Jump to content

Var ve Yok


Recommended Posts

Bir şey aynı anda hem var hem de yok olabilir mi? Bazı kısıtlı zihinlerin bu soruya cevabı hazırdır. Fakat bence var ile yoku, varlık ile yokluğu, varın kendisiyle yokun kendisini, varlığın kendisiyle yokluğun kendisini ayırıp araya kesin bir sınır koyan bu zihniyetin verdiği cevabın tam tersidir doğru olan: Bir şey var ise aynı zamanda yok da olmak zorundadır ve eğer bir şey yoktur diyorsak o şey kesinlikle var olmalıdır. Bilin bakalım neden?

Şimdi, eğer Tanrı yoktur diyorsak Tanrı var olmalıdır ve var olan bir Tanrı olamaz! O hâlde Tanrı ne vardır ne yoktur, ve buna mukabil, hem vardır hem de yoktur.

Bütün meselenizi çözdüm, koydum. Bu kadarmış. Buraya kadarmış. Bu sorunu çözülmüş kabul etmediğiniz sürece bütün çabalarınız bu yazıya düşülmüş bir dipnottan ibaret olacaktır, hem de dipnotların en anlamsızı. Ne diyorsanız bir fazlası!

Son not (belki de en son): "bilin bakalım" kısmını size bıraktığım açık değil mi?

tarihinde Trajito tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Şeyleri birbirinden ayırmak için, şeylerin sınırlarını tayin edecek bir temel nitelikler manzumesine sahip olması gerektiği; oysa 'yok'un hiçbir tür niteliğe sahip olmamakla, bir sınır çizgisinin herhangi bir tarafında bulunmasının mümkün olamayacağını mı söylemek istiyorsun?

'Ayırıp, araya sınır koyma' ifadenden bunu anlayabildim :)

Link to post
Sitelerde Paylaş

terence,

Tam tersi, "var"ın senin dediğin gibi olduğunu söylüyorum.

Diğer başlıkta yazdıkların üzerine bunu daha net anladım :)

Peki Derrida'nın 'gösteren/gösterilen' ilişkisi üzerine yazdığı o meşhur makalesi 'Structure, Sign and Play'de anlattığı şeyle, senin anlatmaya çalıştığın şey arasındaki benzerlik ve farklılıklar hakkında birkaç kelam eder misin?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bir şey aynı anda hem var hem de yok olabilir mi? Bazı kısıtlı zihinlerin bu soruya cevabı hazırdır. Fakat bence var ile yoku, varlık ile yokluğu, varın kendisiyle yokun kendisini, varlığın kendisiyle yokluğun kendisini ayırıp araya kesin bir sınır koyan bu zihniyetin verdiği cevabın tam tersidir doğru olan: Bir şey var ise aynı zamanda yok da olmak zorundadır ve eğer bir şey yoktur diyorsak o şey kesinlikle var olmalıdır. Bilin bakalım neden?

Şimdi, eğer Tanrı yoktur diyorsak Tanrı var olmalıdır ve var olan bir Tanrı olamaz! O hâlde Tanrı ne vardır ne yoktur, ve buna mukabil, hem vardır hem de yoktur.

Bütün meselenizi çözdüm, koydum. Bu kadarmış. Buraya kadarmış. Bu sorunu çözülmüş kabul etmediğiniz sürece bütün çabalarınız bu yazıya düşülmüş bir dipnottan ibaret olacaktır, hem de dipnotların en anlamsızı. Ne diyorsanız bir fazlası!

Son not (belki de en son): "bilin bakalım" kısmını size bıraktığım açık değil mi?

Akşamdan kaldığın zaman bir şişe bira iç aynen ayılırsın. Valla bak. Ne baş ağrısı kalır, ne halsizlik...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Çakırcalı'ya katılıyorum. Bununla birlikte, J. Derrida'nın göstergeler üzerinde yazdığı temel kitabı Husserl'in gösterge teorisine yöneliktir, Speech and Phenomena adıyla İngilizce versiyonu mevcut. Benim yaptığım şey J. Derrida'nın penceresinden M. Heidegger'e bir selâm çakmak, daha fazlası değil. Hatta belki selâm bile değil o, selâmın s'si. Ama o anlıyor "selâm" demek istediğimi. Çakırcalı doğru söylüyor.

terence, bu işlere meraklıysan önce Speech and Phenomena'yı, sonra Of Grammatology'yi okumanı öneririm. Structure, Sign and Play in the Discourse of the Human Sciences başlığıyla yazılan makale ise Writing and Differance'ta Structure, Sign and Play başlığıyla geçiyor yanlış hatırlamıyorsam, ki bu kitap üçlemenin üçüncüsü olarak okunmalıdır kanımca.

J. Derrida'nın bulunuş metafiziği kavramıyla eleştirdiği görüş, çok kabaca, şeylerin burada ve şu anda bulunmalarıyla tanımlı oldukları görüşü. J. Derrida bütün batı felsefesini bununla suçluyor. Benim burada yaptığım da öyle bir şey. Buradaki ateistlerin genel tutumunun dekonstrüksiyonundan ufak bir kesit sadece, hatta kesitin k'si.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Çakırcalı'ya katılıyorum. Bununla birlikte, J. Derrida'nın göstergeler üzerinde yazdığı temel kitabı Husserl'in gösterge teorisine yöneliktir, Speech and Phenomena adıyla İngilizce versiyonu mevcut. Benim yaptığım şey J. Derrida'nın penceresinden M. Heidegger'e bir selâm çakmak, daha fazlası değil. Hatta belki selâm bile değil o, selâmın s'si. Ama o anlıyor "selâm" demek istediğimi. Çakırcalı doğru söylüyor.

terence, bu işlere meraklıysan önce Speech and Phenomena'yı, sonra Of Grammatology'yi okumanı öneririm. Structure, Sign and Play in the Discourse of the Human Sciences başlığıyla yazılan makale ise Writing and Differance'ta Structure, Sign and Play başlığıyla geçiyor yanlış hatırlamıyorsam, ki bu kitap üçlemenin üçüncüsü olarak okunmalıdır kanımca.

Tamam, öyle yaparım, sağolasın :)

Derrida'nın bir kaç makalesini, hakkında birkaç giriş kitabını, bir de 'Specters of Marx' ile, Türkçe'ye 'Marx ve Mahdumları' adıyla çevrilmiş -kötü bir çeviridir- kitabını okudum, 'Specters'a yöneltilen eleştirilere yanıt olarak yazılmış o kitap. 'Speech and Phenomena'yı ilk kez senden duydum.

Teşekkürler.

tarihinde terence tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Tamam, öyle yaparım, sağolasın :)

Derrida'nın bir kaç makalesini, hakkında birkaç giriş kitabını, bir de 'Specters of Marx' ile, Türkçe'ye 'Marx ve Mahdumları' adıyla çevrilmiş -kötü bir çeviridir- kitabını okudum, 'Specters'a yöneltilen eleştirilere yanıt olarak yazılmış o kitap. 'Speech and Phenomena'yı ilk kez senden duydum.

Teşekkürler.

Oku bakalım Terence, bakalım okumayı (okumaya hitiyaç duymamayı) ne zaman öğreneceksin!

Sen okumayı bıraktığın (yani ona başladığın) gün uçacaksın!

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ben terence'i daha bugün keşfettim, eğer zaten keşfetmemişsem. Daha önceden keşfetmişsem bile, her keşif, hatta ilk keşif dahi, bir yeniden-keşfetme olacağından... Her neyse, bence de uçabilen bir memeli o.

Zaten J. Derrida'yı okumaya çalışmak baştan yanlış bir tutum. O okunamaz, ancak onunla bir şeyler okunabilir. Şöyle de diyebiliriz: O okunamaz, ancak yazılabilir. Ben şahsen hiçbir kitabını alıp da okumadım gerçekten de. Önsözlerini ve içlerinden birkaç sayfayı okudum hemen hemen her kitabının. Ve ondan sonra o kitapları bizzat yazdım, elimle. Bu yüzden J. Derrida'yı okumaya değil yazmaya çalışmalıyız, çünkü okumaya çalışsak da okuyamayız, çünkü o okunamaz.

tarihinde Trajito tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Ben terence'i daha bugün keşfettim, eğer zaten keşfetmemişsem. Daha önceden keşfetmişsem bile, her keşif, hatta ilk keşif dahi, bir yeniden-keşfetme olacağından... Her neyse, bence de uçabilen bir memeli o.

Zaten J. Derrida'yı okumaya çalışmak baştan yanlış bir tutum. O okunamaz, ancak onunla bir şeyler okunabilir. Şöyle de diyebiliriz: O okunamaz, ancak yazılabilir. Ben şahsen hiçbir kitabını alıp da okumadım gerçekten de. Önsözlerini ve içlerinden birkaç sayfayı okudum hemen hemen her kitabının. Ve ondan sonra o kitapları bizzat yazdım, elimle. Bu yüzden J. Derrida'yı okumaya değil yazmaya çalışmalıyız, çünkü okumaya çalışsak da okuyamayız, çünkü o okunamaz.

Terence, bunu iyi oku!

Bugün senin günün köftehor! Hadi iyisin!

tarihinde Fuzûlî tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

doğru olan: Bir şey var ise aynı zamanda yok da olmak zorundadır ve eğer bir şey yoktur diyorsak o şey kesinlikle var olmalıdır.

Milleti kafaya alıcam niyetiyle ''terrorist obscurantism'' -ya da bile bile belirsiz olma işi- almış başını gidiyor burada. zuhoahhua

He;

Bir şey var ise aynı zamanda yok olmak zorundadır, evet. Çünkü ''var olan'' herşey ''yok olanın'' bütünlüğünden, birliğinden ve de sınırsızlığından eksik olduğu için bir manada da yoktur -içerisinde bir yokluk barındırır- Zaten eğer var olan şey aynı zamanda yok olmasaydı, o şey var olamazdı demek bu.

Burada ''var olan'' dediğim şey sembolik olan, yani görünen şey. Lacan'ın dediği gibi Absolute Real'ın simgelendirilmiş olanı, sembolik karşılığı.(ama zorunlu olarak eksik bir karşılık bu, signified/signifier gibi.) Dolayısıyla var olanla yok olan arasındaki telafi edilemez boşluk ya da différance, var olanın aynı anda hem var hem de yok olduğunu gösterir. Ve yine bu yüzden yok olan şey de var olmalıdır ki, var olan şey de yok olabilsin. (öeh) :blink:

tarihinde Jezebelle tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Soruna ayrıca şu açıdan da bakabilirsiniz........

Varlık olmadan (tek başına) yokluğu tanımlamaya olanak yoktur.

Varlığa anlam veren yokluktur!

Dolayısıyla varlığın nedeni yokluktur.

Yokluk varlığa eşlik eden bir kavramdır.

Onun kaçınılmaz bir öğesidir.

Varlığın yokluktan çıkmadığını kabul edelim.

Diğer bir varlıktan çıktığını...

Peki o varlık nereden çıkmıştır?

Bu soru sonsuza kadar sorulacaktır.

Varlığın yokluktan çıkmaktan başka çaresi yoktur.

Başka bir deyişle, varlığın yokluktan kurtulmasına olanak yoktur.

Bunun tersi söz konusu olabilir mi?

Yani varlık da yokluğun kaçınılmaz bir parçası olabilir mi?

Evet! Olmalıdır.

Çünkü ancak varlık böyle bir soruyu sorabilir.

Varlığın olmadığı bir ortamda yokluk da olamaz.

Varlık, yokluğun kaçınılmaz bir yoldaşıdır. Öyleyse varlık, yokluktan çıkmıştır!

Varlık varsa, yokluk da vardır. Varlık yoksa, her ikisi birden yoktur.

Ama bu durum için yokluk değil, “gerçek yokluk” terimi kullanılmalıdır.

İçinde yaşadığımız evrende böyle bir durum söz konusu değildir. Yani “gerçek yok, yoktur”.

Yokluğun ne olduğunu sorduğunuz an, varlığı kabul ediyorsunuz, demektir.

Varlığı kurguladığınız zaman karşınıza yokluk çıkmaktadır.

Varlık nedir?

Yokluğa eşlik eden ve onun tanımına katkıda bulunan bir kavramdır.

Varlık olmadan yokluk olmaz.

Yokluk da öyledir!

Varlığa eşlik eden, onun kaçınılmaz bir parçası ve bütünleyicisidir.

Yokluk, varlığın kaynak aldığı bir tür varlıktır!

Var varsa, yok da vardır. Var yoksa, her ikisi de “gerçekten yoktur.”

Gerçek yokluk kuramsal bir yokluktur ve içinde yaşadığımız evrende asla olmamıştır.

Bizim evrende, varlığın kökeni olan yokluk yalancı parçacıklardır. (virtual particles).

O da “gerçek yokluk” değildir.

Ömürleri çok kısadır belki ama, yine de nicel ve nitel olarak vardırlar.

Casimir etki ile varlıkları ve yoklukları gösterilebilir.

Önce vardırlar. Sonra yokturlar.

Hem vardırlar, hem de yokturlar.

Yok yoktur......

Yok vardır........

Gerçek yokluk yoktur.

Yokluk varlıktır !

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yokluk deyince Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in şiiri aklıma geldi

ZEHİR

Çocukken haftalar bana asırdı;

Derken saat oldu, derken saniye...

İlk düşünce, beni yokluk ısırdı:

Sonum yokluk olsa bu varlık niye?

Yokluk, sen de yoksun, bir var bir yoksun!

İnsanoğlu kendi varından yoksun...

Gelsin beni yokluk akrebi soksun!

Bir zehir ki, hayat özü fâniye...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Eminim Şaka Yapıyorsunuz Bay Feynman'dan alıntı

Sayfa 72-73

Princeton kolejinin yemek salonunda herkes kendi grubuyla otururdu. Bende fizikçilerle oturuyordum. Fakat biraz düsününce baskalariyla oturup onlarin dünya görüsünü ögrenmenin zevkli olacagina karar verdim.

Masalarina oturdugum felsefecilerin Whitehead'in "Method ve Gerçek" adli kitabi üzerindeki tartismalarina sahit oldum. Kelimeleri kullandiklari biçim öylesine komikti ki söylediklerinden hiçbir sey anlamiyordum. Tartismalarina katilmaya cesaret edemiyorduysam da zaman zaman soru sormaktan kendimi alamiyordum. Felsefecilerin üstün gayretlerine ragmen anlamamakta direndigim konular vardi. Bunun üzerine beni seminerlerine davet ettiler.

Seminerleri sinif düzeyinde yapiyorlardi. Her hafta toplanilarak "Method ve Gerçek" 'in bir kismi üzerinde hazirlanan rapor inceleniyor , sonra tartismaya açiliyordu. Bu seminerlerde yorum yapmamam gerektigini biliyordum ve kendime oraya sadece izlemek için gittigimi hatirlatiyordum.

Seminerde olanlar inanilmayacak derecede tipikti ama gerçekti. Herseyden önce , ben orada öyle sessiz oturdumki bu inanilmaz bir olaydi. Katildigim seminerin birinde bir ögrenci yie o hafta tartisilacak kisim üzerinde bir rapor hazirlamisti. Raporda Whitehead'in "esas nesne" ifadesi sik sik kullaniliyordu. Gerçi bu ifade tanimi ile verilmisti ama ben yinede anlamamistim.

"Esas nesne" nin ne oldugu yapilan uzunca bir tartismadan sonra , tartismayi yöneten profesör konuya açiklik getirmek amaciyla birkaç sey söyledi ve tahtaya yildirima benzer birsey çizdi , sonra bana dönüp "Bay Feynman , sizce elektron bir "esas nesne" midir?" diye sordu.

Basim simdi beladaydi çünkü kitabi okumamistim ve söz konusu kavrami anlamamistim. Zaten amacim felsefecileri izlemekti. "Konuyu bilmiyorum çünkü kitabi okumadim ancak buna ragmen size cevap vermek isterim. Yalniz bana tuglanin "esas nesne" olup olmadigini söylemeniz gerekir" dedim.

Amacim kuramsal yapi taslarinin da "esas nesne" olup olmadigini anlamakti. Sonuçta elektronda bir kuram idi ve doganin isleyisini anlamamizda kolaylik sagladigi için kabul edilmisti. O kadar ki onu hemen gerçek olarak kabul etmistik. Eger elimde kiyaslayacak bir konu olursa cevap verebilirdim. Tugla konusund aikinci sorum da hazirdi: "Ya tuglanin içi?" Bu soruda sonra o zamana kadar hiç kimsenin tuglanin içini görmedigini çünkü onu her kirdigimizda sadece bir yüzey gördügümüzü belirtecektim. Tuglanin bir iç yapisinin olmasi , basit bir kuramdi ve bu kuram bizim esyayi daha iyi anlamamizi sagliyordu. Bu sebepten "Tugla bir esas nesne midir?" sorusunu sordum.

Öğrencilerden biri bütün olarak tuğlanın "tuğlalılık kavramı Whitehead'in "esas nesne" tanımına uyar" dedi. Bir başkası "Hayır , tuğlaların kendisi değil tuğla dediğimizde aklımıza gelen şey "esas nesne" dir dedi. Yine bir başkası , ardından bir başkası ayağa kalktı. Yorumlar beni çok şaşırttı çünkü bir "tuğla" ya bunca değişik açıdan bakılabileceğine hayatım boyunca şahit olmamıştım. Olayın sonunda felsefecilerin girdiği bütün tartışmalarda olduğu gibi büyük bir fikir kaosu dışında birşey olmadı. Tuğla gibi basit bir nesnenin bile tanıma uyup uymadığını daha önceki tartışmalarında kendilerine sormamışlardı ve cevabı bilmiyorlardı. Nerde kalmış elektron?

O günden sonra biyolojicilerin masasında takılmaya başladım.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Olmayan bir varlığın yok olduğunu tartışmayız, bu tartışma büyük tartışma konusu ise o varlık var olabilir var olanın yokluğunu tartışırız.

Mesela eksi 10 derece ısıya sahip bir atmosferde havanın sıcaklığı yok diyemeyiz, sıcaklık yine vardır ancak soğuk sıcaktan daha fazladır o sebeple sıcaklığın etkisi az gelir.

Aynı şekilde artı 30 derece ısıya sahip bir atmosferde havanın soğukluğu yok diyemeyiz, soğukluk yok diyemeyiz, soğukluk yine vardır ancak sıcak soğuktan daha fazla olduğu için etkisi az gelir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Peki, R. Feynman şimdi burada olsaydı "Hayır, var ile yok bir olamaz!" mı derdi? Bence hayır, "Var ne demek, yok ne demek?" derdi – ki bu tam olarak benim dediğim şey! Bir de, R. Feynman'ın bu yazısıyla ilgili bir şeyler karalamıştım sanki...

Bilimin ampirik olduğundan ve ötesinin anlamsızlığından bahseder R. Feynman. Ötesinin anlamsızlığından bahsederken aydınlanma filozoflarının ondan yıllar önce belirttiği gerçekleri söyler. Amacı da filozoflarınkiyle aynıdır: Bilgi, bilginin doğruluğu, bilginin doğruluğunun sınanması ve benzeri konular hakkında zırvalamak. R. Feynman düşüncelerini çok güzel savunur ki kendisi bilimsel yöntemin gayet tutarlı ve makul bir tanımını yaparak olaylar ve fikirlere karşı bilimsel tutumun nasıl olması gerektiği konusunu en güzel açıklayan kişilerdendir.

R. Feynman'ın felsefî ama felsefeye karşı olan görüşleri bir noktaya kadar tatmin edicidir fakat fenomenoloji, yapısalcılık, postyapısalcılık ve analitik felsefe akımlarının karşı durdukları argümanlara karşı eli kolu bağlanır, hiçbir şey söyleyemez. R. Feynman'ın yapmak istediğini gerçek anlamda ilk gerçekleştiren isim ise L. Wittgenstein'dır. Felsefeyi bir etkinlik olarak ele almış ve tabiri caizse gökteki Tanrı'yı yere indirerek teorisiz bir teorik düzlem elde etmeyi başarmıştır. Şimdilerde filozof biyografilerinde sık sık rastlanır "Platon'dan günümüze kadar uzanan felsefe geleneğini kökten değiştirmiş" ifadelerine; bu da zaten son 30 senedir herkesin, birçok felsefecinin, R. Feynman'ın peşinden koştuğu şeyin peşinde olduğunu gösteriyor. Demem o ki felsefe dediğiniz şey sizin karşısında durduğunuz şey olduğu kadar aynı zamanda savunduğunuz şeydir.

İmdi, gören gözlere hakikati göstererek, işiten kulaklarla şöyleşip ideyim ki gafletinizin farkına varıp kendinize gelesiniz de bir daha aynı hatalara düşmeyesiniz. Esas nesne meselesinde bir tanımsızlık vakası söz konusudur. R. Feynman oradakilerin esas nesne ile ne kastettiğini bilmez ve öğrenmek için tuğlanın esas nesne olup olmadığını sorar. Bu gerçekten iyi bir metottur. Oradakilerin tuğlanın esas nesne olup olmadığı üzerine tartışması ise metodun ruhuna aykırı olarak, esas nesne kavramını tanımlamaktan çok onun zaten bilindiğini varsayarak bir tartışmaya girmektir. Hikâyedeki felsefecilerin hatası esas nesnenin tanımlı olduğunu sanmaktır. Kendileri için aşağı yukarı belirlenmiş bir tanım vardır, bu tanımın operasyonel yani ampirik temellere dayanan bir tanım olmaması ise R. Feynman'ın gözünde hatadır. R. Feynman'ın karşı çıkışı bu durumda ampirik bir karşı çıkış oluyor, ben ise oradaki felsefecilerin hatasını dilin kullanımıyla ilgili bir hata olarak görüyorum. Bu, temel olmasına karşın çok da önemli bir ayrıntı değil.

R. Feynman'ın görüşüne şöyle bir eleştiri getirilebilir: Tuğlanın içinin kuramsal varlık olduğunu kabul ederken tuğlanın kendisinin kuramsal olmadığını düşünüyor. Ne var ki aslında, kuramsal ile kuramsal olmayan arasındaki belirsiz çizgi ile uğraşmak zorunda olmayan ve bütün şeyleri kuramsal varlık olarak gören görüş bu soruya gerek duymaz zira o görüşe göre sadece tuğlanın esas nesne olup olmadığı sorusu yeterlidir cevap vermek için. Burada R. Feynman'ın soruyu kavrayışındaki önemli bir noktaya erişmiş oluyoruz. O, sorunun ampirik bir şeyleri ilgilendirdiğini düşünüyor. Öyle olmasaydı cevabını yalnızca ampirik sorularla belirlemek istemezdi.

R. Feynman'ın ampirik düşünceyle sorduğu soruların kendi kafasında esas nesne kavramı için belli belirsiz bir tanım yapmış olduğunu gösterdiği iddia edilebilir. "Tuğlanın içi esas nesneyse elektron da esas nesnedir." demenin esas nesne için bir tanım yapmış olduğu düşünülebilir. Oysa öğrencilerin esas nesne ve tuğla için söylediği şeyler sorunun ampirik olmadığını gösteriyor. Peki, gene de "Tuğlanın içi esas nesneyse elektron da esas nesnedir." denemez mi? Sorun ampirik metotla çözülebilecek olsun ya da olmasın bu cümlenin geçerli olması R. Feynman'ın esas nesne için kafasında hiçbir tanım biçmediğini gösteriyor. Buna karşı itiraz hazırdır: Herhangi bir tanım biçmiş olmasa bile yaklaşımı esas nesne kavramının içinin ampirik bir şekilde doldurulması gerektiğini gösteriyor ki öğrencilerin tutumunun bundan çok uzak olduğu aşikâr, o hâlde neden meselenin tanımla ilgili olduğunu söyleyip kavram ve ampirizmle ilgili görüşlerini söyleyerek sorunu açıklığa kavuşturmuyor? Şüphesiz R. Feynman'ın hatası tam da buradadır. "Elektron esas nesne midir?" sorusuna karşı sadece filozoflar hakkındaki görüşlerini söylemesinin bile cevap olacağını düşünmüyor. Bu da kendisini felsefenin dışında görüyor olması demek, tartışılan konunun felsefî olduğunu düşünüyor ve bilimi felsefeden ayırarak kendi görüşlerine felsefe karşıtı bir özellik yüklüyor. Topik altında söz söyleyenlerin hatalarından birinin aynısına düşüyor yani.

Esas nesne nedir bilmiyorum, felsefe kitaplarında böyle bir kavrama rastlamadım. Belki Whitehead'in uydurduğu bir kavramdır. Belki de tüm hikâye R. Feynman'ın filozoflar hakkındaki görüşlerini söylemek için kurduğu bir düzenekten ibarettir. Antik Çağ düşünürlerinden ve Skolastik Dönem filozoflarından I. Kant ve Hegel'e, onlardan da günümüz postmodernlerine miras kalan bir kavram olan kendinde şey (daha bilinen ismiyle Ding an sich) de olabilir hikâyedeki esas nesne.

* * *

Şimdi yazsam böyle bir karşı çıkışta bulunmazdım, R. Feynman'ınki resmen "Ortada tek ve üzerinde herkesin anlaştığı [ki burada bir 'anlaşmak zorunda olduğu' gizlidir] bir materyal dünya vardır." türünden bir Aydınlanma mantığı. Bu mantığı yerle bir eden (çürüten ya da yanlışlayan değil, sadece yerle bir eden – zira kendisi yerden epey bir yüksekte olduğunu savlamakta) bir sürü kitap var, 21. yy.da yaşıyoruz, hahhay!

Aslında güzel şöylemişim bakın:

... Şüphesiz R. Feynman'ın hatası tam da buradadır. "Elektron esas nesne midir?" sorusuna karşı sadece filozoflar hakkındaki görüşlerini söylemesinin bile cevap olacağını düşünmüyor. Bu da kendisini felsefenin dışında görüyor olması demek, tartışılan konunun felsefî olduğunu düşünüyor ve bilimi felsefeden ayırarak kendi görüşlerine felsefe karşıtı bir özellik yüklüyor.

tarihinde Trajito tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...