Jump to content

"ALLAH EVRİMLE YARATMIŞ OLAMAZ MI?" DİYE SORANLARA CEVAP


Recommended Posts

Sevgili Peder,

Forum kirliliği yaratıyorsun.

Bilgisizsin,cahilsin.

İnsana özgü aklını kullanma yetisini belli alanlarda kullanamıyorsun.

Fotonla ilgili bir teoriye "güneşten başka ışınlarda x,gama,mor ötesi falan geliyomuş ama göremiyomuşuz,lol lol haha ha :D :D.O ışınlar kesin bunların g.tlerine giriyodur. ha ha Lol Lol :D :D" diyen düşünce fakiri bir insandan ya da bir cahilden zerre farkın olmadığını yazdıklarınla ispatlıyorsun.

Araştır gel,bildiğin şeyi eleştir.Cahilliğini ortaya koyma.

klasik bi ateist sendromu:ben bilim adamıyım müslümanlar cahil bilgisiz. :lol:

bizim mahalledede var 3 5 tane ateist.kendilerini bilim adamı sanıyolar.psikolojik bi durum. :lol:

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 61
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

klasik bi ateist sendromu:ben bilim adamıyım müslümanlar cahil bilgisiz. :lol:

bizim mahalledede var 3 5 tane ateist.kendilerini bilim adamı sanıyolar.psikolojik bi durum. :lol:

Gülmek için kendini zorlamayı bırak ta biraz akılcı ol.

Adam çok doğru söylüyor.Hiç bir soruya cevap veremiyosun saçma sapan laflarla aklınsıra espri yapıp kaçıyosun.Tabi en basit soruyu bile anlamaktan acizsin.

Asalak yaşamın sonucu böyle zekasal gerilik olarak ortaya çıkıyor işte.

Bilim adamı olmya gerek yok bukadar saçmalamamak çin biraz aklını kullansan bir orta okul çocuğu kadar düşünebilsen tamam.(bide 28 yaşındasın)

Daha farklı nick lerle yaptığın sahtekarlıktan bahsetmiyorum bile.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Gülmek için kendini zorlamayı bırak ta biraz akılcı ol.

Adam çok doğru söylüyor.Hiç bir soruya cevap veremiyosun saçma sapan laflarla aklınsıra espri yapıp kaçıyosun.Tabi en basit soruyu bile anlamaktan acizsin.

Asalak yaşamın sonucu böyle zekasal gerilik olarak ortaya çıkıyor işte.

Bilim adamı olmya gerek yok bukadar saçmalamamak çin biraz aklını kullansan bir orta okul çocuğu kadar düşünebilsen tamam.(bide 28 yaşındasın)

Daha farklı nick lerle yaptığın sahtekarlıktan bahsetmiyorum bile.

sen ne boktan anlıyorsun lan.sen çokmu zekisin.sizin saçma sapan sorılarınıza neden cevap veriiyim.adam fareden geldik diyo bende gülüyom işte.sahtekarlık yapıp nick aldın demişsin ben kendim itiraf etmedimmi dürüstçe sen hala hangi sahtekarlıktan bahsediyorsun keşke her sahtelar benim gibi olsa be.

Link to post
Sitelerde Paylaş
sen ne boktan anlıyorsun lan.sen çokmu zekisin.sizin saçma sapan sorılarınıza neden cevap veriiyim.adam fareden geldik diyo bende gülüyom işte.sahtekarlık yapıp nick aldın demişsin ben kendim itiraf etmedimmi dürüstçe sen hala hangi sahtekarlıktan bahsediyorsun keşke her sahtelar benim gibi olsa be.

Ulan şerefsiz herif yüzün kalmadı konuşmaya daha ne üflüyosun.

Senden binkat zeki olduğum kesin.ben senin dinini senden daha iyi savunurum be embesil.herkes gördü ne mal olduğunu.

bide dürüstüm diyo utanmadan.

oğuz ''Ip ler aynı ama'' demese söyleyeceğin yok. Köşeye sıkışınca mecburiyetten söyledin onu da. Bunu neresi dürüstlük ha?

Bin defa sordu millet sana harun musun diye her seferinde tanımam yalanlarına yattın ya.

Sende hiç mi şeref yok.İnsan biraz kendinden utanır.Biraz haddini bilir be.Bi boka cevap veremiyosun işte.Diğer müslimanlar bile farkında.Yobazların şahı seni.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Ulan şerefsiz herif yüzün kalmadı konuşmaya daha ne üflüyosun.

Senden binkat zeki olduğum kesin.ben senin dinini senden daha iyi savunurum be embesil.herkes gördü ne mal olduğunu.

bide dürüstüm diyo utanmadan.

oğuz ''Ip ler aynı ama'' demese söyleyeceğin yok. Köşeye sıkışınca mecburiyetten söyledin onu da. Bunu neresi dürüstlük ha?

Bin defa sordu millet sana harun musun diye her seferinde tanımam yalanlarına yattın ya.

Sende hiç mi şeref yok.İnsan biraz kendinden utanır.Biraz haddini bilir be.Bi boka cevap veremiyosun işte.Diğer müslimanlar bile farkında.Yobazların şahı seni.

bidaha bana şerefsiz dersen olacaklardan sorumlu değilim böyle biline.seni ilk ve son uyarım nihil

Link to post
Sitelerde Paylaş

Papa evrimi kabul etti.

Akıllı Tasarımcı 'ların önderi M.Behe evrimi kabul etti.

Müslümanların da bir kısmı kabul etti.

Kabul ettiler çünkü başka çareleri yok. Ya kabul edecekler, ya yokolacaklar.

Şimdi "Evrimi Tanrı yönetiyor" 'a sığınıyorlar.

Yakında tutundukları bu dal da kırılacak.

Boşuna kıvranıyorsunuz.

.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Ayrıca evrim teorisini kabul edilemez yapan ikinci bir faktör, evrim teorisinin bilim tarafından yalanlanıyor olmasıdır. Yaklaşık 150 yıldır, yani Darwin evrim teorisini ortaya attığından bu yana ilgili hiçbir bilim dalında evrim teorisini kanıtlayan tek bir delil dahi bulunamamıştır. Evrim teorisi temel iddialarını bile delillendirememiştir. (Bu konuyla ilgili detaylı bilgi için Harun Yahya'nın "Evrim Aldatmacası" isimli eserinden faydalanılabilir.)

bu adamlar tam bir sapıklık içinde. bakın ne diyor; bilim evrimi yalanlıyor diyor. bunu ispatlamak için bir tane bilimsel yayın göster? yoook. kanıt olarak bakınız ''akıl hastasının kitabı'' diyor.

neden? çünkü bu savını destekleyecek bir tek bilimsel yayın yok. onun savını destekleyen tek şey bir akıl hastasının yazmış olduğu kitap ve bu kitabın bilimsel olarak hiçbir değeri yok.

işte bilimi referans alanlar yerine, ''akıl hastasını'' referans alan adamların topu akıl hastasıdır bana göre. bunun adı cahillik falan da değildir, psikolojik bir rahatsızlıktır ya da art niyetliliktir.

Bilimsel yayın kriterini elde etmiş kaynakları gösteren tek bir şartlatan göremezsiniz zaten.

o yüzden bu savaş bilimin yanında olanlar ile bilime iftira atan yobazlar arasında yaşanmaktadır.araya sıkışan halk kitlesi ise her zamanki gibi inanç devreye sokulduğu için oyunu yobaza atıp sevap işlemeye çalışmaktadır.çünkü halkın amacı doğruyu bulmak değil sevap işleyip cennete gitmektir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Gerçekten de burada teoriye tahmin, evrim teorisine de "senin çocuğunun kuyruklu doğacağını söyleyen teori" diyen, evrim teorisinin başından beri günümüzdeki yaşam türlerinin doğal seçilim yoluyla geçmişteki en basit yaşam türlerinden (fare de değil, tek hücrelilere, abiogenesise kadar gidiyor) türeyegeldiğini savunan, milyonlarca, bazen kategorize edilemiyecek kadar iki türe de benzeyen fosil kanıtları ve hatta günümüzde yaşayan ve coğrafyaya göre ufak değişiklikler sergileyen hayvanların varlığı VE HATTA GENETIK ALGORITMALARLA ORTAMA UYUM SAĞLAYAN PROGRAMLARIN YAPILABİLMESİ ile desteklenen bir teori olduğunu öğrenememiş insanlar mevcut.

Hiç de komik değil. Hayır adam kendi dîninin gereğini bile yerine getiremiyor. Biz burada Kur'an okuyacağız, hadislerle karşılaştıracağız, kritik ve tarafsız bir gözle değerlendireceğiz diye kıçımızı yırtıyoruz, adam orada yok bilim şuymuş yok irandan emir alan imamım böyle dedi, sallıyor.

Sonra da neden ateistler kendini daha zeki sanırmış, yok siz bilim adamı biz müminler. İkisi de olacaksın kardeşim. Allah çamur mu demiş? primordeal soup işte sana. Allah ne kadar zamanda var ediyor? Seni ne aşamalardan geçerek yaratıyor? O aşamalar evrimi mi açıklıyor? Al şu kitabını bir de harun yahyacı takınmadan kendin oku lütfen.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Özellikle ülkemizde pek çok insan hem Allah'a iman ettiklerini hem de evrim teorisine inandıklarını savunmaktadırlar. Bunun konu üzerinde pek bilgisi olmayan ve bu konu üzerinde derinlemesine düşünmeyen insanların düşüncesi olduğu kanaatindeyiz. Çünkü;

1. Allah'a ve Allah'ın dinine inandığını söyleyen bir insan için tek başvuru kaynağı ve rehber Kuran'dır. Kuran'da ise Allah insanın, canlılığın ve evrenin yaratılışı ile ilgili pek çok ayet indirmiştir. Ve bu ayetlerin hiçbirinde evrimle birlikte yaratılış olduğuna dair bir bilgi yoktur. Yani canlıların birbirlerinden türeyerek oluştuğuna işaret eden hiçbir ayet bulunmamaktadır. Aksine ayetlerde canlılığın ve evrenin Allah'ın "Ol" emriyle yoktan var edildiği bildirilmektedir.

2. Ayrıca evrim teorisini kabul edilemez yapan ikinci bir faktör, evrim teorisinin bilim tarafından yalanlanıyor olmasıdır. Yaklaşık 150 yıldır, yani Darwin evrim teorisini ortaya attığından bu yana ilgili hiçbir bilim dalında evrim teorisini kanıtlayan tek bir delil dahi bulunamamıştır. Evrim teorisi temel iddialarını bile delillendirememiştir. (Bu konuyla ilgili detaylı bilgi için Harun Yahya'nın "Evrim Aldatmacası" isimli eserinden faydalanılabilir.)

3. Eğer evrim teorisi bilim tarafından ispatlanmış kesin bir gerçek olsaydı elbetteki Allah'ın evrimi kullanarak canlılığı yaratmış olabileceğini düşünebilirdik. Ancak bilim kesin olarak evrim teorisini yalanlamaktadır. Bugüne kadar yapılan araştırmalar yeryüzünde bir evrim sürecinin asla yaşanmadığına kesin delil oluşturmaktadır.

Sonuç olarak Allah'ın insanlara rehber olarak indirdiği Kuran'da evrimle yaratılışa işaret eden ayetler olmadığı gibi, 21. yüzyıla girerken bilimin ulaştığı son noktada "evrimin hiçbir zaman yaşanmadığı" açıkça görülmektedir

Nisâ 1

(Medenî 92) Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.

bence tek başına bu ayet yeterlidir ama daha çok detay isteyenler için aşağıdaki uzun yazı faydalı olabilir.

Kuran evrime yakın bir kitaptır.ol demek ne demek bilmek gerek.zorla atalar dinine mensup olunmaz.Kuran ne diyorsa ona iman etmek gerek.ateistler evrim var diyor diye müslüman gerçekleri inkar edemez.gerçek neyse müslüman onu kabul eder.

Kuran’da Evrim/tekamül!.. yada

Yaratan’ın! Yaratılış sürecinde, yaratıkları üzerindeki takdirinin seyri:

Ön söz

Ön yargılardan!

Şartlı yaklaşımlardan!

Basmakalıp görüşlerden!

Taklitçi zihniyetten!

Şablonculuktan!

Körü körüne bağlanmaktan ve kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım!

Peşinen şunu ifade edelim ki! Bu zaaf dolu çalışmada yer alan görüş ve düşüncelerimiz % 100 haktır!.. Allah c.c bunun böyle anlaşılmasını murat etmiştir!. Söylediklerimiz mutlak doğrudur ve bundan âlâ doğru, bunun üstünde görüş yoktur!.. Diye bir iddiamız elbette olamaz.

Her şeyden önce biz insanız! Yanlış yaparız kasıtlı olmasın! Hata yaparız ısrarcı olmasın! Kusurumuzu başkalarına bulaştırma olmasın! Ne benim görüşüm başkasını bağlasın, ne de başkasının görüşü olmazsa olmaz olsun.

Burada yer alan görüş ve düşünceler, bizim başta Kuran’dan olmak üzere, edindiğimiz bilgiler ışığında, kapasitemizi zorlayarak inatçı bir azimle, idrak çatlatırcasına anlamaya çalıştıklarımızdan ibarettir.

Savımızda illa doğru budur ve değişmez gibi bir yanlışa düşmekten Allah’a sığınırım! Biz ancak şunu deriz; bugün geldiğimiz nokta burası, yarın daha bir doğruyu yakalarsak onu tercih ederiz. Çünkü değişik görüş ve düşüncelere değer vermezsek! doğruları yakalamada tarafsız olamayız. “bir bilenin üzerinde de bir bilen vardır” 12/76

Bir dostun da dediği gibi,

Kusursuzluk sadece Allah’a mahsustur.

En doğrusunu bilen Allah’tır.

Öncelikle yaratılmış olan her varlığın, canlı yada cansız, zahir yada batın, hareketli yada durağan, küçük yada büyük, kütlesi çok yada hacmi büyük, sıcak yada soğuk, vs.. temelde neden meydana geldiği, hangi dönüşümlerden geçtiği, yeryüzünün yaşama elverişli hale gelmesi, hayatın/canlılığın nasıl başladığı, bitki ve hayvanların nasıl geliştiği, insanın sahneye çıkışı, Adem’e ruh üflenmesi, meleklerin ona secde etmesi ve İblis’in secde etmemesi, halifeliğin verilmesi, Adem ve eşinin cennete yerleştirilmesi ve orada yasak ağaçtan yemeleri, insanlığın üremesi ve ahseni takvim olması. Bu konular bir biriyle bağlantılı, bir birini açan ve destekleyen, insanlık tarihini ihbar eden zincirin halkalarıdır.

Sözü fazla uzatmadan, insanın ve canlılığın yaratılmasında, dinin ve bilimin aslında çelişmemesi gerçeğinden hareketle, (çünkü evrende, insanda, akılda, ilimde, bilimde, dinde, cinnde insde Allah’ındır) dinin ve bilimin bu konuda neler dediğine bakalım.

Kur’an’ın ışığında ilerleyerek, hayal gücümüzün de yardımıyla, varlık âlemine ve insanlık tarihine yolculuk yapalım.

Bu yolculuğu yaparken, yolumuzu aydınlatan bize kılavuzluk edecek olan,

Kur’an (İlahi vahiy) Bilim (Metotla elde edilen ve bazı pratiklerle ispatlanan yüksek olasılıklı gerçekler) İnsanlık tarih tecrübesi ve evrensel ahlak ilkeleri (İlk insanlık ailesinden günümüze kadar gelebilen tarih ve tecrübeler) Değişmez yasalar (Fizik kuralları, insanın vicdanı/fıtratı, evrende tüm iş ve oluşun tamamı) Bunların tamamını değerlendirmeye tabi tutacak olan aklımız olacaktır.

İşleyeceğimiz ana başlıklar

Cinne vel inse (ins ve cinn)

Canlılığın başlangıcı

Bitki ve hayvanlar

İnsanın oluşumu/yaratılışı,

Âdeme ruh üflenmesi

Evrimde terfi dönemi

Âdem ve eşinin cennet maceraları

İlk inen vahiyden son inen vahye kadar ve günümüze kadar evrim süreci:

Cinne vel inse (ins ve cinn)

Hakkı Yılmaz http://www.istekuran.com

İns, İnsan:

Sözcük anlamı; “beş duyuyla hissedilebilen, bilinen, görünen, tanıdık, ilişki kurulabilen, kaybolmayan, sürekli ortada duran” demek olan “insan” sözcüğü, “fi’liyan” kalıbında olup “ens” sözcüğünden türemiştir. “İnsan” sözcüğünün aslı “insiyan” sözcüğüdür.

Sözcük, anlam olarak evrendeki tüm görünen (cisimli) varlıkları kapsamasına rağmen sadece insanlara isim olarak verilmiştir. Bunun nedeni, insanın yaratılış itibariyle ünsiyete muhtaç, yani sosyal bir varlık olmasıdır.

Ayetler, insanın, “pişmiş çamur, kuru balçık, çınlayan kil, işenebilir çamurdan” yaratıldığını söylemektedir. Bu ifadeler, “madde”nin halden hale girmesini çağrıştırmakta olup, insanın genel anlamda maddeden yaratıldığını anlatmaktadır. Cannın, “ateşin dumansızından, en ince delikten bile geçebilen yakıcı bir esintinin ateşinden” yaratıldığını söyleyen bu ifadeler ise, daha ilk bakışta akla “enerji”yi getirmektedir.

Öyleyse “cann ateşten yaratılmıştır” demek; “elektrik, manyetik dalgalar, ışın gibi gözükmez güçler enerjiden yaratılmıştır” demektir. “İnsan topraktan yaratılmıştır” demek de; “beş duyuyla hissedilebilen, bilinen, görünen, tanıdık, ilişki kurulabilen, kaybolmayan, sürekli ortada duran cisimli varlıklar maddeden yaratılmıştır” demektir.

İns ve cinn kalıbı:

Cinn konusu kapsamı içerisinde, hassas ve Kur’an’ı doğru anlamak için çok önemli bulduğumuz bir nokta da; “ins” ve “cinn” sözcüklerinin bir arada “ins ve cinn (ins-cinn)” takım (kalıp) halinde kullanılışıdır. Bu kullanılış genellikle “İnsanlar ve Cinler” olarak çevrilmektedir. Halbuki bu tarz kalıp ifadelerde, sözcüklerin anlamı farklılaşmakta, başkalaşmakta ve zenginleşmektedir.

Bu durumu Kur’an’dan örnek vererek açıklamakta yarar vardır:

- Mağrib (batı) ve meşrik (doğu) sözcükleri, “batı-doğu” şeklinde söylendiklerinde anlam sadece iki yönü ifade etmeyip tüm yönleri içine alır. Örnek olarak Müzzemmil suresinin 9. ayetindeki “Rabbulmeşrigı velmağribi (doğunun, batının Rabbi)” ifadesi sadece doğu ile batıyı anlatmayıp tüm yönleri ve mekânları ifade etmektedir. Yani “Allah her yerin Rabbidir” demektir. Bu sözcükler ile ilgili diğer örnekler şunlardır: Nur; 35, Bakara; 115, 142, 177, Şuara; 28, Rahman; 17.

- Dünya ve ahiret sözcükleri beraber söylendikleri zaman “her yerde ve her zaman” anlamını ifade eder. Bu sözcükler ile ilgili Kur’an ayetleri şunlardır: Bakara; 217, 220, Âl-i Imran; 22, 45, 56, Nisa; 134, Tövbe; 69, 74, Yunus; 64, Yusuf; 101, Hacc; 14, Nur; 14, 19, 23 ve Ahzab; 57.

- Yaş, kuru sözcükleri beraberce kullanıldıkları zaman “ her ne varsa, her şey” anlamını içerir. Örneğin En’âm suresinin 59. ayetindeki “… Yaş ve kuru hiçbir şey yok ki, apaçık bir kitapta bulunmasın.” ifadesi sadece yaşı ve kuruyu ifade etmeyip “her ne varsa canlı-cansız hepsini” ifade etmektedir.

- Sabah, akşam sözcükleri de Kur’an’da farklı ifadelerle sıkça yer almakta ve “daima, her zaman” anlamına gelmektedir. Bu sözcükler ile ilgili Kur’an ayetleri de şunlardır: A’râf; 205, Ra’d; 15, Nur; 36, Mümin; 46, 55, En’âm; 52, Kehf; 28, Meryem; 11, 62, Fetih; 9, Furkan; 5, Ahzab; 42, İnsan; 25, Âl-i Imran; 41.

İki zıt anlamlı sözcüğün bir arada takım halinde söylenişi ile takımın yeni bir anlam kazanması sadece Arapça için söz konusu olmayıp, dünyanın tüm dillerinde mevcuttur:

Hakkı Yılmaz http://www.istekuran.com

Kelime anlamı itibarıyla

İns: görünen her şey (beş duyuyla algılanabilen her varlık)

Cinn: görünmeyen her şey (beş duyuyla algılanamayan her yaratık)

İns: madde

Cinn: enerji

“Evrendeki bütün yaratıklar madde ve enerjiden meydana gelmiştir!!..”

İns (Madde):uzayda yer kaplayan cansız varlıkların tamamı maddedir. Kuarklar/parçacıklar nötron ve protonu oluşturur, onlarda atom çekirdeğini, atom çekirdeği de elektronları yörüngesinde tutarak atomu oluştururlar. Maddenin en küçük yapı taşına atom denmektedir. Beş duyu organımızla algıladığımız, somut olan her şey atomlardan meydana gelir.

Kuran’ın tabiriyle İNS bilimin tabiriyle MADDE (İNS = MADDE)

Cinn (enerji):beş duyuyla algılanamayan, ısı ve ışık şeklinde tezahür eden güç, maddeyle iç içe olan ve ona can veren, maddeyi harekete geçiren ve kuvvet kazandıran, soyut olan her yaratık.

Kuran’ın tabiriyle CİNN bilimin tabiriyle ENERJİ (CİNN = ENERJİ)

İNS ve CİNN MADDE ile ENERJİ Birbiriyle öyle iç içedir ki biri olmazsa diğeri olmazdı.

“Ben cinne vel inse,(enerjiyi ve maddeyi var olan her şeyi) ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (51 Zariat 56)

Bu çalışmadan sonra bu ayeti daha iyi anlamaya başladım, göktekiler, yerdekiler ve ikisi arasındakiler, isteyerek yada istemeyerek Allah’a kulluk vaziyetindeler, hatta isteyerek itaat/zikir/tespih halindedirler.

Sonra buhar/duman halindeki göğe yöneldi de ona ve yerküreye şöyle seslendi: "İsteyerek veya istemeyerek gelin!" Onlar şöyle dediler: "İsteyerek geldik!" (41 Fussilet 11)

Göklerde ve yerde kim varsa gölgeleriyle birlikte ister istemez ve sabah-akşam Allah'a secde eder. (13 Rad 15)

Yaratıkların temeli “İNS VE CİNN” = “MADDE VE EDERJİ” ye dayanıyor!!!

Diğer yaratıklarda olduğu gibi, yeryüzünün efendisi olan âdemoğlu da ins ve cinn den meydana gelmiştir. Cnn/can ins/beden, yani candan ve bedenden oluşmaktadır, canı enerji/cnn bedeni madde/ins ifade ediyor.

Peki, konu başlığı olan evrimle ne ilgisi var demeyin! lütfen devamını takip edin.

Devam edecek inşallah.

Canlılığın başlangıcı

Rabbiniz o Allah'tır ki, gökleri ve yeri altı günde yaratmış, sonra da arş üzerinde egemenlik kurmuştur. Geceyi gündüze bürüyüp örter. O bunu, bu da onu aralıksız ve titiz bir biçimde kovalar durur. Güneş, Ay, yıldızlar O'nun emrine boyun eğmiş. Gözünüzü açın; yaratış da O'nundur, emir veriş de. Âlemlerin Rabbi olan Allah çok yücedir. (7 Araf 54)

Bundan yaklaşık olarak 16 milyar yıl önce, sonsuz yoğunluk ve sıfır hacim! yani hiçbir şey yokken büyük bir patlama olmuş (Big bang) bu patlamanın oluşmasıyla enerji/cnn madde/ins zaman ve dolaysıyla evren meydana gelmiş ve bu patlamanın etkisi ve hızıyla da genişlemektedir. Bu güne kadar gelen zaman bundan sonrada aynı hızla taktir edilen yere (kıyamete) akıp gidecektir.

Sonra buhar/duman halindeki göğe yöneldi de ona ve yerküreye şöyle seslendi: "İsteyerek veya istemeyerek gelin!" Onlar şöyle dediler: "İsteyerek geldik!" (41 Fussilet 11)

Allah'tan hak bir vaat olarak hepinizin dönüşü yalnız o’nadır. Yaratılışı başlatır, sonra yarattıklarını varlık alanına ardı ardına çıkarır ki, iman edip hayra ve barışa yönelik amelleri yerli yerince sergileyenleri ödüllendirsin. Küfre dalanlara gelince, onlar için, nankörlük edip gerçeği örtmeleri yüzünden, kaynar sudan bir içki ve acıklı bir azap öngörülmüştür. (10 Yunus 4)

Yaşadığımız dünya bir zamanlar büyük bir parçadan koparak, güneşin yörüngesine yerleşmiştir. O zamanlar (yaklaşık olarak 5 milyar yıl önce) bir ateş topu olduğu için, yaşam denen hiçbir şey yoktu, yani canlılık yoktu. Yüz binlerce yıl yandı yandıkça içerisindeki sular buhar oldu yağmur yüklü dev bulutlar oluştu. Yüz yılarca yağmurlar yağdı, şimşekler çaktı, yağmurlar ateş topu olan dünyayı söndürüyor ve yaşama hazırlıyordu, şimşekler/yıldırımlar yaşamı oluşturacak altyapıyı hazırlıyordu.

Bu hazırlık çok uzun bir zaman almıştır. Dünyanın yaşıyla canlılığın yaşını kıyaslarsak, canlılığın yaşı dünyaya oranla %10 a tekâmül eder, insanlığın yaşıyla canlı varlıkların başlama zamanını kıyaslarsak canlılığın başlangıcına oranla insanlığın yaşı %0,6 ya tekâmül eder, dünyanın yaşıyla insanlığın yaşını kıyaslarsak insanlığın yaşı dünyaya oranla %0,06 yani binde bir oranından düşüktür. Şöyle bir kıyas yaparlar evrenin yaşını bir güne sığdıracak olursak; yani örneğin evrenin 24 saattir var olduğunu düşünün, ozaman dünyanın yaşı 7 saat, canlılığın yaşı 40 dakika, insanlığın yaşı 24 saniyeye karşılık gelir.

Evrenin yaşıyla insanlığın yaşını kıyasladığımızda, insanlığa kayda değer bir zaman dilimi çıkmıyor. İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi? (76 İnsan 1) Kuran’da ilk canlanmayla ilgili iki ayette bir birini takip eden canlanma oluşumundan bahseder.

Biri 55 Rahman 15 “mâricin” diye bir sözcük geçer, anlamı: (yüksek voltajlı elektrik, karıştıran dev enerji)

Bir diğeri de 15 Hicr 27 “semum” diye geçer, anlamı: (içe işleyen derilere nüfuz eden hararet)

Şimdi bu iki ayetin ışığında canlılık nasıl başlamış onu irdeleyelim.

Cann yaratılıyor (canlılığı oluşturacak olan atomlar yaratılıyor)

Not: bu ayetlerdeki “canne” sözcüğünü cin diye çeviri yapanların çevirileri hatalıdır. Doğrusu canlılığı, yaşamı olmalıdır.

Ve hale kalcanne min “mâricin” min narin.

Cann da (canlılığı/yaşamı) dumansız (yüksek voltajlı elektrik, karıştıran dev enerji) ateşten yarattı. (55 Rahman 15)

Yukarıda ki ayette geçen “mâricin” sözcüğünün anlamı, yani dilimizdeki karşılığı, yüksek voltajlı elektrik, karıştıran dev enerji demektir. Bu kelimeyle ilgili E.H.Y tefsirinde yer alan anlamalardan biriside budur.

E H YAZIR Bir mâriç ateşten, birinci ibtidâiyye, ikinci beyaniyye olarak bir mâric ateşten demektir. Burada mâric iki mânâ ile tefsir edilmiştir. Bazıları asıl mânâsı, ızdırap anlamını ifade eden merec'den, halis ateş ya da dumansız sâfi alev demek olduğunu söylemişler, bazıları da merec'in asıl mânâsının ihtilât (karışma) olması itibariyle, mâric'in muhtelit (karışık) dumanlı bir ateş olduğunu ifade etmişlerdir….

Bundan başka mâric "merc"den müteaddi olarak haltedici yani karıştırıcı mânâsına da gelebilir ki bu da ateşin, yani hararetin eşya üzerindeki kimyevî bir özelliğini belirtmiş olur. E H YAZIR ilgili ayetin tefsiri.

Rahman suresi 15. Ayete ve bilimin ortaya koyduğu verilere baktığımızda, Ayette: yüksek dereceli parlak ateş (“mâricin”: yüksek voltajlı/enerji dumansız ateş)

Bilimde: yıldızlarda yüksek enerjiyle üretilen yaşam kaynağı atomlar, yıldırımların oluşturduğu bileşikler, yaşamı oluşturan alt yapı.

Süper nova diye adlandırılan yıldızlar, yüksek enerji sebebiyle canlılığı oluşturacak atomları meydana getirmiştir.

Yüksek enerjili yıldızlar genişlemesi durunca içe doğru büzüşürler, hararet artarak yüz milyon derecenin üstüne çıkar, böylece hidrojen yanmasının sonucu oluşan Helyum, yakıt olarak devreye girer, o zaman bir dizi nükleer reaksiyon, daha önce görülmeyen bazı bileşimlerin ortaya çıkmasını sağlar. Üç helyum atom çekirdeği birleşip karbon çekirdeğini, dört helyum birleşip oksijen çekirdeğini oluştururlar, böylece, milyonlarca yıl boyunca yıldızın merkezi karbon ve oksijen çekirdekleriyle dolar.

Yaşamın kaynağı olan atomlar oluşmuştur artık. Büzüşme devam ettikçe ısı daha da yükselir ve belli bir sınırdan sonra patlar, oradan kopan parçalar diğer yıldızlara ve gezegenlere gider. Gezegenimize bu yıldızlardan yaşamın kaynağı karbon ve oksijen gibi atomlar gelmiştir. Aslında doğada bulunan bütün atomlar yıldızlar tarafından üretilmektedir. Dünyamızdaki demir de bu nova yıldızlarından gelmiştir. Yada gezegenimiz bu yıldızlardan kopan parçadır.

Ayrıca yanardağların püskürtmesi ile su kabarcıkları dev bulutların oluşması ve yüz yıllarca yağmurlar yağması ve şiddetli yıldırım/şimşek (çok yüksek voltaj/enerji) dünyadaki yaşamı oluşturacak bileşenleri oluşturmuştur.

Şimdiye kadar gelinen süreç, aklımıza şu soruyu takıyor! Acaba Rahman 15. ayette “mâricin” ateşi bu nova yıldızlarının ve yıldırımların açığa çıkardığı yüksek voltajlı karıştırıcı dev enerji olmazmı!? Alman bilim adamının deneyini sizlerle paylaşmak istiyorum.

http://www.historicalsense.com/Archive/Fener7_2.htm

1952 yılında, genç kimyacı Stanley Miller, yaşam öncesi koşulları laboratuarda yaratma deneyi gerçekleştirdi. Bir cam balona ilkel dünya atmosferindeki gazları-metan, azot, hidrojen, su buharı- doldurdu, biraz da karbondioksit ekledi. Okyanusa benzetmek için balonu suyla doldurdu. Enerji vermek için ısıttı ve bir hafta boyunca, şimşek ve yıldırım etkisi elde etmek üzere, içinde kıvılcımlar çaktırdı. Deney sonunda balonun dibinde kırmızı-turuncu bir çökelek belirdi. Bu madde canlılığın ana bileşenleri olan amino-asitler içeriyordu. O güne kadar, kimse bunların bu kadar basit elementlerle yaratılabileceğini düşünmeye cesaret etmemişti. Cansız madde ile canlılık arasında ilk köprü kurulmuş oluyordu.

Canlılar dünyasının iki temel özelliği vardır. Kimyasal bileşimleri karbon, hidrojen, oksijen ve azottan yapılmıştır, ve enerji kaynakları güneştir.

Canlılık, uzun zaman zannedildiği gibi, okyanuslarda değil, büyük olasılıkla, kıyılarda, sığ gölcüklerde, lagunalarda doğdu. Sonra derin sulara okyanuslara gidişi, çoğunlukla zararlı mor ötesi ışınlardan korunmak içindir. Bu ortamlarda bulunan kuvars ve balçık, uzun molekül zincirlerinin tutulmasını ve birbirlerine bağlanmasını kolaylaştırdı. Son zamanlarda yapılan deneyler, bunu doğrulamıştır. Balçıkla birlikte olunca, kimyasal bileşimlerini oluşturan maddeler, kendiliğinden birleşip, küçük “nükleik asit” zincirleri, oluşturuyor. Bunlar ileride genetik bilgileri taşıyacak olan DNA ların basit birer modeli.

http://www.historicalsense.com/Archive/Fener7_2.htm

Söz konusu ayetin ortaya koyduğu “mâricin” ateşi ile bilimsel verilerin ortaya koyduğu yüksek enerji sonucu oluşan yaşam kaynağı atomlar ve şimşeklerin ve yıldırımların canlılığı oluşturacak bileşenleri oluşturması aynı şey neden olmasın!

55/15“mâricin” = yıldızlarda oluşan yaşam kaynağı atomlar = yıldırımların oluşmasıyla ortaya çıkan kimyasal bileşenler = yaşamı oluşturan parlak ateş.

O zaman şöyle söylesek ne sakıncası olur?

“Mâricin”: süper nova yıldızlarının merkezinde oluşan yaşamın kaynağı atomlar ile şimşeklerin ve yıldırımların oluşturduğu canlılığı oluşturacak bileşenlerdir.

Bu canlılığı hayata getirecek aşamanın bir ayağıydı. Diğer ayağını da “semum” ateşi oluşturuyor. Şimdi bu sözcüğün ne anlama geldiğini irdeleyelim.

Vel canne halaknahü min kablü min naris “semum”

Cann da (canlılığı/yaşamı) önceden, “semum” (içe işleyen, gözeneklerden geçen, derilere nüfuz eden) ateşten yarattık. (15 Hicr 27)

Her türlü canlının yaşamını devam ettire bilmesi için “semum” (enerjiye) ateşine ihtiyacı vardır.

Bu ateş, bildiğimiz alev, kor veya nar değil, içe işleyen derilere nüfuz eden hararet ısı/sıcaklık ateşidir.

Bu Allah’ın evrende yaratılış sürecine koyduğu kanunudur. Yani yaşayan varlıkları, maddenin yanı sıra, belli bir hararet/ısı/ateş ten yaratılıyor ve yine o ateşten (güneşten) enerji alıyor.

Erkek canlılarda yumurtalıkların belli bir ısıyı koruya bilmesi için hassas yapıda olmasına ve şekil almasına, dişi canlılarda yumurtalıkların belli bir ısıyı yakalamadan döllenme oluşmamasına şahit olmaktayız.

Bakteriler, mikro organizmalar belli nemli sıcak ortamlarda hayat buluyor. Memeli canlılarda yumurta döllenmesi için belli bir ısıyı yakalamadan, yumurtlayan canlılarda kuluçka belli bir sıcaklığı oluşturmadan ve bitkilerde de güneş enerjisini elde etmeden üreme ve çoğalma başlangıcı gerçekleşmiyor.

Foto sentez yapan bitkiler, güneşten gelen enerjiyi depolarlar, bu enerji otobur olan canlılara geçer, bu canlılardan da etobur olanlarına geçer. Hem etobur hem de otobur olan canlılarda, bitki yediklerinde direk bitkilerden, et yediklerinde de, dolaylı olarak otoburların bitkiden aldığı güneş enerjisini alırlar. Vücudumuzdaki hücrelerde aldığı enerjiyle canlanır çoğalırlar ve hayatını devam ettirirler.

Şimdi şöyle bir tespitte bulunsak! Bütün canlı varlıkların, yaratılma ve yaşatılma sürecini, başlangıçtaki atomlarını “mâricin” ateşi, üremesi ve yaşamlarının devamı için ise, “semum” ateşi oluşturmaktadır, sizce de yerinde bir tespit değilmi?

Şimdi şöyle desek nasıl olur:

55/15 “Mâricin” canlılığın başlangıcını oluşturuyor.

15/27 “Semum” canlılığın devamını sağlıyor.

“Mâricin”: Yüksek voltajlı elektrik, karıştıran dev enerji. (55/15)

“Semum”: İçe işleyen, gözeneklerden geçen, derilere nüfuz eden ateş. (15/27)

Bitki ve hayvanlar

Canlılık varlık âlemine gelirken nasıl bir yasanın rotasını izlemiş ve boy göstermiştir, hangi canlı varlık, ne tür bir yol izlemiş, hangi merhalelerden evrelerden geçirilmiştir; bakteriler, yosunlar, bitkiler, hayvanlar ve insanlar, varlık âlemine gelirken nasıl bir seyir izlemiştir?

İnsanın yaratılışıyla ilgili kimler doğru söylüyor!?

Canlılar varlık âlemine, evrimleşerek mi geldi, yoksa başlangıçta her canlının atası ayrı ayrı yaratıldı ve türedimi?

Tarih boyunca tek Tanrı inancına sahip olanlar (theist), doğrumu anladılar kendilerine gelen vahiy ve dolaysıyla canlı varlıkların, bunun içinde de insanın yaratılışını!?

Evrim teorisini ortaya atanlar, canlılığın evrimleşerek bu güne geldiği iddiasında yanılıyorlarmıydı? Böyle bir düşünce ortaya attıkları için, Allah’ı inkâr mı ediyorlardı? Yoksa bu teoriye ateistler sahip çıktıkları için böylemi anlaşıldı?

Evrim doğruydu da, din adamları yanlış mı anladılar? Belki de ilahi hitabın bu yönünü derinlemesine anlamak için bilimin bu günkü seviyeyi yakalaması gerekiyordu. Acaba yeniliklere, dolaysıyla teknolojiye ve bilme yetişemediler mi?

Soruları çoğalta biliriz, fakat gerçeğe müspet yâda menfi bir etkisi olmayacaktır. Bu soruların daha önce sorulup cevabı aranması gerekirdi. Neden sorulmadı? bilim adamları neden bu konuda dinin ne dediğini incelemedi vs..vs .. Elbette bunların nedenlerin sonuçlarını burada tartışmayacağız, biz gerçeğin, sadece gerçeğin peşine düşeceğiz ve gerçeği ortaya çıkarmaya çalışacağız inşallah.

Müslümanlar birçok konuda olduğu gibi bu konuda da (yaratılış yasaları, evrim) aynı hatayı yapmışlardır. Gelişen yeniliklere bigâne kalmışlar, kendini sürekli yenileyen hayatın temposuna ayak uyduramamışlardır.

Teknoloji ve bilim geliştikçe hayatın sorun ve problemleri de hızla gelişip değişmişti, fakat maalesef içtihatlar (yeni yorumlar) aynı oranda yenilenip gelişmemişti ve modern hayatın getirdiği sorun ve problemlere cevap veremez hale gelmişlerdi.

Oysa ilahi hitabın serüveni ilk inen vahiyden son inen vahye kadar hep hitabını geliştirerek, basitten daha bir şümullü ve kapsamlı olmaya doğru yelken açmıştır. Çünkü insanlık gelişme gösterdikçe vahiyde o oranla gelişerek yenilikler ortaya koymuştur. Kuran’ı gereği gibi okuyanlar iyi bilirler ki; bilim, teknoloji, geliştikçe, Kuran’ın ilk indiği günden bu güne kadar anlam alanı gelişmiş ve genişlemiştir.

Kuran’ın bazı ayetleri, bilim gelişme gösterdikçe, yeni keşifler yapıldıkça daha iyi anlaşılmıştır. İlk zamanlar yaratılış serüveninin evrim olduğunu Kuran’dan çıkarmak mümkün değildi, öyle ki bunun için bilimin ilerlemesi gerekiyordu, ama şimdi bilim yaratılışın seyrini keşfetmiş, ilahi hitabın yaratılışla ilgili söyledikleriyle, bilimin yaratıklar üzerindeki keşfi örtüşür hale gelmiştir.

Canlılığı oluşturacak atomlar, yıldızdan kopan dünyamıza ya kendisiyle birlikte, yada sonradan süper nova yıldızlarının patlaması sonucu uzay boşluğuna dağılan ve oradan da gezegenimize düşen gök taşlarıyla geldi.

Her halükarda canlılığı oluşturan atomlar, “MÂRİCİN” ateşinden süper nova yıldızların yüksek enerjisinden yaratıldı ve gezegenimize geldi.

Yanardağ püskürmeleri dev bulutlar şimşekler/yıldırımlar yıllarca yağan yağmurlar canlılığı oluşturacak ana bileşenleri oluşturuyordu. Zincirleme evrim/tekâmül gelişe gelişe dünyayı canlılığa hazır hale getirdiler: Yanar dağlar su kabarcıklarını gökyüzüne gönderiyor, dev bulutlar yıllarca yağmurlar yağdırıyor, okyanusları oluşturuyordu. Bu oluşum çok uzun yıllar devam etmiş, dünyanın 4/3 sularla kaplanmasına neden olmuştu.

“Görmedin mi, Allah, bulutları sürüyor, sonra onları kaynaştırıp iç içe sokuyor, sonra onları birbiri üstüne yığıyor. Nihayet, onların arasından yağmurun çıktığını görüyorsun. Gökten, ondaki dağlardan bir dolu indiriyor da onunla dilediğini çarpıyor, dilediğinden de onu yan geçiriyor. Onun şimşeğinin parıltısı, neredeyse gözleri alıp götürecek. Allah, geceyle gündüzü evirip çeviriyor. Gözleri olanlar için bunda elbette bir ibret vardır.” (24 Nur 43,44)

Yaşamı oluşturacak mayalanma başlamıştı. Suyun da yardımıyla yıldızların göbeğinde oluşan karbon atomu, canlanmayı oluşturacak diğer atomlarla birleşerek, göletlerde, kıyılarda vb. yerlerde balçık/çamur içlerinde yaşamı oluşturacak kimyasal bileşenler meydana getiriyordu.

“O küfre sapanlar görmediler mi ki gökler ve yer bitişik idi, biz onları ayırdık. Her canlı şeyi sudan oluşturduk. Hala iman etmeyecekler mi?” (21 Enbiya 30)

“Tüm yaşayan canlılarda karbon atomu temel maddedir. Karbon bileşenleri dünyada değişik şartlar altında katı, sıvı veya gaz halinde bulunur. Karbon atomu sayı bakımından dörde kadar diğer atomlar ile bağ kurabilen özgün bir atomdur. Böylece karbon katı mineraller, bitki ve hayvanlar gibi yumuşak organizmaların oluşuna yardımcı olur.

Ayrıca suda erir veya dünyanın her tarafına havada gaz şeklinde dağılır. Böylece dünya üzerindeki organik varlıkların bulunmasına neden olur.

Karbon atomları, canlılar, okyanuslar, atmosfer ve yer kabuğu arasında sürekli olarak taşınır. Bu taşınım karbon döngüsü olarak bilinir. Karbon molekülleri dünya var olduğundan beri defalarca tekrar tekrar kullanılmıştır. Örneğin, bugün vücudunuzdaki bir karbon atomu, yüzyıllar önce bir bitkinin yanmasından ortaya çıkmış olabilir ve siz öldükten sonra fotosentez işlemi sırasında bir bitkinin parçası olabilecektir. “

Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu http://www.biltek.tubitak.gov.tr/merak_ettikleriniz/index.ph p?kategori_id=11&soru_id=2779

“Yarattığı her şeyi güzel yaratmıştır. Ve insanın yaratılışına çamurdan başlamıştır.” (32 Secde 7)

Bilimi ve Kuran, hayatın başlangıcına nasıl bakıyorlar, paralel bir sondaj vurup bakalım, çamurdan yaratılış nasıl olmuştur?

Bilim ne diyor:

 Ateş topu olan dünyamız, yıllarca yağan yağmurlar neticesinde sert kayalıklı yer kabuğunu oluşturmuştur.

 Gece soğuktan gündüz sıcaktan etkilenip genleşen kayalar, çatlayıp ufalanıyor ve birtakım kimyasal reaksiyona uğrayıp havadaki nemle toprağa dönüşür ve böylece yeryüzü canlılığı bağrına basan kara toprakla doluyor.

 Suyla buluşan toprak balçık/çamur oluyor, sulak topraklar verimli olur.

 Yağmurlar çamuru göletlere, çukurlara taşıyor, yıldırımların yoğun bombardımanı altında, bir takım kimyasal oluşuma giriyor. Stanley Miller’in yaptığı deneyde de olduğu gibi canlılığın bileşenleri oluşuyordu.

Kur’an’da geçen ayetlerde de aynı şekilde kaya, toprak, çamur ve balçıktan süzülen özden yarattık diye geçer.

Kur’an ne diyor:

 Salsal (vurduğunda ses çıkaran sert kaya)15.26.28.33 – 55/14

 Turab (toprak)3/59-18/37-22/5-30/20-35/11-40/67

 Tin (Çamur/Balçık) 6/2-7/12-32/7-37/11-38.71.76

 Sülaletim min tiyn (çamurdan süzülen bir öz) 23/12-32/8

Nasılda örtüşüyorlar, çünkü bunlar Allah’ın ayetlerindendir. Biri Mushaf’ın (Kur’an) ayetleri, diğeri evrenin ayetleri. Her ikisi de Allah katındaki bir kitapta yazılıdır.

Allah sizi bir topraktan, sonra bir spermden yarattı; sonra sizi çiftler haline getirdi. O'nun ilmi dışında, bir dişi ne hamile olur ne de doğurur. Yaşayan bir varlığa daha çok ömür verilmesi de onun ömründen biraz azaltılması da mutlaka bir Kitap'a yazılıdır. Bu, Allah için gerçekten çok kolaydır. (35 Fatır 11)

Artık gezegenimiz yaşama hazır hale gelmiştir. Evrenin başlangıcından canlı varlıklara kadar olan tekâmül süreci, canlı varlıkların oluşmasına zemin hazırlamış ve artık canlılık için evrim/tekâmül süreci başlamıştır.

“Allah, tüm canlıları sudan yarattı. Onlardan kimileri karnı üzerinde yürür, kimileri iki ayaküstünde yürür, kimileri de dört ayaküstünde... Allah dilediğini yaratıyor, Allah her şeye kadirdir.” (24 Nur 45)

“Allah sizi yerden bir bitki olarak bitirdi.” (Nuh, 71/17)

Bakteriler, yosunlar, bitkiler ve hayvanlar varlık alemine yaratılmışlardır, artık varlar. Bizim bakışımızla fark edemeyeceğimiz şekilde yavaş ilerleyen tekâmül sürece, artık bir noktaya gelmişti, canlılık vardı ve dolaysıyla insan sahneye çıkıyordu.

Andolsun, biz insanı; kuru çamurdan, değişken-cıvık bir balçıktan yarattık.

Cann da önceden, “semum” (içe işleyen, gözeneklerden geçen, derilere nüfuz eden) ateşten yarattık.

Hatırla o zamanı ki Rabbin meleklere, "ben, kupkuru bir çamurdan, değişken, cıvık balçıktan bir insan yaratacağım" demişti.

"Onu, amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp öz ruhumdan içine üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın."

Meleklerin tümü, toplu halde secde ettiler.

İblis müstesna. O, secde edenlerle beraber olmaya karşı çıktı.

(15 Hicr 26-31)

Hani Rabbin meleklere şöyle demişti: "Ben çamurdan bir insan yaratacağım."

"Onu kıvama erdirip içine ruhumdan üflediğimde, önünde secde ederek eğilin."

Meleklerin tümü, toplu halde secde ettiler.

İblis etmemişti. O, kibre sapmış ve inkârcılardan olmuştu.

(38 Sad 71-74)

İnsanın oluşumu/yaratılışı,

Yeryüzünde ki en değerli yaratık olan insan, dünyaya başka bir âlemden, yâda başka bir gezegenden gelmemiştir. Deyim yerindeyse mayası, hamuru, çamuru, nutfesi, huyu ve suyu yeryüzüne aittir.

Canlılık varlık alemine gelmeden önce, bir canlının ömrüne kıyasla, çok uzun zaman geçmiştir. Bu canlılığın içerisinde insanın oluşumunu (evrimini) tamamlaması daha bir uzun zaman olmuştur.

“İnsanoğlu, var edilip bahse değer bir şey olana kadar, şüphesiz uzun bir zaman geçmemiş midir?” (76/ İnsan 1)

Bundan iki mana çıkabilir; Biri evrenin ilk başlangıcından insanlığın var edilmesine kadar geçen zaman, bir diğeri de canlılığın oluşumundan insanın tekâmülüne kadar geçen zaman. Her iki manada da insanlığın bakışıyla uzun zamanı ifade eder.

"Ne oluyor size de Allah için bir vakar ümidinde olmuyorsunuz?" "O ki, sizi (bir evrimle) halden hale/evreden evreye geçirerek yarattı." "Görmediniz mi, Allah yedi göğü ahenkli bir bütün olarak nasıl yarattı?" "Ve Ay'ı, bunlar içinde bir nur yaptı ve Güneş'i bir kandil haline getirdi." "Ve Allah sizi bir bitki olarak yerden bitirdi." "Sonra sizi yere geri gönderiyor ve sonra bir çıkışla tekrar çıkarıyor." (71/Nuh 13-18)

Yaratılan her şey, kendine ait kulvarda/yörüngede amaçlanan bir hedefe doğru akıp gitmektedir. Bütün iş ve oluş neden-sonuç ilişkisi içerisinde bir birini izleyen biri olmazsa diğerinden söz edemeyeceğimiz bir bağ oluştururlar.

Bulunduğumuz noktadan zamanı ve gelişmeleri hayal gücümüzün yardımıyla bir film şeridi gibi geriye doğru saralım.

Yaklaşık olarak insanlığın ilk yaratılışına ulaşmak için 3 milyon, canlıların sudan karaya çıkışına 500 milyon, canlılığı oluşturacak organizmanın yaratılışına ulaşmak için 3 milyar, güneş sistemimizin ve dünyanın oluşmasına ulaşmak için 5 milyar yıl ve evrenin ilk yaratılmasına (büyük patlamaya) gitmek için 16 milyar yıl geri gitmemiz gerekir.

Şimdide başlangıçtan bulunduğumuz noktaya geri dönelim, sıfır hacim ve sonsuz yoğunlukta iken (yoktan yaratılış, varlık alemine gelmeden önce) büyük patlama gerçekleşir, çok dengeli bir hızla genişlemeye başlar.

Akıllara durgunluk verecek bu dengeyi, bilim adamları şöyle hesaplıyorlar: Patlama, saniyenin milyar kere milyar kere milyar kere milyar kere milyonda biri kadar inanılmaz bir kısa zaman zarfı içerisinde meydana gelmiştir 1043 saniye

Bu kadar kısa zaman zarfı içerisinde meydana gelen Big bang, eğer daha uzun bir zaman zarfı 1042 saniye içerisinde meydana gelmiş olsaydı evren patlamadan hemen sonra içerisine göçecekti.

Eğer patlama, bu kısa 1044 saniye zaman zarfından daha kısa yani daha şiddetli bir şekilde meydana gelseydi o zamanda doğacak evrende ne bir yıldız nede bir galaksi meydana gelecekti.

(Not:”1043” manası 10 üzeri 43 saniyedir, 1 saniyeyi 10 a bölerek çıkan sonucu tekrar 10 a bölerek ve bunu geriye doğru 43 kez bölmek demektir. Tam tersi işlemde aynı yöntem çarparak yapılır.)

Galaksiler yıldız sistemleri ve gezegenler oluşur, bu oluşum devam ederken 10 milyar yıl geçmiştir ve bizim güneş sistemimiz oluşmaya başlamıştır.

Dünyamız ya bir yıldızdan koptu, yada güneşten. İdeal kütlesine ulaştı ve güneşin yörüngesinde yerini aldı. Ateş topu olduğu için sürekli volkanik patlamalar, yağmurlar derken 12 milyar yılı geride bırakarak yolculuğumuza devam edelim.

Artık varlık alemine canlılığı oluşturacak bileşenler, “bende varım bu varın içinde” demeye başlamış, bakteriler, yosunlar, bitkiler yaşama merhaba demişlerdir ve yeni gelecek olan misafirini ağırlamak üzere uzun yıllar çalışmaya başlamış,

Bitkiler karbondioksit emerek gelecek olan canlıların ihtiyacı olan oksijeni salgılamışlardır, oksijen atmosfer oluşturmuş ve artık hayvanların sırası gelmiştir. Hayvanlar artık vardır ve evrimleşmeleri başlamıştır, karaya çıkmaları yaklaşık bundan 500 milyon yıl önceye dayanmaktadır ve karada da evrimleşmeleri devam etmiştir.

16 milyar yılı geride bırakarak bulunduğumuz noktaya geri dönelim.

Mükemmel yaratık olan insan aklıyla evrenin başlangıcına kadar seyahat edip geri gelebiliyor ve bu yolculukta öğrendiklerini tahlil ediyor, basitten karmaşığa doğru akıp giden bu süreç evrim/tekâmül değil de nedir!

"Ne oluyor size de Allah için bir vakar ümidinde olmuyorsunuz?" "O ki, sizi (bir evrimle) halden hale/evreden evreye geçirerek yarattı." "Görmediniz mi, Allah yedi göğü ahenkli bir bütün olarak nasıl yarattı?" "Ve Ay'ı, bunlar içinde bir nur yaptı ve Güneş'i bir kandil haline getirdi." "Ve Allah sizi bir bitki olarak yerden bitirdi." "Sonra sizi yere geri gönderiyor ve sonra bir çıkışla tekrar çıkarıyor." (71/Nuh 13-18)

Hayatın her alanında evrim/tekâmül var, canlıda, cansızda, bilimde ve teknolojide, yakında ve uzakta, uzun soluklu ve kısa süreli, zamanla birlikte akıp gitmektedir.

Mikroplarda gribal enfeksiyon her son bahar kendini yeniler, bağışıklık sistemimiz her mikroba karşı devreye girer ve onu evrimleştirerek evcilleştirir.

Yumurtadan tırtıla, tırtıldan kozaya, kozadan kelebeğe, evrimleşerek doğayı süsleyen harika bir varlık olur.

İnsanın bireysel evrimine de baktığımız zaman, ana karnında, sperm, embriyo, cenin, güzel bir biçim almaya doğru yol alır ve doğuma kadar ana karnında tekamül eder. Dünyaya gelir, yeme, içme, emekleme, yürüme ve konuşma iradesi şekilleninceye kadar sürüp gider. Hem fiziksel hem de öğrenimsel açıdan evrimi devam eder.

Hayat basitten karmaşığa doğru akıp gitmektedir, sürekli bir ayrışma ve başkalaşma görüyoruz, çürüyor, bozuluyor, küfleniyor dediğimiz şeyler, aslında başkalaşıyorlar, bir halden başka bir hale geçiyor.

Bahse konu olan bu olup biten, Allah’ın her an müdahalesini gözler önüne seriyor.

Göklerde ve yerde kim varsa O'ndan ister. O, her an yeni bir iş ve oluştadır. (55/Rahman29)

“Kozmik akış Allah’ın davranışıdır”. M.ikbal

Evrimleştirerek yaratmayı Allah’a yakıştıramıyorlar mı? Neden olmasın? Kuran’a mı aykırı? Allah’tan onlara yaratılışın teferruatlı listesi mi verilmiş?

Allah yaratmayı yasalara, koşullara, sebep sonuç ilişkisine ve olaylar zincirine bağlamıştır. Allah’ın “Ol” demesini ben böyle anlıyorum, bir birine bağlantılı, biri diğerinin takip eden bir zincir. Bir insanın ana rahmine düşüşünden olgunluk çağına gelinceye kadar ne merhaleler geçirdiğini hepimiz tecrübe etmişizdir, işte bu Allah’ın insanın yaratılması için “ol” demesidir.

Gökleri ve yeri yoktan var edendir. Bir işin olmasını dilerse, ona sadece "Ol," der ve olur. (2/ Bakara 117)

Rızkımızı veren, bize elbise indiren ve bunları da “ol” demesiyle yapan yüce Allah her şeyi bir yasaya bir kurala göre yapmaktadır.

Allah bir şeyi verirken, yada yaratırken, sihirli sopasıyla (abraka dabrak) ortaya çıkarmıyor. Bu Allah’ın evrene koyduğu yasaya uymaz, olup biten her şey yasaya kurala sebep sonuç ilişkisine bağlanmıştır.

İnsanlar (başlangıçta tevhit inancına bağlı) tek bir ümmet idiler; sonra ayrılığa düştüler. Eğer (azabın ertelenmesiyle ilgili olarak ezelde) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, ayrılığa düştükleri hususlarda aralarında derhal hüküm verilir (işleri bitirilir)di. (10 Yunus 19)

Rabbin tarafından daha önce söylenmiş bir hüküm ve belirlenmiş bir süre olmasaydı, onlar da hemen cezalandırılırlardı. (20/ Taha 129)

Bitki ve hayvanlardan elde ettiğimiz, yün, pamuk, deri ve ipek, bunlar elimize kumaş yada elbise olarak gelmiyor, rengarenk kıyafet olabilmesi için, çeşitli evrelerden geçmesi gerekiyor.

Ey âdemoğulları! Size, bedeninizi örtecek giysi ve süs kıyafeti indirdik. Ama takva giysisi en hayırlısıdır. İşte bu, Allah'ın ayetlerindendir. Düşünüp öğüt almaları umuluyor. (7/ Araf 26)

Ekmeğimizin ve türlü türlü yemeklerimizin, her türlü sebzeler ve meyveler, envai çeşit içecekler, bunlarla yaptığımız çeşitlemeler, mezelerin ve karışımların soframıza nasıl geldiğini hepimiz biliyoruz.

O bir yığın aşamalardan sonra soframıza gelen, bu nimetleri kim verdi diye sorulan soruya, elbette Allah verdi diye cevap verilir.

Tıpkı Zekeriyya a.s ın yetiştirdiği Meryem validemiz gibi..

Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve Zekeriyyâ da onun bakımını üstlendi. Zekeriyyâ, onun yanına, mihrâba her girdiğinde yanındaki yiyecekleri işaret ederek sorardı: "Ey Meryem, bu sana nereden?" derdi. "Bu, Allah katından" derdi. "Allah, dilediğine hesapsız rızık verir." (3/ Ali-imran 37)

Buradaki bir bitki gibi yetiştirme işini Zekeriyya a.s üzerinden yapıyor, Zekeriyya a.s onu yetiştirdiği için, ona nimetlerin kim tarafından verildiğini test etme adına sık sık soruyor ”Zekeriyyâ, onun yanına, mihrâba her girdiğinde yanındaki yiyecekleri işaret ederek sorardı: "Ey Meryem, bu sana nereden?" derdi. "Bu, Allâh katından" derdi.” Talebesinin rızkı Allah verir şeklindeki cevabı, onun iyi yetiştiğinin bir göstergesidir. Sofra gökten inmiyor.

Bizlerde aynı cevabı veriyoruz, bizi yaratanda rızık verende kıyafetlerimizi indirende yüce Allah’tır

Bütün kâinattaki her şeyi zerreden evrene, mikrodan makro ya, madde den enerjiye, başından sonuna, soyut yâda somut, canlı yâda cansız, cinne vel inse her şeyi yasalarıyla kanunlarıyla ihtiyaçlarıyla rızıklarıyla yaratan koruyan gözeten terbiye eden yetiştiren yüce Allah’tır.

Gaybın anahtarları O'nun yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde olanı da bilir. O'nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. Toprağın karanlıklarındaki bir dane, yaş ve kuru her şey apaçık bir Kitap'ın içindedir. (6/Enam59)

Göklerde ve yerde kim varsa O'ndan ister. O, her an yeni bir iş ve oluştadır. (55/Rahman29)

Ayetlere derinlemesine baktığımızda! Bire bir yaşayıp şahit olduğumuz yaratıklar üzerindeki olup biten gerçekler, işleyip duran yasalar, bize şunu gösterdi ki Allah her şey üzerine bir yasa bir kural koymuş ve kurallar hiç değişmeden belli bir süreye kadar belirlenmiş bir hedefe doğru akıp gitmektedir.

Her şeyde olduğu gibi, yaratılışta da belli bir yasa işlemektedir işte biz bunun analizini yapmaya çalışıyoruz.

İnsanın yaratılması nasıl başlamıştır?

İnsanın diğer canlılar gibi kökleri aynı yere dayanıyor, bakteri, yosun, bitki, hayvan ve insan, belli bir süreye kadar ortak bir süreçten geçirilmişlerdir. Daha sonra gelişme, oluşum, evrim, tekâmül, adını ne koyarsanız koyun, insanın bu günkü halini alması bir takım evrelerden geçerek olmuştur. "O ki, sizi halden hale/evreden evreye geçirerek yarattı." (71/ Nuh 14)

Şunu unutmamak gerekir ki! Biz burada, Allah mı yaratmış, tesadüfen mi olmuş, onu tartışmıyoruz, hiç şüphesiz bütün mevcudatı “O” HALIK, MUSAVVİR, BARİ OLAN, YÜCELER YÜCESİ ALLAH YARATMIŞTIR

Allah'tır O. Haalik, Bari', Musavvir'dir O. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ne var, yerde ne varsa O'nu tespih eder. Aziz'dir O, Hâkim’dir. (59/ Haşr 24)

Bizim münazara ettiğimiz bu yaratılış gerçeğinin, nasıl olduğu yönündedir.

Gaybın anahtarları O'nun yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde olanı da bilir. O'nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. Toprağın karanlıklarındaki bir dane, yaş ve kuru her şey apaçık bir Kitap'ın içindedir. (6/Enam59)

Ortak ata tek hücre

Ey insanlar! Sizi bir tek canlıdan yaratan, ondan onun eşini de vücuda getiren ve o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbimize karşı gelmekten sakının. Adını anarak birbirinizden dilekler dilediğiniz Allah'tan korkun. Rahimlerin haklarına saygısızlıktan da sakının. Şu bir gerçek ki Allah, Rakib'dir, sizin üzerinizde sürekli ve titiz bir gözetleyicidir. (Nisa 4/1)

“Ey insanlar: Sizin yaratılmanız ve tekrar dirilmeniz tek bir nefsin yaratılması ve tekrar diriltilmesi gibidir. Şüphesiz Allah İşitendir ve Görendir. ”(Lokman, 31/28)

İnsanda dahil her canlı sudan yaratılmıştır.

“İnkar edenler, gökler ve yer yapışıkken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi görmüyorlar mı?” (Enbiya, 21/30)

“Allah bütün canlıları sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi de dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah şüphesiz her şeye Kâdir’dir” (Nur, 24/45)

Bitkilerde sudan yaratılmıştır, su hayatın kaynağıdır.

“Sizin için yeryüzünü döşeyen, yollar açan, gökten su indiren O’dur. Biz bu su ile türlü türlü, çift çift bitkiler yetiştiririz.” (Taha, 20/53)

Bitkilerden evrimleştik.

“Allah sizi yerden bir bitki olarak bitirdi.” (Nuh, 71/17)

“Ne diye Allah’a gereği gibi bir davranışta bulunmuyorsunuz? Hâlbuki O sizi evrim merhalelerinden geçirerek yaratmıştır.” (Nuh, 71/13-14)

“Her şeyin hilkatini en güzel yapan ve insanı yaratmaya çamurdan başlayan o’dur. İnsanın neslini hakir bir sudan yapan, sonra onu şekillendirip ruhundan üfüren ve sizin için kulak, gözler ve kalpler var eden O’dur. Doğrusu şükrünüz pek az.” (Secde,32/7-9)

Âdem oluncaya kadar geçen uzun zaman içinde, evrimini aşama aşama tamamlayan insan, çok zorlu geçen bir oluşum süreci geçirmiştir.

İnsan evrimini/tekâmülünü tamamlamış, Âdem olamaya kadar gelmişti, artık Âdemdir ve Âdem olmak sorumluluk gerektirir.

O zaman Âdem neyi ifade ediyor, kimdir?

Âdem: ilk insan değil, ilk halifedir. Ayrıca modern (evrimini tamamlamış) insanlığı temsil eden sıfattır.

Şimdi “mâricin” ateşinden (yıldızlarda üretilen atomlar), “semum” ateşine (maddenin içine işleyen enerji), çamurdan bakterilere, yosunlara, bitkilere ve hayvanlara uzanan, oradan da Âdeme uzun yolda, evrimin izlerine rastlamaktayız. Bundan sonraki izler daha bir belirginleşiyor. Çünkü artık insan oluşumunu tamamlamış halife olmuştur ve işleri düzen koyması için vahyi almaya başlamıştır.

Âdeme ruh üflenmesi

Hatırla o zamanı ki Rabbin meleklere, "ben, kupkuru bir çamurdan, değişken, cıvık balçıktan bir insan yaratacağım" demişti.

"Onu, amaçlanan düzgünlüğe (evrimine/tekâmülüne) ulaştırıp ruhumdan üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın." (15Hicr28,29)

Çamurdan yaratılarak evrimleşen insan ruh üflenince Âdem olmuştur. Peki, bu olaya nasıl ve ne şekilde olmuştur? Evrimini tamamladığı için mi ruh üflenip Âdem olmuştur, yoksa ruh üflendiği için mi Âdem olmuştur?

Allah’ın evren üzerine koyduğu yasalar ardı ardına işleyip sırası gelen oluşumunu tamamlıyor varlık âlemine doğuyor. İnsan, diğer canlılardan farklı olarak, ruh üflenmiş, halifelik verilmiş, melekler ona secde etmiş, vahiy almış ve yeryüzünün efendisi olmuştur.

Allah yeryüzünde diğer hiçbir canlıya böyle bir oluşum kabiliyeti vermemiştir. Artık insan âdemdir ve etrafında ne varsa ona itaat etmekle emrolunmuşlardır. Çünkü artık bu varlığın aklı var ve aklı olması demek; Ruh üflenmesi, meleklerin secde etmesi, yeryüzüne hükmetmesi demektir. Şimdi bu konular üzerinde tek tek duracağız ve evrimle olan ilişkisini irdeleyeceğiz inşallah.

Âdeme ruh üflenmesi bu gün ki (modern) insanın varlık âlemine doğmasıdır. Aklımıza şöyle bir soru takılabilir; ruh nasıl bir şey ki insana oluşumunu tamamlıyor, melekleri secde ettirtiyor, bildiğimiz yaratıkların en üstünü kılıyor, eşyanın hakikatini biliyor, onlara isimler veriyor ve yönlendire biliyor vs?

Ruh nedir: Ruhun ne anlama geldiğiyle ilgili kapsamlı bir çalışma gerektirir ama konumuz sadece ruh olmadığı için yüzeysel geçmek zorundayız ve bunun cevabını ancak Kuran’dan öğrenebiliriz.

Şunu iyi anlamamız gerekiyor “RUH” Nefes, Can, Canlılık ve Cebrail bu tanımın Kuran’la uzaktan yakından alakası yoktur. Yani Ruh insanın yaratılınca bedenine giren ölünce de bedeninden çıkan bir şey değildir ve dolaysıyla tenasüh yani reenkarnasyon denen bir şeyinde imkanı yoktur.

Kur’an’da Ruh:

Ruh : İlahi esinti – İlahi Vahiy – İlahi Bilgi

Ruhu l Kudüs : Kutsal ruh resullere gönderilen İlahi vahiy

Âdeme üflenen ruh : Bilgiye ulaşabileceği alt yapı, eşyaya isim koyup yön verebilme kabiliyeti, akledebilme becerisi, sorgulama, düşünme, irade ve muhakeme gücü vb..

İnsanın evrim geçirerek Âdem olması bilincinin açılması aklının zekâsının devreye girmesi demektir. Ruh üflenmesi bu anlama gelir.

Rabbin meleklere demişti ki: "Ben çamurdan bir insan yaratacağım."

"Onu, amaçlanan düzgünlüğe (evrimine/tekâmülüne) ulaştırıp ruhumdan üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın." (38Sad71,72)

İnsana ruh ilk yaratıldığında değil, yaratılış sürecinin epey bir yol aldıktan sonra, yani evrimini (oluşum, tekâmül, kemâlat) tamamladıktan sonra üflenmiştir. Şimdi eminim sorular ardı ardına gelmeye başladı ve soruyorsunuz; meleklerin secde etmesi neyin nesi?

Ruhta olduğu gibi melekte de kısa bir tanım yapmaya çalışalım inşallah.

Melek nedir:

Kelime anlamı: İki ayrı kökü vardır uluk ve melk

Uluk: kökünden anlamına göre “elçiler/haberciler”

Melk: kökünden anlamına göre ise “yönetim güçleri” anlamına gelmektedir.

“melek”, “kuvvet, yönetim gücü, elçi ve haber verici” demektir.

Bu ayette de, Ruh bilgi, Melekler ise Allah’ın ayetleri, emirleri, iş ve oluşu yönlendirecek hükümleri vb.. ifade eder.

Âdeme secde, bildiğimiz alın burun zemine gelecek şekilde bir secde değil, bu tür secde yalnız Allah’a yapılır ve bu herkes tarafından bilinen bir mevzudur.

Buradaki secde itaat anlamındadır. "Âdem’e secde edin" ifadesi, Allah İnsana eşyanın hakikatini öğretmesi, yönlendirip idaresi altına vermesi, yeryüzündeki canlı ve cansız varlıkların insana itaat ettirilmesi, fizik kuralları (kevni yasalar), kanunları kuralları hep insanın emri altına vermiş olması, olayının ADI: Meleklerin Âdeme secde etmesidir.

Âdemin etrafında olan, görünen ve görünmeyen canlı yâda cansız bütün yaratıklar, Âdeme itaat etmekle emrolunmuşlardır, ancak iblis ”İblis dışında tümü secde etmişti. İblis yan çizmiş, kibre sapmış ve nankörlerden olmuştu.”

Şimdi bu yazıyı okuduktan sonra, aklınızın alabildiği kadar tefekkür ediniz, görünenlerden bedeniniz, hayvanlar, bitkiler, ateş, toprak, su, hava, madenler vs.. görünmeyenlerden canınız/nefsiniz, aklınız, iradeniz, sevginiz, üzüntünüz vs.. bu saydıkları-mın içinde size itaat etmeyenin, ne olduğunu düşünün. Âdeme itaat etmeyen tek yaratık iblistir.

Ruhu ve meleği açıkladığımız gibi, iblisi de kısa bir özetle açıklayalım; İblis: insanın ön belleğidir, ham düşüncesidir, aklına ilk gelen olumsuz düşüncedir ve insan bu düşünceyi kontrol edemez.

Biraz düşünün size itaat etmeyen ne var!!?

Biraz düşündükten sonra, size itaat etmeyeni eminim sizlerde fark ettiniz, evet tam tahmin ettiğiniz gibi, Âdemoğluna itaat etmeyen yalnızca iblistir.

Bu itaat etmeyen mahlûk, bizim görünen tarafımızda değil, görünmeyen tarafımızda yer alır, vesvese verir.

Bazen aklınıza öyle şeyler getirir ki, nasıl böyle düşünürüm diye siz bile utanırsınız, işte bu size itaat etmeyen melek iblistir.

Hani, biz, meleklere, "Âdem’e secde edin" demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi (18Kehf50)

İblis insanın topraktan olan yanına değil can olan yanına ondan ayrılmaz bir parça olarak yaratılmıştır ve insanla doğar insanla ölür ve onunla cehenneme girer.

Özetlersek:

1 ) Âdeme üflenen ruh nedir?

2 ) Meleklerin Âdeme secde etmesi neyi ifade ediyor?

3 ) İblis neden secde etmiyor ve kimdir?

4 ) Bunların evrimle ne bağlantısı var?

Âdeme üflenen ruh; Ona verilen ilahi bilgi (şuur, bilinç, idrak, irade, akıl vb..)

İnsanın evrimini tamamlayıp bugün ki halini alması, “RUH ÜFLENMESİDİR”

Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir. Ve size, ilimden sadece az bir şey verilmiştir." (17İsra85)

Meleklerin Âdeme secde etmesi neyi ifade ediyor; Bütün eşyanın ve işleyip duran yasalarının insanın hizmetine/emrine verilmesi. “MELEKLERİN ÂDEME SECDE ETMESİDİR”

"Onu, amaçlanan düzgünlüğe (evrimine/tekâmülüne) ulaştırıp ruhumdan üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın." (15Hicr29/38Sad72)

İblis neden secde etmiyor ve kimdir; İblis insanın kafasındaki ham düşüncedir, ön bellektir, aklına ilk gelen olumsuz düşüncedir. Cann ateşten yaratıldığı için insanın can tarafında, görünmeyen tarafında, kafasının içindedir. Deli insanlarda iblis yoktur. “İBLİSİN SECDE ETMEMESİNİN NEDENİ ALLAH’IN İNSANI O NİTELİKTE YARATMASI VE KAFASININ İÇİNE YERLEŞTİRMESİ HADİSESİDİR”

Bunların evrimle bağlantısı; âdeme ruh üflenmesi olayının, yaratılışla başlamayıp belli bir süreçten sonra olması, meleklerin “kan döken ve bozgunculuk çıkaran birisini mi” diye sormaları, ruh üflendikten sonra “hemen ona secde edin” buyruğu,

Aklının açılması, eşyanın onun emrine verilmesi ve iblisle mücadeleye girişmesi, evrimi/tekâmülü gösteren kuvvetli delillerdir.

Evrimde terfi dönemi

Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife (terfi ettireceğim) atayacağım." demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: "Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın? Oysaki bizler, seni hamt ile tespih ediyoruz; seni kutsatıp yüceltiyoruz."Allah şöyle dedi: "Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim." (2Bakara30)

Halife olmak ne demek? İnsana evrimleşme sürecinin neresinde halifelik verildi? Halifelik evrim sürecinin son aşaması mı? Yoksa evrim devam ediyor mu?

Halifenin anlamı: Arkadan gelen, yani başkasının arkasından gelip onun yerine geçen, birinin yerine iş tutan, yani makamını işkâl eden, kendinden öncekini temsil eden bv.. Anlamlara gelmektedir.

Burada atanan “halife” kim adına iş yapacak? Yâda kimin yerine geçecek? Yâda kimin arkasından gelen?

Yeryüzünde diğer varlıklar üzerinde hükmetme yetkisi ve adaletin inşası için Allah adına iş tutması mıdır halifelik?

Evrimini tamamlayıp kendinden önceki insansı (insanlığa aday henüz ruh üflenmemiş akıl verilmemiş) varlıkların arkasından geldiği için “halife” olabilir mi?

Hangi görüş olursa olsun ister yeryüzüne hükmetme, ister kendinden önceki insansı varlıkların arkasından gelmesi olsun, evrime/tekâmüle engel teşkil etmez.

Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife (cailun: terfi ettireceğim) atayacağım." demişti..

Burada bazı çevirmenler “cailun” kelimesini çok zorlama bir çeviri yaparak, yaratmak olarak çevirirler.

Oysa cailun; üste çıkarma, terfi ettirme, oluşturma/olgunlaştırma, ayıklama/seçme, soyut olan bir şeyi meydana getirme, anlamlarına gelmektedir.

3/55 “..sana uyanları kıyamet gününe kadar inkâr edenlerin üstünde (cailu) tutacağım….”

2/124 “ ..Rab şöyle demişti: "Seni insanlara önder (cailuke) yapacağım…"

3/55 “…Ve sana uyanları, inkar edenlerin, kıyamete kadar üstünde (cailu) tutacağım…"

18/8 Ve elbette biz onun üzerinde (cailun) bulunanları çorak bir toprak haline dönüştüreceğiz.

28/7 “…Kuşkun olmasın ki, biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu resullerden biri (cailun) yapacağız…"

..de onlar şöyle konuşmuşlardı: "Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın?..

Evrimini tamamlamamış insan, modern insana göre daha hoyrat, daha kaba, karşısındakiyle tam bir iletişim kuramayıp en son yapacağını en önce yapıyor, kavga ediyor, alış veriş etmek yerine, bana ver mantığı hakim, buda kavgaya bozgunculuğa kan dökmeye neden oluyordu vs..

Meleklerin olayı resmetmesi (yani varlığın) diliyle mevcut durum ortadaydı, terfi alacak bir beşer görünmüyordu, ortada halife olacak cailun/terfi edecek liyakatte bir beşer yok, soru onun için geliyor!

Yoksa meleklerin diliyle böyle bir soru neden...”Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi”.. diye sorulsun. Yaratılış sürecinin bu bölümü böyle anlatılıyor. Yaratıklardan biri bu olaylara dışarıdan objektif olarak şahit olsaydı, iş gelip sıra halifelik seçimine dayandığında aynen bu soru sorulurdu.. Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi”..Tıpkı Musa a.s ın Salih kula her seferinde sorduğu gibi;

“gemiyi batırmak için mi deldin”18/71

“bir cana karşılık olmaksızın temiz bir cana neden kıydın”18/74

“bizi aç bırakan bu insanların duvarını neden ücretsiz yaptın”18/77

İnsana halifelik verilme süreci başladığında, görülen fotoğraf buydu.

Kan döken bozgunculuk çıkaran, rahat durmayan bir yaratık vardı. Sancılı dönem yaşanıyordu, hayat insanlığa gebeydi, adeta doğum sancısı çekiyordu, belli ki bu süreçte uzun ve sancılıydı.

Bir insanın ana karnından dünyaya doğması dokuz ay on gün kadar bir zaman alıyor, belki de insanlığın beşeriyetten âdemliğe doğuşu dokuz bin yıl almıştır.. Aklı yavaş yavaş belirginleşince, diğer canlılara daha fazla zarar vermeye başladılar. Güçleri arttı, tuzaklar kurmaya, biriktirmeye, aç gözlülük etmeye başladılar, ihtiyaçlarının sınırları akıllarıyla beraber genişliyordu, yeme, içme, giyinme, barınma ve silahlanma başlıca ihtiyaçlardı, bu ihtiyaçlarını diğer canlılar üzerinden gerçekleştiriyorlardı.

Diğer canlılara tahakküm başlamıştı, güçlerini onlara kanıtlamak için, tam bir katliam yaşatıyorlardı. Artık canlılar üzerine egemenliklerini ilan ediyor, ihtilal yapıyorlardı.

Şimdi bu soruyu sormanın tam sırası “Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi”..

Meleklere sorma ve meleklerin dillenmesi, iblise sorma ve iblisin konuşması gibi,7/12 vd.. cehenneme sorma ve cehennemin cevabı gibi,50/30 vd..göktekiler ve yerdekilerle konuşma gibi 41/11 vd.. "Ey yer! Suyunu yut ve ey gök, sen de tut." Gibi 11/44 vb.. şekilde olmuştur. Bu tarz ifadeler Kuran’da oldukça yer alır.

Meleklere sorulması ve onların cevap vermeleri, metaforik fotoğraflama yöntemi, sahneleştirerek anlatım sanatı, meleklerde bu süreci böyle dillendiriyor;

Daha önce hiçbir canlı dünyada olup biten yasalara müdahale edememiş, yön verememiş, eşyaya isim verememiş, kendi buyruğu altına alamamıştı.

Eşyayı halden başka bir hale sokmamış. Maddeyi analiz edememiş enerjiyi keşfedememiş bunları kendi yararına kullanamamış. Böyle bir varlık sahnede yok ve anlatım mücessemleşiyor.

Soru soran yok Allah’ın kudreti karşısında kim soru sorabilir ki! Bu bir anlatım bir izahat bir dil

Meleklerin gördüğü ilkel bir beşerin nasıl halife olacağıydı ve sordular;

.."Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın? Oysaki bizler, seni hamt ile tespih ediyoruz; seni kutsatıp yüceltiyoruz”.. Varlığı bizlerde dillendirecek olursak; bizler senin ayetlerin, yasaların, sünnetiniz değişmeden işleyip duruyoruz, yaptığın işin mükemmelliği senin üstünlüğünü ve büyüklüğünü yansıtıyor ve hamdın ancak senin için olacağının göstergeleriyiz.

Zamanda geri gidecek olursak, yeryüzünde her türlü canlı var ama insan henüz evrimleşmemiş, doğada olan her canlı tabiatına uygun yaşayıp gidiyor, beşeriyet uzun yıllar böyle yaşadı, hatta insanlığın var olmasından bugüne kadar geçen zamandan daha fazla bir zaman böyle yaşadılar, bu beşeriyet bu haliyle halife olamazdı.

Sorulan soru bunun içindir Allah c.c Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife (cailun: terfi ettireceğim) atayacağım." demişti.. bu söylemin akabinde, şu soru geliyor .."Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın?

Allah c.c insanın evrimini tamamladıktan sonra, halife olabileceğine işaret ederek; "Allah şöyle dedi: "Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim."

Bu konuyla ilgili meleklerin bilmediği, Allah c.c bildiği insanın evrim geçirdikten sonra halife olabileceği ve yeryüzünün idaresinin insana verileceğiydi. Yani aşama aşama bu liyakate ulaşacakları gaybı bir gerçekti.

"Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim.” ve "Dememiş miydim ben size! Ki ben, göklerin ve yerin gaybını en iyi bilenim.”

Âdem’e isimlerin tümünü öğretti. Sonra onları meleklere göstererek şöyle buyurdu: "Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz."

Dediler ki: "Yücedir şanın senin. Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim. Sen, yalnız sen Âlim’sin, her şeyi en iyi şekilde bilirsin; Hakim’sin, her şeyin bütün hikmetlerine sahipsin."

Allah buyurdu: "Ey Âdem, haber ver onlara onların adlarını." Âdem onlara onların adlarını haber verince, Allah şöyle buyurdu: "Dememiş miydim ben size! Ki ben, göklerin ve yerin gaybını en iyi bilenim. Ve ben, sizin açığa vurduklarınızı da saklaya geldiklerinizi de en iyi biçimde bilmekteyim."(2 Bakara 31,32,33 )

Âdem’e isimlerin tümünü öğretti. İnsanın evrimini Âdem noktasına getirdi; Artık aklı iradesi açılmıştı.. Yaratılış özelliği itibarıyla her geçen zaman, insanı öyle bir noktaya taşımıştı ki, öteki canlılardan farklılığı belirginleşmişti artık. Alet kullanmaya başlamıştı ve diğer yaratıklara hükmetme, eşyaya isim verme, kabiliyeti kazanmıştı Sonra onları meleklere göstererek şöyle buyurdu: "Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz." Melekler, Allah’ın ayetleri, yönetim güçleri, yasaları ve elçileri olduğuna göre buradaki söylemi nasıl anlamamız gerekir?

Aslında bu hadiseyi evrende ve dünyada, etrafımızda ki olup biten her şeyden anlarız.

Kozmik akışta olup biten fevkalâdelikler, muazzam işleyiş yasaları, iş ve oluşu, olaylar zincirini oluşturan; yönetim güçleri/elçiler/haberciler/”meleklerdir.”

Her bir yasa kendine verilen görevi, eksiksiz ve tam zamanında aksatmadan yapar. Bir birine karışmazlar, biri diğerine müdahale etmez, destekler ve sırası gelen devreye girer. İç içe geçmiş karmaşık düzende kendi kulvarında üzerine düşeni yerine getirir, bir birini tetikler, çekip sürükler.

Değim yerindeyse; kozmik akışın enstrümanları, her biri ayrı ses verir ama aynı esere tempo tutarlar. Bu enstrümanlar biri diğerinin yerine geçmez, biri diğerini çalamaz, hepsi birini biri hepsini çalmaz. Ama insan hepsini çalar!

Bunların top yekûnuna insanın yaptığı gibi eşyaya hükmedin yön verin doğru sözlülerseniz… "Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz."

Dediler ki: "Yücedir şanın senin. Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim. Sen, yalnız sen Âlim’sin, her şeyi en iyi şekilde bilirsin; Hakim’sin, her şeyin bütün hikmetlerine sahipsin."

İnsanlığın en doruk noktası olan Âdem olma sürecine gelen insana işaret ederek; Allah buyurdu: "Ey Âdem, haber ver onlara onların adlarını." Haydi adem sen çal! Artık ilkel insan yoktu, evrimini/tekâmülünü tamamlamış, eşyaya yön veren, isim takan, tarih yazan, bilimsel çalışmalar ortaya koyan, teknolojinin gücünü kullanan, branşlaşıp derinlemesine araştırmalar yapan, evreni keşfeden, uzaya yolculuk yapan, psikolojik ve fizyolojik dallarda ilerleme kaydeden, organ nakli yapan, klonlama yapan, maddeyi ve enerjiyi keşfeden ve bunlara yön veren, iletişimde oldukça ilerleyen vb.. konuma gelmiş, halife oluşundan kıyamete kadar öğrenip yapacağı; "Ey Âdem, haber ver onlara onların adlarını." İfadesi insanın nerelere varacağının fotoğrafını ortaya koyuyor.

Kuran’daki bu anlatım “Âdeme hemen isimler öğretildi ve Âdemde kalktı meleklere saydı” tarzında olmamıştır!.

Bu mecazi anlatım; insanlığın yaratıldığından kıyamete kadar olan sürecinde, bütün bir insanlığı tarif eden, izlediği tenezzüh/seyri anlatan, başlangıç ve bitiş çizgisi arasındaki seyrü seferi ortaya koyan anlatım sanatıdır.

Bu anlatılanlar metaforik bir anlatımdır, soyut olanı mücessem bir dille anlatmadır.

Varlığı dillendirmedir. Yâda varlığın bizim tarafımızdan bilinmeyen dilini tercümedir. Anlayalım diye tashihi yapılmış dilimize uyarlanmış örnekleme anlatımdır.

Allah yarattığı her varlıkla kendi diliyle konuşuyor:

Âdemlik ilk evrimleşen sürecin adı olmakla beraber, bir yönüyle de bütün insanlığın ortak adıdır “Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yapacağım," demişti”...2/30 "Sizi yeryüzünün halifeleri yapan”…6/165

Âdem onlara onların adlarını haber verince, Allah şöyle buyurdu: Âdemin meleklere haber vermesi hadisesi, insanlığın ortaya koyduğu yetenek ve kabiliyetleridir, aklı ve iradesidir, şu an hazırladığımız bu yazı bir yönüyle Âdemin yani insanlığın meleklere haberidir "Dememiş miydim ben size! Ki ben, göklerin ve yerin gaybını en iyi bilenim. Ve ben, sizin açığa vurduklarınızı da saklaya geldiklerinizi de en iyi biçimde bilmekteyim."

Burada aklınıza şöyle bir soru takılabilir! İnsan evrimleşse de tekâmül etse de bozgunculuk çıkarıyor ve kan döküyor, buna ne demeli?

Evrimini tamamlamamış insanın bozgunculuk çıkarması kendi elinde değil, yapısı gereği hoyrat kaba abullabut nezaketsiz mağara adamı vb.. özellikler taşıyor, böyle olması yaşama tutunması için bir zorunluluktu, modern insana çıkan merdivenlerin ilk basamaklarıydı, o basmaklardan geçmeden bugüne gelinemezdi.

Düşünsenize konuşmayı bilmiyor, eşyaya isim takamıyor ve yön veremiyor, yiyeceklerin acısın tatlısını zehirlisini temizini pisini tecrübe ederek tanımlıyor, kıyafet ve barınma sorunu var, avlanma ve savunma çok güç, vs.. bunu bugünkü modern insanın kaldırabilmesi imkânsızdır.

İlkelliğin verdiği kaba güç, bu koşullara dayanmayı daha elverişli ve olanaklı kılıyor, ihtiyaçlar belirginleşiyor ve her şey yerli yerine oturtuluyordu ve basitten karmaşığa doğru bu yolculukta akla zemin hazırlanıyordu.

Dengeli bir gelişim süreci adım adım evrimini/tekâmülünü tamamlıyordu, maddi ve manevi, fiziksel ve psikolojik, bedensel ve akıl yönünden devam ederek uzun yıllar sürerek bugünkü modern insana kadar ulaşıyordu.

Gelelim insanın hala bozgunculuk yapması ve kan dökmesine.

Artık bozgunculuk çıkarması tabiatı gereği değil iradidir, yani sorumludur. hayvanların yaptığı hiç bir şey kınanmaz, çünkü akılları ve iradeleri yoktur. Ama insan halife olduktan sonra yaptığı her işten sorumludur. Burada şu devreye giriyor “biz insanı güzel yarattık ve iradesini kendi eline verdik” artık insanın iradesi var yaptığından kendi sorumlu.

Biz insanı gerçekten en güzel bir biçimde yarattık.

Sonra da onu düşüklerin en düşüğüne/ aşağıların en aşağısına çevirip attık.

İman edip hayra ve barışa yönelik iş üretenler müstesna. Bunlar için kesintisiz bir ödül vardır. (95 Tin 4-6)

Evrimini tamamlamasına rağmen, aklı belirginleşip iradesi kendi eline verilen modern insan, kan döküp bozgunculuk çıkarıyorsa, aşağıların aşağısını dönüşür. İlk geldiği noktanın da altına iner!.

İçinizden, Cumartesi günü (avlanma yasağı)nı çiğneyenleri elbette bilmişsinizdir; işte onlara: "Aşağılık maymunlar olun!" dedik(2/Bakara/65).

De ki: "Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah kim(ler)e lanet ve gazap etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve şeytana tapanlar yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır. (5/Maide/60)

Ne zaman ki onlar, kendilerine hatırlatılanı unuttular, biz de kötülükten menedenleri kurtardık; zulmedenleri de, yoldan çıkmaları yüzünden çetin bir azap ile yakaladık. Kibirlerinden dolayı kendilerine yasak kılınan şeylerden vazgeçmeyince onlara: "Aşağılık maymunlar olun!" dedik(7/Araf/165,166) 93

Prof. Dr. Süleyman ATEŞ tarafından yapılan yorum

93 Mâide Suresinin 60. ayetinde belirtildiği gibi, Yahudi kabilelerinden bir grup, işte bu Ashâbu's-sebt (Cumartesi yasağını çiğneyenler), dejenere edilip hınzır ve maymun kılığına sokulmuşlardır. Bir insanın kılığının değiştirilip hayvan kılığına sokulmasına mesh (Âî"òÎ) denilir. Rivayetlere göre eski uluslarda mesh olurdu. Bu, ahlâken bozulan insanlara, Allah tarafından verilen bir ceza idi.. Ancak bunun, gerçekten insanın maymun biçimine sokulması mı, yoksa ahlâkan bozulup maymun gibi taklitçi ve aç gözlü duruma düşürülmesi mi olduğu hakkında görüş ayrılığı vardır. Eğer ayet, ahlâkî bozulmaya işaret ise bu, her zaman ve her ulusta olur. İnsanlar nefislerinin zebunu olunca şeklen değil, sîreten yani huy bakımından herhangi bir hayvanın karakterine girmiş olurlar. Bunlar görünürde insan olsalar da gerçekte hayvan düzeyinde ve ahlâkındadırlar. O halde insan, ahlâkını korumalıdır ki manen insan mertebesinden çıkıp herhangi bir hayvan düzeyine inmesin, nefsinin esiri olmasın!

Kim bilir belki bundan sonra evrim/tekâmül insanın iradesine bırakılmıştır.

Ya gerisin geri geriler cehenneme gider, yâda tekâmülüne devam eder cennete gider.

Âdem ve eşinin cennet maceraları

Ve Âdem’e şöyle buyurmuştuk: "Ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleşin ve ondan dilediğiniz yerde, bol bol yiyin. Ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa ikiniz de zalimlerden olursunuz." (2/Bakara/35)-(7/19)

İnsanlık âdem olma sürecine girmeye başlamıştı, bu geçiş süresi evrenin ömrüyle kıyaslandığında çok kısa bir süre, insanlığın var olduğu tarihten bugüne kadar geçen zamanla kıyasladığımızda ise çok uzun bir süre demektir. Hatta ilk resulden günümüze kadar geçen zaman, bu süreçten daha kısa olmuş olabilir. Çünkü evrimleşme süreci bizim fark edemeyeceğimiz bir yavaşlıkta ilerliyor, yani evrim bizim zamanımızla çok uzun sürüyor.

Âdem olma sürecinin son aşamalarında yavaş yavaş aklı oturuyor, iradesi şekilleniyor, şuuru açılıyor, ana hafızası ve ön hafıza/ön bellek (ibliste bu ön bellekte yer alır, yani akla ilk gelen düşüncenin içindedir.) açılarak diğer varlıklardan farklılığı ortaya çıkmaya başlıyordu. ”Ve Âdem’e şöyle buyurmuştuk: "Ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleşin ve ondan dilediğiniz yerde, bol bol yiyin.” âdemin ve eşinin yerleştiği cennet; yeryüzündeki canlıların yaşadığı yeşil alanları, yaşama en elverişli mekânları, bol meyveli bol çiçekli bağları ve bahçeleri ifade ediyor. Çünkü cennet bahçe demektir, ister dünyada isterse ahirette olsun, bitki örtüsünün yoğun olduğu ekseri bitkilerin yapraklarıyla örtüp gizlediği için “cennet” diye adlandırılmıştır.

Oluşum süreci tamamlanınca artık insanın mükellefiyeti de başlamış oldu. Aklı var, iradesi var, düşünüyor, fikir yürütüyor, kararlar alıyor ve onu uyguluyor, merak ediyor, sorular soruyor ve cevabını arıyor, artık etrafında ne görüyorsa ona isim veriyor, onun özelliklerini işlevini biliyor, soyutu ve somutu, iyiyi ve kötüyü, ayıklıyor vs..vs..vs..

Evrimleşeme süreci günümüz insanının bulunduğu noktaya kadar yükseliyor.

"Ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleşin ve ondan dilediğiniz yerde, bol bol yiyin. Ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa ikiniz de zalimlerden olursunuz."

Neydi bu ağaç? “Şecer” bakın Hakkı YILMAZ Araf suresinin 19 ayetini açıklarken bu konuda neler diyor;

http://www.istekuran.com/index.php?page=176dc03baec48a336496 710a029fcef2&id=45

Biz, “yasaklanan ağaç” konusunu tam olarak açıklığa kavuşturabilmek için, ayette geçen “şecer” ve “mal” sözcüklerinin temeline inme ihtiyacı duyuyoruz.

Şecer

“Şecer”, bitki cinsindendir. Gövdesi üzerinde desteksiz duran bitkidir; kış mevsiminde varlığını koruyan bitkidir. Hicazlılar, buğday, arpa ve hurmaya “şecer” derler. “Şecer” sözcüğü, “ihtilâf” (Nisa; 65) ve “sarf etme” anlamlarında da kullanılır. Çünkü ihtilâfların ekserisi “mal” yüzündendir, en çok harcaması yapılan da “mal”dır. (Lisan ül Arab c:5, s:32,33, “Şcr” mad.)

Dikkat edilirse, ayetlerdeki “şecer” sözcüğü ile 22. ayetteki “verak ül cennet” ifadesi aynı anlama gelmektedir ve her ikisi de kısaca mal; altın, gümüş, deve, arpa buğday ve hurma demektir. Dolayısıyla biz de “şecer”i, Hicazlılar gibi “mal” olarak anlayabiliriz.

Mal

“Mal” sözcüğü Türkçemize Arapçadan gelmiş bir sözcüktür. Konunun iyi anlaşılabilmesi için bu sözcüğün de Arapçadaki gerçek manasını tespit etmek gerekmektedir.

“Mal”; “tüm eşyadan sahip olunan şeyler” demektir. “Mal” aslında, “altın ve gümüşten sahip olunan” demektir. Sonradan kazanılan, elde tutulan ve ayniyattan sahip olunan şeylere ıtlak olunur oldu. Arab’ın “mal” dediği şey ekseriyetle “deve”dir. (Lisan ül Arab c:8, s:403, “Mvl” mad.)

Kıssayı anlatan ayetlerdeki ifadeler ve sözcüklerin gerçek manaları bize göstermektedir ki Allah, insanın mal tutkusundan uzak olmasını istediği için Âdem ve eşini mal düşkünü olmaktan menetmekte, İblis de Âdem ve eşini mal ile aldatmaktadır.

Nitekim Ta Ha suresinin 120. ayetinde de İblis, Âdem’i (burada Âdem’in eşinden bahsedilmemiştir) ebedîleştirmek için onu “seceret ül huld”e; mala (altına, gümüşe, deveye, arpaya, buğdaya, hurmaya…) yönlendirmiştir. Aslında “seceret ül huld”e yönlendirme, İblis’in üçüncü iğvasıdır. Aşağıda, 20. ayette görüleceği gibi İblis’in ilk iğvaları, melek (iradesiz varlık; robot) yapılma ve “halid” olma (hiç değişmeden aynı kalma) üzerine olmuştur.

İblis’in Âdem’i yoldan çıkartmak için başvurduğu bu son iğva, akla hemen Hümeze suresinin 2. ve 3. ayetlerini getirmektedir:

Hümeze; 2, 3: &nbs p; O ki malı toplayıp ve malının gerçekten kendisini ebedîleştirdiğini sanarak onu tekrar tekrar sayandır.

Netice olarak, bize göre gerçekte ne böyle bir olay cereyan etmiştir, ne de ortada herhangi bir ağaç vardır. Çünkü ayetler temsil tekniğiyle anlatılmış olup, her şey temsilîdir. Sahnede ise; Allah, Âdem, Âdem’in eşi ve İblis vardır. Sahne, cennettir (yeşil bir bölgedir), ayetteki “şecer (mal; altın, gümüş, arpa, buğday, hurma, deve)” de bir sahne dekorudur. Hakkı YILMAZ www.istekuran.com sitesi

http://www.istekuran.com/index.php?page=176dc03baec48a336496 710a029fcef2&id=45

Yerleşin, eğlenin, gezin, yiyin için ve iyilikten yana ne varsa serbest bir şekilde yapın. Ama kötülüğe yaklaşmayın sora zalimlerden olursunuz, iyilik ağacı serbest kötülük ağacı yasak.

İnsan tekâmül edip geliştikten sonra iradesi kendi eline verildi ve iyiyi kötüyü yapabilme kabiliyeti ortaya çıktı "Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, dilediğiniz yerden yiyin ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de zalimlerden olursunuz." (7/Araf/19)

İyilik ağacının meyveleri; iman, adalet, doğruluk, dürüstlük, yardımlaşmak, sevgi, merhamet vb.. güzel hasletlerin tamamı (Salih amel)

Kötülük ağacının meyveleri; şirk, zulüm, haksızlık, ihtiras, bencillik, içki, kumar, zina, tecavüz, cinayet vs.. (habis olan her şey)

Allah âdeme yani insanlığa bu ağaca (kötülük ağacına) yaklaşma diyor.

Bunun üzerine şeytan onların ayaklarını kaydırdı da onları içinde bulundukları yerden çıkardı. Biz de şöyle buyurduk: "Bir kısmınız bir kısmınıza düşman olarak aşağıya inin. Belli bir süreye kadar yeryüzünde sizin için bir bekleme yeri, bir nimet/bir yararlanma imkânı olacaktır." (2/Bakara/36)

Bunun üzerine biz şöyle demiştik: "Ey Âdem! Şu, senin de eşinin de düşmanıdır, dikkat et de sizi cennetten çıkarmasın; sonra bedbaht olursunuz." (2/Bakara/117)

Derken, şeytan, kendilerinden gizlenmiş çirkin yerlerini onlara açmak için ikisine de vesvese verdi. Dedi: "Rabbinizin sizi şu ağaçtan uzak tutması, iki melek olmayasınız yahut ölümsüzler arasına katılmayasınız diyedir."

Ve onlara, "ben size öğüt verenlerdenim" diye yemin de etti.

Nihayet onları kandırarak aşağı çekti. O ikisi ağaçtan tadınca çirkin yerleri kendilerine açıldı. Bahçenin yapraklarından yamalar yapıp üzerlerine örtmeye başladılar. Rableri onlara seslendi: "Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Ben size, şeytan sizin için açık bir düşmandır demedim mi?"

"Ey Rabbimiz, dediler, öz benliklerimize zulmettik. Eğer bizi affetmez, bize acımazsan elbette ki hüsrana uğrayanlardan olacağız."

Buyurdu: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belirli bir süreye kadar mekân tutmanız ve nimetlenmeniz öngörülmüştür."

Buyurdu: "Orada hayat bulacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan çıkarılacaksınız."

Ey âdemoğulları! Size, çirkin yerlerinizi örtecek giysi ve süs kıyafeti indirdik. Ama takva giysisi en hayırlısıdır. İşte bu, Allah'ın ayetlerindendir. Düşünüp öğüt almaları umuluyor. (7/Araf/20-26)

“Bunun üzerine şeytan onların ayaklarını kaydırdı da onları içinde bulundukları yerden çıkardı.” İnsanlık ilerledikçe hem sayıları artıyor hemde karmaşa çoğalıyordu, bu çokluk beraberinde yozlaşmayı ve fıtrattan kaymayı daha kolay hale getiriyordu, şeytani olan yollar daha belirgin ve cazip hale geliyordu. Düşünün bir köyde adalet ve iyilik daha kolay yaşanırken metropolde bu iş daha zordur, kapitalizm, emperyalizm, stokçuluk, kara borsa, tefecilik, ahlaksızlık, değerleri hiçe sayma vb..

Şeytani unsurlar kalabalık toplumlarda daha iyi yuvalanır, gelişir ve çoğalır. “Biz de şöyle buyurduk: "Bir kısmınız bir kısmınıza düşman olarak aşağıya inin.” Hak yanlıları ve bat yanlıları bir birine düşman olarak yeryüzünde başından sonuna kadar bir biriyle savaş halinde mücadele etmektedirler. “Belli bir süreye kadar yeryüzünde sizin için bir bekleme yeri, bir nimet/bir yararlanma imkânı olacaktır.” (2/Bakara/36)

Toplumlar çoğalıp kalabalıklaştıkça Allah uyarıcılar gönderdi, zaten insanın fıtratına neyin iyi neyin kötü olduğu bilgisi yüklenmiştir, yani vicdan kitabımızda bunlar yazılıdır. Bunun üzerine biz şöyle demiştik: "Ey Âdem! Şu, senin de eşinin de düşmanıdır, dikkat et de sizi cennetten çıkarmasın; sonra bedbaht olursunuz." (2/Bakara/117)

“Derken, şeytan, kendilerinden gizlenmiş çirkin” bencilliğe, mala, makama, mevkie, üne, şöhrete, şehvete, ihtirasa eğilimli “yerlerini onlara açmak için ikisine de vesvese verdi. Dedi: "Rabbinizin sizi şu ağaçtan uzak tutması, iki melek”

Ayetteki “melekeyni (iki melek)” sözcüğünün “melikeyni (iki kral)” olarak okunması da mümkündür. Nitekim İbn Abbas, Dahhak ve Yahya b. Ebi Kesir sözcüğü “melikeyni (iki kral)” olarak okumuşlardır. Bu kıraatı, Ta Ha suresinin 120. ayetindeki “eskimez / çökmez mülk / saltanat” ifadesi de desteklemektedir. Hakkı YILMAZ www.istekuran.com sitesi

http://www.istekuran.com/index.php?page=176dc03baec48a336496 710a029fcef2&id=45

kara paranın, kumarhanenin, uyuşturucunun, insan ticaretinin, kaçakçılığın kralı maliki “olmayasınız yahut ölümsüzler arasına katılmayasınız diyedir." “O ki, mal biriktirdi, onu saydı da saydı. Sanır ki, malı sonsuzlaştıracaktır kendisini.” (104/2,3)

Ve onlara, "ben size öğüt verenlerdenim" diye yemin de etti.

Nihayet onları kandırarak aşağı çekti. O ikisi ağaçtan tadınca çirkin yerleri kendilerine açıldı.

Bahçenin yapraklarından yamalar yapıp üzerlerine örtmeye başladılar. Mallarıyla, çirkinliklerini, üçkâğıtçı olduklarını, hortumcu olduklarını, kaçakçılıklarını, uyuşturucu ticareti yaptıklarını, organ mafyası olduklarını, insan ticareti yaptıklarını, sömürü düzenleri kurduklarını, toplu katliam yaptıklarını vb.. mallarıyla/servetleriyle örtmeye başladılar.

Dünya ekonomisini elinde tutup her türlü çirkin emellerini yerine getirmek için kullanıyor sonrada bu çirkinliği yine bu yapraklarla/mallarla örtüyorlar.

Cennet yaprakları (ağaç yaprakları değil)

“Ağaç yaprağı” ve / veya “kitap yaprağı” olarak meşhurlaşmış olan “varak” sözcüğü;

- Arap dilbilimcilerinden Cevheri’ye göre; “Gümüşlerden yapılma ve develerden meydana gelme mal varlığı”,

- İbn-i Siyde’ye göre; “Koyun ve develerden meydana gelen mal varlığı”, (Lisan ül Arab, c:9, s:277, 280)

- Ragıb’a göre; “Kitap ve ağaç yaprağından başka… ağaçtaki yaprağın çokluğuna benzetilerek ‘çok mal’ için de ‘varak’ tabiri kullanılır.” (El Müfredat, s:520, Verk Mad.)

- Ebu Ubeyde’ye göre; “Gümüş ve her türlü canlı hayvan”,

- Ebu Said’e göre; “Basılmış gümüş (gümüş para) anlamlarına gelmektedir. (Tac ül Arus, c:13, s: 476-480)

Bu açıklamalara göre, ayetteki “varak ül cennet (cennet yaprağı)” ifadesi; “insana haz veren para, mal, mülk ve çeşitli nimetler” anlamına gelmektedir ki Rabbimiz bunların neler olduğunu başka bir ayette bildirmiştir:

Âl-i Imran; 14: &nb sp; İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler süslü gösterilmiştir. Bunlar iğreti yaşamın faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa Allah, varılacak yerin bütün güzellikleri yanında olandır.

İşte, Âdem ve eşi, Kur’an’da “varak ül cennet” olarak adlandırılmış olan, “iğreti yaşamın faydalarını sağlayan şeyler”e dadanmışlar ve bu tarz süsleri üst üste koyarak (bütün süsleri bir araya toplayarak) üzerlerine almışlardır (yaşamlarının ayrılmaz parçası hâline getirmişlerdir). Hakkı YILMAZ www.istekuran.com sitesi http://www.istekuran.com/index.php?page=176dc03baec48a336496 710a029fcef2&id=45

Rableri onlara seslendi: "Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Ben size, şeytan sizin için açık bir düşmandır demedim mi?"

"Ey Rabbimiz, dediler, öz benliklerimize zulmettik. Eğer bizi affetmez, bize acımazsan elbette ki hüsrana uğrayanlardan olacağız."

Burada anlatılanlar, geçmiş, gelecek ve ikisi arasındaki olan bütün insanlığın hikâyesidir.

Burada anlatılanlar, geçmiş, gelecek ve ikisi arasındaki olan bütün insanlığın hikâyesidir.

Burada anlatılanlar, geçmiş, gelecek ve ikisi arasındaki olan bütün insanlığın hikâyesidir.

Kuran’ın kendi dili ve tarzıyla; Dünyanın öteki yüzünü; büyülü ve cazip tarafını (mal, mevki, şan, şöhret, yeme, içme ve eğlenme vb..) yani şeytanın cirit attığı alanı.

İnsanın öteki yüzünü; içindeki saklı duran çirkin yönünü (bencillik, nankörlük, haksızlık, acelecilik, ihtiras, öfke, kan döken ve bozgun çıkaran.) yani iblisin çalıştığı alanı.

Bu anlatım mecazidir, metaforiktir, soyut olanı somut olanlarla tarif etmedir, mücessemleştirmeli izahattır, ilahi hitabın beşerin/insanın belleğine, yine kendi diliyle kendi istifadesine en uygun sunumdur.

Anlatımdaki mükemmelliği ve anlatılanı anlama derecesi, ilahına olan bağlılık, güven ve haşiyeti(8/29) ve kulun mesaisi-gayreti(29/69) oranındadır.

Algılayışımızın acizliği ilahi mesaja bigâne kalmak(44/36-37), gerektiği kadar emek vermemek, öteden beri gelen klasik anlayış perspektifinden(2/170) bakmak, aşırı gidip harici ve parçacı mantıkla(11/112) hareket etmek vb. anlama kabiliyetlerimizi ve tefekkürümüzü kısırlaştırıyor. O zaman da, soyut olanı somut, somut olanı da soyut olarak anlamaya başlıyoruz. İlişkimizi temelden sarsan, ana konulardaki anlam farklılıklarının nedeni ne olabilirki!!?

Kulların kendilerinden kaynaklanan zaafları sebebiyle, ilahi hitabın anlam ağırlığı, onların yüreğinde cazibesini kaybediyor, ilgi duyduğu ve dikkat kesildiği kadarını gayretle çalışan çalıştığı kadar ve mabuduna duyduğu saygı oranında anlıyor ve o paralelde yorumluyor.

Buyurdu: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belirli bir süreye kadar mekân tutmanız ve nimetlenmeniz öngörülmüştür."

Buyurdu: "Orada hayat bulacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan çıkarılacaksınız."

Ey âdemoğulları! Size, çirkin yerlerinizi örtecek giysi ve süs kıyafeti indirdik.

Ama takva giysisi en hayırlısıdır. Artık anlatılması gerekenler anlatılmış, öğüt almak isteyene her türlü misal verilmiş, batılın çirkin yüzü, ondan korunması gerektiği ve nasıl korunacağı detaylandırılmış, Allah’ın ayetleri her taraftan ve her yönden şahitli bir şekilde fark ettirilmiştir,91/8 öyle ki tabir yerindeyse dört bir koldan:

1 Mushaf’taki ayetler (Resullere vahiy yoluyla gelen kitap.) İşte o Kitap; kendisinde hiç şüphe yoktur; muttakiler için yol göstericidir. (2 Bakara 2)

2 Afaktaki ayetler (evrende iş ve oluşu içine alan kitap.) Yeryüzünde ayetler vardır görürcesine bilenler için. Benliklerinizin içinde de. Hala bakıp görmeyecek misiniz? (51 Zariyat 20,21)

3 Enfüsteki ayetler (yaratılışta kodlanan fıtri yasalar vicdanımızdaki kitap.) Onlara ayetlerimizi ufuklarda ve öz benliklerinin içinde göstereceğiz. Ta ki, onun hak olduğu kendilerine ayan-beyan belli olsun. Kendisinin her şey üzerinde bir tanık oluşu, senin Rabbine yetmez mi? (41 Fussilet 53)

4 Aklın ortaya koyduğu ayetler (insanlık tarih tecrübesi gelinen teknoloji ve keşifler zincirini terkip eden kitap.) Size verilen her şey, dünya hayatının geçimi ve süsüdür. Allah’ın yanında olan ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Aklınızı kullanmıyor musunuz? (28 Kasas 60) Bknz: (2/76 - 3/65 - 5/58,103 - 8/22 - 11/51 - 12/109 - 21/10,66,67 - 25/44 - 28/60 - 29/63 - 36/62,68-37/137,138 - 49/4 - 59/14 - 67/10)

Tüm bunları içine alan kitap:

Yeryüzünde ve kendi benliklerinizde meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir Kitap’ta belirlenmiş olmasın. Bu, Allah için çok kolaydır. ( 57 Hadit 22) Bknz: (85/21,22 - 13/39 - 43/4 - 50/4)

İşte bu, Allah'ın ayetlerindendir. Düşünüp öğüt almaları umuluyor. (7/Araf/20-her 26 )

İlk inen vahiyden son inen vahye kadar ve günümüze kadar evrim süreci:

Kur’an’a baktığımızda Âdem’in ilk insan olmadığını ve ilk resul oluşuyla ilgili herhangi bir bulguya rastlamıyoruz, hatta Âdem ismi insanlığın evrimleşmiş hali, evrim geçirdikten sonraki adı gibi duruyor.

Buna göre Âdem;

İlk insan değil

İlk resul değil

Tek insan değil, beşerin evrim sonraki hali. Yani ilk resulden (Nuh a.s) önceki dönem insanlığın adı.

Kur’an’da, ilk vahyin başlangıcı sanıldığı gibi Âdemle değil Nuh la başlıyor, Âdemin resul oluşuyla ilgili hiçbir ayete rastlamıyoruz. Biz, tıpkı Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Biz İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyüb'e, Yunus'a, Harun'a, Süleyman'a da vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik.

Resuller var, hayat ve hatıralarını daha önce sana anlattık; resuller var, hayat ve hatıralarını sana anlatmadık. Allah, Musa'ya kelime kelime söz söylemişti. 4/Nisa/163,164

Ama Nuh’a kadar bir evre geçmişti, bununla ilgili Kur’an’da Âdem oluş sonrası dönemden İsa resule kadar, Âdem oluş sonrası dönemden Nuh’a, Nuh’tan İbrahim’e, İbrahim’den İsa’ya (İmran ailesi) kadar dört evreden bahsediyor.

Allah; Âdem’i, Nuh'u, İbrahim Ailesi'ni, İmran Ailesi'ni seçerek âlemlere üstün kılmıştır; 3/Ali-imran/33

Bu ayeti sondan başa doğru okuduğumuzda; İmran ailesinden Muhammed’e a.s kadar Allah’a çağıranların devri.

İbrahim ailesinden İmran ailesine kadar, Allah’a çağıranların devri.

Nuh a.s dan İbrahim a.s ailesine kadar geçen devir ve insanlığın Âdem oluşundan Nuh a.s inen vahye kadar geçen devir.

Birde Muhammed a.s dan bugüne kadar geçen devir.

Âdem öncesi dönem; yani ruh henüz üflenmemiş, halifelik verilmemiş, evrimini tamamlamamış, Kur’an’ın değimiyle “kan döken ve bozgunculuk çıkaran” dönemi. Bu dönem kapalı kör bir dönem, çünkü akıl ve irade verilmemiş bir beşer.

Âdem dönemi; ruh üflenmiş, halifelik verilmiş, evrim geçirmiş, melekler ona itaat ediyor artık. Yeryüzüne hükmediyor, eşyaya isim veriyor ve kendi hizmetinde kullanıyor. Etrafıyla iletişime geçiyor, her bir şeyi artık yerli yerine oturtmaya başlıyor, etrafındaki her şeye hükmediyor onları tanımaya çalışıyor, keşfetmeye uğraşıyor, olumlu olumsuz tecrübe ediyor.

Açlığını gidermek için çeşitli yollara başvuruyor, sadece içgüdüsel davranmıyor artık akledebiliyorda, aklıyla avlanıyor biriktiriyor, bitkilerin hangileri yenir, tadı nasıldır tanımaya ve onları yetiştirmeye çalışıyor, hayvanları evcilleştiriyor kendi hizmetine kullanıyor.

En uygun alanı ve en uygun iklim yerini yerleşim yeri seçiyor, barınak yapıyor soğuk ve sıcağa karşı giysi yapıyor, aile kurumunu oluşturuyor ve koruma altına alıyor, tehlikelere karşı ve avlanmak için “ateşsiz!” silah yapıyor.

Her varlıkla olduğu gibi kendi cinsiyle de iletişimi ilerletiyor her şeye ad/isim vererek konuşmayı öğreniyor, öğrendikçe işler ve yaşam daha da kolaylaşıyor. Bundan önce hoyrat ve azgın “kan döken ve bozgunculuk çıkaran” biriydiler ama isimleri örenip saymaya (2/31-37) başlayınca medenileşme başlamıştı, ruh üflenmesi halifelik verilmesi kendini gösteriyordu..

Âdem'e isimlerin tümünü öğretti, sonra onları meleklere sunup: "Haydi, doğru iseniz onların isimlerini bana söyleyin," dedi.

(Allâh) dedi ki: "Ey Âdem, bunlara onların isimlerini haber ver." bunlara onların isimlerini haber verince (Allâh): "Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı ve içinizde gizlemekte olduğunuz şeyleri bilirim, dememiş miydim? Dedi.

Meleklere: "Âdem'e secde edin" demiştik, hemen secde ettiler: Yalnız İblis diretti, böbürlendi, nankörlerden oldu. Dedik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette oturun, ondan dilediğiniz yerde bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zâlimlerden olursunuz!"

Derken şeytân onlar(ın ayağın)ı oradan kaydırdı, içinde bulundukları (ni'met yurdu)ndan çıkardı. (Biz de) dedik ki: "Birbirinize düşman olarak inin. Sizin, yeryüzünde kalıp bir süre yaşamanız lâzımdır." 2/Bakara/31-36

Âdem'e (evrimini tamamlamış belleği açılmış, eşyayı öğrenme ve yönetme kabiliyeti anlamına gelen) isimlerin tümünü öğretti, sonra onları meleklere sunup: "Haydi, doğru iseniz onların isimlerini bana söyleyin," dedi.

(Allâh) dedi ki: "Ey Âdem, bunlara onların isimlerini haber ver." (insanlık yetenekleriyle, kabiliyetleriyle, eşyaya isim koyma ve onu kendi hizmetinde kullanma, bilimsel keşifleri, ulaştığı ve ulaşacağı teknolojiyle, kendini gösterdi-gösteriyor anlamına gelen), bunlara onların isimlerini haber verince (Allâh): "Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını (ve âdemin/insanın bu yeteneklerini) bilirim, sizin açıkladığınızı ve içinizde gizlemekte olduğunuz şeyleri bilirim, dememiş miydim? Dedi.

Meleklere: "Âdem'e secde edin" demiştik, hemen secde ettiler: Yalnız İblis diretti, böbürlendi, nankörlerden oldu. (Melek, Âdem ve İblis konularını önceden işlemiştik)

Dedik ki: "Ey Âdem, (bütün bir insanlık) sen ve eşin cennette (dünyanın bağlık bahçelik olan yerinde) oturun, ondan dilediğiniz yerde (adaletli ve dürüst olun, nasiplenin helal olan ne varsa yapın eğlenin) bol bol yiyin, ama şu ağaca (istifçilik, kara borsa, habis, kötü, haram olan her şey) yaklaşmayın, yoksa zâlimlerden olursunuz!"

Derken şeytân onlar(ın ayağın)ı oradan kaydırdı, (dünyanın cazibeli yapısı; mal,makam, ihtiras, tahakküm etme, öleceğini unutma-sonsuza dek kalma hissi vb.) içinde bulundukları (ni'met yurdu)ndan çıkardı. (Biz de) dedik ki: "Birbirinize ( hak ve batılın düşmanlığı) düşman olarak inin. Sizin, yeryüzünde kalıp bir süre yaşamanız lâzımdır." 2/Bakara/31-36

Âdem kelimesi geçen diğer ayetler: 7/Araf/11-35,172 – 17/İsra/61,70 – 18/Kehf/50 - 20/Taha/115-121

Âdem, (insanlık) Rabbinden birtakım kelimeler (dönem dönem gelen vahiyler) aldı (onlarla amel edip Rabbine yalvardı, O da) bunun üzerine onun tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeyi çok kabul eden(kulunun günâhından geçen)dir, çok esirgeyendir. 2/Bakara/37

Artık aralarında adaletin sağlanması haksızlıkların giderilmesi gerekiyordu, çünkü eşyaya, hayvana ve nebat hükmetmeye benzemiyordu insana hükmetmek, karmaşıktı sayıları arttıkça ve öğrendikçe fark ettiler. Artık sorunlarını ve problemlerini çözmek için kendilerinden üstün bir güce ihtiyaçları vardı. İşte burada vahyi devreye giriyor ilk resul (Nuh a.s) gönderiliyor.

Nuh a.s dönemi; Bu insanlığın vahiyle ilk buluştuğu dönem,

Özelliklede vahyin henüz inmediği dönemlere, yani insana ruh üflendiğinden ilk vahiy gelinceye kadar ki döneme Âdemin/insanlığın hikâyesi deniyor. Bundan sonraki döneme de Nuh a.s dönemi deniyor.

İşte bunlar; Allâh'ın ni'met verdiği peygamberlerden, Âdem/insan, neslinden, Nûh ile beraber gemide taşıdıklarımızın neslinden, İbrâhim ve İsrâil (Ya'kûB) neslinden, yol gösterdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Onlara Rahmân'ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. 21/Meryem/58

Artık insanlık gelişmiş bundan sonra işleri daha bir karmaşık, ihtiyaçların sınırları her geçen zaman daha bir genişliyor, bundan sonra işleri vahyi çözecek, resuller dönemi başlıyor….

İlk resulden son resule kadar, aynı amaç (hidayet kaynağı ve yol göstermesi) için vahyi nazil olmuştur, gönderilen resullerin dolaysıyla vahyin içeriği aynı olmakla beraber kapsamı farklı farklı olmuştur.

Vahiy insanlığın pozisyonuna göre gelişerek ve genişleyerek nazil olmuştur.

İlk dönemlerde, okuma yazma yok direk sözlü uyarı, yani kitap yok zaten buna da gerek yoktu, hemen her kavme bir resul/nebi gönderiliyordu 2/213-5/19-6/48-18/56-26/207vs.. sayılarını Allah bilir. 4/163,164 bir dönem sonra kitaplar inmeye başladı, Tevrat, Zebur, İncil ve son olarak Kur’an.

Kuran’dan önceki vahyi ve kitaplar indiği toplumun sorunlarına değinip o dönemin kendine has ve ihtiyacı oranında nazil oluyordu, böylelikle de insanlığın kıyamete kadar sorunlarını çözmediği için de korunma garantisi verilmemiştir. Yani kendi dönemine yeterli, bütün bir insanlığa ise eksik kalıyordu öyle ki Kur’an’a kadar. Hepsinin en temel çağrısı şu olmuştur; “gelin bir olan Allah’a ibadet edin ondan başka ilahınız yoktur” 23/23,32 – 11/61

Ben şahsen, Kur’an öncesi vahyin ve kitapların bozulmuş olmasından çok, miadını doldurmuş olmaları münasebetiyle sonra gelen öncekini nesh ediyordu diye düşünüyorum.

İnsanlık gelişmiş, dünya büyük medeniyetlere sahip, bir birinden haberdar, iletişim gelişmiş, okuma yazma, kayıt altına alma kolaylaşmış ve yaygınlaşmıştı.

Artık Kur’an’ı koruyabilecek seviyeye ulaşılmıştı, son ve kapsamlı kitabı indirmenin zamanı gelmişti, insanlık buna hazırdı.

İlk inen vahye kadar biyolojik evrimini tamamlamış artık sorumluluk alacak duruma gelmişti vahyi alması gerekiyordu, Allah onlara Nuh a.s resulü gönderdi.

İbrahim a.s resule kadar medeniyetler biraz daha kökleşiyor dünya coğrafyasının ve tarihinin kilometre taşları yerine oturuyordu. İbrahim a.s bugün mevcut olan bütün semavi dinin mensupları tarafından sahiplenilir.

İnsanlık çok ciddi sınav veriyordu, okuma yazma vardı artık, kitaplar inmeye başlamıştı; Tevrat, Zebur ve İncil insanlığın gelişimiyle paralel gelişen ilahi hitap artık insanlığın kıyamete kadar anlaya bileceği kavraya bileceği ve koruyup çoğalta bileceği seviyeye ulaşmıştı, artık son Resul son kitabın zamanı gelmişti.

Son söz:

Yokluktan ---} Büyük patlamaya ---} Büyük patlamadan ---} Madde/ins ve Enerji/cinn ye ---} ins ve cinn den ---} Maricin (karıştıran yüksek dereceli ateş nova yıldızlarının ürettiği atomlar) ateşine ---} Maricin ateşinden ---} Semum (içe işleyen, derilere, kemiklere nüfuz eden hararet güneş enerjisi) ateşi ---} Semum ateşinden ---} Sal sal (pişmiş kayalar) ---} Sal saldan ---} Toprağa (soğuktan ve sıcaktan genleşerek çatlayan kayaların tozu toprağı oluşturuyordu) Topraktan ---} Balçığa ---} Balçıktan ---} Canlı organizmalara süzülüp giden kimyasal bileşenler ---} Oradan bakterilere ve yosunlara ---} Yosunlardan bitkilere ---} Bitkilerden hayvanlara ---} Beşere ---} Beşerden insana ---} İnsandan Âdeme ---} Âdemden Nuh’a a.s ---} Nuh’tan a.s İbrahim’e a.s ---} İbrahim’den a.s İsa’ya a.s ---} İsa’dan a.s Muhammed’e a.s ve oradan da günümüze ve kıyamete kadar akıp giden evrim süreci.

Doğrular alim olan Allah’a, hatalar ve yanlışlar bana aittir.

Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.

Muhakkak ki en doğrusunu bilen Allah’tır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hakkı Yılmaz ın bu çalışması fikir veriyor..Ancak Müller deneyi biraz soru işareti gibi..Soğuk tuzak mı neydi bir şeyler vardı..Anlamam tabi..Ancak aklıma şu geliyor;Yarım asır evvel yapılmış bir deneyi bir daha kimse yapmadımı?Yapıldıysa sonuçlar ne oldu?Zira önemli bir deney..Ya da yapılamazmı?

Link to post
Sitelerde Paylaş

0rda bir çok din hurafesi yıkılmıştır.

yaşam enerjisi ruh değildir.ruh insanın doğumu ile hayata ivme veren ölümü ile alınan birşey değildir Kuranda.

ruh en genel anlamı ile bilgidir.

yaratılıp tamamlandıktan sonra verilir.tam ademin seçiliş zamanına denk gelir ruh verilmesi.oysa yaratılması ile seçilmesi arasında uzun bir zaman vardır.ve ölüm ifadelerinde hiç ama hiç ruhun alınmasından bahsetmez !

canlarını almaktan bahseder.yaşam enerjisi candır.hakkı yılmazın izahı ile elektiriksel bir güçtür.dolayısı ile uygun şartlar içinde ölüler diriltilebilir.beyin ölümü söz konusu olmazsa yaşam elektiriği vucuda tekrar verilebilirse bu olabilir.

daha 3 ay olmadı bir haber duydum.bilim adamları ölmüş bir kalbi yeniden canlandırmışlar.%2 kapasite ile bile çalışmıyormuş ama çalışıyormuş.bu olay geliştirilebilirse.belkide insan çok daha uzun yaşayacak.

müller deneyi ne kadar doğru bende bilmiyorum.hatta hiç duymuşta değilim.benimde dikkatimi çekti.bana uzak ve zayıf geldi.çünkü böylesi bir deney çok popüler olmalıydı.adını ilk kez bu yazıda duydum.

ama yinede.ben Allahın yaratma işinin aynı prensipte olduğunu düşünüyorum.basitten karmaşığa giden inanılmaz bir süreç.bazı müslüman kardeşlerim inatla buna karşı duruyor.oysa bu iğne deliğinden deve geçirmekten bin kat daha zor bişeydir.

düşünün insan bir sperm ve bir yumurta ile bu hale geliyor.gözünle görmediğin o tohumun içinde nasıl bir inşaat ve bilinç var ki insan kendi iradesi dışında bütüne ulaşıyor.sen sadece sperm yolla öbürü yumurtayı sağlasın.sonra karnında kendi kendine büyüsün ! inanılmaz bir inşaat var yaratılışta.bu küçümsenecek bir olay değil.aksine yaratmanın en zoru ! Allahada çok yakışan bir yaratma !

Allah evreni tohumdandır.

ağaç çiçek öyle

insan hayvan öyle

evren bile öyle.

hala neden evrimi inkar ederler anlamıyorum.

Kuranda evrime işaret eden onlarca ayet söz konusu iken.hala atalarından duyduklarına iman ediyor insanlar

oysa yalnız Kurana iman edilebilir.diğerleri saptırır.Kuran doğruya götürür.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Allah katında İsanın durumu Ademin durumu gibi der Allah

bilinenden bilinmeyene gitmek mantıklı ise

İsanın bir annesi vardır

peki ademin annesi kimdir !

zaten bu ayetle bile net şekilde evrim yok olmuştur.

adem hikayesi çökmüştür.

çünkü Kuranda hz.adem diye biri yok !

Link to post
Sitelerde Paylaş
Allah katında İsanın durumu Ademin durumu gibi der Allah

bilinenden bilinmeyene gitmek mantıklı ise

İsanın bir annesi vardır

peki ademin annesi kimdir !

zaten bu ayetle bile net şekilde evrim yok olmuştur.

adem hikayesi çökmüştür.

çünkü Kuranda hz.adem diye biri yok !

yok abi ya adamlar yolunmus kaza dondu hala laflara bak, ulan ademin varligini ispatla once dingil.

bunlari ancak din masallariyla uyutulmus birine anlatabilirsin.

daha cok ekmek yemen lazim

Link to post
Sitelerde Paylaş
Papa evrimi kabul etti.

Akıllı Tasarımcı 'ların önderi M.Behe evrimi kabul etti.

Müslümanların da bir kısmı kabul etti.

Kabul ettiler çünkü başka çareleri yok. Ya kabul edecekler, ya yokolacaklar.

Şimdi "Evrimi Tanrı yönetiyor" 'a sığınıyorlar.

Yakında tutundukları bu dal da kırılacak.

Boşuna kıvranıyorsunuz.

kim yok edecek.işkembeden sallamayı çok seviyorsun sen.evrimi kabül eden ölmüyomu?

Cevap mı bu şimdi?

Evet, insanın evrim'le oluştuğunu kabul etmeyen din yok olacak.

Kuranı çarpıtarak nasıl dünyanın yuvarlak olduğunu yazdığını filan buldularsa, Evrim Kuramını da desteklediğini de bir yerlerden bulacaklar.

.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...