Jump to content

Kapitalizm bir sömürü düzenidir ve işçileri sömürür


Recommended Posts

Üstüme vazife değil ama ben yanıtlayayım: Emeğin hakim/başat biçiminin entelektüel, iletişimsel ve duygulanımsal emek olduğu, ve artık üretimin gösterge-değer üzerinden kotarıldığı geç kapitalizm çağında üretim, bütün bir toplumsal ilişkilerin yeniden-üretimi anlamına gelmektedir.

Eğer bu doğruysa, kapitalizm kendisini yalnızca ücretlendirdiği işçiler üzerinden değil, ücretlendirilmemiş tüm diğer emek kategorileri üzerinden de üretiyor demektir ki, Freddie'nin dediği ve benim de işaret ettiğim manada değer teorisinin parçalanması, sömürünün mükemmelleşmesi anlamına gelmektedir.

Ayrıca, mesele bu da değil: İnsanların yaşamak içim emir altına girmek, kendi emek güçlerini başkalarının kontrolüne sunmak zorunda olduğu her an, yaşam-zamandan çalınması anlamında sömürü koşulları altına girmiş olur.

Yaşayabilmek için sürekli çalışma zorunda kaldığımız ve emeğimize hükmedildiği sürece, bireyselliğimizden çalınıyor demektir ve bu diğer tüm sömürü kavramlarının ifade edebileceğinden daha ciddi bir sömürü gerçekliğinin varlığını imler.

Olsun, yanıtla kanka. :)

Öncelikle, "duygulanımsal emek"ten ne kast ettiğini anlamadım. Jargonunuza hakimim diyemem.

Değer teorisinin parçalanması dediğin şey, ki bunda hemfikiriz, orjinal sömürü argümanını temelinden ediyor. Sizdeki yeni modelini nasıl destekliyor, sömürüyü "mükemmelleştiren" şey nedir bunları anlayamadım.

Bence buradaki görüş ayrılığımızın temelinde özgürlük gibi bazı kavramlarımızın incommensurable(Bu sözcüğün iyi bir Türkçe karşılığı var mı?) olması ile alakalı. Benim weltanschauung'um, ya da dünya görüşüme göre bir insan fiziksel olarak zorlanmadığı sürece özgürdür. İnsanlar fiziksel zorlama olmadığı müddetçe yaşamak için emir altına girmek ya da kendi emek güçlerini başkalarının kontrolüne sunmak zorunda değiller. İsteyen kendine ufak bir tarla edinip kendi tahılını üretebilir, kendi kestiği odunla ısınabilir, hayvan besleyebilir ve kendi ihtiyaçlarını kendi karşılayabilir. İsteyenler kendilerine komün kurup alternatif bir üretim organizasyonu kurmayı da deneyebilirler, bence bunlarla ilgili bir sorun yok, bunu deneyenler engellenecek olursa da ben de sizlerle buna karşı çıkarım. Şahsen bahsettiğini alternatif üretim organizasyonu ya da kendi ihtiyaçlarını tek başına karşılama denemesi ile günümüzdeki ortalama yaşam standardının çok altında bir standarda ulaşabilmenizi beklerim. O durumda birçoğunuzun karşı çıktığınız üretim organizasyonuna gönüllü olarak tekrar katılacağınızı da tahmin ediyorum.

İnsan yaşamak için giyinmek, barınmak, beslenmek zorunda olduğu için de sömürü koşulları altına girer mi sence? İnsan ihtiyaçları kendi kendilerini karşılamazlar, bunun için bilinçli insan eylemi gerekir. Yaşayabilmek için ya kendi üretimimize, ya da başkalarınınkine muhtacız. Herkes üretip değiş tokuş yapabilir, ya da birileri diğerlerinin üretimin el koyabilir. Ben ikinci şıkkı doğru bulmuyorum. İlk şıkkı seçen herkesin sömürüldüğü iddiasını da pek ciddiye alamıyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 132
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Tüm insanların ihtiyaçları var. Yeme, içme, barınma, ısınma gibi şeylerden tut eğlenme gibi şeylere kadar var. Peki bunlar insan eylemi olmadan, kendi kendilerine karşılanıyorlar mı? Karşılanmıyorlar. Demek ki insan yaşayabilmek ve de yaşam şartlarını iyileştirmek için belirli eylemlerde bulunmak zorunda. İnsan hak ve özgürlükleri dediğimiz kavram da bu eylemlerde bulunma özgürlüğünü garanti altına alan, sosyal ilişkileri düzenleyen kavramlar.

Şu yukarıdaki paragrafi iş bulma hakkına karşı çıkan sevgili astur yazmış 2. sayfada. Ne diyor bold yaptığım cümlesi ile. İnsan yaşayabilmek için ve yaşam şartlarını iyileştirmek için iş yapmak zorunda. Peki işi nasıl yapacak. İşi kim sağlayacak. Bir ülkede milyonlarca işsiz varsa bunların yaşayabilmesi ve yaşam şartlarını iyileştirmek için önce iş bulması gerekmez mi? insan hak ve özgürlükleri içine yaşama ve yaşam şartlarını iyileştirme ibarelerini koymuşsunuz ama bunu sağlayacak imkanlardan mahrum bırakmışsınız. İşsiz bir insan yaşama hakkını ve yaşam standartlarını yükseltmeyi nasıl sağlar?

Evet iş bulma ve bir işte çalışma diğer bütün haklardan daha önemli ve daha yaşamsal bir haktır. Peki kapitalist bir toplumda tümü ile kapitalistlerin elinde olan iş olanaklarına alternatif bir iş olanağı nasıl olabilir ve nasıl yaratılabilir?

Demek ki önce bir iş bulup çalışma gerek. Hadi iş bulduk çalışıyoruz. Emeğimiz tanımlanabilir. Yani işe girdiğimizde iş veren size yapacağımız işi tanımlamıştır. Şunu alıp şuraya koyacaksın. Şu demiri şöyle bükeceksin, şu hıyarı soyacaksın vs. Şeklinde. Yaptığınız iş sonunda bir meta ve hizmet şekline dönüşecek ve patron bu meta ve hizmeti pazarlayacak. Pazarladığı zaman göreceksiniz ki patron size yaptırdığı meta ve işi size verdiği ücretten daha pahalıya satıyor. O meta ve hizmete emeğiniz ile siz değer kazandırmışsınız, ama kazandırdığınız değerin daha azını alıyorsunuz. En basıt olarak şöyle düşünürsünüz. Ulan bu işi ben kendi adıma kendim yapsam emeğimin hakkını tam olarak alırım. Peki kendim niçin yapamıyorum. Sermaye gerek. Peki ne kadar sermaye. Eh şu üzerinde çalıştığım makinenin fiyatı kadar. Demek ki şu makinayı alacak kadar sermaye biriktirmeliyim. Ama aldığım ücret yalnız geçinmeme yetiyor. Kenara 5 kuruş koyamıyorum.

İşte size sömürüldüğünün bilincine vardığı halde çıkış yolu bulamayan bir işçi.

Klasik bir örnektir hep söylerim. Toprağa bağlı kölelere özgürlükleri verildiği zaman köleler sevindiler. Ama gördüler ki toprak olmayınca özgürlük bir şeye yaramıyor. Kendi adına çalışıp üretebileceği bir toprak gerek. Bütün topraklar sahiplenince köleler bu kez toprak ağalarının kapısına varıp ücretli köle olmaya devam ettiler.

Bizim liberaller de iş bulma ve çalışma hakkını insan hakkı olarak görmez. Halbuki diğer bütün haklardan daha önemli bir haktır çalışmak ve bir gelir elde etmek.

Mülkiyet hakkı için sevgili freddie ve albatross gerekenleri söylemiş zaten. İş ve çalışma hakkını başa koyduk ama bu hakkın kullanılması için de üretim araçlarına gereksinim vardır. İş ve çalışma hakkının hayata geçmesi için üretim araclarının mülkiyeti önemli bir faktördür. En özgür, en sömürülmeden, emeğinin tam hakkını alabilmek için. insan ancak kendi üretim aracı ile üretim yaparak kendi emeğini değerlendirir.

Peki öyle üretimler vardır ki. Tek kişi ile üretilmez. İşbölümü ile üretilir. Karmaşık bir metayı tek kişi üretmez, her bir parçasını, her bir öğesini başkaları üretir bunlar birleştirilir ortaya tek bir ürün çıkar. Kollektif üretim kollektif mülkiyeti gerektirir. Aksi halde üretim araçlarının özel mülkiyeti çalışanların emeğinin mülkiyetini de beraberinde getirmektedir. Ve sömürüye zemin hazırlamaktadır.

Ehh bütün bunları görüp de üretim araçlarının kollektif mülkiyeti için mücadele etmeyen işçi zaten sömürülmeye mahkumdur.

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Astur,

İletişimsel, bilişsel ve teknolojik atılımlar üretici güçleri iyice geliştirmiş ve üretim sürecinde duygulanım, düşünce, görsellik v.b. maddi olmayan emeği, maddi olan emek üzerinde belirleyici konuma getirmiştir. Kullanım değerini belirlemede maddi olmayan emeğin etkisi büyüktür. Maddi olmayan emeğin de üretken emek haline gelmesiyle birlikte tüm toplumun fabrikalaşması söz konusudur. Hal böyle olunca sermayenin yeniden üretimi de toplumsal ilişkilerin ve insanın yeniden üretimi olarak gerçekleşmektedir. İnsan bütünüyle metalaşmaktadır. Sömürü, sermayeyle girilen işte bu tahakküm ilişkisindedir. Söz konusu olan maddi olmayan emek olduğu için onun ekonomik değerini de eski yöntemlerle bulabilmek nafiledir ama bu durum ortada bir sömürü olmadığını göstermez. Netlikle tespit edemediğimiz şeylerin varlığını yadsımaya kalkmak sakat bir tutumdur. Rüzgarın esiş hızını tespit edemediğimiz zamanlarda yaşarken rüzgar diye birşeyin olmadığını savlıyor muyduk? Kaldı ki, dikkat ettiysen ekonomik bir sömürüden çok tahakküm altına alışın yarattığı bir sömürüden bahsediyorum. Zira günümüzdeki ekonomik sömürü de bu tür bir sömürü üzerinden kendini varetmektedir.

Rüzgarın hızını tespit edemesek de varlığını kolayca tespit edebiliriz. Rüzgar ya da bayrak hareket ediyor mu? Ediyorsa rüzgar esiyor. Rüzgar var iddiası yanlışlanabilir bir iddia. Bu nedenle de analojin yanlış. Rüzgarın esip esmediği netlikle tespit edilebilir. Sömürü iddianız ise yanlışlanabilir değil. Sömürü olduğunu netlikle tespit edebilseydik ne kadar sömürü olduğunu hesaplamaya sıra gelirdi.

Ben sana oldukça somut bir ekonomik sömürü örneği verebilirim: Vergiler. Zorunlu askerlik, ötanazinin, kürtajın, bazı maddelerin kullanımının yasak olması vb. özgürlük kısıtlamalarına da bir anlamda sömürü diyebilirsin.

Sosyalizmin kaçınılmaz olarak bürokratikleşeceğini iddia edebilmen için ise gözünü sol karşıtlığı bürümüş bir liboş olmaktan çıkıp S.S.C.B.'de bürokrasinin nasıl geliştiğini detaylıca incelemen ve ancak bundan sonra yargıya varman gerekir. İncelediğinde göreceksin ki bu durum her sosyalist atılımda zorunlu olacak birşey değildir. Çok kısaca değinmek gerekirse, köylü ağırlıklı bir ülke söz konusudur ve iç savaş vardır. Köylülük sorununun çözümü için kapitalist ilişkilere belli bir süre taviz verilmesi(NEP Dönemi) gerekmiştir. Lenin de bu tavizi verirken yönetimi sıkı tutmak gerektiği, aksi halde kontrolü yitirebilecekleri düşüncesiyle özyönetim organlarını dağıtmış, partinin kontrolünü sağlamış ve parti içi hizipleri de ortadan kaldırmıştır. Fakat geçici olması düşünülen bu durum, ortaya çıkan bürokrasinin etkisinin baskın gelmesiyle birlikte -Lenin'in ölümüyle de birlikte- süreklileşmiştir. Yani bu yozlaşma Rusya'nın o günkü öznel koşullarından ve Leninist öncünün buna karşı yeterli doğrulukta adımları atamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Lenin'in o koşullarda partinin ağırlığını artırmayı düşünmesi normaldi ama partinin inisiyatifini biraz fazla artırmıştır. Herşeye karşın özyönetim organlarıyla iktidarı paylaşmalı ve parti içi demokrasiyi korumalıydı. Neyse, bu uzun bir konu ama bürokratik yozlaşma sosyalizmin kendisinden kaynaklanan bir sorun değil; o günkü Rusya'nın özgünlüğünden kaynaklanan birşey... Zaten ele aldığımız sorunları(örneğimizde bürokratikleşmeyi) yaşandığı tarihsel pratikten soyutlayıp sosyalizmin her zaman ve her yerde böyle bir sorun doğuracağını iddia etmek metafizik bir bakışın ürünü olacaktır.

Freddie, öncelikle 7. sınıf psikanalizlerini geçelim. Diyelim benim gözümü sol karşıtlığı bürümüş, ee? Ben de senin gözünü kapitalizm karşıtlığının bürüdüğünü iddia edebilirim, ee? Bunlar boş laf.

Olay sadece SSCB meselesi değil; Arnavutluk desen aynı, Çin aynı, Yugoslavya desen aynı, Burma desen aynı vs. bir değil iki değil, tüm "denemelerde" aynısı olmuş. Neden sence?! Daha önce de söyledim, güçler ayrılığı olmadan, devlet her alana hakimken bürokrasinin genişlemesinin önünde herhangi bir engel olmaz, olamaz. Sömürüyü bitireceğiz diye yola çıkarsınız, sömürünün en büyüğünü ortaya çıkarır, koca toplumları bir "kölelik yolu"na sokarsınız. Güç yozlaştırır, mutlak güç, mutlak biçimde yozlaştırır. Lord Acton haksız mı bunu derken? Tek parti ile demokrasi olmaz. Tek partinin mutlak iktidarında özgürlükler kaçınılmaz olarak kısıtlanır. Bunları görebilmek için dahi olmaya gerek yok.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Iste böyleee,

Nazim Himette kapitalizm isciyi sömürüyor dedigi siralarda polonyadan 15 günlügüne Avusturyaya gelir.

Birde ne görsün,sömürülüyor dedikleri,alis verislerde magaza arabalarini tika basa dolduruyor,gidip arabasina bosaltip evin yolunu tutuyor.Mutlu bir sekilde.

Komunist ülkeleri iscileriyse,alisvris yapmaya korkuyor,hemde aradiklarinin cogunu bulamiyordu.

Üstelikte iscilerin arabalarida yoktu.Mutsuz bir sekilde evlerinede dönüyorlardi.

Nazim,geri döndügünde,

düsünceleri degismis olarak döner.

Cetin Altanda bir gün sutununda söyle yaziyordu.

40 yidir,yoksul köylü,zavalli köylü yazip durdum.

Meyer bizim köylüler TC den daha zenginmis

50 milyar dolari yastik altinda sakliyormus meyer,YOKSUL DEDIGIMIZ BIZIM KÖYLÜLER.

Cogumuz ,bülmedem yaziyor ve konusuyor.

Tolonbeg

Link to post
Sitelerde Paylaş

Şu yukarıdaki paragrafi iş bulma hakkına karşı çıkan sevgili astur yazmış 2. sayfada. Ne diyor bold yaptığım cümlesi ile. İnsan yaşayabilmek için ve yaşam şartlarını iyileştirmek için iş yapmak zorunda. Peki işi nasıl yapacak. İşi kim sağlayacak. Bir ülkede milyonlarca işsiz varsa bunların yaşayabilmesi ve yaşam şartlarını iyileştirmek için önce iş bulması gerekmez mi? insan hak ve özgürlükleri içine yaşama ve yaşam şartlarını iyileştirme ibarelerini koymuşsunuz ama bunu sağlayacak imkanlardan mahrum bırakmışsınız. İşsiz bir insan yaşama hakkını ve yaşam standartlarını yükseltmeyi nasıl sağlar?

Hakların pozitif değil negatif olduğunu defalarca açıkladım. Ama görüldüğü üzere olmadıkça olmuyor. Benim seyahat etme hakkım var mı? Var. Bu ne demektir? Seyahat etmek istediğimde engellenmeme hakkım var. Sol mantık ile düşünürsek seyahat hakkı şudur: Birinin benim altıma araba vermesi, uçak bileti alması, otel paramı vermesi gerekiyor.

Sizlerin işsizliğe bulduğu çözümler çözüm değil sorun. Devlet eliyle insanlara sözde iş verirsiniz, aslında ihtiyaç olmayan şeyler yaptırırsınız. Bu kaynakların israfıdır, ve de ekonomik etkinliği azaltır. İnsanlar iş bulsun da yemişim ekonomik etkinliği diyebilirsiniz. Ama bu gizli işsizlik, sahte işler vs. çok uzun süre sorunsuz gitmez. Devlet bunun parasını üreten insanlardan vergilerle çıkartır, gerçekten üreten insanlar fakirleşir. Devletin parası da biter, o noktada para basma başlar. O da bir süre sonra enflasyon ile sonuçlanır. Elinizde bir stagflasyon mucizesi(!) ile kalakalırsınız. Herkesin hayat standardı düşer, o noktada artık kına mı yakılır yoksa bir bardak soğuk su mu içilir bilemem. Bu süreçler aynen dediğim gibi yaşandı. Sonra ne oldu? Reformlar yapıldı, solcular karşı çıktı, ama birçok ekonomi özelleştirmeler vs. liberal reformlarla kurtarıldı. Mağdur olanlar olmadı mı? Oldu. Sübvansiyonla yaşayan çiftçi, kotayla yaşayan üretici, devlet fabrikasında ayrıcalıklı koşullarda çalışan tembelleşmiş işçiler falan mağdur oldu. Zira parazitliğin sonu geldi. Sonra ne oldu? Demokratik süreçlerin zayıflığından olacak, devletçilik yine hortladı. İnsanlar çalışmak yerine yasalarla yaratılan refahı daha kolay bulup onu istediler. Ama bu refah geçicidir, sanaldır, balondur. Bu balonlar patlıyor zaten, adı da kriz oluyor.

Evet iş bulma ve bir işte çalışma diğer bütün haklardan daha önemli ve daha yaşamsal bir haktır. Peki kapitalist bir toplumda tümü ile kapitalistlerin elinde olan iş olanaklarına alternatif bir iş olanağı nasıl olabilir ve nasıl yaratılabilir?

Komik olmayalım. Yaşama hakkı olmayan biri işi ne yapsın? Mülkiyet hakkı olmayan biri işi ne yapsın? Ölü insanlar işten faydalanamazlar. Çalışmasının ürünlerine sahip olamayacak insanlar işten faydalanamazlar.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Tüm insanların ihtiyaçları var. Yeme, içme, barınma, ısınma gibi şeylerden tut eğlenme gibi şeylere kadar var. Peki bunlar insan eylemi olmadan, kendi kendilerine karşılanıyorlar mı? Karşılanmıyorlar.

Astur-can, sorun da temel olarak burada zaten... Hayatta kalmak için zorunlu ihtiyaçlar ve hayatta kalma şartları/koşulları... Tamamen subjektif ve rasyonelliği bağlamında bilimsel bir tutarlılığı olmayan tüketim toplumları tercihlerinin yani piyasanın tek belirleyen/gösteren/sabitleyen kabul edildiği ''subjektif bir genelleme'' metodu dolayısıyla emeğin değerlenmesi yahut değersizleşmesi... Örnek olarak yakından bildiğim ''dersane'' sektörünü verebilirim. En başından beri çarpıtılmış ve kendini inkar eden bir milli eğitim programı/politikaları neticesi ortaya çıkmış bu sektörde alanında entelektüel bir dahi bile olsan, milli eğitimin ''damıtılmış, çarpık ve ezber'' bilgilerini ''test adlı mekanize programla'' çocuklara öğretemiyorsan beş para etmezin tekisin ve işsiz kalmaya mahkumsun. Örneğin değme kariyerli dil prof.ları dersanecilik sektöründeki test tekniğinde aynı başarıyı gösteremez. Çünkü ''geriye gitmek'', ''bildiklerini inkar etmek'' zorundadır!

Demek ki insan yaşayabilmek ve de yaşam şartlarını iyileştirmek için belirli eylemlerde bulunmak zorunda. İnsan hak ve özgürlükleri dediğimiz kavram da bu eylemlerde bulunma özgürlüğünü garanti altına alan, sosyal ilişkileri düzenleyen kavramlar.

Doğada nesnel bir ''hak'' tanımı yapılamaz. Bu bizim ön kabulümüzdür. Zaten işin içine ''sosyalliği'' de kattığımız anda durum daha da netleşiyor... İnsanların yaşamak için çalışma zorunluluğu olması kapitalist iş koşullarını otomatikman meşru mu kılıyor mesela? Söz gelimi, işçilerin gnde ''6'' saatten fazla çalışmama gibi bir programla karşımıza çıktığını düşünelim. İnsanın yaşamını sürdürme dışında ''sosyal faaliyetlerde bulunabilme'' fırsat ve özgürlüğü negatif de olsa bir hak olarak ön kabullerle tanınmışsa bu durumu reddeden kapitalistin bunu engellemiyor mu? Yaşam hakkı toplumsal huzur ve güven bağlamında ''zorunlu'' bir ön kabulse işçinin sosyal yaşamdan tecrit olup 10-12 saate varan iş koşulları da bireyin ve toplumun sosyal imkanlarının kısıtlanması bağlamında başlı başına bir huzursuzluk, hatta güvensizlik kaynağı değil midir?

İnsanların yaşamalarını ve yaşamlarını devam ettirecek eylemlerde bulunmalarını engelleyecek dış faktörler olabilir. Bunları da doğal faktörler ve de insan müdahaleleri olarak ikiye ayırabiliriz .

Doğal faktörlere seni hasta edecek virüs ya da mikroptan tut sana saldıracak bir hayvan, zehirli bir bitki, üstüne düşecek yıldırım vb. her şeyi dahil edebiliriz. Eğer yaşamak istiyorsak, bunlarla mücadele etmek dışında bir seçeneğimiz yok, zaten mücadele de ediyoruz. Zararlı hayvanlara karşı ilaçlama yaparız, avlarız, yıldırımdan barınaklarımızı koruma adına paratoner yaparız, soğuktan korunmak için kalın giysiler üretir ve giyeriz vs. ve bu şekilde yaşamımızı devam ettirme amacı ile doğa ile bir anlamda mücadele ederiz. Bu doğal dediğim tüm faktörlerin bir ortak noktası da hiçbirinin kuralları anlama, bunlara uyma, ahlaki seçimler yapma gibi yetenekleri olmaması. İnsanlarda ise bu yetenek var. Bu yetenek sosyal hayatı düzenlemekte kullanılabilir. Nasıl düzenleyeceğimiz sorusuna da gerçekliğe bakarak ve de aklımızı kullanarak cevap verebiliriz.

Doğal yaşamda, çevre şartlarında dışsal bir zorlama/değişim yaşanmadığı takdirde belli bir ölçü ve ahenk mevcuttur. Bu ahenk ve düzeni yaratan da zaten evrimdir. Sen de takdir edersin ki eko-sistem belli bir denge üzerine oturmuştur. Doğadaki hiçbir canlı kendi yaşam formuna bağlı olarak tüketebileceğinden fazlasını ''kar'' gibi mantıkla kullanmaz, zaten öyle bir duyguya sahip değildir. Ancak, milyarlarca dolarlık serveti olan bir çok kapitalist hep daha fazlasını talep eder, peki niçin?

Bir insanın diğer insanlarla beraber yaşadığı bir ortamda hayatını idame etmek için yapması gerekenleri yapabilmesi için belli temel özgürlüklere sahip olması gerekir. Negatif özgürlükler diye adlandırılan şeyler de bunlar. Biri bana fiziksel olarak zarar verirse, yaşayamam. Biri aklımın ve çalışmamın ürünlerine gelip el koyarsa, yine yaşayamam. İnsanın hayatta kalmakta, yaşam şartlarını iyileştirmekte vs. kullandığı temel vasıtalar bellidir; bedeni, düşünceler ve de eylemleri. İnsan bunların sahibi değilse, yaşamak için eylemde bulunma özgürlüğü yok demektir.

Yaşamak için 12 saat çalışmak zorunda olan biri bu özgürlüklere sahip midir mesela? Hayatı işle ev arasında geçen birkaç kısıtlı saate bağlı geçen birinin tiyatro ve sinemaya gitmeyi bırak, evinde ailesiyle yemek yeme imkanı bile olmayabiliyorken bunu hangi meşru temele oturtabiliriz ki?

İnsan yaşamak için aklına ihtiyaç duyuyorsa, aklını kullanmasının kaba kuvvetle engellenmesi, insanın yaşamını idame etmesi için ihtiyaç duyduğu özgürlüğe sahip olmadığı anlamına gelir, aklını kullanmasına izin verilmeyen insanın yaşama araçlarından biri elinden alınmıştır.

Özgürlükler konusundaki bir başka önemli nokta da şudur, herkesin sahip olması gereken özgürlüklerden bahsediyorsak bu özgürlüğün pratik olarak mümkün olması gerekir, yani bir anlamda herkesin aynı anda sahip olabileceği, temel insan çıkarlarını gözeten özgürlükler nelerdir diye düşünüyoruz.

Aklımızı kullanarak, gerçekliğe bakarak evrensel insan çıkarlarını temel alan kurallara ulaşabiliriz. Yukarıda olayı kısaca anlatmaya çalıştım, gerekirse başka bir zaman daha detaylı incelerim.

"Evrensel çıkarlar var" demek, "tüm çıkarlar evrenseldir" demek değildir. Acele etme, bir karşındaki ne yazmış oku, sonra cevap verirsin.

Hakların ihlal edilmediğini kim söyledi?

Tekrar soruyorum, nedir o evrensel çıkarlar? Çünkü şimdiye değin bahsettiklerin hep ucu açık kelimeler. Dünyadaki en büyük ve somut çıkar gruplarını göz önüne alalım söz gelimi... Ulusal çıkarlar... Tüm devletlerin ve içindeki sermaye/iktidar bloglarının kimi zaman kesişip bloglaşan kimi zaman ayrışan/çelişen binlerce irili ufaklı devasa bir çıkarlar silsilesi... Savaşlar, fetihler, işgaller, katliamlar... Söylemler, retorik ve süslemeler değişse de eylemler baki... Böyle bir dünyada tüm insanlığa hizmet eden bir evrensel çıkarlar? Sence de fazla iddialı bir söz olmadı mı?

Kollektif hak diye bir şey tanımıyorum. Türklerin Kürtlerden, kadınların işçilerden farklı hakları yoktur. Haklar en küçük azınlık olan bireyde başlarlar. smile.gif

Herhangi etnisitenin kollektif hakkının tanınması ayrımcılık mıdır ki bunu iddia ediyorsun? Kürtler Türklerin sahip olduğundan farklı bir şey mi istiyor? Yahut kadınlar erkeklerden farklı bir şey mi istiyor mesela?

Yaşamamız için doğal kaynakları kullanmak durumundayız, yaşam şartlarımızı iyileştireceksek daha fazla kullanmak durumundayız. Bunun için de bu kaynakları sahiplenmemiz gerekir. Hiçkimsenin malı otomatik olarak ne bir kişinin, ne bir topluluğun ne de herkesin malı olur. Mülkiyet nasıl ortaya çıkar, nasıl ortaya çıkarsa bu meşru olur, nasıl el değiştirirse meşru olur vb. sorular elbette sorulabilir, bunlarla ilgili tartışılabilir. Bunlar forumda zaten defalarca tartışıldılar. Onlara bir göz at.

Abisi ben zaten bunu sorgulamıyor muyum? :) Hiçkimsenin değilse öyleyse kimindir? Kimin olduğuna nasıl karar vereceğiz? Şimdiye değin orman kanunları uygulandı ve bunlar da neticeleri. An geldi cetvelle bile çizildi sınırlar, sen de biliyorsun. Ben diyorum, orman kanunun olduğu yerde ''hak, hukuk'' değil ''iktidar ve güç'' vardır. Yaşanılanın bir nevi orman kanunu olduğu tespitini yapıp ''hak'' kavramının retorikten öteye pek gidemediğini iddia etmem gerçek manasıyla bir ''hak'' kavramını tanımamam değildir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili Astur sıkıştıkca kötüye kötü örnek veriyorsunuz. Kötü örnek bulamazsanız iftira atıyorsunuz. Ben kapitalizmi eleştiriyorum, eleştirime yanıt vermen gerekirken, yok gizli işsizlikmiş, sahte işmiş vs ile kıvırıyorsun. Gizli'de olsa, sahte iş te olsa, işsizlik için bir çözüm şeklidir. Gizli diye, sahte diye işsizi, açlığa ve yoksulluğa mahküm mu edelim. İşsiz zaten tümü ile toplumun sırtında yük. Hadi sen bul o zaman işsizliğe çare!

Bir işin var mı? Çalışıp kazanıyormusun? yoksa baba parası ile ahkam mı kesiyorsun bilmiyorum. Yarın hayata atıldığında, yıllarca iş bulamayacak olsan ne düşünürsün. Bir iş gösterdikleri zaman bunun sahte iş mi yoksa gerçek işmi olduğuna bakarak mı, kabul veya red edeceksin?

Özelleştirmeler neyi ve kimi kurtardı? Özelleştirmelere ilişkin istatistikleri kendin taşımadın mı bu foruma. O istatistiklerde özelleştirmelerde ne kadar işçi işini kaybetti görmedin mi? İstersen bir daha taşı o özelleştirmelerin nasıl işsizliğe neden olduğunu.

Devletcilik neden hortadı. Tam da bu işsizlikten dolayı. İşsiz insanlar iş için devlet kapısını aşındırırlar her zaman. Ya onlara iş bulursunuz veya çaresizlikten terör estirirler. Dağa çıkarlar. Başka ülkelerin piyonu olurlar. Bütün bunları yaşıyoruz zaten.

Yaşama hakkını da çarpıtıyorsun. Yaşlılıktan, hastalıktan vs olan doğal ölümleri bile yaşama hakkının ihlali oralar gösteriyorsun. Doğal ölümlere de çare bulun demeğe getiriyorsun. Kim ölüme çare bulmuş da biz geri kalmışız. Hiç doğal ölüm, yaşama hakkını ihlal kapsamına girer mi?

Mülkiyet hakkını zaten kapitalistlerin hakkı olarak görüyorsun. Bunu zaten arkadaşlar her fırsatta gözüne sokuyor ama işine gelmediği için oralı olmuyorsun. Mülkiyet hak ise herkes için olmalı.

Hele son cümlen trajikomik. güler misin ağlar mısın? Evet çalışmasının ürünlerine sahip olamayacak insanlar işten faydalanamazlar. Apaçık sömürüldükleri bir işi ne yapsınlar.

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Astur Freddie'yi çok güzel yerden yakaladı.

Freddie hakkı hukuku "metafizik bunlar" diyerek reddediyor. Zaten kaç kere bu forumda başlık açıp bu tarz nihilist fikirler savundu.

Albatros da keza doğada hak yoktur dedi.

O zaman bu şahıslar bize anlatsın bakalım. Nasıl oluyor da "sömürü" diye birşey olabiliyor. Çünkü Astur'un dediği gibi sömürmek demek bir haksızlık yapılması demektir. Hak yoksa haksızlık nasıl oluyor?

İşçinin grevler,işgaller ve isyanlarla kapitalistlerin elindeki fabrikaları alıp kendilerinin çalıştırmasına engel olacak nedir öyleyse? :) Ama adaletsiz ve haksız mı? Da, neye, kime göre? Unutma, doğada saf halde bir adalet de yoktur:) Orman kanunlarında çıkarlar, güç ve iktidar vardır. Güç ve iktidarın işçilerde olduğu bir isyanda ''ama, ama bu haksızlık hatta yasal değil'' diyemezsin ki... Ormanın kendi kanunlarından gayrı yasa mı var? :)

Mülkiyet hakkında da insanların doğanın kaynaklarına el koymasına karşı çıkıyorsunuz. Niye? Çünkü "doğanın kaynakları bütün insanların ortak malıdır". Ama sen bunu nerden anladın? Bu da anca metafizik olarak temellendirilebilecek bir iddia değil mi? Sen hem bir yanda hak yoktur diyorsun, sonra da doğanın kaynaklarının hakkı hukukuna dair bazı iddialarda bulunuyorsun. Nasıl oluyor da oluyor?

Kaynaklar ya hiç kimsenin yahut herkesindir... Bunun ne birini ne de öbürünü temellendirmen mümkün değildir. Çözüm doğanın kendisindedir öyleyse, yani orman kanununda :) Dünyadaki hangi devlet, bedeline kime ne kadar ödemiş de sahip olduklarını kazanmıştır mesela? Fetih ve işgaller devrinden, fetih ve işgaller örtük bir biçimde yaşansa da, göreceli bir barış/sükunet devrine geldik. Artık, kaynaklara doğrudan el koyma ve yönetme pekçok durumda karlı değil çünkü...

----------

Albatros ayrıca "ya haklar komple vardır, ya da hiçbiri yoktur" dedi. Yani mülkiyet ya da yaşam hakkını kabul edersek sağlık-eğitim alma vs hakkını da kabul etmeliymişiz. Ama insanlar temel hakların ne olduğunda tam olarak anlaşmıyor ki. Olay sanki hakların neler olduğunu belirlemişiz de bunun metafizik temelini bulamıyoruz değil ki?

Ben de bunu söylüyorum zaten... Hak dediğimiz bizim ideolojik/ahlaki ön kabullerimizden ibarettir; ancak, doğal yaşamda ne ideoloji ne de ahlak vardır... Evrimleşme, bizi diğer hayvanlardan daha akıllı ve gelişmiş yapsa dahi biz doğadan koptuk mu?

Liberaller hakları "beni rahat bırak" ilkesi etrafında formüle ediyor. Sosyaldemokratlar ise "toplum herkese bir anne gibi bakmalıdır" falan tarzı açılardan bakıyor ki bu eğitim, sağlık vs haklarına inanıyor. Ve siz anarşistler bile aslında "doğanın kaynakları herkesin ortak malıdır" derken belli bir hak hukuktan bahsediyorsunuz. O zaman ne diye "bunu kabul edersen bunu da kabul et" oluyor olay? Tek bir haklar paradigması yok ki. Farklı ilkelerden çıkartılan farklı haklar var.

Paradigmanın etkinliğini sağlayan iki unsur iktidar ve işlevselliktir.

Burdan da Albatros'un sorduğu soruya gelelim. "Eski çağlardan bugüne mülkler nasıl sahip olunmuş, el değiştirmiş bilemeyiz" diyor. Yani eski çağlarda gasplar, zorbalıkla elde edilen mallar olmuş olabilir, ve günümüze miras yoluyla bırakılmış olabilir. Keza toprak ağaları, derebeyleri falan genelde böyle olduğu varsayılır. Ama bunun çaresi tüm mülkü kamu malı yapmak değil, toprağı alıp köylüye dağıtmaktır. Buna toprak reformu denir ve pek çok ülke böyle yöntemler kullanmıştır. İnsanlar kendi arazisine sahip olup gelişebilir.

Sanırım Terence de ben de benzer bir şeyi öneriyoruz bu bağlamda... Sanırım buna çoklu/parçalı federatif demokrasi diyebiliriz. Yönetilme ve iktidarın mümkün oldukça ortadan kaldırıldığı ve her bireye ekonomik etkinlikte bulunabilecekleri fırsat ve kaynağın yaratıldığı çok parçalı bir düzen... Federatif bir sosyo-ekonomik planlamanın da dahil olduğu; ancak, bir yandan da serbest ticaretin ve ekonomik özgürlüklerin de korunduğu bir yapı. Mevcut sistemler, insanları yönetme/vatandaşlaştırma dolayımlarında edilgenleştirip yönetime yabancılaştırıyor. Birey, gündelik sosyal çevresindeki karar alma mekanizmalarından dahi dışsallaşıp karar alma mekanizmaları ''uzmanlar ve teknokratlar''a devrediliyor. Esasen sovyetik bürokrasinin de yaptığı buna benzer bir şeydi, işçileri kutsayan ve özgürleştiren bir söylem; ancak, bizzat işçileri/üreteni dışsallaştıran, süreçlerden öteleyen bir mekanizma, bir tür korku toplumu... Kapitalistlerin özgürlük algıları da bir tür ilüzyondur, asıl karar mercileri yönetenler elit sınıfının arkasındaki uzmanlar/teknokratlardır... Seçimlerse bu ilüzyonun tiyatro sahnesi... Federatif yapılanma, katılımı doğrudanlaştırıp insanları sorumluluk almaya, eylem içinde bilince/eğitime evrimleştirecektir. Batılı liberal toplumların bir ölçüde yaptıkları da budur aslında, bireyin yüceltip daha fazla sorumluluk yüklemeye çalışma; ancak, sınırlı biçimde...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kapitalizm nasıl sömürür?

şöyle:

1. kapitalizm çalışan kişinin ürettiği değer kadar karşılığı o kişiye vermez; mesela işçi 100 liralık bir mal veya değer üretiyor; ama patron işçiye 10 liralık bir karşı değer verir; geri kalan 90 lirayı da cebe atar ve bu yolla sermaye biriktirir zengin olur. Binlerce içi üzerinden hesaplayın, siz de zengin olun. Yani ortada matematiksel bir eşitsizlik vardır herşeyden önce.

2. Bir işçi harcadığı emek ve ürettiği değerle kapitalistin ihtiyacını karşılar, zaten bu ihtiyacı karşılayabildiği sürece işini korur. Ama buna karşılık, patron o işçiye ihtiyaç duyduğu kadar karşı değer ödemez; işçinin yoksulluk sınırının üzerinde ortalama bir hayat sürmesi için ihtiyaç duyduğu ücreti ödemez. Yani işçi barınma, beslenme, ısınma, ulaşım, sağlık ve kültürel ihtiyaçlarını karşılaması için gereken parayı elde edemez; örneğin 2000 lira yerine 600-700 lira alır; o yüzden de yoksul olarak kalmaya mahkumdur, bir patronunkiyle kıyaslanamayacak kadar kötü koşullarda yaşam mücadelesi verir.

İşte bu yüzden kapitalizm eşitsizlik üzerine kuruludur, bu yüzden sömürür; işçiden 5 alır, 1 verir... Ve aradaki matematiksel fark hiçbir zaman kapanmaz, aksi taktirde kapitalist sermaye biriktiremez, zengin olamaz. Milyarlarca dolarlık sermayelere sahip şirketleri düşünürsek, sömürünün ve eşitsiz dağılımın ne kadar büyük olduğunu görürüz...

Bu eşitsizlik ve sömürü durumunu hak hukuk doğal haklar gibi kavramlarla da savunmak mümkün değildir bence. Çünkü neye ve kime göre sorusu ortaya çıkar. Ama eşitsizlik ve sömürü ortadadır, hem de neye ve kime göre değişmiyor; çünkü ortada matematiksel bir çelişki var, matematiğin herkes için geçerli olduğunu söylemeye gerek yok herhalde...

tarihinde Faramir tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Kapitalizm nasıl sömürür?

şöyle:

1. kapitalizm çalışan kişinin ürettiği değer kadar karşılığı o kişiye vermez; mesela işçi 100 liralık bir mal veya değer üretiyor; ama patron işçiye 10 liralık bir karşı değer verir; geri kalan 90 lirayı da cebe atar ve bu yolla sermaye biriktirir zengin olur. Binlerce içi üzerinden hesaplayın, siz de zengin olun. Yani ortada matematiksel bir eşitsizlik vardır herşeyden önce.

2. Bir işçi harcadığı emek ve ürettiği değerle kapitalistin ihtiyacını karşılar, zaten bu ihtiyacı karşılayabildiği sürece işini korur. Ama buna karşılık, patron o işçiye ihtiyaç duyduğu kadar karşı değer ödemez; işçinin yoksulluk sınırının üzerinde ortalama bir hayat sürmesi için ihtiyaç duyduğu ücreti ödemez. Yani işçi barınma, beslenme, ısınma, ulaşım, sağlık ve kültürel ihtiyaçlarını karşılaması için gereken parayı elde edemez; örneğin 2000 lira yerine 600-700 lira alır; o yüzden de yoksul olarak kalmaya mahkumdur, bir patronunkiyle kıyaslanamayacak kadar kötü koşullarda yaşam mücadelesi verir.

İşte bu yüzden kapitalizm eşitsizlik üzerine kuruludur, bu yüzden sömürür; işçiden 5 alır, 1 verir... Ve aradaki matematiksel fark hiçbir zaman kapanmaz, aksi taktirde kapitalist sermaye biriktiremez, zengin olamaz. Milyarlarca dolarlık sermayelere sahip şirketleri düşünürsek, sömürünün ve eşitsiz dağılımın ne kadar büyük olduğunu görürüz...

Bu eşitsizlik ve sömürü durumunu hak hukuk doğal haklar gibi kavramlarla da savunmak mümkün değildir bence. Çünkü neye ve kime göre sorusu ortaya çıkar. Ama eşitsizlik ve sömürü ortadadır, hem de neye ve kime göre değişmiyor; çünkü ortada matematiksel bir çelişki var, matematiğin herkes için geçerli olduğunu söylemeye gerek yok herhalde...

Eşitsizlik hayatın kendisinde var. Her bireyin emeği, eşit üretkenlikte değildir. Kimi ustanın elinde çıkar bir esere bazı durumlarda paha piçmek olanaksızdır, kısacası işçilik kalitesine ve üretkenliğine göre, arz-talep içinde belirlenecek bir karşılığa sahiptir. Bu durumda, emeğin fiyatı da yine arz-talebe göre belirlenecektir. Amerika'da bir temizlik işçisinin saat ücreti 8 $'dır. Bu kimi zaman, emek arzının düştüğü durumlarda 15 $'a bile çıkabilir.

İşçi işverene ve işveren de işçiye muhtaçtır. İşçiler grev silahları gerektiği gibi kullanarak, kimi durumlarda hakettiklerinin üzerinde bir ücret bile koparabilirler. Sendikal örgütlenmenin kökleştiği gelişmiş ülkelerde, hatta bizim ülkemizde bile bunun örneklerini görmek mümkündür.

Devletin ekonomiye müdahalesinin doğurduğu vahim sonuçlar, uygulanıldığı ülkelerin deneyimleriyle sabit bir olgudur. Serbest rekabetin hakim kılınması esastır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Astur-can, sorun da temel olarak burada zaten... Hayatta kalmak için zorunlu ihtiyaçlar ve hayatta kalma şartları/koşulları... Tamamen subjektif ve rasyonelliği bağlamında bilimsel bir tutarlılığı olmayan tüketim toplumları tercihlerinin yani piyasanın tek belirleyen/gösteren/sabitleyen kabul edildiği ''subjektif bir genelleme'' metodu dolayısıyla emeğin değerlenmesi yahut değersizleşmesi... Örnek olarak yakından bildiğim ''dersane'' sektörünü verebilirim. En başından beri çarpıtılmış ve kendini inkar eden bir milli eğitim programı/politikaları neticesi ortaya çıkmış bu sektörde alanında entelektüel bir dahi bile olsan, milli eğitimin ''damıtılmış, çarpık ve ezber'' bilgilerini ''test adlı mekanize programla'' çocuklara öğretemiyorsan beş para etmezin tekisin ve işsiz kalmaya mahkumsun. Örneğin değme kariyerli dil prof.ları dersanecilik sektöründeki test tekniğinde aynı başarıyı gösteremez. Çünkü ''geriye gitmek'', ''bildiklerini inkar etmek'' zorundadır!

Bu yazdıklarının benim dediklerim ile gerçekten yakından uzaktan alakası yok.

Doğada nesnel bir ''hak'' tanımı yapılamaz. Bu bizim ön kabulümüzdür. Zaten işin içine ''sosyalliği'' de kattığımız anda durum daha da netleşiyor... İnsanların yaşamak için çalışma zorunluluğu olması kapitalist iş koşullarını otomatikman meşru mu kılıyor mesela? Söz gelimi, işçilerin gnde ''6'' saatten fazla çalışmama gibi bir programla karşımıza çıktığını düşünelim. İnsanın yaşamını sürdürme dışında ''sosyal faaliyetlerde bulunabilme'' fırsat ve özgürlüğü negatif de olsa bir hak olarak ön kabullerle tanınmışsa bu durumu reddeden kapitalistin bunu engellemiyor mu? Yaşam hakkı toplumsal huzur ve güven bağlamında ''zorunlu'' bir ön kabulse işçinin sosyal yaşamdan tecrit olup 10-12 saate varan iş koşulları da bireyin ve toplumun sosyal imkanlarının kısıtlanması bağlamında başlı başına bir huzursuzluk, hatta güvensizlik kaynağı değil midir?

Ben yapılabilir diyorum, ve de yapıyorum. Ön kabulünüzü gözden geçirin. İnsanların yaşamak için çalışma zorunluluğu olması doğa yasası, ihtiyaçlar kendini karşılamıyor. Bu da hakların temellerinden biri. İnsan yaşayacaksa yaşamını devam ettirecek biçimde hareket edecek, doğayı ve de çalışmasının ürünlerini sahiplenecek.

İnsan hakları kavramını kabul ettiğin zaman gerisi zaten mantıksal bir zincir halinde gelir. 6 saat 12 saat vs. konumuzla alakasız, bunlarda hak ihlali kuvvet kullanımı olmazsa olmaz.

Doğal yaşamda, çevre şartlarında dışsal bir zorlama/değişim yaşanmadığı takdirde belli bir ölçü ve ahenk mevcuttur. Bu ahenk ve düzeni yaratan da zaten evrimdir. Sen de takdir edersin ki eko-sistem belli bir denge üzerine oturmuştur. Doğadaki hiçbir canlı kendi yaşam formuna bağlı olarak tüketebileceğinden fazlasını ''kar'' gibi mantıkla kullanmaz, zaten öyle bir duyguya sahip değildir. Ancak, milyarlarca dolarlık serveti olan bir çok kapitalist hep daha fazlasını talep eder, peki niçin?

Bizler ne bitki, ne de hayvanız. Komik bir itiraz. Gelirini çalmayan ya da dolandırıcılıkla edinmeyen bir insanın dilerse 100 trilyon doları olsun, helal olsun derim. Senin anlamadığın şey, serbest piyasada kazanç sağladığın oranda başkalarını zenginleştirmişsindir.

Yaşamak için 12 saat çalışmak zorunda olan biri bu özgürlüklere sahip midir mesela? Hayatı işle ev arasında geçen birkaç kısıtlı saate bağlı geçen birinin tiyatro ve sinemaya gitmeyi bırak, evinde ailesiyle yemek yeme imkanı bile olmayabiliyorken bunu hangi meşru temele oturtabiliriz ki?

Evet, sahiptir. O saydığım özgürlüklerden hangisi ihlal ediliyor sen 12 saat çalıştığında?

12 saat vb çalışma saatlerinin bugünkü gibi aşırı bulunması son yüzyılda daha az çalışmanın yetebilmesi ile gelen bir şey, insanlık binlerce yıl "gayrimeşru" bir yaşam mı sürdürdü sence?

Tekrar soruyorum, nedir o evrensel çıkarlar?

Alıntıladığım yazıda vardı. Yaşam hakkı evrensel bir çıkardır. Mülkiyet hakkı da öyle. Soyut ve genel olarak özgürlük hakkı diyebileceğimiz şey de. Life, liberty, property.

Çünkü şimdiye değin bahsettiklerin hep ucu açık kelimeler. Dünyadaki en büyük ve somut çıkar gruplarını göz önüne alalım söz gelimi... Ulusal çıkarlar... Tüm devletlerin ve içindeki sermaye/iktidar bloglarının kimi zaman kesişip bloglaşan kimi zaman ayrışan/çelişen binlerce irili ufaklı devasa bir çıkarlar silsilesi... Savaşlar, fetihler, işgaller, katliamlar... Söylemler, retorik ve süslemeler değişse de eylemler baki... Böyle bir dünyada tüm insanlığa hizmet eden bir evrensel çıkarlar? Sence de fazla iddialı bir söz olmadı mı?

Bu saydıkların evrensel çıkarlar değiller, bunu zaten söyledim. Evrensel olsalar adları ulusal çıkar falan olmaz zaten. Bu kadar basit şeyleri de ben anlatmak zorunda kalmayayım istersen.

Herhangi etnisitenin kollektif hakkının tanınması ayrımcılık mıdır ki bunu iddia ediyorsun? Kürtler Türklerin sahip olduğundan farklı bir şey mi istiyor? Yahut kadınlar erkeklerden farklı bir şey mi istiyor mesela?

Pozitif ayrımcılık diye bir şey duydun mu?

Abisi ben zaten bunu sorgulamıyor muyum? :) Hiçkimsenin değilse öyleyse kimindir? Kimin olduğuna nasıl karar vereceğiz? Şimdiye değin orman kanunları uygulandı ve bunlar da neticeleri. An geldi cetvelle bile çizildi sınırlar, sen de biliyorsun. Ben diyorum, orman kanunun olduğu yerde ''hak, hukuk'' değil ''iktidar ve güç'' vardır. Yaşanılanın bir nevi orman kanunu olduğu tespitini yapıp ''hak'' kavramının retorikten öteye pek gidemediğini iddia etmem gerçek manasıyla bir ''hak'' kavramını tanımamam değildir.

Doğal kaynaklar meşru şekilde nasıl elde edilirler? Önce ilk edinim, daha sonra da gönüllü ilişkiler ile.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili MrGuitar

Eşitsizlik hayatın kendisinde var. Her bireyin emeği, eşit üretkenlikte değildir. Kimi ustanın elinde çıkar bir esere bazı durumlarda paha piçmek olanaksızdır, kısacası işçilik kalitesine ve üretkenliğine göre, arz-talep içinde belirlenecek bir karşılığa sahiptir. Bu durumda, emeğin fiyatı da yine arz-talebe göre belirlenecektir. Amerika'da bir temizlik işçisinin saat ücreti 8 $'dır. Bu kimi zaman, emek arzının düştüğü durumlarda 15 $'a bile çıkabilir.

Evet, eşitsizlik hayatın kendisinde var. Üstelik tam olarak irade dahilinde gerçekleşmeyen bir eşitsizlik de doğada fazlasıyla mevcut. Eşitsizliğin olması eşitsizliğin kullanılmasını gerektirmez. Talep durumunda işçinin ücretinin arttığını söylemişsiniz. Açıkçası bu sadece havada kalan bir söylemdir. Çünkü gerçekte bu böyle değildir. Yaptığı işi, emeğinin ürettiği nesneyi satan işçinin kendisi değildir. İşveren işçinin yarattığı şeyi satar ve bundan maksimum kar yapabilme durumuna bakar. İşverenin kar yapabilmesi için de satış fiyatı ve işçiye ödediği ücret arasında maksimum fark olması gerekmektedir. Bunun için de işçiye ödenecek miktarın düşürülmesi gerekir. Bahsettiğiniz gibi değişik sektör veya kurumlarda eğer işçininaldığı ücret iki katına kadar çıkabilse dahi, işveren bunun çok daha üzerinde kar yapmaktadır ve işveren ücreti dilediği gibi belirleyebilme hakkına sahiptir. Haksızlıktan bahsetmişken, işverenlerin emeğin değerini belirlerken son derece başına buyruk şekilde hareket etmesinin de haksızlık olduğunu belirtmeden geçmemeliydiniz.

İşçi işverene ve işveren de işçiye muhtaçtır. İşçiler grev silahları gerektiği gibi kullanarak, kimi durumlarda hakettiklerinin üzerinde bir ücret bile koparabilirler. Sendikal örgütlenmenin kökleştiği gelişmiş ülkelerde, hatta bizim ülkemizde bile bunun örneklerini görmek mümkündür.

Hakettiği ücretin üzerinde söyleminizi neye göre belirlediniz çok merak ediyorum. İşçinin hakettiği ücret nedir ki, hakettiğinin üzerinde ücret aldığı gibi bir kanaate vardınız? Sendikal örgütlenmeden bahsettiğimize göre, demek ki bireysel olarak işçinin işveren karşısında hiçbir etkinliği yoktur. İşçiler sendikalaşmak zorunda kalıyorsa, bu işçilerin bireysel olarak işverenler karşısında bir hiç olduğunu gösterir. Ayrıca işçilerin durumu tehlikelidir, kriz durumunda sorgusuz sualsiz kapının önüne koyulma tehlikeleri vardır, durumlarının pek de güvenceli olduğu söylenemez. Çalıştıkları zor şartlardan bahsetmiyorum bile.

Devletin ekonomiye müdahalesinin doğurduğu vahim sonuçlar, uygulanıldığı ülkelerin deneyimleriyle sabit bir olgudur. Serbest rekabetin hakim kılınması esastır.

Önelikle krizler sadece devletin müdahale etmesiyle oluşmaz. Üretim ve tüketim miktarları arasında bir uçurum olduğu an kriz patlak vermektedir. Liberaller de bu kriz durumunda devlet babanın piyasaya müdahale etmelerinden son derece hoşnuttur. Yani liberalizm bize dokunma ticaretimizi yapalım; ama başımız sıkışırsa gel kıçımızı kurtar demektedir. Liberallerin bir karar vermesi gerekmektedir, devlet müdahale etmeli midir, etmemeli midir? Ortalık güllük gülistanlıkken etmesin, kriz patlak verince devlet baba bizi kurtarsın. Bunun pek çelişkili bir durum olduğu görülüyor açıkçası.

Saygılar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili Astur sıkıştıkca kötüye kötü örnek veriyorsunuz. Kötü örnek bulamazsanız iftira atıyorsunuz. Ben kapitalizmi eleştiriyorum, eleştirime yanıt vermen gerekirken, yok gizli işsizlikmiş, sahte işmiş vs ile kıvırıyorsun. Gizli'de olsa, sahte iş te olsa, işsizlik için bir çözüm şeklidir. Gizli diye, sahte diye işsizi, açlığa ve yoksulluğa mahküm mu edelim. İşsiz zaten tümü ile toplumun sırtında yük. Hadi sen bul o zaman işsizliğe çare!

Bir işin var mı? Çalışıp kazanıyormusun? yoksa baba parası ile ahkam mı kesiyorsun bilmiyorum. Yarın hayata atıldığında, yıllarca iş bulamayacak olsan ne düşünürsün. Bir iş gösterdikleri zaman bunun sahte iş mi yoksa gerçek işmi olduğuna bakarak mı, kabul veya red edeceksin?

Ben mi sıkışmışım? Hayata nasıl gözlüklerle baktığınızı merak ettim şimdi...

İşsizliğe benim çarem insanların yaratıcı potansiyelinin devletler tarafından kısıtlanmamasıdır. Ekonomik etkinliği düşüren faktörler ortadan kalkarsa, işsizlik de azalır. Hem de sizlerinki gibi sahte bir çözüm değil, gerçek bir çözüm olur.

Ben uzun süre işsiz kalsam herhalde her işi kabul ederim, ama bu başkalarının sırtından geçinmenin haklı olduğu anlamına gelmez. Bu tarz sözde çözümlerin uzun vadede herkes için zararlı olduğunu önceki mesajda anlattım zaten.

Özelleştirmeler neyi ve kimi kurtardı? Özelleştirmelere ilişkin istatistikleri kendin taşımadın mı bu foruma. O istatistiklerde özelleştirmelerde ne kadar işçi işini kaybetti görmedin mi? İstersen bir daha taşı o özelleştirmelerin nasıl işsizliğe neden olduğunu.

Özelleştirmeler ülkelerin ekonomilerini kurtardı. Zarar eden devlet işletmeleri, etkin çalışmayan o sayısız işçi hep koca toplumların sırtında kamburdu, herkesi fakirleştiren faktörlerdi.

Devletcilik neden hortadı. Tam da bu işsizlikten dolayı. İşsiz insanlar iş için devlet kapısını aşındırırlar her zaman. Ya onlara iş bulursunuz veya çaresizlikten terör estirirler. Dağa çıkarlar. Başka ülkelerin piyonu olurlar. Bütün bunları yaşıyoruz zaten.

Devletçilik devletçiliğin sorunlarının daha fazla devletçilik ile çözülebileceği mitine inanmalarından hortluyor. Ümitle baktıkları devletin aslında işsizliğin kaynağı olduğunu bilseler insanlar bu hataya düşmezler.

Yaşama hakkını da çarpıtıyorsun. Yaşlılıktan, hastalıktan vs olan doğal ölümleri bile yaşama hakkının ihlali oralar gösteriyorsun. Doğal ölümlere de çare bulun demeğe getiriyorsun. Kim ölüme çare bulmuş da biz geri kalmışız. Hiç doğal ölüm, yaşama hakkını ihlal kapsamına girer mi?

Mülkiyet hakkını zaten kapitalistlerin hakkı olarak görüyorsun. Bunu zaten arkadaşlar her fırsatta gözüne sokuyor ama işine gelmediği için oralı olmuyorsun. Mülkiyet hak ise herkes için olmalı.

Sizin saçma pozitif hak tanımlarınızın çarpık mantığını gösterdim o örnekle. Kendi mantığınızın tutarsızlığına bakacağınıza beni eleştiriyorsanız. Orada iğneleme yaptığım açık, ne yazdığımı bir daha okuyun :D

Mülkiyet hakkı herkesin hakkı. Siz mülkiyet hakkının ne olduğunu bilmediğinizden böyle saçmalıyorsunuz.

Hele son cümlen trajikomik. güler misin ağlar mısın? Evet çalışmasının ürünlerine sahip olamayacak insanlar işten faydalanamazlar. Apaçık sömürüldükleri bir işi ne yapsınlar.

Sevgiler.

Ekonomik sömürü falan yok. Defalarca ortaya kondu. Freddie ve Terence gibi sol görüşlü arkadaşlar bunu anladılar. Siz yüzyılımıza gelirseniz siz de anlarsınız.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Önelikle krizler sadece devletin müdahale etmesiyle oluşmaz. Üretim ve tüketim miktarları arasında bir uçurum olduğu an kriz patlak vermektedir. Liberaller de bu kriz durumunda devlet babanın piyasaya müdahale etmelerinden son derece hoşnuttur. Yani liberalizm bize dokunma ticaretimizi yapalım; ama başımız sıkışırsa gel kıçımızı kurtar demektedir. Liberallerin bir karar vermesi gerekmektedir, devlet müdahale etmeli midir, etmemeli midir? Ortalık güllük gülistanlıkken etmesin, kriz patlak verince devlet baba bizi kurtarsın. Bunun pek çelişkili bir durum olduğu görülüyor açıkçası.

Saygılar.

Yalancıyı ...?!

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kapitalizm nasıl sömürür?

şöyle:

1. kapitalizm çalışan kişinin ürettiği değer kadar karşılığı o kişiye vermez; mesela işçi 100 liralık bir mal veya değer üretiyor; ama patron işçiye 10 liralık bir karşı değer verir; geri kalan 90 lirayı da cebe atar ve bu yolla sermaye biriktirir zengin olur. Binlerce içi üzerinden hesaplayın, siz de zengin olun. Yani ortada matematiksel bir eşitsizlik vardır herşeyden önce.

2. Bir işçi harcadığı emek ve ürettiği değerle kapitalistin ihtiyacını karşılar, zaten bu ihtiyacı karşılayabildiği sürece işini korur. Ama buna karşılık, patron o işçiye ihtiyaç duyduğu kadar karşı değer ödemez; işçinin yoksulluk sınırının üzerinde ortalama bir hayat sürmesi için ihtiyaç duyduğu ücreti ödemez. Yani işçi barınma, beslenme, ısınma, ulaşım, sağlık ve kültürel ihtiyaçlarını karşılaması için gereken parayı elde edemez; örneğin 2000 lira yerine 600-700 lira alır; o yüzden de yoksul olarak kalmaya mahkumdur, bir patronunkiyle kıyaslanamayacak kadar kötü koşullarda yaşam mücadelesi verir.

İşte bu yüzden kapitalizm eşitsizlik üzerine kuruludur, bu yüzden sömürür; işçiden 5 alır, 1 verir... Ve aradaki matematiksel fark hiçbir zaman kapanmaz, aksi taktirde kapitalist sermaye biriktiremez, zengin olamaz. Milyarlarca dolarlık sermayelere sahip şirketleri düşünürsek, sömürünün ve eşitsiz dağılımın ne kadar büyük olduğunu görürüz...

Bu eşitsizlik ve sömürü durumunu hak hukuk doğal haklar gibi kavramlarla da savunmak mümkün değildir bence. Çünkü neye ve kime göre sorusu ortaya çıkar. Ama eşitsizlik ve sömürü ortadadır, hem de neye ve kime göre değişmiyor; çünkü ortada matematiksel bir çelişki var, matematiğin herkes için geçerli olduğunu söylemeye gerek yok herhalde...

Hahahah :D :D

Matematiksel diyor bir de! Numunelik bunlar ya. Bu forumda onlarca sayfa değer meğer tartışıldı, insan açar okur. Senin yaptığın bu geyikler 100 küsür sene önce yanlışlandı.

Hak yok ama haksızlık var diyen süper zekaları tebrik ederim.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili Astur?

Alıntı yaptığım kısmı pek anlayamadım açıkçası, anlamak istemediğim şekli çok kaba gibi gözükmekte.

Saygılar.

Sevgili yurtsever, yalancıya ne yapsınlar diye sordum.

Liberaller de bu kriz durumunda devlet babanın piyasaya müdahale etmelerinden son derece hoşnuttur. Yani liberalizm bize dokunma ticaretimizi yapalım; ama başımız sıkışırsa gel kıçımızı kurtar demektedir. Liberallerin bir karar vermesi gerekmektedir, devlet müdahale etmeli midir, etmemeli midir? Ortalık güllük gülistanlıkken etmesin, kriz patlak verince devlet baba bizi kurtarsın.

Bu kısmı delillendirmezseniz yalancı olduğunuzu düşünmek durumunda kalacağım.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu kısmı delillendirmezseniz yalancı olduğunuzu düşünmek durumunda kalacağım.

Sevgili Astur

Benden ne gibi bir kanıt beklemektesin? Kriz durumunda devlet liderleriyle işverenlerin partilerindeki konuşma kayıtlarını mı vereyim, yoksa bunların 5 çayı sırasında seri şekilde çekilmiş fotoğraflarından bulunan dudak okuma dökümanlarını mı? Son ekonomik krizde ABD duruma müdahale etti mi etmedi mi? Bankaları kurtarmak için ek bir bütçe yarattı mı?

Saygılar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili Astur

Benden ne gibi bir kanıt beklemektesin? Kriz durumunda devlet liderleriyle işverenlerin partilerindeki konuşma kayıtlarını mı vereyim, yoksa bunların 5 çayı sırasında seri şekilde çekilmiş fotoğraflarından bulunan dudak okuma dökümanlarını mı? Son ekonomik krizde ABD duruma müdahale etti mi etmedi mi? Bankaları kurtarmak için ek bir bütçe yarattı mı?

Saygılar.

İşverenlerin hepsi liberal miymiş? Ekonomik krizde ABD devleti müdahale etmesine etti, buna tepki verenler de ABD'deki libertarian'lar oldu. ABD'de herkesin liberal olduğunu falan nereden çıkarıyor insanlar gerçekten anlamıyorum.

Bu arada eski nickin neydi forumda?

Link to post
Sitelerde Paylaş

İşverenlerin hepsi liberal miymiş? Ekonomik krizde ABD devleti müdahale etmesine etti, buna tepki verenler de ABD'deki libertarian'lar oldu. ABD'de herkesin liberal olduğunu falan nereden çıkarıyor insanlar gerçekten anlamıyorum.

Bu arada eski nickin neydi forumda?

Sevgili Astur

Liberal görüş içerisinde karşıtlıklar ayrı bir tartışmanın konusu. anarko-kapitalistler bu duruma karşı çıkıyor olabilir; ama şu anki kriz sisteminde bir sürü liberal bu durumdan oldukça hoşnut kaldı değil mi? Yani aman bizi kurtarmayın, serbest piyasa sisteminde kaybettik diyen olmadı. Siz gerçekten kriz patlak verdiğinde anarko kapitalistlerin de yardımı reddedeceğine inanıyor musunuz?

Bu arada eski nickin neydi forumda?

Bu kısmı pek anlayamadım. Bu foruma bu akşam saat 6 sularında kayıt oldum.

Saygılar.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...