Jump to content

Taraf'ın Türkiye Cumhuriyeti Düşmanlığı.


Recommended Posts

Gelsem de senin anladığın tip anarşizme gelmem Albatross.

Madenin ham halindeki mülkiyeti ile meta mülkiyeti dediğin şeyi karıştırmıyorum, senin gözden kaçırdığın şey ilki olmadan ikincisi olmaz.

Astur, aşağıda kölelikle ilgili örneğime ''bugün köle mi kalmış canım sende'' şeklinde hayretlerini sunarken daha ilk cümlenden kölelikle ilgili kurduğum anolojideki bağlamla kendini çürüttüğünün farkında mısın? Gerçekten güzel bir yere dokunmuşsun, kesinlikle olamaz. İlkinin yaratılması için ''ıssız adadaki baltalı adam'' benzetmesinin karşılığını bulması gerekiyor. Benim de zaten ifade ettiğim başka bir şey değil; zira, tarihsel süreçlerden bu yana, işlenmiş metanın gelişip koca bir sermayeye dönüşmesinin temel koşullarından biri de ''toprak'' mülkiyetiydi. Unutma ki, 18. ve 19.yy birçok devleti kapitalizme geçmişti ve hepsi de sömürgeci devletlerdi.

Ben başkasına ait madeni bedavaya çıkarıp işlemem, karşılığında çalışmamın karşılığını isterim. Ya da maden benim olur, kendi madenimi işler satarım. Doğal kaynaklar herkesin hakkı değildir, her ülkede bu haklar devletlerin izni ile kurum ve kişilere kullandırtılır, zaten kendin de bir herkes bir de toplum diyerek eleştirdiğin devlet mülkiyetini onaylamış oluyorsun

.

Devletin bizzatihi kendisi tarihsel bir gayr-ı meşruiyete dayanmışken bu gayr-ı meşru zeminin ürettiğini ''takdir-i ilahi'' mi kabul edeceğiz?

Bana kalsa hepsini özelleştiririm, bu işin meşru yolu önce ilk edinim hakkının kullanılması sonra da bunun gönüllü ekonomik ilişkilerle devamıdır. Tapulu arazilere daha iyi üretim yapacaklar el koysun diye bir şey yok, zaten benim arazim olsa ve de onu benden çok daha etkin işleyecek biri olsa onunla ticari ilişkiye girerim, ikimizin de kazanacağı bir formül elbet bulunur.

Elbette, sınırları ortadan kaldırıp tüm varlıkları orada yaşayanlara devredebiliriz; ama önce devleti yok edelim astur; yoksa o kaynaklar üç beş kişinin elinde toplanacak :D

Bırak Albatross, günümüzde kölelik mi kaldı(kıyıda köşede ufak tefek örnekleri var ama kayda değer bir kölelik sorunu yok), mülksüzleştirme mi kaldı. Dünyada mülksüzlük sorunu bir tek devletçiliğin hüküm sürdüğü yerlerde var, oraların ilacı da toprak reformu ve adam gibi bir yasal sistem. Tayvan'ın yaptıkları güzel örnek, ben de olsam öyle yapardım.

Bu ülkede hiç evsiz, topraksız insan yok mu mesela? Kaç kişi ''kira''da oturuyor mesela? Bu adamların hepsi mi tembelliğinin kurbanı? Ev yapacak, ekip biçecek arazisi var da insanların işletmiyorlar mı, ev mi yapmıyorlar? Konuyla alakasız gibi görünecek, ama bu ülkede ermeni sorunu niye tartıştırılmadı biliyor muyuz? İşte bu mülk sorunu yüzünden. Tarihin ötelerini bırak, 100 sene önceye gitsek kimlerin nasıl mülk sahibi olduğunu görürüz kaba taslak; peki yer mi bizim burjuvazimiz bunları araştırmaya? :)

Eşit haklar veriyorsun, gerisi zamanla oluyor. Ben pozitif ayrımcılık muhabbetini de sevmem.

Eee, mülksüzlere niye mülk verelim demiyorsun öyleysE? :)

Dünyadaki her şey ortaklaşa emekle üretiliyor, ben kurşun kalem diye başlık açtım, onu oku.

evet, birileri daha çok mülke/araziye/kaynağa sahip; birileri de değil. Benim teklifim üretenden bir şey istemek değil, insanlar kendileri de üretebilir, yeterki mülkü/arazisi/toprağı olsun. Okulunu/mesleki kursunu kurabilen insanlar ekonomisini de döndürür; ama toplumla doğrudan bağlantı kurabilsin, gerekli organizasyonları sağlayabilsinler, örgütlensinler.

Üretimden hammadde ve makineleri de çıkarırsan üretim olmaz ki... Hangisi en önemli faktör şimdi? Saçma saçma konuşmayalım. İşçiler üretimde faktör ama en önemli faktör değil, birinin yapmadığı işi diğeri yapar, onun yapmadığını öteki yapar. Adamın biri makina üretiyor, motor tasarlıyor vs. işçi gidip düğmeye basıyor, sonra en önemli faktör işçi oluyor, yok artık.

Bilader o makineyi kim çalıştırıyor? O ürünü kim düzenliyor, kim kamyona yüklüyor, kim fabrikaya taşıyor? Onu bırak, ürünü tasarlayan mühendis de bir tür işçi değil midir? Şirketin ceoları oturup ürün mü tasarlıyor, teknoloji mi geliştiriyor? Mühendisinden tut hamalına kadar bu işin yükünü üretenler çekmiyor mu? Yönetici dediğin bağlantıları kurar, pazarlama ve halkla ilişkilere bakar vs. Fakat, onun bile altında bu departmanda çalışan işçiler yok mudur? Patronsuz üretim olur, öyle yada böyle olur; ama işçisiz üretim olmaz.

Daha önceki bir yazımdan alıntılıyorum:

Öncelikle günümüz şartları ile doğrudan demokrasi ancak küçük nüfuslu yerlerde uygulanabilir. Doğrudan demokrasiye modern örneklerden biri de İsviçre'deki bazı Kantonlardır. Türkiye gibi 70 küsür milyon nüfuslu bir ülkede onlarca milyon vatandaşın ülke ile ilgili kararları etkilemek için oy kullanması pratik olarak imkansız gibidir, belki gelecekte elektronik sisteme geçilirse olay kolaylaşabilir, ama yine de büyük organizasyon ve masraf anlamına gelecektir.

Temsili demokrasinin olumlu yönleri de şunlardır:

-Yukarıda bahsettiğim gibi büyük nüfuslar söz konusu olduğunda çok daha pratiktir.

Az nüfusta kantonlardan bahsettik, peki bunlar federatif bölgelere ayrılmış durumda olamaz mı? Her bölge kendinden sorumlu olamaz mı?

-Siyaset alanında da "iş bölümü"nü olanaklı kılar, vatandaşlar karar verme adına zaman ve emek harcamak durumunda kalmazlar. Bir vatandaş bir milletvekilinin vermek durumunda olduğu kararları incelemek ve vermek için muhtemelen büyük zaman ve emek harcamak durumunda kalacaktır.

Vekiller verilen kararları tek tek mi inceliyor sanki? Vekillik sistemi mesleki temsilciliğe göre olsa anlarım; ancak, hiç de böyle bir durum söz konusu değildir. Sistemi vekiller yürütmez, onlar kendilerine gelen direktiflere/tasarımlara evet yada hayır derler sadece. Ha, her konuda robot gibi tercih mi yapılır, elbette hayır; ama genele baktığımızda bu da kaideyi doğrulayan bir istisnadır yalnızca. Zaten mülk sorunu ortadan kalkmış olsa, insanların gündelik yaşamlarına ilişkin pekçok kararda böyle devasa bürokratik tercihlere gerek duyulmaz.

-Hükümet bu sistemde daha deneyimli, bilgili ve eğitimli insanların elinde olacaktır.

Yanlış...

Meclisteki 550 vekili saysan kaç tane alanında uzman teknisyen, prof. vs bulabilirsin? Her parti kendi bünyesine belli başlı alanlarda üçbeş uzman vekil alıyor almasına da işin asıl kısmı partiye bağlı olup da vekillik yapmayan teknisyenlere/uzmanlara/danışmanlara kalmış. Hal böyle olunca, hiçbir biçimde doğrudan halkın iradesi yansımıyor alınan karar süreçlerine...

-Vatandaşları politikayla aşırı içiçe olmaktan alıkoyacağı için taviz verme kültürü yaratacak, bu da daha stabil bir politik sistem yaratacaktır.

Bilakis toplumu kendi yaşadığı çevreye karşı yabancılaştırıp duyarsızlaştırıyor. Bir insanın üstüne ''sorumluluk'' vermezsen o insanın gerçek potansiyelini ortaya çıkaramazsın. Kaldıki, sistem ''siyaset yapma sınırlarını'' belli bir çerçeveye aldığı için çoğu zaman politikaya katılma, süreçlere dahil olma durumundan da mahkum kalıyor insanlar. Ben insanlara, senin de belki onaylayabileceğin; ama senden farklı bir yolla kendi kaderlerini tayin etme hakkı verilebileceğini düşünüyorum. Siyasete katılım kanalları sonuna kadar, hiçbir engel olmadan aralanmalıdır. Merkezileşme tasfiye edilmeli, federal/yerel bölgelere iktidar devredilmelidir. Bu federal olur, konfederal olur hiç fark etmez.

tarihinde AlbatrosS tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 516
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Ludwig ,sanırım forumda taciz edecek bayan bulamadın,kendini yine Atatürk’e saldırarak tatmin etmeye çalışıyorsun,zavallı bir cahil olduğunu daha önce de söylemiştim,beni haklı çıkarmaya devam ediyorsun.

balaban, mevzuyu şahsileştirmeyelim.

rica edelim neyi iddia eddiyorsa ludwig,

ona o iddiası ile ilgili cevap verelim.

mr.guitar ve vahşi diktatör,

karşı taraf neyi savunursa savunsun

ona hakaret etmeye hakkımız yok.

çok kızabiliriz ama bu bize hakaret etme hakkını vermez yok.

hele vahşi senin ortaya koyduğun hiçbirşey yok.

sadece hakaret ediyorsun.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Marksist-Leninist açıdan bakıyorsak eğer konuya- sosyalizm bir geçiş toplumudur, sınıf mücadelesi her alanda devam eder, bolşeviklerin sarayı basıp çar ve ailesini kurşunu dizmesinden itibaren çizgi çekip ahanda bundan sonrası sosyalizmdir ve konu bitmiştir denemez, zira tasfiye edilmemiş ve üretim biçimlerinde etkisi olan burjuvazi ve feodal artıklar ve onların üstyapısı devam etmektedir..Sosyalizm sürecinde bunlar parçalanır gider vs..

Bu süreç içerisinde adı üstüne sınıf savaşımı devam ettiğinden geriye dönüş mümkündür burada geri-ileri derken çarlık rusyası-sovyetler değil üretim biçimleri vs kastedilir..(Kapitalizmden komünizme geçiş (sınıfsız toplumun inşasının tamamlanması) proletaryanın yukardan aşağı eylemi demek olan bir "siyasal geçiş süreci" olmaksızın olanaksızdır.)

"Çoğunlukla sosyalizm denilen ve Marks’ın komünizmin ilk evresi adını verdiği bu toplumsal düzen" (Lenin) "ekonomik, ahlaki, entellektüel, bütün ilişkilerinde, henüz bağrından çıktığı eski toplumun izlerini taşıyan bir toplum"dur. (Marks)

Kapitalizmle sosyalizm arasındaki farkın nitel bir fark olduğunu atlıyor, sanki bu iki sosyoekonomik düzenin birbirleri arasında derece farkı varmış gibi algılıyorsun. Oysa sosyalizm ve kapitalizm için dediklerinin daha fazlası, kapitalizm ve feodalite için de geçerlidir. Kapitalizm de feodalizmin bağrından çıkmıştır ve içinde feodal toplumun bir çok izini taşır. Dahası, sosyalizmde özel mülkiyete el konmuş olduğu için, burjuvazi alt yapıda maddi olarak değil, daha çok alışkanlıklar, kültür, dünyaya bakış açısı gibi üst yapı kurumları içinde devam eder. Oysa kapitalizmde, uzun bir süre, mülküyetinin bir kısmını ve maddi varlığını devam ettirir. Bir çok durumda feodalite egemen sınıf olmaktan uzaklaşsa bile burjuvazinin bağlaşığı olarak iktidarın bir parçasını oluşturur. Burjuvazi çoğu zaman esas amacına ulaştıktan sonra, feodaliteyi tasfiye etmek olan devrimci işlevini bir kenara bırakır.

Dolayısıyla, feodal unsurlar, kapitalizm içinde, burjuva unsurların sosyalizm içinde olduğundan çok daha güçlü olarak ve çok daha uzun süre devam eder. Buna karşılık, kapitalist bir toplum asla feodal bir topluma geri dönmez; böyle tek bir örnek dahi yoktur.

Üstyapı kurumları bazan şeklen feodalitede olduğu haline geri döner gözükebilir. Örneğin Fransa'da devrimden sonra karallığa bir süre geri dönülmüş, bazı aristokratik gelenek ve unsurlar yeniden canlandırılmaya çalışılmıştı. Ama yakından bakıldığında, gerçek feodalitenin değil, feodalite kılığına girmiş ve ilerici kesimlerini bastırmış olan geerici burjuvazinin canlandığı anlaşılacaktır. Ekonomik ve sosyal altyapı ise bu dönemde burjuva karakterini güçlendirerek devam ettirmiştir. (Zaten merkezi krallık otoritesi esasen feodal değil, burjuva toplumun maddi koşullarını destekleyen bir durumdur. Kralların merkezi otoritesi güçlendikten sonra feodalite gerilemiş ve burjuvazi ekonomik olanın yanı sıra siyasal olarak da güçlenme fırsatı bulmuştu. Demokrasiden krallığa dönülebilir bu anlamda ama feodal çok parçalılığa değil. Bu da zaten hiç olmamıştır. Merkezi devletler, ancak burjuvazi her açıdan güçlendiğinde gevşemiştir.)

Kapitalizm feodaliteden, sosyalizm de kapitalizmden, bazı üstyapı unsurlarını kısmen ve bir süre korusa da, nitel olarak farklı ve her alanda üstün (olması gereken) düzenlerdir. Feodalitenin kapitalizme, kapitalizmin de sosyalizme dönüşmesindeki nesnel etmen, bu üretim ilişkilerinin artık toplumun gelişen gereksinimlerine yanıt veremiyor olmasıdır. Eski üretim ilişkileri, yeni toplumun gereksinimlerini karşılayacak olan üretici güçlerin gelişmesine izin vermediği, önünü tıkadığı yerde ortadan kaldırılarak yeni üretim ilişkileri kurulur. Kapitalizm feodalizmden her alanda üstündür. Üretim muazzam artmış, toplum hızla gelişmiş, köylü bir tarım toplumundan, kentli bir endüstri toplumuna dönüşmüştür. Artık eski durumuna dönmesi, özlense ve nostaljik olarak yadedilse bile mümkün değildir. Olsa olsa bir süs ve biçim olarak eski toplum dinsel bayramlarda, festivallerde yadedilir ama o kadar. Daha fazlası asla değil! Bir iki kuşak geçtikten sonra o da unutulur ve artık feodalite tarihin çöplüğüne, anıları ile beraber, bir daha çıkmamak üzere gömülür.

Sosyalizm de, marksist kurama göre, üretici güçleri hızla geliştirecek ve toplumun tüm kurumlarını köklü bir biçimde değiştirecek, emekçi çoğunluğa, kapitalizm döneminde hayal dahi edemedikleri refahı ve siyasal ve bireysel özgürlüğü sağlayacaktır. Toplum artık sömürücü sınıf baskısını ve ekonomik sömürüyü üzerinden attıktan sonra, çok küçük azınlıktaki birileri özlese ve rüyasında görse bile, eski günlere dönmez, dönemez. Çünkü artık toplumun hem ekonomik, hem kültürel hem de bilimsel düzeyi, kapitalist üretim ilişkileri tarafından yeniden üretilemez hale gelecektir. Ancak o zaman sosyalizmin nesnel olarak varolduğu söylenebilir. Artık sosyalizmin her alandaki üstünlüğü yadsınamaz hale gelmiştir ve ancak burjuva ideolog tarafından masa başında spekülatif olarak savunulabilir belki. Burjuva ideolojisinin savunulmasının yasaklanmasına da zerre kadar gerek olmayacaktır. Masa başında maddenin bilince tabi olduğunu ve esasen yok olduğunu savunan idealist filozofun sokakta otobüsten kaçması gibi, spekülatif olarak kapitalizmi savunan burjuva ideolog, tartışmadan kalktıktan sonra, artık pratik olarak vaz geçemeyeceği sosyalist yaşantısına ve sosyalizmin nimetlerine geri dönecektir.

yarı-kapitalist toplumun izlerini taşıyan Sovyet Rusya'da geriye dönüş mümkündü, bunu en şaaşalı yıllarında yani 1975'lerde tespit eden etti edemeyenler özeleştiri yerine "hiç varolmadı"ya yaslanıyorlar bence..

Reel sosyalizmin üstünlüğünü savunurken rolleri değiştirdiğimiz fark ediyor musun? Bu sefer masa başında savunup, sonra sokaktaki burjuva yaşantısına dönen biz oluyoruz. Sovyetler Birliğindeki reel sosyalizmi masa başı dışında savunmak dahi mümkün değildir ve bu sosyalizmin üstünlüğüne inanıp bir şekilde Sovyetler'e ve diğer reel sosyalist ülkelere giden dürüst aydınlar, rüyadan uyanmış gibi olmuşlardır. Oysa ortada gerçekten sosyalizm olsaydı, onu savunmak, İsveç'i Suudi Arabistan'a karşı savunmak gibi olurdu. Nitel olarak ileri bir toplumun üstünlüklerinin savunulması bin dereden su getirmeyi gerektirmez. Oysa biz Sovyetler'i Fransa'ya, Amerika'ya karşı savunmaya çalışırken tam tersi durumda oluyoruz.

1917'den 1975'e, üç kuşak geçmiştir. Artık geri dönüş diye bir şey maddi olarak ortadan kalkar. Geriye dönüş, belki sosyalizmin henüz inşa edildiği ilk günlerde mümkün olabilirdi ama artık sosyalizmin tüm altyapısı kurulup pekiştikten sonra asla. Bu da hadi aradan İkinci Dünya savaşını çıkaralım (ki rejimi yavaşlatmak bir yana savaş, rejimin ömrünü uzatmıştır) en geç 40'ların sonunda tamamlanmış olmalıydı. Nerede kaldı 70'ler?

hülasa, sosyalist devrim yalnızca mülkiyet biçimini değiştirmek, yalnızca sosyalist ekonomiyi yaratmakla sona ermez. Proletaryanın sınıf olarak ortadan kalkmasına değin, üst yapıda siyasal bir devrim olarak sürmek zorundadır. Bu savsaklanır ya da önemsenmezse, yani ideolojik ve kültürel savaş üretici güçlerin geliştirilmesi ile birlikte yürütülmezse kapitalizmin RESTORE edildiği görülür

Sovyetler'deki dönüşümde rol oynayan bir olgu da Sovyetlrin resmi olarak uyguladıkları İleri Demokrasi, Barışçıl Yoldan Geçiş türünden sapmalardır, tüm meseleyi Kapitalist blok ile Sovyetlerin arasında ekonomik bir savaşa indirgeyen ve kapitalizmle aynen onun yöntemleriyle mücadeleye girişen bir zihniyetin giderek kapitalizme kayması bence oldukça etkendi..

Siz, reel sosyalizmin yıkılma etmenleri olarak ihanet, yozlaşma, ideolojiden ve ilkelerden uzaklaşma gibi üstyapı unsurlarını öne sürerken, en önemli marksist ilkeyi, tarihesel materyalizmi gözardı ediyorsunuz. Maddi olan manevi olana değil, manevi olan maddi olana tabidir. Üstyapının altyapıyı belirlemesi sınırlı ve görelidir. Üretim ilişkilerinin değişimi gibi maddi değişiklikleri, esas olarak öznel değil, nesnel ögeler belirler. Sadece öznel unsurlarla devrim, karşı devrim gibi dönüşümler gerçekleşmez. Bunlar hem nesnel hem de öznel koşuulları gerektirirler. Ama esas olan, birincil olan nesnel koşullardır. Öznel koşullar ikincil ve yardımcı ögelerdir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

İslami ilimler eğitimi yasak olsun diyen yok ludwig, ama 3-5 yaşındaki çocukları Kuran kurslarına kapatıp beyinlerini yıkamak kabul edilemez. Olay sadece islam meselesi değil, Jesus Camp belgeselini izledin mi bilmiyorum, o tarz rezaletler de engellenmeli bence. Bence çocuklara dini, siyasi görüşler belli bir yaşa kadar dayatılmamalı. Aileler zaten değerlerini belli oranlarda çocuklarına aşılarlar. En iyisi çocuklara belli bir yaşa kadar nesnel ve temel bilgilerin öğretilmesi, her çocuk okuma yazmayı, temel matematiği, coğrafyayı, fen bilimlerini vs. öğrenmeli, zira o treni bir defa kaçırdığında hayatının geri kalanı boyunca mağdur olursun. Çocuklar ailelerinin malı değildirler. Onların da hakları var. Çocuklara 15-16 yaşına kadar herhangi bir değer dayatılmasın, onlar bundan mümkün mertebe korunsunlar, bir yaştan sonra kendileri değerlerini seçme imkanına sahip olsunlar.

Kesinlikle katılıyorum. Herkesin kendi düşüncesini çocuğuna öğretmesi bir hak. Ama çocuğun bireysel hakları da var. Özellikle çocuğa şiddet ve tehdit ile, şantaj ile ve bir çocuk için bu anlama gelecek manevi baskı ile eylemli bir ideolojinin dayatılması engellenmeli. Zorla kızların başını kapatanlar, dayakla, tehditle namaz kıldırıp yemek vermeyerek oruç tutturanlar kesinlikle engellenmeli. Her çocuk 6 yaşından itibaren zorunlu ve temel ve standart bir eğitim görmeli. Bu eğitim de, her türlü ideolojik koşullandırmadan uzak olmalı, yansız, çocuğun toplum içinde bağımsız bir birey olarak tercihlerini özgürce belirlemesine olanak tanıyacak şekilde bilimsel ve pratik olmalı. Çocuk, haklarının ne olduğu, ailesiyle şiddet, tehdit, manevi baskı türünden sorunları olduğunda yapayalnız olmadığını bilmeli.

Bunlar, ailelerin çocuklarına kendi hayat görüşlerini öğretmeleri hakkını belki sınırlayacaktır. Ama her hak, başkalarının hakkı ile sınırlıdır ve burada esas olarak korunması gereken, çocuğun bireysel haklarıdır. Birine iltimas geçilecek ve gözetilecekse, o daha zayıf olandır. Bu bakımdan, erginlik çağının hemen ertesine kadar ve ideolojik koşullandırmadan uzak olması kaydıyla öğrenim birliği makuldür.

Okulda öğretileni gölgelemeyecek şekilde, süresi ve içeriği belirli ölçüler içinde olmak kaydıyla, özel girişimlerin temel dini bilgileri çocuklara vermesine izin verilebilir. Bunun okul dışında olması ve aileler tarafından giderlerinin karşılanması daha doğru olacaktır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

balaban, mevzuyu şahsileştirmeyelim.

rica edelim neyi iddia eddiyorsa ludwig,

ona o iddiası ile ilgili cevap verelim.

mr.guitar ve vahşi diktatör,

karşı taraf neyi savunursa savunsun

ona hakaret etmeye hakkımız yok.

çok kızabiliriz ama bu bize hakaret etme hakkını vermez yok.

hele vahşi senin ortaya koyduğun hiçbirşey yok.

sadece hakaret ediyorsun.

bu başlıkta hakaret etmedim ben ludwige

hakaretimi gösterir misin bu başlık için

sallama yahu iki saattir neler koyuyorum ortaya hala iddiasında ısrar ediyor

naptım bende hakaret mi ettim

başlığa bi giriyosun sanki sayfalarca hakaret etmişim ludwige soralım hakaret mi ettim

şimdi sana hakaret edicem bu iftiran için haketmiş olucaksın

Link to post
Sitelerde Paylaş

Albatros'tan süper ekonomik analizler.

Bilader o makineyi kim çalıştırıyor? O ürünü kim düzenliyor, kim kamyona yüklüyor, kim fabrikaya taşıyor? Onu bırak, ürünü tasarlayan mühendis de bir tür işçi değil midir? Şirketin ceoları oturup ürün mü tasarlıyor, teknoloji mi geliştiriyor? Mühendisinden tut hamalına kadar bu işin yükünü üretenler çekmiyor mu? Yönetici dediğin bağlantıları kurar, pazarlama ve halkla ilişkilere bakar vs. Fakat, onun bile altında bu departmanda çalışan işçiler yok mudur? Patronsuz üretim olur, öyle yada böyle olur; ama işçisiz üretim olmaz.

Makineyi kim çalıştırıyor da niye çalıştırıyor onu da sorsana bir? Bu adamlar doğada makine çalıştırır halde mi bulunuyor? Makineler ve bu insanlar doğada bu şekilde belli bir üretimi hayata geçirmeye hazır şekilde mi bulunuyor?

Marx salağı kapitalizmi analiz edecem diye hazır kurulmuş bir fabrikada işçilerin yaptığı işi anlatarak üretim hikayesine ortasından girişip anlattı. 150 sene geçti, ekonomi bilimi bu saçmalıkların yüzüne bile bakmadan ilerledi ve gelişti. Ama bazı geri kafalılar hala 150 sene öncenin amatör, ve sosyalizme daha ekonomi etüt etmeden çok önce gönül vermiş, bu yola baş koymuş "objektif bir bilim adamının", modası geçmiş, uygulanmış da çökmüş, ekonomi biliminde adam yerine konulmayan, en basit bir bakışın bile yanlışlarını göreceği zırvaları hala burda bu gerizekalı 3. dünya entellerinin buluştuğu yerde "rasyonel" ve "ilerici" ve "bilimsel" ayaklarına yatan aptalların dilinde dolaşıyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Tarih metedolojiniz yanlış Ludwig bey. Her bilim kendi kalıpları ile ilgili olduğu alanı inceler, o bilimin adamı da o kalıplara uyarak bir yere varır. Tarih metodolojisinde her dönem kendi içerisinde incelenir diye bir durum vardır.

Atatürk döneminde bu yasakların (şapka kanununa uymayan herkes asıldı yalanı hariç olmak üzere) olması o dönem mecbur kalındğı içindir. Dinci isyanları Anadolu'da din elden gidiyor diyerek kıtır kıtır kendi halkını, kardeşlerini kesmişlerdi. O dönem içerisinde o isyanları destekleyenler belirlenip öldürülmüştür eğer bu yapılmasaydı sen şu an bilgisayarının başında, sigaranı tüttürüp, kolanı içip, foruma iki şey karalayıp düşüncesinde bile olamayacaktın, hatta o gün bu isyancılar cezalandırılmasaydı bugün bu ülkede bilgisayar günah mıdır değil midir tartışmaları yapılıp hala bilgisayar şeytan icadı denilerek ülkeye sokulmayacaktı.

Bakınız Said-i Nurs'inin radyonun içinde melek olduğu iddiasının müridlerinin çoğu tarafından epey kabul görmüş olması, bakınız ABD operasyonu öncesi Afganistan'da radyo ve gazete yasağı, bakınız İran'da kadıların ruj sürme ve topuklu ayakkabı giyme yasağı.

Bugün İran'ın şeriatına izin veren Cumhuriyetçi sistem Cumhuriyetini kaybetmiştir, 1970 öncesi şeriatçılar şeriat gelirse neden demokrasi gitsin, Cumhuriyet olmasa da demokrasi olur gibilerinden bir şeyler geveleyip Cumhuriyetçileri susturuyorlardı, zaman Cumhuriyetçileri haklı çıkardı, Cumhuriyet gitti, şeriatçılara geniş haklar tanıyan Cumhuriyetçi yöneticiler aynı şeriatçıların devrimiyle ilk iş olarak asıldılar, canlarını kurtaranlar da ülkelerini terk ederek canlarını kurtardılar bugün İran anti demokrat oldu çıktı sonuç budur.

Atatürk döneminde Avrupa'ya bir göz gezdir ludwig o dönemi incele kaç ülke imparatorluk dışında bir rejimle yönetiliyordu eski bilgilerini uptade et, ikinci dünya savaşının sonuçları içerisinde halkın krallara demokrasi, Cumhuriyet diye baskıları olmasaydı çoğu ülke hala Cumhuriyete geçmeyecekti.

Atatürk döneminde onlardan çoook önce krallık yıkıldı, kadınlara seçme sçilme hakkı verildi onlar demokrasi anlamında neredeyken biz Atatürk döneminde neredeydik bir hesap et, öyle işte baskı yaptılar ama ühühü veya bak isyancıları astırdılar ama hüngür hüngür demekle siyasi analiz yapılamayacağı gibi tarihi analiz de yapılamaz yaptığınız analiz boş bir analizdir.

Sonra demokrasinin tanımında önce bir karar kılalım. Demokrasi sadece herkes istediğini yapsın demek değildir, demokrasi yasakçı zihniyeti de yasaklamaktır aynı zamanda. Bugün şeriat yönetimi başta olsaydı veya faşist yönetim (değil mi ya seçimle başa geldi, faşizm bir partinin özgürlüğüdür, uygulayabilir demi ama sen buna tık diyemezsin kendi demokrasi tanımınla) başta olsaydı demokrasi içerisinde yaşayabilir miydik bakınız güncel tarih bugün bile yaşanıyor, çok da öyle uzağa gitmenize gerek yok bugünkü İran'a bakın ne kadar demokrasi varmış görün, yok ben uzağa gideceğim diyorsanız hay hay canım bizde her bilgi mevcuttur sizi Nazi Almanyasına doğru alalım seçimle özgürce, demokrasiyle başa gelmiş Nasyonal Sosyalist partinin ülkedeki demokratik ve demografik yapıyı nasıl etkiledğini görünüz!

Saygılar efeem.

Link to post
Sitelerde Paylaş

I. Meşrutiyet dönemi, “çok partili demokrasi” namına ancak kırıntılar barındırabilmiş ve sembolik anlamda bile demokratik olarak adlandırılabilmesinin imkansızlığı nedeniyle üzerinde fazla durmadan, 1908’de Padişah’a muhalif olarak gelişen yenilikçi Jön Türkler’in siyasetteki yansısı İttihat ve Terakki oluşumunun tarih sahnesine çıkmasını karakterize eden II. Meşrutiyet dönemini “çok partili bir demokrasi”ye ne ölçüde bağdaştırılabileceği nokrasından hareketle incelemeye devam edeceğiz.

II. Meşrutiyet

II. Abdulhamid’in otuz yıllık istibdadından sonra Meşrutiyetin ikinci devresi Osmanlı’nın siyaset arenasına çıkar. Hürriyetin ilânı olarak da bilinen II. Meşrutiyet 23/24 Temmuz 1908’de birincisi gibi yine II. Abdulhamid’in saltanatı döneminde ilân edilmiştir. Bir önceki iletimde, II. Meşrutiyet’in karakteri hakkında ayrıntılı ansiklopedik bilgi mevcut olduğundan, M. Kemal’in 23 Nisan 1920’de kuracağı Türkiye tarihinin belki de en demokratik parlamenter birimi olan ilk TBMM’ye kadar sürecek on iki yıllık bu döneminde yapılan genel seçimlere değinmek sırası gelmiştir. İşte bu süre içinde 1911 Ara Seçimini de sayarsak toplam beş seçim yapılmıştır. Bunlar kısaca

1908 genel seçimi

1908’in Kasım-Aralık aylarında yapılan ilk genel seçimde, Osmanlının Rum, Ermeni, Bulgar menşe’li vatandaşları (azınlıklar), müslüman çoğunluğun aleyhinde ittifak ederek İttihat ve Terakki Cemiyetine karşı cephe oluşturmuşlardır. Hararetli bir atmosferde geçen seçimler İttihat ve Terakki’nin zaferiyle sonuçlansa da 31 Mart vakasından sonra büyüyen muhalefet, mecliste 70 mebusluk bir sayıya ulaşmış ve nihayet 21 Kasım tarihinde Hürriyet ve İtilaf Fırkası (Hİ) kurulmuştur. Bu parti, akabinde 1909’da partileşen İttihat ve Terakki Cemiyetinin en büyük rakibi olacaktır.

Burada 31 Vakası’nın sonuçlarını irdelemekte yarar vardır.

Alaylı askerlerin baskısı sonucu doğan II. Meşrutiyet, bu defa Nakşibendi Tarikatı lideri Derviş Vahdet ve Bediüzzaman Said-i Kürdi (Nursi) ittifakı tahtında örgütlenen ve “din elden gidiyor” veciz sloganı ile isyana kışkırtılan alaylı askerlerin 26 Nisan 1909 günü Hareket Ordularının İstanbul’a girişiyle ancak bastırılabilecek başkaldırısının hedefi oldu. İroni o dur ki başkaldıran bu birlikler, şeriat propagandasının etkisi altına girmeden önce Meşrutiyet’i korumakla görevlendirilmiş olan askerlerden başkası değildirler. Asker gücüyle otoriteyi sağlayan İttihatçılar, Osmanlı tarihinden ilk defa, meclis kararı çıkararak bir Padişahı görevden alırlar. Ancak, akabinde İttihatçılarla saltanat yanlılarının çatışması şiddetlenecek ve sonunda Enver’in Bab’ı Ali baskınıyla yapacağı darbe ile doruğa ulaşacaktır!

1911/1327 ara seçimi

İstanbul mebusu ve Hariciye Nazırı Rıfat Paşa Londra Büyükelçiliğine atanınca ortaya çıkan boş üyelik için Aralık 1911’de yapılan ara seçimi; Hürriyet ve İtilafın adayı Tunuslu Hayrettinin tanınmamış genç bir gazeteci olan oğlu Tunuslu Tahir Hayrettin Bey, İttihat ve Terakki Cemiyetinin güçlü adayı Dahiliye Nazırı Memduh Beye karşı 195’e 196 oyla, yani tek oy farkla kazanmıştır. Bu olay İttihat ve Terakki Cemiyetinde büyük bir panik ve çözülmeye, rakibi Hİ’de ise bayram ve zafer sevincine yol açmıştır.

Bu olay üzerine, Meclis-i Meb’usandaki çoğunluğu kaybetmekten korkan ittihatçılar, önce Kanûn-u Esâsî değişikliğine teşebbüs etmiş, başarısız kalınca da meclisi, daha önce değiştirilmesini istedikleri 35. maddeden yararlanarak feshetmişlerdir.

1912 genel seçimi-(sopalı seçim!)

Aralık 1912’de yapılan bu seçim, tarihimizdeki ilk erken genel seçimdir. Dahilî ve haricî sarsıntılar içerisinde ve Trablusgarp savaşı esnasında yapılan bu seçim, tarihe “sopalı ve dayaklı seçim” adıyla geçmiştir. Bu isimle anılmasının sebebi, 31 Mart olayından sonra iki aylığına ilan edilip bu tarihe kadar uzayan ve ittihatçıların istibdadını kurup koruyan sıkıyönetim altında yapılmasıdır

“Dipçik ve postal” gölgesi altında (ne demokrasi ama!) yapılan 1912 genel seçiminde, muhalefet bir bakıma meclis dışında bırakılmıştır. Sonuçta, fiilen 278 üyelik meclise, (yasal tamsayı 286 idi) ancak 15 ittihatçı muhalifi mebus girebilmiştir. Bu 15 üye de açıktan muhalif olmayıp bir kanuna red oyu verdikleri için “muhalif grup” sayılmaktadır.

Bu seçimle oluşan meclisin de ömrü uzun olmamış, iki buçuk ay sonra dağıtılmıştır.

1914 genel seçimi

Mayıs 1914’de yapılan bu genel seçim de yine ittihatçıların hakimiyetinde yapılmış ve İTF’nin tek parti egemenliğini güçlendirmiştir. Nispeten uzun ömürlü olan bu meclis Birinci Harb-i Umumînin “çocukları ihtiyarlatan dağdağalı günlerinde”çalışmış ve 1918’de imzalanan Mondros mütarekesinden sonra feshedilmiştir.

1919 genel seçimi

1919 yılının son aylarında yapılan bu seçim sırasında ittihat ve Terakki Cemiyeti son kongresini yaparak Teceddüt Fırkasına dönüşmüş ve bu fırka da İstanbul hükümetince feshedilmiştir. İki başlı yönetimle karakteriz edilen bu kaos döneminde de “çok partili” bir demokrasiden söz edebilmek için bir tımarhane kaçkını olmak gerekir. Bu İttihatçıların bir kısmı Malta’ya sürülmüştür. Ülkenin işgal altında olduğu bu dönemde İstanbul Hükümeti İttihatçıları siyasetten silerek düşman güçlere tam teslimiyetle uşaklığa başlamıştır.

15 Mart 1920’de İngilizler İstanbul’u işgal etmiş ve hemen ertesi gün de meclise baskın yapıp bazı mebusları tutuklamışlardır. Aralık 1919 seçimleri Osmanlı tarihinin tanık olduğu son genel seçimdir …

Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen sürede yapılan bu genel seçimlerin hiçbirinde kadınlar oy kullanmamıştır.

II. Meşrutiyet, askerle sarayın güç savaşında cereyan eden çatışmalarda, İttihatçı grubun silah zoruyla koparabildiği ödünlerin tahtında yaşam alanı bulabilmiş ve monarşinin iki partili bir araformu olmaktan öteye gidememiş bir çalkantı dönemidir.

Atatürk’ün laik cumhuriyetinin bir cunta rejimi olduğunu şom ağızlarına sakız yapan yumuşakçaların, İttihat ve Terakki’nin istibdadından öteye geçememiş olan Meşrutiyet dönemini “çok partili bir demokrasi” olarak nitelemeleri gerçekten de düşündürücüdür!

Bu devasa çarpıtmaları, apaçık tarihsel gerçekleri hiçe saymak arsızlığıyla dillendirebilenlerde iyi niyet aramak ancak aptalların işi olabilir.

Bu saçmalıklar, eğer düşünce özürlü bir meczubun ağzından çıkmamış iseler, o zaman mutlaka kasten yayılan ve şerefsizce palazlandırılan cumhuriyet ve demokrasi karşıtlarının bir propaganda malzemesi olmalıdırlar!

Eminim ki bu aşağılık cenahı içimizde bilmeyen yoktur.

tarihinde MrGuitar tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

bu başlıkta hakaret etmedim ben ludwige

hakaretimi gösterir misin bu başlık için

sallama yahu iki saattir neler koyuyorum ortaya hala iddiasında ısrar ediyor

naptım bende hakaret mi ettim

başlığa bi giriyosun sanki sayfalarca hakaret etmişim ludwige soralım hakaret mi ettim

şimdi sana hakaret edicem bu iftiran için haketmiş olucaksın

ben sana gittiğin her adım için camii,her okul için zorunlu din dersi getireyim

ama sonra gitme

.iktirip git

normal gidersen olmaz

bak yavrum, benim asabımı bozma.

senin şu saygısızlığın her yazdığına sıçrıyor.

şikayet etmiş bu lafı ettiğin kişi.

ha ludwig ha başkası.

bugüne kadar ne koydun ortaya şimdi koyacaksın?

bu raporladığın iletiye düştüğün not:

tahrik

uyarsanıza lan yiyosa

bu şekilde ileti mi raporlanır lan?

bu da on bin başlığından:

murted gelsene lan özgürlük var istediğini yazar vahşi desene

bak başlığı amacından saptırıyorum özgürlüğüm var

başlığın konseptine uygun yazmadığım için silceksiniz zaten bu mesajları

ortalığıda geriyorum başlığın içine .ıçıyorum

o kadar hazırladığım tek tek resimleri upload edip yazıları tek tek bulup yapıştırarak güzel bir başlık açtım gelip provoke edenler konsepte aykırı yazanlara özgürlüğü var adamın diyosunuzda bu mesajlarımıda silen onursuzdur

sen kimsin, sen nesin?

ne zannediyorsun lan kendini?

ulan salak, burası alfebetanın dediği gibi

kankalar, yoldaşlar forumumu da senin açtığın başlığa hep senin gibi düşünenler yazacak.

senin tehditlerine de sana başlarım.

edebinle yazmazsan senin deyiminle ''.iktirip'' gidersin.

istersen dene aynı üslubu sürdürmeyi.

kısa pantolonlu, burnunu silmeyi beceremeyen veletlerle uğraşmak zorundayız sanki.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bugün İran'ın şeriatına izin veren Cumhuriyetçi sistem Cumhuriyetini kaybetmiştir, 1970 öncesi şeriatçılar şeriat gelirse neden demokrasi gitsin, Cumhuriyet olmasa da demokrasi olur gibilerinden bir şeyler geveleyip Cumhuriyetçileri susturuyorlardı, zaman Cumhuriyetçileri haklı çıkardı, Cumhuriyet gitti, şeriatçılara geniş haklar tanıyan Cumhuriyetçi yöneticiler aynı şeriatçıların devrimiyle ilk iş olarak asıldılar, canlarını kurtaranlar da ülkelerini terk ederek canlarını kurtardılar bugün İran anti demokrat oldu çıktı sonuç budur.

Barışarock, başkalarını tarih bilmemekle suçlamadan önce, kendi eksiklerimize baksak? Kulaktan dolma ve kafadan atarak konuşmadan önce neyin ne olduğuna önce bir baksak? İran'da İslam "devrimi"nden önce Cumhuriyet mi varmış? Peki o zaman Şah kim oluyor? Cumhurbaşkanının Farsçası mı? Cumhuriyet İslam "Devrimi"nden sonra, İslamcılar tarafından kuruldu. İran Şahlığı, İran İslam Cumhuriyetine dönüştü. İran, cumhuriyetsiz demokrasinin değil, demokrasisiz cumhuriyetin örneğidir.

Analoji yapacağım, Türkiye ile İran arasında paralellik kuracağım diye gerçekleri ters yüz ediyorsun. Paralellik var da, söylediğin yönde değil. Tam tersi yönde.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Albatros'tan süper ekonomik analizler.

Makineyi kim çalıştırıyor da niye çalıştırıyor onu da sorsana bir? Bu adamlar doğada makine çalıştırır halde mi bulunuyor? Makineler ve bu insanlar doğada bu şekilde belli bir üretimi hayata geçirmeye hazır şekilde mi bulunuyor?

Marx salağı kapitalizmi analiz edecem diye hazır kurulmuş bir fabrikada işçilerin yaptığı işi anlatarak üretim hikayesine ortasından girişip anlattı. 150 sene geçti, ekonomi bilimi bu saçmalıkların yüzüne bile bakmadan ilerledi ve gelişti. Ama bazı geri kafalılar hala 150 sene öncenin amatör, ve sosyalizme daha ekonomi etüt etmeden çok önce gönül vermiş, bu yola baş koymuş "objektif bir bilim adamının", modası geçmiş, uygulanmış da çökmüş, ekonomi biliminde adam yerine konulmayan, en basit bir bakışın bile yanlışlarını göreceği zırvaları hala burda bu gerizekalı 3. dünya entellerinin buluştuğu yerde "rasyonel" ve "ilerici" ve "bilimsel" ayaklarına yatan aptalların dilinde dolaşıyor.

Marx, emek-değer teorisini kafadan atmadı onun öncülünü yine Burjuva ekonomistleri atmıştı o onlardan yararlanarak geliştirdi...Dolayısıyla salak olmakla sataştığın şey yine savunduğun ilkeleri ortaya atan adamların da payı olan şey olduğundan durumu gözden geçirmende fayda var..

Ama sende bir ilerleme göremediğimden Kapital Manga ile başlamanı öneririm onu da anlamazsn -Cin Ali Kapital Okuyor- diye bir şey sürecez piyasaya en sonunda..

Link to post
Sitelerde Paylaş

bak yavrum, benim asabımı bozma.

senin şu saygısızlığın her yazdığına sıçrıyor.

şikayet etmiş bu lafı ettiğin kişi.

ha ludwig ha başkası.

bugüne kadar ne koydun ortaya şimdi koyacaksın?

bu raporladığın iletiye düştüğün not:

bu şekilde ileti mi raporlanır lan?

bu da on bin başlığından:

sen kimsin, sen nesin?

ne zannediyorsun lan kendini?

ulan salak, burası alfebetanın dediği gibi

kankalar, yoldaşlar forumumu da senin açtığın başlığa hep senin gibi düşünenler yazacak.

senin tehditlerine de sana başlarım.

edebinle yazmazsan senin deyiminle ''.iktirip'' gidersin.

istersen dene aynı üslubu sürdürmeyi.

kısa pantolonlu, burnunu silmeyi beceremeyen veletlerle uğraşmak zorundayız sanki.

esrarkeşin yaptığı saygısızlıktan dolayı sinirim bozulmuş olabilir

benim gibi düşünmeyen bu saygıyla yazamaz aksi halde aynı saygıyı görür !

kısa pantolonum yok,burnumu silmeyide becerebiliyorum noldu mosmor oldun mu ! :D

ya çok merak ediyorum benim sinirlendiğim şeyler nedense durup dururken benim yada benimle alakalı sataşmalar oluyor.

raporladığım ileti adminindir,müzik başlığında bile beni aşağılayan bir üslupla sataşan adminin raporladığım iletisinide niye koymadın buraya ?

sataşmayın kardeşim,benim gibi düşünmüyorsan benim açtığım başlıkta andığım kişiyi aşağılayamazsın,adam gibi müzik paylaşıyorsak gelip beni başlıkta aşağılayamazsın.

aşağılamaya izin var mı ?

beni sinirlendirmek istemiyorsanız bir müzik başlığındayken paylaştığım müziğe alıntı yapıp bana hakaret edip beni aşağılamamanız lazım anlatabiliyor muyum ?

adam olana saygı çok.

ben kendimi birşey zannetmiyorum,zaten sinirlendiğim şey kendini birşey zannedenler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

bak yavrum, benim asabımı bozma.

senin şu saygısızlığın her yazdığına sıçrıyor.

şikayet etmiş bu lafı ettiğin kişi.

ha ludwig ha başkası.

bugüne kadar ne koydun ortaya şimdi koyacaksın?

bu raporladığın iletiye düştüğün not:

bu şekilde ileti mi raporlanır lan?

bu da on bin başlığından:

sen kimsin, sen nesin?

ne zannediyorsun lan kendini?

ulan salak, burası alfebetanın dediği gibi

kankalar, yoldaşlar forumumu da senin açtığın başlığa hep senin gibi düşünenler yazacak.

senin tehditlerine de sana başlarım.

edebinle yazmazsan senin deyiminle ''.iktirip'' gidersin.

istersen dene aynı üslubu sürdürmeyi.

kısa pantolonlu, burnunu silmeyi beceremeyen veletlerle uğraşmak zorundayız sanki.

Bu hakaretlerin çok daha fazlarını onyedi adlı alçak bana da yaptı, olayı raporladım ama bu konuda onyediye hitaben bu tür bir ileti yazılmadı. Hatta bu üye uyarı bile almadı!

Bütün bu olup bitenlerden ne anlamamız gerekiyor?

Bu çifte standardın anlamı nedir?

Bu gibi tarafgirliklere karşı sessiz kalacağımı sanıyorsan yanılıyorsun. Eğer bir prosedür varsa bunun herkese eşit uygulanması gerekir!

Acilen açıklama bekliyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Barışarock, başkalarını tarih bilmemekle suçlamadan önce, kendi eksiklerimize baksak? Kulaktan dolma ve kafadan atarak konuşmadan önce neyin ne olduğuna önce bir baksak? İran'da İslam "devrimi"nden önce Cumhuriyet mi varmış? Peki o zaman Şah kim oluyor? Cumhurbaşkanının Farsçası mı? Cumhuriyet İslam "Devrimi"nden sonra, İslamcılar tarafından kuruldu. İran Şahlığı, İran İslam Cumhuriyetine dönüştü. İran, cumhuriyetsiz demokrasinin değil, demokrasisiz cumhuriyetin örneğidir.

Analoji yapacağım, Türkiye ile İran arasında paralellik kuracağım diye gerçekleri ters yüz ediyorsun. Paralellik var da, söylediğin yönde değil. Tam tersi yönde.

Şah tabi ki vardı ama bu şah varken İran'da demokrasi yoktu demek değildir, şah dönemi demokrasi yapısı ile şah sonrası şeriat dönemi demokrasiyi incelersek arada bir dağ kadar fark olduğunu görmekteyiz. Salt o dönemi ve bu dönemi irdelemeye kalksak eminim ki bu başlığın yarısı kadar sayfalarca yazılar yazmamız gerekecek bunu bildiğim için şah dönemini tümüyle buraya aktaramazdım, ludwig'e gelince madem gericilerin gericilik faaliyetleri de bir özgürlük çeşidi en kısa zamanda bir camiye gidip ''lan ben sizin Allah'ınızı da tanımıyorum, Muhammed'inizin de soyunu sopunu'' desin de onlarda ne kadar engin demokrasi varmış bir görelim, hoş gerçi ludwig'e göre ludwig'in bu davranışı sorası onların camide ludwig'i öldürmeleri de bir demokrasi çeşidi veya özgürlüğü demektir ya ne diyeyim ludwig'e ne anlatsam boş bu anlamda.

Sevgiler, saygılar.

Link to post
Sitelerde Paylaş
ya arkadaş sinir oluyorum böyle başlıklara.başlığı açan kraldan çok kralcı bulmuş toplamış nerde ne var

hepsini bir yere koymuş.sanıyorki böyle yaparsa herkes onun ne kadar atatürkçü olduğunu görecek

sevmiyorum lan atatürkü anlıyormusun sevmiyorum.muhammedi nasıl sevmiyorsam onuda sevmiyorum

kenan evren ve tifesi bende nefret duygularını doruğa çıkarttı.alsınlar ilkelerini öğretilerini

orta asyaya gitsinler her sabah ne mutluki türküm diye uyansınlar.sende al başlığını başına çal

xxx

1938 yılında takılmış kalmış.aş bunları aş.yeni yorumlar getir.vatan elden gidiyor müslolar heryeri ele geçirdi

yaygara koparmaktan başka işe yaramayan zırvalar.halka saygı duymayan elitist bir öğreti.kalpaklı adam resmi görmeye dayanamıyorum.

kendince ulvi fikri olduğu sanan bulur bir kalpaklı resmi bir kaçta özdeyiş.tamam bitti.vatanseverlik okey

yerler sizin vatanseverliğinizi.yada vatanınızı seveyim.

sanki adam gelip Atatürk'ü eleştirdi biz küfür ettik

bu ne ya şimdi özgürlük mü bu bunu yazınca özgür mü oluyosun böyle birşeyi yazmayınca özgür olamıyo musun anlamadım bunu yazan adam esrarkeş esrarı savunan yazıları var

Ben de bu tiksindirici sesleri (müzik diyemiyorum) kim dinler diyordum. Şimdi öğrendim ve yanılmamış olduğumu nda bişr kere daha anladım.

Ceza filan da dinliyorsundur sen. Yakışır!

bunuda gelip admin sıfatında biri yazmış,tahrik etmek suç mu ? müzik başlığında durup dururken alakası olmadığı halde bana alıntı yapıp bunu yazmak saygısızlık değil midir dinlediğim müziği geçtim bana saygısızlıktır,tahriktir.

sonra sinirlenen ben oluyorum hakaret eden ben oluyorum ama tahrik görmezden geliniyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Taraf tutmak gibi bir yaklaşımımız söz konusu olamaz. Hakaret edilen yeri gösterin bir daha bakalım. Atlanmışsa, gereğini geç de olsa yaparız.

Ulusalıcılık ve Gerekçeleri adlı başlığımda duruyordu, sanırım sonradan IFeel tarafından silinmiş. Aradım ama göremedim çünkü. Belki siz retrieve yapabilirsiniz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Aşağılanmanıza seyirci kalmayız. Bize bildirin, cezasını siz kesmeyin.

hasbinallaaaaah minevelvekil

bak üstte iki mesajıda 1-2 gün önce bildirdim daha ulaşmadı herhalde

murtede ulaşmış tabi raporladığım iletiyi yayınlama büzüğünü gösterememiş ben yayınladım onun yerine

tabi 2. iletiyi niye verdim ki ceza alması imkansız admin sonuçta söverde atarda

ama adamın biri geliyor bi anma başlığında aşağılayıcı bir yazı yazıyor.

tarihinde Vahşi Diktatör tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Bu hakaretlerin çok daha fazlarını onyedi adlı alçak bana da yaptı,

MrGuitar,

Önce senin bu iletin raporlanıp silinse iyi olur.Sen ona buna laf döşemeye kalkarsan cevaplarını alırsın.

Sen gözünden koskocaman gözlükleri çıkar öyle yazmaya başla.Kişileri yukarıda alıntıladığım şekilde itham ederek mağdur ayakları çekmeyin.

Oğuz önce alıntıladığım cümle için gereğini yap.Mümkünse MrGuitar'ın kontrole alınmasını öneriyorum.Vahşi'nin de.

tarihinde Alphabeta tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

hasbinallaaaaah minevelvekil

bak üstte iki mesajıda 1-2 gün önce bildirdim daha ulaşmadı herhalde

murtede ulaşmış tabi raporladığım iletiyi yayınlama büzüğünü gösterememiş ben yayınladım onun yerine

tabi 2. iletiyi niye verdim ki ceza alması imkansız admin sonuçta söverde atarda

ama adamın biri geliyor bi anma başlığında aşağılayıcı bir yazı yazıyor.

salak adam, büzüklü falan konuşma benimle.

bak mod forumuna ben ne yazmışım.

vahşi dikatatörün raporladığı iletiye yazdığı yorum.

ben bıktım bu kısa pantolonlu, sümüklü bebenin çirkin üslubundan.

deicide da biraz kaşınmış gibi ama bir değil iki değil bunun yaptığı soytarılıklar.

ayrıca cübbelinin aslında ateist olabileceğini nasıl düşünüyorsam

vahşinin de aslında atatürk düşmanı olabileceğini düşünmüyor değilim. :)

sanki adam gelip Atatürk'ü eleştirdi biz küfür ettik

bu ne ya şimdi özgürlük mü bu bunu yazınca özgür mü oluyosun böyle birşeyi yazmayınca özgür olamıyo musun anlamadım bunu yazan adam esrarkeş esrarı savunan yazıları var

bunuda gelip admin sıfatında biri yazmış,tahrik etmek suç mu ? müzik başlığında durup dururken alakası olmadığı halde bana alıntı yapıp bunu yazmak saygısızlık değil midir dinlediğim müziği geçtim bana saygısızlıktır,tahriktir.

sonra sinirlenen ben oluyorum hakaret eden ben oluyorum ama tahrik görmezden geliniyor.

tahrik oluyorsan yazmayacaksın.

tahrik oldum da sövdüm diye mazeret yok.

sinirlerine hakim olamıyorsan tartışmalara dahil olmayacaksın.

gidip kum havuzunda oynayacaksın.

Bu hakaretlerin çok daha fazlarını onyedi adlı alçak bana da yaptı, olayı raporladım ama bu konuda onyediye hitaben bu tür bir ileti yazılmadı. Hatta bu üye uyarı bile almadı!

Bütün bu olup bitenlerden ne anlamamız gerekiyor?

Bu çifte standardın anlamı nedir?

Bu gibi tarafgirliklere karşı sessiz kalacağımı sanıyorsan yanılıyorsun. Eğer bir prosedür varsa bunun herkese eşit uygulanması gerekir!

Acilen açıklama bekliyorum.

mrguitar, takdir edersin ki işi gücümü tümden bırakıp her iletiyi her raporu okuyamam.

onyedi denilen herif benim şahsıma gıcık olup her yerde bana dalaşan bir tiptir.

hal böyleyken onu sana karşı neden kayırayım?

kısa ve öz:

ne raporladığın iletiden, ne de onyedinin sana yazdıklarımdan haberim var.

ben kafedeki çoğu başlık gibi ne bu başlığı ne de kastettiğin başlığı takip etmedim.

anarchos ve ludwig raporlama haklarını kullanmışlar.

gördüm ve gelip burada da sizi uyardım.

seninkini görmüş olaydım, gerekeni yapardım.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Şah tabi ki vardı ama bu şah varken İran'da demokrasi yoktu demek değildir, şah dönemi demokrasi yapısı ile şah sonrası şeriat dönemi demokrasiyi incelersek arada bir dağ kadar fark olduğunu görmekteyiz.

Konuştukça daha fazla batıyorsun Barışarock. Önce İran Cumhuriyet'ini kaybetti dedin. Cumhuriyeti İslam "Devrim"iyle kazandığını söyleyince de demokrasi diye lafı çeviriyorsun. Ki bu da son derece vahim. Şah rejimi 20. yüzyıldaki en baskıcı, en işkenceci, en antidemokratik rejimlerden biriydi. İran'da Şah zamanında demokrasinin d'si mi varmış? En son ne zaman seçim olmuş? Hangi yasal partiler varmış, rica etsek?

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...