Jump to content

"Değer" Nedir?


Recommended Posts

Koskoca ekonomi bilimi 130 senedir marjinal fayda teorisini kabul ediyor ve öğretiyor.

Git bir iktisat ders kitabı al da bak. Formül de var istemediğin kadar hem de.

Ne adamlar var ya.

Ekonominin HY'sisiniz siz komunistler.

Aklınızca koca bilimi yıkacaksınız.

Hadi bakalım. Kolay gelsin.

Tabii ki böyle şeyler yok arkadaşlar, Ludwig ve Astur'un iddia ettiği gibi kesin ve net sonuçları olan tartışmalar değil bunlar, Marjinal fayda teorisi bir kabuldur, Burjuva iktisatçıları Homo Economicus kabuluyle başlayan bir genellemeyle yola çıkarak genel bir teoriye inanmışlardır, emek-değer teorisinin yanlışlığını ise kendi KABULLERİNE uymadığı için reddetmektedirler..

Homo Economicus yani İktisadi Akılcılık genellemesi kısaca

1 Tam bilgiye (enformasyona) sahip olma

2 Seçici olma

3 Çoğu aza tercih etme

4. Tercihler arasında tutarlı olma.

İnsanlar üzerinden böyle bir genellemeyle tüketici davranışı varsayımı üretip sonra luwig meczubunun yere göğe sığdıramadığı Marjinal Faydaya ulaşıyorlar...

Asgari ücretli ya da işsiz, lise mezunu tipler bu ideal tüketici modeline ne kadar uyarlar artık bilemem..

TÜrkiye üzerindn bile düşünürsek bu genellemenin bir halta yaramıyacağını anlarız..

tarihinde Faithnomore tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 302
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Değer dediğimizde birçok şeyi kast ediyor olabiliriz. Kişisel ya da kültürel değerler, bireylerin benimsediği etik değerler, ya da ekonomik değer kast ediliyor olabilir. Diğer başlıktaki tartışmalardan anladığım kadarıyla odaklanacağımız konu ekonomik değer. Drekinci ilk iletisinde konu hakkında birkaç soru sormuş, öncelikle onlarla başlayabiliriz. Kullandığım kavramları ben ingilizce kaynaklardan öğrendim, çevirilerini de kendim yapıyorum, çevirilerin bazen tam anlamı ile isabetli olmaması ihtimali nedeniyle kullandığım kavramların ingilizcelerini de parantez açıp vereceğim.

Ekonomik değer konusunda iki temel ve zıt yaklaşım var. Bir yaklaşım ekonomik değerin içsel(İngilizce'de intrinsic), öbür yaklaşım da değerin dışsal(extrinsic) olduğunu öne sürüyor.

Öncelikle bu iki terimi biraz açalım.

Buraya kadar ana hatlarıyla söylenenlerin doğru olduğunu düşünüyorum. Daha da açmak gerekirse ''ölçü birimi'', ''değişim birimi'', '' bireyin arzu, istek, eğilim ve beklentilerine yönelik nesne ve kavramlara bahşettiği nitelikler'', ''toplumların özel bir nitelik ve statü verdiği ahlaki/kültürel normlar/kurallar'' gibi, daha da birkaç ekleme yapmak mümkün olmakla birlikte, farklı kullanım sahaları vardır ''değer'' sözcüğünün. Bu bağlamda ''değer'' sözcüğünün tamamen ''insan'' zihni ve adlandırması/tanımlamasıyla var olageldiğini anlayabiliyoruz. Değeri tanımlamaktaki güçlüklerin başında da, insanın ilgi ve beklentileri ile hayatına ilişkin anlamlandırmalarının farklı köken, nitelik ve kaynaklara hatta çevresel etmenlere bağlı olması gelmektedir.

Değerin onlarca farklı tanımını yapmak mümkün olmakla birlikte konunun selameti ve tartışmamızın daha somut bir zeminde yürüyebilmesi açısından değerin ortak bir tanımından ziyade ''değer'' dediğimiz onlarca farklı tanımın nasıl yaratıldığı hususu üzerinde konuşmamız gerektiği kanaatindeyim. Kaldıki, bu başlığın açılmasına sebep olan temel tartışma konusu da değerin nasıl yaratıldığıyla doğrudan alakalı ''emeğin değer üretimindeki rolü'' değil miydi? O halde onlarca farklı tanımla açıklanabilecek bir kavrama ortak bir tanım etrafında çerçeve çizmektense onu özgür bırakıp tüm bu farklı değer tanımlamalarının nasıl ortaya çıktığını tartışmamız daha verimli olacaktır; aksi, halde, bu tartışmayı daha başlamadan bitirmek zorunda kalacağız.

Dinlere ve yaratıcı fikrine inananlar dışında, ateist ve materyalistler her türden ''değer'' kavramsallaşmasının esasen insanın yaratıcı zekasının bir ürünü olduğu noktasında ortak bir düşünceye sahiptirler. İster liberal/ister marksist/isterse sosyal demokrat politik fikirlere sahip olsun ateist olup materyalizmi benimsemiş her insanın bu noktada farklı düşündüğünü zannetmiyorum.

Değer dediğimiz onlarca farklı kavramsallaştırma tamamen bizim bilinç ve zekamızın bir ürünüyse bu ürün nasıl ortaya konmuştur? İnsan zihni ve bilinci nasıl değer yaratmıştır? Bu konuda ortak bir noktaya ulaşmak değeri tanımlamaktan çok daha kolaydır; zira, bu değerin tanımlama sürecine göre çok daha somut bir süreçtir. İnsan evrimle bugünkü halini, zekasını ve bilincini kazandıysa değer kavramı da onu bugünkü form/şekil ve bilince getiren süreçlerle doğrudan alakalıdır. Daha da açmak gerekirse, insan biyolojik ve sosyal ihtiyaçları olan maddi bir varlıktır. Denilebilir ki, sosyal ihtiyaçlar dahi insanın varolabilmesiyle alakalı doğrudan biyolojik ihtiyaç ve çevresel koşullarının bir sonucudur. Evrim sürecinde ihtiyaç ve yaşamsal gereksinimlerin(beslenme ve güvenlik gibi) belirlediği basit sosyal yaşam formlarından zamanla zekanın ve bilincin gelişmesiyle daha da karmaşıklaşan sosyal formlara evrimleşmişiz. İnsan zekası evrimsel süreçte fiziksel ve sosyal çevresini kendi ihtiyaç ve beklentileri doğrultusunda şekillendiren tasarımcı/dönüştürücü bir kompleks araçtır. Bu bağlamda ben her türden değer kavramının geçmiş evrimsel süreçlerin belirlediği ihtiyaç ve gereksinimlerle alakalı olduğunu kanaatindeyim.

Şimdilik burada bırakıyorum. Evrim konusunda uzman değilim; hatam varsa düzeltebilirsiniz. Şayet tartışmanın şekli ve seyri noktasında önerilerim size de uygun geldiyse buradan devam etmeyi teklif ediyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili ludwig piyasa ekonomisinin risklerine, olumsuzluklarına daha sonra geleceğiz. Aslında verdiğin örnekler ilerde kendi ayağına dolaşacak.

Şimdilik tıkır tıkır işleyen bir piyasa mekanizmasından hareket etmek istiyorum. Yani girişimciler ve işçiler beraberce hem kendi hem de başkalarının gereksinmelerine göre mal ve hizmet üretiyorlar. Bunlar piyasada satılıyor ve çark dönüyor. Böyle sorunsuz işleyen bir üretim ve paylaşım ilişkilerini masaya yatırmışız.

Ne güzel işte tam savunduğun düzeni tıkır tıkır işleteceğiz.

Niçin hemen paniğe kapılıp, ataşla, kibrit çöpü ile birşeyler üretip zarar edesin. Niçin bu risk ve zarar üzerinden mantık yolu ile girişimcinin karını doğal gösteresin.

Evet; girişimcilerin kafa ve kol emeği de dahil olmak üzere değişime tabi tutulabilen tüm mal ve hizmetler, insan için, insan eli ile üretilir. Girişimcinin girişim eylemini de işin içine kattığım için dışarıda bir şey kalmıyor. Her türlü ekonomik faaliyet insan içindir ve bunu insan gerçekleştirir. Hatta bir özlüsöz var. İnsan ekonomik bir hayvandır diye.

Mesele insan kafa ve kol emeğinin değer üretmesinde değildir. Bu apaçık bir gerçektir. Buna karşı çıkmak bilimsel de değildir. Değişime tabi tutulan mal ve hizmetlerden insan emeğini çıkarırsanız geriye değişime tabi tutulacak bir şey kalmaz.

Mesele, üretim mekanizmalarında değil, üretilen değerlerin paylaşımındaki mekanizmalardadır. Yani değiştokuş mekanizmaları, bilinen adı ile piyasa mekanizmaları.

Bu değiştokuş mekanizması içinde el değiştiren mal ve hizmetlere birim değerler verilir. Örneğin; Bir yumurta bir birimdeğer ise, bir kilo un 5 birimdeğer ile değerlendirilir. İşte bu birimdeğerler paradır. Para bir tüketim aracı değildir. İnsanlar para tüketmezler. Ama para, üretilen mal ve hizmetler değiştokuş edilirken başvurulan bir referanstır. Para, alışverişlerde kolaylık sağlayan bir araçtır. Aynı zamanda bir değer biriktirme aracıdır.

Evet. üretilen mal ve hizmetler değiştokuş yapılırken, piyasada birimdeğer olarak karşılığını bulur. Yani üretilen mal ve hizmet satılır. Satıldıktan sonra üretim ve paylaşım süreci bitmiştir. Süreç bittikten sonra, üretilen mal ve hizmetler satıldıktan sonra elde edilen gelirde kimlerin ne kadar payı var? İşte bu gerçek paylaşım buradadır. Pazardaki paylaşımlarda eşit değerdeki mal ve hizmetler eşit değerlerdekilerle değiştirildiği için (örneğin bir kilo un verip 5 yumurta alındığı için) burada da sorun yaşanmaz. Alan memnun veren memnun olur.

Asıl sorun kollekif bir şekilde pazar için üretilen mal ve hizmetlerin pazarda satılarak elde edilen birimdeğerlerin nasıl ve hangi kriterlere göre paylaşılacağıdır. Bu kriterler doğru, bilimsel olarak tespit edilebilir ve bunun üzerinden paylaşım yapılırsa önemli bir sorun çözülmüş olur.

Bu paylaşımın kriterleri ne olmalıdır?

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Üretici güçler yeni bir boyut kazandığı için gerek değer kuramının anlamı gerekse de işçi sınıfının kapsamı değişmiştir. Hal böyle olunca mücadele biçimleri ve sosyalizm tahayyülünde de değişim olmuştur. Bu başlıkta eski kavramlarla tartışmanın gereği yok bence. Artık yeni bir üretim sürecine girildi. Bilgi başlı başına bir üretim faktörü haline geldi. Bilgisayarlaşma ve makineleşme çok arttı. Artık üretken emek, üretim sürecinde ana ağırlık noktası değil. Üretken olmayan emek, üretim sürecindeki değişimlerle birlikte fazlasıyla öne çıktı ve belirleyiciliği arttı. Bu belirleyicilik artışı sayesinde o üretken olmayan emek olmaktan çıktı ve üretken emek heryere yayılmış oldu bir başka deyişle. Üretken olmayan emeğin de sahnedeki ağırlığının artmasıyla birlikte işçi sınıfının kapsamı genişledi ve fabrikaya sıkışmaktan çıkıp toplumsal bir nitelik kazandı. Çünkü tüm toplumsal yaşam işe endekslendirildi. Artık emeğin büyük bölümünü işçi kendi kol gücüyle değil entelekütel sermaye ve teknoloji ile üretiyor.

Değer kuramı Marks zamanındaki üretim sürecine aittir, günümüzü tam olarak açıklayamaz. Kaldı ki, değer dediğimiz şey zaten bir soyutlamadır, bir ilişkiselliktir. Emeği değer belleyemeyiz, emek emektir sadece. Zaten günümüzdeki üretim sürecinde de emek değerden bağımsızlaşmıştır. Değerin objektif bir ölçütü yoktur. Günümüzde üretken emek ile üretken olmayan emek arasında ayrım kalmamıştır. Üretim ve pazarlama süreçleri de fazlasıyla iç içe geçmiştir. Üretken emek, sermayeyi değil bütün bir toplumsallığı yeniden üretir hale gelmiştir. Artık sömürü dediğimiz şey de üretime bağlı bir kavram olmaktan ziyade, iktidar mekanizmasının politikliğine ilişkin bir kavram olmuştur. Eski sınıf tanımı ve değer kuramı artık ortadan kalkmıştır. Artık sınıfsallığın belirleyeni ekonomik olmaktan ziyade politiktir. Zaten üretim aracına sahip olanlar ile buna sahip olmayanlar ayrımı da günden güne silikleşiyor. Şirketler herkese hisselerinden pay vermeye başlıyor v.s... Artık iktidara sahip olanlar ile olmayanlar arasında bir sınıfsal antagonizma kurulmalıdır. Daha doğrusu zaten varolan bu antagonizmayı çözmek için devrimci mücadeleye girişilmelidir.

Kısacası, evet eski değer kuramı büyük ölçüde geçersizleşmiştir ama bu durum marksist teoriye ve komünizm mücadelesine hiç de halel getirmez. Zira marksizm, Marks'ın kendi zamanında yaptığı tespitlerin toplamı değil, o tespitleri yaparken kullandığı yöntemdir. Komünizm ise, artık üretim güçlerinin iyice gelişmesi sayesinde, bugünden nüveleri atılabilecek bir toplumsallık haline gelmiştir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Üretici güçler yeni bir boyut kazandığı için gerek değer kuramının anlamı gerekse de işçi sınıfının kapsamı değişmiştir. Hal böyle olunca mücadele biçimleri ve sosyalizm tahayyülünde de değişim olmuştur. Bu başlıkta eski kavramlarla tartışmanın gereği yok bence. Artık yeni bir üretim sürecine girildi. Bilgi başlı başına bir üretim faktörü haline geldi. Bilgisayarlaşma ve makineleşme çok arttı. Artık üretken emek, üretim sürecinde ana ağırlık noktası değil. Üretken olmayan emek, üretim sürecindeki değişimlerle birlikte fazlasıyla öne çıktı ve belirleyiciliği arttı. Bu belirleyicilik artışı sayesinde o üretken olmayan emek olmaktan çıktı ve üretken emek heryere yayılmış oldu bir başka deyişle. Üretken olmayan emeğin de sahnedeki ağırlığının artmasıyla birlikte işçi sınıfının kapsamı genişledi ve fabrikaya sıkışmaktan çıkıp toplumsal bir nitelik kazandı. Çünkü tüm toplumsal yaşam işe endekslendirildi. Artık emeğin büyük bölümünü işçi kendi kol gücüyle değil entelekütel sermaye ve teknoloji ile üretiyor.

Değer kuramı Marks zamanındaki üretim sürecine aittir, günümüzü tam olarak açıklayamaz. Kaldı ki, değer dediğimiz şey zaten bir soyutlamadır, bir ilişkiselliktir. Emeği değer belleyemeyiz, emek emektir sadece. Zaten günümüzdeki üretim sürecinde de emek değerden bağımsızlaşmıştır. Değerin objektif bir ölçütü yoktur. Günümüzde üretken emek ile üretken olmayan emek arasında ayrım kalmamıştır. Üretim ve pazarlama süreçleri de fazlasıyla iç içe geçmiştir. Üretken emek, sermayeyi değil bütün bir toplumsallığı yeniden üretir hale gelmiştir. Artık sömürü dediğimiz şey de üretime bağlı bir kavram olmaktan ziyade, iktidar mekanizmasının politikliğine ilişkin bir kavram olmuştur. Eski sınıf tanımı ve değer kuramı artık ortadan kalkmıştır. Artık sınıfsallığın belirleyeni ekonomik olmaktan ziyade politiktir. Zaten üretim aracına sahip olanlar ile buna sahip olmayanlar ayrımı da günden güne silikleşiyor. Şirketler herkese hisselerinden pay vermeye başlıyor v.s... Artık iktidara sahip olanlar ile olmayanlar arasında bir sınıfsal antagonizma kurulmalıdır. Daha doğrusu zaten varolan bu antagonizmayı çözmek için devrimci mücadeleye girişilmelidir.

Kısacası, evet eski değer kuramı büyük ölçüde geçersizleşmiştir ama bu durum marksist teoriye ve komünizm mücadelesine hiç de halel getirmez. Zira marksizm, Marks'ın kendi zamanında yaptığı tespitlerin toplamı değil, o tespitleri yaparken kullandığı yöntemdir. Komünizm ise, artık üretim güçlerinin iyice gelişmesi sayesinde, bugünden nüveleri atılabilecek bir toplumsallık haline gelmiştir.

Freddie bile anlamış olayı, ne güzel.

Bazı arkadaşlar olan ile olması gereken konusunu karıştırıyorlar. Değerin kaynağı konusunda ben, Freddie ve Albatross hemfikir olabiliriz, ama hangi ekonomik organizasyon ideal olur vb. konularda fikir ayrılığına düşebiliriz. Neyse, umarım sevgili Drekinci de 19. yüzyıldan 21. yüzyıla geçişini bu başlıkta yapacak.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Üretici güçler yeni bir boyut kazandığı için gerek değer kuramının anlamı gerekse de işçi sınıfının kapsamı değişmiştir. Hal böyle olunca mücadele biçimleri ve sosyalizm tahayyülünde de değişim olmuştur. Bu başlıkta eski kavramlarla tartışmanın gereği yok bence. Artık yeni bir üretim sürecine girildi. Bilgi başlı başına bir üretim faktörü haline geldi. Bilgisayarlaşma ve makineleşme çok arttı. Artık üretken emek, üretim sürecinde ana ağırlık noktası değil. Üretken olmayan emek, üretim sürecindeki değişimlerle birlikte fazlasıyla öne çıktı ve belirleyiciliği arttı. Bu belirleyicilik artışı sayesinde o üretken olmayan emek olmaktan çıktı ve üretken emek heryere yayılmış oldu bir başka deyişle. Üretken olmayan emeğin de sahnedeki ağırlığının artmasıyla birlikte işçi sınıfının kapsamı genişledi ve fabrikaya sıkışmaktan çıkıp toplumsal bir nitelik kazandı. Çünkü tüm toplumsal yaşam işe endekslendirildi. Artık emeğin büyük bölümünü işçi kendi kol gücüyle değil entelekütel sermaye ve teknoloji ile üretiyor.

Ortada böyle bir şey yok Freddie. Üretici güçlerin belirli bir gelişmişliğe vardığı kesin ama kol emeği ve kafa emeği arasındaki ayrım ve çelişki ortadan kalkmadı, ben Makina Müh olarak ve pek çok fabrika görmüş birisi olarak söyleyim dediğin gibi bir durum yok..

Aksine hem kol emeğini hem de kafa emeğini daha fazla kullanmak zorunda olan işçiler ortaya çıkmıştır.

İşçi dendiğinde aklınıza elinde örs olan pos bıyıklı kocaman adamlar mı geliyor anlamıyorum vallahi..Üniversite kampüslerinde okuduğunuz kitaplarla hayat arasında epey fark mı var onu da anlamıyorum..

Küçük ölçekli üretim yapanları bir kenara bırakırsak bile en teknolojik donanımlı fabrikalarda bile otomasyonlu tezgahları kullanan OPERATOR denilen teknisyen-işçiler vardır bu adamlar hem kafa hem de kol emeği harcarlar ve emin olun çok zor bir iş yapmaktadırlar..

O makineleri kullanmak için ciddi bir toplumsal emek gerektiren EĞİTİM sürecinden geçerler bu adamlar Bilgisayar ve kontrol eğitimi alırlar aynı zamanda mekanik eğitimi de.

VE 8 saat boyunca o makinelerde üretim yaparlar çok hassas bir iştir en ufak hata ıskarta demektir ve adamın hanesine ceza yazılır..

8 saat tabii ki iyimser olanlar şuan kriz var ve çoğu 10 saat çalışır cumartesi dahil..

Sıkıyorsa buradaki arkadaşlar küçümsedikleri bu emekçilerin yerine çalışabilirler madem emeğin de bir önemi yok..

Hülasa, Emek yine aynı emektir Değer üretir..Üreticiler olmadığı takdirde hiç bir şey üretilemez..

Değer kuramı Marks zamanındaki üretim sürecine aittir, günümüzü tam olarak açıklayamaz. Kaldı ki, değer dediğimiz şey zaten bir soyutlamadır, bir ilişkiselliktir. Emeği değer belleyemeyiz, emek emektir sadece. Zaten günümüzdeki üretim sürecinde de emek değerden bağımsızlaşmıştır. Değerin objektif bir ölçütü yoktur. . Daha doğrusu zaten varolan bu antagonizmayı çözmek için devrimci mücadeleye girişilmelidir.

Kısacası, evet eski değer kuramı büyük ölçüde geçersizleşmiştir ama bu durum marksist teoriye ve komünizm mücadelesine hiç de halel getirmez. Zira marksizm, Marks'ın kendi zamanında yaptığı tespitlerin toplamı değil, o tespitleri yaparken kullandığı yöntemdir. Komünizm ise, artık üretim güçlerinin iyice gelişmesi sayesinde, bugünden nüveleri atılabilecek bir toplumsallık haline gelmiştir.

Emeğin bir önemi kalmamışsa ve şirketler herkese pay veriyorsa ve sana göre bunlar sınıfsal bir çelişki olmadığına işaret ediyorsa senin de yerin Liboşların yanı ve buyur Sİvil toplumculuk oynabilirsin..yeter ki marksist olduğunu iddia etme, zira bu düşüncelerine marksizmle alakası yok..doğru ya da yanlış ama alakası yok..

Değer kuramı Serbest rekabetçi ortamda geliştirilse de MArksizm pek çok güncellemelerden geçirildi Emperyalizm ve tekelci aşamada Lenin'in epey tahlilleri var ayrıca Rosa Luxemburgunda...Kapitalizm halen krizlere giriyor halen eşitsizlik üretiyor ve sınıfsal çelişkiler derinleşiyor..

Marx, tahlillerini ekonomik-iktisadi tahliller, fiyat teorisi filan ya da işletmelerin kar maksimizasyonu için değil Kapitalizmin temel yapısı-değişimi ve nasıl çözüleceği üzerine geliştirdi, Marks sade bir iktisat değil Sosyolojik yani toplumsal nitelikte bir iktisadi analiz yapmıştır.

Marjinal fayda dedikleri şey sosyolojiden yoksun piyasa için genelleyici bir teoridir..Piyasa için yeterlidir o kadar..

Marjinal fayda ve Emek-Değerin karşılaştırılması saçmadır..kulvarları farklıdır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Beni yanlış anlamışsın.

Kol emeği ile kafa emeği arasındaki ayrım tam olarak ortadan kalkmadı ama bu yolda büyük mesafe katedildi. Bundan kastım, kol emeğinin üretim sürecinden dışlandığını iddia etmek değil, kafa emeğinin ve üretken olmayan emeğin üretimdeki payının arttığıdır. Hal böyle olunca işçi sınıfının kapsamı genişliyor ve toplumsal bir hale geliyor. Artık sadece fabrikaya bakarak bir işçi sınıfı tanımı yapamayız çünkü üretim süreci farbikadan ibaret değil artık. Bu noktada, devrim için sadece ekonomik mücadele değil en az bunun kadar kültürel mücadele de önem kazanıyor. Çünkü tüm yaşam kapitalizmin denetimine girmeye ve herkes işçileşmeye başlıyor. Ben işçi sınıfını reddetmiyorum, kapsamının genişlediğini ve çok daha entelektüel bir hal aldığını vurguluyorum. Artık tüm yaşamımız kapitalist işe endekslenmiş vaziyette ve üretken emek her yere yayılmış halde. Yani emek sadece sermayeyi üretmiyor, tüm bir yaşamı üretiyor. Dolayısıyla emeğe değer vermeme gibi bir durumum yok, bilakis çok daha fazla değer veriyorum. Artık kapitalizm tüm toplumsal yaşamı kendi işine göre belirliyor ve dolayısıyla yaşamı bundan etkilenen herkes işçileşiyor; komünizm mücadelesinin de sadece siyasal iktidarı ele geçirmeye endeklenmiş olarak değil, tüm yaşamı bugünden başlayarak dönüştürme biçiminde gerçekleşmesi gerekiyor.

Şirketlerin herkese pay vermeye başlamasını, sınıf vurgumuzu yaparken ''üretim aracı sahibi olmak ve olmamak'' açısından değil de iktidara sahip olmak ile olmamak açısından bir örnek olsun diye verdim. Yani bu yeni şirketleşme sürecinde patronları mülk sahibi olmalarından ziyade iktidar sahibi olmalarından ötürü eleştirelim diyorum. Çünkü artık sermayenin iktidarı da tüm topluma yayılıyor. İktidarlarını bırakmalarını istemek zaten kapitalizmi yıkmak anlamına geliyor.

Dolayısıyla ortada bir liberalleşme ve düzene entegre olma yok benim açımdan. Bilakis, emeği çok daha yıkıcı hale getirmekten bahsediyorum. Sermaye, emeği kendi ilişkiselliği içine sokarak onu zapturapt altına alıyor ve 'ücretli işçi' haline getiriyor. Bu yolla emeği olumsuzlamak üzerinden kendini olumluyor. Takdir edersin ki, ücretli işçi olmak olumsuz bir durumdur. Emek, ücretli işçi olmaya devam ettikçe sermaye kendi varlığını sürdürür. Çünkü sermayeyi ayakta tutan, emeği ücretlendirerek olumsuzlayan bu ilişkiselliktir. Bu ilişkisellikte sermaye emek üzerinde kendi iktidarını kuruyor. Sermayenin iktidarını yıkıp onu olumsuzlamak ise emeği bu iktidar ilişkisinden otonomlaştırmak, yani ücretli işçi konumundan kurtararak kendini değerli kılmasını sağlamaktan geçiyor. Emeği sermayenin sınıflaştırma diyalektiğinden koparmaktan bahsediyorum; kapitalizm için esas yıkıcı kriz bu olacaktır. Geleneksel anlayışı devam ettirip mücadelemizi ücretli işçinin hak arama mücadelesine indirgediğimizde ise bu mücadelemiz devrimci değil aslında düzen içi bir mücadele olacaktır.

tarihinde Freddie_ tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

değer, insan ilgi, ihtiyaç, arzu, hedef ve beklentileriyle alakalı evrimsel süreçlerin şekillendirmesi sonucu insan zihninin ürettiği farklı nitelik ve türde soyutlamalarsa dış dünyada kendi başına var olup asılı duran somut değerlerden bahsedememekteyiz. Her insan kendi dünyasına ait öznel değerlerini üretir ve yaşarsa da yaşamı için gerekli gereksinimlerini karşılayacak üretim sürecinde ürettiğimiz değerleri aynı eksende keyfiyete bırakmak mümkün görünmemektedir. Her organizma, zihni yahut bedensel çabalarını kendi arzu, ihtiyaç ve beklentilerini karşılama yönünde gösteriyorsa-ki öyledir- bu çabaların somut bir karşılığına kavuşmak isteyecektir de.

Öncelikle anlamamız gereken şudur: İnsan zihni tasarımcı/dönüştürücü bir kategoriyse onun ürettiği her şeyin arkasında soyut/somut bir faaliyet süreçleri yer almaktadır. Bu açıdan emek, insanın herhangi bir amaca/ideale/beklentiye/hedefe dönük zihni/bedensel her türden çabasını/gayretini/eylemini içine alan bir kavramdır. Denilebilir ki, insanın ürettiği her ''şey''in arkasında bilişsel/bedensel emek süreçleri yer almaktadır. Üretilen/yaratılan her değerin/ürünün/tasarımın arkasında zihinsel/bedensel bir çabayı, eylemi yani ''emeği'' gördüğümüz anda ekonomik üretim süreçlerinde de her türden ürünün ve değerin arkasında bilişsel/bedensel bir emek sürecinin olduğunu rahatlıkla görebiliriz. İnsan zihninin yaratıcı bir faaliyet/emekle her türden değeri yarattığını biliyorsak ister ekonomik/ister kültürel/ister sosyal vb her türden değer kavramsallaştırmasının arkasında o değeri ortaya çıkaran bir çaba/emek süreci olduğunu anlıyoruz demektir. Bunun manası şudur: Herhangi bir ürünün değerini ortaya koyan temel etken, o ürünün üretim süreçlerinde sarfedilen emeğin ta kendisidir.

Emeğin değer yaratma süreçlerine çok çeşitli örneklerle itiraz edilmektedir. Fakat, bu itirazların genel olarak dikkatten kaçırdıkları şey, verdikleri örneklerin gerisinde yer alan tasarım/emek/çaba süreçleridir. Örneğin tarıma elverişli son derece verimli bir arazinin üzerinde hiçbir ürün yetiştirmeden de belli bir değerinin olduğu ve dolayısıyla başlı başına bir ''değer'' taşıdığı söylenebilir. Ancak, o arazinin ''tarıma elverişli ve verimli'' olduğu gerçeğini insanlığın geçmiş tarihsel süreçlerde zihni/bilişsel emekler ortaya çıkarmıştır. Bu anlamda, tarıma elverişli arazinin sahip olduğu tek şey ''potansiyel''dir. O potansiyelin kendi amaçlarımıza yönelik ''değer''ini ortaya koyansa bizim bilimsel/teknolojik çabalarımız, kazanımlarımızdı. Doğadaki her şey, bu bakımdan birer potansiyeldir. Bunu en iyi izah edecek örnekse Petroldür. Bundan 2000/3000 yıl önceki toplumlar için petrolün herhangi bir değeri mevcut değildi; ancak, petrol kendinde mevcut kimyasal bileşenler sayesinde birçok potansiyele sahiptir. İşte insanlık, zihinsel çabalarla bilgiyi geliştirerek petrolün sahip olduğu potansiyeli farkındalık düzeyine çıkarmıştır. O saatten sonra da onunla neler yapabileceğini ve onu nasıl kullanabileceğini öğrenmiştir. Bu aşamaların her biri birer emek sonucu ortaya çıkmıştır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Albatross, bugün yediğimiz meyveler, hayvanlar, tahıllar vs. biz onları yapay seçilimle daha iyi hale getirmeden de doğada bulunuyorlardı. İnsanlar ve ataları da bunları on binlerce yıldır tüketiyorlar. Takasın, ticaretin falan da oldukça eski olduğunu sanıyorum. Emek olmadan da değer olur. Bir insanın doğası gereği yiyecek, içecek, barınak vs.ye ihtiyaç duyması ve bu bağlamda doğadaki bazı şeylere değer atfetmesi gibi şeylere de emek demek kanımca oldukça zorlama olur. O mantıkla tüm canlılık emek veriyor; bitkiler, hayvanlar, hatta bakteriler vs. bile emek veriyorlar. İfade edemeseler de birçok canlı bir şeylere ihtiyaç duyuyor, hatta biraz gelişkin canlılar aralarında iş bölümüne, çeşitli kurallar ile düzenlenmiş paylaşımlara falan da gidiyorlar. Emeği bilinçli insan eylemleri için kullansak daha mantıklı olur, hatta değer yaratımına yönlendirilmiş bilinçli insan eylemine emek dersek çok iyi olur. Geçmişte hiçbir değer üretme ya da ticari kaygı ile üretilmemiş mağara resimleri bile bugün oldukça büyük ekonomik değer sahibi olabilir bu arada, yani emek-dışı insan eylemleri de sadece zamanın geçişi ile değer kazanabilirler.

Bir şeyin değerini harcanan emek miktarı ile ölçmek ise çok büyük saçmalık olur. Drekinci'ye soruyorum, A kişisi ile B kişisi aynı ürünü yaratsalar, biri aynı işi 1 diğeri 10 saatte yapsalar, ikisi aynı miktarda mı değer üretir yoksa aynı işi 10 saatte yapan daha fazla değer mi üretmiş olur?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Valla bu gençlerin hızına benim gücüm yetmeyecek.

Ne çabuk kafa ve kol emeğinin çelişkisine geldiniz.

Ne çabuk siyaset'e geçtiniz.

Canım benim başım kel mi elbette size yetişeceğim. 21. yüzyılın gereklerinden geri kalmam merak etmeyin.

Doğrusu nasıl olmuş ta freddie, albatross ve astur emekdışı değerin kaynağı konusunda nasıl hemfikir olmuşlar anlamış değilim. Emekdışı değerler geçmişten gelen miras olabilir ki bunları da geçmişteki emek yaratmıştır. Doğada kendiliğinden birikmiş faydalı bir şey keşfedilmiş olabilir ama bunun da sahiplenilmesi gerekir ki ekonomik değer olsun. Kim ve nasıl sahiplenilecek. Hem önümüzde kafa ve kol emeği ile üretilen koca bir üretim mekanizması varken. Emekdışı şeylere yönelme gereğini neden duyuyorsunuz. Dünyada sahipsiz arazi mi kalmış, sahipsiz maden mi varmış? Niçin kenarla kıyı ile uğraşıyorsunuz. Şu takır takır çalışan fabrikalara gelin. Tarıma, sanayiye gelin. 21. yüzyıl edebiyatı yapıyorsunuz ama her nedense, fabrika üretimine gelmiyorsunuz. İnsanın kendisinde de, fabrikalar ve tarlalarda da kafa emeği ile kol emeği çelişmez, çatışmaz. Uyum içinde çalışır üretirler. Mühendis, bilimadamı, ustabaşı buluşlar yapar planlar yapar, makineler ve işçiler bu planları hayata geçirir. Makineler işçilerin kol emeğini dışlar ama bundan işçiler niçin şikayet etsin, niçin kabul etmesin. Kol emeği makineye geçmiştir. Makine başında çalışırken emeğin verimliliği olağanüstü artmıştır ve emeğin verimliliği de değeri de yükselmiştir. Bir işçi bir makine aracılığı ile 10 işçinin kol emeği kadar üretim yapıyorsa, makine giderlerinden (alış fiyatı, enerji fiyatı, amortisman, bakım vs) sonra kalan iş, işçinin emeğinin karşılığıdır. Ve eskiye oranla çok yüksektir. Yüksekliği getirisinden bellidir. Daha anlaşılır olabilmesi için, işçi emeğini süreçten çekince (grev yapınca) ne olur ona bakmak bile yeterlidir. İşçi yevmiyesini kaybeder ama patron ne kaybeder onu gözden geçirin. Üzerinde çalıştığı makine işçinin olursa hiç grev yapar, üretimini kesintiye uğratır mı?

Gelin şu inadınızdan vazgeçin. Değeri emek üretir. Bunun dışında şeylere yönelirseniz işin içinden çıkamazsınız. Gözümüzün önünde fabrikalarda, tarlalarda, işyerlerinde her türlü değeri, insan emeği ürettiğini gördüğünüz halde, bundan ne için ve ne adına kaçmak istiyorsunuz. Yan gelip yatarak, ihtiyaçlarınızı gökten allah indirerek mi yaşamak istiyorsunuz.

Ekonominin bilimsel bir temele oturmasını istiyorsanız. Değerin kaynağını doğru tespit etmeniz gerekir. Edemiyorsanız edebilenlere bırakın.

Daha değeri yaratmadan kavgaya tutuştunuz.

Müsaade edin önce bir değeri yaratalım.

Sonra paylaşmak için kavga edebiliriz. :lol:

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bir şeyin değerini harcanan emek miktarı ile ölçmek ise çok büyük saçmalık olur. Drekinci'ye soruyorum, A kişisi ile B kişisi aynı ürünü yaratsalar, biri aynı işi 1 diğeri 10 saatte yapsalar, ikisi aynı miktarda mı değer üretir yoksa aynı işi 10 saatte yapan daha fazla değer mi üretmiş olur?

Sevgili astur bana sorduğun bu soru bile değerin emekle üretildiğini ispatlıyor. Bu soru da, sorunun yanıtı da. yaratılan değerin emekdışı olduğunu göstermez. Sen emeğin verimliliğini soruyorsun. Verimli emek ismi üstünde verimlidir ve daha fazla değer üretir. Çalışana getirisi daha yüksek olur. Aynı sürede bir birim değeri üreten bir işçi bir birimdeğere sahip olur ama 10 birimdeğer üreten de 10 birimdeğere sahip olur. Ama gel gör ki işçinin emeğinin verimliliği artsa bile kapitalist paylaşım ilişkilerinde artış ücretine yansımamaktadır.

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Üretici güçler yeni bir boyut kazandığı için gerek değer kuramının anlamı gerekse de işçi sınıfının kapsamı değişmiştir. Hal böyle olunca mücadele biçimleri ve sosyalizm tahayyülünde de değişim olmuştur. Bu başlıkta eski kavramlarla tartışmanın gereği yok bence. Artık yeni bir üretim sürecine girildi. Bilgi başlı başına bir üretim faktörü haline geldi. Bilgisayarlaşma ve makineleşme çok arttı. Artık üretken emek, üretim sürecinde ana ağırlık noktası değil. Üretken olmayan emek, üretim sürecindeki değişimlerle birlikte fazlasıyla öne çıktı ve belirleyiciliği arttı. Bu belirleyicilik artışı sayesinde o üretken olmayan emek olmaktan çıktı ve üretken emek heryere yayılmış oldu bir başka deyişle. Üretken olmayan emeğin de sahnedeki ağırlığının artmasıyla birlikte işçi sınıfının kapsamı genişledi ve fabrikaya sıkışmaktan çıkıp toplumsal bir nitelik kazandı. Çünkü tüm toplumsal yaşam işe endekslendirildi. Artık emeğin büyük bölümünü işçi kendi kol gücüyle değil entelekütel sermaye ve teknoloji ile üretiyor.

Değer kuramı Marks zamanındaki üretim sürecine aittir, günümüzü tam olarak açıklayamaz. Kaldı ki, değer dediğimiz şey zaten bir soyutlamadır, bir ilişkiselliktir. Emeği değer belleyemeyiz, emek emektir sadece. Zaten günümüzdeki üretim sürecinde de emek değerden bağımsızlaşmıştır. Değerin objektif bir ölçütü yoktur. Günümüzde üretken emek ile üretken olmayan emek arasında ayrım kalmamıştır. Üretim ve pazarlama süreçleri de fazlasıyla iç içe geçmiştir. Üretken emek, sermayeyi değil bütün bir toplumsallığı yeniden üretir hale gelmiştir. Artık sömürü dediğimiz şey de üretime bağlı bir kavram olmaktan ziyade, iktidar mekanizmasının politikliğine ilişkin bir kavram olmuştur. Eski sınıf tanımı ve değer kuramı artık ortadan kalkmıştır. Artık sınıfsallığın belirleyeni ekonomik olmaktan ziyade politiktir. Zaten üretim aracına sahip olanlar ile buna sahip olmayanlar ayrımı da günden güne silikleşiyor. Şirketler herkese hisselerinden pay vermeye başlıyor v.s... Artık iktidara sahip olanlar ile olmayanlar arasında bir sınıfsal antagonizma kurulmalıdır. Daha doğrusu zaten varolan bu antagonizmayı çözmek için devrimci mücadeleye girişilmelidir.

Kısacası, evet eski değer kuramı büyük ölçüde geçersizleşmiştir ama bu durum marksist teoriye ve komünizm mücadelesine hiç de halel getirmez. Zira marksizm, Marks'ın kendi zamanında yaptığı tespitlerin toplamı değil, o tespitleri yaparken kullandığı yöntemdir. Komünizm ise, artık üretim güçlerinin iyice gelişmesi sayesinde, bugünden nüveleri atılabilecek bir toplumsallık haline gelmiştir.

Bunu okuyunca mutlu oldum. :)

Link to post
Sitelerde Paylaş

Demek 'emeğin' artık önemi kalmamış ya da 'emeğin' rolü o kadar azalmış ki sıfır düzeyine yaklaşmış filan. 'Bilgi çağına' geçmişiz. Bu çağda da üretimde, kalkınmada, büyümede belirleyici olan 'emek' değil bilgi öyle mi? Ve bu çağda robotlar üretiyor. İnsanlar evinde bilgisayar başında sadece kafalarını kullanarak çalışıyor. Yakında da uzay çağına geçeceğiz. Oradan da yıldızlar arası yolculuk, zamanda yolculuk filan olacak sanırım.

Emeğin öneminin yok olduğu filan yok. Öyle olsaydı Çin'in bir önemi filan kalmazdı. Yatırımlar nereye gidiyor? Çin'e gidiyor. Neden robotların olduğu bir ülkede bu fabrikalar kurulmuyor madem bu kadar basit, madem emek bu kadar önemsiz. Yatırımlar Çin'e gidiyor, çünkü orada emek daha ucuz ve emek hala bu kadar önemli ve hala sadece robotlarla bu iş olmuyor.Çin'in yıllık büyümesi ortada. Avrupa'nın yıllık büyümesi ne kadar? Madem o kadar bilgi çağındayız, bilgi patlaması var ne oluyor? Adamlar Çin ile rekabet edemiyor bu da açık? Ne oldu robotuna, bilgine? Üretimde bilgi, teknoloji, robot önemsizdir demiyorum. Ama tek başına onlarla her şey olmuyor. Öyle olsaydı Çin'e ihtiyaçları olmazdı. Ayrıca emeği kafa emeği kol emeği diye de ayırmak çok mantıklı gelmiyor. Emek deyince kafa, kol emeği hepsi bir söz ediliyor. Bunları birbirinden ayırmak çok doğru değil.

tarihinde Goldwin tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

..

Artık iktidara sahip olanlar ile olmayanlar arasında bir sınıfsal antagonizma kurulmalıdır. Daha doğrusu zaten varolan bu antagonizmayı çözmek için devrimci mücadeleye girişilmelidir.

..

Madem o zaman ne diye iktidarın gizli sahipleri asker-sivil bürokrasiye ve bunun egemenliğini komplolar kurarak ayakta tutmaya çalışan Ergenekon'a karşı halkın meşru iktidarını savunmuyorsunuz?

Bu arada her boka "devrimci mücadele" yöntemiyle çare aramaktan ne zaman vazgeçeceksiniz? Bir Japon atasözü eder ki "elinde çekiç olan için herşey çivi gözükür."

Bu "devrim" kavramı sizi niye bu kadar heyecanlandırıyor anlam veremiyorum. Hadi 16 yaşındayken bu tarz kavramların, herkesten farklı ve radikal olmanın verdiği heyecanla bu tarz embesilliklere kaptırırsın kendini, anlıyoruz. Ama bir zaman sonra büyümen gerekmez mi?

Link to post
Sitelerde Paylaş

ludwig e göre değer = paradır.

Ama keşke zengin olsa...Aldıgı 3 kurusluk maaşla kapitolcülük oynayanlarda komiğime gidiyor. Neymiş mağazaya girince pahalısıda vrmış ucuzuda varmış. Ne güzel liberalizm ohh keyfim..Bu duyunca zannedersin ki kendisi araba mağazasına girince Porche, Fransız mutfağına girince yan masalara şaraplar gönderiyor, migrosa girince Dido yerine Snickers alıyor zanneder...Parası olana çeşit var arkadaşım...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Tabii ki böyle şeyler yok arkadaşlar, Ludwig ve Astur'un iddia ettiği gibi kesin ve net sonuçları olan tartışmalar değil bunlar, Marjinal fayda teorisi bir kabuldur, Burjuva iktisatçıları Homo Economicus kabuluyle başlayan bir genellemeyle yola çıkarak genel bir teoriye inanmışlardır, emek-değer teorisinin yanlışlığını ise kendi KABULLERİNE uymadığı için reddetmektedirler..

Homo Economicus yani İktisadi Akılcılık genellemesi kısaca

1 Tam bilgiye (enformasyona) sahip olma

2 Seçici olma

3 Çoğu aza tercih etme

4. Tercihler arasında tutarlı olma.

İnsanlar üzerinden böyle bir genellemeyle tüketici davranışı varsayımı üretip sonra luwig meczubunun yere göğe sığdıramadığı Marjinal Faydaya ulaşıyorlar...

Asgari ücretli ya da işsiz, lise mezunu tipler bu ideal tüketici modeline ne kadar uyarlar artık bilemem..

TÜrkiye üzerindn bile düşünürsek bu genellemenin bir halta yaramıyacağını anlarız..

Ortada böyle bir şey yok Freddie. Üretici güçlerin belirli bir gelişmişliğe vardığı kesin ama kol emeği ve kafa emeği arasındaki ayrım ve çelişki ortadan kalkmadı, ben Makina Müh olarak ve pek çok fabrika görmüş birisi olarak söyleyim dediğin gibi bir durum yok..

Aksine hem kol emeğini hem de kafa emeğini daha fazla kullanmak zorunda olan işçiler ortaya çıkmıştır.

İşçi dendiğinde aklınıza elinde örs olan pos bıyıklı kocaman adamlar mı geliyor anlamıyorum vallahi..Üniversite kampüslerinde okuduğunuz kitaplarla hayat arasında epey fark mı var onu da anlamıyorum..

Küçük ölçekli üretim yapanları bir kenara bırakırsak bile en teknolojik donanımlı fabrikalarda bile otomasyonlu tezgahları kullanan OPERATOR denilen teknisyen-işçiler vardır bu adamlar hem kafa hem de kol emeği harcarlar ve emin olun çok zor bir iş yapmaktadırlar..

O makineleri kullanmak için ciddi bir toplumsal emek gerektiren EĞİTİM sürecinden geçerler bu adamlar Bilgisayar ve kontrol eğitimi alırlar aynı zamanda mekanik eğitimi de.

VE 8 saat boyunca o makinelerde üretim yaparlar çok hassas bir iştir en ufak hata ıskarta demektir ve adamın hanesine ceza yazılır..

8 saat tabii ki iyimser olanlar şuan kriz var ve çoğu 10 saat çalışır cumartesi dahil..

Sıkıyorsa buradaki arkadaşlar küçümsedikleri bu emekçilerin yerine çalışabilirler madem emeğin de bir önemi yok..

Hülasa, Emek yine aynı emektir Değer üretir..Üreticiler olmadığı takdirde hiç bir şey üretilemez..

Emeğin bir önemi kalmamışsa ve şirketler herkese pay veriyorsa ve sana göre bunlar sınıfsal bir çelişki olmadığına işaret ediyorsa senin de yerin Liboşların yanı ve buyur Sİvil toplumculuk oynabilirsin..yeter ki marksist olduğunu iddia etme, zira bu düşüncelerine marksizmle alakası yok..doğru ya da yanlış ama alakası yok..

Değer kuramı Serbest rekabetçi ortamda geliştirilse de MArksizm pek çok güncellemelerden geçirildi Emperyalizm ve tekelci aşamada Lenin'in epey tahlilleri var ayrıca Rosa Luxemburgunda...Kapitalizm halen krizlere giriyor halen eşitsizlik üretiyor ve sınıfsal çelişkiler derinleşiyor..

Marx, tahlillerini ekonomik-iktisadi tahliller, fiyat teorisi filan ya da işletmelerin kar maksimizasyonu için değil Kapitalizmin temel yapısı-değişimi ve nasıl çözüleceği üzerine geliştirdi, Marks sade bir iktisat değil Sosyolojik yani toplumsal nitelikte bir iktisadi analiz yapmıştır.

Marjinal fayda dedikleri şey sosyolojiden yoksun piyasa için genelleyici bir teoridir..Piyasa için yeterlidir o kadar..

Marjinal fayda ve Emek-Değerin karşılaştırılması saçmadır..kulvarları farklıdır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bunu okuyunca mutlu oldum. :)

Sevgili terence, fredie ve faithnomore sizin yazdıklarınızı okuyunca bende mutlu oldum. Demek hala olaya, daha geniş, daha yenilikçi, eski dar görüşlerin dışında bakan marxistler var. Olaya müdahil olduğunuz için teşekkür ederim.

Link to post
Sitelerde Paylaş

ludwig e göre değer = paradır.

Ama keşke zengin olsa...Aldıgı 3 kurusluk maaşla kapitolcülük oynayanlarda komiğime gidiyor. Neymiş mağazaya girince pahalısıda vrmış ucuzuda varmış. Ne güzel liberalizm ohh keyfim..Bu duyunca zannedersin ki kendisi araba mağazasına girince Porche, Fransız mutfağına girince yan masalara şaraplar gönderiyor, migrosa girince Dido yerine Snickers alıyor zanneder...Parası olana çeşit var arkadaşım...

Bu düzen doğal düzendir. İnsanlar kendi rızalarıyla ekonomik ilişkilere girince sonuçta karşımıza çıkan dünya bu oluyor işte. Senin alternatifin nedir? Devlet zoruyla bir avuç bürokrat bizim hayatımızı planlasın? Bu hem zorbalıktır, özgürlüğün elden gitmesidir, hem de milyonlarca kişilik bir ekonominin böyle bir planlamasının rasyonel olarak, kaynakları en akıllıca kullanımlarına yöneltecek bir planlaması imkansızdır. Sonuç yani hem kaynak israfı ve daha az zenginlik, hem de despotluk ve zorbalıktır. E ne anladık bu işten??

Sizin olayınız hala" bu niye benden daha zengin, ben niye daha az zenginim??" E napalım yani? Alış buna. Yapacak birşey var mı? Kimi insan daha kabiliyetli, daha zeki, daha becerikli, daha şanslı. Senden daha zengin olması için çok sebep var. Aynı şekilde senden daha güzel insanlar da var. Çok yakışıklı veya rol yapma kabiliyeti olan bir adam da senden bin kat fazla kazanıyor, sırf güzel veya kabiliyetli olduğu için. Ona da kin besle o zaman. Bill Gates çok zeki olduğu için senden yüzbin kat daha zengin. Ona da kin besle. Sesi güzel olan bir insan da senden çok kazanıyor. Ona da kin besle o zaman. Senin hayatın sadece kıskançlık yapıp kin tutmakla geçecek. Ne kadar zavallı bir hayat. Elalemin malını, zenginliğini, güzelliğini, zekasını, kabiliyetini falan kendine saplantı yapmaktan vazgeç. Kendi işine bak.

tarihinde Rochader tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...