Jump to content

eşitlik mümkün mü...


Recommended Posts

eliaçık ın üzerinde ısrarla durduğu bir şey var...

mülk allahındır...

yani mülkiyet hakkı onundur...

bir kişi sadece asli ihtiyaçları kadar mülk edinebilir...

yani ev binek ve işi için gereken malzemeler ve yaşamasına yetecek eşyalar...

bunun dışındaki mülk edinimi haramdır diyor...

herkes bu asgari mülk hakkına sahiptir ve eşittir...

kimsenin diğerlerinden zengin olma hakkı yoktur...

ya hep beraber zengin olunur...

yada hep bereber fakir...

bir arı kovanındaki arılar gibi yahut karınca yuvasındaki karıncalar gibi...

arı kovanındaki arılardan biri daha zengin değildr...

kovandaki bal hepsine aittir...

hepsi aynı derecede zengin yahut fakirdir...

insanlarda böyle olmalıdır...

yani bu benim anladığım şekli...

sizce bu doğru mudur yahut mümkün müdür...

Link to post
Sitelerde Paylaş

17/30 Gerçekten senin Rabbin, kullarından dilediğinin rızkını genişletir ve dilediğini kısar. Şüphesiz ki Allah, kullarının durumlarından haberdardır, her şeyi görendir.

Buradan görülüyorki eşitlik mümkün değil. Çünkü kısıp arttıran bizzat Allah..

bir kişi sadece asli ihtiyaçları kadar mülk edinebilir...

yani ev binek ve işi için gereken malzemeler ve yaşamasına yetecek eşyalar...

bunun dışındaki mülk edinimi haramdır diyor...

Eğer iş böyleyse kuranın peygamber olarak gördüğü Süleyman ve diğer birçok peygamber,sahabe vs. de büyük birer haramzade demektir..

Link to post
Sitelerde Paylaş

aslında bir komunist arkadaştan eşitlik hakkında fikirler duymak isterdim...

bir arı yahut karınca kolonisi iyi bir komunist uygulama örneği olarak görülebilir mi...

yani eğer doğal olan doğru olan adil olan ise doğal uygulayıcıların neler yaptıklarını iyi anlamak lazım...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Asli ihtiyacların neler olduklarını ve onların niteliklerini kim belirleyecek peki? Buna kime ve neye göre karar verilecek?

Ev örneğin.. Benim ihtiyacım olan evin nasıl olduğunu kim belirleyebilir benden başka?

Bu başlığı taşıyalım.

>>>>>ATEİSTCAFE

Link to post
Sitelerde Paylaş

Eşitlik mümkün mü?

Tek kelimeyle hayır.

Ayaklar baş olamaz.

Güçlü ve akıllı olan daha çok almalıdır ve almaktadır.

Adil olan da budur.

Eşitlik istemek saçmadır.Güce ve akla saygısızlıktır.Doğaya aykırıdır.Acizlik göstergesidir.

Aslolan daha güçlü olmanın yollarını aramak ve bulmaktır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

aslında paylaşım doğru kelime değil belki...

yararlanım olabilir...

tüm kaynakların tüm insanlığın yararlanımında olması...

tanrı tüm insanlığa yetecek kadar yiyecek içecek giyecek vermişse insanlığın bir kısmının en az bir milyarının açlıkla boğuşması ve her gün on binlerce insanın açlık ve onun sebeb olduğu etkeilerle ölmesi tüm insanlığın suçudur...

bu suçtan kurtulmanın yolunu beraberce bulmalıyız...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bir arı kovanı veya karınca yuvasına benzer eşitlik, yalnız zorunlu ihtiyaç maddelerinin karşılanmasına yönelik olabilir. İnsanlar zorunlu ihtiyaç maddelerinin çok üstünde ürün tüketirler. Beslenme ihtiyacı tamamen eşit ve kimsenin itirazı olmayacak şekilde halledilebilir. Yine giyim kuşam, seyahat ihtiyaçları da benzer eşitlik çerçevesinde halledilebilir. Ancak. barınma ihtiyaçı ev araç gereçleri, eğlence, özel taşıt, ve insan yaşam standanndını yükselten bilim ve teknolojik ürünler vs çok geniş bir yelpaze oluşturduğu için bunların üretim safhasında tüm toplum bireylerine yetecek kadar üretilmesi zordur. Üretilme olanağı yaratılsa bile başlangıçta sınırlı üretileceği için sınırlı tüketim zorunlu olacaktır. Örneğin herkese 100 odalı malikhane verilemez. Herkese özel yat, uçak, üretilip verilemez. Bilim ve teknolojinin bu son ürünleri ancak kimsenin itiraz edemeyeceği bir paylaşma kuralına göre yapılırsa mümkün olur. Örneğin, öğrencilere, yaşlılara, hasta ve bakıma muhtaç olanlara, işinde gücünde başarılı olanlara, tahsis edilebilir veya kura ile sıra ile kullanıma açılabilir.

Eşitlik güzel bir şey, Arı kovanının bireyleri, karınca kolonisinin bireyleri üretimde eşitlik sağladığı için paylaşımda da eşitlik te bir sorun çıkmamaktadır. Eğer bireyler tembellik yaparak üretime katılmazlarsa elbette tüketimde sorunlar ortaya çıkar. Kaldı ki bunların ürettikleri çoğu kez başka canlılar tarafından, Karınca yiyenler, ayılar, insanlar, maymunlar vs tarafından yağmalanmaktadır.

Arı ve karıncalarda davranışlar içgüdüseldir. ihtiyaçları 2-3 kalemdir. Tümü, bu 2-3 kalem ihtiyacı karşılamak için çalışır. İnsanoğlunun ihtiyaçları her geçen gün çoğalmakta ve çeşitlenmektedir. İnsanoğlu aha bu da bana yeter dememektedir. Bu kötü bir şey de değildir. Gelişme ve ilerlemeyi sağlayan bir şeydir. Bütün sorun bireylerin ürettikleri ile orantılı bir tüketim hak etmeleridir. Hak ediş emeğe göre olmalıdır. Emeği ve ürettikleri ile orantılı olmayan bir tüketim sorun yaratmaktadır. Bu otomatikman başkalarının emeğinin ürünlerine el koyma demektir. Bir tür sömürüdür.

İnsan emeğinin değerlendirilmesi, en can alıcı soru ve sorundur. Üretim faaliyetinde bulunan bir insanın birim zamanda sarfettiği emeğe bir ücret biçilebilmeli ve tüm çalışanlara bu ücret üzerinden gelir bağlanmalıdır. Yine bu geliri hak edebilmek için çalışabilecek durumda olan tüm insanlara iş verilebilmelidir. Böylece çalışanların geçimi sorun olmaktan çıkar. Ancak çalışabilecek durumda olmayan da vardır. Çocuklar, öğrenciler, yaşlılar, hastalar, özürlüler vb. Bunlar için de zorunlu ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir gelir bağlanması gerekir. Bunun için de sosyal güvenlik sistemleri kurmak zorunludur. Tüm çalışanlardan hem kendileri için hem de toplumun çalışamayacak durumunda olan insanları için prim kesilir ve ihtiyaç sahiplerine aylık olarak dağıtılır.

Görüldüğü gibi mutlak eşitlik yoktur. Ancak haketmediği şekilde ortaya çıkan, sömürüye dayalı eşitsizlikler önlenebilirse bu insan için yeterlidir. Hak etmediği şekilde eşitsizliklerin nedeni üretim araçlarının özel mülkiyetidir. Üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti sağlanabilir ve bunların hiçbir şekilde özel ellerde toplanması önlenebilirse, büyük çaplı sömürüler son bulur. Herkese yeteneğine, üretime katkısına, performansına dayalı bir ücret verilir ve insan gelişmesinin önünü kesmeyen bir düzen kurulabilir.

Özetle, mülk allahındır yaklaşımı hiçbir sorunu çözmez. Çünkü biz biliyoruz ki allah yoktur.

O halde, allah adına topluma çekidüzen vermeye çalışacak din adamları peydahlanacaktır. Neyin allahın mülkü, neyin kişilerin mülkü olduğu konusunda anlaşma sağlanamayacaktır. Din adamlarının kapitalist düzeni çözmüş, doğru değerlendirmiş bir durumu yoktur. Din adamları kapitalist düzenin temel sınıflarını görüp buna göre bir değerlendirme yapmış durumda değillerdir. Yukarıda bahsedildiği gibi dinlerin, eşitlik gibi bir ilkesi de yoktur. Allah istediğini kalkındırır, istediğinin rıskını kesebilir. İstediğine yürü ya kulum der. İstediğini sürüm sürüm süründürür. Bir kapitalist de bir işçi de allah karşısında eşittir. Allah kulunun malına mülküne değil, kendine inanmasına ve iman etmesine bakar. Bu nedenle dinler, eşitlik için uygun araçlar değildir. Dinlerle eşitlik sağlanabilseydi, en yenisi 1500 yıllık din ile binlerce yılda eşitlik sağlanırdı. Din ile eşitlik sağlamaya kalkmak havanda su dövmeye benzer.

Bu işin yolu yordamı, bilimsel yönü bilinmektedir. Bu yol ve yön sosyalizm den geçer.

Sosyalizmi öğreniniz.

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

sosyalist sistem de biri aynı zamanda çok çalışıp zengin olabilir mi...

bunun bir sınırı var mı...

herkesin kabul edilen kaynaklar nelerdir...

Çok çalışıp zengin olmaktan kastedilen nedir?

Bir insan ayda bin liralık değer üretiyor. Bir başkası tembellik ediyor ve 10 liralık üretiyor. On sene sonra bu ikisi arasındaki gelir farkı birinin zengin diğerinin fakir olduğu bir duruma gelebilir. Buradaki zenginlik kimseyi sömürmeden kendi emeğinin hakkı olan zenginliktir. Fakirlik ise tembelliğin sonucudur.

Herkesin kabul edilen kaynaklar nelerdir? sorusundan bir şey anlamadım.

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

1* İnsanlar zorunlu ihtiyaç maddelerinin çok üstünde ürün tüketirler. Beslenme ihtiyacı tamamen eşit ve kimsenin itirazı olmayacak şekilde halledilebilir.

2* Ancak. barınma ihtiyaçı ev araç gereçleri, eğlence, özel taşıt, ve insan yaşam standanndını yükselten bilim ve teknolojik ürünler vs çok geniş bir yelpaze oluşturduğu için bunların üretim safhasında tüm toplum bireylerine yetecek kadar üretilmesi zordur.

3* Üretilme olanağı yaratılsa bile başlangıçta sınırlı üretileceği için sınırlı tüketim zorunlu olacaktır. Örneğin herkese 100 odalı malikhane verilemez. Herkese özel yat, uçak, üretilip verilemez. Bilim ve teknolojinin bu son ürünleri ancak kimsenin itiraz edemeyeceği bir paylaşma kuralına göre yapılırsa mümkün olur. Örneğin, öğrencilere, yaşlılara, hasta ve bakıma muhtaç olanlara, işinde gücünde başarılı olanlara, tahsis edilebilir veya kura ile sıra ile kullanıma açılabilir.

4* Eşitlik... Bu otomatikman başkalarının emeğinin ürünlerine el koyma demektir. Bir tür sömürüdür.

Sosyalizmi öğreniniz.

1* İnsanlar bilmsel olarak aşırılıklarla yaşarlar. Bu kitle psikolojisi ve ya baskı ile yapılmaz doktorlar insanlık için çalışırlar mesela. Bu Marks'ın Bilimsel Sosyalizm dediği olgudur. Gözler yalan söylemez.

2* Elbette bolluktan sonrası hemen bir kıtlık olur. Bu yüzden herkese ihtiyacının fazlası verilmez. Bu planlı bir şekilde ölkçülü bir gelir dağılımının bir sonucudur. Aşırılıklar bizi konut sorunundan ya da iktidarın bir mülkiyet olduğu gerçeğinden başka bir alana saptırmaz. Bilimsel Sosyalizm ve doktorlar bunları çok net göstermişlerdir. Sınıf Bilinci dediği Marks'ın budur.

3* Teknolojinin (elbette sermayenin değil) kimsenin itiraz edemeyeceği cazip kampanyalarla özellikle genç nesile armağan edilmesi yine bir baskı veya bilgisizliğin getirdiği bir durum değildir. Eşitlik Marks'ın Kapitali'nin sağlık doktrinleri kısımlarında hep örnekleri ile vadır.

4* Dr. Ekinci'nin dediği gibi toparlamak gerekir; ''Eşitlik... Bu otomatikman başkalarının emeğinin ürünlerine el koyma demektir. Bir tür sömürüdür.''

Özetle; Bilimsel Sosyalizmi Marks'ı tekrar tekrar orjinalinden hareketle okuyup öğreniniz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Çok çalışıp zengin olmaktan kastedilen nedir?

Bir insan ayda bin liralık değer üretiyor. Bir başkası tembellik ediyor ve 10 liralık üretiyor. On sene sonra bu ikisi arasındaki gelir farkı birinin zengin diğerinin fakir olduğu bir duruma gelebilir. Buradaki zenginlik kimseyi sömürmeden kendi emeğinin hakkı olan zenginliktir. Fakirlik ise tembelliğin sonucudur.

Herkesin kabul edilen kaynaklar nelerdir? sorusundan bir şey anlamadım.

Sevgiler.

Hewal birde insanların tüketim alışkanlıkları vardır.Bin liralık üretimde bulunan ve bin liralık karşılığını alan fakat tüketim alışkanlıkları farklı olan iki kişi arasında da bir süre sonra farklılıklar oluşur.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hewal birde insanların tüketim alışkanlıkları vardır.Bin liralık üretimde bulunan ve bin liralık karşılığını alan fakat tüketim alışkanlıkları farklı olan iki kişi arasında da bir süre sonra farklılıklar oluşur.

Doğru.

Bin liralık üreten, bin liranın tümünü tüketirse birikimi olmaz. 10 liralık üreten 5 lira tüketirse bir süre sonra bin liralık üretenden daha fazla birikimi olur.

Ancak 10 lira üretip 5 lira tüketenin yaşam kalitesinin ottan farkı yoktur.

Mesele birikim değil, yaşam kalitesini sürdürmek ve ileriye taşımaktır.

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Doğru.

Bin liralık üreten, bin liranın tümünü tüketirse birikimi olmaz. 10 liralık üreten 5 lira tüketirse bir süre sonra bin liralık üretenden daha fazla birikimi olur.

Ancak 10 lira üretip 5 lira tüketenin yaşam kalitesinin ottan farkı yoktur.

Mesele birikim değil, yaşam kalitesini sürdürmek ve ileriye taşımaktır.

Sevgiler.

Evet.

Fakat 10 liralık üretim yapıp 5 liralık tüketimde bulunan bir süre sonra 1000 liralık üretimde bulunup 1000 liralık tüketimde bulunana karşı mülkiyet mücadelesine kalkışır.Birikim yapan bir süre sonra bunu tasarruf etmek isteyecektir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

herkesin olması gereken kaynaklar nelerdir...

hava su toprak petrol madenler ormanlar denizler...

hava konusunda şimdilik pek sorun yok gibi...

herkes istediği gibi yararlanıyor...

kimseye senin az beim çok sen az tükettin ben çok tükettim diyen yok...

ama havalar iyice kirlendiğinde temiz havayı da tüple satarlar mı bilemem...

su eskiden beri tartışma konusu olmuştur...

suyun başında hala köylüler kavga ederler...

sudan yararlanmanın düzenlenmesi kolay iş değildir...

toprak özel mülkiyete girebilir mi...

tabi ki girebilir diyen ve toprak ağası olanlara ne demeli...

ormanlar yer altı suları madenler ve petrol herkese mi aittir...

yoksa bunları güçlü olanlar mı kullanır...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili kireç.

Doğada insanların emek sarfetmeden bulunan zenginlikler vardır. Hava, su, orman, kömür, petrol, toprak, arazi vs. Bahsettiğin gibi havadaki oksijen dışında diğer bütün zenginlikleri hak etmek için emek sarfetmek gerekebilir. Artık su herkese yetmiyor. Bir yerlerden alıp tüketiciye görütmek, yeraltından kömür, petrol, maden vb çıkarmak, araziyi toprağı ekip biçmek vs hep emek gerektiriyor. Emekle üretilen ürünlerde, emekçi emeğinin hakkını almalıdır. Doğada kendiliğinden bulunan şeylerin mülkiyeti olmaz. Bunlar zaten hammadde olarak kullanılıyor ve hammaddeler mamul madde haline gelince bu dönüşüm için harcanan emek mamul maddeye değer katıyor. Bir malın değerini kestirirken üzerinde ne kadar kafa ve kol emeği var ona bakılır.

Yani, genel olarak toprağın, yeraltı zenginliklerinin, suyun, denizlerin, kıyıların, ormanların vs şeylerin özel mülkiyetini yasaklamak sorunu çözmüyor. Bunlardan herkesin eşit yararlanmasını, bunlar yararlı hale getirilirken çalışan emekçilerin hakkını almasını sağlamak gerek. Dolayısıyla konu başlığı mülk tanrıya aittir meselesi hiçbir sorunu çözmez. Tanrıya ait de tanrı nerde, Tanrının sopası mı var mülkü herkese eşit kullandırsın. Birileri tanrı adına inisiyatif alacak tanrı adına başta kendisi kullacak.

Adam apartmanının girişine yazmış. Bu mülk tanrınındır.

Bu sorunu çözer mi? Tanrı gelip, hadi sen çok kaldın çık biraz da evsiz barksızlar kalsın mı diyor?

Din ile, allah ile, hiçbir sorun çözülmez. Din adına, allah adına bazı sosyal problemlerin çözülmesinde bile ne dinin ne de allahın rolü yoktur. İnsanlar kendi akıl, mantık ve sağduyusunu kullanarak sorunu çözmüşlerdir. Ama bunu dine veya allaha mal etmişlerdir. Artık insanoğlu sorunlarını hiçbir doğaüstü güce havale etmeden kendileri çözebilecek bilinç düzeyine erişmişlerdir. Sorunlarını allah marifeti ile çözmek isteyenlere. İşiniz allaha kalmış denir.

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

sevgili drekinci...

sinirleri alınmış asıl mesajını kaybetmiş bir dinin hiç bir soruna çözüm getirmeyeceği konusunda haklısınız...

böyle bir din hiç bir sorunu çözmediği gibi üzerinde konuşmaya uğrunda mücadele etmeye de değmez...

bu dine sahip olanlarla da uğraşmaya gerek yoktur...

halbuki peygamberin hayatı mücadele ve savaşlarla geçmiştir...

sizde pekala bilirsiniz ki savaşların altındaki neden genelde ekonomiktir...

peygamberler eğer eşitlikçi adil bir ekonomi için uğraşıyorlarsa kendi zamanlarındaki güç ve sermaye sahipleri tarafından nefretle ve düşmanlıkla karşılanması çok anlaşılır bir şeydir...

elinizdeki malları kölelerinizle paylaşınız teklifi savaş çıkarmaya yeterlidir...

güç sahiplerinin sömürülerine ses çıkartmayan bir din ile uğraşmaya gerek görmeyen bu zalimler için din sorun olmaktan uzaktır...

tanrının kulları arasındaki zulme ses çıkartmaması ise pek olası değildir...

onun elçilerinin ilk görevi onun kullarına gereken değeri yani yaşama hakkı yeme içme giyinme özgürce iş kurma hakkı gibi konularda insan olarak sahip oldukları temel hakları elde etmeleri için mücadele etmek olmalıydı...

mülk allahındır demekle özellikle kayda değer tüm kaynakları ellerinde toplamış güç ve sermaye sahipleri hedef alınmıştır...

onlar ellerindeki güç ve sermayenin ve sömürü sisteminin bozulmaması için onunla savaşmışlardır...

ona her türlü teklifi yapmışlardır...

eğer kralımız olmak istiyorsan seni kralımız yapalım kadın istiyorsan istediğin kadınlarla everelim mal istiyorsan seni en zenginimiz yapalım istersen senin tanrına da tapalım ama gel bu davadan vazgeç bizi kölelerimizle eşit duruma getirmeye kalkma...

onun da verdiği meşhur cevabı biliyorsunuz...

bir elime ayı bir elime güneşi verseniz bu davamdan vazgeçmem ...

ve hayatı boyunca atmışa yakın savaş olmuştur...

mülk allahındır demek mülk hiç kimsenindir demektir...

bu da mülk herkesin demekle aynı anlama gelir...

çünkü allah dış dünyada görünür bir nesne değildir...

siz ona yok diyorsunuz...

tabi ki sizin yorumunuz...

tanrının yokluğunu iddia etmek onun adına zulum yapmaktan çok daha hafif bir hatadır ve eminim tanrı tarafında hoş görülür...

ama tanrının kullarına haksız ve kötü muamelelerde bulunmak pek affedilebilir görünmüyor...

benim asıl bu konuyu açmamdaki amacım dinin bu sorunu çözdüğünü iddia etmek değildi...

ben eşitlikçi adil bir ekonomik sistemin nasıl olabileceğini anlamak için bu konuyu açtım...

sosyalizmi ve komunizmi dindarlar hep yanlış ve kötü olarak öğrendiler...

halbuki bu konuda da yanılmış olabiliriz...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kur’an’da bir ayet var, yazının başlığı oradan aldım.

Mevcut meallere bakılırsa, bu tür konuların çoğunda olduğu gibi “sinirleri alınmış” ayetlerden birisi ile daha karşı karşıya olduğumuz görülüyor.

“Eşitlik” kavramına duyulan antipati nedeniyle türlü teviller yapılarak anlaşılmaz hale sokulmuş.

Bakın ne diyor ayet: “Yeryüzünde sabit dağlar varetti. Orasını bereketlendirdi. Orada dört mevsim güç/kuvvet kaynaklarını (egvâtuhâ), isteyenler/ihtiyaç sahipleri eşit olarak yararlansın diye (sevâen li’s-sâilîn) takdir etti.” (Fussilet; 41/10).

Ayette geçen “isteyenler için eşitçe” (sevâen li’s-sâilîn) ifadesi “eşitliğin” bir Kur’an kavramı olduğunun apaçık delilidir. Sadece burada değil; başka yerlerde de özellikle “rızık” söz konusu olduğunda “eşitlik” kavramının dikkat çekici bir şekilde vurgulandığını görüyoruz. (bk. Nahl; 71).

Ayette geçen “dört günde” (fî erbeati eyyâm) dört mevsim içinde yani bütün bir yıl boyunca, “güçler/kuvvetler” (egvât) da insana güç veren, kuvvet toplamasını sağlayan gıdalar/rızık ve rızık kaynakları manasındadır. Kur’an, bunlara yeryüzündeki güç/kuvvet kaynakları (egvâtuhâ) diyor. “Egvât” Türkçe’de de kullanılan “guvve” nin çoğuludur ki kuvvet diye telaffuz ederiz. En geniş anlamıyla yeryüzünde rızık biriktirici tüm servet ve güç yığıcı tüm iktidar kaynaklarını ifade eder.

İşte, Allah, yeryüzünün tüm güç ve kuvvet kaynaklarının/servet ve iktidar araçlarının isteyenler yani ona ihtiyacı olanlar arasında “eşitçe” dağıtılmasını/paylaştırılmasını “takdir” ettiğini söylüyor.

Bu şu demek: Böyle buyurdu Allah! Böyle olmasını istiyor!

Ne istiyor? Yeryüzünde güç ve kuvvet kaynaklarında eşitlik!

Yarattığı rızık ve rızık kaynaklarının zenginler arasında dönüp dolanan bir tahakküm aracı (devlet) olmasını istemiyor! (Haşr; 7).

Her türden sosyal, politik, iktisadi güç ve kuvvet kaynaklarının “eşitçe” dağıtılmasını, bir yerde merkezîleştirilmemesini (temerküz), ortaklaşacı üretim ve paylaşım düzeni içinde bunlardan tüm insanların faydalanmasını istiyor! (Fussilet; 10).

Demek ki neyi “takdir” ediyor? Zengin ile yoksul arasındaki uçurumun sürüp gitmesini, bunun bir imtihan olmasını değil; uçurumun kapatılmasını, “eşit” hale gelmeyi…

Demek ki neyi “irade” ediyor? Güç ve kuvvetin ömür boyu üsttekilere, acziyet ve zaafiyetin de ömür boyu alttakilere ait olmasını değil; güç ve kuvvet kaynaklarının eşitçe dağıtılmasını, kimseye tapulanmamasını, ezmek, sömürmek ve tahakküm gibi hegomonya araçlarına dönüşmemesini, bilakis “kamucu amaçlar” için yayılarak seferber edilmesini…

Lütfen bu ayeti (Fussilet; 10) tekrar tekrar okuyun, üzerinde düşünün. Diğer eşitlik ayetleri (ör. Nahl; 71, Haşr; 7) ile karşılaştırınız…

***

Ayet doğrudan adalet, özellikle de eşitlik mesajı verdiğine göre, devam edelim…

Rağıp el-Isfehanî’nin dediği gibi adalet eşitçe paylaştırma (et-taqsît ala’s-sevâ) demektir. (el-Müfredat, ADL mad.). Bu durumda adaletin ruhu ve sevk-i sebebi (emredilme yönü) eşitlik olmuş olur.

Bu iki türlü olur: Biçimsel eşitlik ve fonksiyonel eşitlik…

Biçimsel eşitlik Aristo’nun “dağıtıcı adalet” dediği şeydir ki kişinin dil, din, ırk, bölge, kavmiyet, milliyet, mülkiyet, cinsiyet vs. ayrımı yapılmaksızın herkesin eşit görülmesidir. Eski Yunan adalet tanrıçası Themis resmindeki gibi burada adaletin gözü kapalıdır, kimin ne olduğuna bakmaz. Acilen sağlanması gereken ilk etaptaki eşitlik budur.

Fonksiyonel eşitlikte ise adaletin gözü açıktır. Kimin ne olduğuna bakar. Örneğin yemek dağıtılırken herkesin yemek hakkı olduğunu söylemek biçimsel eşitliktir. Kimseye dili, dini, ırkı, bölgesi, mülkiyeti, cinsiyeti veya yaşı sebebiyle ayrımcılık yapılamaz. Fakat çocuklara ayrı, hastalara ayrı yemek vermek fonksiyonel eşitliktir. Burada adaletin göze açıktır ve kimin ne olduğuna bakar ve fonksiyonuna göre dağıtır. Aristo buna da “denkleştirici adalet” der.

Ali Şeriati de, bu ayrımın Kur’an’da adalet (denkleştirme) ve kıst (hakkı olanı verme) kavramları ile yapıldığını söyler. Adaletin mahkeme, yargı, hukuk, adliye teşkilatı gibi üst yapıda, Kıst’ın ise mülkiyet ilişkileri gibi alt yapıda olacağını ifade eder.

***

Demek ki “İslam’da eşitlik yok; adalet var” sözü, “İslam’da devrim yok; diriliş var” sözü gibi içi boş manasız bir demogojidir.

“Eşitlik” ve “devrim” bal gibi Kur’an kavramlarıdır. (bkz. “Devrimci İslam”, ve “ İslam ve sosyal değişim” adlı kitap çalışmalarımız; İst., 1992).

İnsanların “farklı” renk, tip, cinsiyet ve karakterde yaratılması eşit yaratılmadığı anlamına gelmez. Farklıyım diye adam eşit olamayacağını iddia ediyor. Farklılıktan eşitsizlik ve hatta üstünlük çıkarmaya kalkıyor. Eşitlik davası tam da burada lazımdır.

Demek ki adaletin amacı (biçimsel veya fonksiyonel) eşitliği sağlamadır. Bu iki türüyle eşitlik sağlandığında adalet gerçekleşmiş olur. Bunlar iç içe geçmiş, biri olmadan diğeri olmayan, biri diğerini doğuran kavramlardır. Hakkaniyet, dağıtıcı adalet, denkleştirici adalet veya mutlak eşitlik, nispi eşitlik vs. diye daha Hukuk Fakültelerinin birinci sınıflarında öğretilir.

***

Kur’an’da adalet ve eşitlik kavramları birkaç çeşittir; Adalet, Kıst, Vasat, Hakk, Vezn, Sevâ… Bunların her biri meselenin ayrı bir yönünü ifade eder ve kavramı bütün yönleri ile detaylandırır. (bkz. “Adalet Devleti; Ortak iyinin iktidarı” adlı kitap çalışmamız; İst, 2003).

Örneğin eşitlik (sevâ) başlıca üç düzeyde ele alınır:

Birinci düzey: İnsanın yaratılışı anlatılırken kullanılır: “İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? O akıtılan bir meninin içinden bir nutfe değil miydi? Sonra bu aşılanmış bir yumurta oldu, derken Allah onu eşitleyip biçimlendirdi. Ondan da iki eşi; erkek ve dişiyi varetti” (Kıyamet; 75/36-39).

“Sonra onu eşitçe yaratıp düzenledi. Ona kendi ruhundan üfledi. Ve size kulaklar, gözler, kalpler verdi. Ne kadar az şükrediyorsunuz?” (Secde; 32/9).

Görüldüğü gibi insanın yaratılışını anlatan ayetlerde “sevâ/tesviye” kavramının kullanılması çok manidardır. “Biçim verdi, düzenledi, tam yaptı” denmek istenirken hep eşitlik kökünden gelen bu kavram kullanılır. Bunun anlamı insanın yaratılış anında kadın erkek eşit bir şekilde yaratıldığı, ana rahminde böylece biçim verildiği, düzenlendiğidir. Yaratılıştaki eşitlik anlatılmak istenir.

İkinci düzey: Dünya hayatındaki bir takım farklılıklar anlatılırken kullanılır: “Kör ile gören eşit olur mu? Karanlık ile aydınlık eşit olur mu?” (Nahl; 16/16), “Hacıları su verme ve Mescid-i Haram’ı onarma ile Allah yolunda cihad eşit olur mu?” (Tevbe; 9/19), “Oturanlar ile malları ve canlarıyla cihad edenler eşit olur mu?” (Nisa; 4/95), “Kendine bile sahip olmayan zavallı bir kul ile verdiğimiz rızıklardan gizli açık infak eden eşit olur mu?” (Nahl; 16/75).

Görüldüğü gibi burada da dünya hayatında insanlar arasında fizikî, tabiî, ahlakî veya amelî bir takım farklar karşılaştırılır ve bunların sanki aralarında hiç fark yokmuş gibi olamayacağı belirtilir. Ancak farklılıklardan eşitsizlik çıkarmak, dahası bunu bir ayrıcalıklı sınıflaşmaya dönüştürerek, özellikle rızık ve rızık kaynaklarının kullanımı konusunda sınıflaşma ve eşitsizlik yaratılmaya kalkışılınca üçüncü düzeydeki eşitlik ayetleri gelir ve tekrar birinci düzeydeki yaratılıştaki eşitlik temasına dönülür.

Üçüncü düzey: Rızık ve rızık kaynaklarının kullanımı anlatırken kullanılır: “Yeryüzünde sabit dağlar varetti. Orasını bereketlendirdi. Orada dört mevsim güç/kuvvet kaynaklarını (egvâtuhâ), isteyenler/ihtiyaç sahipleri eşit olarak yararlansın diye (sevâen li’s-sâilîn) takdir etti.” (Fussilet; 41/10), “Rızıkta üstün kılınanlar (zenginler) yanlarındaki (yoksullar) ile eşit hale gelmemek için onlara vermiyorlar. Allah’ın nimetini mi inkar ediyor bunlar? (Nahl; 16/71).

Görüldüğü gibi birinci düzeyde eşitlik, ana rahmindeki yaratılış ile başlıyor. Burada bir ayırım yapılmıyor ve yaratılış anlatılırken hep eşitlik kökünden gelen kavram (sevâ/tesviye) kullanılıyor. Sonra ikinci düzeyde insanoğlu dünyaya geliyor. Dünyanın çeşitle halleri sebebiyle farklılaşmalar oluyor. Dil, din, ırk, renk, mülkiyet, cinsiyet, kavmiyet ve milliyet temelinde yaşanan bu farklılaşmaların Allah’ın bütün insanlar için yarattığı rızık ve rızık kaynaklarında (üretim araçlarının kullanımında) bir eşitsizliğe ve sınıflaşmaya yol açtığı görülünce buna “dur” deniliyor ve üçüncü düzeyde “eşitliğin takdir edildiği” açıklanarak, tekrar yaratılıştaki eşitlik düzeyine çekilinmesi çağrısı yapılıyor.

Bunun anlamı “farklı fakat eşit” yaşama çağırısıdır.

Özellikle rızık ve rızık kaynaklarının kullanımı konusundaki eşitsizliğe Kur’an’ın tahammülü olmadığını görüyoruz. Öyle ki yoksulluk boyutundaki eşitsizlik “Allah’ın nimetini inkar”, açlık boyutundaki eşitsizlik de “Allah’a ortak koşmak” olarak görülmektedir. (bkz. Nahl; 16/71,112 ve Fussilet; 41/10 ile öncesi ve sonrasındaki ayetler.)

***

Demek ki şairin “Bir mesele var ki bütün meselelerin başı” dediği şey Kur’an’da esaslı bir şekilde ele alınan adalet ve eşitlik meselesidir.

Eşitliği, “sola ait bir kavram” kompleksiyle adaletten ayıran ve “İslam’da eşitlik değil; adalet var” diyen söylem yukarıda görüldüğü gibi Kur’an verileriyle bağdaşmamaktır. 70’li yılların sağcılaştırma operasyonlarından kalma olup hiçbir geçerliliği yoktur.

Etrafınıza bakın; dil, din, mezhep, meşrep, renk, ırk, bölge, kavmiyet, meslek, milliyet, cinsiyet ve mülkiyetten kaynaklanan yığınla adaletsizlikler ve eşitsizlikler görmüyor musunuz?

Kur’an, yukarıdaki ikinci düzey kullanımda nelerin birbiriyle eşit olamayacağını söylüyor. Oturanla cihat eden, başkasına köle olanla, kendisi kazanıp gizli açık infak eden ve adaleti emredenin eşit olamayacağı gibi…

Dikkat edilirse bunların hepsi fizikî mecburiyet (kör ve sağır ile gören ve işiten vb.), doğadaki farklılıklar (aydınlık ile karanlık vb.) ve ahlakî meziyet farklılıklarıdır. Ancak bu farklılıkların hiç birisi rızık ve rızık kaynaklarının (güç ve kuvvet kaynaklarının) eşitçe paylaşılmasına ve dağıtılmasına mani değildir.

Keza bu farklılıklar üstteki-alttaki, ezen-ezilen, zengin-yoksul, yöneten-yönetilen, doğulu-batılı, zenci-beyaz, kadın-erkek, asker-sivil, Alevî-Sünnî, Türk-Kürt, Arap-Acem vs. eşitsizliklerine yol açamaz…

İşte burada Allah “eşitliği” takdir ettiğini söylüyor. Böyle olmasını murad ediyor, iradesini bu yönde açıklıyor. Kanımca ayette ifade edilen manayı başka yönlere çekip bu vurguyu ıskalamak bilmeden yapılıyorsa mazeret, bilinçsiz yapılıyorsa gaflet, bile bile yapılıyorsa hıyanettir.

Kur’an söz konusu eşitliği sağlamanın türlü yollarını göstermiştir; Zekat, sadaka, infak, karz-ı hasen, i’ta gibi verme/paylaşma emirleri hep bu “takdirin” yerine gelmesi, gerçekleşmesi içindir. Hacc, tavaf, ihram, namaz, secde, saf bağlama vs. hep bu eşitliği gösteren ve örnekleyen ritüellerden (nusuk) ibarettir.

Ana rahminde bir atımlık nutfe ve aşılanmış yumurta (alak) halinde oluşurken eşit değil miydik? Orada tek bir nefs olarak eşitçe yaratılıp biçim verilmemiş miydik? (Şems; 91/7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ).

“O ki seni yarattı, (özüne) eşitliği koydu, adaleti yerleştirdi” (İnfitâr; 82/7; Ellezî halagake, fesevvâke, feadaleke).

eliaçık...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili Kireç

eliaçıktan alıntıladığın yorumları kabaca ben yorumlayayım.

Herşeyi yapan, yaratan, veren dağıtan allah, nasıl olmuş da yaptığı, yarattığı rızıkları, zenginlikleri eşit dağıtmasını becerememiş? Ve kitabında eşitlik, eşitlik diye tutturmuş ve bu eşitliğin bile kimler tarafından gerçekleştirilebileceğini, bunun yolunu, yordamını göstermemiş.

Sen, ben, vb iyi niyetli kişiler, eşitlik olsun, kardeşlik olsun, herkes birbirini sevsin vs şeklindeki güzel temennilerle bu işlerin olmadığı aşıkar. Bu işlerin yolu yordamı yöntemi, şekli şemaili vardır. Tam da bu nedenle diyorum ki bırakın kuranı 1500 sene öncekinin şartları ile şimdiki şarlar bir olamaz. Ki o şartlardan bu gün uygulayabileceğimiz yol yöntem çıkaralım. Bugün dünyada geçerli sosyo-ekonomik sistem kapitalizmdir. Kapitalizm emek sömürüsü ile eşitsizlik yaratmaktadır. O halde önce kapitalizmin ne olup olmadığını öğrenmek gerek, sonra eşitsizlik kaynaklarını kurutacak öneriler, yıkacağın düzenin yerine nasıl bir düzen kuracağının plan ve projelerini geliştirmek gerek ve bunu hangi sosyal sınıflarla nasıl gerçekleşebileceğini bilmek gerek. Yıkacağın düzenin olumlu yönleri neler ise bu yönleri de muhafaza edip geliştirmek gerek. vs.

Özetle, sayın eliaçığa işçi kardeşliği partisinde de şimdi de karşı çıktım. Çünkü kurandan sosyalizm çıkmaz. Kurandan sosyalizm çıkarmak zorlama olur. Kuran, kendi zamanının, sosyal, ekonomik ve kültürel şartlarına göre öneriler geliştiren ve yine insanlar tarafından yazılmış bir kitaptır. Kurana tanrı sözüdür demek bile başlı başına hatadır. Çünkü tanrı yoktur. Ama kuran önümüzde duruyorsa bunu mutlaka birileri yazmıştır. Kuran, yazarlarının kendi dönemindeki fikir ve düşüncelerinin yer aldığı bir kitaptır. Bu kitapta günümüzde de geçerli şeyler aramak, keramet aramak, tanrı sözüdür vs şeklinde değerlendirmek yanlıştır ve kendinizi kandırmaktan öte bir şey değildir.

Yaw akıllı adamlarsınız biraz ayaklarınız yere bassın! Bırakın bu masal alemini.

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

sevgili drekinci...

din ve tanrı konusuna sizin baktığınız gibi bakmadığımız belli...

ve ben bu konuda anlaşmak için bu konuyu açmadım...

çözümün dinde tanrıda olduğunu falan anlatmaya çalışmıyorum...

en insancıl en ideal ekonomik sistemin özelliklerini anlamaya çalışıyorum...

insanların mülkiyet sahibi olmaması bir çözümmmmüdür...

bu sağlandığında yeni sorunlar ve adaletsizlikler mi ortaya çıkar yoksa her taraf güllük gülistanlık mı olur...

siz daha çok emeğin önemsenmesi gerektiğini ve emek üzerindeki haksızlıkların kaldırılmasıyla sorunların çözüleceğini söylüyorsunuz...

sosyalizmi öğreniniz demişsiniz...

bu topiğin açılma sebeblerinden biri de bunu basitçe anlamaya çalışmak idi...

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...