Jump to content

Neden? Sorusunun çelişkisi.


Recommended Posts

Bazıları "tanrı yaptı" cevabının evrenin "neden"lerini iyi açıkladığını düşünür.

Ben onlara bu konuda yüzde yüz katılıyorum.

Soru "neden" ise ve kontrolsüzce sorulmasına izin verildiyse "neden" sorusunun belki de en iyi cevabı tanrı'dır.

Neden bu dağ burada?

Neden yağmur yağıyor?

Neden yıldızlar parlıyor?

Neden buradayız?

Neden sorusu olan bitenin amaç doğrultusunda yapıldığını var sayar.

Aslında "neden" sorusu varsayılan olarak "Amaç doğrultusunda neden" sorusudur.

Yani doğal süreçlere uygulandığında aldatmalı bir sorudur.

"Neden" sorusu bir amaç içerir. Amaç da amacı olanı gerektirir.

Halbuki bir "şey" görüldüğünde onun hakkında dürüstçe sorulabilecek tek soru "nasıl" sorusudur.

Biz neden buradayız?

Biz nasıl buradayız?

Aradaki fark baris. Neden amaç içerir, nasıl ise açıklama ve bilgi gerektirir.

Neden din, nasıl bilim.

Neden ve nasıl karıştırılırsa ne bilim kalır, ne de din.

Toparlarsak, doğal süreçler sözkonusuyken "neden" hileli bir sorudur, amaç olduğunu varsayar.

"Nasıl" gerekli ve her zaman işe yarar bir sorudur.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bazıları "tanrı yaptı" cevabının evrenin "neden"lerini iyi açıkladığını düşünür.

Ben onlara bu konuda yüzde yüz katılıyorum.

Soru "neden" ise ve kontrolsüzce sorulmasına izin verildiyse "neden" sorusunun belki de en iyi cevabı tanrı'dır.

Neden bu dağ burada?

Neden yağmur yağıyor?

Neden yıldızlar parlıyor?

Neden buradayız?

Neden sorusu olan bitenin amaç doğrultusunda yapıldığını var sayar.

Aslında "neden" sorusu varsayılan olarak "Amaç doğrultusunda neden" sorusudur.

Yani doğal süreçlere uygulandığında aldatmalı bir sorudur.

"Neden" sorusu bir amaç içerir. Amaç da amacı olanı gerektirir.

Halbuki bir "şey" görüldüğünde onun hakkında dürüstçe sorulabilecek tek soru "nasıl" sorusudur.

Biz neden buradayız?

Biz nasıl buradayız?

Aradaki fark baris. Neden amaç içerir, nasıl ise açıklama ve bilgi gerektirir.

Neden din, nasıl bilim.

Neden ve nasıl karıştırılırsa ne bilim kalır, ne de din.

Toparlarsak, doğal süreçler sözkonusuyken "neden" hileli bir sorudur, amaç olduğunu varsayar.

"Nasıl" gerekli ve her zaman işe yarar bir sorudur.

Nasıl diye sormanız gayet normal olduğu kadar neden sorusuda gerekliliktir.Ayrı tutarsanız yanılırsınız.

Bizce olayın içine girdikten sonra neden sorusunu sormalısınız.

Örneğin diyorsunuzki sonucu bilinen imtihan var ortada kabullenmem.

Halbuki o sırda peki neden bize seçme akıl irade verildi diye sorsanız tüm cvplarınızı alacaksınız.

Yok bu soruyu inanmayan olarak sorarsanız sorunuza bir cvp bulamazsınız.

Çünkü olması gerektiği için olduk diyerek bilim yapılmaz.Herşeyin mutlak ve mutlak bir nedeni vardır.

Bilim böyle tesadüflere yer verecek nitelikte değildir.Şans teorisinin üzerine hayatınızı kurarsanız nasıl denk geldik dersiniz.Araştırmak teorisi üzerine kurarsanız o zaman neden diye sorarsınız.

Selamlar

Link to post
Sitelerde Paylaş

vakti zamanında "NASIL VE NİÇİN DİYALEKTİĞİ" adlı bir makalede bu konuyu ele almıştım. özetle BAYŞAPKA ile aynı düşünüyorum.

doğada NİÇİN/NEDEN sorusuna cevap olacak olgular var mı sence bayşapka. olay bence sadece bir bakışaçısından kaynaklanıyor. yani nasıl ile açıklayabildiğin bir olguyu niçin/neden ile de açıklayabiliyorsun. ortada bir çelişki olmuyor.

neden veya niçin ise kişiyi direkmen "kim" sorusuna götürür.

kuranda "onlara sor bakalım, bunları kim yarattı diye. elbette allah yarattı diyecekler" mealinde bir ayet var.

ben bu sırra erdiğim için hem müslümanım (kurana inanıyorum) hem de rasyonalist bir insanım.

çünkü doğadaki olguları hem "nasıl" ekseninde açıklayabiliyoruz hem de "neden/niçin" ekseninde.

neden ve niçin'den söz ettiğinde "kim" sorusunun hemen arkadan geldiği sıkıysa inkar et :)

sözünü etttiğim yazım aşağıdadır:

Nasıl ve Niçin’in Diyalektiği

Nasıl: bir şeyin hangi süreçlerden geçerek mevdut durumuna geldiğini bilmek için yönelttiğimiz soru..

Niçin: bir şeyin üzerinde yürüdüğü süreçte hedefinin ne olduğunu, varmak istediği olgunluk noktasını bilmek için yönelttiğimiz soru..

Doğadaki neden-sonuç ilişkisi bizi doğal olarak ona nasıl sorusunu yöneltmemize yol açmış ve biz gerçek bir şeyi anlamak istediğimizde hep bu soruyu sorarız. Elma nasıl meydana geldi, Dünya, Ay nasıl çıktı ortaya v.s. Sonuçta bu nasıl sorusu bizi hep daha geriye götürür.. artık bilim bu nasıl sorusunu evren, madde nasıl ortaya çıktı’ya kadar götürdü. Klasik medeniyetlerin evrenin nasıl ortaya çıktığına ilişkin sorgulamaları inanç temelli olduğu için çelişkili ve rivayet kaynaklı olduğu için güvenilmezdir. Ancak modern biliminin öncülerinin niçini hesaba katmadan yönelttikleri nasıl sorusu sayesinde modern bilimin bir birikimi var gerçeğe ilişkin.

Niçin’in ortaya çıkışı: Diğer hayvanlardan farklı olarak fizyolojik yapımız kendimizi korumaya yeterli olmadığı için geleceğe yönelik tasarımların peşinde koşmak bizim için kaçınılmaz oluyor. Hayatımızı koruma yolunda yaptığımız her edim geleceğe yönelik olduğu için eylemlerimize her daim bir NİÇİN eşlik ediyor: sabah kahvaltı yapıyorum; aç kalmamak için. İşe gidiyorum, para kazanmak için. Evleniyorum, hayır bereket olsun için(?) v.s.Yani insan için NİÇİNin kaynağı günlük hayattır. Psikolojik olarak alıştığımız NİÇİN sorusu öyle bir sarar ki zamanla çevremizi artık gördüğümüz her şeye bir NİÇİN gözüyle bakmaya başlarız.

Günlük hayattan kotardığımız bu soruyu doğaya da yönelttiğimizde Allah’ı bulmak hiç de zor olmuyor. Çünkü niçin diye sormak doğrudan bir tasarım ve bilinci gerektiriyor. Yani bir tanrı arayışına girmek ve ona inanmak her şeyden önce psikolojik bir olgudur. NİÇİNi tanımasaydık bana öyle geliyor ki mevcut şartlarda Tanrı’yı da bilemezdik.

Zaten Ateizm ve Agnostizm’i ortaya çıkaran neden, bazı insanların evrenin işleyişi konusunda asla NİÇİNi sormamaları ve yalnızca NASIL ile yetinmeleridir. Tanrı’nın varlığını ispatlamaya çalışan klasik deliller öyle veya böyle, doğrudan veya dolaylı olarak NİÇİNle ilgilidir. Bunlar bilindiği gibi ontolojik delil, teleolojik delil, imkan, oluş gibi delillerdir.

Bu aşamada ilk sorumuzu sorabiliriz: Acaba NİÇİNi hiç hesaba katmadan ALLAH tanınabilir mi; sadece NASIL ile Tanrı’yı bulabilir miyiz? Yoksa Tanrı’nın bizzat kendisi de kendi varlığının bir şartı olarak evrene hikmet ve amaç gözlüğüyle bakmamızı mı istiyor? Kuran’dan bu doğrultuda ayetler bulmak mümkün. Acaba Ateizm ve Agnoşizm’i girdiği delikte yakalayacak kesin ve şaşmaz bir yöntem var mı? Klasik Teist felsefenin delilleri beni bile tam olarak ikna etmiyor.

Acaba doğanın işleyişi yalnızca NASIL üzerine, yani determinizm üzerine mi kuruludur? Bunun cevabı kocaman bir hayırdır. En başta gen bilimi bize dünyadaki her çekirdeğin bir amacının bizzat kendisinin içinde yazılı olduğunu gösteriyor. Agnostizm bu gerçek karşısında gözünü kapatarak yoluna devam etmek istiyor. Ne dersiniz, onu girdiği delikten çıkaracak bir yöntem yok mudur. Söz konusu tasarımın trilyonlarca ihtimalden bir ihtimal de olsa sonuçta bir ihtimal olduğunu savunuyor ve evrendeki mekanizmayı anlamak için ileriye doğru değil geriye doğru giden bir bakış açısını/bilim ahlakını savunuyor. Nitekim bilimsellik de zaten böyle oluyor. Hikmet gözüyle bakanlar dönüp dolaşıp işi Tanı’nın ilim ve kudretine getirirken determinist gözle bakanlar gerçek anlamda bilimsel üretimde bulunuyorlar.

Agnostizm, bir tohumun bu hale gelmesinin nedenini kendisini hazırlayan dış şartlar olduğunu savunuyor. Söz konusu şartlar değişirse tohumun niteliği de değişir ve artık şimdi örneğin elma filizi çıkan o tohumdan başka bir filiz çıkabilir. Dahası hiçbir tohum oluşmaz ve evren tohumla ve onun süreci olan bitki, hayvan ve insanla da hiç tanışmamış olurdu. İhtimaldir ki bambaşka bir düzen çıkardı ortaya. Aslında önemli de değildir bir düzenin olup olmayacağı. Öyle ya, tesadüf nereden eserse ve ne getirmişse hoş gelmiş demek zorundayız.

Bilinmezciliğe(Agnostizm) hak vermiyor değilim. Tanrının varlığına ilişkin tüm deliller NİÇİNin etrafında toplanınca ve bunun insan günlük yaşamının bir sonucu olduğu görülünce kuşkulanmamak ve şüpheye düşmemek elde değil. Nitekim, bu soruna çözüm üretmeden Allah’ın kesin varlığı konusunda minnacık da olsa bir ihtimal her daim mevcut olacaktır. Matematiksel bir değeri olmayan katrilyonda bir ihtimal de olsa…

Konu İbrahim’in Rabb arayışını dile getiren kıssası ile de ilgili. Burada da İbrahim, besbelli ki günlük hayatının ilham ettiği NİÇİN sorusundan kazandığı hızla evrene yöneliyor ve orada bir Rabb aramaya başlıyor. İbrahim’e sormak gerek: Neden durup dururken bir Rab arayışına girişiyorsun. “Acaba bu Ay ve Güneş nasıl meydana geldi.” diye sormak yerine “bunları kim yarattı, rableri kim diye sormaya başlıyorsun?” Din konusunda ilk adım olarak her zaman İbrahim’in bu tefekkürü karşımıza çıkarılır ve böyle bir serüvende rabbin kim(nasıl biri) olduğu hakkında bir sonuca varılmaya çalışılır. Bu bağlamda ilk soru “beni ve dolayısıyla her şeyi kim yarattı” sorusu oluyor. Zaten kuranın “adam etmeye “çalıştığı kişiler bir şekilde bir tanrı inanışına sahip bulunanlardır. İçerisindeki ayetler tanrıya şirk koşanları ikaz etmek, onları işin aslına çevirmeye çalışmakla doludur. İbrahim’in söz konusu tefekkürü Ortadoğu kaynaklı kitabi dinlerin ilk hareketi olduğu için tüm bu dinlerde manevi baba olarak algılanır.

Oysa ilk soru:” gerçekten bir yaratıcıya(bilinçli bir tasarımcıya) ihtiyaç var mı?”olmalıydı. Bu soruyu sormadıkça ateist ve agnostiklere diyecek pek bir sözümüz olmaz.

EY İBRAHİM! İLK SORUN “BU AY, YILDIZLAR VE GÜNEŞ NASIL MEYDANA GELDİ” şeklinde olsaydı tahmin edebiliyor musun bugün Ortadoğu ne biçim atılımlar yapmış olurdu bilimde. Emin ol bunu sorsaydın eğer değil yalnızca Ortadoğu kaynaklı medeniyetlerin tüm dünya medeniyetlerinin adını saygıyla andığı bir isim olurdun. Tüm bilim mahfilleri seni baş tacı ederdi.

6:75. Böylece biz, kesin iman edenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.

6:76. Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü, Rabbim budur, dedi. Yıldız batınca, batanları sevmem, dedi.

6:77. Ay'ı doğarken görünce, Rabbim budur, dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum, dedi.

6:78. Güneşi doğarken görünce de, Rabbim budur, zira bu daha büyük, dedi. O da batınca, dedi ki: Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.

6:79. Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim.

Hikmetçi bakış açısı halk arasında öyle abartılmış ki insanlar her olayı tanrının yönlendirdiğine inanıyor ve her olaydan bir hikmet çıkarmak için kendilerini zorluyorlar. Halbuki Tanrı, imtihan konusunda olayların kendisinden çok insanın tavrına bakar. Bunun böyle olduğunu onun olaylara müdahale etmemesinden anlıyoruz. Tanrı olaylar karşısında o kadar tepkisizdir ki bir ülke insanı toptan katledilmenin eşiğine gelse bile müdahale etmiyor. Dünyadaki savaşlar, kıtlıklar, tecavüz ve işkenceler ve her türlü haksızlık onun olaylara müdahale etmediğini ancak sonuçta bizim nasıl bir tepki göstereceğimizle ilgilendiğini gösteriyor. Sonuçta nasıl bir tepki göstereceğimiz ise dinsel ve ahiretsel bir konudur.

Bu vahim durumu ve İslamcı bilim fiyaskosuyla ilgili bir anımı paylaşmak istiyorum: adını kategorik hafıza teknikleri koyduğum bir projenin bir temeli de beyin ve hafızanın nasıl işlediğiyle ilgiliydi. Peşinde koştum teknikleri uygulayabilmek için işi bilimsel bir temele oturtmak istedim. Bunun için de bir biyoloji doçentinden kısaca beyin ve özelde hafızanın nasıl çalıştığıyla ilgili bir kitap istedim. Adam memnuniyetle bir cd ve broşür verdi bana. Ağzım kulaklarıma vara vara evin yolunu tuttum. Bir de baktım:”anaaaa..o da nee?” Cd ve broşür bana Allah’ı ispat etmeye çalışıyor. Hem de hep gavurların araştırmalarından elde edilen bilgilerle.. bu tüketiciliğe derhal dur denmeli ve harbi bilim adamlarının yetişmesi için gerekli felsefi ve teolojik temel hazırlanmalıdır.

yazımda iki şeyi iddaa ettim:

1. klasik deliller NİÇİN tabanlıdır ve bu yaklaşım çağımızın agnostik-ateist akımları karşısında zaman zaman yetersiz kalıyor. NASIL tabanlı bir ispat yönteminin geliştirilmesi gerekiyor.

2. ibrahim'in sorusu arayış konusunda ilk soru olamaz. çünkü daha bir şeyi tanımadan onun görevini anlamaya yönelik bir soru onunki.

bu konuyu biraz daha açayım: İbrahim'in söz konusu ilk sorusu, Ortadoğu medeniyetlerinin herşeyin temelinde dini gören bir, din kaynaklı açıklamalar getirmeye çalışan bir yaklaşımı doğurmuştur. yahudi, hıristiyan ve müslüman medeniyetlerinin her biri bir din medeniyetidir bu yüzden.. temelinde ibrahimi görür yani..

alternatif olarak yunan medeniyetini gösterebiliriz. Ortadoğu kaynaklı medeniyetlerin "bunu kim var etti" şeklindeki ilk sorusuna karşılık yunan medeniyetinin ilk sorusu "bu nedir" şeklindedir. bu yaklaşımdan dolayı mantık ve bilimsel bilginin anavatanı yunan medeniyetidir.

ve bu yunan medeniyetinin uzantısı olan bugünkü batı medeniyetinin agnostizmi (ve onun devamı olan ateizmi) beslemesi işten bile değildir. çünkü onların evrene ilk sorusu "bu nedir" biçimindedir. ikinci soru ise "bu nasıl meydana gelmiştir". oysa biz bunların ikisini de es geçerek "KİM YARATTI" diye soruyoruz.

"Babacığım, yağmur nasıl yağıyor?" bu soruya çoğu Türk babanın vereceği cevap:" Yavrucuğum, Allah yağdırıyor." şeklindedir. böyle cevap vermekle baba, çocuğunun inancını koruduğunu sanır. gerçekte çocuğun sorgulama ve mantıklı düşünme yeteneğini baltalamıştır da farkında değildir. çünkü çocuk "nasıl" diye sormakla yağmurun yere iniş sürecini öğrenmek istemiştir. nasıl sorusunun cevabı hiçbir zaman "Allah" olamaz.

özellikle dini konularda hassas olan aileler, çocukların Allah ve din hakkında tuhaf şeyler düşünmelerinden ve konuşmalarından son derece kıllanırlar. bu yüzden daha küçük yaştan itibaren her şeyi bilen, herşeyi gücü yeten ve her olayın arkasında kendisinin olduğu bir tanrı inancını çocuklarına kabul ettirmeye çalışırlar.

bana öyle geliyor ki Türk toplumunun özellikle fen bilimleri konusunda bu derece başarısız oluşunun çok önemli bir nedeni de budur.

ÇOCUKLARIMIZIN YÖNELTTİĞİ NASIL'LI SORULARA NİÇİN VE KİM MUHTEVALI YANITLAR VERİYORUZ.

tarihinde suevari tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

yeri gelmişken senin şu düzenle ilgili konuna da açıklık getirelim. sen nasıl ile neden/niçin'i ayırabildiğine göre sanırım her "niçin"in kişiye doğada bir düzeni işaret ettiğini de anlıyorsundur.

yani doğadaki olguları "nasıl" ekseninde açıklarsan kaos vardır, gelgitler vardır, şanslar vardır, tesadüfler vardır; niçin ekseninde baktığında ise hikmet vardır, amaç vardır, düzen vardır. tanrı vardır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

evet, iddiamızı tekrarlayalım:

yani doğadaki olguları "nasıl" ekseninde açıklarsan kaos vardır, gelgitler vardır, şanslar vardır, tesadüfler vardır; niçin ekseninde baktığında ise hikmet vardır, amaç vardır, düzen vardır. tanrı vardır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Neden diye soranın cevabı zaten hazırdır.

Amacı ajitasyondur, soru sormak değil.

Dikkat ederseniz nasılları araştıran biri nedenle pek alakadar olmaz.

Nasıl sorusu cehaleti sinek savar gibi yok eder.

Yalan yanlış nedenleri ortadan kaldırır.

Buna rağmen nedenciler her zaman nasılcıların omuzlarında yükselmeye çalışır.

Sülük gibi yapışırlar.

Üretime katkı yapmazlar.

İlerletmezler adamı.

Nasılcılara uyduruk amaçlarını anlatır, dururlar.

Nasılcılara nedenleri olmadığını söyler, onlara nedenler satarlar.

Nedenciler bir nevi kapıya ayağını koyup nazikçe içeri girmeye çalışan satıcı kılıklı kişilerdir.

Sonuçta her zaman bir çıkarları vardır.

Bazıları kendi nedenlerine bile kanar.

tarihinde bayşapka tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

"Nasıl", bir lütuftur.

Onbinlerce yıl önce birkaç insan çember şeklinde oturup birinden "nasıl" ateş yakılır, öğrenmeye başladıklarındna beri süre gelen, dünyanın en eski kültürüdür. Günümüzde insanoğlunun okullarında nasıl sorusuna cevaplar verilmeye devam ediliyor.

Ne zaman ki "neden" diye sorma, kendimize masallar anlatma lüksüne sahip olduk, "neden" kültürü işte o zaman ortaya çıktı.

Neden kültürü aslında daha genç. Var olmakla, hayatta kalmakla ilgisi yok.

"Neden", aksine ölmekle ilgili.

Buradan yola çıkarak "Nasıl" yaşam, "neden" ölümdür diyebiliriz...

Ve ölüm nedenleri kadar ironik bir tümce de az bulunur.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Toparlarsak, doğal süreçler sözkonusuyken "neden" hileli bir sorudur, amaç olduğunu varsayar.

"Nasıl" gerekli ve her zaman işe yarar bir sorudur.

karşılaştığımız olayın doğal süreçlerle belirlenememe ihtimaline karşı nasıl sorusu yeterli olacak mı? misal, evini kayaların rahatça ezebileceği vadiye inşa ettin. kayaları kontrol ettiğinde kendiliklerinden düşemeyeceğine ikna oldun. bir gün kaya evine düştü ve sen öldün. araştırma aşamasında kayanın doğal süreçlerle mi yoksa kasıtla mı düşürüldüğü henüz bilinmiyor, araştırmaya gelenler "nasıl" diye sorarak kesin sonuca ulaşabilecekler mi?

"nasıl düştü" sorusu esasen sürecin doğal açıklamasını sorgulamıyor. "kaya kendiliğinden düştü" hükmüne varabilmek için "nasıl oldu da düştü" diye soranlar aslında örtük olarak "kim düşürdü" sorusunu da sormuş olurlar. çünkü "nasıl düştü" sorusu özneyi dışlamıyor. el sürmeden kütükle bir kaç kişi kayayı ittiyse sonuçtan sebebe giden araştırmacılar öznenin bilinçli veya bilinçsiz olduğunu anlayamayacaklar. eğer varsayımları sadece doğal sebepler ise katili bulamayacaklar.

doğayı açıklarken neden sonuç zinricine bir öznenin etki etmediği varsayımıyla açıklama yaparsanız elde ettiğiniz bilgiler başlangıçtaki varsayımınızı doğrulamaktan öteye geçmez.

tarihinde GDP tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Bizce olayın içine girdikten sonra neden sorusunu sormalısınız.

Olayın içine bir girebilseniz keşke, neden, neden, neden? Tanrı inancınız zaten, bir amaç arama aptallığınıza denk düşmüyor mu ki? Amaçsız bir hayatı kabul etmekten acizlenmeniz yetmezmiş gibi, gidip sorularınızı kendiniz araştırmaktanda acizsiniz, amacınız salt polemik olunca böyle oluyor işte. Kafanıza bir şey de girmiyor ki, anlat anlat dur, o neden bu neden, 5 yaşındaki çocuk kadar mantıksız sorular soruyorsunuz, kim cevap yetiştirebilirse sizin nedenlerinize, tövbe haşa bizi fantastik tanrınıza mı benzettiniz? Polemiklerde bile kusursuz bir varlık arayışınız ve acizliğiniz ortaya çıkıyor, bizi bile kusursuz her şeyi bilen tanrılarınız gibi görmeye çalışıyorsunuz ama durun bir gerçeği anlamanıza yardımcı olayım, bilgininde bir sınırı var değil mi, yoksa yok mu?

Örneğin diyorsunuzki sonucu bilinen imtihan var ortada kabullenmem.

İşte senin kıtlığına örnek, örneğin biz demiyoruz ki sonucu bilinen bir imtihan var ortada kabullenmem, siz kafanızda kurup yazıyorsunuz, çıkın artık şu fantazi dünyasından. İmtihan nerde? Kopya çekmek serbest mi :D ?

Halbuki o sırda peki neden bize seçme akıl irade verildi diye sorsanız tüm cvplarınızı alacaksınız.

Nerde akıl verilmiş bize? Verilirken sen neden orada değildin? İrade de üstüne verilmiş hah? Nerede bu irade? İnsanoğlunda irade olsaydı, bugüne kadar salakça türeyip durmazdı, sanki hepsinin soyu diyesin ki hanedan soyu, soyum devam etsin saçmalığına kapılıp gitmişler. İşte bu da doğanın insanoğluna oynadığı oyun.

Yok bu soruyu inanmayan olarak sorarsanız sorunuza bir cvp bulamazsınız.

Çünkü olması gerektiği için olduk diyerek bilim yapılmaz.Herşeyin mutlak ve mutlak bir nedeni vardır.

Mutlaklık, mükemmellik arayışı devam ediyor, bırak bu aciz ayakları. Kutsalı, varsayan mutlağı, iyiyi, mükemmeli vs. varsayar, ben kutsallığı varsaymadığım için bunların hepsinden bağımsız oluyorum. Sorularıma cevap bulma zorunluluğum nereden geliyor? Özellikle neden sorusuna, kim nasıl cevap verebilecek, senin düşündüğün anlamda değil tabii.

Bilim böyle tesadüflere yer verecek nitelikte değildir.Şans teorisinin üzerine hayatınızı kurarsanız nasıl denk geldik dersiniz.Araştırmak teorisi üzerine kurarsanız o zaman neden diye sorarsınız.

Selamlar

Sheakspeare'in 3. Richard'da dediği gibi 'Hayatıma zar atmışım aptal, ne çıkarsa bahtıma.'

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu mantık tutarsız bir mantık.. Çünki bilim NEDEN sorusunu sormasaydı, nasıllara asla cevap bulamazdı...

Alkış istiyorum, işte en tutarlı mantık bu mantık :D.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...