Jump to content

Big Bang bilim maskesi takmış din midir?


Recommended Posts

Bu makale, whatreallyhappened.com'dan Michael Rivero'ya ait bir makalenin biraz kısaltılmış bir çevirisidir. Bu makalede söylenenlerin tümüne olduğu gibi katıldığımı iddia etmiyorum, fakat makaleyi ilginç bulduğum ve savlarını incelemeye değer gördüğüm için burada paylaşmak istedim:

Bilim Maskesi Takmış Din: 'Big Bang'

Evvel zaman içinde, uzun zaman önce, Aristo denen bir adam vardı. Çok zeki biriydi; pek çok iyi şey düşündü. Fakat arada bir hata da yaptı.

Yaptığı hataların biri bir portakalı havaya atıp eline düşmesini izleyerek yaptığı çıkarımdır. Aristo düşündü ki, eğer kendisi hareket ediyor olsaydı, portakal elini terkeder etmez uçar giderdi. Portakal böyle yapmadığından, Aristo kendisinin hareket etmediği sonucuna ulaştı. Bu gözlemlenebilir gerçeğe dayalı olarak ve bu gözlem için başka bir açıklama olmadığı kabulü aldında, Aristo dünyanın hareket etmediği ve evrenin geri kalanının dünyanın etrafında hareket ediyor olması gerektiği sonucuna ulaştı.

Aristo çok zeki bir adamdı, fakat portakalın neden eline geri düştüğünün birbaşka açıklaması daha vardı ve bu açıklama 2000 yıl kadar (Sir Isaac Newton'a kadar) beklemek zorunda kaldı.

Fakat eski kilise açısından, Aristo'nun açıklamaları teoloji ile iyi örtüşüyordu, çünkü dünyayı hareketsiz bir nesne olarak evrenin merkezine yerleştiriyor, evrenin geri kalanını dünya etrafında döndürüyordu.

Elbette kilise onaylı kozmos modelinden şüphe etmeye yol açacak empirik gözlemler de mevcuttu. Ay ve güneş tutulmalarında dünyanın düz olmadığı açıkça görünüyordu. Dünyanın ay üzerine düşen gölgesi, tutulma sırasında ayın göğün hangi noktasında olduğuna bağlı olmaksızın hep eğimliydi. Küre şeklindeki bir dünya, bu sonucu üretebilecek tek açıklamaydı. Denize açılan gemiler, ufukta eğri bir rota üzerinde kayboluyorlardı (ki bu gözlem zaman için Kolomb'un seyahatlerine ilham teşkil etmiştir). Foucault'un sarkacını hiçkimse dünyanın bu sarkacın altında dönmesi açıklaması dışında açıklayamıyordu.

Fakat dünya merkezli evren modelinin en problemli yönü, gezegenlerin hareketiydi. Televizyon, hatta kitaplardan önceki bir çağda gece gökyüzünün nasıl göründüğü hemen herkesin farkında olduğu bir gerçekti. Uzun dönem içinde gece gökyüzünü inceleyenler, gezegenlerin hareketinin arada bir duraklamaya uğradığını, hatta bir süre geriye doğru hareket ettiğini, ondan sonra tekrar ileri doğru yoluna devam ettiğini gözlüyordu. Bu bir problemdi. Kilise onaylı model, bu hareketi açıklayamıyordu.

Bu hareketin açıklaması basittir aslında. Dünya, iç yörüngesinde döndükçe, dış gezegenlerden birini yakaladığı zaman, gezegen tereddüt ediyor gibi görünüyor, hatta bir süre gökyüzünde geri doğru hareket ediyor ve sonra normal hareketine devam ediyordu. Fakat dünyanın hareket ettiği fikri kilisenin dogmasına ve Aristo'nun fikirlerine aykırıydı.

Aristo'nun temel iddiasını sorgulamak yerine, dönemin okumuş kişileri, Claudius Ptolemy tarafından önerilmiş "epicycles" denen bir açıklamayı kabul etmeyi tercih ettiler. Bu teori, gezegenlerin hareketini, dünyanın etrafındaki büyük yörüngelerinin üzerine yerleşmiş küçük ek yörüngelerle açıklamaya çalışıyordu.

Bu teori kilisede çok popülerdi ve dönemin din ve kilise bağlantılı üniversiteleri bu teoriyi daha da geliştirmeye teşvik ediliyordu. Ve teorinin daha da geliştirilmeye gerçekten de ihtiyacı vardı, çünkü epicycle teorisi gökyüzünde görünenleri doğru dürüst açıklamaya yetmiyordu. Nesiller boyu süren çalışmalar neden modellerin gezegenlerin gerçek hareketlerini yansıtmadığını açıklamaya uğraşmıştı. Belli bir noktada, epicycle'ların da epicycle'ları olduğu fikri dahi önerilmişti. Yani ikinci ek yörüngenin üstüne eklenmiş üçüncü bir daha küçük yörünge. Hatta devamı olan başka yörüngeler de.

Gözlemler eldeki teoriyle uyuşmamaya devam etmesine rağmen, temel kabulü sorgulamak yerine çabalar eldeki teoriyi daha da geliştirip karmaşıklaştırmaya harcanıyordu. Aristo'nun ve kilisenin yanıldığına dayalı varsayımlar direnç ile karşılaşıyor ve önleri kapatılıyordu. Galileo dünyanın hareket ettiğine dair fikirleri yüzünden işkenceye tabi tutulmuştu. Bruno, güneşin de diğerleri gibi alelade bir yıldız olduğu ve diğer yıldızların da gezegenleri olduğuna dair fikirleri yüzünden canlı canlı yakılarak öldürülmüştü.

Yakın zamanlarda, gelişen teknolojimiz Galileo ve Bruno'nun haklı, Aristo ve kilisenin ise tamamen haksız olduğunu açıkça ortaya çıkardı. Dünya dönüyor, epicycle'lar veya epicycle'ların epicycle'ları, vs diye şeyler yok.

Dünya merkezli evren modeli ve epicycle'lar bilim falan değildi. Sadece kendini bilim gibi göstermeye çalışan dinsel doktrin idi.

Kilise evren gerçeği ile hiçbir zaman başarılı bir şekilde ilgilenememiştir. Galileo'ya yapılanlar için ancak bu devirde özür dilemiştir ve Bruno'nun hala lafını bile etmemektedir. Tanrı'nın sözü olduğu iddia edilen incil hala dünyanın düz olduğunu, sütünlar üzerinde durduğunu (Job 26:11) ve hareket etmediğini (Psalms 19:5-6 93:1 96:10 104:5) söylemektedir.

Öyle görünüyor ki, bazı yanlışlar tekrar edilmeye mahkumdur, elimizdeki onca teknolojiye rağmen.

1929'da Cal-Tech astronomu Edwin Hubble evrende çok uzaktaki objelerin spektrumun kızıl tarafına doğru kayma gösterdiğini tespit etti. Hubble'ın buluşu üzerine kafa yoran bilim adamları, nesneler ne kadar uzaksa, kızıla kaymalarının da o kadar fazla olduğunu tespit ettiler. Bu gözlemlenebilir gerçeğe ve bu gözlem için başka bir açıklama olmadığı kabulüne dayanarak evrenin genişlemekte olduğu sonucuna ulaştılar.

Dini çevreler genişleyen evren fikrini çok sevdiler, çünkü evrenin genişliyor olabilmesi için, bir noktadan genişlemeye başlamış olması gerekiyordu. Gerçekten de, 'Big Bang' kavramı Edwin Hubble'dan değil, katolik bir rahip olan Georges Lemaitre'den 1927'de çıkmıştır. (Hubble'ın gözlemlerini yayınlamasından 2 yıl önce). Big Bang aynen epicycle'lar gibi dinsel doktrin ile iyi uyuşmuştu ve dini kurumlar diğer alternatif fikirlere nazaran (ki bunlara o zamanlar daha popüler olan steady state evren modeli de dahildir) bu yeni modeli teşvik etmeye başladılar.

Bundan sonra ise tarih kendini tekrar etti. 'BigBang'in genel relativite bağlamında iş görebilir bir teori olmadığına dair deliller ortaya çıktı örneğin. Bunların en basit ve açık olanı, çok büyük kütleli nesnelerin ışığın bile kaçamayacağı güçte çekim alanları oluşturacağı, dolayısıyla tek bir noktada birikmiş tüm evren kütlesinin dağılmasına imkan olmayacağı, yani evrenin doğmasının mümkün olmadığı düşüncesi idi.

Tabi ki Big Bang'in meydana gelemeyeceği türündeki fikirler, dünyanın herşeyin merkezi olmadığı fikrinin karşılaştığı tepki ile karşılaştı. Temel kabulün sorgulanması yerine, çabalar mevcut teorinin yeni verileri açıkmasını sağlayacak şekilde geliştirilmesi yönünde harcandı. Zamanın ilk birkaç milisaniyesinde temel fizik prensiplerinin neden farklı davrandığını açıklamaya yönelik karmaşık bir kozmoloji teorisi ortaya çıktı. Teorinin matematiği gerçekten etkileyici idi, fakat aslında sadece "Kurallara uyulmasını istemediğimiz yerde kurallara uyulmadı" ifadesinin kibar şeklinden ibaretti.

Big Bang'i kanıtlamak için ilk patlamanın günümüzdeki yankısı anlamında yorumlanabilecek Kozmik Arkaplan Radyasyonunu araştırmaya yönelik bir çaba ortaya çıktı ve gerçekten de bir sinyal bulundu. Aynen Aristo ve Hubble gibi, Kozmik Arkaplan Radyasyonu fikrinin öncüleri de sinyalin kendi düşündükleri anlama geldiğini, başka alternatif açıklaması olamayacağını farzettiler. Bu radyasyonun bulunması Big Bang teorisinin büyük kanıtı olarak ilan edildi ve teoriye yatırımda bulunmuş olan kurumlar kutlandı.

Fakat sonra ortaya çıktı ki, epicycle teorisinin gezegenlerin haretini doğru şekilde açıklayamaması gibi, Big Bang teorisi de uzayla ilgili yapılan ölçümleri iyi açıklayamıyordu.

Birinci sorun olarak "ufuk problemi" vardı. Şu anda evren 28 milyar ışık yılına yayılmaktadır ve 14 milyar yaşında olduğu düşünülmektedir. (Tabi ki, eğer biz gerçekten de evrenin merkezinde değilsek, evren en az bir yönde daha uzağa yöneliyor olmalıdır). Hiçbirşey ışık hızından hızlı hareket edemeyeceğine göre, ısı radyasyonunun iki ufuk arasında big bang tarafından yaratılmış olması gereken soğuk ve sıcak bölgeleri dengeleyecek ve şu anda gözlediğimiz dengeli durumu oluşturacak şekilde hareket etmiş olması mümkün değildi.

COBE uydusu, Kozmik Arkaplan Radyasyonunu incelemek için uzaya gönderildiğinde, uydu teorinin beklediği düz ve özelliksiz ışıma yerine yüksek derecede kompleks ve ayrıntılı bir yapı buldu. Tabi, yine teorinin temel kabulünü sorgulamak yerine, bu ışıma için başka bir açıklama olamayacağı kabulü altında, araştırmacılar bu verileri mevcut teoriye uydurmanın yolunu bulmaları yönünde teşvik edildi. Fakat aslında alternatif bir açıklama zaten elde mevcuttu.

Güneş sistemimizde ağır elementler bulunmaktadır (bunlarsız var olamazdık), çünkü güneş sisteminin oluşumundan önceki bir zamanda yakındaki başka bir yıldız patlamış ve güneşin etrafındaki gezegenleri ve bizleri oluşturan ağır elementleri ortaya çıkarmıştır. Patlayan her yıldız bir nebula ortaya çıkarır, amatör teleskobu olanların bile kolayca görebileceği Lyra yakımyıldızındaki nebula gibi. Nebula, uzaydaki bir gaz, toz ve madde yığını/bulutu'dur ve güneş sistemindeki ağır elementler düşünüldüğünde, güneş sistemimizi içine alan yakın çevrede milyarlarca yaşında bir nebula bulunuyor olmalıdır. Ki dünyayı bir süperovadan arta kalan bir nebulanın ortalarında bir yerlerde gösteren bu model, aynen COBE uydusunun bulduğuna benzer bir yapıya uymaktadır. Fakat Galileo ve Bruno örneklerinde olduğu gibi, onaylanmış yaratılış mitine karşı çıkanlar zorluklarla karşılaşmışlar, ve işkence veya yakılarak öldürülmek, yerini araştırma fonlarının kesilmesine bırakmıştır.

Evreni incil ile uyumlu big bang modeli ile açıklama önyargısı o derece güçlüdür ki, William G. Tifft'in gözlenen kızıla kaymanın kuantizasyonu üzerine Astrophysıcal Journal'a sunduğu ilk makalesini dergi yetkilileri içinde hata bulamadıkları için basmak zorunda kalmış, fakat editörün yazızında makalenin sonuçlarından kendilerini uzaklaştırmak durumunda hissetmişlerdir kendilerini.

Kızıla kaymanın kuantizasyondan çıkarılan sonuçlar, big bang modeli için Galileo'nun ilk teleskobunun dünya merkezli evren teorisi için ifade ettiği düzeyde tahrip edicidir çünkü.

Georges Lemaitre, aynen Aristo gibi, dünyadan uzak nesnelerde gözlenen kızıla kaymanın başka açıklaması olmadığını farzetmişti. Fakat evren üniform olarak genişlediği için, kızıla kaymanın da üniform dağılımlı olarak gözlenmesi gerekmektedir.

Fakat öyle değildirler.

Evrende gözlenen kızıla kayma belli aralıklara ayrılmış olarak kuantize biçimdedir. Bu durum, kızıla kaymayı relatif hıza dayalı olarak açıklayan teori ile uyumlu değildir. Bu kızıla kaymadan başka bir etki sorumlu olmalıdır. Bunun anlamı, kızıla kaymaya dayalı olarak evrenin genişlediği fikrinin geçersizliğidir. Başka bir etki bu sonuçları doğuruyor olmalıdır ki bu etki her neyse hızdan bağımsız olarak kuantize bir şekilde kızıla kayma oluşturmaktadır.

Toplumumuzun ne kadar dinsel düşünce etkisinde olduğunun bir göstergesi olarak çıkarılabilecek bir ders de kuantize edilmiş kızıla kayma keşfinin aslında yeni bir keşif olmaması gerçeğidir. Bu konudaki gözlemlere dayalı ilk data 1976'da yayınlanmıştır. O zamandan beri, zamanında epicycle'ları çalışan bilim adamları gibi, mevcut doktrini çalışan bilim adamları Tifft ve Cocke'un gözlemlerini yanlışlamanın yollarını defalarca arayıp durmuşlar, fakat her seferinde tekrar tekrar kuantize kızıla kayma olgusunu sadece doğrulayabilmişlerdir.

Fakat, Big Bang teorisinin tekrar gözden geçirilmesini gerektirecek eldeki güçlü kanıtlara rağmen, bilim derslerinde ve televizyon programlarında Big Bang teorisi gündeme getirilmeye devam edilmektedir, aynen Aristo'nun yanlış teorisinin Galileo yanlışlığını kanıtladıktan sonra bile uzun süre öğretilmesi gibi. Çünkü bir tanesi teolojiye uymaktadır, fakat diğeri uymamaktadır.

İnsanlığın gelişimi bilimin eriştiği noktalarla değil, batıl inancının sınırları ile ölçülmelidir. Gerçek bilinir, fakat gerçek her zaman popüler değildir.

Evrenin bir başlangıcı olması gerektiği fikri insan icadı bir fikirdir. Önümüzde başlangıcı ve sonu olan şeyler gördüğümüzü düşünürüz, halbuki gördüğümüz sadece maddenin biçim değiştirmesidir.

Maddenin belli bir biçimi ya da konfigürasyonunun bir başlangıcı ya da sonu olabilir, fakat madde ve enerjinin yaratılamayacağı ve yok edilemeyeceği fiziğin temel aksiyomlarından biridir. Bayan Nisan 20 yaşında olabilir, fakat onu oluşturan atomlar milyarlarca yıl önce patlamış yıldızların artıkları olan milyarlarca yıl yaşındaki atomlardır.

Eskiler dünyanın evrenin merkezi olduğuna inandılar. Biz ise şu anda hoşumuza gitmeyerek dünyanın güneş etrafında döndüğünü ve güneşin de samanyolunun merkezinden çok uzakta bir yerde olduğunu kabul etsek de, dünyanın her şeyin merkezinde olduğu fikri big bang teorisinin temel kabulleri arasındadır. Big Bang'ciler gözleyebildiğimiz en uzak nesnelere bakarlar (şu anda 13 milyar ışık yılı) ve buradan da evrenin yaşını hesaplarlar (şu anda 14 milyar yıl).

Fakat bu, ancak dünyayı gözlenebilir evrenin merkezinde kabul ederseniz işe yarayan bir yöntem olur. Teknolojik limitlerimizin uçlarında nesneler gördüğümüz ve bunları her yönde gördüğümüz doğrudur. Evrenin belli bir sonunu görmüyoruz. Mantıksal olarak, bizim mevcut olan çok geniş bir evrenin sadece küçük bir bölümünü görüyor olmamız olasılığı, Big Bang'in merkezinde bulunuyor olmamız olasılığından çok daha fazladır. Ve eğer orijinal tekilliğin yakınlarındaki şanslı bir noktadan evrene bakmakta olduğumuz kabulünü terkedersek, o zaman evrenin ne büyüklükte olduğunu bilmemize olanak kalmaz ve yaşını tespit etmek için kullandığımız matematik tamamen çöker. Gerçekten de bir toplu iğnenin ucundaki meleklerin sayısını hesaplamaya çalışıyoruz hala.

Big Bang'in olmadığının kanıtları

Big Bang teorisinin en büyük çelişkisi muhtemelen tekillik sorunudur. Bu ilk evrensel yumurta, süper kütleli bir kara delik olmak zorundadır. Dolayısıyla, hangi büyüklükte olursa olsun, hiçbir patlama evreni ortaya çıkarmaya yetmeyecektir.

Big Bang teorisini savunmaya hevesli kozmologlar fizik kanunlarının, gravitenin, vs evrenin ilk birkaç saniyesinde geçerli olmadığını savunmaktadır. Mevcut Big Bang teorisine göre, evren 3 saniye kadar kuralsız bir dönem yaşamıştır ve bildiğimiz fizik kanunları (çekim bunların arasında olmak üzere) ancak bundan sonra geçerli olmaya ve kendini göstermeye başlamıştır.

Fakat şöyle bir problem var. İlk evrensel yumurta tarafından oluşturulmuş tekillik oldukça büyüktür. Evrenin toplam kütlesine dair tahminler değişmektedir, fakat mevcut tahminlerden biri 2.6 * 10 üzeri 60'tır. Kütleden, tekilliğin olay ufku hesaplanabilir.

Buradan ışık yılları genişliğinde bir olay ufku ortaya çıkmaktadır. Yani kısacası, Big Bang teorisyenlerinin evrenin günümüzdeki gibi işlemeye başladığını iddia ettiği anda, evrenin tüm kütlesi kendi çekim alanının yarattığı olay ufkunun hala içinde olmak durumundadır!

Dolayısıyla, Big Bang, günümüzde tarif edilen şekliyle gördüğümüz evreni ortaya çıkartamaz. Üç saniye sonra, yani günümüzde bildiğimiz şekilde işlemeye başladığı anda, kendi çekim alanının hala etkisinde olmalıdır, dolayısıyla ışık hızını aşan bir kaçış hızına ulaşamayıp kendi üzerine çökmek durumundadır.

Big Bang'in olmadığının birbaşka kanıtı

Bu düşünce deneyi açısından farzedelim ki Tanrı elindeki sihirli değneği salladı ve evren Big Bang yoluyla ortaya çıktı ve de kendi çekim alanından kurtulmayı başardı. 2.6 * 10 üzeri 60'lık bir kütle/enerji bir süper süpernova'ya eşdeğer sıcaklık ve basınç durumu ortaya çıkaracaktır. Biliyoruz ki bu koşullarda ağır elementler ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, evren ilk zamanlarında bildiğimiz tüm ağır elementleri ortaya çıkarmış olmalıdır.

Peki o zaman Population II türü yıldızları nasıl açıklayacağız?

Population II türü yıldızlar, içlerinde hiçbir ağır element olmayan yıldızlardır. Ömürlerinin sonunda patladıklarında ağır elementler ortaya çıkar. Bunlar çevredeki yıldızlar tarafından süpürülür ve Population I yıldızlar ortaya çıkar, genellikle etraflarındaki gezegenlerle birlikte. Population I yıldızların ağır elementleri vardır. Population II yıldızların ise yoktur.

Dolayısıyla, Big Bang doğruysa evren bildiğimiz kurallara uyacak şekilde işlemeye başladığı ilk anlarda ortaya çıkmış ağır elementlerle dolu olmalıdır. Bu elementleri içinde barındırmayan yıldızlar mevcut olmamalıdır. Fakat böyle yıldızlar vardır.

Population II yıldızların varlığı, Big Bang teorisi ile açıkça çelişki içindedir.

Big Bang'in olmadığının birbaşka kanıtı daha

Big Bang'in 14 milyar yıl önce olduğu düşünülmektedir. Evrende gözlenen en uzak cisim 13 milyar ışık yılı uzaklıktadır ve evren sadece 750 milyon yaşındayken ortaya çıktığı düşünülmektedir. Çünkü Big Bang'den ortaya çıkan maddenin yıldız oluşturması en az o kadar süre gerektirmektedir.

Fakat bir problem vardır. 13 milyar ışık yılı ötedeki cisimleri biz bugünkü halleriyle ve bugünkü yerlerinde değil, 13 milyar yıl önceki halleriyle ve bizim bulunduğumuz noktadan 13 milyar ötedeki şekliyle görüyoruz.

Dolayısıyla, bu galaksinin Big Bang'den 750 milyon yıl sonra, dünyadan 13 milyar ışık yılı uzakta yer alabilmesi için, 750 yıl içinde 13 milyar ışık yıllık mesafe katetmiş olması gerekmektedir. Bu ise sözkonusu galaksinin ışık hızının 17 katından daha hızlı hareket etmiş olmasını gerektirmektedir, ki Big Bang savunucularına göre gerçekten de evren ilk 3 saniyeden sonra bir süre bu hızda genişlemiştir.

Yani aynen epicycle teorisinde olduğu gibi, teori ile uyuşmayan veriler ortaya çıktıkça, bu veriler zorla teoriye sığdırılmaya çalışılmaktadır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 223
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Big Bang'in olmadığının birbaşka kanıtı daha

Big Bang'in 14 milyar yıl önce olduğu düşünülmektedir. Evrende gözlenen en uzak cisim 13 milyar ışık yılı uzaklıktadır ve evren sadece 750 milyon yaşındayken ortaya çıktığı düşünülmektedir. Çünkü Big Bang'den ortaya çıkan maddenin yıldız oluşturması en az o kadar süre gerektirmektedir.

Fakat bir problem vardır. 13 milyar ışık yılı ötedeki cisimleri biz bugünkü halleriyle ve bugünkü yerlerinde değil, 13 milyar yıl önceki halleriyle ve bizim bulunduğumuz noktadan 13 milyar ötedeki şekliyle görüyoruz.

Dolayısıyla, bu galaksinin Big Bang'den 750 milyon yıl sonra, dünyadan 13 milyar ışık yılı uzakta yer alabilmesi için, 750 yıl içinde 13 milyar ışık yıllık mesafe katetmiş olması gerekmektedir. Bu ise sözkonusu galaksinin ışık hızının 17 katından daha hızlı hareket etmiş olmasını gerektirmektedir, ki Big Bang savunucularına göre gerçekten de evren ilk 3 saniyeden sonra bir süre bu hızda genişlemiştir.

Yani aynen epicycle teorisinde olduğu gibi, teori ile uyuşmayan veriler ortaya çıktıkça, bu veriler zorla teoriye sığdırılmaya çalışılmaktadır.

Hepsini okumadım, sondaki eleştri yazının nasıl bir düşünce içinde yazıldığı hakkında fikir sahibi olmama yetti de arttı bile.Öyle derin derin bilimsel tavırlarla yazmaya gerek yok.Evrende ışığı görülebilen en uzak cisim 13 milyar yıl evvel ortaya çıktığında, bu cismin ışıkları dünyanın oluşmasını mı bekliyordu?Dünya oluşurken o cismin ışıklarının dünyanın oluşacağı uzaklığa erişmediği mi söylemeye çalışıyor yazar?Daha da açık yazayım, ortada bir cisim var, ışık saçıyor ve henüz dünya yok.Dünya yaklaşık 5 milyar yıl yaşında ise evrende dünyanın oluştuğu koordinatlara o cismin ışığının 8.5 milyar yılda ulaşmadığını neye göre söylüyor yazar?Evet, bigbang teorisinin tabiri caiz ise yarabantları çoktur ama o bantlar teoriyi öldürmez.

Link to post
Sitelerde Paylaş

derbederriza,

Fizikçi değilim ama yazarın o alıntıladığın kısımda bahsettiği mesele sanırım Big Bang teorisine şu ışıktan hızlı şişme modelini katmalarını gerektiren problem.

Yani bu problemi Big Bang taraftarı bilim adamları asıl görüp ilgilenmeye çalışmışlar. Big Bang'den sonra olduğu iddia edilen o ışıktan hızlı genişleme dönemi fikri bu problemde kaynaklanıyor olmalı.

Bu arada, bu alıntıladığın mesele için 13 milyar yıl önce dünyanın varolması gerekmiyor. Yani sanırım yanlış anlıyorsun olayı.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu yazıdaki hata nedir?

Bu yazıda çok önemli bir bilimsel hata var.

Big Bang bilimsel bir teoridir. Gözlemlere dayanır.

Doğru veya yanlış olması hiç önemli değildir. Önemli olan yapılan gözlemlerle bağdaşmasıdır.

Bilimsel teoriler elbette eleştirilirler ama, bulunan çelişkilerin önce mevcut teori ile bağdaşıp bağdaşmadığı araştırılır.

Onlara dayanarak eski teori reddedilmez. Eski teoride modifikasyonlar yapılır.

Nitekim genişleme teorisi Big Bang kuramı ile birleştirilmiştir.

Şimdi biz Big Bang'in neden olmaması gerektiği konusunda ortaya atılan iddiaları inceleyelim.

Big Bang'in olmadığının kanıtları

Big Bang teorisinin en büyük çelişkisi muhtemelen tekillik sorunudur. Bu ilk evrensel yumurta, süper kütleli bir kara delik olmak zorundadır. Dolayısıyla, hangi büyüklükte olursa olsun, hiçbir patlama evreni ortaya çıkarmaya yetmeyecektir.

Big Bang teorisini savunmaya hevesli kozmologlar fizik kanunlarının, gravitenin, vs evrenin ilk birkaç saniyesinde geçerli olmadığını savunmaktadır. Mevcut Big Bang teorisine göre, evren 3 saniye kadar kuralsız bir dönem yaşamıştır ve bildiğimiz fizik kanunları (çekim bunların arasında olmak üzere) ancak bundan sonra geçerli olmaya ve kendini göstermeye başlamıştır.

Fakat şöyle bir problem var. İlk evrensel yumurta tarafından oluşturulmuş tekillik oldukça büyüktür. Evrenin toplam kütlesine dair tahminler değişmektedir, fakat mevcut tahminlerden biri 2.6 * 10 üzeri 60'tır. Kütleden, tekilliğin olay ufku hesaplanabilir.

Buradan ışık yılları genişliğinde bir olay ufku ortaya çıkmaktadır. Yani kısacası, Big Bang teorisyenlerinin evrenin günümüzdeki gibi işlemeye başladığını iddia ettiği anda, evrenin tüm kütlesi kendi çekim alanının yarattığı olay ufkunun hala içinde olmak durumundadır!

Dolayısıyla, Big Bang, günümüzde tarif edilen şekliyle gördüğümüz evreni ortaya çıkartamaz. Üç saniye sonra, yani günümüzde bildiğimiz şekilde işlemeye başladığı anda, kendi çekim alanının hala etkisinde olmalıdır, dolayısıyla ışık hızını aşan bir kaçış hızına ulaşamayıp kendi üzerine çökmek durumundadır.

Big Bang'in olmadığının birbaşka kanıtı

Bu düşünce deneyi açısından farzedelim ki Tanrı elindeki sihirli değneği salladı ve evren Big Bang yoluyla ortaya çıktı ve de kendi çekim alanından kurtulmayı başardı. 2.6 * 10 üzeri 60'lık bir kütle/enerji bir süper süpernova'ya eşdeğer sıcaklık ve basınç durumu ortaya çıkaracaktır. Biliyoruz ki bu koşullarda ağır elementler ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, evren ilk zamanlarında bildiğimiz tüm ağır elementleri ortaya çıkarmış olmalıdır.

Peki o zaman Population II türü yıldızları nasıl açıklayacağız?

Population II türü yıldızlar, içlerinde hiçbir ağır element olmayan yıldızlardır. Ömürlerinin sonunda patladıklarında ağır elementler ortaya çıkar. Bunlar çevredeki yıldızlar tarafından süpürülür ve Population I yıldızlar ortaya çıkar, genellikle etraflarındaki gezegenlerle birlikte. Population I yıldızların ağır elementleri vardır. Population II yıldızların ise yoktur.

Dolayısıyla, Big Bang doğruysa evren bildiğimiz kurallara uyacak şekilde işlemeye başladığı ilk anlarda ortaya çıkmış ağır elementlerle dolu olmalıdır. Bu elementleri içinde barındırmayan yıldızlar mevcut olmamalıdır. Fakat böyle yıldızlar vardır.

Population II yıldızların varlığı, Big Bang teorisi ile açıkça çelişki içindedir.

Big Bang'in olmadığının birbaşka kanıtı daha

Big Bang'in 14 milyar yıl önce olduğu düşünülmektedir. Evrende gözlenen en uzak cisim 13 milyar ışık yılı uzaklıktadır ve evren sadece 750 milyon yaşındayken ortaya çıktığı düşünülmektedir. Çünkü Big Bang'den ortaya çıkan maddenin yıldız oluşturması en az o kadar süre gerektirmektedir.

Fakat bir problem vardır. 13 milyar ışık yılı ötedeki cisimleri biz bugünkü halleriyle ve bugünkü yerlerinde değil, 13 milyar yıl önceki halleriyle ve bizim bulunduğumuz noktadan 13 milyar ötedeki şekliyle görüyoruz.

Dolayısıyla, bu galaksinin Big Bang'den 750 milyon yıl sonra, dünyadan 13 milyar ışık yılı uzakta yer alabilmesi için, 750 yıl içinde 13 milyar ışık yıllık mesafe katetmiş olması gerekmektedir. Bu ise sözkonusu galaksinin ışık hızının 17 katından daha hızlı hareket etmiş olmasını gerektirmektedir, ki Big Bang savunucularına göre gerçekten de evren ilk 3 saniyeden sonra bir süre bu hızda genişlemiştir.

Yani aynen epicycle teorisinde olduğu gibi, teori ile uyuşmayan veriler ortaya çıktıkça, bu veriler zorla teoriye sığdırılmaya çalışılmaktadır.

Big Bang teorisinin en büyük çelişkisi muhtemelen tekillik sorunudur. Bu ilk evrensel yumurta, süper kütleli bir kara delik olmak zorundadır. Dolayısıyla, hangi büyüklükte olursa olsun, hiçbir patlama evreni ortaya çıkarmaya yetmeyecektir.

Böyle bir zorunluk yoktur. Tekillik vardır veya yoktur. Bu tartışılabilir ama, tekillik var diye karadeliklerin de var olması zorunluğu yazarın kendi aklından menkul bir koşuldur. Kabul edilemez.

Big Bang teorisini savunmaya hevesli kozmologlar fizik kanunlarının, gravitenin, vs evrenin ilk birkaç saniyesinde geçerli olmadığını savunmaktadır. Mevcut Big Bang teorisine göre, evren 3 saniye kadar kuralsız bir dönem yaşamıştır ve bildiğimiz fizik kanunları (çekim bunların arasında olmak üzere) ancak bundan sonra geçerli olmaya ve kendini göstermeye başlamıştır.

Fakat şöyle bir problem var. İlk evrensel yumurta tarafından oluşturulmuş tekillik oldukça büyüktür. Evrenin toplam kütlesine dair tahminler değişmektedir, fakat mevcut tahminlerden biri 2.6 * 10 üzeri 60'tır. Kütleden, tekilliğin olay ufku hesaplanabilir.

Buradan ışık yılları genişliğinde bir olay ufku ortaya çıkmaktadır. Yani kısacası, Big Bang teorisyenlerinin evrenin günümüzdeki gibi işlemeye başladığını iddia ettiği anda, evrenin tüm kütlesi kendi çekim alanının yarattığı olay ufkunun hala içinde olmak durumundadır!

Dolayısıyla, Big Bang, günümüzde tarif edilen şekliyle gördüğümüz evreni ortaya çıkartamaz. Üç saniye sonra, yani günümüzde bildiğimiz şekilde işlemeye başladığı anda, kendi çekim alanının hala etkisinde olmalıdır, dolayısıyla ışık hızını aşan bir kaçış hızına ulaşamayıp kendi üzerine çökmek durumundadır.

Fizik kanunları nedir? Önce onu anlamamız gerekir. Fizik kanunları temel olarak maddenin davranış biçimleridir. Madde şöyle veya böyle davrandığı için fizik yasaları vardır.

Maddenin nasıl davrandığı ise kendisi ve etrafındaki maddelerle ilgili bir özelliktir. Evren ortaya çıkarken enerji maddeye dönüşmektedir. Bu dönüşüm sırasında ortaya çok farklı madde parçacıkları çıkıyor olabilir. Ve onların birbirleri ile olan tepkileşmesi farklı fizik yasalarından sorumlu olabilir.

Bu iddia da işe yaramıyor. Kabul edilemez..

Devam edecek...

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bu düşünce deneyi açısından farzedelim ki Tanrı elindeki sihirli değneği salladı ve evren Big Bang yoluyla ortaya çıktı ve de kendi çekim alanından kurtulmayı başardı. 2.6 * 10 üzeri 60'lık bir kütle/enerji bir süper süpernova'ya eşdeğer sıcaklık ve basınç durumu ortaya çıkaracaktır. Biliyoruz ki bu koşullarda ağır elementler ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, evren ilk zamanlarında bildiğimiz tüm ağır elementleri ortaya çıkarmış olmalıdır.

Peki o zaman Population II türü yıldızları nasıl açıklayacağız?

Burada kütle ve enerjinin aşırı olduğundan dolayı genişlemenin mümkün olmadığı ve eğer mümkünse bile mevcut parçacıklardan demir ve üstündeki ağır elementlerin ortaya çıkması gerektiği ileri sürülüyor.

Yine yanlış.. Çok yanlış hem de.

Elementlerin nasıl oluştuğu açıklamalarını dikkate alırsanız, hepsinin birbirleri ile ilgili olduklarını görürsünüz.

Yani biri olmadan diğerleri de olmuyor. Bu olay bir sıra izliyor. Büyük bir enerjiyi bir araya getirip patlatmakla ağır metalleri sentez edemezsiniz.

Bu absürd bir iddia.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Yani aynen epicycle teorisinde olduğu gibi, teori ile uyuşmayan veriler ortaya çıktıkça, bu veriler zorla teoriye sığdırılmaya çalışılmaktadır.

Buna her teoride baş vurulur.

Bilimsel teorilerin hiçbirisi kalıcı ve sonsöz değillerldir.

Bu bağlamda Big Bang teorisi neden bir istisna olsun....

Her teoriye itiraz edilir ve teori modifikasyona uğrar.

Çöpe atılmaz.

Teoriyi çöpe atmak için yeni bir teoriye gereksinim vardır.

Nitekim Big Bang teorisi steady state teorisinin yerini almıştır. O teori çöpe atılmıştır. Başka türlü bir teoriden kurtulmak mümkün değildir.

Ben bu yazıda yeni bir teoriden bahsedildiğini görmüyorum.

Sadece bir eleştiri ve ilginç olarak hepsi Big Bang kuramı ile açıklanabilir.

Herşey din olabilir. İnancınızın kuvvetine bağlı.. Ve her dinde açıklanması olanaksız bazı dogmatik görüşler vardır.

Big Bang'in din olabilmesi için önce yapılan itirazların geçerlik kazanması gerekmektedir.

Big Bang bir dogma değildir.

Ve bilimin yaratılışı araştırırken Big Bang dışındaki olasılıklara önem vermediği görüşü de doğru değildir.

Bilim her olasılığı yakından ve ilgi ile araştırmaktadır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yazar makalede pek çok konuyu fizikle falan alakası olmayan alelade vatandaş anlasın diye aşırı basit bir şekilde yazmış. Bu yüzden bazı dedikleri ilk bakışta tuhaf, hatta mevcut fizikle uyuşmayacak düzeyde yanlış, absürd, vs gibi görünebilir. Fakat ben çok takip edilen ve ünlü bir sayfa olan whatreallyhappened.com'un yanlış bilgiler içeren bir makaleye yer vereceğini zannetmiyorum. Yazar konuyu yeterince incelemiş olmalıdır. Mesele belki de adamın yaptığı incelemeleri aşırı basitleştirerek aktarma çabasıyla ilgilidir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ben özellikle fizikçi arkadaşların, mesela Dehri'nin falan bu makalede dile getirilenler hakkında ne düşündüğünü merak ediyorum.

Onlar adamın hangi konuyu anlatırken tam olarak neyi kastediyor olabileceğini belki bize göre daha net tespit edebilirler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Mantık bu konu fizik-metafizik sınırında.

Fizikçilerin ayrıca bildiği ve literatürde olmayan bilginin olması mümkün değil.

Dehri konuyu çok daha bilimsel olarak açıklayabilir ama, daha ileri gidemez.

Bilginin bir sınırı var. O sınıra herkes yaklaşabilir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bigbang teorisinin gözlemlerle ciddi sorun yaratan bazı öngörüleri var ve bunlar tartısılmakta. Bu sorunların çogu zaten yukardaki yazıda belirtilmiş. Ama yukarda ortaya konan bazı sorunların çözümleri mümkün kabul ediliyor. Bununla beraber alternatif modeller üzerindede çalışmalar sürüyor.

Bigbang teorisi belki önce dinsel bir çağrışım yapabilir ama bigbang teorisinin bir yaratılış anlamına geldiğine dair ne bir gözlem, ne bir yasa, ne de başka birşey vardır. Fizik camiasında dinsel bir duyarlılıkla bigbang teorisinin gündemde tutulduğunu düşünmüyorum. Bu fazlaca "komplo teorisi" geliyor bana.

En nihayetinde, tanrı'nın evreni yaratmak için bigbang'e falan ihtiyacı olmamalı. Tanrı istedikten sonra evreni herhangi bir halde yaratabilir. Evreni bir evrimden geçirmek zorunda değildir. Yani bigbang var diye tanrı vardır demek abestir. Hele dinlerin tanrısını doğruladıgını sanmak abes kere abestir

Şimdilik kısaca bunları diyeyim biraz meşgulümde.

Bu arada benim çalışma alanım kozmoloji değil. "Sürekli ve ayrık parametreli kuantum dolanıklığı" - "discrete and continious variable quantum entanglement" çalışıyorum. Kozmolojiye ilgim bu anlamda biraz daha amatör kalıyor. Ordaki bilimsel literatürü çok fazla yakından takip edemiyorum.

tarihinde Dehri tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Dehri güzel açıklamış. Teşekkürle.

Big Bang'i destekleyen iki önemli gözlem var..

Red shift ve microwave background radiation.

Tabii başka gözlemler de var ama bu ikisini başka kuramlarla açıklamak çok zor.

Ama teşebbüsler var..

Başka itirazlar da var. Steady state (static universe) modelinin gözlemlere daha uygun olduğu iddiaları var..

http://www.metaresearch.org/cosmology/bb-top-30.asp

Bu arada Dehri'ye sorayım..

Pilot wave teorisi destek görüyor mu?

Sen madem dolaşıklıkla uğraşıyorsun. Valentina yı izliyor musun?

Link to post
Sitelerde Paylaş

David Bohm'un mezhebi yada tarikatı vardır diyebiliriz ve onlar Bohmian Mechanics yaparlar. :)

Onlar dışında pek fazla kabul gören bir yaklaşım değil pilot dalga kavramı.

Danışman hocama göre "hayatlarını boşa harcıyorlar" :)

Maria Valentina Carlucci'yi kastediyorsan adını duydum ama özel olarak çalışmalarını takip etmişliğim yoktur.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Adı ister ''Big Bang'' ister ''Bugs Bunny'' olsun eğer ''Doğru'' ve ya ''Yalnış'' ile tarışışılıyorsa,

Hacı'nın dediği gibi ''kesinlikle'' bilimseldir. Eğer ''hakikati'' belirtmiş olsaydı o zaman belki sahte derdik.

Çünküsahtekarlar artık hakikate önem veriyorlar.

İslamiyet bu yüzden hep Batı'dan almıştır bu türden konuşmaları.

Çünkü Anglo-Amerikan pragmatizm'i bu kadar hırpalanmasına rağmen İslamiyet ve ''Big Bang'' hala ayaktadır.

Onu sık sık orjinalinden alarak tekrar tekrar okumak lazım.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Big Bang'in olmadığının birbaşka kanıtı daha

Big Bang'in 14 milyar yıl önce olduğu düşünülmektedir. Evrende gözlenen en uzak cisim 13 milyar ışık yılı uzaklıktadır ve evren sadece 750 milyon yaşındayken ortaya çıktığı düşünülmektedir. Çünkü Big Bang'den ortaya çıkan maddenin yıldız oluşturması en az o kadar süre gerektirmektedir.

Fakat bir problem vardır. 13 milyar ışık yılı ötedeki cisimleri biz bugünkü halleriyle ve bugünkü yerlerinde değil, 13 milyar yıl önceki halleriyle ve bizim bulunduğumuz noktadan 13 milyar ötedeki şekliyle görüyoruz.

Dolayısıyla, bu galaksinin Big Bang'den 750 milyon yıl sonra, dünyadan 13 milyar ışık yılı uzakta yer alabilmesi için, 750 yıl içinde 13 milyar ışık yıllık mesafe katetmiş olması gerekmektedir. Bu ise sözkonusu galaksinin ışık hızının 17 katından daha hızlı hareket etmiş olmasını gerektirmektedir, ki Big Bang savunucularına göre gerçekten de evren ilk 3 saniyeden sonra bir süre bu hızda genişlemiştir.

Yani aynen epicycle teorisinde olduğu gibi, teori ile uyuşmayan veriler ortaya çıktıkça, bu veriler zorla teoriye sığdırılmaya çalışılmaktadır.

Burada iki temel soru(n) var:

1- Maddenin ya da enerjinin ışık hızını aşabildiğinin kanıtı nedir? Big Bang'in ilk anlarında evrenin ışık hızından onlarca, hatta belki de yüzlerce kat büyük bir hızla genişlemesi olanaklı mıdır? Einstein'a göre ışık hızı aşılamaz. Einstein'dan bu yana fizikte ne gibi ilerlemeler yapılmıştır ve ışık hızının aşılabildiği herhangi bir deneyde doğrulanmışmıdır?

2- Yazının yukarıda alıntıladığım kısmı Big Bang için ciddi bir sıkıntı oluşturuyor. Bu durumun nasıl bir açıklaması olabilir? 750 milyon yıl yaşındaki bir gök cismi nasıl olur da 13 milyar ışık yılı uzaklıkta bulunabilir?

Big Bang, yaradılışa zemin olması açısından bilim çevreleri tarafından özellikle beslenen ya da açmazları görmezden gelinen bir kuram olabilir mi?

Big Bang'den ne kadar eminiz?

Tekillik gösterilebilmiş midir?

Bunu doğrulayacak herhangi bir deney var mıdır? (ben hiç ihtimal veremiyorum!)

Yoksa Big Bang'i tümüyle kimi matematiksel denklemlerin zorunlu sonucu olarak mı kabul etmek zorunda kalıyoruz?

Bu kuramda olası modifikasyonlar neler olabilir ve bunlar teoriyi ne ölçüde sağıltabilir?

Big Bang modern bir masal olmasın sakın!

Link to post
Sitelerde Paylaş

David Bohm'un mezhebi yada tarikatı vardır diyebiliriz ve onlar Bohmian Mechanics yaparlar. :)

Onlar dışında pek fazla kabul gören bir yaklaşım değil pilot dalga kavramı.

Danışman hocama göre "hayatlarını boşa harcıyorlar" :)

Maria Valentina Carlucci'yi kastediyorsan adını duydum ama özel olarak çalışmalarını takip etmişliğim yoktur.

Anthony Valentini. Pilot dalga kuramı ile uğraşan fizikçi...

Pilot dalga kuramına aşağıdaki başlıkta değinmiştim.

http://forum.ateizm2.org/index.php?showtopic=24124

Bence bu konu çok ciddi..

Sicim kuramı ile uğraşanlar asıl zamanlarını kaybediyorlar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

İnsan aklı model oluşturmadan anlayamaz.

Big Bang bir modeldir.

MODELLEME

İnsan bir konu üzerinde çalışırken zihninde bir takım modeller oluşturur. İnsan somut olguları modelsiz anlayamaz.

Kuantum fiziğinin ilgi alanı olan atomaltı evrenini ve orada vuku bulan olağan üstü tepkileşmeleri insan aklının imgelemesi mümkün değildir.

Çünkü onlar insan sağ duyusu ile bağdaşmazlar.

Fizikçiler yapılan gözlemleri açıklamak için bazı modeller oluşturmaya çalışırlar ama, evren ve kuantum fiziği konusunda şimdiye dek pek başarılı oldukları söylenemez.

Bu modeller çoğu kere matematiksel denklemler ve kuantum evreninde nelerin vuku bulduğunu simgeleyen imgeler şeklinde belirtilirler.

O modellerden bazıları spesifik bir quantum fenomeni açıklamada gerçeğe çok sadık olabilirler.

Ve onu doğru ve anlaşılır bir şekilde yansıtabilirler.

Ama aynı fenomenin başka bir yönü için tümüyle yetersizdirler.

Ayrıca diğer fenomenlerin çoğu imgelenemeyecek kadar müphem soyut kavramlar şeklinde tecelli edebilirler.

Modellerle ilgili bilinmesi gerekli tek gerçek onların bazı gerçekleri yansıtmaları ama tüm gerçeklerden çok uzak olmalarıdır.

Evrenin ortaya çıkışı quantum bir fenomendir. Bu nedenden Big Bang'i tartışırken quantum fiziğinden bahsedip duruyorum.

Bir quantum fenomeni açıklamada son derece başarılı birden fazla model olabilir.

İlginç olarak bu modeller birbirlerinin tam zıttı bile olabilirler.

Örneğin ışık modelini ele alalım.

Işık hem dalga hem de zerre olarak imgelenebilir. Bazı koşullarda dalga özelliği diğer durumlarda ise zerre özelliği manifest hala gelmektedir.

Atom modeli de böyle bir şeydir. Yapılan modellerin hiç birisi gerçeği yansıtmaz.

Bazı atom modelleri atomun gözlemlenen niteliklerinden birini çok güzel açıklayabilir.

Ama diğerlerini açıklamada yetersizdir. Her model yalnız kendi spesifik konusunda yeterlidir.

Muhtemelen insan aklının quantum aleminde vuku bulan süreçleri anlasa bile, imgelemesine olanak yoktur. Big Bang onlardan biridir.

Big Bang deyince insan hayalinde ne canlandırmaktadır? Muhtemelen hemen herkesin zihninde farklı bir Big Bang modeli canlanmaktadır.

Modellemelerle atomaltı evrende vuku bulan ekzotik süreçlerden yalnız birinin bir yönü açıklanabilir.

Atomaltı süreçleri incelerken, onların insan rasyonalite ve mantığı ile bağdaşıp bağdaşmadıklarına önem vermemeli, onları gözlemlendikleri şekilde kabul etmeliyiz.

Birçoğunun günlük insansal deneyimlerle bağdaşmadıklarını biliyoruz.

Bu durum onların doğru olmadığının kanıtı değildir.

Atom modeli üzerinde bir ömür tüketen Niels Bohr’un fiziğe bıraktığı en önemli miras, ne kadar inanılmaz ve insan sağduyusu ve rasyonalitesi ile ne kadar bağdaşmaz olurlarsa olsunlar, yapılan gözlemleri olduğu gibi kabul etmektir.

Bohr elektronların atom çekirdeği etrafında kendilerine ayrılmış özel yörüngelerde dönmeleri gerektiğini bulmuş ve bu konu üzerinde daha fazla yorum yapmaktan çekinmiştir.

Kuantum fiziğinde yapılan gözlemleri günlük deneyimlerle karşılaştırarak değerlendirmek yanlış olacaktır.

Çoğu kere onları kabul etmekten başka çare yoktur. Nitekim Planck da kuantum modelini geliştirirken böyle bir kabule zorlanmıştır.

İlginç olarak buna rağmen Planck, geride kalan profesyonel yaşamını bu modelin yanlışlığını kanıtlamaya harcamıştır.

Einstein da kuantum fiziğini, Tanrı’nın zar atmadığı gerekçesi ile, ölümüne kadar reddetmiştir.

Bu gelişmeler açıkca göstermektedir ki, bilime imzalarını atmış büyük üstadların bile önyargıları, kişisel duyarlıkları ve idiosenkronizileri vardır.

Bohr’un geliştirdiği atom modeli aslında tümüyle anlamsız olmasına rağmen iyi bir modeldi.

Çünkü zamanında yapılan gözlemler ve deneylerle bağdaşmakta idi.

Bu modele dayanarak bazı tahminlerde bulunmak mümkün olmuştu. Ama günümüzde bu atom modeli artık yeterli değildir.

Big Bang'i de bu bağlamda değerlendirirsek, doğru düşünmüş oluruz.

Big Bang bir modellemeden başka birşey değildir.

Ve insan imajinasyonunda bir imge olarak beliren bu model Big Bang'le ilgili bütün özellikleri içermez.

Modeller ilgili olduklar konu hakkında yalnız sınırlı bilgi verirler.

Yeni bir yaratılış modeli ortaya atılıncaya kadar Big Bang modeli fiziğe hakim olmaya devam edecektir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yalnız bir karışıklık var neo-fizik'te...

Bilim adamları modelleme oluştururken Hakikate bağlı kalırlar. Bu da teorinin kurallarının da pratiğe bağlı kalmasını sağlar.

Ama Neo-Fizik aleminde doktorlar kendi sordukları sorulardan hareket ediyorlar ama bunun nasıl bir gerçekliğe ilişkin olduğu bilmecesi hep anlamını korur.

Mesela ''big bang'' teorisi öngörü-analiz şemasından gelen bir mantığı kullanır. Yani hakikati (sebep-sonuç ilişkisi gibi) dışarıdan anlatmaz bize. Nasıl geçerlilik kazanacağı hep bir problemin tanım ve teşhisinin ortaya atılması ile bilinebilir oluyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yalnız bir karışıklık var neo-fizik'te...

Bilim adamları modelleme oluştururken Hakikate bağlı kalırlar. Bu da teorinin kurallarının da pratiğe bağlı kalmasını sağlar.

Ama Neo-Fizik aleminde doktorlar kendi sordukları sorulardan hareket ediyorlar ama bunun nasıl bir gerçekliğe ilişkin olduğu bilmecesi hep anlamını korur.

Mesela ''big bang'' teorisi öngörü-analiz şemasından gelen bir mantığı kullanır. Yani hakikati (sebep-sonuç ilişkisi gibi) dışarıdan anlatmaz bize. Nasıl geçerlilik kazanacağı hep bir problemin tanım ve teşhisinin ortaya atılması ile bilinebilir oluyor.

Ne demek istediğinizi anlamadım.

Modelleme kafadan uydurulmaz.

Bazı gözlemleri açıklar.

Yani en azından bazı konularda gerçeğe sadık kalır.

Big Bang modelinin de yaptığı odur zaten.

Ama yalnız Big Bang ile bütün gözlemleri ve ufuk sorunu gibi sorunları açıklayamazsınız.

O yüzden genişleme kuramı Big Bang kuramı ile birleştirilmiştir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Parçanın Bütünü vermesi ya da doğruya yaklaşımın sayısız biçimler olduğu konusunda elbette haklısınız.

Çünkü bu teoriler sadece ilgili bulunukları branşları konu edinmez. (mesela sadece fizik ya da sadece kimya v.b. işlevi görmezler)

Her bütünün parçalardan oluuşması neyin gelebileceğini bilmenin hiçbir yolu olmaması ile aynı şeylerdir. Hatta, şim­diki anlık tartışmanın etkilerini ele alacak bütün bilme çabalarını önler. Ortaya karışık birşey çıkarır.

Buraya kadar doğru söylüyorsunuz. Bunun adı Modellemedir.

Ama her düşünce adamı kendi görüşlerini ve izlenimlerini bunun içine katarlar. Bunu yaparlarken bir de açıklamalarının geçerli sonuçlar vereceğini kesin olarak bilmelidirler. Ama eğer kendisi süresizlik anlamı olan bir kuramcılık anlayışı ortaya çıkmış ise işte bunun hakikat ile madde hareketleri ile ilişkisi yoktur. (çünkü bu sadece düşünce adamının kendi söylemini alır beraberinde pratiğin hareketlerini de mutlak olarak bilemez)

Einstein İzafiyet Kuramını bir örnekle açıklar; ''Bir taşı fırlattığınızda o taş hedefe ulaşmadan önce hesap yapabilirsiniz bu sizin bireysel zekanızdır. Ama o taşın hedefi bulacağı anlamına gelmez bu '' der.

Eski fizikte mesela Galileo'da durum madde hareketlerini incelemktir. Bu tüm öngörülerin tek bir gerçeği vereceği anlamını taşırdı.

Veya size şöyle anlatayım;

Bize verilen kuramlar yaşadığınız zamanın ekonomik, politik, diplomatik ve ya siyasi tim etkenlerini içinde barındırırlar.

Örneğin Kapitalizm ''süresizlik'' (Fransız sosyolog Foucault) deniliyorsa bu konuda sadece sosyoloji de değil tüm modern bilimlerde bunun üzerinde çalışma yaparlar.

YAlnız günümüz kuramcılığında hareket(eylem) birliği gibi bir zorunlu bağ yoksa ona bilimsel denilmez. Çünkü ''kesinlik'' (görünüş) ile ''Hakikat'' arasındaki ayrım belirgindir. Ama bilimde Model(kesinlik) anlatılırken Hakikat'e bağlı kalınır. Bu Neo-Fizik'te bulunmaz.

tarihinde ozger tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...