Jump to content

ALLAH AKILLA BULUNUR!


Recommended Posts

Yazdıklarımın arkasında durmadığımı nereden çıkardın ?, yazının sadece son iki paragrafını alıntı yaptım yoksa diğer bütün yazılanlar kendi yazılarım. Hem alıntı yapmak yasak diye bir durummu vardı? eğer yazılanlar kendi görüşlerimle uyum sağlıyorsa neden alıntı yapamıyorum?

Daha önce yazdıklarına yanıt verdik:

http://208.131.134.76/forum/index.php?show...post&p=4299

http://208.131.134.76/forum/index.php?show...post&p=4324

Ama sen ne yaptın, tartışmaya devam etmek yerine başka başlıklar açtın, içlerini kopyala yapıştırla doldurdun. Buraya tebliğe mi geliyorsun, tartışmaya mı?! Tartışmak istiyorsan, yazdıklarının arkasında durur, eleştirilere karşı savunursun. Ya da eleştiriler seni ikna ettiyse açıkça söylersin.

Alıntı yapmak yasak değil. Ama alıntı dışında bir şey yazmaz, kendi cümlelerinle düşünceni savunmazsan herkes seni bir taklitçi, bir papağan zanneder.

Hem senin yazdıklarında öyle bir tutumun varki ben çok okudum, senin gibi eften püften bir insan değilim, ben çok biliyorum, sizin gibi karacahillerle işim olmaz. Ne yapalım çok biliyorsan, çok bilmek doğru fikirlere sahip olmak demek değildir. Bugünün bilim adamları ne söylerse onların dedikleri doğrudur, ben bilimin dışına çıkmam, bilim benim yolum, bilim birşey söylüyorsa akıl kabul etmesede ben bilimin peşinden giderim diyorsun. Anladığım kadarıyla üniversitelerde okumuşsun ve oradan birşeyler öğrenmişsin. Ve yazılanlara sana öğretilen şekilde cevap veriyorsun. Ama her öğrendiğim doğrudur ve orada verilen kurallar, kaideler doğrultusunda herşeyi değerlendiririm dersen asıl cahilliği sen yapmış olursun. Allah akılla bulunur konusunda ılk yazdığım konuya nıye cevap vermedin? İçinden çıkamadın mı yoksa?

Mugalata yapmayalım, somut argümanlarla tartışalım. Diyecek bir şeyimiz varsa da tartışmanın içinde söyleyelim. Ben her öğrendiğim doğrudur, her dediğim doğrudur demiyorum. Şndan şundan dolayı söylediklerin yanlıştır diyorum. Katılmıyorsan, yanlış olduğunu düşündüğün savlarıma karşı neden yanlış olduklarını söylersin..

Her yazdığına yanıt vermek zorunda değilim. Konuyu açan sensin. İster yanıt veririm, ister vermem. Diğer arkadaşların söylediklerini yeterli bulduğum için yanıt vermemişimdir muhtemelen.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 287
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

sonunda kazananın mükafatını alacağı bir sınav olmasa idi Allah zaten Bizi yaratmazdı.ayrıca dediğimin dediğinle de bir alakası yok

Adam kendi diniyle çelişiyor! Önce insan yaratılcı cennete konuldu sonradan gelişen olaylar neticesinde sınav edilmesine karar verildi-- şeklinde anlatılan islam mitolojisi diyanet işleri tarafından güncellendi de biz mi bilmioruz

Link to post
Sitelerde Paylaş
Orada birkaç yönden kainatın neden ezeli ve ededi olmayacağının ısbatı yapılıyor. Kainatta olan sınırlı olmak, muhtac olmak, aciz olmak gibi özellikler ele alınarak neden kainatın ezeli ve ebedi olması gerektiği anlatılıyor. Yanlız benim anlamadığım birşey var? ilk olarak demişsin ki ne var bunda herşey sınırlı ve sonlu. Daha sonrada kainatın ebedi olduğunu söylemişsin. Seninde aklın karışık galiba? Yoktan yaratma nereden çıktı demişsin ?

Hayır ispat filan yapılmıyor. Dayanaksız şekilde, sınırlı olanın ebedi olamayacağı söyleniyor.

İki şeyi karıştırıyorsun: nesneler uzayda sınırlı ve zamanda sonlu. Bir çiçeğin varolmaya başladığı zaman ve yokolduğu zaman var.. Aynı şey, arabalar, insanlar, dağlar, gezegenler, yıldızlar için de geçerli. Ne var ki bu yoktan bir varoluş değil. Yokoluş da ardında hiçbir şey bırakmadan hiçliğe dönüşme değil. Yoktan varolan ve vardan yokolan bir şey görmüyoruz. Bütün gözlemlediğimiz nesneler başka şeylerden dönüşerek varolmaya başlıyorlar ve başka şeylere dönüşerek nesne olarak yokoluyorlar. Yoktan varolma diye bir şeyi hiç kimse, hiçbir zaman gözlemlemedi. Aynı şey, yokoluş için de geçerli. Öte yandan, evrenin kendisi bildiğimiz nesneler gibi bir nesne değil. Tüm nesnelerin kümesine verdiğimiz bir ad. İçindeki tüm nesnelerin zamanla sonlu olması evrenin kendisinin de zamanla sonlu olmasını zorunlu kılmaz. Evren gerçekten de zamanla sonlu olabilir. Ama bunun gerekçesi içindeki nesnelerin bu özelliği oamaz. Çünkü nesnelerin zamanla sonluluğu evrenin kendisinin de böyle olduğunu kanıtlamaz. Ayrıca evrenin ebedi veya ezeli olduğunu da öne sürmüyorum. Senin söylediklerinle bunu kanıtladığın iddiana karşı çıkıyorum. Evrenin gelecek zaman açısından sonsuz (ebedi) olabileceğini, bilimsel gözlemlerin buna işaret ettiğini söylüyorum. Ama bunun da kuşku götürmez bir kanıt olduğunu öne sürmüyorum, bunu da gerekirse açıklayarım söz bir daha oraya gelirse..

O paragrafta komünistlerin iddiasına cevap veriyor.siz diyorsunuz ki Kainatta olan herşey muhtac olsada biraraya gelince birbirlerini tamamlarlar. Ve dolayısıyla madde yıne maddeye muhtaçtır.Doğa üstü bir varlığa ihtiyaç hissetmez. İlk olarak burda ortaya çıkan problem bir yaratana gerek varmı yokmu bunu anlatmak icap eder. Çimdi diyeceksin ki ordan oraya atlayıp durma! Merak etme onuda cevaplayacağım.

A B’ye ve B de C’ye muhtaç ise dolayısıyla A da C’ye muhtaçtır. Bu muhtaçlık silsile halinde böylece devam eder. Birininbir başkasına muhtaç olması onlardan her birinin ezeli olmadığının delilidir. Birbirini tamamlaması veya birinin diğerinin ihtiyacını gidermesi mutlak değil belirli bir oranla sınırlıdır. Yani belirli bir tertibe, düzenlemeye göre olur. Tamamlama işlemi ancak bu düzenlemeye göre olur veya madde, bu düzenleme dışına çıkmaktan aciz kalır, çıkamaz.

İlk olarak demişsinki muhtaç ve aciz olma özelliği biz ınsanlara hastır. Taşın toprağın canımı var? Burada buna söylenecek şey şudur; evet taş toprak, ağaç, çiçek cansız birer varlık olabilirler. Ama onlarda muhtaç ve acizdir. Mesala ağaçtan örnek verelim. Ağaç suya, toprağa ve ışığa muhtaçtır. Bunlar olmadan ağaç canlı kalamaz. Bunlar olmalı ki ağaç ayakta kalabilsin. Ağaç acizdir. Eline alıp bir testereyle onu kessen sana karşı koyamaz. Veya kasildikten sonra kendini tekrar canlandıramaz. Bütün cansız varlıklar hakkında böyle örnekler verilebilir. Şimdi sadece bu örnek bile cansız varlıkların muhtaç ve aciz olduğunu göstermez mi?

Önce şunda anlaşalım. İhtiyaç, muhtaç, acizlik.. gibi kavramlar, düşünen, hisseden, amacı ve istekleri olan insan gibi varlıklar için geçerlidir. Taş bir şey için ihtiyaç hissetmez, çünkü taş hissetmez. Araba gitmek için benzine ihtiyaç duymaz; biz bir yerden bir yere gitmek için arabaya gereksinim duyarız. İhtiyaç (gereksinim) kavramı, amaçlılığı içerir. Gereksinimi olan, amacı olandır. Amacı olmayanın gereksinimi de olmaz. Öte yandan, nedensellik anlamında, yani bir olayın olması için önceden bir takım koşulların yerine gelmesini anlatmak için, gereklilik sözcüğünü kullanırız. Arabanın çalışması, benzini gerektirir. Önce benzin olmalıdır ki, araba çalışsın. Oysa gereksinim, önceki koşula değil, sonraki amaca, olayın olması sonucu yerine gelecek durumun istenmesine işaret eder.

Bu ikisini, alıntı yaptığın yazar gibileri, bilinçli olarak birbirine karıştırır, okuyucunun saflığından yararlanmak isterler. Çünkü önceki koşulların sonraki olayları belirlemesi anlamındaki nedenselliği bilinçli olarak el çabukluğuyla, sonraki tasarlanmış olayların olabilmesi için önceki koşulların bilinçli olarak hazırlanması anlamındaki ereksellikle değiştirmek isterler. Bu atları arabanın arkasına koşmak gibi bir şeydir. Olan biteni tersinden yorumlamak, başaşağı getirmek yani..

Ağacın varolmasının toprağı, suyu, ışığı gerektirmesi evrenin ebedi veya ezeli olamayacağını göstermez. İki nedenden: ağaç yokken varolur ama ağacın malzemesi yoktan varolmaz bir, ağaç bir nesnedir, evren ise tüm nesneleri içeren bir kümedir. Nesnelerin özellikleri zorunlu olarak kümeye maledilemez.

Dolayısıyla, A B'ye muhtaç.. gibi argümanlarla herhangi bir şey kanıtlanmaz. Çünkü en baştan kurulan kurgu yanlış..

Demişsin ki fizikten bi haber bir karacahil daha ısı ile sıcaklığın arasındaki farkı bilmiyor. Bende sana diyorum ki Kendini fiziğe, matematiğe, fomullere, kaidelere o kadar çok kaptırmışsın ki türkçede eş anlamlı kelimelerin olduğunu unutumuşsun.

Orada sana fizik dersi vermiyor. Anlaşılabilecek bir örneği türkçe olarak anlatıyor. Türkçede bazen ısı ve sıcaklık aynı anlamlarda kullanılır. Suyun ısısı kaç-suyun sıcaklığı kaç gibi.

Isı ve sıcaklık eş anlamlı sözcükler değil. Birisi, titreşen parçacıkların kinetik enerjisi formundaki enerjiyi, diğeri de parçacıkların ortalama kinetik enerjilerinin mertebesini ifade ene ayrı kavramlar. Bunları birbirinin yerine kullanmak hatadır.

Ayrıca orada anlaşılabilecek bir örnek anlatılmıyor. Su kaynamak için belirli bir derecedeki ısıya muhtaçtır gibi tamamen yanlış bir ifade kullanılmış. Yukarıda anlattığım gibi, su için muhtaç sözcüğünün kullanılmasının yanlışlığı bir yana, burada ısı sözcüğü yerine sıcaklık konsa da bu ifade yanlış olur. Suyun altına yaktığımız ateşin sıcaklığı yüz derece mi? Doğrusu şu: su sıcak bir kaynaktan ısı aldıkça sıcaklığı yükselir ve -bir atmosfer basınç altında- yüz dereceye ulaşınca kaynar.. Ama böyle anlatınca amaç yerine gelmiyor tabi..

Neyse örneğe dönelim. Örnekte su, ısı ve buzu ele alıyor. Ve sız diyorsunuzki bütün bunlar maddedir. Maddenin bir halden bir başka hale dönüşmesinde ihtiyaç yine maddeyedir. Sonuçta madde başkasına değil yine kendisine muhtaç olmaktadır. Oradada şunu ifade etmeye çalişiyor. Su buhar haline dönüşürken sırf ısıya değil belli bir derecedeki ısıya muhtaçtır. Yani su ancak 100 derecede kaynar, ve sıfır derecedede donar. Öyle değilmi? Buradadamı bir cahillik yaptım yoksa 150 derecedemi kaynıyordu? Diyorki bu belli derecedeki ısıya yani yüz dereceye madde kendi kendinemi karar veriyor. Eğer böyle dersek maddenin kendi kendine hükmettiğini ve seçiminide her defasında aynı şekilde gerçekleştirdiğini söylemiş oluruz.

Suyun kaynadığı noktayı, 1- hava basıncı, 2-suyun içindeki moleküllerin birbirine uyguladığı elektromanyetik çekim kuvveti belirler. Bütün su molekülleri birbirinin aynısıdır ve birbirlerine uyguladığı çekim kuvveti de aynıdır. su ısınındıkça, moleküller daha hızlı titreşir, yani kinetik enerjileri artar. Bu kinetik enerji, moleküllerin çekim kuvvetini yenecek hale geldiğince, artık suyu bir arada tutan kuvvet de kalmamış olur ve sonuç olarak su kaynar. Yani sıvı fazından buhar fazına geçer.

Bende sana soruyorum senin bir aklın var değilmi? Ama aklın olmuş olmasına rağmen vucuduna hükmedebiliyormusun mesela kendi kendine ya ben gözümün rengini beğenmedim dur şunu değiştireyim diyerek hükmedebiliyormusun veya sokağa çıktığında ortalıkta dolaşan bakterileri, mikropları görüp bunların sana bulaşmasını engelleyebiliyormusun? Elbetteki buna cevabın hayır olacaktır. Zira insan aklı olmasına rağmen bırak kendisine hükmedebilmeyi şuanda vucudunda kalbinin, akciğerinin, bağırsaklarının vs. ne durumda olduğundan, dışarıdan gelen bir bakterinin vucudunda dolaştığından bile haberi yoktur. Bu insanın acziyetinin açık bir göstergesidir.

Ne ilgisi var bunların evrenin yoktan yaratılmasıyla, Allah'la?!

Ve diyorsun ki suyun buharlaşmasına içindeki moleküllerden elektromanyetik çekim belirler. Ya tüh tüh ben bugüne kadar bunu nasıl düşünememişim HAYRET DOĞRUSU bu moleküllerin hiç şaşmayan akılları varmış birde mucize göstermesini biliyorlarmış? Yani hükmeden yaratıcı onlarmış (haşa) Bugüne kadar nasıl idrak edememişim. Bugüne kadar demekki kainattaki ölçüleri, kuralları, oranları, düzeni koyan akılsız, şuursuz moleküllermiş. İnsan aciz olduğu gibi kainattaki en büyüğünden en küçüğüne kadar herşey acizdir. Ve aciz olan birşeyin bir şeye karar verip onu değiştirmeye veya ona hükmetmeye gücü yetmez. Buradan bunun madde dışı bir varlığın hükmetmesiyle oluştuğunu senin aklın idrak edemiyor mu?

Moleküllerin hiç şaşmayan akılları değil, bilinçsizce uydukları doğa yasaları dediğimiz kurallar var. Suyun kaynaması veya sıvı halde durması için birilerinin bilinçli olarak karar vermesi, hükmetmesi gerekmez. Suyun bütün molekülleri ortada hiçbir karar, bilinç, algılama olmaksızın aynı koşullarda aynı şekilde davranır. Düştüğün yanılgı, herhangi bir şeyin olması için, ille de birinin bu yönde bir karar vermesi gerekliliği. Böyle bir şey yok. Herhangi bir olayın olması zorunlu olarak birinin tasarlaması, karar vermesi, irade etmesi sonucu değildir. Neden öyle olsun ki?

Link to post
Sitelerde Paylaş

deicide konuşma tarzın okadar seviyeliki sana yetişmekte zorlanıyorum. Allah akılla bulunur yazısının iki bölümünden son iki paragrafı alıntıdır. Diğer yazılanlar ise kendi yazmış olduklarım tekrar etmiş olayımda, çok biliyorsunuz ama biraz anlama kıtlığınız var. Sizin yorumlarınıza cevap vermedim diye papağan yaptınız beni. Burada sırf yorum yazan siz değilsiniz, herkes birşeyler yazıyor ve herkese cevap yetiştirebilmem için bilgisayarın önünden kalkmamam lazım. Ve diyorsunuzki eğer birşey yazıyorsam arkasında durup herkese cevap yetiştirmelisin. Daha konuyu bitirmemişim, yazmak istediklerimin hepsini yazamamışsam kardışımdaki benim ne anlatmak istediğimi anlayamaz. Hem diyorsunuz ki istediğime cevap veririm istediğime vermem, o zaman bende istediğime cevap veririm istediğime vermem derim.

İlk yazdığım konuda ateizmin fıtratla çeliştiği hakkında birşeyler yazdım ve kimse birşey yazmadı, herkes istediğini makaslayıp cevap veriyor. O zaman ben sizden rica ediyorum bu konuda ve son yazmış olduklarım hakkında yorum bekliyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kibarlığın için sağol Mücahide..

Yalnız şu var: tartışma konusunu açan sensin.. İddia sahibisin yani .. Yazdıklarına herkesten yanıt vermesini istemen doğru olmaz. Ama bir şeyler iddia ediyorsan, eğer amacın ikna etmekse, itirazları yanıtlamalısın. En azından, argümanlara dayanan itirazları.. Yani aynı konumda değiliz.

Tabi kıracak değilim seni.. İlk yazdığın başlıkla ilgili yorumlarımı da yapacağım.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Haklısın bende ahlaktan eser bulamazsın! Canımın istediği kurala uyarım istemediğini sallarım.Ben böyleyim.Ama benim kötü olmam ateizmi etkilemez.Bu benim kişiliğim sadece.

Bu çok asice bir yaklaşım... Yaşadığın sosyal çevrenin ahlak kuralları ne olacak? İstedigimi yaparım, ederim muhabbeti hiç bir sosyal sistemde yoktur... Tüm özgürlükler digerinin özgürlük alaının sınırına kadardır...

A:"Ben istedigim konuşurum"

B,C,D,E....Z:"Ben asla küfür duymak istemiyorum, Küfür edenin kafasını kırarım."

Hadi sıkıysa küfür et... :lol:

Link to post
Sitelerde Paylaş

Deicide demiş ki;

Hayır ispat filan yapılmıyor. Dayanaksız şekilde, sınırlı olanın ebedi olamayacağı söyleniyor.

İki şeyi karıştırıyorsun: nesneler uzayda sınırlı ve zamanda sonlu. Bir çiçeğin varolmaya başladığı zaman ve yokolduğu zaman var.. Aynı şey, arabalar, insanlar, dağlar, gezegenler, yıldızlar için de geçerli. Ne var ki bu yoktan bir varoluş değil. Yokoluş da ardında hiçbir şey bırakmadan hiçliğe dönüşme değil. Yoktan varolan ve vardan yokolan bir şey görmüyoruz. Bütün gözlemlediğimiz nesneler başka şeylerden dönüşerek varolmaya başlıyorlar ve başka şeylere dönüşerek nesne olarak yokoluyorlar. Yoktan varolma diye bir şeyi hiç kimse, hiçbir zaman gözlemlemedi. Aynı şey, yokoluş için de geçerli. Öte yandan, evrenin kendisi bildiğimiz nesneler gibi bir nesne değil. Tüm nesnelerin kümesine verdiğimiz bir ad. İçindeki tüm nesnelerin zamanla sonlu olması evrenin kendisinin de zamanla sonlu olmasını zorunlu kılmaz. Evren gerçekten de zamanla sonlu olabilir. Ama bunun gerekçesi içindeki nesnelerin bu özelliği oamaz. Çünkü nesnelerin zamanla sonluluğu evrenin kendisinin de böyle olduğunu kanıtlamaz. Ayrıca evrenin ebedi veya ezeli olduğunu da öne sürmüyorum. Senin söylediklerinle bunu kanıtladığın iddiana karşı çıkıyorum. Evrenin gelecek zaman açısından sonsuz (ebedi) olabileceğini, bilimsel gözlemlerin buna işaret ettiğini söylüyorum. Ama bunun da kuşku götürmez bir kanıt olduğunu öne sürmüyorum, bunu da aşağıda açıklayacağım zaten söz oraya gelince..

Ben kavram kargaşasına girmek istemiyorum. Sonuçta ne ifade edildiği önemlidir. Bana göre sınırlı olmak; hem nesnelerin hacmi açısından, hemde ezeli ve ebedi olmaları açısından aynı anlama gelir. Isı ve sıcaklıkta olduğu gibi. Yoktan var olan birşey görmüyoruz, diyorsunuz. Bunu kainatın oluşmasından, yokoluşuna kadar olan zaman için senin açından söyleyebilirsin. Yani ben şunu anladım, kainatın bir başlangıcının olduğunu kabul ediyorsun "bildiğim kadarıyla bu bilimsel açıdanda kanıtlandı (big bang teorisi)" ama sonunun olup olmayacağı konusunda emin değilsin. Şuan yaşadığımız kainatta hiçbirşey yoktan var olmuyor doğru (Allah yaratıyor) neyse sen inanmadığın için seni bağlamaz bu, mesela bir ağaca ol dediğin zaman olmuyor. Ağacın oluşabilmesi için en azından tohuma, toprağa, suya ihtiyaç var. Bütün bunlar kuralına göre işlerse oluyor. Bende zaten bunların yoktan kendi kendini yarattığını söylemedim. Diyorsunki canlılar, nesneler sınırlı ama bu tekil nesne ve canlı için geçerli. Tekil nesneler veya canlılar yokoluyor ama onların türleri devam ediyor. Yani insan ölüyor onun yerine bir başka insan geçiyor veya dağ, taş, yıldız sonlanıyor ama dağ, taş, yıldız yokolmuyor. Aynı zamanda evren bir nesne değil nesnelerin tamamına verilen ad demişsin. Bunlar doğru ama anlamadığın bir nokta var. Muhtaç olma ve sınırlı olma özelliği ile ilgili, evrendeki her nesnenin sonlu olduğunu kabul ediyorsun ve evrende sonlu ve ezeli olmayan varlıklardan oluşuyor öyle değil mi? Şimdi bir toplama yapacak olursak ; sonlu ve ezeli olmayan yıldız artı sonlu ve ezeli olmayan dağ, taş, canlı milyonkere artı, milyarkere artı eşittir sence sonlu ve ezeli olmayan varlıklarmı? Yoksa sonlu ve ezeli olan varlıklar yani kainat mı? Benim bildiğim milyarkere trilyonkere sınırlı artı gene sınırlı dır. Yani nitelik aynıdır, nicelik çoğalmıştır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bir akidenin doğruluğu şuradan anlaşılır:

1.Akla dayalı olması (yani aklın kanaat getirmesi).

2.Fıtrata uygun olması (insanın yaratılışında olan özelliklere ters düşmemesi)

3.Kalbin itminan bulması (akla dayanan ve fıtrata ters düşmeyen akide/inanç kalbede güven verir).

Bunlardan ilkine katılıyorum, iki çekinceyle. Eğer bir sav doğru ise, akla uygun olmalıdır. Ya da en azından akla uygun olan, yani içinde çelişki olmayan bir savı tutarlı olarak öne sürebiliriz. Eğer aklımızdan kuşkulanacaksak, o zaman herhangi bir konuda düşünmenin, tartışmanın, bilgi sahibi olmanın olanağı kalmaz. Bu doğrunun her zaman mutlaka çelişik olmamasını kesin olarak kanıtlamaz-birinci çekincem bu- ama eğer ortada bir tartışma, b,r fikir, bir sav söz konusu olacaksa bu mutlaka aklın onayladığı bir şey olmalıdır. İkinci çekincem, bunun tersinin doğru olmadığı.. Yani her gerçeğe akıl yoluyla ulaşılmaz. Bunun garantisi yoktur. Yani ortada bir gerçek varsa mutlaka buna akıl yolu ile ulaşılır diye bir şey söylenemez.

İkinci ve üçüncü ise apaçık hatalı. Gerçek, bizim isteklerimizden, arzularımızdan, özlem ve korkularımızdan bağımsızdır. Her gerçek mutlaka bizim işimize gelen bir şeydir denemez. İnsanın varoluşsal özelliklerine ters düşen gerçekler de olabilir; hatta bir çoğu öyledir. Ama eğer onları değiştirebilme şansımız olacaksa, bu mutlaka önce nesnel gerçekliği olduğu gibi kabul etmekten geçer.

Allah’ın varlığını bulabilmek için kainata bakmaya, onlardaki özellikleri ve bu özelliklerin bir yaratana ihtiyacı olup olmadığını anlayabilmek için aklın esas alınması zarureti vardır. Çünkü akide ancak yakin olandan, şek ve şüphe içermeyenden oluşması gerekir. Bunun tek yoluda aklı esas almak ve ona uygun olmasını sağlamaktır. Zaten islamda iman edilirken üç yerde akıl esas alınır. Bunlar Allah’ın varlığı ve birliği, peygamberlere olan ihtiyaç, Kur’an’ın Allah’tan olması konularıdır.

Bunların akıl ile kanıtlanabileceğini sanmak hatalıdır. Çünkü akıl yolu ile kanıtlanan her şey bir totolojidir. Doğruluğunu kendi içinde barındıran önermeler kanıtlanabilir ancak. Bunlar ise, matematik ve mantığa ait önermelerdir.

Öte yandan, Allah'ın ve din akidelerinin akıl yolu ile kanıtlanabileceğini öne sürmek İslam'a da aykırıdır. Çünkü kanıtlanmış bir şeye inanmanın ek bir değeri yoktur. İslam'a göre aslolan imandır. Kanıtlanmış, doğruluğu hiçbir kuşkuya yer bırakılmaksızın gösterilmiş bir şeye inanmak marifet değildir. Kanıtı apaçık olan her şeye herkes inanır. Bu yüzden Gazali, dini akıl yolu ile kanıtlamaya çalışma çabalarının yersiz ve boşa uğraş olduğunu, böyle bir amaçla yola çıkan felsefenin ise tam tersine imansızlığa götüreceğini söylemiştir.

İnsan’ dan başlayacak olur isek; insanın nasıl bir varlıktır ne gibi özellikleri vardır diye soracak isek ‘işte etten kemikten bir varlıktır’ dersek elbet tarifini yapmış olmayız. İnsan etten ve kemikten oluşmakla birlikte onda iki tane hayat enerjisi vardır. Yani onda fıtri olarak bulunan ve asla değiştiremeyeceği özellikler vardır. Bunlar organik ihtiyaçlar ve içgüdülerdir.

Organik ihtiyaçlar doyurulması gereken, doyurulmadığı takdirde ölüme sebebiyet veren hayati önem taşıyan ihtiyaçlardır. Misalen; yemek yemek, uyumak, susamak vs.

İçgüdüler ana başlık olarak üç bölümde toplanır.

Nevi içgüdüsü (türeme içgüdüsü)

Beka içgüdüsü (ölümsüzlük içgüdüsü)

Tedeyyün içgüdüsü (dindarlık içgüdüsü)

Nevi içgüdüsü ; erkeğin kadına ilgi duyması veya tamtersi, annenin çocuğuna şefkat duyması, sevgi, merhamet vs. Gibi duygulardır Bütün burda sayılan veya sayılmayan duygular nevi içgüdüsünün tezahürüdür.

Beka içdüsü; hiç ölmeyecekmiş gibi yaşama hissiyatıdır. Bu yüzden insan ölmemek için çalışır, para kazanır. Açıkta kalmamak için kendine mesken bulur. Veya insan kendisine ölüm isabet edecek şeylerden korkar, uçurumdan düşmekten, boğulmaktan, vahşi bir hayvandan korkar. İşte korkuya kapılmak, endişelenmek vs.gibi duygular beka içgüdüsünün tezahürüdür.

Bunlarda ilk ikisini evrim kuramı açıklar. Evrim kuramına göre, ancak soylarını devam ettirme yeteneğine sahip türler hayatta kalabilir. Ölümden kaçınmayan, temel dürtülere sahip olmayan organizmalar şans eseri arada ortaya çıktıysa bile bunlar, bu özellikleri taşıyanlara göre dezavantajlıdırlar ve bu özellikleri taşıyanlar zamanla daha fazla çoğalarak diğerlerinin yerini almışlardır.

Dindarlık içgüdüsü ; insanın acziyetinden kaynaklanan bir içgüdüdür. İnsan herkesin kabul ettiği gibi aciz bir varlıktır. Ve acizliği onda kendisinden daha büyük güce sahip olduğuna inandığı birşeylere sığınma, yardım isteme, birşeylerin uğur getirdiğine inanma, takdis etme gibi duygulara neden olur. Çünkü insan tek başına herşeyin üstesinden gelemez hatta bir çok şeyin. Misalen uçak yolculuğu yapan bir insanı düşünelim; uçak havada olduğu esnada bir arıza meydana gelse ve pilot uçağın düşmekte olduğunu söylese o esnada insanın yapabileceği hiçbirşey yoktur ve başka bir insanda ona yardım edemez. İşte o anda insanda dindarlık içgüdüsü tezahür eder.

Birincisi böyle bir şey bir içgüdü değil, sonradan öğrenilen kültürel bir olgudur. Ayrıca herkes bu yazarın sandığı gibi de değildir. İkincisi, her insanda böyle bir duygu veya içgüdü bulunduğu kabul edilse bile, bu bunun yersiz olmadığını, doğru olduğunu, gerçeğe tekabül ettiğini göstermez.

Yine de evrimsel olarak temel bir inanma içgüdüsüne sahip olduğumuz söylenebilir. Annemize ve en yakın akrabalarımıza güvenmek, bunların bize şefkat duyması gibi evrimsel olarak yaşama ve genlerimizi sonraki kuşaklara aktarma şansımızı arttırır. Sonuçta, annesi "kaç bir şey geliyor" dediğinde hiç kuşkuya düşmeden inanıp annesinin dediğini yapan, "acaba annem yanılmış olabilir mi, dur bakayım bir de ben anlayayım" diyene göre daha avantajlı olacaktır. Anne doğruyu söylemekle avantajlıdır: genlerini taşıyan çocuğu bunları gelecek kuşaklara aktarmakta daha başarılı olacaktır. Çocuk anneye kuşku duymadan inanmakta haklıdır: hayatta kalma ve yine gelecek kuşaklara genlerini aktarma şansı artar. Sonuçta bizim annemize ve yakın çevremize inanmamızı sağlayan genetik özellikler seçilir.

Dawkins, özelliğin yan ürününün din olduğunu öne sürüyor. Ona göre, bu kuşku duymadan inanma davranışı, topluluk halinde yaşayan insanlarda daha deneyimli olan yaşlılara da güvenme sonucunu doğurur. Sonuçta hangi bitkinin zehirli, hangisinin yararlı, neyin hastalıklara iyi geldiği gibi hayati bilgiler, her kuşakta tekrar tekrar sınanmaya gerek duymadan aktarılacak ve birikecektir. Dinin yan ürün olmasının nedeni, bu özelliğin, doğru ile yanlışı, gerçek deneyime dayanan ile hayal ürünü olanı ayırdetme garantisi taşımadığıdır. Sonuçta hayati yararı olan bilgilerle pek de zararı olmayan hayal ürünü efsaneler, birbirleriyle karışık olarak kuşaktan kuşağa aktarılarak birikecek ve sonuçta bunlardan hayal ürünü olanlar kurumsallaşarak dini oluşturacaktır.

Açıkçası Dawkins'te doğruluk payı olduğunu kabul etmekle birlikte, toplumsal bir olgunun salt genetik yollarla açıklanabileceği düşüncesine ihtiyatla yaklaşılması gerektiğini düşünüyorum.

Ve her insan ister ateist olsun, ister putperest olsun veya müslüman olsun kendinden daha fazla güce sahip ve onu içerisine düştüğü güç durumdan kurtarabilecek olduğuna inandığı birine sığınma ve yardım isteme ihtiyacı duyar. Dindarlık içgüdüsü sırf insan zor durumda kaldığında ortaya çıkmaz. Gündelik hayatta da tezahür eder. Gene misal verecek olursak müslümanım deyipte islamdan uzak yaşayan insanlar dahi bir işe başladıklarında besmele ile başlarlar. O işte gücünün yetmeyeceği kaza, bela, hastalık vs. Gibi durumlarla karşılaşmamak için. Ve şurası çok ilginçtir ben bir yaratıcıya inanmıyorum ben ateistim diyen kişiler kendilerinde var olan dindarlık içgüdülerini birşeylerin kendilerine uğur getirdiğine inanarak tatmin ederler. O yüzden bazıları yanında kendine yardım edeceğine inandığı hergüne ayrı renkte taşla dolaşır. Bazıları çok istedikleri bir işi gerçekleştirmek istediklerinde üzerlerine uğur getirdiğine inandığı kazağı, elbiseyi, ayakkabıyı giyer. Bazıları ilah yoktur der ama bir artisi, sanatçıyı, şarkıcıyı ilahlaştırır vs. Bunun gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür. Kısacası insanda saymış olduğumuz bu özellikler gün gibi aşikar ve inkarı mümkün olmayan fıtri özelliklerdir.

Dikkat edilecek olursa yazar, bu içgüdünün Allah ve Kuran inancını doğrudan doğurduğunu öne süremiyor. Çünkü eğer öyle olsaydı zaten tartışma zemini olmazdı. Herhangi bir inançtan, herhangi bir şeye duyulan kuşkusuz güvenden söz ediyor. İnanç ve güven bizim acizliğimizden kaynaklanabilir. Bu onların doğru değil, yanlış, mutlak değil, bize göre olduklarını destekler. Zaten yazarın verdiği örneklerin çoğunluğu, asılsız, boş inançları konu ediyor. Yanlış, asılsız, hurafe olandan doğru ve hakiki olana ulaşılamaz.

Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın her insan yer, içer, uyur, karşı cinse ilgi duyar, ölmekten korkar ve acizliği yaratıcı yoktur desede tapınma içgüdüsünü doğurur. Çünkü insan birşeylere inanmadan, sığınmadan, yardım ettiğini düşünmeden yaşayamaz. Birşeylere inanmadan yaşayabilmesi için aciz olmamasi gerekir. Ama aciz olmak kainattaki her varlığın kaçınılmaz özelliğidir. Ve tarihten bu yana hala insanlar hep doğru veya yanlış birşeylere inanırlar ve bu şekilde kendilerini tatmin ederler. İşte dindarlık içgüdüsü insanın fıtratında varsa ve değiştiremeyeceği bir özellikse komünizm veya ateizm dindarlık içgüdüsünü inkar eder. Ve insanda aslında var olan özelliği inkar etmiş olur. Dolayısıyla fıtratla çeliştiği için komünizm veya ateizm fıtrata aykırı birer akidesi olan ideolojidirler.

Bilimsel dünya görüşü, doğrunun olduğu gibi bilince çıkarılması gerektiğini öne sürer. Bunların bizim işimize gelenler olması gerekmez. Gerçek her ne ise ona ulaşmak, uzun vadede boş hayallerin peşinden gitmeye üstün gelecektir. Çünkü insan pratiğine uyan, insana yarar getiren ancak dooğru olan olabilir. Arzularımız gerçeği belirlemez. Arzularımızı hayata geçirmenin yolu, gerçeğe ulaşmak, onu analiz edip, değiştirmek için ne yapılması gerektiğini bulmaktır. Gemiler duayla yüzmez, uçaklar umutla uçmaz. İnsanlık pratiği, gerçeğin insan arzularından bağımsız olduğunun, onu ortaya çıkarıp insan amaçları doğrultusunda kullanmanın yolunun gözlem, deney, tekrar gözlem, yanlışların acımasızca ve titizlikle elenmesinden geçtiğinin, hayali varlıklardan inayet beklemektense emek harcayarak istediğini zorla söküp almak gerektiğinin muazzam bir kanıtıdır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

demişsin ki ;

Suyun kaynadığı noktayı, 1- hava basıncı, 2-suyun içindeki moleküllerin birbirine uyguladığı elektromanyetik çekim kuvveti belirler. Bütün su molekülleri birbirinin aynısıdır ve birbirlerine uyguladığı çekim kuvveti de aynıdır. su ısınındıkça, moleküller daha hızlı titreşir, yani kinetik enerjileri artar. Bu kinetik enerji, moleküllerin çekim kuvvetini yenecek hale geldiğince, artık suyu bir arada tutan kuvvet de kalmamış olur ve sonuç olarak su kaynar. Yani sıvı fazından buhar fazına geçer.

Suyun nasıl kaynamaya başladığını ayrıntılı birşekilde anlatmışsın. Ama çok doğal bir şekilde oluyor işte hepsi görevini yerine getiriyor diyorsun. İşte komünistler herşeye madde gözü ile baktıkları için ki "aklı bile maddenin beyne yansıması olarak görüyorlar" madde dışında bir varlığın olabileceğini tasavvur edemiyorlar. Bu moleküllerin bilinçsizce doğa kanunlarına uyduklarını yazmışsın. Doğa kanunu ne, kim koyuyor bu kanunu ? Neden su 100 dereceye geldiğinde kaynıyorda 150'de kaynamıyor. Niye her defasında hiç şaşmadan bu kanun işliyor. İnsandan örnek vermiştim

Bende sana soruyorum senin bir aklın var değilmi? Ama aklın olmuş olmasına rağmen vucuduna hükmedebiliyormusun mesela kendi kendine ya ben gözümün rengini beğenmedim dur şunu değiştireyim diyerek hükmedebiliyormusun veya sokağa çıktığında ortalıkta dolaşan bakterileri, mikropları görüp bunların sana bulaşmasını engelleyebiliyormusun? Elbetteki buna cevabın hayır olacaktır. Zira insan aklı olmasına rağmen bırak kendisine hükmedebilmeyi şuanda vucudunda kalbinin, akciğerinin, bağırsaklarının vs. ne durumda olduğundan, dışarıdan gelen bir bakterinin vucudunda dolaştığından bile haberi yoktur. Bu insanın acziyetinin açık bir göstergesidir.

demişsin ki;

Ne ilgisi var bunların evrenin yoktan yaratılmasıyla, Allah'la?!

Bak insan aklı olmasına rağmen kendi kanununu koyamıyor, kendine hükmedemiyor öyleyse akıl şunu sormaz mı ya benim aklım var hükmetme gibi bir yetkim yok ama bilinçsiz akılsız moleküller kendi kendilerine hükmediyorlar ve ne hikmetse hiç şaşmıyorlar . İnsanı o yüzden burda zikrettim. Şimdi burda dersen ki moleküller hükmetmiyor. Doğa kanununa mecburen boyun eğiyorlar. Bu maddenin dışında başka bir gücün varlığını kabullenmektir.O zaman kendinle çelişmiş olursun. Şimdi burda şunuda söyleyebilirsin doğa kanunu dediğimiz şey maddeden kopuk birşey değil. O zaman bunun tarifini yapman lazım. Ayrıca madde denilen şey aynı özellikleri üzerinde barındırıyorsa doğa kanunu denilen şeyde bir maddeyse onunda hükmetme yetkisi olmaması gerekir. Bütün bunlar hem raslantı sonucu olmuş olsa idi bir karmaşa olması gerekmezmiydi? Su bir 100'de bir 150'de, bir 200'de vs. kaynaması bir kafasına göre kurallar koyması gerekmezmiydi?

Link to post
Sitelerde Paylaş
Ben kavram kargaşasına girmek istemiyorum. Sonuçta ne ifade edildiği önemlidir. Bana göre sınırlı olmak; hem nesnelerin hacmi açısından, hemde ezeli ve ebedi olmaları açısından aynı anlama gelir.

Ama bunları titizlikle ayırt etmezsek o zaman kavram kargaşası içinde oluruz. Bir nesnenin uzayda sınırlı olmasıyla zamanda sonu olması aynı şey değildir. Uzayda sınırlı olan bir nesnenin zamanda sonlu olmasını zorunlu olarak gerektiren bir şey yok. Tersi de doğru. Mantıksal olarak bir şeyin uzayda sınırsız, zamanda sonlu olması da mümkündür, her ne kadar böyle bir şeye somut bir örnek veremiyorsak..

Ama soyut dünyada bunun örneği çok. Bu nesnel dünya da böyle olduğunu kanıtlamaz ama böyle bir şeyin mantıksal olarak olanaklı olduğunu gösterir..

Yani ben şunu anladım, kainatın bir başlangıcının olduğunu kabul ediyorsun "bildiğim kadarıyla bu bilimsel açıdanda kanıtlandı (big bang teorisi)" ama sonunun olup olmayacağı konusunda emin değilsin.

Bildiğimiz evrenin bir başlangıcı olduğunu söylüyor bilim.. ama bunun öncesi hakkında herhangi bir şey söyleyemiyor, çünkü planck zamanı dediğimiz çok kısa bir süre öncesinde ne olduğunu bilmemizin bir yolu yok. En azından şimdiki bilgilerimiz açısından bunun yolu yok. Ama bu ondan öncesinin mutlak yokluk olduğunun kanıtı değil. Çünkü bilmiyoruz. Bilinmeyen bir şeyden de bilinecek bir şey çıkmaz. Ondan öncesine ait ancak spekülasyon yapabiliriz. Bir bakış açısına göre zaman da evrenle birlikte başladı. Yani evrenin varolmasının öncesi diye bir zaman diliminden söz edemeyiz. Bu, "kuzey kutbunun daha kuzeyi" gibi anlamsız bir şey bu bakış açısına göre.

Öte yandan, evrenin sonunun olmayacağı, bilime göre hemen hemen kesin gibi. Evren giderek artan bir hızla genişliyor ve bu genişlemeyi durdurmaya yetecek toplam kütleye sahip değil. Bu da sonsuza kadar evrenin genişleyeceğini ve bunun bir sonu olmayacağını gösteriyor. Tabi bu da mutlak kesinlikte bir şey değil. İleride henüz bilmediğimiz bir şeyler keşfedilmeyeceğinin ve bu bilginin değişmeyeceğinin kesin bir garantisi yok.

Ama şurası önemli: kimse evrenin bir başlangıcı var, o zaman mutlaka bir sonu olmalıdır gibi bir şey söylemiyor. Çünkü başlangıcı olmak sonu olmayı gerektirmiyor. Nasıl doğal sayılar 0'dan başlayıp sosuza kadar gidiyorsa ve bu da başlangıcı olan bir şeyin sonu olmayabileceğini mantıksal olarak gösteriyorsa, aynı şey evren için de geçerlidir. Tekrar ediyorum: doğal sayıların böyle bir özelliği olması, evren için de aynı özelliğin geçerli olmasını kanıtlamaz. Ama başlangıcı olan bir şeyin mutlaka sonunun olacağını çürütür.

Muhtaç olma ve sınırlı olma özelliği ile ilgili, evrendeki her nesnenin sonlu olduğunu kabul ediyorsun ve evrende sonlu ve ezeli olmayan varlıklardan oluşuyor öyle değil mi? Şimdi bir toplama yapacak olursak ; sonlu ve ezeli olmayan yıldız artı sonlu ve ezeli olmayan dağ, taş, canlı milyonkere artı, milyarkere artı eşittir sence sonlu ve ezeli olmayan varlıklarmı? Yoksa sonlu ve ezeli olan varlıklar yani kainat mı? Benim bildiğim milyarkere trilyonkere sınırlı artı gene sınırlı dır. Yani nitelik aynıdır, nicelik çoğalmıştır.

Evren, onu oluşturan nesnelerin özelliğine sahip olmak zorunda değildir. Evrendeki her şeyin başının ve sonunun olması, evrenin kendisinin zorunlu olarak başı ve sonu olması gerektiğini göstermez. Bir küme, bütün üyelerinin sahip olduğu bir zelliği taşımak zorunda değildir. Böyle bir şeyi öne sürmek, kız lisesinin dişi olduğunu, adet gördüğünü söylemek gibi mantıksal bir hata olur.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Nevi içgüdüsü (türeme içgüdüsü)

Beka içgüdüsü (ölümsüzlük içgüdüsü)

Tedeyyün içgüdüsü (dindarlık içgüdüsü)

Biz lisede farklı öğrenmiştik bunları

1. Yaşama iç güdüsü

2. Cinselik - Ve neslin devamı

3. Annelik üç güdüsü

En kuvvetliden en zayıfına doğru olanlar budur. Sıralamanın bir üstünde ki karşılanmadığı sürece alt öncelikli içgüdüler baskılanır. Hatta bu baskılama sadece psikolojik bilişsel altbenlik ile değil fizyolojik olarak ta olur. Vücüdun fonksiyonel bütünlüğü ve varlığı tehlike altına girdiği zaman cinsellikle ilgili hormonların düzeni bozulur erkekte libido-ereksiyon kaybı bayanlarda adet görmemeye kadar varan fizyolojik düzenlemeler olur. Buradaki amaç vücüt için gerekli enerji kaynaklarının düzenlenmesi ve öncelikli olan için ayrılmasıdır. Bu saydıklarımız sadece insan için değil tüm memeli canlılar için geçerlidir. Memeli olmayan diğer türler için 2. ve 3. daha değişiktir.

"Tedeyyün içgüdüsü" bir temel içgüdü olamaz. Temel İçgüdüler engellenmesi mümkün olmayan ve engellendiğinde vücüdun bütünlüğü veya varlığının sonlanması yada karşı duyulamayan bir anxiyete ve bunun giderilenmesi için çözüm arama çabası şeklinde sonuçlanır. Ateizmlerde bu bahsetiğn içgüdü yoktur ve herhangi bir bilişsel foksiyonel fizyolojik rahatsızlık oluşturmaz. O zaman buna temel içgüdüler arasına sokamazsın. Ama din duygusu evrimsel olarak insan içerisinde yerleşmiştir. İlkel atalarımızda kabile hayatında bir karizmatik lider ve onun öğretisine büyüsel töresel kalıplarını benimseme ve bağlanma insanın doğal yapısıdır. Buda yine kabile içerisinde yakınlaşma bir arada hareket etmesini sağlar ki bir arada duran kabileler doğa karşısında daha şanslıdır ve yaşamda kalma yetenekleri artar işte bu yüzden bu evrimsel bir yatkınlıktır ve çok zayıf etkidir diğerlerine göre. Ama bu duygu herşeyin yaratıcısı mutlak bir allahı arama şeklinde amaca hizmet etmez.

Zaten anladığım kadarıyla yazdıkların nurcu bir yayının benzer üslub ile yazılmış ve hayatı boyunca bilimsel yayın okumamış inananları kandırmak için yazılmıştır.

Yayından aynı copy-paste mi ettin yoksa sen mi yazdın bilmiyorum. Eğer sen yazdıysan "Nevi içgüdüsü (türeme içgüdüsü)" 'sünü başa almandan bekar bir bayan olduğunu çıkartabiliriz. Eğer aynen copy paste ettiysen bu biraz ciddi ve düşündürücü ve propaganda maksatlı yapıldığı belli oluyor. Önceki topiklerde din hocasının okulda sorduğu olay sorusuna çok benziyor. Yada yazan kişinin bir lise psikoloji kitabına bakıp içinden bir kaç terim çekip sonra kendi kafasına göre önemli olanları yada önemli OLMALILARI sonuna içgüdü kelimesini ekleyerek yazmış. Sen yazdıysan sorun yok sana buradan dini bütün teist arkadaş bulur eveririz hem sevap işlemiş oluruz. Ama copy-paste ise bana dinin bilimsel verileri okurken ve yorumlarken ne kadar taraflı ve propoganda amaçlı yazdığını gösteriyor. Düşündürücü bir konu.

Bir akidenin doğruluğu şuradan anlaşılır:

1.Akla dayalı olması (yani aklın kanaat getirmesi).

2.Fıtrata uygun olması (insanın yaratılışında olan özelliklere ters düşmemesi)

3.Kalbin itminan bulması (akla dayanan ve fıtrata ters düşmeyen akide/inanç kalbede güven verir).

2. fıtrata kuranın insan fıtratına ters düşmemesi acaba bunun muhammed tarafında yazıldığını güçlendirmez mi? Bence bu 2. nolu fıtratı çıkartın birkaç akıllı teist çıkıp bunu sorgularsa sizin propoganda malzeminiz yanabilir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Suyun nasıl kaynamaya başladığını ayrıntılı birşekilde anlatmışsın. Ama çok doğal bir şekilde oluyor işte hepsi görevini yerine getiriyor diyorsun. İşte komünistler herşeye madde gözü ile baktıkları için ki "aklı bile maddenin beyne yansıması olarak görüyorlar" madde dışında bir varlığın olabileceğini tasavvur edemiyorlar. Bu moleküllerin bilinçsizce doğa kanunlarına uyduklarını yazmışsın. Doğa kanunu ne, kim koyuyor bu kanunu ? Neden su 100 dereceye geldiğinde kaynıyorda 150'de kaynamıyor. Niye her defasında hiç şaşmadan bu kanun işliyor. İnsandan örnek vermiştim

Ortada görev filan yok Mücahide.. Antroposentrik, yani insan merkezli kavramlardan kaçınalım. Moleküller küçük birer insan değil. Görevleri filan da yok. Böyle görev, ihtiyaç, istek.. gibi insana özgü kavramları cansızlara atfetmek belki çocuklara bir şey anlatmakta yararlı olabilir ama felsefi, bilimsel konuları konuşurken hatalara neden olur.

Her molekül, bir mıknatıs gibi davranır. Bir tarafı diğer bir molekülün bir tarafını iter, diğer bir tarafı da diğer bir molekülün diğer tarafını çeker. Bu neden olur? Çünkü yüklü parçacıklar diğer yüklü parçacıkları yüklerine göre çeker veya iter. Molekülü oluşturan atomların çekirdek ve elektronları da yüklü olduğu için, bu özellikleri gösterirler. Atomun içindeki proton sayısına göre elektronlar belirli yörüngelere yerleşirler ve en dış yörüngedekilerin sayısı, atomun temel elektromanyetik özelliklerini belirler. Hangi atomun hangi atomla nasıl bağ kuracağını, hangi uzaklıkla birbirleriyle nasıl etkileşeceğini de bu belirler. Tüm bunların temel nedeni, birim yük taşıyan parçacıktaki elektromanyetik kuvvetin uzaklıkla değişen değeridir.

Doğada dört temel kuvvet bulunur: protonların yapı taşı olan kuarkları birbirine bağlayan güçlü kuvvet, ki bu atom çekirdeklerinin bir arada durmasını sağlar; parçacıkların bozunmasına neden olan zayıf kuvvet, ki radyoaktif atomlarda nükleer tepkimelerin oluşmasını sağlar; yüklü parçacıkların birbirini çekme ve itmelerini sağlayan elektromanyetik kuvvet, ki bu dokunduğumuz şeylerin sertliğini, nesnelerin içine girilmezliğini sağlar; kütleleri birbirine çeken kütleçekim kuvveti, ki bu da yıldızların, galaksilerin bir arada durmasını, bizim Dünya üzerinde durmamızı sağlayan kuvvettir. Gündelik hayatta en çok yüzyüze geldiğimiz ikisi, elektromanyetik ve kütleçekim kuvvetleridir.

Bu dört kuvvet, evrendeki bütün olayların temelinde bulunur: yıldızların parlamasından, gezegenlerin yörüngelerine, fotosentezden, yediğimiz besinlerden enerji sağlamamıza, içtiğimiz ilaçların etkilerinden, volkanların patlamasına kadar her şeyin.. Bu dört kuvvet aracılığıyla oluşmayan hiçbir olay yoktur bütün evrende. Ne varsa, ne oluyorsa, bu dört kuvvet ile olur. Doğa yasaları dediğimiz her şey, bu dört kuvvetin ve bir avuç temel parçacığın değişik düzeylerde etkileşiminden ibarettir.

Parçacık hızlandırıcılarında yapılan deneyler, bu dört kuvvetin yüksek enerji düzeylerinde birbirleriyle birleştiğini göstermektedir. Yani çok yüksek hızlı parçacıklarda, önce zayıf ve elektromanyetik kuvvetler tek bir kuvvet haline gelir, daha sonra da buna güçlü kuvvet katılır. Yani bu üç kuvvet, değişik koşullarda değişi etkiler göstern tek bir kuvvetin farklı yüzleridir. Ancak bizim ulaşabildiğimiz enerji düzeylerinde henüz kütle çekim kuvvetinin bu üçlüye katılmadığını biliyoruz. Daha yüksek düzeylerde bunun da katılıp, her şeyin temelinin tek bir kuvvete indirgenip indirgenemeyeceğini ise henüz bilmiyoruz..

Peki bu kuvvetler nereden gelmektedir, neden vardırlar? Neden temel değerleri bizim ölçtüğümüz değerdedir?.. Bilmiyoruz. Bu kadar basit! Bunları gözlemliyoruz ama neden varolduklarını bilmiyoruz. İleride belki bilebileceğiz, belki de bu bizim erişimimizin ötesinde ve hiçbir zaman insanlık bunu çözemeyecek.

Bunların daha basit temelini açıklamak üzere bir takım girişimler var.. Örneğin sicim kuramı.. Şimdi ayrıntısına girmek istemiyorum ama bu da henüz deneylerle sınanamayacak durumda olduğu için mantıklı bir spekülasyonun ötesinde değil.

Burada senin soruna dönelim.. "Madem doğa yasaları var, kim koydu bunları" diyorsun.. Doğa yasalarının olması, birinin onları oraya koyduğunu göstermez. Basitçe varlar. Tüm bildiğimiz bu. Bunlar bilinçli, amaçlı, irade sahibi şeyler değil. Kadir-i mutlak, alim vesaire filan hiç değil.. Neyin nasıl işlediğini formüllerle gösteren, ne oldukları belli ilişkiler, bağıntılar sadece..

Bak insan aklı olmasına rağmen kendi kanununu koyamıyor, kendine hükmedemiyor öyleyse akıl şunu sormaz mı ya benim aklım var hükmetme gibi bir yetkim yok ama bilinçsiz akılsız moleküller kendi kendilerine hükmediyorlar ve ne hikmetse hiç şaşmıyorlar . İnsanı o yüzden burda zikrettim. Şimdi burda dersen ki moleküller hükmetmiyor. Doğa kanununa mecburen boyun eğiyorlar. Bu maddenin dışında başka bir gücün varlığını kabullenmektir.O zaman kendinle çelişmiş olursun. Şimdi burda şunuda söyleyebilirsin doğa kanunu dediğimiz şey maddeden kopuk birşey değil. O zaman bunun tarifini yapman lazım. Ayrıca madde denilen şey aynı özellikleri üzerinde barındırıyorsa doğa kanunu denilen şeyde bir maddeyse onunda hükmetme yetkisi olmaması gerekir. Bütün bunlar hem raslantı sonucu olmuş olsa idi bir karmaşa olması gerekmezmiydi? Su bir 100'de bir 150'de, bir 200'de vs. kaynaması bir kafasına göre kurallar koyması gerekmezmiydi?

Bir yasa olması, o yasayı koyanı zorunlu kılmaz. Hükmetme, mecbur olma.. diyorsun.. Yine insan merkezli terimler kullanıyorsun. Hükmetme, amaç ve iradeyi zorunlu kılar. Öyle bir şey yok.. Hiçbir hükmeden yok. Doğa yasaları bir güç değil. Doğanın içindeki parçacıkların birbirleriyle etkileşimini anlamamızı sağlayan formülasyonlar.. Hiçbir parçacık, uymam gereken yasa şu, ozaman öyle yapayım demez. Hiçbir yasa, "şu benim etki alanıma giriyor, onu mecbur edeyim" demez.. Yasa dediğimiz şey, biz insanların nesnelerin etkileşimini anlamak ve anlatmak için koyduğumuz birer ad. Elektronlar birbirlerini iter. Hepsi aynı uzaklıkta aynı kuvvetle iter. Bütün yaptıları bu. Biz de bakarız, bu olaya, elektromanyetik kuvvet deriz. Ortada elektronlardan bağımsız bir varlık yoktur. Bu bizim olan biteni modellemek için kullandığımız bir araçtır.

Ayrıca rastlantı diye bir şeyde söz etmiyorum. Teşbihte hata olmaz, düşmanınızın samandan bir kuklasını yapıyor ve onu altedince düşmanınızı yendiğinizi sanıyorsunuz. Yukarıda söylediklerim tam da suyun keyfi olarak bir öyle bir böyle değil, bir atmosfer basınçta tam yüz derecede kaynadığını gösterir. Aslında örnek de ters bir örnek ya.. Çünkü bir atmosfer basınçta suyun kaynadığı sıcaklığa biz yüz derece deriz. Ama bir şey değişmiyor..

Öte yandan, olan biteni idare eden, her olaya karar veren, iradesi mutlak bir varlık olsaydı asıl o zaman keyfi olaylar olmalıydı. Bu varlık o anda keyfi nasıl tecelli ediyorsa, suyu öyle kaynatmalıydı. İrade dene şeye kural koyulamayacağına göre, Allah'ın suyu kaynatma iradesinin tam olarak bir atmosfer basınç altında tam da yüz derecede tecelli edeceğini, bunun her yerde böyle olacağını söyleyebiliyor muyuz?

Link to post
Sitelerde Paylaş
Öte yandan, olan biteni idare eden, her olaya karar veren, iradesi mutlak bir varlık olsaydı asıl o zaman keyfi olaylar olmalıydı. Bu varlık o anda keyfi nasıl tecelli ediyorsa, suyu öyle kaynatmalıydı. İrade dene şeye kural koyulamayacağına göre, Allah'ın suyu kaynatma iradesinin tam olarak bir atmosfer basınç altında tam da yüz derecede tecelli edeceğini, bunun her yerde böyle olacağını söyleyebiliyor muyuz?

deicide sen iradeyi değil cahilliği anlatmışsın..

ne yapmak istediğini bilen biri neden durmadan karar değiştirip dursun...

istediğini biliyorsa mekanizmayı kurar ve bu makenizma zamanı geldikce istediklerini ortaya çıkarır..

birkere çokluk işin içine girdikten sonra mutlak özgürlük olayı devreden çıkar..

mutlak özgürlük ancak tekillikte olur...

yani ortada kuvvet ve yasa hiçbirşey yokken daha türememmişken...işte gerçek özgürlük budur..

Link to post
Sitelerde Paylaş
deicide sen iradeyi değil cahilliği anlatmışsın..

ne yapmak istediğini bilen biri neden durmadan karar değiştirip dursun...

istediğini biliyorsa mekanizmayı kurar ve bu makenizma zamanı geldikce istediklerini ortaya çıkarır..

birkere çokluk işin içine girdikten sonra mutlak özgürlük olayı devreden çıkar..

mutlak özgürlük ancak tekillikte olur...

yani ortada kuvvet ve yasa hiçbirşey yokken daha türememmişken...işte gerçek özgürlük budur..

Muhammed bak ne demiş:

Ra’d 39

(Mekkî 96) Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır. Bütün kitapların aslı onun yanındadır

Allah Teala, kaldırmak istediği dini bir hükmü kaldırır, dilediği başka bir hükmü onun yerine koyar veya indirmiş olduğu hükümleri olduğu gibi ibka eder. Kainatta birtakım şeyleri yok ederken bazılarını da olduğu gibi bırakır. Netice itibariyle her şey O’nun elindedir. O, daima dilediğini yapma gücüne sahiptir.

Acaba diyorum senin yorumunla ne yapmak istediğini bilmeyen bir Allah söz konusu olabilir mi?

Link to post
Sitelerde Paylaş
Muhammed bak ne demiş:

Ra’d 39

(Mekkî 96) Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır. Bütün kitapların aslı onun yanındadır

Allah Teala, kaldırmak istediği dini bir hükmü kaldırır, dilediği başka bir hükmü onun yerine koyar veya indirmiş olduğu hükümleri olduğu gibi ibka eder. Kainatta birtakım şeyleri yok ederken bazılarını da olduğu gibi bırakır. Netice itibariyle her şey O’nun elindedir. O, daima dilediğini yapma gücüne sahiptir.

Acaba diyorum senin yorumunla ne yapmak istediğini bilmeyen bir Allah söz konusu olabilir mi?

Gündelik politika zor iştir tanrı bile olsanız :)

Link to post
Sitelerde Paylaş
Muhammed bak ne demiş:

Ra’d 39

(Mekkî 96) Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır. Bütün kitapların aslı onun yanındadır

Allah Teala, kaldırmak istediği dini bir hükmü kaldırır, dilediği başka bir hükmü onun yerine koyar veya indirmiş olduğu hükümleri olduğu gibi ibka eder. Kainatta birtakım şeyleri yok ederken bazılarını da olduğu gibi bırakır. Netice itibariyle her şey O’nun elindedir. O, daima dilediğini yapma gücüne sahiptir.

Acaba diyorum senin yorumunla ne yapmak istediğini bilmeyen bir Allah söz konusu olabilir mi?

ayette ne yazmış tüm kitapların aslı onun yanıdaymış......

efendim duyamadım pardonmu demiştin?

Link to post
Sitelerde Paylaş
ayette ne yazmış tüm kitapların aslı onun yanıdaymış......

efendim duyamadım pardonmu demiştin?

Neden pardon? Ya neden bu kadar kompleksli davranıyorsun?Komplekslere devam edeceksen tartışmayalım.

Niye siliyor? Bak bu soru çok açık ve net... Silgiyi gereklidir ancak çok kullanmak ahmaklık belirtisidir derdi bir arkadaşım...

Link to post
Sitelerde Paylaş
Neden pardon? Ya neden bu kadar kompleksli davranıyorsun?Komplekslere devam edeceksen tartışmayalım.

Niye siliyor? Bak bu soru çok açık ve net... Silgiyi gereklidir ancak çok kullanmak ahmaklık belirtisidir derdi bir arkadaşım...

niye silecek toplumlar değiştiği için..ve yenifarklı bir millet oluşturmak istediği için..çünkü soyut şeyler somut şeylere tabi olur..

Link to post
Sitelerde Paylaş

ne yapmak istediğini bilen biri neden durmadan karar değiştirip dursun... sözüne karşılık bende Allah'ın da insanlar için verdiği kararlarda yani hükümlerde değişiklik yaptığını sana göstermek istedim. Bu hüküm değişiklikleri ne yapmak istediğini bilmemesinden kaynaklanmıyor yani. Ben sadece senin o cümlen ile ayetin çeliştiğini gösterdim. Zaten sende sildiğini yani değişiklik yaptığını kabul etmişsin.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...