Jump to content

Şiddetin hayatımızda ki yeri


Recommended Posts

Güzel yazı karapapak..

Şiddetin türleri ;

1-Fiziksel şiddet

2-Cinsel şiddet

3-Sözsel şiddet

4-Baskısal şiddet (en çok görülenidir)

Bastırılmış duygulardan çıkar şiddet bence.

Medeni görünen veya görünmeyen her insan kesiminde şiddet unsuru bulunmaktadır bunun törpülenmesi ise basit değildir, slt eğitimle de çözülebilecek türden bir sorun değildir. Kibarlık görünme biçimidir, kibar insanlar şiddet barındırmaz düşüncesi çoğu zaman doğru görünse de yanlıştır.

Şiddet bulaşıcı bir hastalıktır yetişilen ortamla seni kendine çağırır sana bulaşır, kibarda da görülebilir, maçoda da.

Törpü işi yani şiddetin törpülenmesi bence önce aile erkanında eğitimle başlar, o temel eğitim sağlam, nezake, saygı, sevgi kurallarıyla başlarsa o etrafta büyüyen çocuk yetişkin olunca erkanına da aynı şekilde davranır.

Kadını erkeği hepsi şiddet eğilimindedir, yalnız kadını da yetiştiren anne ve babadır erkeği de.

Ağaç ne ise meyvesi de o olacaktır...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Vay serseri Vay! Vahşi seni! :)

Çok büyütme Pearly. Erkeklerin pekçoğunun böyle bir dönemi oluyor, özellikle lise yıllarında. Bunun büyüdüğümüz aileyle, hiç şiddete maruz kalmadan büyümemizle direkt ilgisi bile yok. Tıpkı senin ailen gibi çocuğuna elini bile kaldırmamış insanların çocukları da şiddetle bir dönem iç içe yaşayabiliyor.

Bin tane nedeni olabilir bunun ve bu nedenleri bilmek her zaman gerekli değildir. Eğer o çevrenin içinde bulunmaya ve şiddet uygulama arzunu anlattığın biçimde yaşamaya devam etseydi, oturup ciddi ciddi düşünmek ve bir şyler yapmak gerekebilirdi.

Bu tür davranışlar öğrenilen davranışlardır bazen. Sana da bir nedenden ötürü ilginç ve cazip gelmiş, öforin artmış, karmaşa ve stres belki zaman zaman seni besleyen bir şeye dönüşmüş ve bütün bunlar olmuş.

Öğrenilmiş ve iz bırakmış davranışlardan fiziken kurtulsak bile, zaman zaman onları yinelemek arzusu duyarız.

Senin kendini "şiddete meyyal" zannetmen belki de böyle bir durumdur.

Ayrıca şiddet ve kavga herkes için rahatlama aracı değildir. Kimi insan gerçekten hoşlanmaz, haklıysa ve üstelik karşısındakini de "acısını çıkarana dek" dövdüyse bile rahatlamaz. Bilakis, stresi artar.

Şiddet, ilkel bir güç gösterme yöntemidir. Ötesi berisi bu...

Valla tam bir serseriydim abla :) Ghetto tarzı bir yerde büyüdüm ben.Her türlü pisliği çok ufak yaşlarda gördüm, tanıdım.Şuan öyle eskisi gibi şiddet dolu değilim.Ama ister istemez kalmış içimde kırıntılar.Şuan zaten yaşım çok ufak hala.Ama yaşadıklarım beni bir hayli olgunlaştırdı.O yılları bir kaç yara ve kırıkla atlattığım için kendimi şanslı sayıyorum. :)

Link to post
Sitelerde Paylaş

Dostum müthiş bir yazı olmuş ellerine sağlık.Şiddet, hep benim hayatımda üst sıralarda oldu.Ama bu aile içi şiddet değildi.Ailem beni ne kuran kursuna gönderdi,ne istemediğim birşeyi zorla yaptırdı ne de tek bir tokat atmadılar.Aksine "şımarık" bir insan olarak yetiştirildim.

Ben daha çok sokakta ki şiddetle iç içe oldum.Kendimden örnek vermek gerekise ben şiddete acaip meyilli bir insanım.Bunu nasıl çözebilirim onu da bilmiyorum.Sokakta ki şiddet bunların hepsinden daha tehlikeli olabilir.Mesela ben, bu yaşıma kadar hayatım kavgayla geçti.Bıçaklandım,kavga sırasında kolum kırıldı,ağzım yüzüm dağıldı.Yeri geldi bende bir çok mekanı gözüm kırpmadan al aşağı ettim.Lisede çocukları öldürmekten beter ettim okuldan polisler gelip aldı.Uzaklaştırmalar aldım.3 günde bir karakola alırlardı beni.Burada yaşadığın çevrenin çok büyük önemi var bana kalırsa.Benim çevremde örnek alabilceğim düzgün bir insan yoktu, hepsinin hayatı şiddetle geçmiş insanlardı.Onlara bakıp farklı bir insan olmak çok zordu.Nitekim bunlar hepsi geçmişte kaldı, artık düzgün bir insanım.O çevrenin beş para etmez olduğunu anladım.

Ama şiddet,kavga belki de en güzel rahatlama aracıdır.Benim görüşüm bu tabii.Neyse konuyu daha fazla dağıtmayım.Dostum sende kusura bakma direk başlıktan girdim ben konuya.Affedersin sen :)

Aslına bakarsanız böyle bir toplumda yaşayıp da saldırganlaşmamak, insanlardan nefret etmemek, onların ağzını burnuna değdirerek eşşek sudan gelinceye dek dövmeyi istememek elde değil. Baştan aşağı pisliğe batmış, ahlaksız o kadar insan var ki insan olarak kalmak ya da hayvanlarla insanca iletişimi sürdürmek bazen imkansızlaşabiliyor.

Hiperaktif, yerinde duramayan enerji küpü bir çocukluğum ve ilk gençliğim oldu. Kavga etmeyi de çok severdim; okuldan her gün ceketimin düğmeleri kopuk, zaman zaman da elbiselerim kimi yerlerinden sökülmüş yahut yırtık, hırpani bir vaziyette eve dönerdim. Ve annem, kadıncağız sinir krizleri geçirirdi beni öyle görünce. Kolay mı sökükle, yırtıkla uğraşmak tabii, haklıydı elbette... Ama kimseye haksızlık ya da eziyet etmezdim. Birini dövdükten sonra da keşke yapmasaydım diye pişmanlık duyar, gider gönlünü alırdım. Esasen şimdi çok daha acımasızlaştım. Gerçi artık kavga gürültü epeyce geride kaldı ama bazı iki ayaklılara karşı içimde en ufak bir insancıl his kalmadı...

O günlerimi şimdi mumla arıyorum itiraf etmeliyim. Ne kadar rahatmışız, içimizden geldiği gibi deli dolu, gönlümüzce yaşamışız, hey gidi günler...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bence insan medeniyeti şiddet sayesinde üretilmiştir.

Eğer insan şiddet uygulayan bir canlı olmasaydı. Amazon ormanlarında yaşayan tembel hayvanlardan farkı olmayan bir canlı olarak yaşar giderdi.

Şiddet olmasaydı ilk krallar ortaya çıkamaz, topraklar paylaşılamaz,hanedanlar kurulamaz ,hanedanı kutsayan dinler ve dolayısıyla hukuk ortaya çıkamazdı.

Şiddet olmasaydı savaş teknolojisi gelişmez,öldürme ve iyileştirme yöntemleri araştırılmazdı.Dolayısıyla günümüz bilimine açılacak kapı her zaman kapalı kalırdı.

Şiddet olmasa kültürümüzü yeni doğan bireylere geçiremezdik.

Neyimiz varsa şiddete borçluyuz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili karakalpak,

Güzel bir başlık olmuş ve güzel işlemişsin konuyu. Bende başlığa katılmak istiyor ve bu konuda kendi düşüncelerimi, hayattan öğrendiklerimi aktarmak istiyorum.

Şiddetin kökeni bence mülkiyet duygusunda gizli. Mülkiyet ile şiddet başladı diye düşünüyorum. Çok basit anlatmaya çalışayım.

Doğaya bakmamız yeterli olacaktır aslında. Mesela köpekler kemik saklar ve başka bir köpek tarafından o kemik bulunulup alınılmak istediğinde iki köpek arasında bir çatışma kaçınılmaz olarak karşımıza çıkar.

Bu aynen insan doğasında da vardır ve bugün doruk noktasındadır. İnsanın benlik yani mülkiyet duygusu her mülk edindiği şeye sahip olma arzusu barındırır. Bu duygu oluştuktan sonra bu mülkü sürekli korumak için sürekli savunma durumunda kalır. Ve bazen bu savunma saldırı şeklinde ortaya çıkar ve bu şiddeti doğurur. Aynı şekilde karşıdakinin mülk edinme arzusu bunu sürekli bir hale dönüştürür ve bu duygu bugün insanlıkta devinirde devinir.

Halbuki yine doğayı gören insan şunu çok iyi bilirki ölümlüdür. Yani bu dünyada aslında ona ait hiçbirşey yoktur. Buna ondan olan ve ondan oldukları da dahil. Demek oluyorki mülkiyet duygusu insana göre değildir. İnsanın varoluşuna uygun bir yönelme değildir. İnsan bunun sıkıntısını bile bile bunda ısrar etmektedir. Çünkü mülkiyet duygusu herşeyden önce güç gösterisidir, kendini kabullendirme gösterisidir. Ve en acımasız baskı ve şiddet unsurudur.

Bunun temelinde bir kısım inanışlarında yanlış yönlendirmeleri yatar. Tabi konuyu bu bağlamda tartışmak istemiyorum ama kendi çıkarımlarımı aktarmak istiyorum.

Mesela dün akşam TV de King Kong vardı ve biz oğlumla beraber izledik. Onun ilk izleyişiydi. Aslında ben oğlumla birlikte bir film izliyorsam esas amacım onunla hoş vakit geçirmekten öte ona ve kendime birşeyler katabilmek adına yaptığım eylemlerdir.

Filmi izleyenler bilir. King Kong orada güçtür, herşeyin tek hakimidir. Ve o güce karşılık onu kızdırmamak adına yada kendilerine zarar vermesin adına o güce bir kurban sunulur, güzel bir kız. Bu şiddetin en acımasız halidir. Yanlışın yanlış ile telafi edilmesi durumudur.

Dinsel yönelişlerde de bu kurban olarak çıkar karşımıza.0rada da durum aynıdır. Sözde güce karşılık bir güzel şey kurban edilerek o gücün öfkesinden filan kurtulunacağı sanılır. Ben öyle bir güç olsam ve bana yalakalık için bu şiddet içerenlerin hepsinin alayını yakarım o ayrı. :)

Özetle bunların kökeninin hepsinde mülkiyet duygusu yatar. Mülkiyet duygusu aidiyet duygusunu getirir beraberinde ve bu ikisinin savaşıdır şiddet. Bu iki duygunun sevişmesidir şiddet. Çünkü mülkiyet ne kadar baskın ise, aidiyet duygusu o kadar eziklik unsurudur, sinmişlik ve sindirilmişlik barındır. Ve her iki duyguda aslında ne halt olduklarını çok ama çok iyi bilmektedirler.

Çocuklara karşı en güzel yöntem korkutmadır . Çocuk yaşının gereği en iyisini annem-babam bilir diye düşündügü için onların söylediği her söze inanır ve ona göre hareket alanlarını sınırlarlar. Bunların ileri de doguracagı problemlerden birisi de güvensizlik olacaktır. O yüzden çocukluk çağındaki korkutma yöntemi ile başetme yöntemleri sorunu çözmeyip kalıcı hale getirecektir. Sobaya dokunan çocuga , dikkat et ''cıss'' olur demek yerine , sobaya dokunup kendisi ''cıssın'' ne demek olduğunu öğrenmelidir.

Doğmamıl çocuğa don biçmekte bizim insanımız üzerine insan yoktur heralde. Doğmadan bile evlenecegi kızı tahayyül edip , yapacağı mesleğe kadar kararlaştıran aileler çocugu hayata değil , kendileri için birer aidiyet olarak görmektedir. Halbuki göbek bağı kesilene kadar çocuk annenindir , göbek bağı kesilince çocuk hayata ait olur...

Bu konu üzerinde yazmaya devam ederiz. Konu çok uzun ve çok derin. Her türlü çıkarımlarda bulunabiliriz. O yüzden kasmadan zaman zaman yazarız.

Halbuki göbek bağı kesilene kadar çocuk annenindir , göbek bağı kesilince çocuk hayata ait olur...

Müthiş bir cümle. Hislerime ve düşünceme bu kadar tercüman olabilen bir cümle kurana bugüne kadar rastlamamıştım. Sağol craftcığım.

Bunun üzerinden bir iki şey demek istiyorum.

Evin en gaddar teysezi benimdir. Çünkü yeğenlerim ve kendi çocuğumda dahil doğar doğmaz göbeğini ben pansuman etmişimdir.Her ağır hastanın başında ben bulunmuşumdur. Çocukların elini ilk sobaya ve ütüye değdiren cani teyze yine ben olmuşumdur. Tıpkı o cıs ı kendi öğrensin fikriyle.

Benimde çocukken oğlumla ilgili korkutma amaçlı şeylerim oldu ama bir tane. Hayali bir kocaman adam vardı, bir dağın arkasında yaşıyordu ve sadece yemeğini yemeyen ve uyumayan çocukları korkutuyordu o kadar. Bu kocaman adam başka hiçbirşey yapmıyordu. Oğlum küçüktü daha, 4-5 yaşlarında filan ve bu kocaman adam yalanına birkaç kez başvurmak zorunda kalmıştım. Elbet bunu yaptım ve niye yaptımın arkasına binbir türlü bahane uyduracak değilim. Neyse aradan biraz zaman geçti ve bir akşam bir bayan arkadaş ile nişanlısı bize gelecekti. Nişanlısı oldukça uzun ve iri biriydi. Kapı çaldı ve koşarak oğlum açtı kapıyı. Verdiği ilk tepki: Anneeeeeeeeee kocaman adam geldi. :) Aslında iyide oldu, beni de o yalandan kurtarmış oldu ve kocaman adamın aslında korkulacak birşey olmadığını bizim gibi biri olduğunu ve çocukların büyümesi için uyku ve beslenmenin ne kadar önemli olduğunu o koca gövdesiyle ispatlamış oldu. Tabi ben şanslıydım biraz ama iyiki daha ileri gitmemişim. :)

Ama şunu hep biliyordum. Bu çocuk benim ama bana ait değil. Sadece ben doğurdum, o kadar. Yani onun bu dünyaya gelmesine aracılık ettim. Elbet belli bir yaşa gelene kadar onu korumak ve kollamakla mükellefim o çok başka. Ama ben şu konuda bazı anne-babalara bir eleştiri de getirmek istiyorum.

Mesela bazı anne-babalar iyi eğitim almışlardır, iyi bir işleri vardır vs. Ve bu durum onları en mükemmel ebeveyn olduğunu düşünmesi için yeterlidir. :) Bu ebeveynler çocuklarını kendi kalıplarına göre yetiştirmekten, kendi doğrularını şırınga etmekten asla geri durmazlar. Bunun inanç yada inançsızlıkla zerre kadar alakası yok. Bu tamamen mülkiyet duygusu ile beraberinde gelen kibir vs.den kaynaklı ve insanda oluşan bir duygudur ve psikolojik şiddetin bence en ağır şeklidir.

Bu şekilde yetiştirilen çocuk ne olduğunu, kendini nereye koyacağını sorgulamaya başlar zamanla. Sürekli baskılandığı fikrine ise biraz daha büyüyüp kendi fikirleri gelişince erişir. Ve eğer kendini ebeveynine kendi düşüncesi ile kabul ettiremezse, kendinin de bir birey olduğunu anlatamazsa başka yollara başvurabilir ve bu yolların hepsi şiddet içeren yollardır.

Herşeyin başı sevgidir ve karşılıksız sevgi doğru sevgidir. Mülkiyet içermeyen sevgi, aidiyet duygusunun olmadığı sevgi gerçek sevgidir insanlar arasında.

Basit ve komik bir laftır ama şu laf doğrudur.

Sen elmayı seviyorsun diye elmada seni sevmek zorunda değildir.

Neyse çok uzatmayım, sonra yine yazarım.

Şimdilik yazacaklarım bu kadar. Her ikinizede selamlar ve sevgiler...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bergüzar abla her canlıda ele geçirmek sahip olmak davranışı gözlenir.Canlılar birbirlerini avlar. Çevrelerini talan ederler.Bu faliyetleri esnasında birbirleriylede çatışırlar.

Mülkiyet kavramı çok daha evrilmiş bir aşama için kullanılmalıdır.

Afrika savanlarındaki bir çita'nın avladığı ceylan onun mülkü olarak değerlendirilemez. O çitanın avıdır. çok daha ilkel ,çok daha geri bir varoluş mücadelesini ifade eder.

Mülkiyet diyebilmemiz için çitanın o ceylanı avlayıp yeme hakkının çita'ya bir toplum veya bir makam tarafından teslim edilmesi ve yasal görülmesi gerekirdi.

Bence Mülkiyet kavramını yanlış kullanıyorsun.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bergüzar abla her canlıda ele geçirmek sahip olmak davranışı gözlenir.Canlılar birbirlerini avlar. Çevrelerini talan ederler.Bu faliyetleri esnasında birbirleriylede çatışırlar.

Mülkiyet kavramı çok daha evrilmiş bir aşama için kullanılmalıdır.

Afrika savanlarındaki bir çita'nın avladığı ceylan onun mülkü olarak değerlendirilemez. O çitanın avıdır. çok daha ilkel ,çok daha geri bir varoluş mücadelesini ifade eder.

Mülkiyet diyebilmemiz için çitanın o ceylanı avlayıp yeme hakkının çita'ya bir toplum veya bir makam tarafından teslim edilmesi ve yasal görülmesi gerekirdi.

Bence Mülkiyet kavramını yanlış kullanıyorsun.

Bence mülkiyet kavramını doğru kullanıyorum. Sen avlamadan önüne gelen yemekleri yediğin için kendini o hayvana göre daha medeni görebilirsin ama sonuçta o da hayatta kalmak için avlanıyor, yani yaşamak için yemesi gerektiğinden dolayı.

Örnek olarak şunu söylemek isterim sana.

Hiç kimse kızılderililere o toprakları altın tepside sunmadı, bir yasa ile vermedi veya bir toplum kendi elleriyle teslim etmedi. :)

Umarım örneğim mülkiyeti hangi aşamadan başlayarak hangi aşamaya kadar genişlettiğimi gösterebilir sana.

Selamlar...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Zaten o kadar genişlettiğin için yanlış yapıyorsun.

Mesela senin bir evin var diyelim. Kimse evini gelip senden kapamaz. Yasa ve yasayı koruyan toplum bunu engeller. İşte mülkiyet budur. Evin hakkında başkasının tasarrufta bulunma hakkı yoktur.

Varolma çabası /kavgası ile mülkiyet iddia etmeyi birbirinden ayırmak gerekir.

tarihinde BAAL tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Zaten o kadar genişlettiğin için yanlış yapıyorsun.

Mesela senin bir evin var diyelim. Kimse evini gelip senden kapamaz. Yasa ve yasayı koruyan toplum bunu engeller. İşte mülkiyet budur. Evin hakkında başkasının tasarrufta bulunma hakkı yoktur.

Varolma çabası /kavgası ile mülkiyet iddia etmeyi birbirinden ayırmak gerekir.

E ben bunu birbirinden ayırıyorum ama bunu mülkiyet kavramının içine sokan sensin. Sen onu anlamıyorsun şekerim.

Mülkiyet duygusu insanın doğasına uygun değil, en başta bunu dedim ama sanırım iyi anlamadın yada ben tam olarak anlatamıyorum ne demek istediğimi. :)

Selamlar...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Berguzar abla ,kadın /erkek ,evlat/ebeveyn ilişkilerindeki aidiyet duygusunu kimi zaman mülkiyete benzeterek anlatırız .Ama bu bir tür karikatürize etmedir.

Esasen mülkiyet kavramı ,insanoğlunun hayatına evrimiyle kıyaslayınca çok az bir süre olan, son zamanlarında girmiş ,daha çok belli bir tür sahiplenmeyi ifade eden teknik bir kavramdır.

Oysa insanı şiddete yönelten duygular genellikle ilkel güdülerimizle alakalıdır..

İnsan eşini ,çocuğunu sahiplenir, bence bu kişinin kendi varlığını kabul ettirme çabasıyla ilgilidir.Yani daha ilkel bir dürtüdür.

tarihinde BAAL tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Berguzar abla ,kadın /erkek ,evlat/ebeveyn ilişkilerindeki aidiyet duygusunu kimi zaman mülkiyete benzeterek anlatırız .Ama bu bir tür karikatürize etmedir.

Esasen mülkiyet kavramı ,insanoğlunun hayatına evrimiyle kıyaslayınca çok az bir süre olan, son zamanlarında girmiş ,daha çok belli bir tür sahiplenmeyi ifade eden teknik bir kavramdır.

Oysa insanı şiddete yönelten duygular genellikle ilkel güdülerimizle alakalıdır..

İnsan eşini ,çocuğunu sahiplenir, bence bu kişinin kendi varlığını kabul ettirme çabasıyla ilgilidir.Yani daha ilkel bir dürtüdür.

Buna kesinlikle katılmıyorum.

Sen hiç eve geç geldi diye oğlunu döven bir aslan gördün mü:)

Link to post
Sitelerde Paylaş

Buna kesinlikle katılmıyorum.

Sen hiç eve geç geldi diye oğlunu döven bir aslan gördün mü:)

Ne demek yani ''aslanlar yavrularını saldım bayıra, mevlam kayıra'' tarzında mı büyütüyorlar sanıyorsun.

Tabiki onlarda yavruları için uğraşıyor ,bakımlarıyla ilgileniyorlar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ne demek yani ''aslanlar yavrularını saldım bayıra, mevlam kayıra'' tarzında mı büyütüyorlar sanıyorsun.

Tabiki onlarda yavruları için uğraşıyor ,bakımlarıyla ilgileniyorlar.

Şekerim bakım yapmak başka birşey, ama ben farklı birşeyden bahsediyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...