Jump to content

Marx: Emek, Değer, Sömürü


Recommended Posts

Merhaba,

Emek, değer ve sömürü konuları forumda sık sık tartışılıyor, ve Marx'ın bu konular hakkındaki yaklaşımları da dolayısıyla sıklıkla gündeme geliyor. Bu konulara ilişkin kafa karışıklığının yaygın olduğunu, ve de tartışmalarda çok fazla yanlış bilginin dolaştığını düşünüyorum; o nedenle böyle bir başlık açmaya karar verdim. Burada vereceğim bilgilerin ve dile getireceğim eleştirilerin gelecekteki tartışmaları olumlu bir biçimde etkileyeceğini umuyorum.

Astur

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Sömürü

Marxist sömürü teorisinin temelinde, işçilerin üretim araçlarına erişimlerinin olmadığı iddiası yatar. Buna yazının ileriki bölümlerinde kısaca atıf yapabilme adına "erişemezlik iddiası" diyelim.

Bu iddiayı anlayabilmemiz için Marx'ın kapitalist düzeni betimleyişini kısaca özetlememiz gerekir:

Kapitalist düzende işçiler üretim yapabilmek için üretim araçlarına ihtiyaç duyarlar, ve emeklerini bu nedenle kapitalistlere satarlar. Bir işçi ya da bir işçi topluluğunun üretim araçlarını kiralaması ve ürettikleri ürünleri birkaç ay sonra satıp gelir elde edinceye kadar beklemeleri falan da mümkün değildir, zira buna imkân tanıyacak mali kaynaklardan yoksundurlar ve süreçte kendilerini doyurmaları gerekir. Bu sebeplerden ötürü işçiler kapitalistlerle anlaşmak durumunda kalırlar. Kapitalistlerin işçiler için rekabet etmeleri ve bu durumun işçi ücretlerini arttırması da mümkün değildir, zira hazırda bekleyen bir işsizler ordusu vardır.

Sömürünün kaynağının yukarıda bahsettiğimiz işçilerin üretim araçlarına erişimlerinin olmaması durumu olduğu fikrini benimsememiz durumunda, işçilerin kapitalistler için çalışmak zorunda olmadıkları bir toplumda sömürü olmayacağı fikrini de benimsemek durumunda kalırız; bu, öncülü mantıksal olarak izler. Bu da isteyen herkesin bünyesinde çalışabileceği bir kamu sektörü olması hâlinin sömürüyü ortadan kaldıracağı anlamına gelir. Bu şekilde bir kamu sektörünün var olduğu bir toplum tasavvur edelim. Bu toplumda üretim araçlarının özel ellerde olduğu, ve burada çalışmayı seçen işçileri bünyesinde barındıran bir de özel sektör olduğunu varsayalım. Bu işçiler istemeleri durumunda kamu sektöründe geçebilecek olduklarından, yani kapitalistler için çalışmak zorunda olmadıklarından dolayı sömürülüyor olmazlar.

Yukarıda betimlediğimiz farazi toplum ve bu toplumdaki durum hakkında biraz düşünelim. Bu toplumda özel sektördeki maaşların daha yüksek olduğunu, ve bu nedenle işçilerin kamu sektöründen özel sektöre kaydığını, ve de bu nedenle kamu sektörünün dereceli olarak küçüldüğünü varsayalım. Ve bu süreç sonucunda kamu sektörünün tamamiyle ortadan kalktığını düşünelim. Sömürünün kaynağının işçilerin kapitalistlerle anlaşmak durumunda olmaları olduğunu kabul ettiğimizde, işçilerin gelirlerinde gerileme olmadığı bir durumda dahi önceleri kamu sektörü ayaktayken sömürülmeyen işçilerin kamu sektörünün ortadan kalktığı bir durumda sömürülüyor olduğu gibi bir sonuç ortaya çıkacaktır. Gelir ve koşullarında değişiklik olmayan işçilerin üretim araçlarının mülkiyetindeki değişimler neticesinde sömürülmeye başladıkları iddiasi ise akla yatkın değildir. Bu nedenle erişemezlik iddiası diye adlandırdığımız iddiaya dayanan sömürü iddiası da akla yatkın gözükmemektedir.

Erişemezlik iddiası Marx'ın yaşadığı dönemin koşullarında geçerli olabilir, ancak günümüz toplumlarının birçoğunda yukarıda özetlediğimiz durumun var olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Her şeyden önce ABD, İsveç, Almanya, Japonya, Avustralya vb. gelişmiş ülkelerin işçilerinin ellerinde Marx'ın dönemindeki işçilerin aksine oldukça geniş mali kaynaklar vardır. Sendikaların ellerinde de oldukça geniş kaynaklar vardır. Bu noktada bu işçilerin gerçekten de kapitalistler için çalışmak zorunda olup olmadıklarını sorgulamamız gerekir: İşçiler, en azından gelişmiş ülkelerin işçileri, neden işçilerin yönetecekleri fabrikalar kurmuyorlar? Önlerinde böyle bir seçenek bulunan işçilerin Marx'ın bahsettiği işçiler gibi sömürüldüklerini iddia etmek saçma olur.

Değer

Marxist teorideki sömürü iddiasının bir başka önemli parçası da işçilere kapitalistler tarafından emeklerinin karşılığı olan miktardan daha az ödeme yapıldığı iddiasıdır. Bu iddianın temeline inmemiz için de Marx'ın değer teorisini anlamamız gerekir.

Klasik emek-değer teorisi olarak adlandırabileceğimiz teori zayıftır, ve bu teoriye getirilebilecek çok bariz birçok itiraz vardır. Bir şeyin değerinin kaynağının, ve değeri konusundaki belirleyici unsurun ona harcanan emek olduğu kabul edildiğinde karşımıza pek çok sorun çıkar. Örneğin Picasso'nun yaptığı resimlerin benimkilerden daha değerli olmalarının sebebinin resimlerine benden daha fazla emek harcıyor olması olmadığı barizdir. Bu teori birbiri ile özdeş eşyaların, farklı yerlerde farklı değere sahip olmaları gibi durumları da açıklamaktan acizdir.

Marx ise (pek çok insanın düşündüğünün aksine) klasik anlamdaki emek-değer teorisinden oldukça farklı bir değer teorisini benimsiyordu. Marx'a göre, bir metanın değerini belirleyen şey onun üretiminde harcanan toplumsal olarak gerekli emek-zamanıydı.

Marx Kapital'in ilk cildinde toplumsal olarak gerekli emek-zamanını şu şekilde tanımlıyor:

Toplumsal olarak gerekli emek-zamanı, bir malı, normal üretim koşulları altında, o sıradaki ortalama hüner derecesi ve yoğunluğu ile elde edebilmek için gerekli zamandır.

Toplumsal olarak gerekli emek-zamanı kavramını daha detaylı bir biçimde incelemeden önce Marx'ın değer teorisinin başka bazı özelliklerinden bahsetmemizde fayda var.

Klasik emek-değer teorisine getirilebilecek bariz itirazlardan biri de hiç kimsenin istemeyeceği bir şeyin, örneğin üzerinde saatlerce uğraşılmış dev bir düğümün, değerinin üzerinde emek verilen saatler üzerinden hesaplanıp hesaplanmayacağı sorusudur.

Marx'ın teorisi bu itirazdan şu şekilde kaçınıyor:

Ensonu, hiç bir nesne, yararlı bir şey değilse, değere sahip olamaz. Eğer o şey yararsız ise, onda bulunan emek de yararsızdır; bu emek, emek sayılmaz ve bu yüzden değer yaratmaz.

(Bu ifadeye getirilebilecek birçok eleştiri var, ama çok fazla detaya inmeme adına bunlara şimdi değinmeyelim.)

Marx Kapital'in ilerleyen bölümlerinde şöyle diyor:

Böylece, onun kendi emeği, toplumsal nitelikte yararlı olması koşulunu, yani ürünün yalnızca yararlı değil, ama başkaları için yararlı olması koşulunu alır, ve onun özel emeğinin, öteki bütün özel emek türlerine eşit olmakla kazandığı toplumsal nitelik, tüm emek ürünlerinin fiziksel olarak farklı malların ortak nitelik taşıması, yani bir değere sahip olması şekline girer.
Ancak değişilmeleri sayesindedir ki, emeğin ürünleri, yararlanılan nesneler olarak, değişik varoluş biçimlerinden ayrı olarak bir tekdüze toplumsal biçimde değer alırlar.

Yani bir şeyin değerinin ölçülebilmesi için bir önceki alıntıdaki fayda sahibi olması kriterine uyması yetmiyor. Marx'ın teorisi bu madde sayesinde, daha etkin biçimde üretilemeyecek, ve üretimi 600 saat süren, ancak çok az yararı olan bir şeyin çok değerli olduğu gibi saçma bir sonuç vermiyor.

Marx, fayda sahibi olmanın gerekli bir koşul olduğunu, ve bu koşulun yerine getirilmesi durumunda değerin harcanan emek ile ölçüleceğini söylemiyor. Marx, bir ürün için ne kadar gerekli emek harcandığının ürünün sağladığı yararın derecesi ile ölçülebildiğini söylüyor. Bu da Marx'ın değer teorisini bir emek-değer teorisi olmaktan tam anlamıyla çıkarıyor.

Olaya bir de şöyle yaklaşalım. Diyelim ki faydalı ürünler, o dönemin koşullarında olabilecek en etkin biçimde üretiliyorlar; ancak belli bir fiyatta satılmalarına imkân vermeyecek kadar yüksek miktarda üretiliyorlar. Ürünlerin piyasadaki satış değerleri, harcanan emeğin değerini karşılamıyor, ve insanların karşılığında para ödemeye razı olacaklarından daha fazla sayıda etkin emek-saati bu ürünlerin üretimine harcanmış. Bu durum faydalı bir ürünün üretimine ayrılan ortalama emek-saatinin ürünün değeri konusunda belirleyici olmadığı mı anlamına geliyor? Marx, bu soruyu şu şekilde yanıtlıyor:

Lastly, suppose that every piece of linen in the market contains no more labour-time than is socially necessary. In spite of this, all these pieces taken as a whole, may have had superfluous labour-time spent upon them. If the market cannot stomach the whole quantity at the normal price of 2 shillings a yard, this proves that too great a portion of the total labour of the community has been expended in the form of weaving. The effect is the same as if each individual weaver had expended more labour-time upon his particular product than is socially necessary.

Çeviri:

Son olarak piyasadaki her keten kumaş parçasının toplumsal olarak gerekli olan miktardan daha fazla emek-zamanı içermediğini varsayalım. Buna rağmen ,tüm kumaş parçalarını bir arada göz önüne alırsak, bunlara gereğinden fazla emek-zamanının harcanmış olabileceğini görürüz. Eğer bütün ürünler piyasada normal fiyat olan iki şilinden alıcı bulamazlarsa, bu toplumun emek gücünün aşırı bir bölümünün dokumaya ayrıldığı anlamına gelir. Bu durumun etkisi her bir dokumacının toplumsal olarak gerekli olan emek-zamanından daha fazlasını harcaması ile aynıdır.

Yani Marx, neyin toplumsal olarak gerekli olduğunun, ve ne kadar emeğin toplumsal olarak gerekli olduğunun piyasa tarafından belirlendiğini söylüyor!

Marx'ın teorisi bir emek-değer teorisinden ziyade değerin piyasada belirlendiğini söyleyen bir teoriyi andırıyor. Toplumsal olarak gerekli emek-zamanı diye adlandırdığı şeyi belirleyenin piyasadaki değişim ve süreçler olduğu açıkça görülüyor!

Değer konusundaki belirleyici unsurun harcanan emek saatleri değil, piyasa koşulları olduğu görüldüğünde işçilerin sömürüldüklerini emek-saatlerini merkez alan matematiksel bir formülle ispatlama çalışmaları havada kalıyor. Ve sonuç olarak Marx'ın sömürü iddiası iki ayrı alanda net bir biçimde yanlışlanıyor.

Bu konulara ilgisi olan arkadaşlara bu konuların çok daha detaylı bir biçimde tartışıldığı Robert Nozick'in "Anarşi, Devlet, Ütopya" adlı kitabının 8. bölümünü okumalarını öneririm. Kapital'in ilk cildinin ilgili kısımlarını okumanızı gerektiğini ise söylememe bile gerek olmamalı! :)

Alıntıları şu iki kaynaktan yaptım:

http://www.kurtuluscephesi.com/marks/kapc107.html#16z

http://www.marxists.org/archive/marx/works/1867-c1/ch03.htm

Çevirilen bölümdeki çeviri bana ait.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 158
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Sevgili Astur.

İşçilerin üretim araçlarına erişemezliği ile ne demek istiyorsun. Tüm işçi sınıfının mı? Yoksa birtakım işçilerin mi? Önce burayı biraz aç.

Sonra, neyin toplumsal olarak gerekli olduğu ve ne kadar emeğin toplumsal olarak gerekli olduğunun piyasa tarafından belirlenmesi meselesini kafamızda somutlayalım.

Neyin toplumsal olarak gerekli olduğu, talep edilen mal ve hizmeti içerir. Bu talebi işçilerin emeği üreterek karşılayacaktır. Dolayısıyla işçilerin ürettiği mal ve hizmete piyasa ne fiyat biçiyor ise, işçilerin emeklerinin karşılığı da bu fiyat üzerinden hesaplanır. İşçilerin bu şekilde hesaplanan emeklerinin karşılığı çalışma saatlerine bölündüğü zaman da birim zamana tekabül eden ücret bulunur.

Yani üretilen mal ve hizmetlerin fiyatının piyasa tarafından belirlenmesi özünde işçi emeğinin, yani ücretin belirlenmesine neden olur.

Marx'ın teorisi bir emek-değer teorisinden ziyade değerin piyasada belirlendiğini söyleyen bir teoriyi andırıyor. Toplumsal olarak gerekli emek-zamanı diye adlandırdığı şeyi belirleyenin piyasadaki değişim ve süreçler olduğu açıkça görülüyor!

Değer konusundaki belirleyici unsurun harcanan emek saatleri değil, piyasa koşulları olduğu görüldüğünde işçilerin sömürüldüklerini emek-saatlerini merkez alan matematiksel bir formülle ispatlama çalışmaları havada kalıyor. Ve sonuç olarak Marx'ın sömürü iddiası iki ayrı alanda net bir biçimde yanlışlanıyor.

Değerin piyasada belirlenmesi, değerin emekten bağımsız olduğunu göstermez ki. Değer dediğin şey, üretilen mal ve hizmetlerdir. Bunları ise işçiler üretir. Üretilen mal ve hizmetin piyasadaki değeri, zorunlu giderlerle beraber işçi emeğinin değerini içerir. Zaten işçi mal ve hizmet satıldıktan sonra emeğinin değerini hesaplayabilse ve bunu alsa, patrona kar diye bir şey kalmaz.

Emek saatleri de, mal ve hizmet satıldıktan sonra hesap edilir.

Kapitalist üretim ilişkilerinde, satın alınan emek üretim öncesinde pazarlıkla tespit edilir. Bu tespitte piyasayı daha iyi bilen kapitalist işçi emeğini piyasa değerinden daha ucuza kapatır ve ne kadar fazla işçiyi, ne kadar ucuza kapatır ise karı da o oranda fazla olur.

Özetle kapitalist üretim sürecinde, süreç mal ve hizmetlerin satılması ile son bulur. Ve hesaplar süreç sonunda yapılmalıdır. Başında yapılan hesaplar herkesi yanıltır. Hani derler ya "evdeki hesap çarşıya uymaz" diye.

Tüm hesaplar çarşıdan dönüldükten sonra yapılmalıdır.

Çarşıda satılmış mal ve hizmetler, işçi emeğinin değerini de belirler. Bunun birim değer olarak azlığının veya çokluğunun önemi yoktur.

Değer emekten bağımsız değildir. Picassonun tablosunun piyasa değeri picassonun emeğinin değerini içerir. Bir çatal-bıçak takımının değeri onu üreten demirci ustasının emeğinin değerini içerir.

DEĞER, EMEKTEN BAĞIMSIZ OLURSA, DEĞERSİZ OLUR.

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Sömürünün kaynağının yukarıda bahsettiğimiz işçilerin üretim araçlarına erişimlerinin olmaması durumu olduğu fikrini benimsememiz durumunda, işçilerin kapitalistler için çalışmak zorunda olmadıkları bir toplumda sömürü olmayacağı fikrini de benimsemek durumunda kalırız; bu, öncülü mantıksal olarak izler. Bu da isteyen herkesin bünyesinde çalışabileceği bir kamu sektörü olması hâlinin sömürüyü ortadan kaldıracağı anlamına gelir. Bu şekilde bir kamu sektörünün var olduğu bir toplum tasavvur edelim. Bu toplumda üretim araçlarının özel ellerde olduğu, ve burada çalışmayı seçen işçileri bünyesinde barındıran bir de özel sektör olduğunu varsayalım. Bu işçiler istemeleri durumunda kamu sektöründe geçebilecek olduklarından, yani kapitalistler için çalışmak zorunda olmadıklarından dolayı sömürülüyor olmazlar.

Kamu sektörü örneğin saçma.

Neden kamu sektörü olunca sömürü ortadan kalkmış olsun ki?

Neticede oradaki ücretler de piyasa koşullarına göre belirleniyor.

Ülkenin yapısına, gelir durumuna, işsizliğe, piyasa şartlarına göre ücretler oluşuyor.

Ayrıca nerede görülmüş, özel sektörden vazgeçip rahatça kamu sektörüne geçildiği?

Kamu sektöründe iş bulmak kolay mı?

Kamunun ücret düşüklüğünden dolayı istifa edip özele geçmiş biri olarak yazıyorum.

Kamuda çalışanın sadece işten çıkarılmama güvencesi olur, bir de rahatlığı.

Ücret açısından ise özelden ya düşüktür ya da kimi sektörlerde özelle aynıdır.

Yukarıda betimlediğimiz farazi toplum ve bu toplumdaki durum hakkında biraz düşünelim. Bu toplumda özel sektördeki maaşların daha yüksek olduğunu, ve bu nedenle işçilerin kamu sektöründen özel sektöre kaydığını, ve de bu nedenle kamu sektörünün dereceli olarak küçüldüğünü varsayalım. Ve bu süreç sonucunda kamu sektörünün tamamiyle ortadan kalktığını düşünelim. Sömürünün kaynağının işçilerin kapitalistlerle anlaşmak durumunda olmaları olduğunu kabul ettiğimizde, işçilerin gelirlerinde gerileme olmadığı bir durumda dahi önceleri kamu sektörü ayaktayken sömürülmeyen işçilerin kamu sektörünün ortadan kalktığı bir durumda sömürülüyor olduğu gibi bir sonuç ortaya çıkacaktır. Gelir ve koşullarında değişiklik olmayan işçilerin üretim araçlarının mülkiyetindeki değişimler neticesinde sömürülmeye başladıkları iddiasi ise akla yatkın değildir. Bu nedenle erişemezlik iddiası diye adlandırdığımız iddiaya dayanan sömürü iddiası da akla yatkın gözükmemektedir.

Sende kamu sektöründe sömürülmeme saplantısı oluşmuş.

Kamu sektörlerinde de devlet kapitalizmi vardır.

Özelden yegane farkı, özel kadar kâr edemeyişleridir.

Sebebi de kamu maliyetlerinin yüksek oluşu, gereğinden çok fazla gayrimüstahsil yani üretimdışı personel çalıştırmasıdır ki bunların çoğu da siyasi kadrolaşmalardır, hısım-hemşehri istihdamıdır.

Dolayısıyla sömürü kamuda da vardır, özelde de.

Kamudaki maliyet yüksekliğinin ve verimsizliğin sorumlusu işçiler değildir.

Erişemezlik iddiası Marx'ın yaşadığı dönemin koşullarında geçerli olabilir, ancak günümüz toplumlarının birçoğunda yukarıda özetlediğimiz durumun var olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Her şeyden önce ABD, İsveç, Almanya, Japonya, Avustralya vb. gelişmiş ülkelerin işçilerinin ellerinde Marx'ın dönemindeki işçilerin aksine oldukça geniş mali kaynaklar vardır. Sendikaların ellerinde de oldukça geniş kaynaklar vardır. Bu noktada bu işçilerin gerçekten de kapitalistler için çalışmak zorunda olup olmadıklarını sorgulamamız gerekir: İşçiler, en azından gelişmiş ülkelerin işçileri, neden işçilerin yönetecekleri fabrikalar kurmuyorlar? Önlerinde böyle bir seçenek bulunan işçilerin Marx'ın bahsettiği işçiler gibi sömürüldüklerini iddia etmek saçma olur.

Bunlar ne kadar saçmasapan görüşler Astur.

Erişemezlikten kastettiğin sermayedir. Üretim araçlarına sahip olacak şekilde kendi işini kurmaktır.

Ay sonunu getiremeyen, geçinemeyen bir işçinin kendi işini kurması mümkün müdür?

Varsayalım kurdu, hatta başarılı oldu, ne farkedecek?

O da sömürü düzeninin çarkında yerini alacak. O da sömürecek ve kapitalistleşecek.

Önemli olan üretim ilişkilerinin değişmesidir. Yoksa işçiler de fabrika kurmuş, farkeder mi?

Sonuç olarak Marks'ın değil, senin yazdıkların saçmalık.

Sömürü vardır. Nedir o sömürü?

Bir motor fabrikasında bir işçinin ayda 50 motor üretip, sadece 1 motor karşılığı ücret almasıdır.

Bu ücretle de geçinememesi, beslenme, eğitim, sağlık, eğlence, tatil vb. ihtiyaçlarını karşılayamamasıdır.

Avrupa işçisi karşılayabiliyorsa daha az sömürülüyor demektir. Sömürülmeyen işçi yoktur.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili Astur.

İşçilerin üretim araçlarına erişemezliği ile ne demek istiyorsun. Tüm işçi sınıfının mı? Yoksa birtakım işçilerin mi? Önce burayı biraz aç.

Marx'ın anlatımındaki gibi, tüm işçi sınıfını kast ediyorum.

Dolayısıyla işçilerin ürettiği mal ve hizmete piyasa ne fiyat biçiyor ise, işçilerin emeklerinin karşılığı da bu fiyat üzerinden hesaplanır.

Demek ki değeri emek değil, piyasa belirliyor. Mesele kaç saat emek harcandığı değil, piyasadaki satış fiyatı. Emek-değer teorisi huzur içinde yatsın.

Değerin piyasada belirlenmesi, değerin emekten bağımsız olduğunu göstermez ki. Değer dediğin şey, üretilen mal ve hizmetlerdir. Bunları ise işçiler üretir. Üretilen mal ve hizmetin piyasadaki değeri, zorunlu giderlerle beraber işçi emeğinin değerini içerir.

Mesele emek miktarı değil. Herhalde X fabrikasında mp3 çalar üreten işçiler I-Pod üretilen fabrikadakilerden daha az emek sarf etmiyorlar, ama I-Pod daha pahalıya ve daha çok satabiliyor. Tasarım, reklam bir dolu faktör var işin içinde, değeri belirleyen faktör emek değil.

Zaten işçi mal ve hizmet satıldıktan sonra emeğinin değerini hesaplayabilse ve bunu alsa, patrona kar diye bir şey kalmaz.

Yatırım, risk vs. faktörleri görmeyince iş basit tabii. :)

Emek saatleri de, mal ve hizmet satıldıktan sonra hesap edilir.

Saat hesabı yapmak anlamsız, kaç saat emek verildiği ile değer alakalı değil.

Kapitalist üretim ilişkilerinde, satın alınan emek üretim öncesinde pazarlıkla tespit edilir. Bu tespitte piyasayı daha iyi bilen kapitalist işçi emeğini piyasa değerinden daha ucuza kapatır ve ne kadar fazla işçiyi, ne kadar ucuza kapatır ise karı da o oranda fazla olur.

Kapitalistlerin hiç özelliği yok diyordunuz, ama piyasayı daha iyi biliyorlarmış. :)

Tüm hesaplar çarşıdan dönüldükten sonra yapılmalıdır.

Zarar edilirse?

Değer emekten bağımsız değildir. Picassonun tablosunun piyasa değeri picassonun emeğinin değerini içerir. Bir çatal-bıçak takımının değeri onu üreten demirci ustasının emeğinin değerini içerir.

Picasso'nun resimlerini değerli yapan harcadığı emek miktarı değil işte. Yoksa ben de onun kadar emek sarf etsem aynı değerde tablolar yapabilirdim.

DEĞER, EMEKTEN BAĞIMSIZ OLURSA, DEĞERSİZ OLUR.

Sevgiler.

Değerli addettiğimiz çoğu şey doğada hazır değil, o nedenle bunlar için çalışmamız gerekiyor, orada hemfikiriz tabii de; belirleyici faktörün emek olmadığını Marx bile görüyor, bu Kapital'de açıkça görülüyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Marx'ın teorisi bir emek-değer teorisinden ziyade değerin piyasada belirlendiğini söyleyen bir teoriyi andırıyor. Toplumsal olarak gerekli emek-zamanı diye adlandırdığı şeyi belirleyenin piyasadaki değişim ve süreçler olduğu açıkça görülüyor!

Değer konusundaki belirleyici unsurun harcanan emek saatleri değil, piyasa koşulları olduğu görüldüğünde işçilerin sömürüldüklerini emek-saatlerini merkez alan matematiksel bir formülle ispatlama çalışmaları havada kalıyor. Ve sonuç olarak Marx'ın sömürü iddiası iki ayrı alanda net bir biçimde yanlışlanıyor.

Bu konulara ilgisi olan arkadaşlara bu konuların çok daha detaylı bir biçimde tartışıldığı Robert Nozick'in "Anarşi, Devlet, Ütopya" adlı kitabının 8. bölümünü okumalarını öneririm. Kapital'in ilk cildinin ilgili kısımlarını okumanızı gerektiğini ise söylememe bile gerek olmamalı!

Önceki iletimde bir motor örneği vermiştim.

Bu örneği pratikleştirelim:

Bir fabrika 100 işçi çalıştırıyor. Bir işçinin ortalama maaşı 1000 lira. Günde 200 motor üretiyor.

Bir motorun maliyeti 50 lira. Bu maliyete vergiler, malzeme, işletme masrafları dahil.

Bir motoru 100 liradan elinden çıkarıyor.

Ayda yaklaşık 5000 motordan eline geçen 500.000 lira. 100 işçinin maliyeti 100.000 lira.

Net kâr 400.000 lira.

Bu en basit örneği ve gerçek yaşamdan bir örnek. Sadece rakamlar yuvarlatılmış o kadar.

Burada 400.000'in işverence hakedilen kısmı en fazla 100.000'dir. O da sermaye, üretim araçları payı.

Geriye kalan 300.000 artık değerdir. Hakedilmeden işçinin sömürülmesinden elde edilen fahiş kârdır.

İşçilerine 1000 yerine 2000 verse, yoksulluk seviyesinin altına düşmeyecekler. Açlık sınırında yaşamayacaklar. Ama tam tersine daha ucuz işçilik peşinde koşuyorlar.

Bundan çok daha korkunç kârlar var piyasada.

71'de Mahirler Mete Has'ı kaçırdıklarında fidye olarak sadece 1 günlük kazancını istediler.

Bu isteklerindeki amaçları; bir patronun işçiye göre kazancını gözler önüne sermekti.

Mete Has'ın 1 günlük kazancı 400.000 liraydı. O dönem 1 işçinin 1 aylık ortalama ücreti ise 1000 lira.

Yani, Mete Has 400 işçinin 1 aylık maaşını sadece 1 günde kazanmaktaydı.

Böyle korkunç rakam farkları karşısında daha nasıl artı değer yoktur, sömürü yoktur denilebilir?

Ya da dalga geçer gibi; "o işçiler de birleşsin kendileri üretsinler." denebilir.

Örnekteki motor fabrikasında mevcut olan 50 civarındaki üretim aracı makina-tezgah'ın her birinin ortalama fiyatı 150-200 bin lira. İşçinin işsiz kaldığında geçinebileceği 1 aylık birikimi bile yokken o makinalara ve fabrika binasına sahip olması ancak hayaldir. Bu kadar basit değil.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kamu sektörü örneğin saçma.

Neden kamu sektörü olunca sömürü ortadan kalkmış olsun ki?

Örnek farazi bir örnek, bir düşünce deneyi. Kamu sektörüne isteyenin geçebileceği hayali bir toplum var örnekte, işçiler kapitalistler için çalışmak zorunda değiller, ve Marx'ın sömürünün temeli olarak gösterdiği şey o. Yazıyı sakin bir biçimde yavaş yavaş okusan bu itirazlarla gelmeyeceksin aslında.

Bunlar ne kadar saçmasapan görüşler Astur.

Erişemezlikten kastettiğin sermayedir. Üretim araçlarına sahip olacak şekilde kendi işini kurmaktır.

Ay sonunu getiremeyen, geçinemeyen bir işçinin kendi işini kurması mümkün müdür?

Zengin ülkelerin işçilerinin sermayeleri var, sendikaların da sermayeleri var, 19. yüzyıl İngiltere'si değil ki 2010 dünyasının her yeri!

Önemli olan üretim ilişkilerinin değişmesidir. Yoksa işçiler de fabrika kurmuş, farkeder mi?

İşçilerin kurduğu ve sömürü olmayacak şekilde yönetecekleri işletmelerden bahsediyorum. Niye imkânsız bunlar? Niye yapılmıyorlar? ABD ya da Fransa'daki bir sendikanın gücü mü yok yani?

Sonuç olarak Marks'ın değil, senin yazdıkların saçmalık.

Dediklerimi anlamamışsın ki, yazdıklarım saçmalık olsa dahi bilemezsin.

Sömürü vardır. Nedir o sömürü?

Bir motor fabrikasında bir işçinin ayda 50 motor üretip, sadece 1 motor karşılığı ücret almasıdır.

Yahu hangi işçi tek başına oturup kendine ait alet, edevat, hammadde vs. ile 50 motor üretiyor. Yeme bizi Pante. Post-fordist üretim falan var, ama sizin geyiklerde milim ilerleme yok.

Bu ücretle de geçinememesi, beslenme, eğitim, sağlık, eğlence, tatil vb. ihtiyaçlarını karşılayamamasıdır.

Böyle bir sömürü tanımı yine mantıklı, ama Marx'ın iddiası bu değil, zaten sen de bu ihtiyaçları karşılayan işçilerin bile sömürüldüğünü iddia ediyorsun. Dediklerin iç tutarlılığa bile haiz değil.

Avrupa işçisi karşılayabiliyorsa daha az sömürülüyor demektir.

Niye?

Sömürülmeyen işçi yoktur.

Niye?

Solculara bayılıyorum ya. :D

Link to post
Sitelerde Paylaş

Böyle korkunç rakam farkları karşısında daha nasıl artı değer yoktur, sömürü yoktur denilebilir?

Ya da dalga geçer gibi; "o işçiler de birleşsin kendileri üretsinler." denebilir.

İşçi sermayeyi sömürüyor, ne sömürüsü ? Elin oğlu yüzlerce insan besliyor (!) daha ne yapsın.

Aptal,salak insanlar onlar,uzak durun.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Tartışmaya girmeyim, yazmayayım dedim ama dayanamadım yine geldim. Yeniden üye olmama biraz da bu başlık vesile oldu...

Her şeyden önce değeri, birçok görüngünün ortak ve nihai sonucu olarak tanımlamak yerinde olur. Çünkü; bir metanın değerini belirleyen şey ne tek başına onun üretiminde cisimleşen emek-zamandır, ne piyasaki arz-talep dengesidir ne de onun yararlılığıdır. Değer tüm bunların bileşimi olarak ortaya çıkan bir sonuçtur. Başka bir deyişle, bir metanın değeri, tüm bu süreçlerin marjinal bir rol oynadığı ve "marjinal" adlandırmasının önek olarak konulmasına neden olan "marjinal fayda"ya göre belirlenir. İktisat biliminde kabul gören değer tanımı işte budur. Katılımcılar dilerlerse ve benim dikkate alabileceğim mahiyette itirazlar ileri sürerlerse değerin tanımına ilişkin tartışmayı derinleştirmeye hazırım. Ama, şimdi yukarıdaki diğer konularda birkaç şey söylemek istiyorum.

İşe erişebilirlik için getirilen kamu sektöründe istihdam örneği probleme pek uygun olmamış. Çünkü; işçilerin tümü için erişilebilir bir kamu istihdamının gerçekte tek bir örneği yoktur. Bu bile bunun üzerinde daha fazla durmaya gerek olmadığının kanıtıdır. Ama, diğer yandan, işe erişememezlik Karl Marx zamanında bir ölçüde geçerli kabul edilebilse de günümüzde bunun uygulamada temeli yoktur. Beğenmediğiniz, fakir görünen herhangi birinin köyünde satıp sermayeye çevirebileceği malı-mülkü olması olasılığı hiç de yabana atılacak kadar küçük değildir. Küçük ölçekli girişimlerle kendi işinin sahibi olmak inanın hiç de zor değildir. Şu var ki, bunun için batma riskini de göz önüne almak gerekir ki çoğu zaman hazır bir işe tercih edilmemesinin de nedeni budur. Aksini iddia eden yalan söyler. Ve biliyoruz ki içimizde yalancılar pek çoktur...

Kapitalizmde sömürü yoktur demiyorum; insan var olduğu sürece diğerlerinden kendini merkeze koyarak faydalanmaya devam edecektir. Bu onun biyolojik var oluşunun ilkesi olagelmiştir ve belki de asla ortadan kalkmayacaktır. Ancak, sömürü olgusunun Marx'ın artı-değerine göre formüle edilmesi tümüyle yanlıştır. İşçinin artı(k) değeri olarak formüle edilen şeyde, girişimcinin, yani kapitalistin işi organizasyonu, üstlendiği riskler, üretim için gerekli makine ve ekipmanı tahsis etmesi ve en önemlisi de know-how'u yadsınamayacak bir belirleyiciliğe sahiptir. Organizasyonun ve imalat tekniğinin önemi, özellikle teknolojik gelişmelerin damgasını vurduğu çağımızda çok daha açık bir biçimde görülebilir hale gelmiştir. İmalat teknolojisi emeğin üretkenliğini artırması ve basit kas gücüne dayalı imalatı tarihin çöplüğüne atması nedeniyle de tümüyle bambaşka kıstaslarla uslamlama yapmamızı kaçınılmaz kılacak kadar önem kazanmıştır. Günümüzde imalat demek teknoloji demektir ki bu da tasarımın ve organizasyonun önemini birinci sıraya yükseltir.

Emeğin değeri, tarafların özgür iradeleri ile hareket ettikleri pazarlık sürecine bağımlı oldukça, sömürünün varlığı konusunda ölçülebilir bir kıstas tayin etmek de olanaksızlaşır. Burada sıklıkla birbirine karıştırılan bir olgu da, kapitalizmin siyasi bir rejim değil sadece bir iktisat modeli oluşudur. Tarih, monarşiyle idare edilen birçok kapitalist sisteme tanık olmuştur. Ve yine tarih, işçinin, sayıca az oluşu nedeniyle çok yüksek işgücü fiyatlarından rahatlıkla iş bulabildiğinin kanıtlarıyla doludur. Tabii ki at gözlükleriyle bakmayan ve özgür düşünen insanlar için...

tarihinde Mr.Guitar tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

marx'ın görüşlerini anlamakta ne var ki? serbest piyasa ekonomisinin ekonomi politiksel olarak bambasit eleştirisidir. arz-talep, aşırı üretim, emek-değer , artı- değer vs.. çok basit şeyler. marx sermayeyi yaratan ve artıran şeyin emek olduğuna inanıyordu. marx'ın bu görüşleri lenin tarafından geliştirilmiş ve tekelci kapitalizm denilen yapıya uygulanmıştır.

ikinci olarak görüyorumki emek-değer teorisi tartışmaya açılıyor.. marx hiç bir zaman bir cismin değerini onda harcanan emekle ifade etmemiştir. bunu söyleyen liberal iktisatçı adam smith'dir. dr ekinci komünist değildir, bu konuda hiç bir şey bilmiyor derken haksız değildim. marx ve engels daima değerin, doğa güçleri ve emeğin birleşiminden ortaya çıktığını söyler, tek başına emek hiç bir şey ifade etmez.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Burada 400.000'in işverence hakedilen kısmı en fazla 100.000'dir. O da sermaye, üretim araçları payı.

Geriye kalan 300.000 artık değerdir. Hakedilmeden işçinin sömürülmesinden elde edilen fahiş kârdır.

Kimin neyi, ne kadar hak ettiği konusunda bu kadar kesin yargılara nasıl varıyorsunuz inanın çok merak ediyorum. Kullandığınız yöntem nedir yani?

Betimsel ifadelerden olması gerekene ilişkin normatif ifadelere cup diye atlıyorsunuz, ama Hume'dan beri bunun hatalı olduğunu biliyoruz. Hak etmek vs. ahlâki ve normatif ifadeler, ama verdiğiniz rakamlar değil.

İşçilerine 1000 yerine 2000 verse, yoksulluk seviyesinin altına düşmeyecekler. Açlık sınırında yaşamayacaklar. Ama tam tersine daha ucuz işçilik peşinde koşuyorlar.

Evet. İşçiler alabilecekleri en yüksek maaşı almaya çalışıyorlar, patronlar da verebilecekleri en düşük maaşı vermeye çalışıyorlar. Gayet doğal.

Bu duruma karşı asgari ücret vb. yasal düzenlemeler, sosyal hak diye adlandırılan şeylerin yaptırıma bağlanmaları, işçilerin sendikalaşmaları gibi şeyler ortaya çıkıyor, bunları da gayet doğal buluyorum.

Böyle korkunç rakam farkları karşısında daha nasıl artı değer yoktur, sömürü yoktur denilebilir?

Kâr etmeyen, ama işçilerine düşük ücret veren bir patron işçileri sömürüyor olur mu sence Pante?

Ya da dalga geçer gibi; "o işçiler de birleşsin kendileri üretsinler." denebilir.

Nesi dalga geçer gibi? Niye yapamasınlar? Patron denen adam da işe parayla başlamıyor mu? Ne engel var bunun önünde? Sömürü değişik bir üretim organizasyonu ile çözülür diyenler çözüme neden yanaşmıyorlar?!

Örnekteki motor fabrikasında mevcut olan 50 civarındaki üretim aracı makina-tezgah'ın her birinin ortalama fiyatı 150-200 bin lira. İşçinin işsiz kaldığında geçinebileceği 1 aylık birikimi bile yokken o makinalara ve fabrika binasına sahip olması ancak hayaldir. Bu kadar basit değil.

Sendikalar? Birikimler, evleri, arabaları, yazlıkları olan gelişmiş ülke işçileri? Bankalar isteyene kredi mi vermiyorlar? Leasing mi yok? Girişimci, patron vs. adamlar bunu yapabiliyor da işçiler neden yapamıyorlar?

Link to post
Sitelerde Paylaş

İşçi sermayeyi sömürüyor, ne sömürüsü ? Elin oğlu yüzlerce insan besliyor (!) daha ne yapsın.

Aptal,salak insanlar onlar,uzak durun.

Söyleyecek doğru düzgün bir şeyiniz yoksa neden elektron israfı yapıyorsunuz ki?

Ben sömürü var ya da yok meselesini bile tartışmıyorum, Marx'ın ispatı geçersizdir diyorum, gerekçelendirmemi de yapıyorum.

Sömürü var diyen arkadaşlar sömürü nedir, bunun nesnel kıstası nedir yazsınlar, sonra tek tek reel örneklerde bu kıstası uygular sömürü var mı yok mu bakarız. Slogan atmak iyi hoş tabii de...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hayal pazarlıyorsunuz..

Leasing'i öyle her isteyene veriyorlar sanki.Hiç leasing için başvuru yaptınız mı ? Polyanna bile bu kadar iyimser olamaz.

4 işçi birleşip , cnc lazer kesme makinesi için leasing isteyecekler,teminatsız.

Bankada muhtap bulabilirlerse ayaklarını öpücem o işçilerin.

tarihinde CEBRrail tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Asturcuğum,

Çindeki Komünist parti yönetiminin ekonomi politik değerlendirmesini yapar mısın? Çin'in kapitalist sistem içinde olduğunu unutmadan tabii!

tarihinde Uyecik tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Her şeyden önce değeri, birçok görüngünün ortak ve nihai sonucu olarak tanımlamak yerinde olur. Çünkü; bir metanın değerini belirleyen şey ne tek başına onun üretiminde cisimleşen emek-zamandır, ne piyasaki arz-talep dengesidir ne de onun yararlılığıdır. Değer tüm bunların bileşimi olarak ortaya çıkan bir sonuçtur.

Katılmıyorum.

Bir metanın değerini belirleyen iki faktör vardır:

1- Fayda

2- Sınırlılık

Emek dediğimiz şey aslında değer yaratan insan eylemidir. Benim alakasız bir yerde çukur kazmam ile bir bahçe işi için çukur kazmam arasındaki fark birinin faydasız, diğerinin faydalı olması. Fiziksel anlamda fark yok. Birine emek, diğerine fuzûlî iş denmesinin sebebi fayda.

Emek değer yaratmasına yaratıyor, ama değerin kaynağı nedir sorusunun cevabı bu değil. Değerli olan bir şeyler var ki insanlar olarak kaynaklarımızı ve enerjimizi onlara yönlendiriyoruz. Faydalı bir iş yapınca adı emek oluyor.

İşe erişebilirlik için getirilen kamu sektöründe istihdam örneği probleme pek uygun olmamış. Çünkü; işçilerin tümü için erişilebilir bir kamu istihdamının gerçekte tek bir örneği yoktur.

Böyle bir iddiam yok zaten. Tamami ile teorik bir örnek zaten. Sömürünün temelinin bu erişemezlik durumu olduğu iddiasının kabulünün bizi götürebileceği saçma sonuçlara bir örnek sadece. Aynı şartlarda çalışan bir işçi üretim araçlarının mülkiyet durumu değiştiğinde bir anda sömürülüyor hâle gelebiliyor, sömürülüp sömürülmemesinin somut hiçbir etkisi yok.

tarihinde Astur tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Hayal pazarlıyorsunuz..

Leasing'i öyle her isteyene veriyorlar sanki.Hiç leasing için başvuru yaptınız mı ? Polyanna bile bu kadar iyimser olamaz.

4 işçi birleşip , cnc lazer kesme makinesi için leasing isteyecekler,teminatsız.

Bankada muhtap bulabilirlerse ayaklarını öpücem o işçilerin.

Teminatsız olmasına ne gerek var, sendikalar vs. ne güne duruyorlar? Sendikalar bu tarz yöntemler uygulasalar ve alternatif oluşturup başarılı olsalar işçi ücretleri artabilir. Kafanızdaki öcü liberal imajı hakkında iyi bir fikre sahibim ama patron denen adamlar babamın oğlu değil, ülkede doğru düzgün bir orta sınıf oluşsun herkesten çok isterim mesela.

Asturcuğum,

Çindeki Komünist parti yönetiminin ekonomi politik değerlendirmesini yapar mısın? Çin'in kapitalist sistem içinde olduğunu unutmadan tabii!

Zor ama çok güzel bir soru sormuşsun. Çin'de tek sistem olduğunu düşünmüyorum her şeyden önce. Pekin de Çin, Hong Kong da Çin, SEZ'ler de Çin...Çok karmaşık gerçekten. Çin'in bazı yerleri belki de dünyanın en kapitalist yerleri, bazı alanlarda ise devlet hâlâ çok güçlü. Gerçekten özgün bir örnek Çin, detaylı incelemek lazım, alanım iktisat olsa kafayı takardım herhalde Çin'e. :)

Geri zekalıca iletiler gelmeye başladı yine...

Biliyorum ben malımı...

Bu eşşeklere sopa bile fazla gelirken ben hala laf anlatma derdindeyim.

Cehaleti ve cahilleri lanetliyorum!

Sakin olalım, tartışmayı gerip güzel ilerleyen bir başlığı bozmanın gereği yok.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Katılmıyorum.

Bir metanın değerini belirleyen iki faktör vardır:

1- Fayda

2- Sınırlılık

Emek dediğimiz şey aslında değer yaratan insan eylemidir. Benim alakasız bir yerde çukur kazmam ile bir bahçe işi için çukur kazmam arasındaki fark birinin faydasız, diğerinin faydalı olması. Fiziksel anlamda fark yok. Birine emek, diğerine fuzûlî iş denmesinin sebebi fayda.

Emek değer yaratmasına yaratıyor, ama değerin kaynağı nedir sorusunun cevabı bu değil. Değerli olan bir şeyler var ki insanlar olarak kaynaklarımızı ve enerjimizi onlara yönlendiriyoruz. Faydalı bir iş yapınca adı emek oluyor.

Böyle bir iddiam yok zaten. Tamami ile teorik bir örnek zaten. Sömürünün temelinin bu erişemezlik durumu olduğu iddiasının kabulünün bizi götürebileceği saçma sonuçlara bir örnek sadece. Aynı şartlarda çalışan bir işçi üretim araçlarının mülkiyet durumu değiştiğinde bir anda sömürülüyor hâle gelebiliyor, sömürülüp sömürülmemesinin somut hiçbir etkisi yok.

Genel olarak yukarıda özetlediğin değer tanımıyla çelişen bir tanım yapmadığımı algılayamamanın nedeni, tablonun tümünü görememen. Emeğin ya da işgücünün standardize edilmiş olduğu koşullarda, emek-zaman da üretilen metanın değerinde belirleyicidir! İşte senin göz ardı ettiğin de tekdüze bir biçimde basitleştirilmiş emeğin değer içindeki bu yeridir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Katılmıyorum.

Bir metanın değerini belirleyen iki faktör vardır:

1- Fayda

2- Sınırlılık

Emek dediğimiz şey aslında değer yaratan insan eylemidir. Benim alakasız bir yerde çukur kazmam ile bir bahçe işi için çukur kazmam arasındaki fark birinin faydasız, diğerinin faydalı olması. Fiziksel anlamda fark yok. Birine emek, diğerine fuzûlî iş denmesinin sebebi fayda.

Emek değer yaratmasına yaratıyor, ama değerin kaynağı nedir sorusunun cevabı bu değil. Değerli olan bir şeyler var ki insanlar olarak kaynaklarımızı ve enerjimizi onlara yönlendiriyoruz. Faydalı bir iş yapınca adı emek oluyor.

Böyle bir iddiam yok zaten. Tamami ile teorik bir örnek zaten. Sömürünün temelinin bu erişemezlik durumu olduğu iddiasının kabulünün bizi götürebileceği saçma sonuçlara bir örnek sadece. Aynı şartlarda çalışan bir işçi üretim araçlarının mülkiyet durumu değiştiğinde bir anda sömürülüyor hâle gelebiliyor, sömürülüp sömürülmemesinin somut hiçbir etkisi yok.

Genel olarak yukarıda özetlediğin değer tanımıyla çelişen bir tanım yapmadığımı algılayamamanın nedeni, tablonun tümünü görememen. Emeğin ya da işgücünün standardize edilmiş olduğu koşullarda, emek-zaman da üretilen metanın değerinde belirleyicidir! İşte senin göz ardı ettiğin de tekdüze bir biçimde basitleştirilmiş emeğin değer içindeki bu yeridir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Zor ama çok güzel bir soru sormuşsun. Çin'de tek sistem olduğunu düşünmüyorum her şeyden önce. Pekin de Çin, Hong Kong da Çin, SEZ'ler de Çin...Çok karmaşık gerçekten. Çin'in bazı yerleri belki de dünyanın en kapitalist yerleri, bazı alanlarda ise devlet hâlâ çok güçlü. Gerçekten özgün bir örnek Çin, detaylı incelemek lazım, alanım iktisat olsa kafayı takardım herhalde Çin'e. :)

Araştırabilirsin. Komünist parti çok baskıcı, ama ülke kapitalist ekonomi modeliyle yürüyor. Politik liberalizm yok. Araştırıp yazarsan, tartışma somutlaşır. Marx'ın ne demek istediği anlaşılır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Araştırabilirsin. Komünist parti çok baskıcı, ama ülke kapitalist ekonomi modeliyle yürüyor. Politik liberalizm yok. Araştırıp yazarsan, tartışma somutlaşır. Marx'ın ne demek istediği anlaşılır.

Aslında Çin hakkında bir sürü okuma yapmışlığım var, bazı dönemlerini iyi biliyorum. Bu gecelik enerjim bitti, ama yarın bu konuda ilginç bulacağını düşündüğüm bir şeyler yazacağım. İyi geceler. :)

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...