Jump to content

Kemalist Rejim Nedir/Ne Değildir


Recommended Posts

Atatürkü karşılaştırmak için bula bula gene diktatörün birini bulmuşsun :D

Hayır ben Fidel Castro bile övmüş Atatürk iyiymiş demiyorum.Yazıyı okumadığın için cımbızlıyorsun bak ludwig adam gibi okuyacaksan oku diyorum.Her ideolojiden insan övmüş.Komünist liberal barışçıl diktatör katliamcı despot demokrat cumhuriyetçi din adamı ateist bir insan nasıl bu kadar kişinin beğenisini kazanabilir hepsi birbirine yakın görmüş Atatürk'ü.Böyle bir adamda sadece bizde var.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hayır ben Fidel Castro bile övmüş Atatürk iyiymiş demiyorum.Yazıyı okumadığın için cımbızlıyorsun bak ludwig adam gibi okuyacaksan oku diyorum.Her ideolojiden insan övmüş.Komünist liberal barışçıl diktatör katliamcı despot demokrat cumhuriyetçi din adamı ateist bir insan nasıl bu kadar kişinin beğenisini kazanabilir hepsi birbirine yakın görmüş Atatürk'ü.Böyle bir adamda sadece bizde var.

Sen bu konuda objektif olabilmekten uzaksın. Baya duygusal yaklaşıyorsun olaya.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Otoriterlik/Totaliterlik Tartışması

Kemalist rejimin otoriterliği totaliterlik boyutuna ulaşıyor muydu? Bazı yazarların görüşü bu yöndedir yada kullandıkları deyimler bu anlama gelmektedir.

Kemalist rejim, ideolojisi ve iktidar yapısı bakımından toplumun ve bireyin yaşamına tümüyle el koyma durumunda mıydı?

Bir kere ortada teorileştirilip kalıplaşmış bir öğreti (doktrin) yada ideoloji bulunduğu söylenemez. Şüphesiz, bir dünya görüşü ve felsefi değerler vardır. Ama bunlar da Faşizm, Nazizm, yada Marksizm-Leninizm’deki gibi tek doğrucu değildir. Faşizm ve Nazizm’deki gibi devlet yüceltmesi, ırkçılık yada Yahudi düşmanlığı, SSCB’deki gibi de sınıf yüceltmesi görülmez. Faşizm ve Nazizm’de olduğu gibi azgın sol düşmanlığı, Sosyalizm’de olduğu doktriner bir sağ düşmanlığı şeklindeki husumet davalarına da yer yoktur.

Kemalist ve radikal cumhuriyetçilerin dünya görüşü pragmatik, batılı ve aydınlanmacı değerlerle örülüydü. Akılcılık ana pusula, hedef de çağdaşlaşmaydı. Rejimin otoriterliği idealize edilmiyor, süreklileştirilmiyor, aksine geçici zorunluluk olarak algılanıyordu. Bu açıdan da ‘ebedi hakikate erdiği’ni iddia eden totaliter rejimlerden ideolojik olarak çok farklı bir zeminde iş görülüyordu.

İktidar yapısı ve pratiği bakımından da totaliter rejimlerle kıyaslanmayacak veriler vardır. Bunların bir kaçına değinelim.

Rejim ve iktidar; millet egemenliği, seçimler, meclis üstünlüğü gibi esaslara dayanır. Irk, sınıf yada parti hegemonyası söz konusu değildir. Rejim, bir credo (iman) yada mistik dayatmamaktadır.

Parti teorisi ve pratiği bakımından da durum ilginçtir. Sistem tek partilidir, ama bu geçici bir model olarak öngörülmektedir. Nitekim çok partililik denemeleri olacaktır (1930-1945) Tek parti içinde katı bir disiplin görülmez, parti bütün ülkeyi kucaklayan derin ve yaygın bir örgüt değildir. Totaliter partilerden ( faşist, nazi, komünist) farklı olarak CHP’nin milisleri, hücreleri, üyelerinin üniformaları, gösteri yürüyüşleri yoktur. Yurttaşlar partiye kolayca üye olabilir. Kitlesel ihraç ve sürgünler olmamıştır. Parti içinde seçimle göreve gelme esası geçerlidir. Yine parti içinde sınırlı da olsa bir çoğulculuk ve farklı eğilimler vardır ( 8 ). Ayrıca Atatürk 1936’da faşist parti modelinin benimsenmesini reddetmiştir.

Önder ve Şef’in konumu da totaliter rejimlerdeki mevkidaşlarından farklıdır. Atatürk ve İnönü’nün devletbaşkanı olarak Duçe ve Führer’in sahip oldukları yürütme, yönetme, özel ve genel af ilanı, yargıya müdahale yetkileri yoktur (9). Bu yetkiler bakanlar kurulu, meclis ve tam bağımsız olmasalar bile mahkemeler arasında paylaştırılmıştır.

Önder ve rejim, yine totaliter ülkelerdekinden farklı olarak büyük kalabalıklara dayalı histerik ve demagojik gösteriler düzenlemez. Atatürk’ün yurt gezileri ve halka hitapları daha çok didaktik (eğitici, öğretici), halkın ilerlemeci özelliklerini övücü ve gericiliği kınayıcı karakterdedir.

Önder ile kitleler arasındaki ilişkiler, diktatörlükler ve totaliter sistemlerdeki gibi korkuya yada örgütlenmiş ve pompalanmış sevgiye değil, gönüllü ve kendiliğinden bir sevecenliğe dayalı görünmektedir. Atatürk’le ilişki oldukça protokolsüz, doğrudan kanallardan kurulabilmekte, doğal bir sıcaklık taşımaktadır. Bunun örnekleri sayısızdır (10).

Askeri ve Polisiye unsur da ön planda değildir. Rejim, otoriter olmasına karşın militarist karakter göstermez. Oysa 20. yy. otoriter ve totaliter rejimlerinin önemli kısmı bu nitelikte olmuştur. (Latin Amerika, Almanya, İtalya, Balkan ülkeleri, Japonya). Türkiye’deki otoriter rejimde asker-sivil otoriter ayrımı 1923’den itibaren esasta gerçekleşmiş, birincisi ikinciye tabi kılınmaya başlanmıştır. TSK ancak perde arkasında bir güç, bir subap yada ‘rejim bekçisi’dir. Rejimin Gestapo’su, KGB’s, toplama kampları, kitlesel tecritler de yoktur.

Rejimin baskıcılığı genel ve yaygın olmaktan çok, etnik ve özellikle de dinsel hareketlenmeleri hedef almıştır. Nişan tahtasının büyütülmemesine özen gösterilmiştir. Baskı yöntemleri de ‘terör değil, politik gözdağı vermek’ şeklindeydi (11). ‘Şiddet’ asgari düzeydeydi. Örneğin, hanedan mensupları katledilmemiş, maddi olanaklar sağlanarak yurtdışına gönderilmiş, düşmanla işbirliği yapanlar bile yargılanmamış ve ‘150’likler’ listesiyle yetinilmişti. ‘Devrimci şiddet’ esasta devrim karşıtı eylemlere odaklanmıştı (12)

Bütün bu veriler ne anlama gelmektedir? Çoğulcu ve özgürlükçü bir demokrasi olmayan Kemalist Rejimin otoriter karakterdeydi, ama totaliter değildi. Rejimin, toplumun ve bireyin o gününü ve yarınlarını totaliter rejimlerdeki şekliyle ve bütünüyle kapsamak, biçimlendirmek ve güdümlemek yolunda ne bir ideolojik yörüngesi ne de etkinliği vardır.

Hatta tam tersine, rejim otoriter karakterine karşın iç mantığında ve yapısında önemli demokratik öğeler taşıyordu.

Daha okuduğunu anlamaktan aciz bazı düşük sığalı bazı yaratıklar utanmadan yalan yanlış konuşmaya devam ediyorlar.

Kalın kafalarına girişini kolaylaştırmak için bazı yerleri karartıp büyüttüm.

Gerçi biliriz ki getirip gözlerinin içine soksak da kar etmez bunlara...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Atatürk, o dönemin şartlarında diktatör değildi.

Yarı başkanlık sistemi gibiydi.

Bugünden bakıldığında diktatör olarak görülebilir.

Ama bugünden bakıldığında o dönemin 100 ülkesinden 90'ının başkanını diktatör olarak görmek gerekir.

O dönemin otomobili de bugünkü gibi değildir ama otomobildir neticede. Ve o dönemin şartlarının en iyi otomobilleri de vardır. Atatürk de o dönemin başkanları içinde en iyilerden biridir.

Nettimben diye biri de "seçimsiz ölene kadar başta kaldı" gibi bir laf edip Ahmedinejad ile kıyaslamaya kalkışmış. Atatürk her dönemde seçimle cumhurbaşkanı olmuştur.

Ama tek adamdır doğru. Tek adamlığı, yerine geçebilecek ve Atatürk'ü emekli edebilecek adam olmayışındandır. Bu dikta olayı değil kalite ve saygınlık olayıdır.

1930'da kurulan Serbest Cumhuriyet Partisinin başarısızlık sebebi ve kendini feshetmesi de Atatürk faktörü nedeni iledir. Atatürk olduğu müddetçe bir başkasının başarılı olamayacağını açıklamasıdır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bugünden bakıldığında diktatör olarak görülebilir.

Hayır bugünden bakıldığındada görülmez.Atatürk bugün yaşasa yine aynı şeyleri yapmak zorundaydı.Bende iktidar kursam onun gibi yönetirim.Cahil bitmiş ölmüş esir bir halka ancak demokrasi hazırlayabilirsin onunla kurtaramazsın devrimle kurtarırsın.Fransız Devrimi'de bu sayede oldu olmasaydı şuan bunları konuşamazdınız kilise kellemizi uçururdu veya camii.O yüzden Fransız Devrimi'ne despot rejim getirildi kelleler uçuruldu diyemessin bunlar gerekliydi din adamlarının kellesi uçurulmuş hiçte üzücü değil bende uçururum.Atatürk çağının ötesinde bir adamdır.Diktatörde değildir.Dönemin 100 ülkesinden 90'ı diktatörite ile yönetiliyorsa Atatürk bu 10 ülke kapsamındadır.

tarihinde KerpetenVahsi tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Hayır bugünden bakıldığındada görülmez.Atatürk bugün yaşasa yine aynı şeyleri yapmak zorundaydı.Bende iktidar kursam onun gibi yönetirim.Cahil bitmiş ölmüş esir bir halka ancak demokrasi hazırlayabilirsin onunla kurtaramazsın devrimle kurtarırsın.Fransız Devrimi'de bu sayede oldu olmasaydı şuan bunları konuşamazdınız kilise kellemizi uçururdu veya camii.O yüzden Fransız Devrimi'ne despot rejim getirildi kelleler uçuruldu diyemessin bunlar gerekliydi din adamlarının kellesi uçurulmuş hiçte üzücü değil bende uçururum.Atatürk çağının ötesinde bir adamdır.Diktatörde değildir.Dönemin 100 ülkesinden 90'ı diktatörite ile yönetiliyorsa Atatürk bu 10 ülke kapsamındadır.

Aslında bugünün konjektüründen bakıp Atatürk'ü anlamaya çalışmak başından hatalı bir çaba. Bugünkü şartlar o zaman mevcut olmadığına göre o dönemi sadece ve sadece kendine özgün koşulları içinde değerlendirmek ve çağdaşları ile kıyaslamak mümkündür.

Atatürk'ü diktatör olarak tanımlayan tek bir tarihçi yoktur!

İnsan üstü, her yönden mükemmel bir devlet adamı, muzaffer ve kahraman bir asker, hukukun üstünlüğüne ve insanlığın en ileri, en çağdaş değerlerine, akla ve bilime inanmış, insanlığa adanmış eşşiz bir eylem ve düşünce adamıdır Atatürk.

Emsalsiz kişiliğiyle ve devrimleriyle tüm dünyanın saygısını ve sevgisini kazanmıştır.

Bugün bile Atatürk'ün yaşamından ve düşüncülerinden esinlenmeye çalışan sayısız devlet adamı, aydın, yazar ve düşünür vardır.

Tüm yaşamı boyunca meşruiyete inanmış ve bu çizginin bir adım dışına çıkmamıştır. Atatürk'ün yaptıklarında, söylevlerinde, yazdıklarında ve öğütlediklerinde daima sağduyu ve akıl ağır basar. Laiklik olmaksızın tam anlamıyla bir demokrasinin asla yaşama geçirelemeyeciğini çok iyi bilen Atatürk, tarihte eşi olmayan aydınlanmacı bir devrimcidir!

Esasında dönemin talihsizliğinden ve toplumun son derede geri ve cahil oluşundan ileri gelen kimi olumsuzluklar, son yirmi yıldır bilinçli olarak Atatürk devrimlerini yıpratmak ve yıkmak için çarpıtılmakta ve soysuzca yalan söylenmektedir. Atatürk'ün bir diktatör olduğu da bunlara sadece bir örnektir. Sonraki adımda, Atatürk'ün bir faşist ve ırkçı olduğu, zengin sınıfına hizmet ettiği gibi diğer iğrenç yalanlar, bunlara hazır hale getirilen bilinçaltına arsızca şırınga ediliverir.

Atatürk çağının o kadar ilerisindedir ki, O'ndan sonra gelenler bile bıraktığı değerli mirasın gerçek kıymetini takdir edememiş ve hukukun üstünlüğünü ve laik temeli yıkmaya yönelik eylemlere karşı yeterince önlem almamıştır. Oysa, Atatürk cumhuriyeti kurabilmek için ecel terleri dökmüş, yaşamını sayısız kez tehlikeye atmış ve tüm hayatını, yapıtını geliştirmeye adamıştır.

Atatürk'e diktatör diyebilen aşağılık ve şerefsiz insanları her fırsatta lanetlemek ve bu ucubeleri yerin dibine geçirip gerçek yüzlerini herkese teşhir etmek boynumunuz borcudur!

tarihinde Zola tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Bağımsızlık bunların başında gelir. Bu dönem Türkiye’sinde önce siyasal, sonra da ekonomik bağımsızlık somut bir geçeklikti. Bu da en azından ulusal özgürlük ve egemenlik yönünde bir kazanımdır. Ulusal bağımsızlık ve özgürlük olmadan demokrasi de olmaz. Dünya tarihi bunun sayısız örnekleriyle bezelidir.

Demek ''ulusal bağımsızlık ve özgürlük olmadan demokrasi olmaz'' ha? Bunu bir liberal mi söylüyor? Küreselleşen dünyamızda ulus devleti yıpratan, artık karşılıklı bağımlılığın esas olduğunu söyleyen, hatta ''Tam bağımsızlık tam barbarlıktır'' zihniyetinde olan(bakınız: A.Altan) kapitalistler şimdi birden bire demokrasi için tam bağımsızlığı şart koşmaya mı başladı? Aferin, bu da bir ilerleme. Ama günümüzün globalleşen dünyasında hem tam bağımsız hem kapitalist nasıl olunacak onu da bir açıklayıverin.

Felsefi temeli bakımından rejim aydınlanmacıdır. Özgürlükçü ve demokratik yönelimin arka planında bu düşünsel tercih yatar. Şerif Mardin şöyle yazıyor; Atatürk Devrimlerinin felsefi temeli insanın kendi mukadderatına hakim olabileceği fikridir. Osmanlı’da kaza ve kader anlayışı egemendi. Buna göre dünya olaylarını meydana getiren Allah’ın iradesidir. İrade-i cüziye de zamanla daralan bir alandır. Rönesans ve rasyonalizmden kök alan Atatürk devrimi buna karşı çıktı, bilim ve aklı rehber edindi. Ayrıca teb’a anlayışı ve padişaha sadakat yerine, yasalara uyma fikrini getirdi, kişisel özgürleşmenin de kapısını açtı. Devrim ve rejimi, bireyi İslam cemaatinin kolektif baskısından kurtaracak dönüşümleri başlattı: Kadın hakları, laiklik, laik eğitim, hilafet ve tarikatların kaldırılması vb (16)

Rejimin felsefi temel bakımından aydınlanmacı olması, kaza ve kader anlayışına karşı çıkması, bu doğrultuda kadın hakları, laiklik, hilafet ve tarikatların dağıtılması, hatta otoriterlik gibi yönelimlere girmesi basbaya sosyalizme geçiş için zemin düzlemek olarak da görülebilir. Zaten burjuva devrimlerinin ve reformlarının felsefi temelinde deizm ve protestanlık vardır. Bunu Popper bile belirtir. Kemalist devrimler ise materyalizmi temel almıştır. Tıpkı sosyalizm gibi. Zaten Atatürk'ün yaşadığı yıllarda Lenin bile Türkiye için sosyalist devrim öngörmüyor, Milli Demokratik Devrim öngörüyordu ve kemalist devrim Türkiye'nin Milli Demokratik Devrim sürecinin adıdır.

Kemalist rejim çoğulcu özgürlükçü bir demokrasi değildi. Ama sağ yada sol bir totalitarizmlerin de uzağındaydı. 20. yy örnekleri çok görülen dış destekli yada bağımsız askeri-bürokratik-diktatörlüklere de benzemiyordu; hem tam bağımsızdı hem de militarist unsur önde gelmiyordu. Üstelik otoritarizmini tutucu gerici yada sosyalist değerler için değil, ilerlemeci ve batılı hedefler için kullanmaktaydı. Sistemin içinde demokratik ilke ve öğeler bulunuyordu.

Kemalist devrimin icraatleri sosyalizm için ortam hazırlamak olarak da görülebilir. Zira Türkiye gibi o yıllarda sanayileşememiş, ciddi bir proleteryası olmayan bir memlekette sosyalizme hemen geçmek pek mümkün değildi. Milli Demokratik Devrim ilerici ve Fransız Devriminin özelliklerini de içeren bir devrimdir. Fakat Lenin bizim gibi ülkelerde bu tür bir devrimin taşıyıcı gücünün burjuvazi olamayacağını, çünkü burjuvazinin kapitalizm uluslararası düzlemde tekelci aşamaya girip emperyalizm halini aldığından beri gericileştiğini belirtmiştir. Nitekim kemalist devrimin yürütücüleri de burjuva değildir. Küçük burjuvazi dediğimiz katmana dahildirler. Sorun kemalist devrimin ne olduğu sorunu değil, sorun, gerekli alt yapı hazırlandığında yönünü ne tarafa çizeceği sorunudur. Kapitalizme mi sosyalizme mi? Doğan Avcıoğlu gibi, kemalist deyince akla ilk gelen adamlar, kemalizmin sosyalizmi hedeflediği fakat bunu kendine özgü bir yolu yürüyerek yapmaya çalıştığı; altı okun asgari program olduğu, azami pragramın ise sosyalizm olduğunu belirtmişlerdir. Bu tür farklı görüşlere çalışmanda hiç yer vermemişsin nedense.

Bu demeçlerde dikkati çeken husus şudur ki, bunların verildiği tarihlerde (1928-1932) Türkiye'de ne ''tam manasıyla demokratik bir devlet'' vardı, ne de bir 'Türk demokrasisi'nden söz edilebilirdi. Şu var ki amaçlanan bunlardı ve Türkiye ABD ve Fransız Devrimlerinin açtığı yolu izlemekteydi. ''Lakin bunu kendine has'' yöntemlerle geliştiriyordu. Yani ulusal ve demokratik bir toplum ve devlete gidişi, otoriter ve tek partili bir rejimle gerçekleştirmeye çalışıyordu

Demek ki bu kemalistler hepimize aynı martavalları sıkıyorlar sevgili kardeşim. Yıllardır solun bir kesiminde de, kemalizmin nihai hedefinin sosyalizme varmak olduğu, bunu kendine özgü yöntemlerle yapmaya çabaladığı, otoriter ve tek partili rejimle bunun yolunu hazırladığı türünden görüşler mevcut. Bu arada, Atatürk'ün Amerikan ve Fransız Devrimlerini örnek aldığını belirtmişsin ve onun bazı sözlerini de aktarmışsın. Aynı Atatürk'ün sosyalizme ilişkin pek çok olumlu sözü de vardır, keza kapitalizm ve emperyalizmi yeren sözleri de boldur. Yani onun lafına bakıp da sonuca ulaşmak pek mümkün değil.

Bir de Atatürk'ün halkçılık anlayışının temelini oluşturan ''sınıfsız ve kaynaşmış bir kitleyiz'' edebiyatından hareketle hem sınıf mücadelesini ve solu bastırması hem de partilerin sınıf temsilcisi olduğu, biz sınıfsız bir kitle olduğumuz için farklı partilere henüz gerek olmadığı yönündeki tek parti rejimini destekleyici fikir(ki senin yazında da belirtilmiş bu) oldukça ilginçtir. Çünkü partilerin farklı sınıfsal çıkarların temsilcisi olduğu yönündeki kabul, marksist bir kabuldür. Bu düşünce açık biçimde siyaseti sınıf çıkarılarıyla ilişkilendiren marksist bir görüştür. Acaba diyorum bazen, bu adam harbiden de kendine özgü bir yoldan sosyalizme varmaya mı çabalıyordu. Çeşitli bahanelerle CHP iktidarını sürekli kılacak, bu arada toplumsal aydınlanmayı genişletecek, sanayileşme ve modern sınıfların ortaya çıkmasından sonra da bu tek parti rejimi sınıf çatışmasına izin vermeden sosyalizme mi evrilecekti? Bu arada, gerek süreç boyunca gerekse de sürecin sonunda totaliterizme hiç izin vermeyecek, otoriterliği de toplum aydınlanıp sosyalizm yerleşiklik kazandıkça sönümlenecek miydi? Bu düşünceler de kafamda gezinmiyor değil. Zaten tam bağımsızlık konusuna kafayı takmış olan -ve tam da bu yüzden Atatürk'e saygı duyan- pek çok sosyalist lider de -başta Castro ve Chavez olmak üzere- bağımsızlığı sürekli kılabilmenin yolunu kapitalizme tavır koymakta görerek sosyalizme yöneldiler. Yani kemalizmin bel kemiğini oluşturan tam bağımsızlık ve radikal laiklik vurgusu da gelecekte sosyalizme yönelme düşüncesiyle paralel. Bildiğim kadarıyla ADD'leri kuran Muammer Aksoy da kemalizmi ''demokratik sosyalizm'' diye tariflemiştir.

tarihinde Freddie tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Demek ''ulusal bağımsızlık ve özgürlük olmadan demokrasi olmaz'' ha? Bunu bir liberal mi söylüyor?

Bu yazı bana ait değil.. En altta 'Ders notlarımdan derlediğimi' belirttim.. Ve tartışmaya açık olduğu için, foruma taşıdım.

Rejimin Sosyalizme doğru gittiğini mi, yoksa Batılı Liberal değerlerin izleyicisi mi olduğunu Kemalistlerle tartışabilirsiniz.

Özellikle, Fidelist'in de bu konuyla ilgili güzel tespitleri vardı (Başlık yazılarına Alternatif olarak).

Edit; Ayrıca Ulusal bağımsızlıkla ilgili olan konuda, İtilaf Devletlerinin işgalinden ve Ulusal Kurtuluş Savaşından bahsettiğini anlamak için alim olmak gerekmiyor.. Ahmet Altan vb. liberaller, Kurtuluş Savaşı'na karşıydılar demek ki.. Ülkenin parçalanarak, Batılı ülkelerin egemenliği altına girmesini istiyorlardı..

Bunu kime söyleseniz, komik bir yaklaşım olduğunu söyleyecektir.

tarihinde Liberte tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Aslında kemalizm için Türk integralizmi de denebilir.

Hayır kemalizm Türkiye vatandaşlığını savunur.Yani etnik kökeni ne olursa olsun Türk değil Türkiye'li Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı.

ABD'deki sistemde böyledir zaten.Ama bazı Kemalist'ler Atatürk'ü yanlış anlamış batı ve çağdaş dünya düşmanlığına yönelmiş Komünizm'e daha çok yaklaşmıştır.

Benim kurmak istediğim Kemalist sistem şöyle olur Ermeni ermenidir yunan yunandır ama Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşıyorsa Türkiye'lidir ve Türkiye'li olarak kabul edilir,ama tabi ki ermeni ve yunan kültürüne,diline izin verilir.Aslında bunların konuşulması bile saçma tabi ki bu insanlar özgür olucak onlar bizim kardeşlerimiz bizden biri bir çok Türk'ten daha asil ve daha naifler.

tarihinde KerpetenVahsi tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...