Jump to content

Tarihin İlk Gazetecisinin Kaleminden Ankara Savaşı.


Recommended Posts

Hacı'nın bilinen ilk atasının Kırşehirli bir Türkmen gazeteci olduğunu biliyor muydunuz?

İşte onun yaşam öyküsü..

Bu arada ilginç bir tarihi gerçeği de öğrenmiş olacaksınız..

TARİHİN İLK GAZETECİSİNİN KALEMİNDEN ANKARA SAVAŞI...

1377 yılının son baharında bir Kasım günü, Kırşehir’de doğmuşum.

Babam ve annem Oğuz Türk’lerindendir.

Babam ikiye ayrılan Oğuz Türk’lerinin Bozok kolunun Kayı aşiretine doğmuştur.

Annem ise Üçokların Bayındır aşiretine aittir.

Nasılsa ikisi Kırşehir’de tanışmış ve birbirlerini severek evlenmişler.

Ben onlara doğan ilk erkek çocuğum. Her ikisinin de kökeni göçebe Yörük’tür.

Yani hayvanları ile yayladan yaylaya, ovadan ovaya göç eden Türkmen Oğuzlardandırlar.

Anne tarafım İslam’ı kabul etmiştir. Baba tarafım ise şamanlık inançlarını sürdürmektedir.

Ben baba tarafımının etkisi altında kalmadan, annemin çabaları ile Müslüman olarak yetiştirilmiş ve eğitilmiş bir Türkmen’im.

Daha sonra 18 yaşı civarında baba tarafımın inançlarını benimseyerek İslam’ı reddettim.

Şamanizm de beni sarmadı. Dinsiz ve Tanrı’sız olarak yaşamayı yeğledim.

Ama bunu kimsenin bilmesini de istemedim. Arada bir camiye giderek İslam inancına sahip olduğum izlenimini vermeye devam ettim.

Yaşadığım zaman diliminde ateizm bilinmiyordu ve inançsız yaşamak toplum tarafından kabul edilmeyen bir olgu idi.

İslam’ı kabul etmeyenlerin eğitimi mümkün değildi.

Oysa ben öğrenmeye çok hevesli bir gençtim.

Mutlaka öğrenmeli ve öğrendiklerimi diğerlerinin de bilmesi için çaba göstermeliydim.

Küçük yaşlarımda iki yıl bir hocanın yanında Kur’an eğitimi gördüm.

Sonra bir diğer hoca beni ve benim yaşımdaki diğer Türkmen çocuklarını zamanın çetin koşullarına hazırlanmamız için sıkı bir eğitimden geçirdi.

Bu eğitimin sonunda iyi güreşen, konuşan, satranç oynayan, ok atan ve dövüşen biri olmayı başardım.

Ama beni bunların hiç biri tatmin etmiyordu.

Ben hep yeni şeyler öğrenmek ve onları başkalarına haber vermek istiyordum.

Bu bende bir tutku olmuştu.

Yaşamımı başka türlü kazanmam mümkün değildi artık.

Tarihin ilk ateist gazetecisi olacaktım...

Çevredeki Türkmen boyları arasında dolaşıp, bir aşiretten öğrendiklerimi, diğerlerine ileterek ve bu arada genç Türk çocuklarının eğitimine katkıda bulunarak mutlu bir yaşam sürdürüyordum. İyi bir çadırım, kilimlerim, iki at ve bir arabam, sayıları fazla olmasa da inek ve koyunlarla, tavuklarım vardı. Bir yerden diğerine göç etmek ve orada çadır kurarak yep yeni bir yaşam başlatmak, benim için bir sorun değildi. Tek eksiğim kendime henüz bir eş bulamamış olmamdı. Şu aralar onun için uğraşıyordum.

Devamı gelebilir.. İsterseniz ama..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Devamını bekliyoruz...

Bir de açıklama: 1370'li tarihe kadar nesebini nasıl izleyebildin sevgili hacı? Yoksa tarihte bir yanlışlık mı var ya da hicri takvime göre midir?

Hiç endişe etmeyin MrGuitar hemşehrim. Bizim kayıtlarımız sağlamdır.

Tarihin ilk gazetecisinin Timur'la yaptığı röportaja sonra devam edeceğim.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Eş bulmak için tam yeni bir yöreye göç etmek üzereyken Timur denen bir Tatar’ın büyük bir ordu ile Anadolu’ya doğru yaklaşmakta olduğunu duydum. Bu haber beni yakından ilgilendirmiş, gazetecilik merakımı kabartmıştı. Hayvanlarımı ve eşyalarımdan çoğunu kızlarını almak için ziyaret ettiğim bir aileye bıraktım ve en sevdiğim ve güvendiğim atlarımla arabayı ve çadır gibi gerekli birkaç eşyayı alarak, Timur’un ordusunun yaklaşmakta olduğu yöne doğru yola koyuldum.

Timur’la tanışmak ve niyetini öğrenmek istiyordum. Bana ulaşan kötü haberlere ve yapılan katliam rivayetlerine rağmen, kendisinden korkmuyordum. Öğrenmek ve bilmekten başka endişesi olmayan ve satranç oynamayı çok seven bir Yörüğe Timur’un kötü davranmayacağından emindim.

Hatta kimbilir? Benimle satranç bile oynayabilirdi Timur..

Okuyacağınız bu satırları Timur’un ordusunu karşılamak için Irak’a gidip, Timur’la tanıştıktan ve röportaj yaptıktan sonra, Anadolu’ya geri dönerken her akşam çadır kurup durakladığım yerlerde mum ışığı altında yazıyorum. Timur-Bayezit çatışmasını sizlere ilginç bazı ayrıntıları ile birlikte anlatacağım. Hoşunuza gideceğini umuyorum..

Bir sabah erkenden atlarımdan birini arabaya koşup, diğerini araba ile çekerek, güneye, Arap topraklarına doğru yola çıktım.

14’üncü yüzyılda yol falan yoktur diyorsanız, yanılıyorsunuz. Hemen her yerleşim yerini diğer yerleşim yerlerine bağlayan, üzerinden binlerce yıl kervanların, at ve kağnı arabalarının, orduların geçtiği sayısız yollarla dantel gibi işlenmiştir Anadolumuz. O kadar çok yol var ki hangisini alacağınızı bilmeniz çok zor.

Yollarda şimdiki gibi Şam’a gidiyor, Bağdat’a gidiyor diye işaretler yok. Bütün yapacağınız sağduyunuzu kullanarak yollardan birine girmek ve her karşılaştığınız Allah’ın kuluna danışmak.. Ben de öyle yaparak, iki buçuk ay içinde Tatar’lar tarafından işgal edilmiş olan Bağdat şehri yakınlarına gelmeyi başardım. Yolda küçük gruplar halinde dolaşan Tatar askerlerine rastladı isem de, rahatsız edilmedim. Ama Bağdat’a girmekten çekindiğimi itiraf etmeliyim. Yolda karşılaştığım bir kaç Arap bana kesilen kellelerin tepeler oluşturduğunu söylemişler ve beni korkutmuşlardı.

Benim iki at ve bir araba ile savaş yerine girmemin çılgınlık olduğunu düşünen olabilir ve haklıdırlar da. Bütün varlığımı ve canımı kaybetmem her an mümkündü. Ama ben kafama koymuştum bir kere.. Ne yapıp edip, Timur’la bir röportaj yapacaktım. Bu röportaj için canımı tehlikeye atmaktan çekinmiyordum.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Iste böyleee,

Vay beeeeeee,Hacida bizdenmis.

Haci,beni kandirip, kandiricilih yapmiyasin.

Peki Haci kirsehire gittinmi hic?

Oraya gitmediysen,Türkmen deyilsin,Cabuh söyleeeee gittinmi :-))))).

Tolonbeg

Gittim, gittim.. Gençliğimde birkaç kere gittim.

Nufusa kayıtlı olduğum yer orası. Bütün baba tarafım oralı..

Ama fazla hatırlamıyorum. Epeyi oldu gideli.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Şehir civarında iki gün kadar bekledikten sonra bütün cesaretimi topladım ve Bağdat’a yöneldim.

Bir iki karakoldan kolaylıkla geçtikten sonra şehrin iyice yakınlarında sorumluluklarını daha ciddiye alan bir grup Tatar askeri tarafından durduruldum ve sorguya çekildim.

Kim olduğumu ve Bağdat’a ne için geldiğimi sordular.

Söyledim.

Osmanlı topraklarından geliyorum dedim.

Bu ilgilerini çekti.

Bayezit’den haber getiriyor olabilirdim.

Ve ben gerçekten de Timur’a Bayezit hakkında bazı önemli bilgiler verebileceğimi biliyordum.

Bayezit hakkında ilginç haberler duymuştum ve onları Timur’a nakledebilirdim.

Timur’la konuşmaya geldiğimi söylediğim zaman uzun uzun güldüler.

Yine de alay ediyor gibi gülmüyorlardı.

Benim gibi bir kıtıpyözü Timur’un huzuruna kabul etmeyeceğini düşündükleri için güldüklerini sanıyorum.

Kim olduğumu ve nereden geldiğimi söyledikten sonra bana kibar davranmaya başladılar.

Osmanlılar hakkında mümkün olduğu kadar çok şeyler bilmek istedikleri belli oluyordu.

Ben de hiç bozuntuya vermedim.

Onlar benden ne kadar çok yararlanabileceklerine inanırlarsa, ben o kadar emin ellerdeydim.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 1 year later...

Timur’la konuşmaya geldiğimi söylediğim zaman uzun uzun güldüler. Yine de alay ediyor gibi gülmüyorlardı. Benim gibi bir kıtıpyözü Timur’un huzuruna kabul etmeyeceğini düşündükleri için güldüklerini sanıyorum. Kim olduğumu ve nereden geldiğimi söyledikten sonra bana kibar davranmaya başladılar. Osmanlılar hakkında mümkün olduğu kadar çok şeyler bilmek istedikleri belli oluyordu. Ben de hiç bozuntuya vermedim. Onlar benden ne kadar çok yararlanabileceklerine inanırlarsa, ben o kadar emin ellerdeydim.

Önce bir çeşmenin yakınlarında kendi çadırımı kurmama izin verdiler. Atlarımı beslediler. Bir Tatar seyis onları baştan kuyruğa fırçalayıp temizledi... Bir ara yanıma gelerek onlara iyi baktığım için bana iltifat etmeyi bile ihmal etmedi. Beni üç gün orada beklettiler. Arada bir kılık kıyafetinden önemli görevliler olduğunu sandığım ilgililer tarafından ziyaret edilip sorguya çekiliyordum. İfadelerimde bir çelişki olup olmadığını araştırdıklarına eminim. Ama ben her zaman doğrudan şaşmadığım için bu sorgulamaların sonucundan hiç endişe etmedim. Timur’la röportaj yapmak isteğimden en ufak bir ödün vermedim. Kendisine Bayezit hakkında önemli haberler vereceğimi ilettim.

Üç gün sonra bu inatçılığım mükafatlandırıldı. Timur’un karşısına çıkacağımın müjdesini aldım. Ama daha önce iyice temizlenip yıkanmam ve yeni giysilerle kuşanmam gerekiyordu. Timur saray protokolünden birisi geldi ve beni Timur’la röportaja hazırladı. Timur’un huzuruna çıkınca nasıl davranılacağını çok iyi öğrendim. Bu protokolun dışına çıkmanın ölüm olduğunu çok iyi anlamıştım.

Timur’un huzurunda nasıl davranacağım, ona nasıl hitabedeceğim hakkında bir gün kadar süren bir hazırlık döneminden sonra, bir sabah Timur’un koruması olan seçme askerlerin eşliğinde otağ-ı Hümayun’a girdik. Bana çadıra girer girmez Timur’un önünde yere kapaklanmam emredilmişti. Ben daha eğilmeye bile fırsat bulamadan askerlerden biri tarafından yere doğru itildim. Daha ne olup bittiğini anlamadan enseme bir kılıcın dayandığını hissettim. Asker kafamı kesmek için Timur’dan emir bekliyordu. Yattığım yerden yan gözle, Timur’u izliyordum. Timur gözü ve eli ile askere hayır işareti yaptı ve ben şimdilik kelleyi kurtarmanın sevinci ile doğrulmaya teşebbüs ettim. Askerler kalkmama izin vermediler . Timur’dan izin bekliyorlardı. Timur lütfetti ve ayağa kalkmama izin verdi.

Boynum eğik, gözlerimi yere çevirmiş durumda Timur’a doğru birkaç adım attım. Bana Timur’la göz göze gelmemem ve onun yüzüne ancak bana hitabedince bakmam gerektiği sıkı sıkıya tenbih edilmişti. Birden sessizliği bozan derin ve kalın bir erkek sesi ile irkildim. Ses Timur’dan geliyordu. Otağ-ı hümayünde ondan başka konuşan olamazdı zaten.

Bana selamün aleyküm Osmanlı diye hitabetmişti. Ben de hemen aleyküm selam haşmetmeab diyerek başımı kaldırdım. Timur’la göz göze geldik. O anı hiç unutamam. Çekik, kara gözleri ile Timur bana bakıyor ve sanki aklımdan geçenleri yüzümden ve gözlerimden okumaya çalışıyordu. Yüzünde belli belirsiz, istihza, ilgi ve merakla karışık bir gülümseme vardı. Karşımda geniş omuzlarına kalın ve adeleli bir boyunla tutuşturulmuş geniş alınlı büyük bir başa sahip, güçlü küvvetli, açık derili, beyaz sakallı ve saçlı müthiş bir savaşçı duruyor, gözleri ile uzaktan beni süzüyordu.

Devamı var.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Tarihte çok "magical" bulduğum savaşlardan biri Ankara, diğeri Kösedağdır. Özellikle Kösedağ. Timur yine Semerkanttan geldi. Ama Kösedağ.. lan adamlar Moğol ya Moğol!! Nasıl ya? Oradaki "Yurt"'undan çıkmış atla taaa Doğu Anadolu!! Orada Moğol askerleri, miğferleri, zırhları güneşte parladı, vay beee... Gerçekten çok enchanting bir görüntü...

Not: Ya dilimiz bu kadar fakir mi? Magical ve Enchanting kelimelerinin Türkçesi ne? "Büyülü" veya "Sihirli" demek istemiyorum. Belki Osmanlıcada vardır karşılığı?

Bu arada şu resim de güzel:

Chlebowski-Bajazyt_w_niewoli.jpg

tarihinde Yer Su tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Not: Ya dilimiz bu kadar fakir mi? Magical ve Enchanting kelimelerinin Türkçesi ne? "Büyülü" veya "Sihirli" demek istemiyorum. Belki Osmanlıcada vardır karşılığı?

İngilizce'de büyü ve sihirle ilgili olabilecek latince, germence vs. kökenli bütün kelimeleri edebiyatta işledikçe dile maletmişler. Bize antika gelen Arapça Farsça hatta eski Türkçe kelimeleri edebiyatta bolca işlesek bizde de böyle kelimeler olur.

Link to post
Sitelerde Paylaş

İngilizce'de büyü ve sihirle ilgili olabilecek latince, germence vs. kökenli bütün kelimeleri edebiyatta işledikçe dile maletmişler. Bize antika gelen Arapça Farsça hatta eski Türkçe kelimeleri edebiyatta bolca işlesek bizde de böyle kelimeler olur.

Katılıyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Aylardır planladığım ve fantezisini kurduğum röportajın ilk yarısını başarı ile tamamlamanın verdiği coşku ile sarhoş gibiydim. Timur tarafından kabul ve hitabedilmiştim. Bundan daha büyük bir onura sahip olamazdım. Aslında röportaja otağ-ı hümayünün kapısından girer girmez başlamış sayılırdım.

Timur başka şey söylemeden, eli ile tahtın hemen yanındaki minderi işaret ederek oraya oturmamı emretti. Ve ben utana sıkıla mindere yöneldim ve ucuna iliştim. Bana hitabedilmediği için de başım önümde eğik, gözlerimle yere ve Timur’un ayaklarına bakıyordum. Ayaklarına bakmamdan sanki rahatsız olmuş gibisine Timur eli ile çenemi tutup başımı yukarı kaldırdı. Bir savaşta ayağından okla vurulduğunu ve o yüzden aksayarak yürürdüğünü duymuştum. Aynı nedenden at üzerinde de uzun zaman kalamazdı. Atımı tımar eden Tatar seyis bana Timur’un Bağdat’a atı ile değil, 20 güzide askerin taşıdığı kendi özel tahtı üzerinde girdiğini söylemişti. Timur’a aksak Timur (Timurlenk) denmesinin nedeni ayağındaki kusur idi.

Aslında Timur Tatar dilinde demir demekti. Türkçeden çalınmış bir kelime olduğunu sanıyorum. Tabii bunları Timur’a söyleyemezdim. Daha çok onu konuşturmak istiyordum. Ama onun da benden bazı önemli sırları duymak isteyeceğine emindim. Ne de olsa Anadolu’dan geliyordum ve Osmanlı ordusu ve Bayezit hakkında kendisine yararlı bilgiler verebilirdim. Beni kabul etmesinin nedeni de bu değil miyidi zaten? Bu avantajlı durumumu mümkün olduğu kadar korumalı, ona bana ihtiyacı olduğu izlenimini vermeliydim. Yoksa kelleyi her an kaybedebilirdim.

Timur bana döndü ve satranç bilip bilmediğimi sordu. Biraz bildiğimi söyledim. Bana biraz şaşırdı gibi geldi ama, hiç bozuntuya vermedi Timur. Nasıl olsa benimle satranç oynayacak değildi. Daha adımı bile bilmiyordu. Adımın ne önemi olabilirdi ki zaten! O anda hatırladım. Şimdiye kadar kimse bana adımı sormamıştı. Aslında bu hiç de iyiye alamet değildi. Adı bilinmeyen birisini öldürmek, adı bilineni öldürmekten çok daha kolaydı. Ad ne de olsa insana bir tür kişilik kazandırıyordu. Bu yüzden Timur bana dönüp adımı sorunca rahatlamıştım. O andan sonra kendimi daha emin ellerde hissetmeye başladığımı hatırlıyorum. Adımı söyledim…….

Bu keresinde Müslüman olup olmadığımı sordu. Kendisinin sıkı bir Müslüman olduğunu biliyordum. Ateist olduğumu söyleyemezdim herhalde. Yalan da söylememeye söz verdiğim için, anne tarafından Müslümanlığa hazırlandığımı söyledim. Yalan değildi.. Biraz eksikti.. Hepsi o kadar.. Üstelemedi.. Allah nasıl tekse, dünyaya da yalnız tek bir hakan hükmetmelidir dedi. Ve bana biraz kendinden bahsetti. Aslında onun da amacı benimki gibiydi. Karşı tarafı konuşturmak... Bunun için de önce kendisinin konuşması gerekiyordu. Bana kısaca hükümranlığı tek başına yürüttüğünü, vezirleri ve kendisine akıl veren danışmanları olmadığını söyledi. Amacı beni etkileyip, kendisine hayran bırakarak, bildiklerimi onunla paylaşmamı sağlamaktı. Tabii ben o açıklamalardan Timur’un hükümranlığı kimse ile paylaşmak istemeyen kıskanç, şüpheci, dominan bir mizaca sahip olduğunu hemen anlamıştım. Daha sonraki tutum ve davranışlarından da anladığım kadarıyla Timur genel olarak sessiz, sakin ve dindar bir insandı. Ayrıca iyi bir matematikçi ve satranç üstadı idi de.. Bana geceleri tek başına satranç oynadığını ve bu oyunlara dayanarak bazı savaş stratejileri geliştirdiğini söylemişti. Herşeye tek başına karar veren bir liderden başka ne beklenirdi zaten.

Devamı var.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Timur beni sevmişti. Daha doğrusu bana inanmıştı. Davranışlarından anladığım kadarıyla beni kendisine yakın bulmuştu. Yalan söylemediğime ve içten olduğuma emindi. Hakkımda karar vermek için başkalarının düşüncelerine ihtiyacı yoktu Timur’un.. Herşeye karar veren yalnız o değil miydi? Vezir ve danışmanları bile yoktu. Zaten ben de art niyetli biri değildim. Bütün istediğim Timur’la bir mülakat yapmaktı. Bunu başarmıştım. Artık ölsem de gam yemezdim.

Tabii yaşam devam ediyor ve hepimizden çok daha büyük bir olgu olarak bizlere hükmediyordu. Ben buna inanıyordum. Timur’un da aynı felsefeyi paylaşması benim için o ana kadar karşılaştığım en büyük sürprizlerden biri olmuştu… Tabii benden farklı olarak Timur, yaşamı manüple edecek bir güce sahipti. Yine de o güç sonsuz değildi. Karşısında kendisinden daha da büyük olması mümkün bir güç daha vardı. O güç Bayezit idi.. Timur düşünüyordu.. Satrançdan bildiği gibi, fevri davranmamalıydı

Röportaj Anadolu’dan gelen bir habercinin Timur’la konuşmak istemesi üzerine kesildi. Timur bana otağ-ı hümayün’ün yakınlarında bir çadır verilmesini ve iyi bakılmamı emretti. Akşam yemeğinden sonra benimle Bayezit hakkında konuşacaktı. Bu arada ben Bayezit hakkında bildiklerimi bir kağıda yazarak Timur’la yapacağımız ikinci röportaja kendimi hazırlama başladım. Aslında Bayezit hakkında bildiklerim hiç de az değildi ve Timur onlardan yararlanabilirdi. Yeni çadırım çok lüksdü. Notlarımı yazabilmem için bana bir masa, bir rahle ve minderler bile tahsis edilmişti. Hemen Bayezit hakkında bildiklerimi yazmaya koyuldum.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...