Jump to content

Tanrı var demekle ,tanrı yok demek aynı şeydir özdeştir


Recommended Posts

  • İleti 159
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

ALLHAH

Vücut

Vahdaniyet

Beka

Kıdem

Kıyam binefsihi

Bak burda varlığının devamının zatından olması yani başkasının yardımıyla olmaması denilir.

Bu saydığın sıfatlarda varlığın birliği açısında hiçbir sıkıntı yok. Biz tanrı yoktur demiyoruz var olan tek şey tanrıdır diyoruz .

Muhalefetünlil havadis

Bu nedemek şimdi !

varlığının yani zatının yarattığı mahluk sıfatlarına benzememesi...

sen de halan ben oyum oda ben diye zırvalıyorsun..Utanmadan birde islami terimlerle.

Muhalefetün lil havadis sıfatının Kurandaki temeli tanrıya benzememek , tanrıya eşit olmamak ,tanrıya denk olmamaktır Tanrının bu özelliklerinin ifadesidir. İlgili gösterilebilecek ayetlerde şunlardır. İhlas suresi 4.ayet. ve Şura suresi 11.ayet, Meryem 65. ayet, Enam 101, Bakara 22 ayet .

Biz bu başlık altında ne yazdık kardeşim?

Tanrı Güneşe, Aya veya Venüs yıldızına benzer dedik mi? Yada bizim köyün ortasındaki dut ağacına benzer mi dedik…

Abdurrahman emmim tanrının tıpa tıp kopyasıdır. Tanrı Abdurrahman emmime benzerdir eşittir ,denktir de demedik.

Tanrı geçmişte ve şuan yarattığı ve gelecekte yaratacağı her şeyi kendi özünden yaratır dedik.

Tanrı suret olarak ,özellik olarak , varlık olarak hepsinin toplamıdır hepsidir dedik. Her şeyle yekparedir.

İçlerinden bir tanesine yada bir kaçını alıp da tanrının benzeri ,eşiti ,dengi budur demedik.

Tanrı varolan her şeyle bütün ve yekpare olduğu halde , Kendi içinde bölünerek algılanması cehalettir yanılgıdır. Kuranda tanımlanan tanrının özelliklerinden biride ‘’dilediğini delalete düşüren’’ olmasıdır. Yani kurana göre bu yanlış algılama, bu cehalette tanrının isteğidir.

Asıl şirk odur.

Yani sen o toplamdan birini alıp tanrı budur diyemezsin Tanrı o toplamın hepsidir.

Muhalefetün lil havadisle çelişmiyoruz..

Eğer insan yaratabilseydi yinede yaratıcı ile aynı olamazdı. Çünkü yaratılmışın yaratması ancak her türlü yaratmayı bilenin dilemesi ile olur.

örneğin:hayat,kudret irade varetme gibi fiili sıfatların tesiri ile olurdu.

Oysa İnsan yaratamadığı gibi ölümlü sınırlı sonludur..Hatta insan sonsuz olsa bile yinede Allah ile özdeş olamazdı.

Peki neden ?

Hemen söyleyeyim , Yaratıcının hiçbir şeye ihtiyacı olmaması gerekirde ondan.

Şöyle veye böyle şu veye bu, mahluk ihtiyaçsız olamaz.

Bu yazdıkların senin bakış açının seni götürdüğü sonuçlar.

Halik ile makluku birbirnden ayrı gördüğün için mahlukun yaratışınıda Halikin yaratışınıda ayrı görüyorsun.

Oysa ikisinin aynı olduğunu bilsen yaratılan her şeyin, hiçbir şeye muhtaç olmadan ezelden beri varolduğunu anlarsın.

İhtiyacıda muhtacı yaratan aynı varlık .. ikilik ayrılık geçici bir yanılsamadır .imtihan işte budur.

Ölende yaşayanda aynı varlıkta birdir bütündür.Sadece sahne değişir.

Şimdi gelelim Yaratmaya;

Yaratmak ne demektir?

Yaratma (halk) kelimesi Yoktan var etme vardan var etme! anlamlarını içerir.

Vardan var etme nesnelerden yeni bir şekil veya sınırlı zihinde hayali bir resim gibi.bu da yaratmak değilde keşif olur.

Malesef insanlar bunu yoktan var etme ile karıştırıyorlar.Çünkü insan sınırlar içinde bilmediği hayal edemediği bir resim yapamaz.

Yaratıcı ise örmeksiz vardan var eder.

Yoktan yaratmak demek Tanrını daha önce örneği, sureti, şekli, niteliği belli olmayanı ,tanrısal potansiyelinden toplayıp çıkarması meydana koyması demektir.

Yoktan varetme;

Biz insanlar için yokluk diye bir kavram yok ..Yani mutlak yoklukta bir çeşit varlıktır.

Allah varsa yoklukta yok olması gerekir mi ?? bu her şey varmı demek olur ? .Evet eğer Allah varsa herşey var demek olur.

Çünkü; Alem yokken o vardı demek, başı sonu olmayan bilğisi dahilinde alem (yokluk-varlık) vardı demek olur..demek oluyor ki, yaratılmış ve yaratılmamış her şey ondan bağımsız olamaz.

Biraz düşününce sende yaklaşıyorsun anlattığım şeye..düşünmeyi bırakma. Biraz daha biraz daha ilerlersen herkesin birleştiği noktaya varacaksın.

eğer maddenin başlangıcı yokluk olmasaydı şu halde madde başlamış olmaması gerekirdi. Yok eğer başlamış madde Allah olsaydı başı sonu olmaması gerekirdi..

Madde dediğimiz alem ''şey'' tanrının özünde vucud bulup ,sonra aynı öze döndüğü için maddi varlık aleminin başından ve sonundan bahsedilebiliyor.

Vucud bulup sonra dönmektir başlangıç ve son.

Yaratıcı ile maddenin arasında ki nispet sadece yaratmak olması gerektiğinden, maddeyi ta yokluktan varetmesi hiçte akla uzak gelmiyor.

Peki yokluk nedir ? ; Bilmiyorum..............Zaten benim bilmemem onun olmadığını göstermez diyorum.

Bak güzel kardeşim yoktan bir şey yaratılamaz. Bu hem mantığa hem bugünkü bilime aykırıdır.

Çocuk masallarında olur hokus pokusla yaratmak…

Çocuk zihni hamdır , gelişmemiştir. Bir açıklaması olmayan şeyleri rahatlıkla kabul eder.

‘’Yokluk ‘’ kendi içinde hiçbir farklılaşmayı barındırmaz.

Yokluğun içinde yokluktan farklılaşan bir şey olmalı ki, o farklı etki kullanılarak bir şey yaratabilesin.

Ama yokluğun içinde hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla varlık ancak vardan yaratılır.

tarihinde tate tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Doğanın kayıt tuttuğunu nerden biliyorsun?

Doğa kayıt tutmasaydı şimdi hiçbir bilim dalı olamazdı.Tarihiten tut kozmolojiden ,antropolojiden ,paleontolojiden çık hepsi doğanın tuttuğu kayıt sayesinde bilinebilmiştir.

Bunun felsefi karşılığı ise evrenin tanrının kitabı yani levhi-mahfuzu oluşudur.

Hepsi apaçık birkatapta saklıdır derken bundan bahsedilmktedir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Doğa makro ölçekte kayıt tutuyor gibi gözükür ama doğadaki izlerde bir süre içinde silinir gider.

Mikro ölçekte ise zaten bir parçacık üzerinden yapılan bir ölçüm parçacıgın geçmişine reset atar.

Sen bir parçacıgı gözlediğinde onun geçmişine dair olan bilgi buhar olur uçar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Mesela senin dedenin dedesinin dedesi, 1000 yıl önceki büyük dedene dair bilgi nerde NOİR?

toprakta çürümüş gitmiş bir beden, böcekler bakteriler yemiş onu.

Dedenin anıları nerde şimdi mesela?

Böceklerin bakterilerin içinde mi?

Hayır değil.

Böceklerde, bakterilerde, toprakta olanlar dedende ki, atomlar, elemenlerde, dedenin anıları, aklı, zekası, bilinci değil.

tarihinde kenzo tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Mesela senin dedenin dedesinin dedesi, 1000 yıl önceki büyük dedene dair bilgi nerde NOİR?

toprakta çürümüş gitmiş bir beden, böcekler bakteriler yemiş onu.

Dedenin anıları nerde şimdi mesela?

Böceklerin bakterilerin içinde mi?

Hayır değil.

Böceklerde, bakterilerde, toprakta olanlar dedende ki, atomlar, elemenlerde, dedenin anıları, aklı, zekası, bilinci değil.

Sn Hacı 'nın bir yazısı vardı .Geçen zaman evrende bilgi olarak birikir diye.

GEÇEN ZAMANA NE OLUR?

Uzay Bir Bang’den sonra, ilk elementleri oluşturan öğelerin bir araya gelmesi ve çekim gücünün maddeyi galaksı öncüsü kümeler şeklinde bir araya getirmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Uzay kütleçekim kuvvetini ileten dalgalarla, elektromanyetik radyasyonundan oluşan bir dokuya sahiptir. Bu doku ayrıca zaman dediğimiz ve ne olduğu hakkında fazla bilgimizin olmadığı bir değer tarafından da satüre edilmiştir.

Kütleçekim dalgaları, elektromanyetik radyasyon ve zaman, birlikte uzayın sihirli dokusunu oluştururlar.

Bu doku, içinde barındırdığı çeşitli büyüklüklerdeki kütleler tarafından eğilir, bükülür, katlanır, çekilir, gerilir ve deforme edilir.

Zaman da uzay dokusunun bir öğesi olmalıdır. Çünkü zaman, madde ve uzay gibi, Big Bang’den sonra ortaya çıkan, son derece entrikalı ve muğlak bir kavram ve değerdir.

Zaman, bütün evreni dolduran kütleçekim dalgaları ve elektromanyetik radyasyon gibi, evrenin bir ucundan diğer ucuna yayılmış ve arada yer alan bütün uzayı doldurmuştur.

Bu zaman için, çekim ve elektromanyetik radyasyonla birlikte ortaya çıkan ve uzay dokusunun yapısına katılan “ilkel” veya “ilk”zamandır diyebiliriz.

Geçen, kullanılan, harcanan bir değer olarak tanımlanabilen zaman bu zaman değildir.

Geçen zaman olarak tanımladığımız ve pratikte kullandığımız zaman, uzayın oluşması sırasında açığa çıkan ilkel zamandan, bütünün parçaları şeklinde borç alınan ve dünyanın kendi ve güneş etrafında dönmesi gibi, bazı keyfi limitler arasında tutulan değerdir.

Esas zaman, evren oluştuktan 300 bin yıl sonra vuku bulan şeffaflaşma süreci sonunda, uzay ve ilk elementlerle birlikte ortaya çıkmış ve etrafa ışık hızı ile yayılmaya başlamıştır.

Çünkü o zamanın daha hızlı yayılmasına olanak yoktur. Big Bang ve genişleme sırasında zaman da yaratılmıştır ama, kendi varlığını gösterecek uzay şeklinde bir doku henüz mevcut olmadığından, henüz maddeden soyutlanmamıştır.

Daha sonra zaman, elektromanyetik radyasyon ve kütleçekim dalgaları gibi, oluşan madde ile birlikte evrene yayıldığı ve bu ilk evren madde ile dolu olduğu için, uzay daha başında zaman denen değerle satüre olmuştur.

Bu gözlemler ışığında zaman için şunları söyleyebiliriz:

Zaman, elektromanyetik radyasyon ve kütleçekim dalgaları gibi, atomaltı quantum alemden, atomüstü evrene yayılan bir değerdir.

Uzay ve evrenle birlikte zaman da genişlemektedir.

Biz bu zamanın yaklaşık 13,7 milyar yıl yaşında olduğunu hesaplıyoruz.

Yani kendi keyfi zaman ölçümüzü bu ilk zamana uygulayarak onun yaşını saptıyoruz.

Bizim kullandığımız zamanın keyfi ve göreli olmasına karşın, uzay dokusunun bir öğesi olan bu ilk zaman, giderek genişleyen ama, yine de absolü olan bir değere sahiptir. Madde var oldukça o da var olacaktır ve madde ile birlikte yaratılmıştır. Çünkü maddenin davranış biçimlerinin ilginç bir ürünüdür. Ayrıca bu zaman geride uzay dokusunun kaçınılmaz bir öğesi olarak kalacaktır.

Zamanın göreliliği ancak yerel olarak söz konusudur. Evren o kadar geniştir ki, bu evrende mevcut bütün zamanların absolü olması mümkün değildir. Bu zaman ancak göreli olabilir. Çünkü ışığın ve zamanın geçme hızı saniyede 300 bin km’yi aşamaz. Işık hızı sabittir ama, uzay ve zaman ancak birlikte genişleyip daralabilir. Uzayda ışık hızına yakın hızlarda hereket eden bir cisim için uzay genişler ve dolayısıyla zaman yavaşlar. Ama ışık hızı değişmez. Einstein’ın görelik kuramının temeli budur.

Büyük cisimlerin yakınlarında zaman yavaşladığına göre, maddenin ışık hızı ve zamanla entrikalı bir ilişkisi olmalıdır. Madde ne kadar büyükse üzerinde ve yakınlarında zaman o kadar yavaş geçmektedir. Yani zamanın geçme hızı maddenin kütlesi ile de ters orantılıdır.

Einstein maddenin bir tür enerji olduğunu ünlü formülü ile veciz bir şekilde belirtmiştir.

E=MC2

Bu formüle göre enerji ve madde birbirlerine dönüşebilmektedirler.

İlk termodinamik yasasına göre, içinde yaşadığımız evrende enerji konzervasyonu(tutumu) vardır. Kullanılan enerji yok olmaz. Başka bir enerji şekline dönüşür. Madde yok olmaz.

Öyle ise enerjinin maddeye dönüşmesi süreci sırasında ve uzay oluştuktan sonra, onlardan ayrılan ve doğası ne olursa olsun, zaman da, yok olmamalıdır. Madde var olduğu süre, hem enerji, hem de zaman var olmaya devam etmelidir.

Daha da ötesi zaman, ilk termodinamik yasaya tümüyle uymalı ve yok olmadan bir değerden diğerine değişebilmelidir.

Evrende zaman bir değerden diğerine değişmekte ise, bu nasıl vuku bulmakta ve zaman ne gibi değerlere dönüşmektedir?

İki türlü zamandan bahsetmiştik. Absolü ve göreli zamanlar..

Bunlar arasında bir ilişki var mıdır?

Keyfi olarak kullandığımız göreli zaman, ilk ve absolü zamandan parçalar şeklinde borç alınan bir zaman ise, bir tür zamanın diğer tür zamana dönmesi mümkündür diyebiliriz.

Peki zaman başka neye dönüşebilir.

Zaman nasıl ve ne olarak birikir?

Kendi dışında nasıl bir değere dönüşebilir?

Geçen zamana ne olur?

Geçen zaman kaybolmaz. Yok olmaz.. Bir diğer şekle dönüşür. O şekil nedir?

Sıra bu soruların yanıtını vermeye geldi....

Geçen zaman evrende vuku bulan fizik değişiklikler şeklinde birikir.

Bu değişikliklerin doğasını bilen onları yakından inceleyerek geçen, kullanılan zamanın miktarını saptayabilir.

Hemen her geçen an geride fiziksel bir iz bırakmaktadır.

Bu iz için “bilgi” terimini kullanabiliriz.

Evrende sürekli bir bilgi birikimi vardır.

Bu birikimi yakından inceleyerek geçmiş zamana ulaşmak ve aradan geçen zamanı oldukça doğru olarak hesaplamak mümkündür.

Yukarda zaman, enerjide olduğu gibi, ilk termodinamik yasasına uyar ve yok olmaz demiştik.

Sadece şekil değiştirir.

Bu değişiklik başka bir zaman türüne dönmek olabileceği gibi, maddenin şekil değiştirmesi sürecine katılıp, onun içinde birikme ve gizlenme şeklinde de olabilir.

Başka bir deyişle geçen zaman “bilgi” olarak depolanır.

Ancak bu bilginin evrende mevcut bilgi alış verişi ile bir ilgisi yoktur.

Bu alıp verilen ve kullanılan bir değer değildir.

Kullanıldıktan sonra biriken bir değerdir.

Bu durumda bilginin de en azından iki türü olması gerekmektedir.

İlki maddeler arası tepkileşmeyi, ahenk ve koordinasyonu ve haberleşmeyi sağlayan bilgidir.

Evrenin bir yöresi, diğer yörelerini bu bilgi aracılığı ile farkeder ve ona gösterdiği tepkiler yine bu bilgi aracılığı ile iletilir.

Çekim kuveti bu bilginin iletilmesinden sorumludur.

Zamanla ilgili bilgi ise, bu bilgi alış verişi sırasında maddede olan değişikliklerin fiziksel olarak birikmesinden ibarettir.

Bu bilgi kendini kolay bir şekilde manifest etmez.

Çeşitli yöntemlerle araştırılması, incelenmesi gerekmektedir.

Bu bilgi türü bizi geçmişe götüreceğinden ve ona ışık tutacağından, insanlık için son derece önemlidir.

Bu bilgiyi bulup çıkarmak aklı ve zekayı gerektirmektedir.

Bu bilgi ancak bilimsel yöntemlerle araştırılıp, çıkarılabilir.

İşte zaman bu tür bilgi birikiminden sorumludur.

Zaman, zamanla bilgiye dönüşerek birikir ve madde içinde, daha doğrusu , maddede vuku bulan değişiklikler şeklinde saklanır.

Zamanın, zamanla bilgiye dönüşerek birikmesi ve madde içinde, daha doğrusu, maddede vuku bulan değişiklikler şeklinde saklanması ne demektir?

Zaman geçer, geride iz bırakır.

Bu iz ancak bilimsel derlenebilen bilgi olarak birikir.

Radyoaktif çürüme ile ilgili yasalar dikkate alınarak belli bir toprak tabasında bulunan bir fosilin kaç yaşında olduğu saptanabilir.

Aynı yasalara uyularak güneş sisteminin yaşı da oldukça doğru olarak bilinebilir.

Giderek yaşlanmak olan dünyada kıt’alar birbirlerinden uzaklaşmaktadırlar.

Bu uzaklaşmanın hızı bilinirse, kıt’aların geçmişteki konumları ve onlarla ilgili diğer bazı ilginç olgular oldukca doğru olarak bilinebilir.

Bazı dağlar sürekli olarak yükselmektedirler.

Bu yükselme miktarı bilinirse, onlar ne zaman yükselmeye başladıkları da biliniyor demektir.

Bütün bu süreçler sırasında zaman geçmekte ve geçen zaman ortamda vuku bulan fiziksel olguların yapısına katılarak, onlarda bilgi şeklinde birikmektedir.

Geçen zaman bilgiye dönüşmektedir.

Hemen her konuda, bazı istisnaları ile, geçen zaman bilgi olarak birikir.

Onlardan elde edilen bilgilerin bilimsel yorumu, geçmiş zamanda vuku bulan süreçlerin doğasına ve geçmiş zamanın kendisine ışık tutacaktır. Zamanın geçerken arkada bıraktığı izler iyi değerlendirilirse, geçmiş hakkında oldukca doğru ve son derece yararlı bazı gerçeklere vakıf olmak mümkündür.

İster insan eseri olsun, ister doğal, hemen her türlü varlık, süreç, olgu ve olayın, belli bir ömrü ve oluş şekli vardır. Onları günümüz koşullarında yakından izleyerek, bulguları geçmişe uygulamak ve geriye doğru giderek, aradan geçen zaman dilimi içinde vuku bulan değişikliklerin doğası hakkında oldukça doğru bilgi sahibi olmak mümkündür.

Hindistan subkontinenti Asyaya çarpmış ve ikisi arasında Himalayalar oluşmuştur. Himalayalar hala yükselmeye devam etmektedirler. Bu yükselmenin miktarının yılda 5 sm olduğu hesaplanmıştır. Bu müthiş bir yükselmedir. Everest tepesinin denizden yüksekliği şu anda 8165 metre ve bu dağ hala yılda 5 sm yükselmekte ise, Hindisatan kıt’asının Asya ile kaç yıl önce çarpışmaya başladığını ve bundan 100 yıl sonra Evrest’in kaç metreye tırmanacağını hesaplamak herkesin yapabileceği basit bir aritmetiktir. Aradan geçen süre Himalayalarda bilgi olarak birikmiştir ve birikmeye devam edecektir.

Bundan kaç yıl sonra hangi Himalaya dağının ne kadar yükseklikte olacağını hesaplamak işten bile değildir.

Sahilleri yakından izleyerek, bundan ne kadar önce büyük bir tsunamiye maruz kaldıklarını ve tsunaminin yüksekliğini hesaplamak mümkündür.

Sahilde varlıkları saptanan fiziksel değişiklikler tsunaminin zamanı ve doğasu hakkında yeterli bilgiler verecektir.

Çeşitil katastrofilerle günümüz arasında geçen zaman doğaya imprint edilmiştir. Taşlara, toprağa doğa dili olan bilimle yazılmış ve çizilmiştir.

Herşeyin temeli bilgidir. Zaman bu konuda bir istisna değildir ve geride bilgi olarak birikmektedir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bana göre, degerlendirmelerinde eski -izmlere ve hatta çesitli filozoflara saplanıp kalmak anlamsız, faydasız. Filozof folozof diyoruz ama biraz dikkatle düşünürsek bu düşünürler 300, 500 yıl, belki daha gerilerde yaşamış kişiler. Öğrenim araçları Aydınlanma Cağı'na kadar zaten Latince yazılmıştı. Bir yanda yanlızca küçük bir ayricalıklı grup bu araçlara ulasabiliyor, onları anlayabiliyor öte yandan günümüze karşın o zamanlar insanlığın doğaya dair elde etiği bilgi birikmi çok daha kısıtlıydı. O dönemde bir büyük filozofun elindeki bilgilerden çok daha geniş kapsamlısına bugün bir genç bilgisayarı başında ulaşabiliyor. Bir Hegel felsefesini Görelilik Kuramı'ndan Kuantum Fiziği'nden habersiz geliştirmiştir. Demek istediğim fikirlerimizi muhakkak bir -izmle açıklamak zorunda hiç mi hiç değiliz, dahası bu çoğu zaman kısıtlayıcı olabiliyor. Biraz önce forumda Panteizm ile ilgili bir yazışma okudum: 'Panteizm'e göre tanrının varlığı da yoklugu da kanitlanamaz o halde bu Ateizm'den farksızdır'. Şimdi bu öğreti bunu iddia ediyorsa o -izme bağlı kalma adına bir çıkmaza girmek çok gereksiz manasız bir şey. Ikincisi ögretileri çarpıstırmak zorunda da değiliz. 'Bir kez Panteist daima Panteist' v.b. kuralı mı mevcut? Bizim bunu yapmaya neden ihtiyacımız olsun? Aklımız ve tarafsız, sürekli gelişen, kendini güncelleyen, nesnel, hiçbir kimseye ve ideolojiye bağlı olmayan bilim bize yeter. Buna bir -izmli isim koymaya hiç gerek yok hatta bunu yapmamayı tercih ederim. Eskiden gelen öğretiler bize zaman zaman yardımcı oluyordur muhakkak ancak onlara taraftarlık içinde bağlı kalmak, zaman zaman engelleyici olabiliyor diye düşünüyorum.

tarihinde BFG tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Sn Hacı 'nın bir yazısı vardı .Geçen zaman evrende bilgi olarak birikir diye.

Pek doğru değil aslında

Evrende bilgi atomaltı düzeyde sadece olasılık değerleri olarak çıkıyor karşımıza

Sadece ihtimalleri bilebiliyoruz ve bu bizim yetersizliğimizden kaynaklanmıyor.

Evren planck boyutlarında cadı kazanı gibi kaynıyor.

Buna vakum dalgalanmasıda deniliyor.

Sürekli parçaçcıklar oluşup sonra vakuma geri dönüyor ve hesaplar gösteriyor ki bu süreçler tamamen rasgele vuku buluyor.

Böyle bir evrende geçmişin bilgisinin evrende tam olarak kodlanmış olarak bulunduğu söylenemez.

Evren, geçmişin bilgisini tam olarak tutacak yapıda değil.

Aşkın bir zeka bile evrendeki şu anki bilgiye bakarak geçmişi ve geleceği tam olarak öngöremez.

tarihinde kenzo tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Burada bu vesileyle Kuantum Mekanigi ve Belirsizlik Ilkesi ile ilgili birkac sey yazmak istiyorum.

Kuantum fiziginin isleyisi bugün henüz bütün parametreleriyle tam olarak ortaya cikartilamamistir. Daha cok bu mekanigin öngördügü sonuclar üzerinden teorinin cesitli yorumlamalari bulunmaktadir.

Mesela Kopenag Yorumu na göre fiziksel sistemlerin deterministik bir dinamigininin ayakta duramayacagidir. Yani radyoaktif parcacigin parcalanma aninin kesin olarak tespit edilememsinin, izlenimi yapanin atomun ic yapisindaki bilinmeyen özelliklerden haberdar olmamsindan kaynaklanmadigini, bunu bilmek icin bir neden olmadigi yorumunu getirir.

Ama bunu yaninda Gizli-Degiskenler-Yorumu na göreyse bu bilinemiyor cünkü o tesadüfiligin sebebi olan etkiler bilinmiyordur. Eger bunlar bilinirse bu 'tesadüfilik' ortadan kalkacaktir ve bu sürec tamamen bir deterministik yapi kazanacaktir.

Niels Bohr un yorumuna göre ise kuantum objesiyle ölcü aygiti karsilikli etki alisverisi icindedir. Bu nedenle bu ikisi (kuantum objesi+ölcü aygiti) bir bütün sistem olusturur ve kullanilan ölcüm düzenegine göre, bu bütün farkli tamamlayici bir yapi kazanir. Ama konumun ve impulsun ölcümü farkli ölcüm düzenekleri gerektirdiginden impuls ve konum farkli iki fenomen ifade eder. Bu nedenle bu ikisi ilkesel olarak standart bir tanimla özetlenemez.

Heisenberg yorumuna ise gercekci ve öznelci ögelere dayaniyor. Ona göre dalga fonksiyonu bir taraftan bir seyin olacagina dair cisimsel bir egilim gösteriyor -Heisenberg tarafindan 'Potentia' olarak adlandirilmistir- diger yandan 'sistem üzerine bilgimiz dair -tabii ki öznelci olmasi gereken- ifadeler' iceriyor. Kisacasi gözlemin kendisi ihtimalleri etkiliyor!

Bir de cok ilginc olan Coklu-Dünya-Yorumu var. Buna göre bir ölcüm sirasinda evren birden fazla dünyaya bölünüyor ve bu dünyalarin her birinde ihtimallerden sadece bir tanesi yer aliyor.(fazla fantastik bilim kurgu havasi var)

Daha bunu disinda bir cok farkli yorumu var kuvantum fiziginin. Bunlardan bazilari tamamen deterministirk bazilari paralel dünyalardan bahsediyor.

Yani sonuc olarak bu teori her ne kadar filmlerde ve belgesellerde -heyecan yaratan etkisinden dolayi herhalde- indeterministik, metafizik(o da ne demekse artik) bir forma sokulma egiliminde ise de(popüler kültürün bir parcasi oldu cikti) kesin böyle oldugunu söylemek mümkün degil. Özellikle de henüz Büyük Görelilik Kurami ve Kuantum Mekanigini birlestiren o Büyük Birlesik Kuram henüz bulunamadigindan. Bir deneme olarak String Teorisi var bunu yapmaya aday olarak ama bazi fizikciler tarafindan henüz bilimsel olmaktan cok filozofik görülüyor.

Son olarak ben radyo dalgalariyla hic parazitsiz bir alanda A dan B ye mesela 'Merhaba' mesajini gönderdigimde B uygun gereclerle onu örnek 'rwk0en3' olarak degil yine 'Merhaba' olarak aliyor. Veya her sabah hafizamiz tamamen karman corman olmus bir halde uyanmiyoruz. Acikca gözlemledigimiz evrenimizde bir keyfilik yok.

tarihinde BFG tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu saydığın sıfatlarda varlığın birliği açısında hiçbir sıkıntı yok. Biz tanrı yoktur demiyoruz var olan tek şey tanrıdır diyoruz .

Bak güzel kardeşim yoktan bir şey yaratılamaz. Bu hem mantığa hem bugünkü bilime aykırıdır.

Çocuk masallarında olur hokus pokusla yaratmak…

Çocuk zihni hamdır , gelişmemiştir. Bir açıklaması olmayan şeyleri rahatlıkla kabul eder.

‘’Yokluk ‘’ kendi içinde hiçbir farklılaşmayı barındırmaz.

Yokluğun içinde yokluktan farklılaşan bir şey olmalı ki, o farklı etki kullanılarak bir şey yaratabilesin.

Ama yokluğun içinde hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla varlık ancak vardan yaratılır.

Halan anlamadın değilmi ?

Yoktan neden yaratılmasın ? Senin kafan basmıyor diyemi? yoklukta farklılıklar olmadığını nasıl uyduruyorsun ?

Aslında sen bilmediğin anlayamadığın kavramaktan aciz olduğun bir meseleyi inkar etmekle yalan söylüyor bu yalanada kendin inanıyorsun.

Bu nyüzden başta sana kafasıız dedim demek yanılmamışım.

Sen ne bilirsinki nerden bilirsinki yokluk nedir ?

Allah yokluğuda yaratır varlığıda sonsuzuda ..Bunda anlaşılmayacak ne var ?

Yukarda yaratmak nedir bir kaç cümle ile anlattım..

İnsan için yaratma kavramı bilim ile madde ile, hacı hoca ile kavranmaz . İnsan bunu tasavvur etmekten acizdir dedim.

İman edilir .Hatta bu akla daha kolay gelir.

Nedeni, varlıklardan değişik benzeri gelişimler olması gereken değilmi ?

Yoksa sabit kalsa, ne sen kafandan uydurduğuna inanırdın nede ateist olurudun.

Şuda olabilir, geleckte modern bilim maddenin enerjinin bizim bilmediğimiz anlayamadığımız bir yerlerden çıkıyorda diyebilir..Sana kalsa bilinmeyen olmaz !!

Bu kadar basit bir meseleyi kavrayamayıp gittikçe sesin yükseliyor farkında bile değilsin.

ama yok sen yaz yazda saçmalamak nedir onu bari öğrenelim.

Ayrıca ihtiyacı muhtacı yaratan aynıdır evet ben zaten aksini söylemedim ki..Bunu söyleyen sensin .

Şimdi bundan ne anlamalıyız !

Demek muhtaç olan yaratamaz..Yaratan muhtaç olmaz olmaması gerekir.

Sana kalsa aciz zıttı benzeri muhtaç hastalıklı zavallı insan ile yaratıcı aynı .. de git işine bre adam ..Bunu müslüman vasıflı ateist bile reddeder. ben senin ateist olduğundan şüphe etmeye başladım.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Doğa makro ölçekte kayıt tutuyor gibi gözükür ama doğadaki izlerde bir süre içinde silinir gider.

Mikro ölçekte ise zaten bir parçacık üzerinden yapılan bir ölçüm parçacıgın geçmişine reset atar.

Sen bir parçacıgı gözlediğinde onun geçmişine dair olan bilgi buhar olur uçar.

Mesela senin dedenin dedesinin dedesi, 1000 yıl önceki büyük dedene dair bilgi nerde NOİR?

toprakta çürümüş gitmiş bir beden, böcekler bakteriler yemiş onu.

Dedenin anıları nerde şimdi mesela?

Böceklerin bakterilerin içinde mi?

Hayır değil.

Böceklerde, bakterilerde, toprakta olanlar dedende ki, atomlar, elemenlerde, dedenin anıları, aklı, zekası, bilinci değil.

Kızılderililerin bir sözü vardır.Ölüler bildiklerini beraberinde götürmezler.Onları hayatta kalanlara aktarırlar.

Benim dedeme ait bilgilerde saklanıyor.genetik aktarımı ile kültürel aktarım ile.Her türlü şekilde bilgi biriktikçe geçmişi okuma yetilerimiz artacak.Bilgi sürekli birikiyor.

Zaten anılar dediğin de bilincin tekelinde olan şeylerdir kenzo.Senin hafızan silinip yok olsa maddi bedenin aynı olacak fakat bilinçsel olarak o kişi sen olmayacaksın.Nersinden bakarsanız bakın doğada dualite hakim .Bir görünen bir görünmeyen .Madalyonun iki yüzü gibi.

Yalnız tateciğim senin yorumlarını hayretle okuyorum.Sanki benim düşüncelerime tercüman oluyorsun.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Tanrı vardır demek ile, tanrı yoktur demenin, metodolojik olarak hiç bir farkı yoktur. Birbiriyle zıt bu 2 düşünce, dogma ve inançtır. Bilimsel verilere dayanmaz.

tarihinde HARUNN tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Genelde olduğu gibi yine bir kavram karmaşası var.

Metafizik bir güç'ün var olmadığı kesin biçimde kanıtlanamaz ama bu dinlerin tutarsız tanrılarının var olmasının mümkün olduğu anlamına gelmeeeeeez.

Dinlerin (özellikle semavi olanların) tanrılarının tutarsız nitelikleri vardır ve onlar zaten var olamaz.

Burada yokluğu kanıtlanamaz olan herhangi bir metafizik güçtür, dinlerin saçmasapan tanrıları değil.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kızılderililerin bir sözü vardır.Ölüler bildiklerini beraberinde götürmezler.Onları hayatta kalanlara aktarırlar.

Benim dedeme ait bilgilerde saklanıyor.genetik aktarımı ile kültürel aktarım ile.Her türlü şekilde bilgi biriktikçe geçmişi okuma yetilerimiz artacak.Bilgi sürekli birikiyor.

Zaten anılar dediğin de bilincin tekelinde olan şeylerdir kenzo.Senin hafızan silinip yok olsa maddi bedenin aynı olacak fakat bilinçsel olarak o kişi sen olmayacaksın.Nersinden bakarsanız bakın doğada dualite hakim .Bir görünen bir görünmeyen .Madalyonun iki yüzü gibi.

Yalnız tateciğim senin yorumlarını hayretle okuyorum.Sanki benim düşüncelerime tercüman oluyorsun.

Dedenden, ninenden, anandan, babandan duydukların bilgi olarak sende kalıyor ama bunlarda zaman içinde unutuluyor.

Soruyorum sana 5 nesil önceki dedene dair neyi biliyorsun, ne kadar biliyorsun?

Bütün bunlar bir yana, doğa bilgiyi tutmaz. Bunlar laf ola beri gele sözler.

Doğanın bilgiyi tutması ancak ve ancak mutlak deterministik bir evrende mümkün olabilirdi ama böyle bir evrende yaşamıyoruz.

Bu teorik olarak bile imkansız.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bilgi, bir maddenin bir başka madde üzerindeki izleridir. Bilgi madde etkileşimleridir. Maddeler sürekli hareket halinde olduğu için, sürekli birbirlerini etkiledikleri için her bilginin üzerine yeni bilgiler eklenince, eskiler silinebilir. Dolayısıyla her bilginin bir ömrü vardır. Tabi bizden bağımsız bilgi var. Ama o bilgiyi okuyan değerlendiren olmadığı sürece ona bilgi de denmez. Demek ki bir de bilgiyi okuyan gerek. Bizler bilgileri, her türlü madde etkileşimlerini okuyup anlamlandırabiliyoruz. Milyonlarca yıl süren jeolojik yer hareketlerini, dağların, kayaların ömürlerini, kutupların, karaların okyanusların önceki hallerini yeryüzü katmanlarına bakarak bilebiliyoruz.

Sonuç itibariyle zaman birikir ancak çok eskinin izlerini de silebilir.

Madde üzerindeki izlerin tümünü silebilecek çok büyük bir enerji olursa (örneğin dünya güneşin üstüne düşerse) hiçbir bilgi kalmaz. Bütünbilgiler silinir.

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bilgi, bir maddenin bir başka madde üzerindeki izleridir. Bilgi madde etkileşimleridir. Maddeler sürekli hareket halinde olduğu için, sürekli birbirlerini etkiledikleri için her bilginin üzerine yeni bilgiler eklenince, eskiler silinebilir. Dolayısıyla her bilginin bir ömrü vardır. Tabi bizden bağımsız bilgi var. Ama o bilgiyi okuyan değerlendiren olmadığı sürece ona bilgi de denmez. Demek ki bir de bilgiyi okuyan gerek. Bizler bilgileri, her türlü madde etkileşimlerini okuyup anlamlandırabiliyoruz. Milyonlarca yıl süren jeolojik yer hareketlerini, dağların, kayaların ömürlerini, kutupların, karaların okyanusların önceki hallerini yeryüzü katmanlarına bakarak bilebiliyoruz.

Sonuç itibariyle zaman birikir ancak çok eskinin izlerini de silebilir.

Madde üzerindeki izlerin tümünü silebilecek çok büyük bir enerji olursa (örneğin dünya güneşin üstüne düşerse) hiçbir bilgi kalmaz. Bütünbilgiler silinir.

Sevgiler.

Ne güzel açıklamışsın doktorcuğum.Elbette bilgiyi bir okuyan gerek.Bilgi bilinçle işlenince bir anlam kazanır.Okuyan olmakdıktan sonra bilginin ne değeri var.Kısacası biz varsak herşey var.Biz yokak hiçbir şey yok.Fakat biz varız..O halde herşey de vardır.Zaten yokluktan hiç bir şey de çıkmaz.Varlık var olandan yansır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ne güzel açıklamışsın doktorcuğum.Elbette bilgiyi bir okuyan gerek.Bilgi bilinçle işlenince bir anlam kazanır.Okuyan olmakdıktan sonra bilginin ne değeri var.Kısacası biz varsak herşey var.Biz yokak hiçbir şey yok.Fakat biz varız..O halde herşey de vardır.Zaten yokluktan hiç bir şey de çıkmaz.Varlık var olandan yansır.

Sınırlar içine sıkıştırılan insan aklı için yokluktan hiçbir şey çıkmaz .

tamam noır kardeşim doğru söylüyorsun da , mesele o değil ki .

Başı sonu olmayan bir yaratıcıdan bahsediyoruz.. Yokluktan var etmek bizim için mümkün olmaya bilir, varı yok yoku var eden için olamaz.

Yokluğun var olması yinede yaratıcının bir isminin ünvanı olabilir.

Yukardan aşağı söylenenler yaratan ile yaratılanların özü bir (aynı) deniliyor.

Bu o kadar saçma bir çıkarsamadır ki, yaratıcı ile, yaratılan bir nesneyi , yani zıttı olmayana zıt aciz olmayana acz başı sonu olmayana sınır vermek gibi hezeyandır.

İnasanın özünde acizlik vardır, insanın özündü sınırlar vardır . Hulasa insan akılalmaz donanımla her şeye muhtaçtır.

Muhtaç olan başı sonu olmayan ile nasıl özdeş olur ? iki zıt bir cevher mümkünmü? ne özündü ne mekanda nede zamanda mümkün olamaz.

eğer denilseydiki, mahlukat yaratıcıdandır ama yaratıcı değildir. işte o zaman bizde aklı devre sokar düşünür ya iman eder veya lakayt kalırdık ateistler gibi.

Ayrıca eğer biz olmasaydık yaratıcıda olmazdı diyemesin, Çünkü senin varlığın ve yokluğun yaratıcı için birdir. Ben varım veya yokum desen başı sonu olmayan için hiçbir şey değişmez.

Değişen sınırlar içinde düşünen aklın çıkarsamasıdır..Oysa akıl da sınırlıdır..Yani Allah düşünmez , Allah herşeyi bilir yokluğuda bilir varlığıda.

İnsan nisyandandır derler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Turgay sana katılıyorum.

İnsanın varlığı yada canlılığın varlığı Tanrının bir eylemidir. Ama bunların yokluğu Tanrının yokluğu değildir, böyle olması mümkün değildir.

Öyle olaydı, insan Tanrıyı zihninde yarattı ve günü geldiğinde öldürmelidir düşüncesi baskın olacaktır/olmalıdır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sınırlar içine sıkıştırılan insan aklı için yokluktan hiçbir şey çıkmaz .

tamam noır kardeşim doğru söylüyorsun da , mesele o değil ki .

Başı sonu olmayan bir yaratıcıdan bahsediyoruz.. Yokluktan var etmek bizim için mümkün olmaya bilir, varı yok yoku var eden için olamaz.

Yokluğun var olması yinede yaratıcının bir isminin ünvanı olabilir.

Yukardan aşağı söylenenler yaratan ile yaratılanların özü bir (aynı) deniliyor.

Bu o kadar saçma bir çıkarsamadır ki, yaratıcı ile, yaratılan bir nesneyi , yani zıttı olmayana zıt aciz olmayana acz başı sonu olmayana sınır vermek gibi hezeyandır.

İnasanın özünde acizlik vardır, insanın özündü sınırlar vardır . Hulasa insan akılalmaz donanımla her şeye muhtaçtır.

Muhtaç olan başı sonu olmayan ile nasıl özdeş olur ? iki zıt bir cevher mümkünmü? ne özündü ne mekanda nede zamanda mümkün olamaz.

eğer denilseydiki, mahlukat yaratıcıdandır ama yaratıcı değildir. işte o zaman bizde aklı devre sokar düşünür ya iman eder veya lakayt kalırdık ateistler gibi.

Ayrıca eğer biz olmasaydık yaratıcıda olmazdı diyemesin, Çünkü senin varlığın ve yokluğun yaratıcı için birdir. Ben varım veya yokum desen başı sonu olmayan için hiçbir şey değişmez.

Değişen sınırlar içinde düşünen aklın çıkarsamasıdır..Oysa akıl da sınırlıdır..Yani Allah düşünmez , Allah herşeyi bilir yokluğuda bilir varlığıda.

İnsan nisyandandır derler.

Biz olmasaydık yaratıcı da olmazdı demiyorum ki :)

Yanlış anlıyorsun.Biz olmasaydık yaratıcı fikrimiz de olmazdı.Ben olmayasydım da evren güneş dağ deniz herşey varolacaktı.Benim varlığım denizde bir zerredir.bu gün pat diye göçüp gitsem bile varlık hep kalacak.O ayrı mesele.

Bizim baştan yaptığımız yanlış tanrı fikrini sanki bütün meseleymiş gibi görmemiz.Tanrının varlığı yada yokluğu fikri birdir derken sevgili tate aslında ''bence''şunu söyledi.

Senin tanrının varlığı yada yokluğu hakkında öne sürdüğün herşey özneldir.Aslolan gerçeklerdir.İster inanırsın ister inanmazsın.Eğer bir tanrı varsa (ki ben bundan eminim)mutlaka herşey onun stediği gibi işliyordur.

Bizimkisi sadece ayı dağa küsmüş dağın haberi yok misali bıdı bıdı yapmaktan ibaret.

Aslında varolan tek gerçek O'dur.

Umarım anlatabilmişimdir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...