisi mevzuu. Sonradan asılsız çıkmıştır). Eldeki veriler ancak, Orta Asya’da çok eski dönemde Sümerliler ile Türklerin komşu olabilecekleri ve birbirlerini etkilemiş olabilecekleri tahminlerini yaptırıyor. Her iki dilde de ortak bazı kelimelerin ve deyişlerin olduğu biliniyor. Soğan, sarımsak gibi birçok kelime her iki dilde de aynı (Tanrı eski Türkçede Tengri, Sümercede ise Tengir’dir). Sümer atasözü olan “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” sözünü bizler hala kullanıyoruz. Tembeller için bugün söylediğimiz “Malak gibi yatıyor” sözünün aslı “Balak gibi yatıyor”dur. Balak, Sümer tapınaklarındaki törenlerde kullanılan, yerinden kıpırdatılması çok zor olan ve devasa büyüklükte bir davuldu. Du-balak kelimesi, bugün dilimizde “dümbelek” olarak yaşamaktadır.

Bugün dünyadaki tek tanrılı dinlerin ilham vericisi olan Sümer Dini, önceleri tanrısız bir dindi. İnsanlar öncelikle büyük tabiat güçlerine taparlardı. Büyük tabiat güçleri pasifti, yaratıcı güçten yoksundu. Bu tabiat güçlerine sonradan Tanrısallık biçilmiştir. İnsan aklı somuttan soyuta doğru gelişmiştir ve soyut şeyleri Antik Çağların insanları somutlaştırmak istemiştir (dinler de bu ihtiyaçtan ortaya çıkmıştır). Örneğin Ninurta, önceleri rüzgarın içindeki enerjiydi, sonraları Rüzgar Tanrısı oldu. (Ninurta ismi, fonetik değişimlerle önce Nimurt ve sonra da Nemrut olmuştur, Bitlis’teki Nemrut Dağı)

Tanrı Tammuz (Dumuzi) ise ilk etapta (Tammuz çok çok önemli bir tanrıdır, bölgeden bölgeye çeşitli şekilleri, görünümleri ve versiyonları vardır) ağacın ve bitkilerin içindeki enerjiydi, sonraları çeşitli tanrılara döndü (ayrıntılar birazdan). Tammuz’un bu haliyle simgesi hem bir hurma ağacı hem de Ama’ Usum Galana denilen yılandır (bu şekilde tasvir edildiği bölgede Tammuz adı, “oğul, çocuk” anlamına gelen Damu olur). Benzer şekilde Tanrı Ningiszhida, toprağın altına inen gücü simgeleyen dallar ve yılan olarak simgelenmiştir ve bugün tıbbın sembolü olan dala sarılı iki yılanın ana kaynağıdır.

2. TANRI TAMMUZ, TANRIÇA İNANNA VE KUTSAL EVLİLİK VE KUTSAL AĞAÇ

Bütün tanrı ve tanrıçalar içinde Tammuz (Dumuzi) ve İnanna, bizim açımızdan çok önemlidir. Bu tanrı-tanrıça çiftinin değişik versiyonları ve değişik adları kafa karıştırıcı gibi görünecektir, ancak bugün birçok şeyin özünde bu ikisi yatar. Örneğin Tanrı Tammuz, Sümer ülkesinde bile küçükbaş hayvancılığın yapıldığı şehirlerde, büyükbaş hayvancılığın yapıldığı şehirlerde ve tarımla geçinen şehirlerde farklı anlaşılmış farklı anlatılmıştır.

Tarımla geçinen toplumlarda bitkinin ve ağacın içindeki enerji olarak Damu görüntüsüyle karşımıza çıkan Tammuz, küçükbaş hayvancılıkla geçinen bölgelerde karşımıza koyunun, keçinin vs. içindeki yaratıcı güç olarak karşımıza çıkar. Bu bölgelerde ayrıca Tammuz’un ölümüne dair metinlere ve rölyeflere rastlanır. Hayvanlar yavruladıktan ve sütten kesildikten sonra, yani içlerindeki yaratma güçleri sona erdiği mevsimde Tanrı Tammuz ölmüş olur. Bu, bizim bildiğimiz manada bir ölüm değildir; bazı metinlere göre Tammuz derin bir uykuya yatmıştır veya Yer Altı Dünyası’na inmiştir veya bir mağaraya saklamıştır. Fakat Tammuz geri gelecektir, hayvanlar tekrar yavrulayacak ve süt vereceklerdir.

Büyükbaş hayvancılıkla geçinen bölgelerde ise Tammuz, göğe çıkmış vahşi bir boğadır (Bu dönem, artık yaratıcı tabiat güçlerinin Tanrısallaştığı ve göğe çıkarıldığı M.Ö. 2500’lere rastlar). Bu dönemde Tammuz, Boğa burcunu simgeler. Güneşin ilkbaharda Boğa burcuna girmesi, Vahşi Boğa’nın güneş olarak 12 burcu geçerek sürmesi ve bir yılı meydana getirmesi demekti. Gök gürültüsü bu boğanın kükremesi, şimşek ise bu boğanın tanrısal hiddetidir.

M.Ö. 2500ler önemlidir, çünkü Sami ırktan Araplar, Sümer bölgesine yerleşmeye başlar. Akad Kralı I. Sargon bölgeyi işgal eder ve Akad Krallığı’nı kurar. Akadlar bölgeyi işgal ettiklerinde muazzam bir medeniyetle karşılaştılar. Bu döneme kadar Sümerliler, gökbiliminde hayli ilerlemişlerdi. Akadların da etkisiyle bu gökbilimi ilerledi ve Tanrılar gökte konumlandırıldı. Hatta yeryüzünde, Eridu kentinde olduğuna inanılan cennet (yani Dilmun Ülkesi) bile gökyüzüne taşınmıştır. Cennetin Kralı Tanrı Enki’dir.

Tanrı Enki, Tammuz’un babasıdır, yer altı sularının ve kaynakların tanrısıdır. Zaten Tammuz ilk olarak bu Dilmun ülkesindeki haliyle tasvir edilmiştir, Tammuz için metinlerde şöyle denir: “Bir yığın Haşur Ormanlarının arasında sen pırıl pırıl parlayan bir selvi ağacıydın ve senin bulunduğun yere sadece güneş gelebilirdi”. Bu nedenledir ki, Sümer tapınaklarında bunun sembolü olarak selvi ağacı dikilirdi. Tammuz, Sular Tanrısı Enki’nin oğlu olduğu için, tapınaklarda aynı zamanda havuz, su kuyusu veya çeşme de olurdu. Bugün mezarlıklarda selvi ağaçlarının olmasının nedeni, selvi ağacının “ebedi hayat”ı simgelemesidir, çünkü Tammuz gerçek anlamda hiçbir zaman ölmez (Temmuz ayı Tammuz’dan gelir, Domuz kelimesinin de Tammuz’un diğer adı olan Dumuzi’den geldiği düşünülüyor. Çünkü Tammuz’u ve daha sonraları dönüştüğü tanrı olan Adonis’i de öldüren domuzdur. Domuzun İslamiyet’te ve Yahudilik’te haram olmasının altında yatan nedenin bilinçaltında, domuzun tanrı katili olması yatar. Ayrıca ekonomik açıdan, domuzun küçükbaş hayvanlar gibi göç edememesi ve dönemin şartlarınca yaz aylarında etinin sıcağa dayanamayarak çabuk bozulması da nedenler arasındadır).

Tammuz, her yıl ilkbaharda Aşk ve Bereket Tanrıçası İnanna ile evlenir. Tammuz ve İnanna’nın birleşmeleriyle dünyaya bolluk, bereket ve yeşillik gelirdi, hayvanlar yavrulardı (günümüzdeki Nevruz, Hıdırellez ve Paskalya düşüncesi). Bu birleşme, insanlar tarafından şenliklerle ve ziyafetlerle kutlanırdı. Tammuz ve İnanna’nın birleşmesini temsilen, Sümer Kralı ve İnanna Tapınağının Baş Rahibesi, tıpkı tanrı-tanrıça çifti gibi kutsal birleşmeyi gerçekleştirirlerdi.

İnanışa göre kutsal evlilik öncesinde Tanrıça İnanna yıkanır, annesi ile konuşarak ondan tavsiyeler alır, kapı arasından hediyelerin gelişini gözlerdi. Daha sonra gelin odası hazırlanır ve çeyizler ziyaretçilere gösterilir. Ancak tüm bu hazırlıklar tamamsa Tammuz’un içeri girmesine izin verilir. 6000 yıldır bu evlilik töreni, o bölgede, bölge çevresinde ve Anadolu’da bu şekilde devam etmektedir.

Kutsal Evlilik törenlerini anlatan metinlerde hep neşeli şeylerden söz edilir. İnanna genç ve güzel bir kızdır, Tammuz ise genç ve yakışıklı bir delikanlı. Evlilikten önce gençler gizlice bahçelerde buluşurlar (çünkü annelerinden korkmaktadırlar, bu gizliliği Tammuz’un kız kardeşi Tanrıça Gestinanna’nın arabuluculuğuyla sağlarlar), aşıklar sabahlara kadar gezip dans ederler. Bu hikaye şeklindeki şiirlerin terminolojisine bir yerde daha rastlanır: Tevrat’taki Süleyman’ın Şarkıları bölümünde. Kullanılan terminolojideki benzerlikler inanılmaz boyuttadır; Neşideler Neşidesinde resmen Tanrıça İnanna anlatılır. Sümerlilerin tapınaklarında Tanrı ve Tanrıçaların tahtadan yapılmış putları bulunurdu ve bunlar değerli taşlarla süslenirdi. İnanna’nın putunun aynısını, Hz. Süleyman’ın Neşidesinde görürüz (gözlerin yahut olması, gözlerin akikten süslerle dolu olması vs). Bu açıdan, kutsal bir kitapta bir putun övülüyor olması son derece ilginçtir.

Tammuz’un bitki ve ağaçla ilişkilendirilmesine ek olarak, hayvancılıkla uğraşan bölgelerde Çoban Tanrı ünvanı da verilmiştir. Bu çobanın hastalıkları iyileştirme ve öldükten sonra dirilme gibi özellikleri vardır. Tammuz’un ölümden dönerek bir anlamda dirilmesi 25 Aralık’a rastlar, tıpkı “iyi çoban” Hz. İsa gibi (Noel). Bugün Hıristiyanlık inanışında (hatta artık Müslüman bir ülke olan Türkiye’de de) Noel’de Noel ağacı süslenir. Süsler, her türden meyveyi ve bereketi simgeler, ağaç ise Tammuz’u. Çünkü o ağaç, Dilmun Ülkesindeki (yani cennetteki) ağaçtır ve güneşin zaferidir (tıpkı Tammuz’a sadece güneşin ulaşabilmesi gibi). Sol Invictus’un zaferi!

Bu ağacın çok kutsal olması, bu ağacın bir parçası olan dalın da erk’in simgesi olmasını doğurur. Bu nedenledir ki, Sümerden beri krallar, peygamberler vs. bu erkin simgesi olarak ağaç dallarından asa kullanmışlardır. Bunlardan en meşhuru şüphesiz Hz. Musa’nın asasıydı. Musa, asasını eline aldığında dal yeşillenirdi (çünkü Tammuz’un bereketi var).

Musa’dan söz etmişken, Musa’nın 10 Emir ile dağdan indiği sırada halkının altın bir buzağı heykeli yapıp tapmakta olmaları üzerine sinirlenip tabletleri parçalamasını hatırlayalım. Bu put, gökyüzündeki Boğa Burcunu simgeliyordu ve altından olmasının nedeni de burca yansıyan güneş ışığı gibi sarı olmasıydı. Musa’nın gerçekten kızdığı şuydu, artık boğa çağı bitmiş koç çağı başlamıştı ve insanlar yanlış puta tapıyorlardı.

Üç tek tanrılı dinin babası olarak kabul edilen Hz. İbrahim’in babası bir Sümer rahibidir. Sümerlilerde tapınaklar aynı zamanda bir çeşit observatuardı. Burada gökyüzü sürekli olarak izlenir, yıldızların konumuna göre Tanrılar ve Tanrıçalar yorumlanırdı. Gökyüzü biliminde Mısırlıların ve hatta Yunanlıların ileri olduğu sanılır. Ancak yazılı metinler incelendiğinde, Sümerlilere ait kayıtların yüzlerce hatta binlerce yıl önce yazıldığı anlaşılmaktadır. İbrahim de, bir Sümer kenti olan Ur şehrinde doğmuştur ve gökyüzüne dair bu bilgilerin hepsinden haberdardır. Ur kentini terk ettiğinde bir ağacın altında uyuyakalır, rüyasında bir meleğin gökyüzünden bir merdivenle indiğini görür. Bunun üzerine, uyanınca oraya bir kuyu açar. Yine karşımıza ağaç ve su kuyusu temalı bir görüntü çıkar. Aynı temalar, Hz. Süleyman’ın tapınağında da bol bol mevcuttur.

Tammuz’un bir çok yönü olması gibi, İnanna’nın da farklı yönleri vardı. İnanna, sabah yıldızı olarak Savaş Tanrıçası, akşam yıldızı olarak da Aşk Tanrıçası idi. Aşk Tanrıçası olmasının bir yönü de Kutsal Fahişe olmasıdır. Tevrat’ta ona “Ey Babil’in Kızı!” diye hitap edilmiştir. Sümer’de, Babil’de (ve hatta erken Anadolu dönemlerinde bile) her genç kız evlenmeden önce tapınağa gider ve orada bir kere olmak üzere yabancı bir erkekle para karşılığı beraber olurdu. Bu parayı tapınağa bağışladıktan sonra tapınaktan ayrılabilir ve artık evlenebilirdi. Bu tür bir cinsel birleşme son derece kutsal sayılırdı (tıpkı Tammuz-İnanna veya Kral-Baş Rahibe birleşmesinde olduğu gibi). Bunu yapmadan genç kız evlenemezdi. Asilzadeler bile kızlarını kendi elleriyle bu tapınaklara getirmişlerdir. Çirkin kızların kötü bir kaderi vardı, bazen kendileriyle beraber olacak bir erkek çıkması için yıllarca tapınaklarda beklerlerdi. Bunun dışında tapınak rahibeleri, bu kutsal fahişeliği sürekli olarak yaparlar ve tapınağa gelir sağlarlardı (ancak belirttiğim gibi, bu utanç verici bir iş değil son derece kutsal bir görevdi, onlara sokak fahişesi muamelesi yapılmazdı). Bu kadınların diğer kadınlardan ayrılması için, başlarının bir şalla örtülmesi zorunluydu. Bu baş örtme mevzusu, dindar kadın motifiyle her 3 tek tanrılı dine de geçmiştir. İnanna’nın kutsallık ve fahişelik gibi iki yüzünün olması (ki dönemim tüm tanrılarının farklı farklı yüzleri vardır; iyi-kötü, güzel-çirkin, müşfik-gaddar gibi) Hıristiyanlıkta da karşımıza çıkar. İsa’nın annesi Meryem kutsal, Magdalalı Meryem (Maria Magdalena) ise fahişedir, burada iki ayrı kadın olarak karşımıza çıkar. Ayrıca, İsa’nın annesi Meryem Lady Madonna’dır, “bizim hanımefendimiz”dir, tıpkı Babil’in Baştanrısı Marduk’un eşi Belti’nin ünvanının “bizim hanımefendimiz, bizim annemiz” olması gibi. Marduk ve Belti de bahar gelişinde kutsal evlenmeyle birleşirlerdi, bereketi getirirlerdi. Bu birleşmelerde Belti bakire kalırdı, tıpkı Meryem’in İsa’yı bakire olarak doğurması gibi.

Kutsal fahişeliğe Yahudiliğin ilk dönemlerinde rastlanır, ancak sonradan yasaklanmıştır.

3. AKADLARIN VE FENİKELİLERİN ETKİSİ

Sami Irktan olan Akadlar, M.Ö. 2500’te Sümer Uygarlığı ile tanışınca, medeniyetlerinin ve dinlerinin etkisi altına giriyorlar. Sümer Dinini kendi dinleriyle aynileştiriyorlar. Örneğin Tammuz, Bitki ve Ağaç Tanrısı ve Çoban Tanrı iken aynı zamanda Güneş Tanrısı da oluyor. Çünkü Sami ırk için güneş çok önemli ve en büyük tanrı. Tanrıça İnanna’yı da Venüs (Zühre) Yıldızıyla kişiselleştiriyorlar, çünkü İnanna, Ay Tanrısı Nanna’nın kızıydı.

Akad Kralı I. Sargon’un, imparatorluğunu batıya ve kuzeye doğru genişletmesiyle birlikte, Sümerin hem uygarlığı hem de dini yayılmaya başlıyor. Batıya ilerledikçe önce Akdeniz’de Fenikelileri, Lübnan ve Palestine (Filistin) topraklarını etkilemeye başlar. Buradaki semitik toplumlarda İnanna’nın adı artık Ishtar(İştar)’dır, Fenikeliler ise İnanna’ya Astarte derler.

Fenike’de Astarte, Adonis’e aşıktır. Adonis, tıpkı Tammuz gibi hem bitki hem de güneş tanrısıdır, yılın belirli zamanlarında ölür ve ölümü yine bir domuz yüzünden olur. Yani Tammuz, artık burada Adonis olmuştur.

Fenikelilerin denizci bir millet olmaları nedeniyle, doğunun mitolojisi, dinleri, tanrı ve tanrıçaları batıya doğru yola çıkar ve öncelikle Yunan ve Roma topraklarını etkiler. Batı, yine Doğu’dan etkilenir ve kökü Sümerlilere dayanan bu dini kendi motifleriyle işler. Mesela Astarte olan İnanna, artık Antik Yunan’da Aprodithe(Afrodit) olmuştur.

Keza Zeus, Ninurta’nın Yunanistan’daki biçimi olmuştur. Ninurta’nın simgesi ceylandı, M.Ö. 2500’te göğe çıkarak Orion yıldızı ile simgelendi, yağmur ve fırtına tanrısıydı. Antik Yunan’da güneş tanrısı Helios (İlyas), yağmur ve güneşin bir araya gelmesini simgeler ve bahar gelir (Hıdırellez, Hızır ve İlyas’ın bir araya gelmesi).

Adonis ve Astarte’nin hikayesi, Anadolu’da kendisini Attis ve Kibele olarak göstermiştir. Attis de tıpkı Tammuz ve Adonis gibi, bir ağacın altında bir domuz tarafından öldürülmüştür.

4. YAKINDOĞU’DA TAMMUZ VE İNANNA ETKİLERİ

Yakındoğu’da da Tammuz ve İnanna farklı versiyonlarıyla her devirde karşımıza çıkar. Ürdün civarında M.Ö. 400 – M.S. 106 yıllarında kurulmuş olan Nebatiler’in, İran, Babil ve Roma etkileri taşıyan karışık bir din anlayışı vardı. Burada Bitki, Asma ve Şarap Tanrısı Dusares’i görüyoruz (Yunanistan’daki Dionysos). Dusares’in karşısında ise Tanrıça Al-Lat vardır ki Kuran’da kabedeki putlardan biri olarak adı geçer. Al-Lat, Tanrıça İnanna’nın, Ishtar’ın, Ester’in ve Astarte’nin bir versiyonudur ve diğer adı Kaab’tır (Kabe adının kökeni). Al-Lat’ın simgesi siyah taştır (Kabe’deki Hacer-ül Esvet, Müslümanlar hala bu taşı öperler) ve Al-Lat’a inananlar da bu siyah taşa tapınırlardı.

Sabianlar (Sabilier), Harran tarafında yerleşmişlerdi ve Ay Tanrısına taparlardı. Burada hasat zamanında buğdayın toplanması ve öğütülmesi zamanında Sabiiler ağlarlardı, çünkü Tanrı Davuz(ismden emin değilim) tıpkı Tammuz gibi ölürdü. Sabiiler için buğday ve ekmek çok kutsaldı. Çünkü bunlar Davuz’un etiydi, tıpkı İsa’nın eti olması gibi (ve Dionysos’un kanının şarap olması gibi). Bu nedenledir ki, bugün Anadolu’da hala ekmek yere düştüğü zaman öpülür ve başa konur, ekmek ve buğday kırıntısına basmanın büyük günah olduğuna inanılır ve ekmek bıçakla kesilmez. Çünkü buğday, bu bölgenin ana besiniydi, insanlar bunu yiyerek hayatta kalırlardı ve buğdayın içindeki besleyici enerji onlar için çok kutsaldı.

5. BABİL, MARDUK, ENUMA ELİŞ (YARADILIŞ DESTANI) VE TEK TANRIYA GEÇİŞ

Marduk, tıpkı Tammuz gibi başlangıçta bitki, ağaç ve tarım tanrısı iken, Semitik ırkın etkisiyle güneşle de özdeşleştirilmeye başlanmıştır. Marduk, Babil kentinin tanrısıydı, kentin güçlenmesiyle bu tanrı da güçlendi. Çünkü o dönemde hangi kent diğerlerinden daha güçlüyse o kentin kralı baş kral, o kentin tanrısı da baş tanrı oluyordu. Marduk, M.Ö. 20 yy.da Kral Hammurabi tarafından baş tanrı ilan edilmiş, M.Ö. 16 yy.da Kral Buhtunnasr tarafından Tek Tanrı ilan edilmiştir (bu açıdan Marduk tarihteki ilk tek tanrıdır, M.Ö. 12 yy.daki Mısırlı tek tanrı Aton ve Musa’nın tek tanrısı Yehova/Yahve/Elohim’den çok daha önce). Ancak Kral Buhtunnasr, bu tek tanrı kabulünü kendiyle sınırlı tutmuş, ulusuna yayma gücünü gösterememiştir.

Enuma Eliş (“gökyüzünde” anlamına gelen Sümerce kelime… Destanın anlatan şiirin ilk sözüdür ve destan bu nedenle bu isimle adlandırılır) Yaratılış Destanı’na göre Tanrı Marduk, ilk kaosun canavarı Tiamat’ı (tuzlu suların da kişiselleştirilmesidir, Marduk tatlı ve tuzlu suyu birbirinden ayırmıştır, tatlı-tuzlu suyun birbirine karışmadığı Kuran’da da geçer ve Müslümanlarca “o dönem bilinemeyecek şeyler Kuran’da yazıyor” diye yorumlanır; oysa Enuma Eliş destanı, Kurandan binlerce yıl öncedir) öldürür ve böylece “yeryüzünün ve gökyüzünün efendisi” olur. Tiamat’ın yarısından gökyüzünü, diğer yarısından yeryüzünü yaratır; Taimat’ın damarlarından nehirleri, kemiklerinden dağları yaratır. Böylece dünya daha önce soyutken, somut bir hale bürünür. Marduk, tanrıların tanrısı konumuna gelir, tanrılara hizmet için insanlar yaratılır. Diğer tanrılar kendi güçlerini ve isimlerini Marduk’a verirler, böylece Marduk’un 50 kadar ismi olur (Allah’ın 99 ismi gibi). Marduk ve eşi Belti, Tammuz ve İnanna’nın Babil versiyonudur, kutsal evlilik ve birçok konu benzerlik gösterir.

Asurluların bölgede güçlenmesi ile kendi tanrıları olan Tanrı Asur güçlenmiş ve Marduk önemini kaybetmiştir. Asur, Marduk’un tüm tek tanrılık özelliklerini almıştır. Asur’da da ağaç motifi karşımıza çıkar çünkü Tanrı Asur bir ağaç şeklinde tecelli ederek dünyayı yaratmıştır. Yahudilerin ataları, Tanrı Asur ile tek tanrıyla tanışırlar ve Kabala inancı başlar (Vikipedi’den Kabala için bilgi: Kabbala alimleri fikirlerini Zohar'da kaydetmişlerdir. Tanrı birdir. Bütün varlıklar ondan doğmuştur. Onun varlığında anlayış, hikmet meydana gelmiştir. Hikmet baba, anlayış ise anadır. Bunlardan oğul olarak ilim doğmuştur. Akıldan Azamet ile Kudret meydana gelmiştir. Bunlar Tanrı'nın iki kolu mesabesindedir. Tanrı bunların birincisiyle hayatı doğurur: İkincisiyle onu yok eder. Kabbala tefekkürüne göre Tanrı hiçbir çıkar düşünmeden sevmek (aşk) ve kalp nuru aracılığıyla, ruh kendi benliğinden tecerrüt eder, aslına kavuşur. O zaman Tanrı'nın irade ve tefekküründen başka kendisinin irade ve düşüncesi kalmaz. İnsan için böyle bir İlahi Aşka malik olmak büyük nimettir).

Böylece zamanla Yahudilik İnancı gelişir, Sümer’in eski tanrıları meleklere, peygamberlere ve şeytanlara dönüşür (Tek Tanrı gene yalnız kalmaz).

Muhammed’in amcası tüccardı ve kervanlarla büyük bir bölgede gezinirken yeğenini de beraberinde götürürdü. Muhammed delikanlılık çağında, kendisinden yaşça çok büyük olan Hatice ile evlenerek, onun sahip olduğu kervan sayesinde ticarete ve seyahatlere devam etmiştir. Bu ticaretlerde ve seyahatlerde geçmiş efsaneler ve Yahudi dini hakkında birçok bilgi edinmiş ve bunlarla İslam dinini kurgulamıştır.

6. SÜMERLİLER’DEN BAZI SAYILAR

Sümerliler, gökteki 12 burcu ilk kez keşfeden uygarlıktır. Bir gün 12 saatten oluşuyordu ama 1 saatleri bizim 2 saatimize eşitti, yani toplamda yine 24 saat. İsa’nın 12 havarisi bu burçları temsil eder. Çünkü Sümer inancına göre burçlarda birer tanrı otururdu ve güneş tanrısı bu burçlerı ziyaret ederdi (her 2150 yılda bir güneş başka bir burca denk gelirdi ve Sümerliler bunu hesaplamışlardır).

Bugün Yahudilikteki ve Hıristiyanlıktaki 7 kollu şamdan, Sümer’in meşhur ağacını ve yedi seyyareyi temsil eder. Tek tanrılı dinlerdeki cehennemin 7 kapısı, Sümer’in yer altı dünyasının 7 kapısı olmasından gelir.

Sümer’de sayı sistemi onluk değil altmışlıktı. En büyük tanrı Enlil’in sayısı 60’tı. Ay tanrısı Nanna’nın sayısı 30’du (ayın 30 gün çekmesi).

Sümerliler, gökyüzünü 3’e ayırmışlardı; Kuzey Gökyüzü, Orta Gökyüzü ve Güney Gökyüzü. Bunlardan biri görünürken diğeri ufukta belirir ve bir diğeri batardı.

“İlah” kelimesi Ebced Hesabına vurulursa, karşılığı 36 çıkar. Çünkü güneş ve ay kendi yörüngelerini izlerken, her ikisinin menzilleri, bu 12 burca çok yakın olur. Bu burçlar 36 ana yıldızdan oluşur. Çünkü 3 gökyüzü ve 12 burç 3x12=36. İlmukah, yani İlah, İslamiyet’e Ay Tanrısı olarak geçmiştir (Kabedeki Ay Tanrısı Al-İlah, Allah olarak değişmiş ve Muhammed tarafından tek tanrı ilan edilmiştir).

AHBAP

Link to post
Sitelerde Paylaş

5 Yaşındaki çocuk`ta, copy past yapar birader. Kendi fikirlerinle yazı yazmak ise, 2 satır bile olsa, zor iş. Emek ister. Bu başlığın yeri ise, tavanarasıdır.

tarihinde Tatar Ramazan tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
gönderildi (düzenlendi)
5 Yaşındaki çocukta, copy past yapar birader. Kendi fikirlerinle yazı yazmak ise, 2 satır bile olsa, zor iş. Emek ister. Bu başlığın yeri ise, tavanarasıdır.

Yazıların tamamı bana aittir. Copy-paste kısmı, aynı yazıları tamamen khaos.info'da yine aynı başlıklarla açtım, oradan buraya taşırken doğrudur. Bunun dışında, farklı bir kaynaktan bunları kopyaladığımı iddia ediyorsan, bunu kanıtlamakla yükümlüsün.

Kopya veya değil, fikrini belirtsen, ister ateist forumda ister tavanarasında, fikir paylaşımı adına daha faydalı olurdu.

tarihinde AhbAp tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

yazilanlarin bir cogu dedigin gibi sadece Khaos.Info da var. Orda senin nickin var. O senmisin degilmisin bilemem. Yinede aramalarda o adres ciktigi icin gelen elestirilere hazir olmalisin. Bence yazilanlardan benzer olanlar baska bir yerde tipa tip varsa belirt ayrica bir kac dakikada okunacak cogunlukta yaz. Insanlar böyle bir saat lik okuma zamanlarina bakmiyor. Bunu sende fark edeceksin . Forumada hosgeldin.

SAYGILAR

Link to post
Sitelerde Paylaş
yazilanlarin bir cogu dedigin gibi sadece Khaos.Info da var. Orda senin nickin var. O senmisin degilmisin bilemem. Yinede aramalarda o adres ciktigi icin gelen elestirilere hazir olmalisin. Bence yazilanlardan benzer olanlar baska bir yerde tipa tip varsa belirt ayrica bir kac dakikada okunacak cogunlukta yaz. Insanlar böyle bir saat lik okuma zamanlarina bakmiyor. Bunu sende fark edeceksin . Forumada hosgeldin.

SAYGILAR

Hoşbulduk!

Belirttiğim gibi, bu yazılar tamamen bana aittir. Bu yazıları, khaos'a bile üye olmadan önce kendi araştırmalarım neticesinde oluşturup biriktirdim. Kendimce bir çalışma yaptım (diğer bölümlerini de eklemeyi düşünüyorum). Khaos'a üye olduktan sonra bu yazıları orada, yine Ahbap nick'iyle yayınladım. Dolayısıyla bu yazıları sadece khaos'ta ve bu sitede bulabilirsiniz (bu başlık orada Hz. Muhammed'e yanıtlar başlığı ile yayınlanmıştır).

her iki yazı da uzun, kabul ediyorum ancak bu konuda bir bütünlük olduğunu ve parçalanmaması gerektiğini düşündüğüm için bölmedim. Genel bir iddia ortaya koymaya çalıştım ve tartışma oluşacaksa bu genellik üzerinden olması daha iyi olur diye düşündüm.

Link to post
Sitelerde Paylaş
gönderildi (düzenlendi)
sümerlilerin de tanrısı aynı bizim de...

hikayelerimizin benzer olması gayet normal...

hepimiz bir kabak kökenininin dallarıyız...

"Sümerlilerin Tanrısı" diye bir şey yok. Sümerlilerin 1500 kadar tanrısı vardı. Ayrıca her bireyin kendine özel bir tanrısı (büyük tanrılarla aracılık etmesi için) ve ayrıca her ailenin bir koruyucu tanrısı vardı.

Yani, o noktadan yemez.

Ama bu çok tanrıların nasıl zamanla tek tanrı olarak birleştiğini, bir kısmının meleklere/şeytanlara dönüştüğünü, yazımın 2. kısmını okursan görürsün diye umuyorum. Örneğin, Sümer'in yeraltı ve ölüm tanrısı Nergal, 3 tektanrılı kopyacı dinde azrail olmuştur.

tarihinde AhbAp tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Hoşgeldin Ahbap :)

Albatros'tan sonra senide burda görmek çok güzel..

Umarım iyi vakit geçirirsin burda :)

Ve yine umarım ki çalışmaların hakettiği değeri görür..

:)

Hoşbulduk!

Teşekkür ederim. Görüşmek üzere!..

:)

Link to post
Sitelerde Paylaş
Ama bu çok tanrıların nasıl zamanla tek tanrı olarak birleştiğini, bir kısmının meleklere/şeytanlara dönüştüğünü, yazımın 2. kısmını okursan görürsün diye umuyorum. Örneğin, Sümer'in yeraltı ve ölüm tanrısı Nergal, 3 tektanrılı kopyacı dinde azrail olmuştur.

Peki sence tek tanrılı dinlerdeki şeytan aslında kimdir?

Eskinin tanrıçası mı yoksa Enki mi? Veya başka biri mi?

Kendi adıma, tanrıçanın şeytanlaştırıldığı düşüncesindeyim.

Örneğin, şu ''sabah yıldızı lucifer'', tanrıçalar için kullanılan bir sıfat değil mi?

Link to post
Sitelerde Paylaş
Peki sence tek tanrılı dinlerdeki şeytan aslında kimdir?

Eskinin tanrıçası mı yoksa Enki mi? Veya başka biri mi?

Kendi adıma, tanrıçanın şeytanlaştırıldığı düşüncesindeyim.

Örneğin, şu ''sabah yıldızı lucifer'', tanrıçalar için kullanılan bir sıfat değil mi?

Şeytanın Tanrı Enki ile kişiselleşmiş olabileceğine dair birkaç yazı okudum, ancak bunların ne denli ciddi olabileceği hakkında emin değilim. Maalesef konunun uzmanlarınca yazılmış eserlerin pek azının Türkçe'ye çevrilmiş olması, elimizdeki kaynakları kısıtlıyor. Evet, Enki'den bahsedildiğini, hatta Şeytan Taşlama adetinin Enki'ye kadar dayandığına dair ufak tefek bazı şeyler okudum. Fakat (ayrıntısını çok iyi bilmediğimden) bu konuda iddialı konuşmak istemem. Zira, yine bildiğim kadarıyla Sümer ve Babil'in Rüzgar Tanrıçası Lilitu'nun da şeytan olarak kişiselleştirilmiş olabileceği düşünülüyor. Yine Babil'de Lamatşu isimli bir tanrıçadan söz ediliyor; bu tanrıça efsanelere göre hamile kadınlara ve yeni doğan bebeklere zarar vermeye çalışırmış. Eski yahudi efsanelerine göre, Adem'in ilk eşi Havva değil Lilith idi (Lilitu'dan geliyor). Adem ile cinsel ilişkileri sırasında sürekli altta olmaktan şikayet eder ve bu konuda Adem ile kavga eder ve Adem ile eşit olduklarını savunur. Ancak Adem bunu reddedince Lilith, tanrının ağza alınmaması gereken adını anıp göğe yükselir ve böylece lanetlilerden olur. O da Lamatşu gibi, Adem'in soyuna zarar vermek için, hamile kadınlara ve yeni doğan bebeklere musallat olur; çünkü Lilith'den ağzı yanan Adem, kendisiyle eşit olmayan ve her dediğini yapacak bir eş istemişti ve Tanrı da ona Havva'yı yaratmıştı. Havva Adem'in kaburgasından yaratıldığı için Adem'in bir parçası olacak ve asla ona denk olamayacaktı. Sanırım yahudi kaynaklarda Lilith'den dişi şeytan olarak bahsediliyor. Bu açıdan şeytanın Lilitu'dan, yani belirttiğin gibi bir tanrıçadan esinlenilmiş olması ihtimali de yüksek; ama dediğim gibi bu konunun daha derin araştırılması gerekir.

Sabah yıldızı, bildiğim kadarıyla Tanrıça İnanna idi (bu başlıktaki ikinci yazımda 2. TANRI TAMMUZ, TANRIÇA İNANNA VE KUTSAL EVLİLİK VE KUTSAL AĞAÇ bölümünde de yazmıştım); bu yönüyle İnanna Savaş Tanrıçası iken, akşam yıldızı olarak da Aşk Tanrıçası idi. Lucifer ile bir bağlantısı var mı veya başka nedir, şu an bilmiyorum. Sümer mitolojisi çok kapsamlı ve karışık, elimden geldiğince kaynak toplamaya çalışıyorum. Hele ki uzmanlara göre, henüz yeraltından çıkarılmayan yüzbinlerce tablet olduğu sanılıyor, kimbilir daha neler neler var.

Link to post
Sitelerde Paylaş

arkadaşlar ayetleri yanlış yorumlamayalım, bir bütünlük içinde bakalım.

mesela "Biz insanı bir damla sudan yarattık"

"Biz insanı kurumuş balçıktan yarattık."

Burada tezat yok. 2. ayet Hz. Ademin (AS) yaratılışı.

1. ayet iki hücreden yaratılış.

Allah kelamı türkçe çevirisiyle beşeri yazıtlar kadar basit anlaşılmaz.

Link to post
Sitelerde Paylaş
arkadaşlar ayetleri yanlış yorumlamayalım, bir bütünlük içinde bakalım.

mesela "Biz insanı bir damla sudan yarattık"

"Biz insanı kurumuş balçıktan yarattık."

Burada tezat yok. 2. ayet Hz. Ademin (AS) yaratılışı.

1. ayet iki hücreden yaratılış.

Allah kelamı türkçe çevirisiyle beşeri yazıtlar kadar basit anlaşılmaz.

Hiçbir şey anlamamışsın. Tekrar oku.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...