Jump to content

Seyit Rıza ve Dersim Olayları


Recommended Posts

hazır soru sormusken bende dersım kanunlarının ıcerıgı ve tarıhını sorayım

Tunceli Kanununun mecliste kabul tarihi 25 Aralık 1935.

Resmi gazetede yayınlanma tarihi 2 Ocak 1936.

Kanunun amacı, Cumhuriyet idaresi ve kanunlarını tanımayan, başına buyruk aşiretler birliğinin hükümranlığına son vermek. Devrim ve reformları tüm vatandaşlar gibi Tunceli halkına da kabul ettirmek.

Örneğin soyadı kanunu. Her vatandaş soyadı almak zorunda. "Biz kabul etmeyiz" denebilir mi?

Vali, kaymakam, nahiye müdürü, muhtar vb. mahalli idareleri her vatandaş kabullenmek ve uymak zorunda.

Ama o bölgede "devlet içinde devlet" zihniyeti mevcut. Yol yapılmasına, köprü yapılmasına, okul yapılmasına karşı çıkarlar. Askerliği reddederler. Diğer vatandaşlara göre kendilerine imtiyaz isterler. Vergi ya vermezler, ya kafalarına göre vermek isterler. Suçluyu teslim etmezler. Mahkemeleri, cezaları kendileri halletmeye kalkışır. Çevre il ve ilçelerde eşkiyalık yapar, Tunceli'ye saklanırlar. Hepsi silahlı. Adam öldürmek, adam yaralamak gırla gidiyor, hesap sorabilen yok.

O zamana kadar tüm barışcıl müdahalelere karşı koymuşlar, silaha sarılmışlar.

Dolayısıyla bu kanun olağanüstü hal kanununu andırıyor bir anlamda ama geçici bir kanun.

Memleketin diğer illeri statüsüne geçinceye kadar işletilmek üzere çıkarılmış.

Kanunu katliam amaçlı nitelendirenler var, ki hiç ilgisi yok.

İdari kanunların ilk 7 maddesini vereyim. Devamını internetten bulabilirsiniz:

Madde 1. Tunceli vilayetine ordu ile irtibatı baki kalmak ve rütbesinin selahiyetini haiz bulunmak üzere korkomutanı rütbesinde bir zat vali ve kumandan seçilir.

Vali ve kumandan usulü veçhile milli müdafaa vekaletinin muvafakati alınmak şartile dahiliye vekilinin inhası ve icra vekilleri heyeti kararile tayin olunur.

Bu vali ve kumandan teşkil edilen dördüncü umumi müfettişliğin de umumi müfettişidir.

Madde 2. Vali ve kumandan vilayet umur ye muamelatında ve vilayet memurları hakkında vekillerin kanunen haiz oıdukları bütün selahiyetleri haizdir .

Vali ve kumandan lüzum gördüğü takdirde vilayeti teşkil eden kaza ve nahiyelerin hudud ve merkezlerini değiştirir ve keyfiyeti dahiliye vekaletine bildirir.

Madde 3. Bu vilayetlerin kaza kaymakamları ve nahiye müdürleri usulü dairesinde milli müdafaa vekaletinin muvafakati alındıktan sonra vali ve kumandanın inhası ve dahiliye vekilinin tasvibi üzerine kararname ile ve orduya irtibatları baki kalmak şartile muvazzaf subaylardan dahi tayin olunabilir.

Bunların ve vilayet kadrosunda iş gören subayların hak ve kıdemleri mahfuzdur. buradaki hizmetleri askeri hizmetten sayılır ve maaşları rütbelerine göre milli müdafaa vekilliği bütçesinden verilir.

Madde 4. Tayini vali ve kumandana ait memurların ve mustahdemlerin harcirahları geldikleri yerden memur oldukları mahalle kadar verilir.

Madde 5. Vali ve kumandan vilayette kullanılan askeri memurlar hakkında inzibati bakımdan askeri kanunların kendisine verdiği disiplin selahiyetini kullanır.

Diğer memurlar hakkında da ihtar ve tevbih cezalarından başka kanunlarm inzibat komisyonlarına verdiği maaş katı, kıdem tenzili selahiyetlerini de resen kullanır ve bu cezalar sicile geçer. sınıf tenzili ve memuriyetten ihrac cezaları inzibat komisyonu kararı ile tatbik edilir.

Hâkimler kanunu hükümleri mahfuzdur. ancak vali ve kumandan adliye memur ve katibleri hakkında hakimler kanunu hükümlerine göre bunların amirleri tarafından verilecek cezaları dahi tatbika selahiyetlidir.

Madde 6. Bu vilayette umumi meclis vazifesini valinin veya tevkil edeceği zatın riyaseti altında vilayet idare heyeti azaları ile kaza kaymakamlarından mürekkeb bir heyet görür. Daimi encümen işini valinin veya tevkil edeceği zatın riyaseti altında defterdar, maarif müdürü, nafıa başmühendisi veya bunların vazifelerini görenlerden mürekkeb bir heyet görür. İdarei hususiyei vilayet kanununun diğer hükümleri meridir.

Madde 7. Vali ve kumandan lüzum gördüğü belediyelerde reislik vazifesini kaymakamlara ve nahiye müdürlerine verebilir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 124
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Pante Tunceli hakkında ilginç bir yazı; Laikleşmeye rağmen Alevilerin seyitlere olan bağlılıkları ve ziyaretleri, bz

ram düzenlemeleri Sünnilerden onları ayıran ve özel konumlarını belirleyen a;

bir kimlik duygusu devam etmekte, hatta yenilenmektedir. Bu bilinç yalnızca ei

nesilde duyumsanmaktadır. Bu nesil 1938'deki olaylardan sonra, artık salt kö>

muhalefet düşüncelerinden yola çıkarak yıllardır Atatürk'ün kurduğu parti ol

CHPvye oy vermekteydi. Böylece diğer partilerin gizli ya da açık bir şekilde iz]

dikleri laiklik karşıtı politikalara karşı engel oluşturuyordu. Bu da bize sanki h

men hemen "Cülus regio elus religio" ilkesini izliyorlarmış duygusunu verme

tedir. Aynı zamanda halen Türk istatistiklerinde gelişmişlik düzeyi en alt bas

maklardâ yer alan bu bölge, sağlam bir alt yapıya kavuşmayı hâlâ ummaktac

(NESTMANN 1974: 134 s).

Dinin gereklerini seyrek olarak yerine getiren genç nesil; bu dini ibadetler

eskiden beri Alevilere özgü olduğunu söylemektedirler. Örneğin Hz. Hüseyin'

Kerbela'da şehit düştüğü Muharrem ayında oniki gün oruç tutmaktadırlar. Bu b.

kımdan Sünnilere benzemişlerdir. Ayrıca Bektaşilerin "ölmek var, dönme

yok" ilkesine bağlı olduklarını ve eski Aleviler gibi olmasalar da, en azından hi<

bir zaman Sünnileşmeyeceklerini vurguluyorlar. Anne ve babalarının, metafizı

olarak bir "ceza günü" ve cezalandırıcı olarak da bir Allah inancı olmasına ka

şın 1938'den sonraki kuşak, bu Allah'ın daha çok bireylerin kalbinde bulunduğı

na inanmaktadır. Onların anti-milliyetçi ve hümanist olan temel anlayışlarına gi

re, kötülüğün kaynağı tamamıyla ekonomide ve özellikle de gerikalmışlıkta bı

lunmaktadır. Ayrıca geleneksel ve deyim olarak bireylerdeki farklıklar ve deği<

kenlikle ilgili kullanılan "xode yeke, insanan yek nine" sözünün karşılığı olara

Allah'ın birliği üzerine temellenen anlayıştan yola çıkarak genç kuşak için, b

dünyada insan için iyi bir toplum düzenini kurma isteği ortaya çıkmaktadır.

Seyitlerin yeri, şehirlerden gelen öğretmenler tarafından alınınca bu dururr

genç Alevi kuşağın da kendi tarihlerini yeniden yorumlamalarına yol açmış; H2

Ali, Hacı Bektaşi Veli ve köylü isyanlarının lideri Pir Sultan Abdal gibi tarihi ki

siler de ilk sosyalistler olarak bu öğretide tarih sahnesindeki biçimleriyle yerlerin

almışlardır. Bunlar zulme karşı ezilenlerin dayanışma ve birliğini, ayrıca tün

malların eşit dağılımını savunmuşlardır. (Hacı Bektaş Turizm Derneği, 1977)

1971'den sonra asılan veya kurşuna dizilen ve kendilerini Marksist-Leninis

olarak nitelendiren gerillalarla, bu solcu kurbanlardan bazılarının seyit kökenli ol-

maları Kerbela şehitleriyle özdeşleştirilmel erine sebep olmuştur. Bundan dolayı

seyitler tarafından oluşturu™muş beyitlerle nefeslerin, yeni genç kuşakların dü-

zenledikleri gecelerde, gösteri ve toplantılarda çalınıp söylenmelerine yol açmış-

tır.

Yaşadıkları bu dünya, onlar için kurtuluşun ve kurulabilecek bir cennetin

yeridir. Kendi güçlerine duydukları güven, gerçek adaleti kuracaklarına inandık-

ları devrim için çabalar ve örgütsel disiplinin gereklerine olan inançları, Leni-

nizm'den kaynağını almaktadır. Bu aynı zamanda kuşak çatışmasının da temelini

belirliyor. Fakat iki taraf da bu yeni kuşağın, eskilerin yaşam tarzını ve değerleri-

ni koruyamayacağı konusunda görüşbirliğine varıyorlar. Genç kadın ve erkekler

tarımsal alandaki işlere alternatifler bulabilmek için, şehirlerdeki yüksek okullara

gidip, memleketlerine öğretmen ve hemşire olarak dönmektedirler. Fakat şehirler-

de yaşamlarını sürdürenler de kökenlerinin onları, yalnızca "mum söndüren" ve

"dinsizler" olarak değil, aynı zamanda "Kürt Komünistler" olarak da ön yargı-

lı nitelendirmelerle yüzyüze getirdiğini görmektedirler.

Bu "3K": Kızılbaş, Kürt, Komünist; Türkiye'de yaygınlık kazandırılan bir

anlayışa göre, devlet düzenini tehdit eden ve bundan dolayı döndürülmesi, asimi-

le edilmesi veya tutuklanıp sürüne gönderilmesi ile etkisiz hale getirilmesi gere-

ken bir azınlığı tanımlamaktadır. Bu üç nitelenme ile damgalanmış olan Tunce-

li'nin gençleri çoğu zaman memleketlerinden dolayı işe alınmamakta ve yüksek

okullara dil barajından dolayı da girememektedirler. Kürt dilinin yasaklanmasın-

dan dolayı bu gençler ana-babalarının iki lisanhlığından daha farklı bir biçimde

etkilenmişlerdir. Doğu Anadolu'nun siyasi ve ekonomik olarak geri bıraktırılma-

sı, merkezi otoritenin Kürt halkı üzerinde sömürgeci baskı politikası uyguladığı

kanısına gittikçe yaygınlık kazandırmaktadır (BEŞİKÇİ 1969, JAFAR 1976)

Aşiretler arası çatışmaları ve meseleleri ortadan kaldırma şansının ancak ve

ancak bir Ulusal Kurtuluş Savaşı'yla mümkün olduğu savunulmaktadır. Bu sava

göre bu savaşım, aynı zamanda sınıf önderliğinde verilecek, ulusal sorun, silahlı

mücadeleyle çözüme kavuşturulacaktır.

Genç Dersim Kürtlerinin Batı'dan veya yeni "Horasanlarından (Moskova,

Pekin) ithal ettikleri yeni terminolojide siyasi nitelendirme olarak Kızılbaş kavra-

mını kabul etseler de bu ilk bakışta yalnızca kelime oyunu olduğu izlenimini ve-

ren kavramda, yatan tarihsel yüklem, ciddiye alınmaktadır. Türkiye'deki siyasi

güçler günümüzde artık Ortodoks sünni değil de, milliyetçi Türk ve anti-Komünist

niteliğe bürünmüştür. Aynı zamanda Tunceli gibi Doğu Anadolu'daki iller eko-

nomik, politik ve kültürel dıştalanmışlığın yeni bir biçimine bağlı olmaktadırlar.

Bu gelişmelerin ışığı altında Alevi Rafızîliğin ikili gelişmesi çağdaş özel kimlik-

ler çerçevesinde Ortadoğu'da yaygın bir manzara oluşturmaktadır (CANFİELO

1973b: 1512)

Bu ayrılma ve özgürleşme çabalarının üyeleri olan Kürtlerin "bel evlaf'ları

olarak mı siyasi kurtuluş mücadelesini algıladıkları, yoksa kendilerini Leninist bir

tarikatın "yol evlaf'lan olarak saydıkları ateist bir haretin mi daha baskın çıkaca-

ğı henüz netlik kazanmış değildir.

Yazımı biraz kötü anlaşılması zor olsada ilgini çekeceğini düşündüm.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Yazımı biraz kötü anlaşılması zor olsada ilgini çekeceğini düşündüm.

Marcos, yazıdaki çoğu görüşe katılıyorum.

İsmail Beşikçi'nin bazı görüşleri hariç.

Beşikçi, bir tiyatro yazarı gibi hep abartılı yazar.

Tunceli, Türkiye'nin en çok üniversite mezunu oranına sahip ilidir.

Ayrıca Kamu teşekküllerinde, belediyelerde ve özelde tanıdığım Tuncelili mühendisler var.

Bunlar, ideolojisini güçlendirme amaçlı gerçekle örtüşmeyen iddialar.

Ayrıca siyasi konuda tanıdığım birçok Tuncelili Alevi var ki, burdakilerden çok daha Kemalist.

Kürt dili diyerek önyargısını ortaya koymuş zaten.

Tunceli'de baskın olan dil Zaza'cadır. Zaza'ca'ya Kürt dili demek Kürtçülüktür.

Zazalar Kürtçeden anlamadıkları gibi, Kürtler de Zaza'cadan anlamazlar.

Zazaları Kürt saymak da bir çeşit asimilasyondur.

Beşikçi Kürt değildir ama Ziya Gökalp'in ters versiyonudur. Bir Kürtten çok daha Kürtçüdür.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kürt dili diyerek önyargısını ortaya koymuş zaten.

Tunceli'de baskın olan dil Zaza'cadır. Zaza'ca'ya Kürt dili demek Kürtçülüktür.

Zazalar Kürtçeden anlamadıkları gibi, Kürtler de Zaza'cadan anlamazlar.

Zazaları Kürt saymak da bir çeşit asimilasyondur.

Beşikçi Kürt değildir ama Ziya Gökalp'in ters versiyonudur. Bir Kürtten çok daha Kürtçüdür.

zazaca kürtçenin uzak bir lehçesidir.. kırmanciden ayrı bir lehçedir.. ayrı bir dil değildir.. çünkü dil yapısı aynıdır.. sentaksı grameri aynıdır..

hatta kimi zaman kolaylıkla anlaşılmaktadır.. değişen tek ey kelimelerin yapısıdır.. bazen kelimeler tamamen değişmiştir bazen de kökü aynıdır sadece harf değişikliği vardır..

zazaca ve kırmanci kürtçenin lehçeleridir kısacası.. aksini iddaa etmek dil bilgisinden bihaber olmaktır..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu Seyit Rıza hem Muhammed'in soyundan gelip hem de Kürt mü oluyormuş? Nasıl oluyor bu iş?

peki bu Dersim hassasiyetinin nedeni nedir anlamadım? Ne kadar insan öldüğü hangi tarihi vesikalarda yazıyor? Kaynak gösterebilecek olan var mı? Yoksa yine oradan buradan duyup yazılanlar mı bunlar?

Neden Menemen isyanının bastırılması değil de Dersim?

Link to post
Sitelerde Paylaş
zazaca kürtçenin uzak bir lehçesidir.. kırmanciden ayrı bir lehçedir.. ayrı bir dil değildir.. çünkü dil yapısı aynıdır.. sentaksı grameri aynıdır..

hatta kimi zaman kolaylıkla anlaşılmaktadır.. değişen tek ey kelimelerin yapısıdır.. bazen kelimeler tamamen değişmiştir bazen de kökü aynıdır sadece harf değişikliği vardır..

zazaca ve kırmanci kürtçenin lehçeleridir kısacası.. aksini iddaa etmek dil bilgisinden bihaber olmaktır..

Arkadaşım sen lehçe nedir, dil nedir biliyor musun?

Lehçede sözcükler büyük ölçüde aynıdır, telaffuz-ağız farklıdır.

Sen Zazaca'daki sözcüklerle Kürtçedeki sözcüklerin aynı olduğunu söyleyebilir misin?

Zazaca lehçe olsaydı, Zazaca'nın da lehçeleri olur muydu?

Dil'in lehçesi olur, lehçenin lehçesi olmaz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Arkadaşım sen lehçe nedir, dil nedir biliyor musun?

Lehçede sözcükler büyük ölçüde aynıdır, telaffuz-ağız farklıdır.

Sen Zazaca'daki sözcüklerle Kürtçedeki sözcüklerin aynı olduğunu söyleyebilir misin?

Zazaca lehçe olsaydı, Zazaca'nın da lehçeleri olur muydu?

Dil'in lehçesi olur, lehçenin lehçesi olmaz.

bana diyorsun da, sen dil nedir, diğer dillerden nasıl ayrılır bilmiyorsun.. ben 5 yıl boyunca dil eğitimi aldım..

kürtçeyi bildiğim için de rahatlıkla söylüyorum zazaca ve kırmanci birer lehçedir.. ayrı dil değildir.. bu kadar farklı olmasının temel nedeni sözlü geleneğe dayanmasıdır ve iki lehçenin oluşumu arasındaki zaman farkıdır..

senin kürtçenin dil yapısı grameri hakkında bilgin var mı?? yoksa ezbere konuşuyorsun söyliyim...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu Seyit Rıza hem Muhammed'in soyundan gelip hem de Kürt mü oluyormuş? Nasıl oluyor bu iş?

peki bu Dersim hassasiyetinin nedeni nedir anlamadım? Ne kadar insan öldüğü hangi tarihi vesikalarda yazıyor? Kaynak gösterebilecek olan var mı? Yoksa yine oradan buradan duyup yazılanlar mı bunlar?

Neden Menemen isyanının bastırılması değil de Dersim?

Bu konuda ki vesikaları daha önce yazmıştım.Necip Fazıl'dan tut harekete katılmış kişilerin tanıklığına kadar.Bu konuda belge çok.İnternet ortamındada bu belgelere ulaşabilirsiniz.Son dönemde gazetelere haber olan tanık anlatımlarını bulabilir.Dersimlilerin aradakları yakınları için mahkemelere başvurularına göz atabilirsiniz.

Dersim olayı tarihimizin acı hatıratıdır.Bu konuda ki belgelerin tamamını formu incitmemek adına vermiyorum.Siz bir komunistsiniz bunu anlamanız lazım.

Link to post
Sitelerde Paylaş
bana diyorsun da, sen dil nedir, diğer dillerden nasıl ayrılır bilmiyorsun.. ben 5 yıl boyunca dil eğitimi aldım..

kürtçeyi bildiğim için de rahatlıkla söylüyorum zazaca ve kırmanci birer lehçedir.. ayrı dil değildir.. bu kadar farklı olmasının temel nedeni sözlü geleneğe dayanmasıdır ve iki lehçenin oluşumu arasındaki zaman farkıdır..

senin kürtçenin dil yapısı grameri hakkında bilgin var mı?? yoksa ezbere konuşuyorsun söyliyim...

İstersen 20 sene dil eğitimi al.

Kürtçeyi bilmen de birşey değiştirmez.

Sen Kürtçeyi biliyorsun da peki Zazaca'dan anlıyor musun onu söyle.

Azerilerin dilinden az çok anlar, en azından ne söylediklerini çıkarabiliriz.

Bir Zaza 3 cümle kurduğunda, hiç bir Kürd'ün anlamadığına defalarca şahidim.

Kalkıp da nasıl lehçesi dersin?

Bu anlayışınla, "Kürtçe bir dil değildir. Farsça'nın lehçesidir." sonucuna varılır.

Kökleri aynı olsa da, Farsça da farklı dildir, Zazaca da, Kürtçe de.

Zaman farkından kaynaklanması için iki toplumun binlerce yıl birbirinden kopuk yaşaması gerekir.

Var mı buna dair bir kanıtın?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu konuda ki vesikaları daha önce yazmıştım.Necip Fazıl'dan tut harekete katılmış kişilerin tanıklığına kadar.Bu konuda belge çok.İnternet ortamındada bu belgelere ulaşabilirsiniz.Son dönemde gazetelere haber olan tanık anlatımlarını bulabilir.Dersimlilerin aradakları yakınları için mahkemelere başvurularına göz atabilirsiniz.

Dersim olayı tarihimizin acı hatıratıdır.Bu konuda ki belgelerin tamamını formu incitmemek adına vermiyorum.Siz bir komunistsiniz bunu anlamanız lazım.

Necip Fazılı geçelim objektif bir kaynak olamaz, ben de genelde sözlü tarih olarak aktarılan bilgilere rastladım bunun dışında birşey var mı merak ettim elinizde ne varsa koyunuz neyden çekineceğiz? Gerçek neyse herkes bilmeli bence..

Link to post
Sitelerde Paylaş

İstersen 20 sene dil eğitimi al.

Kürtçeyi bilmen de birşey değiştirmez.

Sen Kürtçeyi biliyorsun da peki Zazaca'dan anlıyor musun onu söyle.

Azerilerin dilinden az çok anlar, en azından ne söylediklerini çıkarabiliriz.

Bir Zaza 3 cümle kurduğunda, hiç bir Kürd'ün anlamadığına defalarca şahidim.

Kalkıp da nasıl lehçesi dersin?

Bu anlayışınla, "Kürtçe bir dil değildir. Farsça'nın lehçesidir." sonucuna varılır.

Kökleri aynı olsa da, Farsça da farklı dildir, Zazaca da, Kürtçe de.

Zaman farkından kaynaklanması için iki toplumun binlerce yıl birbirinden kopuk yaşaması gerekir.

Var mı buna dair bir kanıtın?

anlamamakta ısrar ediyorsun.. ben yapıdan sentakstan gramerden bahsediyorum, sen görünüşe bakıp karar veriyorsun.. var mı böyle birşey ya...

zazacanın çok farklı olması onu ayrı bir dil yapmaz.. dilin yapısı kökeni kuruluşu aynı.. kelimeler fiiller değişmiş.. yapı değişmemiş diyorum.. ben yapıya baktığımda kürtçe olduğunu görüyorum..

zazacanın çoğunu anlamam.. ama anladığım kısımlar da vardır.. bazı cümleler nerdeyse aynıdır..

peki sana soralım, sen yakutça, başkurtça, karakalpakça lehelerini anlıyo musun??? bunlar türkçenin lehçeleridir.. eminim sen benim zazacayı anladığım kadar bile anlamazsın bunları.. istersen bir dene...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Necip Fazılı geçelim objektif bir kaynak olamaz, ben de genelde sözlü tarih olarak aktarılan bilgilere rastladım bunun dışında birşey var mı merak ettim elinizde ne varsa koyunuz neyden çekineceğiz? Gerçek neyse herkes bilmeli bence..

Uyarayım bu konuda katliam var hassas bir konu sonu iyi yere gitmeyebilir.Bu ilk devamı çok bu tarz belgelerin birde yine harekete asker olarak katılmış Mehmet Güneş var.

Kaynak:Gundem Gazetesi

Tarih:19.01.2007

Derleyen:Cengiz Kapmaz

69 YIL SONRA KONUŞTU

Abdullah Çiftçi, Dersim İsyanı'nda görevli askerdi. Tam 69 yıl sonra 112 yaşına geldiğinde suskunluğunu bozdu ve yaşadıklarını anlattı. Bir hafta sonra da yaşamını yitirdi. Çiftçi, Atatürk'ün isyan çıkmaması için çaba gösterdiğini, 'katliam emrini İnönü'nün verdiğini' açıkladı

Dersim isyan önderi Seyit Rıza yakalanmış, Elazığ'a götürülmüştü. Jandarma karakolu yanındaki meydana getirildiğinde sonradan Dışişleri Bakanı olan Sabri Çağlayangil'e döndü. Sehpaları görünce durumu anlamıştı. Çağlayangil'e 'Sen Ankara'dan beni asmak için mi geldin?' diye sordu. Sorusu yanıtsız kaldı. Son sözü soruldu. 'Kırk liram ve saatim var, oğluma verirsiniz' dedi. Sonra meydana çıkarıldı. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama O, meydan insanla doluymuş gibi sesizliğe ve boşluğa hitap etti: 'Evladı Kerbela'yız. Günahsızız. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir.' Sözleri meydanda yankılandı. Söyleyeceklerini bitirdikten sonra dimdik yürüdü, kendisini asacak celladı itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağıyla tekme vurdu...

Yalnız mağdurlar konuşmuştu

Dersim Katliamı'nı yazan tüm tarih kitapları yukardaki bu anekdota apayrı bir yer ayırır. Bu öyle bir anekdottur ki, okuyan herkesi etkilemiş ve düşündürmüştür. Çünkü Dersim'de 1937-1938 yılları arasında yaşananlar, okuyanı etkilemeye, dinleyeni gözyaşlarına boğmaya devam etmektedir. Ancak bu hikaye ve anlatımlarda eksik bir bölüm vardı. Ne yazık ki bugüne kadar sadece hep mağdurlar konuştu. Sadece mağdurlar hikayelerini anlattı. Soykırımın yürek burkan hikayeleri hep onların ağzından dinlenildi. Peki ya soykırımda yer alanlar? Soykırımı gerçekleştirenler? Onlara ya ulaşılamadı, ya da konuşmak istemediler. Böyle olunca da hikayenin bir tarafı hep muğlak ve belirsiz kaldı.

Konuştu ve öldü

Ancak bu muğlaklığa ve belirsizliğe 112 yaşındaki Urfa Birecik'li Abdullah Çiftçi son verdi. Çiftçi, 1938-1939 yılları arasında Dersim Hozat Piyade Birliği 2. Tabur'da erdi. İsyanın en acımasız bastırıldığı dönemde, isyana kaynaklık eden en stratejik bölgede emir kulu olarak görev yaptı. İsyanda yaşadıklarını ölümünden sadece bir hafta önce 69 yıl sonra 112 yaşına geldiğinde anlattı ve anlatımlarının kameraya kaydedilmesini istedi. Çiftçi katliamda yaşadıklarını anlattıktan bir hafta sonra, 3 Ocak 2007 tarihinde yaşamını yitirdi. Çiftçi, kamera kaydında Hozat'taki ilk günlerini şöyle anlatıyor: 'Dersim'e gittiğimizde Hozat'ta cepheye verdiler. Görev yaptığım birimin ismi Hozat Piyade Birliği'ydi. Bölüğümüzün çoğunluğu Urfalı'ydı. Askerler hep Kürttü. Sarp bir coğrafyası vardı. Dağlar çok yüksekti, tıpkı Ağrı Dağı gibi. Erkekleri hayvan derisinden çarık giyerlerdi. Ne kar bilirlerdi, ne soğuğu. Çok dayanıklı ve güçlülerdi.'

Üzerimize taş atarlardı

Abdullah Çiftçi'yi en çok etkileyen şey operasyonlarda yaşadıkları olmuş. Çiftçi, operasyonlar sırasında köylülerin silahla değil, taşlarla kendilerine karşı savaştıklarını anlatıyor: 'Kış mevsimiydi. Köylere operasyona çıkıyorduk. Operasyona gittiğimiz köyleri önce çembere alırdık. Bu sırada köyün çevresine yerleşen isyancılar üzerimize taş atıyorlardı. Atılan taşlar çığa sebep oluyordu. Çığ yüzünden çember dağılır, düzenimiz bozulur, zayiatlar oluşurdu. Bazen 100 askerin öldüğü olurdu çığ yüzünden. Operasyonlar sırasında çatışmalar da olurdu. Bazı günler 10 isyancıyı ölü olarak ele geçirirdik.'

Hayvanları kesip yerdik

Abdullah Çiftçi, dağ başlarına operasyona çıkan askerlerin yiyecek ihtiyacının nasıl karşılandığına da açıklık getiriyor ve şunları söylüyor: 'Gıda sorunumuz yoktu. Ahırlardan binlerce inek çıkardı. İnekler küçük memeliydi. Onların hayvanlarını kesip yiyorduk. Onların köpeklerini, eşeklerini serbest bırakıyor, geri kalan hayvanları kendimize alıyor, sonra da evlerini ateşe veriyorduk. 2 yıl böyle sürdü.'

Abdullah Çiftçi, köy baskınları sırasında yaşanan katliamları ise ayrıntılı şekilde anlatıyor. İşte Çiftçi'nin anlattıkları: 'Operasyonlar günlerce sürerdi. Köylere gittiğimizde köyün yetişkin erkekleri kaçardı. Sadece çocuklar ve kızlar kalırdı köylerde. Ambarlarını, ahırlarını ateşe veriyorduk. Sonra onların çocuklarını, kızlarını, kadınlarını hepsini ağır makinalı silahların önlerine verip öldürüyorduk. Kanları sel gibi akıyordu. Kimseyi dinlemiyorduk. Tuttuk mu bırakmazlardı, öldürürlerdi.'

Çocuklar birbirine sarılırdı

Çiftçi, özellikle bir bölümü anlatırken gözyaşlarına hakim olamıyor: 'Allah kimseye göstermesin gördüklerimi. Müslüman Müslüman'ı vuruyordu. Çocuklar birbirlerine sarılırlardı. Candı, ne yaparsın. Sonra çığlıkları gökyüzüne yükselirdi. Kanları sel olup akardı. H�l� o çığlıklar kulaklarımda, bir türlü gitmiyor.'

Türk köyüne dokunmadılar

Çiftçi'nin anlatımları katliam sırasında yaşanan çifte standardı da gözler önüne seriyor: 'Hozat'ın karşısında bir köy vardı. Ona dokunmazlardı. Türk köyü olduğu söyleniyordu. Operasyona gittiğimizde komutanlarımız sadece köyün içine girerlerdi. Bizim girmemize izin vermezlerdi. Kendileri bizzat sağ olanları çıkartırlardı.'

İnönü vurun dedi

Çiftçi, katliam emrini kimin verdiğini de açıklıyor. Çiftçi, katliam emrini Atatürk'ün değil İnönü'nün verdiğini söylüyor: 'Niçin katlettiğimiz bilmiyorum. Askere gitmedikleri söyleniyordu. Kürtler miydi, gavurlar mıydı bilmiyorum. Savaşıyorduk. Onlar bizi, biz onları öldürüyorduk. Atatürk savaşın çıkmaması için çok çabaladı. Atatürk kırmadı, Atatürk öldükten sonra İnönü dedi ki vurun. 38'de isyan tamamen bastırıldı.'

Mı di-Ben gördüm

Peki, İbrahim Çiftçi olaylardan sonra vicdan azabı duymuş muydu? İşte Çiftçi'nin soruya verdiği yanıt: 'Gördüklerim söylenmez... Söyleyemem. Ama ben gördüm, yaşadım. Geçen yıllarda hocaya gittim. Hocaya olayları anlattım. Yalnız dedim ki namlumu kimseye çevirmedim. Onları vururken zorlanıyorduk. Ama elimizden bir şey gelmiyordu. Ne yapabilirdik ki. Ben rahatsız olsam ne yapabilirdim ki. Askerim ben. Köyleri hep yaktık yıktık. Bir kişi dahi sağ bırakmadık. Yaktığımız köy sayısı 10 kadardı. Hatırladığım köy isimleri Karaoğlan, Ayvacık, Qazi köyleriydi. Dersim'e giden askerlere soruyorum oraları. o köyler yıkıkmış...'

Çığlık çığlığa uyanırdı, vicdan azabı içindeydi

Abdullah Çiftçi'yi tanıyan herkes, Çiftçi'nin Dersim'de askerlikten döndükten sonra uzun süre içine kapandığını, kimseyle konuşmadığını belirtiyor. Oğlu Yusuf Çiftçi, babasının bazı geceler uykusunda konuştuğunu, bazen de çığlık çığlığa uyandığını söylüyor. Çiftçi, babasına ilişkin şunları anlatıyor: 'Öleceğine yakın herkese Dersim'de yaşadıklarını anlatmaya başladı. Sık sık Allah kimseye göstermesin, gördüklerimi, yaşadıklarımı derdi. Dersim insanına çok yakınlık duyardı. Dersim'e askerliğe giden köy gençleri ile konuşur, oraları sorar, bilgi almak isterdi. Son olarak konuşacağım, kameraya alın dedi. Zaten konuştuktan bir hafta sonra da merdivenden düştü ayağını kırdı. Doktorlar ayağı düzelmiş dediler, ama kısa süre sonra yaşamını yitirdi.'

Çiftçi'yi yakından tanıyanlardan biri de Aşağı Karkutlu Köyü Muhtarı Ethem Polat'tı. Polat, Çiftçi'yi şöyle anlatıyor: 'Anlatınca dalar giderdi. 'Komutanlarımız Türktü ama asker ağırlık olarak Kürttü' derdi. Anlatırken sürekli duygulanıp ağlardı. 'Nasıl böyle bir şey oldu' deyip duruyordu. Sürekli 'anlatılmaz' diyordu. 'Allah kimsenin başına vermesin' derdi.

Vicdan azabı içindeydi...

Dersim Katliamı

Dersim İsyanı, 21 Mart 1937 gecesi başladı. İsyan kısa sürede genişledi. İsyanın genişlemesi üzerine devlet isyanı bir dizi harekat ile denetim altına almaya ve bastırmaya çalıştı. Özellikle Laç Vadisi ve Kutu Deresi bölgesinde binlerce kadın ve çocuk öldürüldü. İsyan sırasında 9 adet savaş uçağı kullanıldı. Köyleri bombalayan, sivil katliamlar gerçekleştiren uçakları kullananlardan biri de Türkiye'nin ilk kadın pilotu Sabiha Gökçen'di. İsyan sürerken 1937'de isyan lideri Seyit Rıza idam edildi. 1938'de bastırılan isyanda 90 bin Kürt katledildi. İsyandan sonra da Dersim ismi Tunceli olarak değiştirildi. Binlerce Dersimli de yerinden yurdundan edilerek sürgüne gönderildi. Dersim'de yaşananlar çok çevre tarafından katliam olarak değil soykırım olarak tanımlanmaktadır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu konuda tamamen populist davranılıyor.

Kılıçdaroğlu'nun yaptığı da popülistliktir, bugüne kadar sosyalistlerin yaptığı da.

Gerçekleri ortaya koyamıyorlar, çünkü ucunda Alevileri kaybetme kaygısı var.

Halbuki bu konunun Alevilikle bir ilgisi yok.

Bu konu Sivas, Çorum, Maraş katliamlarına benzemiyor.

Bu konu Madımak katliamından farklı.

bu noktada kesinlikle haklısın... dersim katliamını gündeme getiren ana etken ''alevi'' kimliğinden ziyade ''kürt'' kimliğidir.

Eğer Kurtuluş Savaşı sırasında çıkartılan isyanlar, cumhuriyet dönemindeki feodal kalkışmalar Alevilere maledildiği takdirde Alevilere en büyük iftira yapılmış olur.

Bu türden olayları salt ''feodal kalkışmalar'' olarak izah etmek mümkün değildir. Nasıl ki bugün senin de güzel tespitinle ''dersim isyanı'' alevi katliamı olarak özellikle vurgulanıyorsa kürt isyanları da ''feodal aşiret isyanları'' vurgusuyla bazı gerçekler yok sayılıyor. Ancak, söz gelimi yakın tarihte saddam dönemindeki kürt isyanlarını -kürtlerin bir çoğu ve liderleri koca bir aşiret kültürüyle yaşamalarına rağmen- ''aşiret isyanları'' şeklinde okumuyor, basbayağı ''kürt ulusal isyanlarıdır, çünkü isyanın ana karakterini ''ulusal bağımsızlık'' teşkil ediyor. Benzer biçimde afganistan'da nato güçleriyle savaşanların ''peştun'' ağırlıklı aşiretler olmasına karşın kimse isyancılara ''bir avuç feodaller''diyemiyor. Örnekler çok... Benzer bir niteleme de ''şeyh sait'' isyanında ortaya konuyor; ancak, dönemin ileri gelenlerinden bizzat ismet inönü bunun ''ulusal bir isyan'' olduğu gerçeğinin hakkını teslim ediyor.

İsyana katılanlardan çoğunun kürt aşiretlerine mensup insanlar olması dolayısıyla ''aşiretlerin isyanı'' demekte bir sakınca olmasa da, isyanın ana nedeninin kürtlerin türk merkezi otoritesinin uygulama ve baskılarına karşı çıkmalarıdır.

Bir hırsızın, bir katilin, bir sapığın mezhebine bakıp "bu sünniymiş" diyerek ne tüm sünniler karalanabilir, ne de "bu aleviymiş" diyerek tüm Aleviler.

Seyit Rıza'nın mezhebi Alevi olabilir.

Ama yaptığının Alevilikle bağdaşır hiçbir yanı yoktur. Yandaşları ona Alevi diye katılmamışlardır, eşkiyalıklarından, kanun-kural tanımamazlıklarından, uşaklıklarından, akrabalıklarından, aşiret dayanışmasından ve feodal zihniyetlerden dolayı katılmışlardır.

Bunlar yenilir yutulur ifadeler değil ve gerçeğin kendisini teşhir etmede yeterli değildir pante. İsyan öncesi ve sonrası birçok uygulama bölgede merkezi otoritenin sağlanması kadar asıl kaygının ''kürt'' kimliğini asimile etmek üzerine yoğunlaşmıştır.

Özellikle sosyalistleri istedim tartışmak için.

Çünkü Seyit Rıza gibi feodal gericilerin isyanları nasıl ilerici isyanlarmış gibi lanse ediliyor?

Nasıl solcuları, sosyalist sempatizanları aldatıyorlar utanmadan?

ahmet türk'ün deniz baykal için söylediği harika bir söz var: Bu ülkeyi asıl ''deniz bey'in dili böler''!!! :) Her şeyin en iyisini bilen despot dil, yakın tarihe ve en çok da kürt gerçeğine bakışta ele veriyor kendini.

Stalin kolhozculuğu yerleştirebilmek için az isyan bastırmadı, az feodal öldürmedi.

Burjuva devrimleri karşısında direnenler daima gerici görüldü ve bu burjuvanın bu hareketi sosyalistlerce daima alkışlandı. AÇın Komünist Manifesto'yu okuyun. Marks-Engels ne demiş görün.

doğrudur, stalin az insan öldürmedi; ancak, tarih de onun yöntemenin ne kadar doğru ne kadar yanlış olduğunu ortaya koydu mu koymadı mı?

Bu ikiyüzlü yaranma politikaları gerçek sosyalistlerin işi değil. Deniz'ler Mahir'ler bunu yapmadılar.

Bunlar "devlet ve devrim" politikalarını, devlet düşmanlığıyla, Atatürk düşmanlığıyla karıştırıyorlar.

pardon ama bu adamlar ellerine silah alıp kime isyan ettiler? :D atatürk'ü mütalağa etmeleri ayrı bir tartışmanın konusudur; ancak, aynı dönemin devrimcisi ve denizle mahir'in yoldaşı ibo da kemalizme ağır eleştiriler yöneltmiştir. sosyal problemler tartışılırken o konuda uzman kişilerin görüşleri elbette referasntır;ancak, her olay kendi bağlamıyla değerlendirilir. seyit rıza ve kürtler isyan ederken türk devlet yönetiminin tipik nazi yöntemlerini kullandığını aklımızdan çıkarmayalım. Bugünün ''kentli'' kemalist vizyonuyla ogünün kemalist paradigması ve uygulamaları arasında belli başlı taktik ve söylem farkları vardır. Bugünün modernizm algılarıyla 30'lar döneminin alman milliyetçiliği ve yöntemleri hayranı kemalist kadroların algıları arasındaki farkları yadsıyarak(zira bugün artık aklı başında hiçkimse Tarih ve dil tezi gibi safsatalara inanmaz, hatta kemalistler bile) gerçeği teşhir edemezsiniz.

modernizmden anlaşılan 30'ların ırkçı paradigmasıysa eyvah ki ne eyvah öyle değil mi pante? ''feodaller, aşiretler, cahiller'' vb söylemler dönemin despot ve ırkçı uygulamalarını aklama yönünde kurgulanmaktadır. nasıl ki sosyalizmden anlaşılanın ''kolhoz'' gibi vahim bir hata olması gibi, modernizmden de anlaşılanın kemalist kadrolar için ''asimilasyon ve imha'' olması benzer bir olguya denk düşer. kürt illerindeki geri kalmışlık ve cahillik sorunu katliamların ''meşru'' sebebi olamaz. Hele ki ''ulan ben bunların cahiliyle baş edemiyorum, okumuysa nasıl baş edeceğim'' diyen dahiyane(!) vizyonlu valilerimiz/bakanlarımızın olduğu bir ülkede ''geri kalmışlığı'' suçunu yalnızca kültüre ve halka mal etmek de ayrı bir sıkıntı. 80 küsur senedir bugün dahi ''okul, hastane, fabrika'' vb.lerini götüremediği/götürülmediği düşünüldüğünde muktedirlerin, ibrahim tatlıses'in farkında olmadan söylediği veciz bir söz akla geliyor: Yahu urfa'da oksfort vardı da biz mi okumadık? :D

Link to post
Sitelerde Paylaş
anlamamakta ısrar ediyorsun.. ben yapıdan sentakstan gramerden bahsediyorum, sen görünüşe bakıp karar veriyorsun.. var mı böyle birşey ya...

zazacanın çok farklı olması onu ayrı bir dil yapmaz.. dilin yapısı kökeni kuruluşu aynı.. kelimeler fiiller değişmiş.. yapı değişmemiş diyorum.. ben yapıya baktığımda kürtçe olduğunu görüyorum..

zazacanın çoğunu anlamam.. ama anladığım kısımlar da vardır.. bazı cümleler nerdeyse aynıdır..

peki sana soralım, sen yakutça, başkurtça, karakalpakça lehelerini anlıyo musun??? bunlar türkçenin lehçeleridir.. eminim sen benim zazacayı anladığım kadar bile anlamazsın bunları.. istersen bir dene...

Anlamayan sensin Faramir.

Yapısı aynı olan onlarca dil var. Ama hiçbiri lehçe değil.

Hint-Avrupa yapısında tonla dil var.

Yapısına bakarak dillerin aynı olduğuna karar verilmez.

Anlayamadığın dile nasıl kalkarsın da lehçe dersin?

Yakutça vs. diller işte zaman ve bölge farkından dolayı anlaşılır olmaktan çıkmış lehçelerdir.

Sözcüklerin çoğu aynıdır, ağız farklıdır.

Almanca ile ingilizce'de de benzer kelimeler vardır, yapıda benzerdir.

Ama benzer sözcükler var diye aynı dil denebilir mi?

Senin Zazacadan anlamadığın gibi onlar da birbirini anlamazlar.

Fazla uzatmaya gerek yok.

itirazını bana yapma. Git Zazalara yap da, versinler cevabını.

Sana bir de link vereyim, incele. Onlara da itiraz edebilirsin:

http://www.radioalevi.com/ZAZACA.htm

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bunlar yenilir yutulur ifadeler değil ve gerçeğin kendisini teşhir etmede yeterli değildir pante. İsyan öncesi ve sonrası birçok uygulama bölgede merkezi otoritenin sağlanması kadar asıl kaygının ''kürt'' kimliğini asimile etmek üzerine yoğunlaşmıştır.

AlbatrosS;

Sen Seyit Rıza'nın öldürülen oğlu Bava için Dersim'in ünlü şairi Sey kaji'den oğlu için bir ağıt yakmasını istediğinde neden geri çevrildiğini bilir misin, duydun mu?

Bu adam ki seyittir hesapta, bu adam ki Alevi önderidir, neden reddetmiştir isteğini bu büyük ozan?

Hadi araştır da gel.

Ondan sonra "Bu zulümdür, yazıktır, günahtır" diyen bu çapulcu hakkında konuşalım.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Anlamayan sensin Faramir.

Yapısı aynı olan onlarca dil var. Ama hiçbiri lehçe değil.

Hint-Avrupa yapısında tonla dil var.

Yapısına bakarak dillerin aynı olduğuna karar verilmez.

Anlayamadığın dile nasıl kalkarsın da lehçe dersin?

Yakutça vs. diller işte zaman ve bölge farkından dolayı anlaşılır olmaktan çıkmış lehçelerdir.

Sözcüklerin çoğu aynıdır, ağız farklıdır.

Almanca ile ingilizce'de de benzer kelimeler vardır, yapıda benzerdir.

Ama benzer sözcükler var diye aynı dil denebilir mi?

Senin Zazacadan anlamadığın gibi onlar da birbirini anlamazlar.

Fazla uzatmaya gerek yok.

itirazını bana yapma. Git Zazalara yap da, versinler cevabını.

Sana bir de link vereyim, incele. Onlara da itiraz edebilirsin:

http://www.radioalevi.com/ZAZACA.htm

bence de uzatmasan iyi edersin.. çünkü bilgiyle değil önseziyle konuşuyorsun, tahmin yürütüyorsun sadece..

yakutça'ya lehçe diyorsun ama zazacaya dil diyorsun.. zazaca kurmanciden ne kadar farklıysa yakutça da türkçeden o kadar farklı.. ingilizce-almanca gibi değil yani.. yakutça artık ayrı bir dil olmuştur dersen tamam, zazaca da ayrı dil deriz o zaman.. çünkü aynı durum.. hiçbir fark yok..

Bihigi sarsıarda erde turabıt = Biz sabahleyin erken kalkarız...

En olus türgennik sanarağın = Sen çok hızlı konuşuyorsun...

yakutça cümleler ve türkçe karşılıkları.. bunlara lehçe diyoruz.. sense aradaki farka bakıp bunlar ayrı dil diyorsun.. sözcüklerin çoğu aynıdır, diyorsun, ben göremedim nedense.. işte zazacayla diğer kürtçe lehçeler arasında da böyle bir fark var.. hatta

buradaki fark daha fazladır..

neyse bu da benim konuyla ilgili son mesajım olsun..

tarihinde Faramir tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Tunceli Kanununun mecliste kabul tarihi 25 Aralık 1935.

Resmi gazetede yayınlanma tarihi 2 Ocak 1936.

Kanunun amacı, Cumhuriyet idaresi ve kanunlarını tanımayan, başına buyruk aşiretler birliğinin hükümranlığına son vermek. Devrim ve reformları tüm vatandaşlar gibi Tunceli halkına da kabul ettirmek.

Örneğin soyadı kanunu. Her vatandaş soyadı almak zorunda. "Biz kabul etmeyiz" denebilir mi?

Vali, kaymakam, nahiye müdürü, muhtar vb. mahalli idareleri her vatandaş kabullenmek ve uymak zorunda.

Ama o bölgede "devlet içinde devlet" zihniyeti mevcut. Yol yapılmasına, köprü yapılmasına, okul yapılmasına karşı çıkarlar. Askerliği reddederler. Diğer vatandaşlara göre kendilerine imtiyaz isterler. Vergi ya vermezler, ya kafalarına göre vermek isterler. Suçluyu teslim etmezler. Mahkemeleri, cezaları kendileri halletmeye kalkışır. Çevre il ve ilçelerde eşkiyalık yapar, Tunceli'ye saklanırlar. Hepsi silahlı. Adam öldürmek, adam yaralamak gırla gidiyor, hesap sorabilen yok.

O zamana kadar tüm barışcıl müdahalelere karşı koymuşlar, silaha sarılmışlar.

Dolayısıyla bu kanun olağanüstü hal kanununu andırıyor bir anlamda ama geçici bir kanun.

Memleketin diğer illeri statüsüne geçinceye kadar işletilmek üzere çıkarılmış.

Kanunu katliam amaçlı nitelendirenler var, ki hiç ilgisi yok.

İdari kanunların ilk 7 maddesini vereyim. Devamını internetten bulabilirsiniz:

pante o zaman tek asıret yapısı dersımde yoktu batı ıllerınde de vardı

hatta dersımın dogusunda daha fazla asıretlenme vardı ve devletın basına daha buyuk bır bela olacaktılar

o kadar asıretlık yer varken dersım kanunları dıye gecer

ıkıncısı zorunlu goc hakkında hıc bırsey dememıssın

Link to post
Sitelerde Paylaş

AlbatrosS;

Sen Seyit Rıza'nın öldürülen oğlu Bava için Dersim'in ünlü şairi Sey kaji'den oğlu için bir ağıt yakmasını istediğinde neden geri çevrildiğini bilir misin, duydun mu?

Bu adam ki seyittir hesapta, bu adam ki Alevi önderidir, neden reddetmiştir isteğini bu büyük ozan?

Hadi araştır da gel.

Ondan sonra "Bu zulümdür, yazıktır, günahtır" diyen bu çapulcu hakkında konuşalım.

Bu hiç bir şeyi değiştirmez Pante. Olayların öncesi ve sonrası uygulamalara bakarım ben. Sonrasında alınan önlemlerin başında asimilasyon gelir. Alevi kütlerin isyana katılması gerçeği değiştirmez; zira, laik rejim için asli tehlike alevilik değil ''kürtlük''tür. Kaldıki, feodal yapıyı bertaraf edecek yegane unsur ciddi bir toprak reformudur, kent alt yapısı ve kurumsallaşmadır. Rejimin doğuya ilişkin böyle bir yapılandırması (tamamlanması yıllar süren gap'ın dışında) olmuşmudur? TC'nin tek derdi aşiretleri merkezi otoriteye bağlı kılıp vergiye bağlamaktır. Ayrıca, nüfus yapısınla oynanması ile asimilasyon politikaları yoluyla Kürtler eritilmeye çalışıldı.

Rejimin ilk yıllarında Melih Pekdemir'in ifadesiyle ''kararsız bir denge'' durumu vardı ve devlet kendine bağlı, devlet yanlısı aşiretleri mutlak suretle desteklemiştir.(bunun osmanlı'dan miras olduğunu bilmeyen yoktur herhalde? PKK'yla çatışmalar da kürt korucuları bir tür hamidiye alayları vazifesini görmüştür mesela).

Hasılı rejimin nazi politikalarını ''modernizm'' sosuyla meşrulaştırmaya çalışıp suçu feodalizme bağlaman zevahiri kurtarmaz pante. Doğuda olan biten hiçbir zaman Fransız devrimi tarzı bir anti-feodal devrim değildi, öyle diyorsan adama sorarla: Bugün türkiye'nin istisnasız en geri bölgeleri neden hala doğudur? Neden hala binlerce köye ne yol ne elektirik su vs gitmiyor? Bölgede ''ordu'' ve ''ohaller'' dışında doğru düzgün bir kurumsallaşma olmayacak ve bunun adına ''modern jakobenlik'' diyeceğiz öyle mi?

Link to post
Sitelerde Paylaş
pante o zaman tek asıret yapısı dersımde yoktu batı ıllerınde de vardı

hatta dersımın dogusunda daha fazla asıretlenme vardı ve devletın basına daha buyuk bır bela olacaktılar

o kadar asıretlık yer varken dersım kanunları dıye gecer

ıkıncısı zorunlu goc hakkında hıc bırsey dememıssın

Aşiret yapısı birçok ilde vardı ama Dersim kadar "devlet içinde devlet" şeklinde bir başına buyruk feodal yapı yoktu.

Feodalitenin tasfiyesinden önce, her bölgeye-her aşirete-her vatandaşa devleti tanımayı kabul ettirmek gerekirdi. Feodalitenin tasfiye edilmeyişinden, toprak devriminin yapılmayışından dolayı eleştiririz Atatürk dönemini, bir eksiklik olarak görürüz. Ama bırakın tasfiyeyi, tanınmayı dahi zorla kabul ettirebilmiştir.

Başbakan tanımayan, valiyi, milletvekilini takmayan feodaller mevcuttur.

İslamda bile biat alma vardır. Herkes halifeye biat eder. Biat etmeyen yokedilir, yoksa tehlike arzeder.

Fatih, bırakın biat almayı, kardeşlerin öldürülmesini kanunlaştırmıştır.

Bir örgüt içinde "Ben önderi tanımam, kimseden emir almam" denilebilir mi mesela?

PKK'nın Güneydoğu'da diğer örgütleri nasıl sindirdiğini gayet iyi biliyoruz.

Cumhuriyet de, her bölgede, her ilde kendini ve kanunlarını kabul ettirmek zorundadır.

Ama Dersim kabul etmeyip direniyor.

Örneğin adam köy basıyor, yakıp yıkıyor. Mağdurlar şikayet ediyor. Ne kolluk kuvvetleri, ne devlet suçluları alamıyor. Adalet işlemiyor.

AlbatrosS'a örnek verdim, araştırsın diye.

Oğlunu öldüren kişinin aşiretini, köyünü basıyor Seyit Rıza. Taş üstünde taş bırakmıyor. Tüm evleri yakıp yıkıyor. Tüm köylüleri katlediyor. Öyle bir kin ki, mezar taşlarını bile kırıp döküyorlar. Ve cezalandırılamıyor.

Ama kendisi idama giderken "Zulümdür, yazıktır, günahtır" diyor. O köyün masum insanlarına yazık değil miydi?

Şimdi devleti tanımayanın, devletle savaşmayı göze alması gerekir.

Bu durumda da "Öldürdüler, bombaladılar, göç ettirdiler" diye şikayet etmemesi gerekir.

Ne yapacaktı devlet?

Hiçbir anlaşmaya gelmiyorsun. Kanun tanımıyorsun. Tabi ki müdahale edecek.

Zorunlu göç konusunda yazmıştım daha önce. İsyanın iki yıl boyunca bastırılamaması nedeniyle mecbur kalınarak katı yöntemlere başvuruluyor. İsyanda yer aldığı tespit edilen köyler göçe zorlanıyor. Bu doğru değil belki ama başka çaresi de yok.

Tunceli kanunları arasında bu madde mevcut zaten. "Gerek duyulduğu takdirde, lüzumu görülenler başka bölgelere yerleştirme yapılabilir" deniyor. Neler olacağı farkedilmiş ki bu kanunu koymuşlar. Çünkü Osmanlı'da kaç sefer bölgeye müdahale edilmiş, netice alınamamış.

Bunlar hoş değil. Hele çağımızda artık hiç olmaması gerekir.

Ne devlet tarafından, Dersim İsyanının bastırılma yöntemleri örnek alınmalı.

Ne de Kürtler tarafından Dersim İsyancıları örnek görülmeli.

Link to post
Sitelerde Paylaş

ama pante goce zorlama dersım ısyanından once belırlenmıstı

ıslamda eseklık etmıs fatıh de

ya acıkcası ben seyıt rızanın olumune de bırsey demem savastı yasamını yıtırdı ama sen barıs gorusmelerı ıcın erzıncana cagırıp elazıgda bırını oldurursen olacak bırsey degıl

ıkıncısı 80 bın ınsanı oldurmenın hıc bır acıklaması olamaz

dersımde yasananlar tamamen barbarlıktır

orda uc dort yasındakı cocuklar kursuna dızıldı

bunlar devlet ıcın tehtıtmıydı

kıı donemın yapısı zaten tamamen fasızan dı (turk olmayanların tamamı turklerın kolesıdır )

hadı ısyanı bastırdın :D daha ne kımyasal sılahlarla saldırıyorsun

bu saldırılar tamamen kurtlerı yok etme polıtıkasıdır

o yıllarda yapılanlar ıse yaradımı

sadece kurt halkını bır surelıgıne durdurdu

gel gelelım pkknın dogudakı dıger kurt orgutlerı sındırmesıne

pkk kurulurken yonetıcılerı tamamen acemıydı ama tam bır kurdıstan sevdalısıydılar

dıger orgutler pkk ye karsı devletle ısbırlıgı yapmıstı

cunku pkk sılahlı eylem olmadan devletlesme ve uluslasma fıkrının olamayacagını savunuyorlardı

sılahlı eylemler dıger kurt orgutlerının gozunu korkutmustu

pkk devletle ısbırlıgını kurdıstana ıhanet saymıstı ve ılk o orgutlerı ortadan kaldırmaya calıstı

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...