Jump to content

Yahudi Soykırımı Oldumu?


Recommended Posts

  • İleti 84
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Hitlerin anasi babasi yahudi felan degildi, yahudi olan bir doktoru vardi.

ve evet hitler yahudilere yönelik kanunlar düzenledi, onlara toplumsal hayati zehir etti, ve calisma kamplarinda, öldürdü! bu konu ile ilgilenen bilim adamlari ise, hitlerin bunlari yapip yapmadigini degil, sözü edilen ölü sayisinin söylendigi kadar olup olmadigidir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hitlerin anasi babasi yahudi felan degildi, yahudi olan bir doktoru vardi.

ve evet hitler yahudilere yönelik kanunlar düzenledi, onlara toplumsal hayati zehir etti, ve calisma kamplarinda, öldürdü! bu konu ile ilgilenen bilim adamlari ise, hitlerin bunlari yapip yapmadigini degil, sözü edilen ölü sayisinin söylendigi kadar olup olmadigidir.

Çok iddialı cümleler bunlar. Ben yahudi diyorsam yahudidir.

Aksini iddia eden soy ağacını verir.

Buyrun meydan......

tarihinde JackBauer tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

http://de.wikipedia.org/w/index.php?title=Datei:Hitler_Stammbaum.svg&filetimestamp=20090329014049

Ne Hitlerin kendi dogup yetistigi bölgeler yahudi yerlesim birimidir, nede ebeveyinlerin dogup büyüdügü yerler yahudi yerlesim birimi. hitler kendi gecmisini acik acik beyan etmemesinin tek bir nedeni vardir, oda kendisinin hristiyan degeryargilarina göre "ensest" kabul edilen bir iliskiden dogmus oldugu idaasidir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Liste baştan aşağı kurgulanmış , düzmece bir liste. Konuyla ilgili Hitlerin avukatının beyanı ve Amerikan OSS için hazırlanmış raporu verin bana. Bunlar uydurmasyon listeler, tıpkı olmayan yahudilerin öldürülmesi gibi.

Evet bekliyorum.

Birde almanca bir bok anlamadık tabi. :lol:

"ensest" kabul edilen bir iliskiden dogmus oldugu idaasidir.

İşte büyük yalanı kapamanın anahtarı. Hitler tecavüz ürünüdür, ensest değil. Tüm kayıtlar sabittir.

tarihinde JackBauer tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Adolf hitler, efendime söyliyim iyi adamdı, karıncayı bile incitmezdi yaşlı bir teyze görse gözleri dolardı, insan sevgisiyle dolu mübarek bir adamdı. Hatta ülkemize geldiğinde sizde üstün ırk sayılırsınız demiştir, sağolsun...

İsrailin soykırım olayını lehine çevirdiği konusuna katılıyorum....Amrikan şirketlerinin %60 ı da yadudilere aitmiş sanırım...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Linkini inceledim, sana ordaki püf noktasını vereyim :lol:

Hitlerin doğumu ile Maria Anna 'nın ne zaman evlendiğine bak. Arada 5 yıllık fark var.

Wikiye bu şemayı yükleyen arkadaş Hitlerin babasının kime ait olduğunu yazmamış, halbuki bir dolu tarihçi yazdı bunu.

Dünyanın en önemli şahisyetlerinden birinin gayri Meşru Oğlu. :lol:

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sorduğum sorulara cevap alamadığımdan kopyala yapıştır hakkımı kullanıyorum

İsrail’in asırlardır süregelen devlet terörü tarihinin bu günkü bölümünün sahneye konulduğu şu günlerde, en anlamsız şeyin Yahudilerin tabi tutulduğu bir soykırımdan bahsetmek olduğu düşünülebilir. Fakat Yahudilerin bir efsane haline getirdikleri bu mevzuyu tam da bugünlerde sorgulamak, kanaatimce çok fazla fayda verecektir. Filistin ve Lübnan halkına bir mezalim uygulayan İsrailliler başları sıkıştıkça "Tarihin en büyük soykırımı bize uygulandı." deyip sürekli mazlumluk yarışında en ön sırayı kapmaya çalışıyorlar. Dünyanın neresinde olursa olsun, hangi millete uygulanmış olursa olsun, bir soykırımdan bahsedecek olduğumuzda hemen "Tarihin en büyük soykırımına Yahudiler tabi tutulmadı mı?" deyiveriyorlar. Peki, gerçekten de Tarihin en büyük soykırımı Yahudilere mi uygulandı? Yoksa bir mit haline getirilen bu Holokost yalnızca kendi zulümlerini meşrulaştırma çabasından mı ibaret?

Bu dosyaya başlarken özellikle belirtmemiz gereken birkaç husus var. Evvela bizim bu dosyayı hazırlamaktaki amacımız; ne Hitler’i haklı çıkarma, ne de Yahudileri tahkir etme davası güder. Yalnızca o günleri sorgulamak… Tarihi sorgulayıcı, revizyonist bir bilim dalı olarak görüp gereklerini yapmazsak, tarih dediğimiz mefhum elimizde tahrif edilmiş bir propaganda aleti olarak kalır. İkinci olarak, dosyamız boyunca adı geçecek olan Siyonistlerle Yahudilerin birbirlerine karıştırılmamasıdır…

Bir sapkınlığın tarihi

Roger Garaudy, bu dosya boyunca çok fazla alıntı yapacağımız "İsrail Mitler ve Terör" adlı kitabına: "Bu kitap bir sapkınlığın tarihidir" diye başlar. Siyonistler: "Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim." emrinin gereğini yapabilmek için asırlardır çalışıyor. Nitekim kendilerine bir soykırımın uygulandığını iddia ettikleri İkinci Cihan Harbinde bile Siyonistlerin asıl gayesi Yahudilerin hayatlarını kurtarmak değil, Filistin’de bir Yahudi Devleti kurmaktı. İsrail’in ilk yöneticisi olan Ben Gurion, 7 Aralık 1938’ de "Labour" Siyonistlerinin önünde açık ve net olarak şöyle der: "Eğer bilsem ki hepsini İngiltere’ye götürerek bütün Almanya (Yahudi) çocuklarının tamamını kurtaracağım ve İsrail toprağına götürerek de ancak yarısını kurtaracağım, ben ikinci çözümü tercih ederim. Zira bizler yalnızca bu çocukların hayatını değil, İsrail halkının tarihini de düşünmek zorundayız."

Yani Almanya’daki, Avrupa’daki Yahudilerin ölüp ölmemesi benim için çok da önemli değil, ben inancımın gereği olan Büyük İsrail’i kurmaya bakarım ve İsrail’i de Avrupa’dan kaçacak sefil ırkdaşlarımla, dindaşlarımla değil; kuvvetli ve genç olanlarıyla kuracağım diyor. Nitekim dosyamızın ileriki bölümlerinde İsrail’e göç etmek isteyen birçok Yahudi’nin göç bürolarında kuyruğa girip oradan çıkamadıklarını, genç ve kuvvetli olanlar hariç, ayrıntılarıyla ele alacağız.

Zulmü meşrulaştırma çabası

Hitler’in Yahudi düşmanı olduğu açıktır. Elbette bu kabul edilemez bir durum. Nitekim bizler "Kavmiyet davası güden bizden değildir" düsturuna inanmışız ve bugün İsrail’de, İsrail’in yaptıklarını tasvip etmeyip, mitingler yapan Yahudilerin olduğunu da biliyoruz. Fakat bu İkinci Cihan Harbinde neler oldu?

Auschwitz kurbanları adına dikilmiş anıtın levhasında 1994 yılına kadar on dokuz dilde dört milyon kurban ifadesi yazılıydı. Bu gün ise levhada "yaklaşık bir buçuk milyon" ifadesi yer alıyor. Altı milyon Yahudi’nin katledildiği efsanesi ortaya atılarak, insanlığın bu konuda "tarihin en büyük soykırımına" tanık olduğu kabul ettirilmek isteniyordu fakat bu bir türlü ispat edilemiyor. Siyonistler ise bu iddianın peşini bırakmıyorlar. Çünkü yaptıkları her zulmün arkasından bazen lisan-ı halleriyle bazen de aşikâre: "Ne olacak yani? Biz de tarihin en büyük soykırımına tabi tutulmuştuk." Diyorlar ve bunu da yaptıkları zulmü meşrulaştırmak için yeterli bir sebep olarak görüyorlar.

Ve büyük yalan. Bu yalan 6 milyon Yahudi’nin öldürülüşü efsanesidir. Bir dogma haline getirilen ve (Holokost kelimesinin anlam olarak da içerdiği şekilde) kutsallaştırılan bu efsane, İsrail’in Filistin’de, bütün Ortadoğu’da ABD’de ve ABD aracılığıyla bütün dünya siyasetinde yaptığı haksızlıkları ve milletlerarası her türlü hukukun üstüne yerleştirerek işledikleri bütün zulümleri mazur göstermek için istismar edilmektedir.

Nürnberg Mahkemesi bu 6 milyon rakamını resmileştirmiş ve o zamandan beri bu rakam yazılı ve sözlü basında, edebiyatta, sanatta ve hatta okul kitaplarında dahi kamuoylarını yanıltıp yönlendirmede kullanılagelmiştir. Yahudilerin ateş püskürdüğü ve kendisi de bir Yahudi Profesör olan Norman Finkelstein'ın, 'başına bela kesildiği' iki isim var. Bu isimlerden ilki, soykırımı anlatan en başarılı edebi metinlerden sayılan 'Gece' adlı romanın yazarı, Nobel ödüllü Yahudi yazar Elie Wiesel. Finkelstein, Wiesel'in para uğruna soykırımı kutsallaştıran bir üçkâğıtçı olduğunu savunuyor. Wiesel'in bu sayede kazandığı paralarla limuzinlerden inmediğini öne süren Finkelstein, ünlü yazarın toplama kamplarından kurtuluş hikâyesine dair de çelişkiler bulunduğunu söylüyor.

Finkelstein'dan çeken ikinci isim ise, Uluslararası Soykırım Komisyonu'nun başkanı Lawrence Eagleburger. Finkelstein, Eagleburger'in yıllık gelirinin 300 bin dolardan fazla olduğunu ve bunun Nazi kurbanlarına verilen paralardan ödendiğini öne sürüyor. Finkelstein'a göre Dünya Yahudi Konferansı da, tüm bu tazminatlardan ve yapılan çeşitli yardımlardan aktarılan paralarla 7 milyar dolar gibi servete sahip olmuş

Bunlar, Mezar Soyguncusu

"Holokost Endüstrisi, bir diğer deyişle Yahudi Soykırımı Sanayisi, tarihi ters çevirme taktiği, tarihi çarpıtma taktiğidir. Bunların yaptığı mezar soygunculuğudur. Göz göre göre tarihî bir sahtekârlık işlenmektedir. Holokost Endüstrisi, insanlık tarihinin en büyük hırsızlık olayıdır!" diyor Finkelstein.

Yazar, 150 sayfalık "Holokost Endüstrisi" kitabında, Roger Garaudy’nin "İsrail, Mitler ve Terör" kitabında vurguladığı hemen hemen bütün gerçekleri aynen savunuyor. Daha da ileri giderek, bu Holokost sanayisinin Avrupa ülkelerinin paralarını çalıp çırpma şeklinde yürütüldüğünü de söylüyor. Soykırımdan sağ kalanların sayılarının habire şişirilerek sürekli tazminat ödettirildiğini hatırlatıyor ve Almanya başta olmak üzere, Avrupa ülkelerinden, İsviçre bankalarından uydurma soy kütükleri, yalan akrabalıklar, olmayan anne ve babalar adına sürekli para sızdırıldığını da vurguluyor.

Yazar, "Amerika’da bir Holokost (Yahudi Soykırımı) Endüstrisi var. Bu endüstrinin ana gayesi, İsrail’in Filistinlilere karşı cani politikasını haklı göstermek ve soykırıma uğramış aileler adına Avrupa’dan para sızdırmaktır" diyor ve değişmez kanaatinin bu yönde olduğunu da vurguluyor..

"Sizler, Holokost, Yahudi katliamı, Yahudi soykırımı diye diye, günümüzde inim inim inleyen diğer bütün insanların acı ve ıstıraplarını örtbas ediyorsunuz! Filistinlilerin gördükleri zulmü önemsiz gösteriyorsunuz! Ambargo yüzünden ölen 1 milyon Iraklı çocuğu görmezden geliyorsunuz! Nazilerin öldürdükleri Yahudi sayısı kadar, bugün Irak’ta da Iraklı çocuk ambargo sebebiyle ölmüştür ve ölmeye de devam etmektedir! Siz bu apaçık hakikati bile gizliyorsunuz!" diye de haykırıyor.

Hitlerin Yahudi düşmanlığı

Hitler’in Yahudileri yakıp yakmadığını sorgulamaya başlamadan önce onun Yahudiler hakkında neler düşündüğüne bakmakta da yarar görüyoruz. Hitler’in ve ileri gelen Nazi yöneticilerinin komünistler ve Yahudilere sık sık küfr ettikleri malum. Bu hususta özellikle, Hitler’in geçmişi hatırlattığı Kavgam’ın ikinci cildinin 15.bölümü zikredilir. Birinci Cihan Harbi esnasında İngilizler tarafından başlatılan zehirli gaz savaşından bahseden bu bölüm şu başlığı taşıyor: "Meşru Müdafaa Hakkı." "Savaşın başında ve savaş boyunca, halkı ifsad eden bu İbranilerden 12 veya 15 bini bir tek sefer zehirli gaza tabi tutulsaydı ve her menşe ve her meslekten en iyi Alman işçilerimizin yüz binlercesi cephede sebat etmesini bilseydi, milyonlarca insanımızın fedakârlığı boşuna olmazdı. Buna karşılık, bu 12 bin kadar alçak, zamanında bertaraf edilmiş olsaydı, gelecek dolu bir milyon iyi ve yiğit Alman’ın hayatı belki kurtarılabilirdi." 30 Ocak 1939 tarihli bir nutkunda ise şöyle der: "Avrupa’nın içinde ve dışındaki Yahudi finans çevreleri, milletleri bir kere daha dünya savaşına sürüklemeyi başaracak olursa, sonuç yeryüzünün Bolşevikleşmesi ve onunla birlikte de Yahudilik’in zaferi olmayacak aksine Avrupa’da Yahudi ırkının yok olmasını doğuracaktır… Yahudiler bazı devletlerde basın, sinema, radyo ile propaganda; tiyatro, edebiyat ve daha neler ve neler üzerinde kurdukları tekel sayesinde kendilerini koruyarak, hırpalama kampanyalarını rahatça sürdürebilirler. Bununla beraber eğer bu halk bir kere daha milyonlarca insanı, Yahudi menfaatleri için çok olmasına karşılık, kendileri için tamamen anlamsız olan bir çatışmaya sevk etmeye muvaffak olacak olursa, işte o zaman sadece Almanya’da birkaç sene içinde Yahudilik’i tamamıyla çökertme imkânı vermiş olan bir izah çalışmasının önemi ortaya çıkacaktır.

2 6 milyon Yahudi yalanı

Milletler Arası Mahkemesi öyle kararlar almıştır, öyle hükümler vermiştir ki bunları açıklayabilmek hiç de kolay değildir. Nitekim şu meşhur 6 milyon efsanesi de işte bu güvenilmez, Nürnberg Mahkemesi tarafından resmileştirilmiştir. Halbuki bu rakam yalnızca iki şahidin söylediklerine dayanmaktadır. Bu şahitlerden biri Hoettl ve diğeri Wisliceny’dir. İşte birincisi olan Hoettl’in söyledikleri: "Nisan 1944’te 1938’ten beri tanıdığım S.S. Obersturmbann führer Adolf Eichmann, benim Budapeşte’deki dairemde benimle görüştü. Kendisinin müttefik milletler tarafından savaş suçlusu olarak görüldüğünün biliyordu, çünkü binlerce Yahudi’nin hayatı yüreğinde yaraydı. Kendisine bunların sayısının ne kadar olduğunu sordum. Sayının büyük bir sır olduğunu fakat yine de bana cevap vereceğini söyledi. Elindeki bilgilerle şu sonuca varmıştı: Değişik imha kamplarında o sıralar 4 milyon Yahudi öldürülmüştü ve iki milyonu da bir başka tarzda ölüme gitmişti.( )

Ve ikincisinin ifadesi: "O (Eichmann) mezarın üstünde gülerek sıçrayacağını söylüyordu, çünkü kalbinde beş milyon kişinin bıraktığı iz, ona olağan üstü bir memnunluk veriyordu." Bu iki şahitlikten yola çıkarak bu kadar eksik bir şekilde desteklenen rakamlara itibar edilmesi gülünç değil mi? Hatta yalnızca abartılı bir rakama ulaşabilmek için gösterilmiş bir çaba değil mi?

Mahkemenin anormallikleri

Yukarıda zikredilen bu iki ifadenin mezkûr mahkemede nasıl alındığı ve malum kararların nasıl verilip, bu efsanevi miti oluşturan rakama nasıl ulaşıldığı ile mahkemenin normalde haiz olması gerekip de haiz olmadığı özellikler ile bunu tam tersi olan durumları Garaudy’nin kitabından aktaralım: "Nürnberg Mahkemesinin hukuki anormallikleri hakkında, ABD Anayasa Mahkemesinin büyük hukukçuları ile diğer pek çok hukukçunun itirazlarını teyiden, biz örnek olarak her iki davanın işleyişindeki değişmez kuralların nasıl ihlal edildiğini sergileyeceğiz.

1. Ortaya konan metinlerin sahihliğinin tespit ve tahkiki, 2. Tanıklıkların değerinin tahlili ve hangi şartlar altında elde edildikleri, 3. İşleyişini ve etkilerini belirlemek için suç aletinin bilimsel olarak incelenmesi."

Yahudilerin imhası emri verilmedi

Hitler’in Yahudiler için düşündüğü bir nihai çözümü vardı. Savaşın kazanılması şartıyla Hitler bütün Yahudileri Avrupa dışına sürmeyi istiyordu. Bunu da nihai çözüm olarak adlandırıyordu. Bazıları bu "nihai çözümün" bir şifre olduğunu ve aslında bir tehcir olmayıp kıtal emri olduğunu söylerler lakin bu iddianın tutar bir yanı yoktur. Çünkü diğer suçlarla ilgili emirler açıktan verilmiş, şifrelenme ihtiyacı hissedilmemiştir. Açıktan verilen bu emirler arasında; İngiliz komandoların öldürülmesi, Amerikalı pilotların linç edilmesi, işgal edildiği takdirde Stalingrad’ın erkeklerinin imhası emirlerini sayabiliriz. Bütün bu suçlar için, emirler- belgeler mevcutken yalnızca bu vakada hiçbir şey yok; emir, belge…(Ne orjinalleri, ne de sahteleri.)

Nihai çözümün ne olduğunun belirlemek için temel, kesin metinler her şeyden önce en yüksek sorumlulara; yani Hitler, Goering, Heydrich ve Himmler’e atfedilen imha emirleri ve bu emirlerin yerine getirilmesi için verilmiş olan direktiflerdir. Önce Hitler’in imha talimatı üzerinde duralım. Soykırım ve Holokost nazariyecilerinin gayretlerine rağmen, böyle bir emrin hiçbir izine, hiçbir zaman rastlanılmamıştır. Nitekim Revizyonistlerin eleştirel çalışmalarını irdelemek üzere Şubat 1982’de Paris Sorbonne Üniversitesi’ndeki toplantıdan sonra basına yapılan açıklamada Raymond Aron ve François Furet şu demeci vermek zorunda kaldılar: " En ilmi araştırmalara rağmen, Hitler’in Yahudiler’in imha edilmesiyle ilgili bir emrini asla bulamadık."

1981’de Laqueur şu itirafta bulunmuştur: "Bugüne kadar Hitler’in Avrupa Yahudi cemaatinin yok edilmesiyle ilgili yazılı bir emri bulunamamıştır ve büyük ihtimalle de bu emir hiçbir zaman verilmemiştir." Hitler’in bir Yahudi düşmanı olması, onları Avrupa’da, daha doğru bir ifadeyle kendi toprakları üzerinde istemediği malumumuz. Zaten bunu kendisi de her yer ve fırsatta söylemiş, Fakat bu Hitler’in Yahudileri katletmek, soykırıma tabi tutmak istediğini de göstermez. Eğer elimizde bir kanıt olmuş olsa idi, yazılı bir emir ya da söz; o zaman Hitler Yahudileri soykırıma tabi tutmak istemiş diyebilirdik. Lakin böyle bir emir mevcut değil.

Hitler geri zekâlı mıydı?

Hitler, Stalingrad’dan sonra savaşın son iki yılı içerisinde açmazdadır. Çünkü müttefikler bombardımanlarla onun savaş üretim merkezlerini tarumar etmiştir. Fabrikaları boşaltarak yeni birlikleri askere almak zorundadır. Fakat Hitler’in belki de şöyle bir saplantısı vardı; Elindeki savaş esirlerini, Yahudileri de, şantiyelerde insanlık dışı koşullarda da olsa çalıştırmak dururken ve çalışacak insana ihtiyacı varken Hitler onları öldürmeyi kafasına koymuştu. Nitekim çok fazla zeka istemeyen şey onları çalıştırmaktır ve bu onları kamplarda tutmaktan daha ekonomiktir.

Madam Hannah Arendt bu hareketin akıl dışılığı üzerinde durur: "İnşaat malzemeleri ve tekerlekli taşıt kıtlığına rağmen savaşın tam ortasında çok büyük ve çok pahalı imha malzemeleri yapmak ve milyonlarca insanın naklini düzenlenmek suretiyle, Naziler kesinlikle yararsızı zararlı noktasına getirmişler. Böylesi bir davranışla askeri zorunluluklar arasındaki bu apaçık çelişki, bu tür bir teşebbüse çılgın ve evhamlı bir hava vermektedir." Bu alıntılardan da anlaşılacağı gibi, hiç etik olmasa da savaşın kendi mantığı içerisinde Hitler’in bu esirleri çalıştırması lazım gelirdi. Onları kamplarda tutup, hatta bir servete tekabül eden imha odaları kurup, onları önce bulundukları yerden imha noktalarına, oradan da, diğerlerine yer açılması, için ölü yakma çukurlarına naklettirmesi hiç mantıklı geliyor mu size? Elbette değil. Hele ki; gaz odalarının çok pahalı bir idam yolu olduğunu bile bile bütün bunları yapması veya yapabilmesi mümkün gibi görünüyor mu? Biz burada Hitleri savunmuyor, yalnızca sorguluyoruz ve Siyonistlerin zulümlerini meşrulaştırmak için kullandıkları bu mitin aslında hakikat olmadığını gözler önüne seriyor ve o dönemdeki Siyonazilerin Yahudilere de en büyük zulmü yaptığını söylüyoruz.

“Mahkeme bir tiyatro idi”

20 Aralık 1963’ten 20 Ağustos 1965’e kadar süren Auschwitz davasının müthiş bir tiyatrodan başka bir şey olmadığını aklı başında herkes kabul ediyor. Aslında bu ağır ceza mahkemesi tespit ettiği cezalara uygun suç buluyor, elindeki hükmü verebilmek için gülünç veriler buluyordu. Nitekim bunu kendileri de itiraf etmek zorunda kaldılar ve gerekçeli kararın 109. sayfasında: "Kurbanların kadavraları, otopsi raporları, ölüm sebebi hakkında bilirkişi tespitleri yoktu. Suçlular tarafından bırakılmış izler, cinayet silahları vb. yoktu. Tanıklıkların tahkiki ancak nadir durumlarda mümkün olabildi.”

Oysa müddeilerin iddialarına göre cinayet silahı meşhur "Gaz odaları" idi. Fakat hakimler bunlardan hiçbir iz bulamadılar.

Tarihi mahkeme kuruluyor

8 Ağustos 1945 tarihinde Amerikan, İngiliz, Fransız ve Rus yöneticiler Nürnberg’de bir "Milletler Arası Mahkeme" kurarak savaş suçlularının takibi ve cezalandırılmasını düzenleyip belirlemek için Londra’da bir araya geldiler. Bu mahkemede suçlar şu şekilde tasnif edilmişti: a) Savaşın patlak vermesinin sorumluluğunu taşıyan kimseleri ilgilendiren "Barışa karşı suçlar.", B) Savaş kanun ve geleneklerini çiğneyenlerle ilgili "Savaş suçları", c) Sivil halklara karşı işlenmiş olan "İnsanlık suçları." Fakat bu mahkeme daha başından güvensiz bir mahkemeydi. Bu mahkeme milletler arası bir mahkeme olamazdı. Çünkü sadece galip devletler tarafından oluşturulmuştur dolayısıyla yalnızca mağluplar tarafından işlenilmiş suçları hesaba katacaktı ve nitekim öyle de oldu. İngiliz tarihçi David İrving şu tespitte bulunur: "Bütün Dünyadaki ünlü hukukçular Nürnberg’in yargılama usulünden utanç duydular. Elbette, savcıların Amerikalı Başkanı (Robert Jackson) bu mahkeme usullerinden hayâ etmişti; okumuş olduğum şahsi günlüğünde bu husus apaçık görülmektedir.

3 Gaz odası olmadığına tanıklık ederim

Dachau’ya gönderilen ABD’li hakimlerden Stephen Pinter şunları yazar: "Dachau’da savaş sonrasında 17 ay ABD askeri hakimi olarak kaldım. Dachau’da gaz odası olmadığına tanıklık edebilirim. Ziyaretçilere gaz odası diye gösterilen yer, aslında bir ölü yakma fırınından başka bir şey değildir. Almanya’daki diğer toplama kamplarında da hiçbir gaz odası yoktu. Bize Aushhwitz’de bir gaz odasının var olduğu söylendi fakat Auschwitz Rus bölgesinde olduğundan, orayı görmek için Ruslardan izin alamıyorduk… Milyonlarca Yahudi’nin öldürülmüş olduğu şeklindeki eski bir propaganda efsanesi bu şekilde devam ettiriliyordu, anlaşılan. Savaş sonrasında Almanya ve Avusturya’da geçirdiğim altı yılın akabinde kesinlikle söyleyebilirim ki; pek çok Yahudi öldürülmüştür fakat bu sayı asla 1 milyon rakamına bile hiçbir şekilde ulaşmamıştır. Bu hususta ben bunu söylemek için herhangi birinden daha fazla yetki buluyorum kendimde."

Nitekim mahkemede tanıklık yapanların çoğu bile "Gaz odalarının var olduğunu duyduklarını" söylemişlerdir. Ağustos 1960’ta Münih Çağdaş Tarih Enstitüsü basına şu açıklamada bulunuyordu: "Dachau gaz odaları hiçbir zaman tamamlanmamış ve faaliyete geçmemiştir… Yahudilerin gazla imhaları 1941- 42’de başlamış ve sadece işgal edilen Polonya’nın birkaç yerinde, bu gaye için öngörülmüş teknik tesisat vasıtasıyla yapılmış fakat Alman toprakları üzerinde hiçbir şekilde böyle bir olay olmamıştır."

Kamyonlardan meydana getirilen hakiki hareketli gaz odaları yoluyla insanların imha edildikleri hikayesi (güya dizel motorunun egzoz dumanlarının içeriye verilmesi suretiyle binlerce insan imha edilmiş.) batı kamuoyunda ilk defa New York Times (16 Temmuz 1943) tarafından ortaya atıldı. Burada da (bu ölümler için düzenlenmiş yüzlerce veya binlerce kamyon) yok olmuştu. Bunlardan bir tanesi olsun, hiçbir davada, suç belgesi olarak ortaya konamadı. Bu kamyonlardan bir tanesinin bile ortada gözükmemesi üzerine biz bu kamyonlar yoktu, hiçbir zaman olmadı cümlesini çok rahat bir şekilde kurabiliriz.

Gaz odaları gerçeği

Temelinde Siyanitrik asit bulunan Zyklon B, pek çok tutuklunun zehirlenerek öldürüldüğü gaz diye bilinir. Normalde bu gaz çamaşırların veya salgın hastalıkları yayma riski taşıyan aletlerin mikroplardan arındırılması için kullanılır. Bununla beraber 1929 yılından itibaren Amerika’da birkaç eyalette mahkûmların idamı için de kullanıldı. Lakin bu eyaletlerin pek çoğu bu idamın pahalılığından dolayı vazgeçmiştirler. Sadece bu gazın kendisi değil, ortamın hazırlanması için gerekli olanlar da çok pahalı malzemeler. Ayrıca bu gazın verilmesinden sonra odanın havalandırılması da en az 10 saatlik bir zaman harcamayı gerektiriyor. Odanın gaz sızdırmaması için de, duvarların epoxy veya paslanmaz çelikle kaplanması, kapıların ise amyant, neyofren veya teflon contalarla donatılmış olması gerekiyor.

Bir uzman gözüyle gaz odası olduğu iddia edilen yerleri gezen Leuchter şu sonuçlara varır: "Bu binalarda yapılan teftiş gösteriyor ki şayet bunlar idam odaları olarak kullanılmışlarsa bu son derece kötü ve tehlikelidir çünkü hiç bir tedbir alınmamış." Majdenk ise: "Bu bina kendisine atfedilen maksat için kullanılamaz, çünkü bir gaz odası için gereken asgari şartları dahi taşımamaktadır" der.

Rudolf Höss "Auschwitz Komutanı" adlı kitabında (sf.198) şöyle der: "Gazın verilişinden ve odanın havasının yenilenmesinden yarım saat sonra kapı açılıyordu. Derhal kadavraların kaldırılıp götürülme işlemleri başlıyordu… Bu çalışma kayıtsız bir tavırla yapılıyor ve gündelik işlerin bir kısmını oluşturuyordu. Bir yandan kadavraları sürüklüyorlar bir yandan da sigara içiyorlardı…" "Demek ki maske bile takmıyorlardı’" diye sorar Avukat Chiristie. Zyklon B ile temasa geçmiş kadavralara yarım saat sonra dokunmak, maskesiz o odalara girmek ve sigara içmek ne mümkün? Kaynakwh:

Savaşın ortasında böyle müsriflik

Bu bilgiler: "Dachau’da savaş sonrasında 17 ay ABD askeri hakimi olarak kaldım. Dachau’da gaz odası olmadığına tanıklık edebilirim. Ziyaretçilere gaz odası diye gösterilen yer, aslında bir ölü yakma fırınından başka bir şey değildir. Almanya’daki diğer toplama kamplarında da hiçbir gaz odası yoktu" diyen Stephen Pinter’in söylediklerini gayet iyi bir şekilde açıklıyor. Bu kadar pahalı olan bir gazı ve o gazı sıktığında onu içeride muhafaza edebilecek kaliteye sahip olan odaları yapmak tam bir serveti gerektiriyor. Hitler acımasız bir savaşın içerisinde, yokluktan canı burnuna gelmiş bir haldeyken, zaten olmayan paralarına ya da Almanya’nın paralarına kıyıp bu tesisleri kuracak, bu gaz sıkıldıktan sonra 10 saat kimse o odalara girmeyecek, Almanlar o odalara girdiğinde ise tam dezenfekte olmuş olarak oraya girip, ölüleri toplayacaklar ve Hitler bunu bekleyecek… Biz de altı milyon Yahudi’nin öldürüldüğüne inanacağız.

4 Yahudiler sabun yapılmadı

Garaudy, "Savaş sırasında Almanya yağlı madde kıtlığı çekiyordu ve sabun üretimi hükümetin eline geçti. Sabun balyaları RIF harfleriyle işaretlendi. Bu harfler almanca "Reich Yağlı maddeler ikmal ofisi" kurumunun baş harfleriydi. Fakat bazıları bunu RIF yerine RJF diye okudular ve "Saf Yahudi yağı" şeklinde yorumladılar ve dedikodu çabucak yayıldı" diye özetliyor aslında meseleyi.

Wiesenthal, Avusturya Yahudi Cemaatinin gazetesi Der Neue Weg’te 1946 yılında yayımlanan makalelerinde "insan sabunu" masalını yaymada büyük maharet gösterdi. "RJF" başlığını taşıyan bir makalesinde şöyle yazıyordu: "Şu korkunç sabun için nakliyat kelimeleri ilk defa 42 yılı sonlarında duyuldu. (Polonya) Genel valiliği ve fabrika Galiçya’da, Belzec’te bulunuyordu. Nisan 1942’den Mayıs 1943’e kadar, 900 bin Yahudi bu fabrikada ham madde olarak kullanıldı… 42’den sonra Genel Valilikteki insanlar RJF sabununun ne anlama geldiğini iyi biliyorlardı. Medeni Dünya bu sabunun Genel Valilik’in Nazilerine ve onların hanımlarına verdiği sevinci hayal edemez. Her sabun parçasında sihirli bir şekilde oraya yerleştirilmiş bir Yahudi’yi ve bu şekilde ikinci bir Freud veya Einstein çıkmasının engellendiğini görüyorlardı."Kaynakwh:

Yahudi soykırımı herkesin işine geliyordu

Garaudy, "Savaş sırasında Almanya yağlı madde kıtlığı çekiyordu ve sabun üretimi hükümetin eline geçti. Sabun balyaları RIF harfleriyle işaretlendi. Bu harfler almanca "Reich Yağlı maddeler ikmal ofisi" kurumunun baş harfleriydi. Fakat bazıları bunu RIF yerine RJF diye okudular ve "Saf Yahudi yağı" şeklinde yorumladılar ve dedikodu çabucak yayıldı" diye özetliyor aslında meseleyi.

Sözünü ettiğimiz ikinci Cihan Harbi 50 milyon insanın ölümüyle neticelenmiştir. Bunların 17 milyonu Sovyet vatandaşı, 9 milyonu da Almandır. Polonyalılar, Afrikalılar ve Asyalılar da çok ağır ölüm faturaları gördüler.

Yahudi Soykırımı efsanesi herkesin işine geliyordu. Çünkü bundan tarihin en büyük soykırımı diye bahsetmek, Batılı müstemlekeciler için kendi cinayetlerini unutturmak; Stalin için ise, vahşi zulümlerinin üzerine sünger çekmek demekti. Bu efsane İngiliz ve Amerikalı yöneticilerin de işine geliyordu. Çünkü onlar 13 Şubat 1945’te Dresten’de yaptıkları katliamı hafızalardan silmek istiyorlardı. Onlar bu tarihte o şehirdeki 200 bin sivilin fosfor bombalarının alevleri altında kavrulup ölmelerine sebep olmuşlardı. Amerikalıların işine daha da çok yaradı bu efsane. Çünkü onlar henüz Hiroşima ve Nagazaki’ye yeni atom bombalarını atmışlar ve arkalarında 200 binden fazla ölü ile acıları uzun süre devam edecek olan 150 bin yaralı bırakmışlardı.

Son iddia

Son olarak bir hususa daha dikkat çekmeden bu dosyamızı kapatamayız. Birincisi Hitler’in ordusunu kurmakta zorlandığı günlerde, Rockfeller ve Morgan ile beraber farklı İsraillilerin de ona yardım ettikleri bilgisidir ki; arkasında bazı Siyonistlerin kendilerinden olmadıklarını düşündükleri Yahudilerden kurtulmak için böyle bir yola tevessül ettikleri fikrini taşımamıza müsaade ediyor.

yazı bana ait değildir.Yazanın eline sağlık.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Konu aslında Yahudi soykırımı diye bahsedilen vakıanın olup-olmadığı ile ilgili ama Hitlerin kim ne olduğu noktasında da bir şeyler söylemek, konuya biraz daha açıklık kazandırabilir.Fakat bundan önce bu son yazının, en sonunda sorulan soru aslında meselenin kilit noktasıdır.Daha açık bir şekilde sorayım; sözde soykırıma maruz kalan Yahudiler neden birinci dereceden "israiloğlu" değildir? Soykırım denilen şey, saf olmayan ya da siyonist ırkçı Yahudilerin, kendilerine göre saf Yahudi ırkından olmayan, olmadığını düşündükleri Yahudileri katlettirmeleri, abartılarak dünyaya Yahudi soykırımı olarak yedirilmektir.Olduğu iddia edilen Yahudi soykırımdan şüphelenen insanlar, bu ırkçı siyonist diasporaların bulundukları ülkelerde çıkarttırdıkları kanunlar ile hapsedilip susturulmuşlardır.Hikayenin gelişimini kısaca şöyle özetleyebiliriz:

Herzl'in kurduğu ve onun 1904'deki ani ölümünden sonra giderek daha da büyüyen Dünya Siyonist Örgütü (World Zionist OrganizationWZO), kendine bir numaralı hedef olarak Yahudileri Filistin'e götürmeyi belirlemişti.Ancak örgütün birçok ülkede Yahudilere yönelik yaptığı tüm teşviklere rağmen, göçler beklenen düzeyde gerçekleşmiyordu. Hatta, 1925 yılından sonra göçlerde ani bir düşüş bile gözlemlenmişti. Bu da yetmiyormuş gibi

göç edenlerden geri dönenlere bile rastlandı.

Öte yandan, 1897'den 1930'lara ulaşıldığında, Avrupalı Yahudiler, Filistin topraklarına dönmemekte direnmişlerdi. Özellikle Almanya, Fransa ve Amerika gibi ülkelerde yaşayan Yahudiler zenginleşmiş ve elde ettikleri yüksek yaşam düzeyini ve kurulu düzenlerini

bırakıp, Filistin topraklarına göç etmeyi göze alamamışlardı.Yahudi halkının Siyonizme karşı açtığı bu direnişe, dünyaca ünlü, dönemin tanınmış pek

çok Yahudisi de katılıyordu; Fizikçi Albert Einstein, filozof Martin Buber, Kudüs İbrani Üniversitesi birinci başkanı Profesör Judah Magnes gibi... Entellektüel Yahudilerin yanısıra, geniş Yahudi halk kitleleri de, Siyonist liderler tarafından dayatılan göçe karşı çıkıyorlardı.Rusya'da küçük bir kesim dışında neredeyse bütün Yahudiler Siyonizmi reddettiler. Gidenlerin bir bölümü de, Filistin'deki yaşam koşullarının umdukları gibi çıkmaması karşısında, Rusya'ya geri döndü.

1920'lerde, Siyonist liderlerin hepsi, 1917'de yayınlanan ve Filistin'de bir Yahudi devletine yeşil ışık yakan Balfour Deklarasyonu'nun Filistin'e göçü hızlandıracağını sanmışlardı. Oysa, ilerleyen yıllarda, evdeki hesabın çarşıya uymadığına, büyük bir hayal kırıklığı yaşayarak şahit olacaklardı.1920'lerde Filistin'deki Yahudi nüfusu iki katına çıkarak 160.000'e ulaştı. Fakat göç edenlerin sayısı sadece 100.000 kadardı ve bunların %75'i de Filistin'de kalmadı. Yani, göçlerin toplamı yılda 8.000 civarındaydı.Hatta 1927 yılında sadece 2.710 kişi geldi ve 5.000 kişi de ayrıldı. 1929'da ise İsrail'e gelenler ile gidenlerin sayısı aynı orandaydı.

En kısa sürede en fazla Yahudiyi, zorla da olsa, bir şekilde Filistin'e getirmeyi hedefleyen Siyonizm açısından, yaşanan bu olumsuz gelişme, gerçekten de dev bir fiyaskoydu.Yoğun propagandaya rağmen, Kutsal topraklar'a göç faaliyeti çok zayıf kalmıştı.19. yüzyılın sonunda Filistin'de 50.000'den az Yahudi yaşamaktaydı. Bu rakam, Filistin halkının %7'sini oluşturmaktaydı. Bununla birlikte, 1917 Balfour Bildirisi'nden iki sene sonra, nüfus hala 65.000'in üzerine çıkamamıştı. 1920 ile 1932 arasında geçen 12 yıl içinde, sadece 118.378 Yahudi bir şekilde Filistin'e getirtilmişti ki, bu da dünya Yahudi toplumunun yüzde biri bile değildi.

Belli ki bu iş böyle olmayacaktı. Göçe direnen Yahudi toplumunu ikna etmek için, bir-iki antisemit hareket yetmiyordu. Bu nedenle, Siyonist liderler, Herzl'in açılışını yaptığı ilginç yöntemi daha etkin bir biçimde kullanma yoluna gittiler. Yahudileri, özellikle de kurulması hedeflenen İsrail Devleti için gerekli oldukları düşünülen "kalifiye" Avrupa Yahudilerini daha çok "rahatsız" etmek gerekiyordu. Yani, antisemitizm daha da güçlenmeliydi.

Bu noktada Hitler bulunmaz bir adaydı..Neden?Çünkü Hitler ve ırkçı siyonistler, Hitler in bir yahudi olmasını bir kenara bırakırsak, ırk noktasında tamamen aynı düşünceler sahiptirler.Yani; Eğer bir insan ırk saflığı kavramına inanıyorsa, bir başkasının ırkçılığını reddedemez. Ve eğer bir ırkın ancak ve ancak kendi geleneksel vatanında rahat edebileceğini düşünüyorsa, başkalarının da kendi toprakları üzerindeki 'yabancı' ırkları

temizlemesine karşı çıkamaz.Zaten siyonist ırkçılarda buna karşı çıkmamışlardır.Açıkçası "iyi bir siyonist olmak için aynı zamanda iyi bir antisemit de olmak gerekir".Hitlerin Aryan hayali gibi ırkçı siyonist Yahudilerin "saf Yahudi ırkı" hayalleri ve söylemleri olmadığını kim iddia edebilir?

Siyonist hareketin önemli ideologlarından Jacob Klatzkin, 1925 yılındaki bir yazısında bu mantığı şöyle açıklamıştı:

"Eğer bizler antisemitizmin haklı bir hareket olduğunu kabul etmezsek, kendi milliyetçiliğimizin haklılığını reddetmiş oluruz.Eğer bizim halkımız kendi öz kimliğini korumak ve kendine ait yaşam tarzını sürdürmek istiyorsa, o halde aralarında yaşadığı uluslar içinde bir yabancıdır. Dolayısıyla, kendi ulusal bütünlüklerini korumak için bize karşı savaşmak onların hakkıdır... Bize düşen görev, Yahudilerin sosyal haklarını azaltmak isteyen antisemitlere karşı mücadele etmek değil, Yahudilerin sosyal haklarını artırmak (dolayısıyla onları asimile etmek) isteyen dostlarımıza karşı

mücadele etmektir."İşte olduğu söylenen soykırıma kurban gidenler, siyonizme karşı çıkan bu Yahudi "dostlardır"..

Hitlere dönecek olursak, detaylı bir şekilde konuyu inceyebilmek için, Hitleri Hitler yapan, Yahudi Thule örgütünden başlayarak, asıl adı Adam Alfred Rudolf Glauer olan Osmanlı vatandaşı Alman, Thule örgütünün kurucusu, Baron Rudolf Von Sebottendorf tan ve Bektaşi-Mevleri ilişkilerinden girerek, Endülüse, ordanda Sultan Süleymana (bizim Kanuni) uzanmamız gerekir ki, bunu yaptığımızda Cevat Rıfat Atilhan ismini de almadan edemeyiz.Ancak bunu yaptığımızda konuyu çok uzatmış oluruz.Zaten buradaki ateist görünümlü çapsız siyonist uşakları için daha fazla klavye şakırdatmaya, c/p yapmaya, ki sanki c/p yapılanlar yanlış, hiç gerek yok.Kafası çalışanlara bu söylediklerimiz yeterlidir.Bu başlıktaki konular incelendiği ve günümüzdeki durum analiz edildiğinde, burada ırkçı diye yaftalanan arkadaşın siyonist ırkçıların yanında masum kaldığı görülecektir..

Burada söylenenler, ister Ateist ister Müslüman ister Yahudi ister x.. olsun, art niyetsiz aklı ve sağduyuyu muhafaza edebilenler için kabullenilmesi zor olmayan gerçeklerdir.Kabullenilmesi zor olan, "memlekette pkk gibi bir sorun varken Filistinden bize ne" diye söylemlerde bulunan, güya Atatürkçü, laik, sözümona vatansever satılmışların, asıl pkk sorunun siyonist kaynaklı olduğunu perdelemeleri ve bu söylemleri yapabilecek seçkin, kilit noktalarda olmalarıdır.Tabi bu söylemi yapanların hepsinin , istisnasız samimi olmadığını söylemiyorum, içlerinde samimi olanlarıda vardır.Bunlar siyonist yalanlara inanmış, kandırılmış kimselerdir.Ama "inanmamayı" kendine bir dünya görüşü olarak seçen ateistlerimizin, bu yalanlara inanma noktasında, en samimi dindarları bile kıskandırabilecek inançları hakikaten hayrete şayandır..pkk denilen satılmışlar ve kandırılmışlar güruğunun anası İsrail ve siyonizmdir..Bunun olduğu söylenen soykırım ile taktiksel olarak yakından ilişkisi vardır..Irkçı siyonistlerde kendi halkını katletmiştir, pkk denen ve ipleri İsrailin elinde olan satılmış soysuz kuklalar topluluğu, güya haklarını savundukları kürt halkını katletmişlerdir..Kurşun sıkılan kundaktaki Kürt bebeleri bunun kanlı bir kanıtıdır..Kendi suçlarını başkalarına atarak yapılan mazlum edebiyatıda, siyonistlerin zamanında ve bugün ısrarla sürdükleri soykırım mağdur ve mazlumları edebiyatı ile birebir aynıdır..Anlayana..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Konu aslında Yahudi soykırımı diye bahsedilen vakıanın olup-olmadığı ile ilgili ama Hitlerin kim ne olduğu noktasında da bir şeyler söylemek, konuya biraz daha açıklık kazandırabilir.Fakat bundan önce bu son yazının, en sonunda sorulan soru aslında meselenin kilit noktasıdır.Daha açık bir şekilde sorayım; sözde soykırıma maruz kalan Yahudiler neden birinci dereceden "israiloğlu" değildir? Soykırım denilen şey, saf olmayan ya da siyonist ırkçı Yahudilerin, kendilerine göre saf Yahudi ırkından olmayan, olmadığını düşündükleri Yahudileri katlettirmeleri, abartılarak dünyaya Yahudi soykırımı olarak yedirilmektir.Olduğu iddia edilen Yahudi soykırımdan şüphelenen insanlar, bu ırkçı siyonist diasporaların bulundukları ülkelerde çıkarttırdıkları kanunlar ile hapsedilip susturulmuşlardır.Hikayenin gelişimini kısaca şöyle özetleyebiliriz:

Herzl'in kurduğu ve onun 1904'deki ani ölümünden sonra giderek daha da büyüyen Dünya Siyonist Örgütü (World Zionist Organization�ZO), kendine bir numaralı hedef olarak Yahudileri Filistin'e götürmeyi belirlemişti.Ancak örgütün birçok ülkede Yahudilere yönelik yaptığı tüm teşviklere rağmen, göçler beklenen düzeyde gerçekleşmiyordu. Hatta, 1925 yılından sonra göçlerde ani bir düşüş bile gözlemlenmişti. Bu da yetmiyormuş gibi

göç edenlerden geri dönenlere bile rastlandı.

Öte yandan, 1897'den 1930'lara ulaşıldığında, Avrupalı Yahudiler, Filistin topraklarına dönmemekte direnmişlerdi. Özellikle Almanya, Fransa ve Amerika gibi ülkelerde yaşayan Yahudiler zenginleşmiş ve elde ettikleri yüksek yaşam düzeyini ve kurulu düzenlerini

bırakıp, Filistin topraklarına göç etmeyi göze alamamışlardı.Yahudi halkının Siyonizme karşı açtığı bu direnişe, dünyaca ünlü, dönemin tanınmış pek

çok Yahudisi de katılıyordu; Fizikçi Albert Einstein, filozof Martin Buber, Kudüs İbrani Üniversitesi birinci başkanı Profesör Judah Magnes gibi... Entellektüel Yahudilerin yanısıra, geniş Yahudi halk kitleleri de, Siyonist liderler tarafından dayatılan göçe karşı çıkıyorlardı.Rusya'da küçük bir kesim dışında neredeyse bütün Yahudiler Siyonizmi reddettiler. Gidenlerin bir bölümü de, Filistin'deki yaşam koşullarının umdukları gibi çıkmaması karşısında, Rusya'ya geri döndü.

1920'lerde, Siyonist liderlerin hepsi, 1917'de yayınlanan ve Filistin'de bir Yahudi devletine yeşil ışık yakan Balfour Deklarasyonu'nun Filistin'e göçü hızlandıracağını sanmışlardı. Oysa, ilerleyen yıllarda, evdeki hesabın çarşıya uymadığına, büyük bir hayal kırıklığı yaşayarak şahit olacaklardı.1920'lerde Filistin'deki Yahudi nüfusu iki katına çıkarak 160.000'e ulaştı. Fakat göç edenlerin sayısı sadece 100.000 kadardı ve bunların %75'i de Filistin'de kalmadı. Yani, göçlerin toplamı yılda 8.000 civarındaydı.Hatta 1927 yılında sadece 2.710 kişi geldi ve 5.000 kişi de ayrıldı. 1929'da ise İsrail'e gelenler ile gidenlerin sayısı aynı orandaydı.

En kısa sürede en fazla Yahudiyi, zorla da olsa, bir şekilde Filistin'e getirmeyi hedefleyen Siyonizm açısından, yaşanan bu olumsuz gelişme, gerçekten de dev bir fiyaskoydu.Yoğun propagandaya rağmen, Kutsal topraklar'a göç faaliyeti çok zayıf kalmıştı.19. yüzyılın sonunda Filistin'de 50.000'den az Yahudi yaşamaktaydı. Bu rakam, Filistin halkının %7'sini oluşturmaktaydı. Bununla birlikte, 1917 Balfour Bildirisi'nden iki sene sonra, nüfus hala 65.000'in üzerine çıkamamıştı. 1920 ile 1932 arasında geçen 12 yıl içinde, sadece 118.378 Yahudi bir şekilde Filistin'e getirtilmişti ki, bu da dünya Yahudi toplumunun yüzde biri bile değildi.

Belli ki bu iş böyle olmayacaktı. Göçe direnen Yahudi toplumunu ikna etmek için, bir-iki antisemit hareket yetmiyordu. Bu nedenle, Siyonist liderler, Herzl'in açılışını yaptığı ilginç yöntemi daha etkin bir biçimde kullanma yoluna gittiler. Yahudileri, özellikle de kurulması hedeflenen İsrail Devleti için gerekli oldukları düşünülen "kalifiye" Avrupa Yahudilerini daha çok "rahatsız" etmek gerekiyordu. Yani, antisemitizm daha da güçlenmeliydi.

Bu noktada Hitler bulunmaz bir adaydı..Neden?Çünkü Hitler ve ırkçı siyonistler, Hitler in bir yahudi olmasını bir kenara bırakırsak, ırk noktasında tamamen aynı düşünceler sahiptirler.Yani; Eğer bir insan ırk saflığı kavramına inanıyorsa, bir başkasının ırkçılığını reddedemez. Ve eğer bir ırkın ancak ve ancak kendi geleneksel vatanında rahat edebileceğini düşünüyorsa, başkalarının da kendi toprakları üzerindeki 'yabancı' ırkları

temizlemesine karşı çıkamaz.Zaten siyonist ırkçılarda buna karşı çıkmamışlardır.Açıkçası "iyi bir siyonist olmak için aynı zamanda iyi bir antisemit de olmak gerekir".Hitlerin Aryan hayali gibi ırkçı siyonist Yahudilerin "saf Yahudi ırkı" hayalleri ve söylemleri olmadığını kim iddia edebilir?

Siyonist hareketin önemli ideologlarından Jacob Klatzkin, 1925 yılındaki bir yazısında bu mantığı şöyle açıklamıştı:

"Eğer bizler antisemitizmin haklı bir hareket olduğunu kabul etmezsek, kendi milliyetçiliğimizin haklılığını reddetmiş oluruz.Eğer bizim halkımız kendi öz kimliğini korumak ve kendine ait yaşam tarzını sürdürmek istiyorsa, o halde aralarında yaşadığı uluslar içinde bir yabancıdır. Dolayısıyla, kendi ulusal bütünlüklerini korumak için bize karşı savaşmak onların hakkıdır... Bize düşen görev, Yahudilerin sosyal haklarını azaltmak isteyen antisemitlere karşı mücadele etmek değil, Yahudilerin sosyal haklarını artırmak (dolayısıyla onları asimile etmek) isteyen dostlarımıza karşı

mücadele etmektir."İşte olduğu söylenen soykırıma kurban gidenler, siyonizme karşı çıkan bu Yahudi "dostlardır"..

Hitlere dönecek olursak, detaylı bir şekilde konuyu inceyebilmek için, Hitleri Hitler yapan, Yahudi Thule örgütünden başlayarak, asıl adı Adam Alfred Rudolf Glauer olan Osmanlı vatandaşı Alman, Thule örgütünün kurucusu, Baron Rudolf Von Sebottendorf tan ve Bektaşi-Mevleri ilişkilerinden girerek, Endülüse, ordanda Sultan Süleymana (bizim Kanuni) uzanmamız gerekir ki, bunu yaptığımızda Cevat Rıfat Atilhan ismini de almadan edemeyiz.Ancak bunu yaptığımızda konuyu çok uzatmış oluruz.Zaten buradaki ateist görünümlü çapsız siyonist uşakları için daha fazla klavye şakırdatmaya, c/p yapmaya, ki sanki c/p yapılanlar yanlış, hiç gerek yok.Kafası çalışanlara bu söylediklerimiz yeterlidir.Bu başlıktaki konular incelendiği ve günümüzdeki durum analiz edildiğinde, burada ırkçı diye yaftalanan arkadaşın siyonist ırkçıların yanında masum kaldığı görülecektir..

Burada söylenenler, ister Ateist ister Müslüman ister Yahudi ister x.. olsun, art niyetsiz aklı ve sağduyuyu muhafaza edebilenler için kabullenilmesi zor olmayan gerçeklerdir.Kabullenilmesi zor olan, "memlekette pkk gibi bir sorun varken Filistinden bize ne" diye söylemlerde bulunan, güya Atatürkçü, laik, sözümona vatansever satılmışların, asıl pkk sorunun siyonist kaynaklı olduğunu perdelemeleri ve bu söylemleri yapabilecek seçkin, kilit noktalarda olmalarıdır.Tabi bu söylemi yapanların hepsinin , istisnasız samimi olmadığını söylemiyorum, içlerinde samimi olanlarıda vardır.Bunlar siyonist yalanlara inanmış, kandırılmış kimselerdir.Ama "inanmamayı" kendine bir dünya görüşü olarak seçen ateistlerimizin, bu yalanlara inanma noktasında, en samimi dindarları bile kıskandırabilecek inançları hakikaten hayrete şayandır..pkk denilen satılmışlar ve kandırılmışlar güruğunun anası İsrail ve siyonizmdir..Bunun olduğu söylenen soykırım ile taktiksel olarak yakından ilişkisi vardır..Irkçı siyonistlerde kendi halkını katletmiştir, pkk denen ve ipleri İsrailin elinde olan satılmış soysuz kuklalar topluluğu, güya haklarını savundukları kürt halkını katletmişlerdir..Kurşun sıkılan kundaktaki Kürt bebeleri bunun kanlı bir kanıtıdır..Kendi suçlarını başkalarına atarak yapılan mazlum edebiyatıda, siyonistlerin zamanında ve bugün ısrarla sürdükleri soykırım mağdur ve mazlumları edebiyatı ile birebir aynıdır..Anlayana..

Alkış hemde yıldızlı alkış..

Gerçi yazıyı c/p deyip okumayacaklardır.Beyninde sünger taşımak kolay iş değil.Hafif akıl ağır yüktür ..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yahudi soykırımı çok yakın bir geçmiş arkadaşlar..milattan öncelerde değil yani.

Akhenaton bilemiyorum hangi kaynakları okuyorsun(Allah muhafaza!) ama saygın Alman sosyolog ve tarihçileri bile yahudi soykırımından bir utançla bahseder.

Türkiye de mesala İlber Ortaylı hoca,ermeni soykırımı iddialarının altında Alman desteği olduğunu söyler.Çünkü Almanya dünya tarihi'nin en büyük soykırımını gerçekleştirmiş bir devlet olarak tarihe geçmiştir.Ve bu ayıbın üzerini örtmek için başka devletlerin soykırım iddialarına destek vermektedir İlber ortaylı'ya göre..

Tabii bu arada İsrail'in yahudi soykırımı'nı her fırsatta hatırlatıp gündeme getirmesi ayrı bir mesele..

ama dünyanın kanunu bu..güç,iktidar kimdeyse teknolojiyi daha etkin kullanacak olan o'dur.

Şimdi eminim ilber ortaylı'yı da yahudi ilan edecektir Akhenaton :)

Link to post
Sitelerde Paylaş

Tarihi kazananlar yazar lafı ne kadar da doğrudur.Dünyada iki işleyiş var.Birincisi gerçekler diğeri ise görünen /gösterilenler.Herşey perde arkasından yönetiliyor.Kim doğru kim yanlış bunu ancak hayatı gerçekten okuyabilenler görebilrler.Bizlerde bize yansıtılanı ölçmekle yükümlüyüz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Akhenaton deli..

ama ben akhenaton'u severim..nedense batmıyor onun söyledikleri..varsın yahudi desin bana :)

Onun söyledikleri banada batmıyor nedense. Yarım akıllı olarak gördüğüm için içimde bir merhamet bile var diyebilirim

Link to post
Sitelerde Paylaş

Şimdi eminim ilber ortaylı'yı da yahudi ilan edecektir Akhenaton :)

Burda kilit nokta Hitlerin öldürdüğü Yahudilerin kim olduğu , Hazar Kökenlilermi yoksa Çöl bedevisi kökenlilermi.

İşte asıl mesele burda.

Amerikalı siyonist çöl bedevileri devlet destekli olarak herkesin öldürüldüğünü CIA yı arkasına alarak deklarasyon yapıyor.

Halbuki çöl bedevisi kökenli olmayan Yahudilerse hazırladıkları lisstelerde sadece Bedevi kökenlilerin sağ bırakılıp ve Filistine paralarıyla birlikter taşındığınının tüm sonut verilerini ortaya koyuyor.

Alman sosyologları söylem yapabilir, cebine ,indirirsin yeşil benjamini herşeyi söylerler. Bizdede Orhan pamuk yapıyor bu işi.

Sosyoloji ve tarih Amerikan Batı grubu üniv. tekelindedir. Buda Judaize bilimdir.

Üniversiteler sadece büyük yalanların tekrarlandığı bilim kiliseleridir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...