Jump to content

Kelebek Ömrü


Recommended Posts

257470k2917.jpg

Aşk bir tukudur. Her tutku gibi karşı cinse olan tutku da abartılıdır. Tutku elde edildiğinde abartı ortadan kalkar. Yanılsama son bulur. Gerçeklik duygusu başat hale gelir. Aşk sevdaya evrilir. Ardından da kullanıla kullanıla tüketilir. Maddi gerçekliğe indirgenmemiş, hazzın tatminine dökülmüş her aşkın ömrü kelebek ömrü kadardır.

Aşıklar aşklarıyla birbirlerini yüceltirler. Yere göğe sığdıramazlar. Bardağın dolu tarafını görürler sadece. Bunu görmekle kalmayıp aşkının hiç sahip olmadığı erdemleri yüklerler. Bu karşılıklıdır. Kusurlar ya görülmez ya da önemsenmez.

Ne ki bu yüceltme tavrı aşkın kavuşma ve hazla bütünleşme anından sonra tersine döner. Bardağın bir de boş yanının olduğu tespit edilir ilkin. Aşk hazda tüketildikçe, bu kez de bardağın dolu tarafı görünmemeye başlanır. Gönüllülük ve sevgi ortadan kalkınca, ilişki zorunluluğa dönüşür. Zorunlu her ilişki bir fuhuş ilişkisidir oysa.

Bu nedenle, usumuza nakşedilen büyük aşkların büyüklükleri kavuşamamış olmalarındandır. Eğer onlar da kavuşsalardı, kısa sürede tükenirlerdi. Maddileşen, nesne haline gelen aşk da bir kullanım değeridir çünkü.Yeniden üretilseler bile, hiç bir aşk sonsuzlaşamaz. Ancak varlığını sevdayla/sevgiyle sürdürebilirler. Bunu başarabilenlerse, bir elin parmak sayısı kadar ya varlar ya da yoklar.

http://img39.imageshack.us/img39/1970/kelebekkapak.png

Link to post
Sitelerde Paylaş

Öncelikle bu yazıyı varolan bir düşünce olduğundan ve foruma geldiğimden bu yana her konuda bu düşünceden bir parça gördüğümden üzerinde konuşmak isteyerek eklediğimi belirtmek isterim, yalnız bir pencereden bakılınca görülenler olduğundan ve diğer pencerelerin de açılmasını istediğimden...

Sizin pencerelerinizin de.

Aşkın ve kelebeğin manasını sınırlandırmadan...

tarihinde Serare tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 5 weeks later...

Bu konu altında, ''Kelebek Ömrü'', ''Aşk'', ''Kadın'', ''Erkek'', ''Evlilik'' ve ''Yaşam'' üzerine düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Forumda bazı kimselerin toplumumuzda evliliği de usulü sebebi ile fuhuş ilişkisi olarak nitelendirdiklerini görmüş ve bu düşüncelerine benzer ama farklı bir açıdan olan düşünceleri içeren bu eklentiyi yapmıştım ki bu eklentide usulden ayrı olarak ''Zorunlu her ilişki bir fuhuş ilişkisidir oysa.'' diyordu, yine bir parça okudum Esther Vilar' ın ''Kölenin Mutluluğu Kadının Dünyası Erkeğin Rüyası'' adlı kitabından, paylaşmak istedim çünkü gerçekten farklı bir bakış açısı sunan, belki de bir çok soruya cevap olacak bir alıntı...

Özellikle kadını anlayamayan ve dışarıdan bakıldığında kadının içinde bulunduğu durum için köle yakıştırması yapanların yanılgılarının neler olduğunu ortaya çıkaracak.

''Kadın Nedir?''

Link to post
Sitelerde Paylaş

''Kadın Nedir?''

KADIN

Kimi der ki kadın

Uzun kış gecelerinde

yatmak içindir.

Kimi der ki kadın yeşil bir

harman yerinde dokuz zilli

köçek gibi oynatmak içindir.

Kimi der ki hayalimdir,

Boynumda taşıdığım vebalimdir.

Kimi der ki hamur yoğuran,

Ne o,ne bu,ne döşek,ne köçek,

Ne hayal,ne vebal

O benim kollarım,bacaklarım

Yavrum,annem,kız kardeşim,

Hayat arkadaşımdır.

Nazım Hikmet Ran

tarihinde insanemektir tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

''Kadın Nedir?

Erkeğin tersine kadın, çalışmayan bir insandır. Aslında ona ilişkin söylenecekler bununla kalabilirdi, çünkü temel insan kavramı hem erkeği hem de kadını kapsayacak kadar çok genel, çok hatalı olmasaydı, kadın için söylenecek pek fazla bir şey kalmazdı.

Yaşam insanlara iki seçenek sunar: hayvansal bir varoluş -düşük bir yaşam düzeyi- ve manevi bir varoluş. Kadın kuşkusuz ilkini seçecek ve fiziksel refahı öne çıkaracak, kuluçkaya yatacak bir yer ve engellenmeksizin üreme alışkanlıklarıyla oyalanacak bir ortam arayışına koyulacaktır.

Erkekle kadının aynı zeka potansiyeliyle doğduğu ve cinsler arasında zeka açısından temel bir fark olmadığı kesin bir gerçek olarak kabul edilebilir. Ayrıca, körelmeye, kısırlaşmaya bırakılan her potansiyelin, işlevini yitireceği de çok iyi bilinmektedir. Kadınlar zihinsel kapasitelerini kullanmazlar. Aslında bilerek bu kapasitelerinin bozulmasına göz yumarlar. Birkaç yıllık aralıklı eğitimden sonra, tali (sonradan gelişen) ve geri döndürülemez bir aptallık durumuna yönelirler.

Neden kadınlar kendi zihinsel kapasitelerinden yararlanmıyor? Kadınların kendi beyinlerini kullanmamalarının tek bir nedeni vardır, o da ihtiyaç duymamalarıdır. Yaşamlarını sürdürmeleri için zihinsel kapasiteleri vazgeçilmez değildir.

Teorik olarak güzel bir kadın, bir şempanzeden daha az bir zekaya ihtiyaç duyar ve buna karşılık kimse onu topluma uymayan bir yaratık olarak değerlendirmez.

Olsa olsa en geç 12 yaşına kadar, kadınların çoğu fahişe olmaya karar vermiştir. Ya da başka bir deyişle, kendileri için, bir erkek seçip bütün işi onun yapmasını sağlamaktan oluşan bir gelecek tasarlamışlardır. Bu işlevlerine karşılık olarak kadınlar da erkeğin belli zamanlarda vajinalarını kullanmasını göz yummaya hazırdır. Bir kadın buna karar verdiği anda beynini geliştirmekten vaz geçer. Elbette çeşitli dereceler ve diplomalar alabilir. Bunlar onun erkeklerin gözündeki piyasa değerini arttırır, çünkü erkekler, birşeyleri ezbere bilen bir kadının, ayrıca erkekleri de tanıyıp anlayacağına inanır. Ama cinsler arasındaki iletişim olasılığı da işte bu noktada ortadan kalkar. Yolları sonsuza kadar ayrılır.

Erkeğin tekrar tekrar yaptığı en büyük hatalardan birisi, kadını kendi eşiti olarak, yani eşit zihinsel ve coşkusal kapasiteye sahip bir insan olarak değerlendirmesidir. Kadını gözleyebilir, dinleyebilir, tepkilerine bakarak duygularını yargılayabilir, ama her şeye karşın, kadını sadece yüzeysel belintilerle yargılamaktadır. Çünkü kendi değer ölçülerini kullanmaktadır.

Erkek, kadının yerinde olması halinde ne söyleyeceğini, düşüneceğini ya da yapacağını bilir. Can sıkıcı ilişkiler durumuna baktığı zaman, kadın görünürde amansız bir davranışa girmişse, onun yerinde olması halinde yapacağı şeyi kadının da yapmasına engel olan bir şey olması gerektiğini düşünür. Bu da erkeğin tarafında doğal bir tepkidir, çünkü insanların kendilerini soyut düşünme yetisi olan yaratıklar olarak değerlendirmesi durumunda kendini herşeyin ölçüsü saymaktadır, bunda da haklıdır.

Bir erkek bir kadının yemek pişirme, bulaşık yıkama ve temizlik işlerinde saatler harcadığını gördüğü zaman, bu işlerin onu belki de mutlu ettiği, çünkü tam da onun zeka seviyesine uygun işler aklına hiç gelmez. O anda, bütün bu ön angaryanın, kadını, bir erkek olarak önemli ve arzu edilir bulduğu onca şeyi yapmaktan alıkoyduğunu düşünür; bu nedenle kadının yaşamını kolaylaştırmak ve onu, erkeğin düşlediği yaşam biçimine sürüklemek için otomatik bulaşık makineleri, elektirikli süpürgeler, hazır yemekler icat eder.

Ama hayal kırıklığına uğrayacaktır. Kadın, kazandığı zamanı tarihle, politikayla ya da astronomiyle aktif bir biçimde ilgilenmek için kullanmak yerine, pasta yapar, iç çamaşırlarını ütüler ve oya yapar ya da özellikle maceracıysa banyo duvarını çiçek çıkartmalarıyla bezer. Bu nedenle erkek bu tür şeylerin, varlıklı yaşamın temel öğeleri olduğunu düşünür. Bu fikrin ona kadın tarafından aşılanmış olması gerekir, çünkü erkek, pastanın dışarıdan satın alınmasına da, iç çamaşırının ütüsüz olmasına da, banyo duvarlarında çiçek desenlerinin bulunmamasına da gerçekten aldırış etmez. Kadının bu amaca ulaşmasını kolaylaştırmak ve onu angaryadan kurtarmak için mikserler, mutfak robotları, ütüsüz giyilebilen çamaşırlar ve çiçek süslemeli tuvalet aletleri, fayansları icat eder; ama kadın hâlâ edebiyatla, politikayla ya da evrenin fethiyle aktif ve ciddi bir şekilde ilgilenmez. Onun için yeni bulunan bu boş zaman tam zamanında imdada yetişmiştir. Artık kendisiyle ilgilenebilir; ve elbette entelektüel başarı özlemi ona yabancı olduğu için, o da dış görünüşü üzerine odaklaşır.

Bu aşama bile, erkek açısından kabul edilebilir. Karısını gerçekten sever, onun mutluluğunu dünyada başka her şeyden çok ister: bu nedenle akmayan rujlar, su geçirmez maskara, ütü gerektirmeyen gömlekler, kullanılıp atılan alt bezleri, vb. Geliştirir; hepsinin tek bir amacı vardır. İhtiyaçları bu kadar duyarlı, bu kadar arı olan bu yaratığın sonunda özgürleşmesini umar. Bu özgürlük, kadının, erkeğin düşlediği yaşam düzeyine ulaşması -özgür bir erkeğin hayatını yaşaması- için gereklidir.

Sonra da oturup bekler. Sonunda kadın ona kendi iradesiyle gelmediği için, onu kendi dünyasına çekmeye çalışır. Erkeğin yaşam biçimine alışması için çocukluktan karma eğitimi getirir. Her türden bahaneyi kullanarak, kadını üniversitelere çeker ve yaşamın harikalarına ilgisini uyandırma umuduyla, onu kendi buluşlarının gizemlerine çekmeye çalışır. Kadının, en son erkek kalelerine girmesini sağlar, böylece böylesine emekle kurmayı başardığı yönetim sistemini değiştireceği umuduyla oy hakkını kullanarak gelenekleri kendi görüşleri doğrultusunda değiştirmesi için kadını özendirir, kendi değerlerinden vazgeçer. Belki de kadının dünyaya barış getireceğini de umar, çünkü ona göre kadınlar, başarıdan yana bir güçtür.

Bütün bunlarda öylesine kararlı ve inatçıdır ki, kendini aptal yerine koyduğunu (elbette kendi standartlarıyla) göremeyecek duruma gelir. Kadınlar, olaylara belli bir mesafeden bakma yetisinden yoksundur, bunun sonucu olarak da mizah duygusundan tamame nyoksun kalmaktadırlar.

Hayır, kadın erkeğe gülmez. Olsa olsa sinirlenir. Eski ev ve yuva kurumları, kadının entelektüel arayışların tamamından ve daha iyi iş iddialarından vaz geçmesini haklı çıkarmayacak kadar çağdışı değildir. Ancak ev işleri daha çok mekanize olduğu, yeterince anaokulları açıldığı, ya da erkekler çocukların vazgeçilmez olmadığını anladığı (ki daha önce anlamış olmaları gerekirdi) zaman ne olacağını insan merak ediyor.

Erkek, amansız ilerleme koşusunda bir an durup bu ilişkiler durumunu düşünecek olursa, kaçınılmaz olarak, kadınlara bir zihinsel uyarım duygusu verme çabalarının tamamen boşuna olduğunu görecektir. Kadınların daha zevkli, daha çekici, daha "kültürlü" olduğu doğrudur, ama yaşam beklentileri dahe entelektüel değil, hep maddeci olacaktır.

Kadın, erkeğin üniversitelerinde kendi teorilerini geliştirmesi için öğretilen zihinsel işlemlerden hiç yararlandı mı? Kendine ait orijinal bireysel araştırmalar yapması için ardına kadar açılan araştırma kurumlarından hiç yararlandı mı? Kadınların, kütüphaneleri dolduran o harika kitapları okumadığı erkeklerin kafasına dank etmeyecek mi? Kadın, müzelerde erkeklerin yarattığı harika sanat eserlerine hayranlık duyabilse de, kendisi hiç bir zaman yaratmayacak, sadece kopye edecektir. Kendini özgürleştirmesi için kadınlara yönelik olarak hazırlanan oyunlar, filmler ve görsel gösteriler bile taşıdıkları eğlendirici değeriyle yargılanmaktadır. Devrime giden ilk adımı asla kadınlar atmayacaktır.

Kadını kendi eşiti olarak gören bir erkek, kadının yaşam biçiminin boşunalığını kavradığı zaman, doğal olarak, bunun erkeğin hatası olduğunu, kadının erkek tarafından baskı altına alındığını düşünme eğilimi gösterir. Ama çağımızda kadınlar artık erkeklerin iradesine tabi değildir. Aslında tam tersine. Kadına, özgürleşmesi için her türlü fırsat tanınmıştır ve bunca olandan sonra eğer hâlâ zincirlerini kırmamışsa, bundan tek sonuç çıkar: aslında kırılacak bir zincir yoktur.

Erkeklerin kadınları sevdiği, ama ayrıca küçümsediği doğrudur. Hayatını kazanmak zorunda olduğu için sabah erken kalkıp yeni dünyalar fethetmeye giden (ve ender olarak başarılı olan) bir insan, bu tür arayışlarla ilgilenmeyen bir başkasını mutlaka küçümseyecektir. Bu aşağılama, kadınların zihinsel gelişimini sağlamak için erkeğin giriştiği çabaların temel nedenlerinden birisi bile olabilir. Erkek, kadınlardan utanır ve onların da kendilerinden utanmaları gerektiğini düşünür. Bu nedenle, bir centilmen olduğu için de yardım etmeye çalışır.

Erkekler, kadınların hiçbir hırs taşımadığı, bilgi arzisi, kendini kanıtlama ihtiyaçı hissetmediğihi kavramaktan acizdir; oysa bütün bunlar onun için hayati bir öneme sahiptir. Kadınlar, erkeklerin ayrı bir dünyada yaşamalarına göz yumarlar, çünkü o dünyaya katılmak istemezler. Neden katılsınlar ki? Erkeğin bağımsızlığı onlar için hiçbir anlam ifade etmez, çünkü kendilerini bağımlı hissetmezler. Hatta hiçbir entelektüel hırsları olmadığı için erkeğin zihinsel üstünlüğü karşısında utanma bile hissetmezler.

Kadının erkek karşısında büyük bir avantajı vardır: kadının seçme özgürlüğü vardır: bağımsız bir yaşamla, aptalca, şımarıkça, asalakça bir yaşam arasında seçme yapabilirler. Bu sonuncusunu tercih etmeyen kadınların sayısı çok azdır. Erkeklerinse elbette tercih şansı yoktur.

Eğer kadınlar gerçekten de erkeklerin baskısı altında olduğunu hissetseydi, tıpkı buyurganlardan korkulup nefret edilmesi gibi onlar da erkeklerden korkup nefret ederdi. Erkeğin zihinsel üstünlüğü karşısında utansalardı, durumu değiştirmek için her çareye başvururlardı. Kadınlar gerçekten bağımlı ve kelepçeli olsaydı, elbette tarihin bu en elverişli döneminde kelepçelerini çoktan kırmış olmazlar mıydı?

Dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri olan İsviçre’de (ki son zamanlara kadar kadınların oy kullanma hakkı yoktu), kantonlardan birisinde kadınların oy kullanmak isteyip istemediklerini belirlemek için bir araştırma yapılır. Kadınların çoğunun kadınların oy kullanmasına karşı olduğu ortaya çıkar. Erkekler şoke olur, çünkü dünyalık olmayan bu tutum, yüzyıllar süren erkek egemenliğinin bir başka kanıtı olarak değerlendirilir!

Oysa ne kadar yanılıyorlar! Kadının hissettiği en son şey baskı altında olmaktır. Tersine, cinsler arası ilişkideki en can sıkıcı gerçeklerden birisi, kadının dünyasında erkeğin olmadığıdır: bu nedenle kadının kendini aşağılık ve dolayısıyla isyankar hissetmesine nasıl yol açmış olabilir ki? Her şey bir yana onun erkeğe bağımlılığı sadece, tıpkı bir turistin uçağa, bir café sahibinin kahve makinasına, bir arabanın benzine, bir televizyonun elektiriğe bağlı olması gibi nesnel, "fiziksel" bir bağımlılıktır. Bu tür bir ilişkide can sıkıcı hiç birşey olamaz.

Diğer erkeklerle aynı yanılgıya düşen Ibsen, Doll’s House adlı oyununun, kadın özgürlüğü için bir manifesto olmasını ister. 1880 yılındaki gala gecesi erkekleri gerçekten şoke eder ve erkekler, kadının durumunu düzeltme yönünde daha keskin bir mücadele vermeye and içerler. Bu moda sürerken kadınlar kendilerini özgürleşme mücadelesine kaptırır ve kadına seçme ve seçilme hakkı için hakkı için mücadele eden kadınlar olarak yeni oyunlarının tadını çıkarırlar.

Sartre da daha sonra kadınlar üzerinde derin bir etki bırakmıştır. Kadınlar, Sartre’ın felsefesini ne kadar iyi anladıklarının bir kanıtı olarak saçlarını bele kadar uzatıp siyah süveter ve pantolon giyerler.

Çin komünist lideri Mao Tse-tung bile başarılıydı: Mao modası bütün bir sezon sürmüştü.''

Link to post
Sitelerde Paylaş

BU BİR HATIRLATMADIR

(Eski bir yazımdan alıntı)

Kadınlar üzerine genelde başlık açılmadığından, buraya taşıdım bu yazıyı

Bugün kaç kişi hatırlıyor?

Evden kaçtıktan kısa bir süre sonra yeniden evine dönen, sonrasında başı taşla ezilerek öldürülen; cenazesi, ailesi sahip çıkmadığı için belediye görevlilerince defnedilen 7 aylık hamile Leyla Gök’ü;

Tecavüz edilerek hamile bırakılan, daha sonra “aile meclisi” tarafından idam kararı onanıp öldürülen Güldünya Tören’i;

Berdelle evlendirilen, kocasından dayak yediği için baba evine sığınan, ama “Senin yerin kocanın yanıdır” diyerek sahip çıkılmayan, bunun üzerine evin banyosunda intihar eden Şahe Fidan’ı;

“Namuslarına halel getirdiği” gerekçesiyle kardeşi tarafından yakılan Nurgül Akın’ı;

Erkek çocuk doğuramadığı için sürekli baskı altında tutulan, bu baskıdan kurtulmak amacıyla İstanbul’a kaçan, fakat berdel belası yüzünden makineli tüfekle taranarak öldürülen Gülistan Gümüş’ü;

Hizbullah üyesi eşi tarafından öldürülerek dereye atılan, kanal işçileri tarafından uzun süre sonra (tesadüfen) bulunan cesedine kimlik tespiti yapılamadığı için kimsesizler mezarlığına gömülen, polisin araştırmaları sonucu kimliği ve katili ortaya çıkarılan Medine Kızmaz’ı;

Sevdiği insanla birlikte olmak için evden kaçan, bu sebeple aile üyelerince kurşuna dizilen Hülya Taş’ı;

Hakkında çıkan dedikodular yüzünden eşi tarafından kalbinden bıçaklanarak öldürülen Zehra Karagöz’ü:

Çocuklarıyla birlikte bir evde yaşam mücadelesi veren, fakat bu mücadeleleri erkek kardeşleri tarafından ölümle sonlandırılan iki kız kardeş Aysen Cihangir ve Bahargül Öztürk’ü…

tarihinde insanemektir tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Aşk, bir insandan nefret edip aynı zamanda secde ettirecek kadar garip bir tutkudur. Ben eşek gibi aşık olanlardanım,hesap kitap ilerisini düşünmeden kaptırır giderim yani, sınır tanımam tabi acısıda mutluluğuda bütün bünyemde fena yaşanıyor, doğru insanla herkesin tatması gerek yanlış insanla ise düşman başına netekim değişik birşey hormonlarımız beyin kabuklarımız sağ olsun .

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...