Jump to content

Ölümden sonra yaşam olabilir


Recommended Posts

Günün birinde hafıza, kişilik özellikleri, zihinsel işlem yetenekleri gibi beyin işlev ve kapasitelerini aktaracak yapıda bir bilgisayar yapılabilir. Bu bilgisayarın insandaki göz yerine kamera, kulak yerine mikrofon, konuşma yerine hoparlör ve olabilirse tat, koklama ve dokunma duyularını da hissedecek parçaları da olabilir. Bu parçalardan alınan bilgiler işlenebilir. Ben ölmeden önce periyodik olarak zaman zaman bu bilgisayara benim özelliklerim yüklenebilir veya öldüğümde yüklenebilir. Öldükten sonra bilgisayar açılabilir ve ben bedenim olmadan yaşamaya devam edebilirim.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ben ölmeden önce periyodik olarak zaman zaman bu bilgisayara benim özelliklerim yüklenebilir veya öldüğümde yüklenebilir. Öldükten sonra bilgisayar açılabilir ve ben bedenim olmadan yaşamaya devam edebilirim.

Peki bilgisayar sen ölmeden çalıştırılırsa ? "Benim orjinalim daha ölmedi çalışmıyorum" mu diyecek? Basbayağı çalışacak ve işlevini yerine getirecek.Bu durumda aynı anda 2 tane sen olamayacağına göre bilgisayar senden tamamen bağımsız bir kopyan olur.Sen ölünce yine ölü olacaksın.Belki bilgisayarla konuşan 3. kişiler senin vereceğin tepkilerin aynısını alacak ve senin yokluğunu hiç hissetmeyecek ama o sen olmayacaksın.

Bilim bu noktaya gelirse kanıtlanan şey ölüm sonrası yaşam filan değil,tersine ruh dediğmiz kavramın materyalist bir olgu olduğudur.Tıpkı bilgisayar belleği gibi.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Peki bilgisayar sen ölmeden çalıştırılırsa ? "Benim orjinalim daha ölmedi çalışmıyorum" mu diyecek? Basbayağı çalışacak ve işlevini yerine getirecek.Bu durumda aynı anda 2 tane sen olamayacağına göre bilgisayar senden tamamen bağımsız bir kopyan olur.Sen ölünce yine ölü olacaksın.Belki bilgisayarla konuşan 3. kişiler senin vereceğin tepkilerin aynısını alacak ve senin yokluğunu hiç hissetmeyecek ama o sen olmayacaksın.

Bilim bu noktaya gelirse kanıtlanan şey ölüm sonrası yaşam filan değil,tersine ruh dediğmiz kavramın materyalist bir olgu olduğudur.Tıpkı bilgisayar belleği gibi.

Ya bu konu o kadar karmaşık ki. Senin söylediklerin de kendi içinde bazı çelişkiler barındırıyor. Eğer kopyan sen olmuyorsan ölen kim? O zaman ben diye bir şey zaten hiç yok. Bu benlik problemi çok karmaşık.

Bunu internette bir yazıda okumuştum. Bir gün çok üstün teknolojiye sahip uzaylılar dünyayı keşfediyor ve insanları incelemeye geliyor. İnsan biyolojisini incelemek için bir insan örneği almak istiyorlar ama iz de bırakmak istemiyorlar. Bu nedenle gece uykunda odana geliyorlar, seni kopyalıyorlar. Yanlarına seni alıyorlar ve beynini tarayıp birebir hafızan ile birlikte bir kopyanı bırakıyorlar. Kopyan senin hafızan ile hiçbir şey olmamış gibi uyanıyor. Yıllarca gerçekten yaşadığını düşünerek. Belki de o kopya şu anda sensin.

Senin kopyan sen olabilir. Olmayabilir de. Dediğim gibi çok karmaşık bir konu. Seni sen yapan sadece hafızan ise, kopyan da sen olabilirsin.

tarihinde Unholy tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Günün birinde hafıza, kişilik özellikleri, zihinsel işlem yetenekleri gibi beyin işlev ve kapasitelerini aktaracak yapıda bir bilgisayar yapılabilir. Bu bilgisayarın insandaki göz yerine kamera, kulak yerine mikrofon, konuşma yerine hoparlör ve olabilirse tat, koklama ve dokunma duyularını da hissedecek parçaları da olabilir. Bu parçalardan alınan bilgiler işlenebilir. Ben ölmeden önce periyodik olarak zaman zaman bu bilgisayara benim özelliklerim yüklenebilir veya öldüğümde yüklenebilir. Öldükten sonra bilgisayar açılabilir ve ben bedenim olmadan yaşamaya devam edebilirim.

Ölümsüzlük şimdi de mümkün.. Geleceği beklemeye ne gerek var!

GERÇEK RUHSAL ÖLÜMSÜZLÜK !

Yaşam, doğa ile ilgili bazı kurallara büyük bir sadakatla uyan süreçler dizisidir. Doğulur, büyünür, yaşlanılır ve sonunda ölünür. Bu süreçler tek yönlü olarak birbirlerini izlerler. Bu dönemlerin tümünü yaşamak zorunluğu yoktur, haliyle… Canlılar gelişmeden ve büyümeden de ölebilirler, yaşlanmadan da ama, ölmeleri için önce doğmuş olmaları gerekmektedir. Ölümün tek gereksinimi doğumdur. Yaşam, ölümle sonlanacak, kronik bir hastalıktır. Çaresi olmayan bir hastalıktır. Sonu kesin olarak ölümle bitecektir. Bu durum insan ruhuna aykırıdır. Aslında canlı ruhuna aykırıdır. En ilkel virusundan, en gelişmiş balinasına kadar hiç bir canlı ölmek istemez ve ölmemek için elinden gelen mücadeleyi yapar. Bu açıdan bakınca yaşam, kaçınılmaz sona mümkün olduğu kadar geç ulaşmak için yapılan bir mücadele olarak kabul edilebilir. Bir içgüdüdür, yaşamak isteği. İlk ve en önemli güdülerden biridir. Canlıların yaşamı bu içgüdü üstüne kurulmuştur.

Dolayısıyla bu içgüdüyü sömürmek ve ondan çıkar sağlamak hem mümkündür, hem de kolay... İşte dinlerin temel görevlerinden biri de budur. Kişiye ölümsüzlük vadetmek... Bunu fiziksel olarak başaramazlar. Çünkü herkes bilir ki, yaşamın bir sınırı vardır ve sonunda ölümün pençesine düşülecektir. Çünkü peygamberler bile ölmüşlerdir. Dünyada ölmeyecek canlı yoktur... Ancak dinler öte dünyayı keşfederek, sonsuza kadar yaşama imkansızlığına ilginç bir çare bulmuslardır. Bütün dinler... Kimi cennet ve cehennem şeklinde, kimi biraz daha değisik, benzer kavramlar şeklinde, ölümsüzlük vadederler...

Dinler ruhun ölümsüzlüğünü vurgulayarak, müritlerini avuturlar. Ama insanlar yalnız Tanrı’ya inandıklari için ölümden korkmazlar! Sonunda onlara cennet de vadedilse, oraya gitmek istemezler. Korkularının en önemli nedeni içgüdüleridir. İnançları bile bu temel içgüdüyü ortadan kaldırmaya yetmez. En çok inananın bile içinde bir kuşku vardır. Bütün içgüdülerini bastıramaz, insanlar. Temel içgüdülerin bilinçle çatıştığı bir yer vardır, beyinde... İd, ego, süperego mücadelesi süreklidir...

Dindarların ateistleri sevmemesinin nedeni, ateistlerin yalnız materyelist olmaları değildir. Ateistler, dindarların inançlarını reddetmekle kalmazlar, aynı zamanda onların içindeki temel içgüdüleri uyararak, büyük bir gayretle bastırmaya calıştıkları şüphe ve endişelerinin baş kaldırmasına da neden olurlar... Son umutları da tükenir inanırların. Ölüm kesin bir son, kaçınılmaz bir gerçek olarak karşılarına dikilir. Nefret ederler ateistlerden dindarlar... Haksız olarak tabii.. Aslında ateistler de ölmekten, yok olmaktan korkarlar. Yaşama isteği bir iç güdüdür ve önlenemez...

Ölüm kesin bir son mudur? Ruh var mıdır? Yoksa fiziksel varlığımızla birlikte ruhumuz da mı yok olup gidecektir? Bence bu sorunun yanıtı ruhu nasıl tanımladığımıza bağlıdır. Ruh nedir? Bir insanın benliği ve özü müdür? Yoksa bu ölümlü dünyadan göçmeden önce yarattığı eserleri mi? Insanın özü, tam olarak değil belki ama, bir dereceye kadar, onu bilen, seven veya ondan nefret edenlerin belleğinde bir süre daha yaşayacaktır. Çocukları, arkadaşları, ailesi, dost ve düşmanları onu, kendi anılarında yaşatacaklardır. Bir gün gelecek artık onu tanıyan kalmayacaktır. İşte o gün o kişi gerçekten ölmüş olacaktır. Ruhu yok olacaktır. Bazı insanlar o kadar ünlüdürler ve arkalarında o kadar değerli veya iyi kötü önemli eserler bırakmışlardır ki, bir ruh olarak varlıklarını sonsuza kadar sürdürebileceklerdir. Musa, İsa, Muhammed, Atatürk, Atilla, Sezar, Hitler, Edgar Allan Poe, Fuzuli, Hayyam, Sartre, Dostoyevski, Çaykovski, Mozart, Bethoven ve sayısız diğerleri, ölümsüzleşmis, yarı Tanrı insanlardır ve sonsuza dek yaşayacaklardır.

Ben ölümsüzlüğe bu şekilde kavuşmayı, cennette hurilerle sonsuza dek oynaşarak yaşamaya yeğlerim... Dinlerin tanımladığı ölümsüzlük, içinde hem acı çekerek sonsuza kadar yaşamak olasılığını barındırdığı, hem de bir şey yaratmadan geçecek gereksiz bir süre olacağı için, istenmemelidir. Aklı başında ve mantıklı insanlar için seçenek açıktır. Bu dünyada iyilik, dürüstlük, ahlak, yararlılık ve yaratıcılık, öte dünya yerine ise kesin bir fiziksel ölüm ve sonsuz bir istirahat…. Bunları ne kadar ustalıkla başarırsak, bu ölümlü dünyada ruhumuz o kadar uzun yaşayacaktır. Fiziksel bedenimiz, sonunda içinden çıktığı doğaya yeniden döndükten çok sonraları bile, ruhumuz yaşayacaktır.. Hatta bazılarımız gerçek ölümsüzlüğe kavuşacağızdır.

Bence amaç bu olmalıdır. Gerçek ruhsal ölümsüzlüğe kavuşmak... Bu tür ölümsüzlüğe dindarlar da kavuşabilirler haliyle ama, ateistlerin onlardan daha az şansı olduğuna inanmıyorum……..

HACI

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ya bu konu o kadar karmaşık ki. Senin söylediklerin de kendi içinde bazı çelişkiler barındırıyor. Eğer kopyan sen olmuyorsan ölen kim? O zaman ben diye bir şey zaten hiç yok. Bu benlik problemi çok karmaşık.

Bunu internette bir yazıda okumuştum. Bir gün çok üstün teknolojiye sahip uzaylılar dünyayı keşfediyor ve insanları incelemeye geliyor. İnsan biyolojisini incelemek için bir insan örneği almak istiyorlar ama iz de bırakmak istemiyorlar. Bu nedenle gece uykunda odana geliyorlar, seni kopyalıyorlar. Yanlarına seni alıyorlar ve beynini tarayıp birebir hafızan ile birlikte bir kopyanı bırakıyorlar. Kopyan senin hafızan ile hiçbir şey olmamış gibi uyanıyor. Yıllarca gerçekten yaşadığını düşünerek. Belki de o kopya şu anda sensin.

Senin kopyan sen olabilir. Olmayabilir de. Dediğim gibi çok karmaşık bir konu. Seni sen yapan sadece hafızan ise, kopyan da sen olabilirsin.

Benlik-bilinç bir tür süreçtir oluştan ölüşe doğru uzanan.Bir sayı doğrusu düşün.Kopyalama anı x olsun.Kopyalanan kişiyle kopyasının ortak noktası başlangıçtan(0) kopyalama anına(x) kadar olan süreç olacaktır.Kişiyle kopyası arasında (0,x) aralığında bir özdeşlik olsa da x ten sonraki süreçte bir farklılık olması kaçınılmazdır.Herşeyden önce ikisinin aynı anda aynı noktada bulunması olanaksız.Bize önemsiz gibi görünse de sadece bu bile ikisi arasında matematiksel olarak bir farklılık yaratıyor.

Uzaylı örneğinde de bu durum geçerli.Kaçırılan orjinal kişi ile yerine koydukları kopyası farklı birer süreç yaşayacak ve farklı kişiler olacaklar dolayısıyla.

Bu arada izleyenler bilir,Avatar flminde de buna benzer fantastik bir konu ele alınmış.İnsanlarla,onların DNA sından eşleme yapılarak oluşturulan avatar bedenleri arasında bir benlik paylaşımı var.Ama bu paylaşım benliğin kopyalanması ile değil transferi aracılığıyla oluyor(saçma ama film işte).Bilinç insan bedeninde aktifken avatar beden uyku haline giriyor,avatar bedenindeyken de insan bedeni.Aynı anda iki bedende de aktif olması söz konusu değil.Öyle olsaydı ister istemez iki ayrı kişilik olmuş olacak,aynı benlikten söz etmek mümkün olmayacaktı.

tarihinde koltukgenerali tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Benlik-bilinç bir tür süreçtir oluştan ölüşe doğru uzanan.Bir sayı doğrusu düşün.Kopyalama anı x olsun.Kopyalanan kişiyle kopyasının ortak noktası başlangıçtan(0) kopyalama anına(x) kadar olan süreç olacaktır.Kişiyle kopyası arasında (0,x) aralığında bir özdeşlik olsa da x ten sonraki süreçte bir farklılık olması kaçınılmazdır.Herşeyden önce ikisinin aynı anda aynı noktada bulunması olanaksız.Bize önemsiz gibi görünse de sadece bu bile ikisi arasında matematiksel olarak bir farklılık yaratıyor.

İki kopyanın farklı yol izleyeceği şüphesiz doğru. Fakat bilincin kesintisiz bir süreç olduğunu iddia etmek oldukça zor. Her gün 8 saat bilincimiz tamamen kapanıyor. Her sabah beynimizdeki bir hafıza ile uyanıyoruz. Uykudan önceki insan ile uykudan sonraki insan arasında özdeşliği sağlayan hafıza. Bilmiyorum hücrelerinizi, organlarınızı benlik olarak sayıyor musunuz? Biliyorsunuz onlar sürekli yenileniyor. Bilincin sürekliliği bile aslında özdeşlik için yeterli değil. İnsan sürekli fiziksel ve zihinsel bir değişim içinde.

Dediğim gibi bu konu çok kafa karıştırıcı, zaten yüzyıllardır filozofların önemli bir tarışma konusu. Hala büyük görüş ayrılıkları var. Ama benliği sadece bilincin sürekliliğine bağlamak kanımca çok mantıklı değil.

Link to post
Sitelerde Paylaş

bu konu çok kafa karıştırıcı, zaten yüzyıllardır filozofların önemli bir tarışma konusu. Hala büyük görüş ayrılıkları var. Ama benliği sadece bilincin sürekliliğine bağlamak kanımca çok mantıklı değil.

Dediğin gibi benlik ve benliğin varlıkla ilişkisi konusu soyut,subjektif ve biraz da fantastik olduğu için tam olarak görüş birliğine varmak zor.Katı kuralları ve inanç kalıpları olan dinde bile bu konu ayrışmalara neden olmuş.Vahdeti vücut-vahdeti şuhud,tevhid-tenzih,külli irade-cüzi irade vb. Herkesin bir bakış açısı var.En iyisi işin içinden çıkamayan eskilerin yaptığı gibi "ego sum qui sum"(ben benim) deyip konuyu noktalamak :)

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bütün kişisel özellikleriniz bir makineye hatta klonunuza aktarılsa bile bu siz olmazsınız. Çünkü herkesin bilinci kendine aittir ve bilinci kopyalamak mümkün değildir.

İnsanlar bir gün biyolojik olarak ölümsüzlüğü mutlaka bulurlar ve daha da ilerisi beynimiz bir robota bağlanır ve bilincimiz yaşamaya devam eder.

Ama ne gereği var? Sanki canlıların yaşamasının bir anlamı varmış gibi.

İnsan ölümsüzlüğü aramadan önce kendini ve diğer canlıları incelemelidir.

Ben bir hiç için yaşadığımızı görüyorum, ölene kadar bir şeylerle kendimizi oyalıyoruz, bunun dışında yemek, içmek, tuvalete gitmek ve uyumak dışında hiçbir işlevimiz yok.

Belki bunu anlamak insanlara zor gelebilir ama başka açıklaması yok. Herhangi bir böceği inceleyin, yaşamak dışında hiçbir işlevi olmadığını görürsünüz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ölümsüzlük şimdi de mümkün.. Geleceği beklemeye ne gerek var!

GERÇEK RUHSAL ÖLÜMSÜZLÜK !

Yaşam, doğa ile ilgili bazı kurallara büyük bir sadakatla uyan süreçler dizisidir. Doğulur, büyünür, yaşlanılır ve sonunda ölünür. Bu süreçler tek yönlü olarak birbirlerini izlerler. Bu dönemlerin tümünü yaşamak zorunluğu yoktur, haliyle… Canlılar gelişmeden ve büyümeden de ölebilirler, yaşlanmadan da ama, ölmeleri için önce doğmuş olmaları gerekmektedir. Ölümün tek gereksinimi doğumdur. Yaşam, ölümle sonlanacak, kronik bir hastalıktır. Çaresi olmayan bir hastalıktır. Sonu kesin olarak ölümle bitecektir. Bu durum insan ruhuna aykırıdır. Aslında canlı ruhuna aykırıdır. En ilkel virusundan, en gelişmiş balinasına kadar hiç bir canlı ölmek istemez ve ölmemek için elinden gelen mücadeleyi yapar. Bu açıdan bakınca yaşam, kaçınılmaz sona mümkün olduğu kadar geç ulaşmak için yapılan bir mücadele olarak kabul edilebilir. Bir içgüdüdür, yaşamak isteği. İlk ve en önemli güdülerden biridir. Canlıların yaşamı bu içgüdü üstüne kurulmuştur.

Dolayısıyla bu içgüdüyü sömürmek ve ondan çıkar sağlamak hem mümkündür, hem de kolay... İşte dinlerin temel görevlerinden biri de budur. Kişiye ölümsüzlük vadetmek... Bunu fiziksel olarak başaramazlar. Çünkü herkes bilir ki, yaşamın bir sınırı vardır ve sonunda ölümün pençesine düşülecektir. Çünkü peygamberler bile ölmüşlerdir. Dünyada ölmeyecek canlı yoktur... Ancak dinler öte dünyayı keşfederek, sonsuza kadar yaşama imkansızlığına ilginç bir çare bulmuslardır. Bütün dinler... Kimi cennet ve cehennem şeklinde, kimi biraz daha değisik, benzer kavramlar şeklinde, ölümsüzlük vadederler...

Dinler ruhun ölümsüzlüğünü vurgulayarak, müritlerini avuturlar. Ama insanlar yalnız Tanrı’ya inandıklari için ölümden korkmazlar! Sonunda onlara cennet de vadedilse, oraya gitmek istemezler. Korkularının en önemli nedeni içgüdüleridir. İnançları bile bu temel içgüdüyü ortadan kaldırmaya yetmez. En çok inananın bile içinde bir kuşku vardır. Bütün içgüdülerini bastıramaz, insanlar. Temel içgüdülerin bilinçle çatıştığı bir yer vardır, beyinde... İd, ego, süperego mücadelesi süreklidir...

Dindarların ateistleri sevmemesinin nedeni, ateistlerin yalnız materyelist olmaları değildir. Ateistler, dindarların inançlarını reddetmekle kalmazlar, aynı zamanda onların içindeki temel içgüdüleri uyararak, büyük bir gayretle bastırmaya calıştıkları şüphe ve endişelerinin baş kaldırmasına da neden olurlar... Son umutları da tükenir inanırların. Ölüm kesin bir son, kaçınılmaz bir gerçek olarak karşılarına dikilir. Nefret ederler ateistlerden dindarlar... Haksız olarak tabii.. Aslında ateistler de ölmekten, yok olmaktan korkarlar. Yaşama isteği bir iç güdüdür ve önlenemez...

Ölüm kesin bir son mudur? Ruh var mıdır? Yoksa fiziksel varlığımızla birlikte ruhumuz da mı yok olup gidecektir? Bence bu sorunun yanıtı ruhu nasıl tanımladığımıza bağlıdır. Ruh nedir? Bir insanın benliği ve özü müdür? Yoksa bu ölümlü dünyadan göçmeden önce yarattığı eserleri mi? Insanın özü, tam olarak değil belki ama, bir dereceye kadar, onu bilen, seven veya ondan nefret edenlerin belleğinde bir süre daha yaşayacaktır. Çocukları, arkadaşları, ailesi, dost ve düşmanları onu, kendi anılarında yaşatacaklardır. Bir gün gelecek artık onu tanıyan kalmayacaktır. İşte o gün o kişi gerçekten ölmüş olacaktır. Ruhu yok olacaktır. Bazı insanlar o kadar ünlüdürler ve arkalarında o kadar değerli veya iyi kötü önemli eserler bırakmışlardır ki, bir ruh olarak varlıklarını sonsuza kadar sürdürebileceklerdir. Musa, İsa, Muhammed, Atatürk, Atilla, Sezar, Hitler, Edgar Allan Poe, Fuzuli, Hayyam, Sartre, Dostoyevski, Çaykovski, Mozart, Bethoven ve sayısız diğerleri, ölümsüzleşmis, yarı Tanrı insanlardır ve sonsuza dek yaşayacaklardır.

Ben ölümsüzlüğe bu şekilde kavuşmayı, cennette hurilerle sonsuza dek oynaşarak yaşamaya yeğlerim... Dinlerin tanımladığı ölümsüzlük, içinde hem acı çekerek sonsuza kadar yaşamak olasılığını barındırdığı, hem de bir şey yaratmadan geçecek gereksiz bir süre olacağı için, istenmemelidir. Aklı başında ve mantıklı insanlar için seçenek açıktır. Bu dünyada iyilik, dürüstlük, ahlak, yararlılık ve yaratıcılık, öte dünya yerine ise kesin bir fiziksel ölüm ve sonsuz bir istirahat…. Bunları ne kadar ustalıkla başarırsak, bu ölümlü dünyada ruhumuz o kadar uzun yaşayacaktır. Fiziksel bedenimiz, sonunda içinden çıktığı doğaya yeniden döndükten çok sonraları bile, ruhumuz yaşayacaktır.. Hatta bazılarımız gerçek ölümsüzlüğe kavuşacağızdır.

Bence amaç bu olmalıdır. Gerçek ruhsal ölümsüzlüğe kavuşmak... Bu tür ölümsüzlüğe dindarlar da kavuşabilirler haliyle ama, ateistlerin onlardan daha az şansı olduğuna inanmıyorum……..

HACI

Hacı klasiklerinden biri olmuş bu yazı.Hacı'nın ölüm ve yaşam üzerine olan bütün yazıları beni cok etkiler.Hissiyatını,duygusunu yazısına geçirebilen insanlardan biri çünkü..

Ben başka boyutlar ve dünyalar olduğuna inanıyorum.

ne menem bişeydir bilinmez ama.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Merhaba,

Bu işte imkansız birşeydir. Herşeyi maddiyat olarak düşünen biri daha bilinci çözememişken, bunları birde başkasına aktarmak daha uçuk bir düşünce. Hem madde bu tip şeyleri nasıl aktarmayı düşünecek ki? Bu saydığın şeylerin hepsi madde dışı şeyler. Elle tutulur, gözle görülür bir tarafı yok. Yani bu haliyle bunun bırakın başka bedene aktarılmayı, açıklanamaz bile. Materyalizmin çıkmazlarından biridir bu.

Sevgi ve Saygılarımla

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ben bu konuda düşündüm, taşındım ve şu karara vardım ki, eğer gelecekte bir kopyamız yaratılırsa, şu anda benimsediğimiz benlik anlayışına göre o kopya ile biz aynı kişiyizdir. Evet, bu şekilde bir ölümden sonra yaşam mümkün. Ama dediğim gibi, şu anda benimsediğimiz benlik anlayışına göre. Eğer hayatımız boyunca yaşadığımız bütün fizyolojik, zihinsel değişimlerimize rağmen 5 yaşındaki halimize ben diyebiliyorsak. Çoğumuz bunu diyor. Eğer hafızamızı bir şekilde bilinçli bir bedene ya da bilgisayara aktarabilirsek, ölümden sonra yaşam olabilir.

Fakat acı taraf şu ki. Biz ölmeden hafızamızı aktarabileceğimiz ve saklayabileceğimiz bir teknolojinin ortaya çıkmasının oldukça düşük olasılıklı olması.

Link to post
Sitelerde Paylaş

benliğimi bilgisayara kopyalayacağıma( artık nasıl olacaksa ), genlerimi yeni nesilere kopyalarım. iki türlüde ben nasıl olsa öleceğim. ikincisinde en azından etten kemikten hisseden duyguları olan bir devamım olur.. Aslında bu konuştuğumuz çlişkiler paradokslar, benliğin ilüzyon olduğunun kanıtıdır. karşında seninle konuşan insandan hiçbir farkın yok aslında, o sadece başka zamanda başka yerde sen.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Öldükten sonra bilgisayar açılabilir ve ben bedenim olmadan yaşamaya devam edebilirim.

Bilimin bulguları evrenin enerjisinin yaklaşık 10 milyar yıl sonra biteceğini, evrenin büyük çöküşle birlikte büyük bir ısı ve sıkışmayla sonlanacağını söyler.

Onun için diyorum ki, ha bugün ölmüşsün ha 10 milyar yıl sonra ölmüşsün nitelik yönünden pek farkı yok, sonuçta ölümlüsün.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...