Jump to content

İlk insan topraktan mı yaratılmış, maymundan mı gelmiştir?


Recommended Posts

İnsanın kendi geçmişi ile ilgilenmesi, şüphesiz aklın gereğidir. Dünyaya nereden ve nasıl geldiğini bulmaya çalışması gayet tabiidir. Ancak, bu tip soruları nasıl çözecek, konu ile ilgili dokümanları neyle tartıp değerlendirecektir? Sadece mücerret akıl bu soruları cevaplandırmaya kafi midir?

Bu konunun açıklığa kavuşması için önce aklın çalışma prensibinin bilinmesi gerekir; Akıl, hadiseleri değerlendirme ve yorumlamada, duyu organlarıyla alınan bilgileri mantık süzgecinden geçirir. Duygu organlarının görevi farklı olduğu gibi, tesir sahaları da sınırlıdır. Kulağımızla bütün sesleri işitebiliyor muyuz? Hayır! Sadece titreşimleri 20 ile 20.000 arasındaki sesleri alabiliyoruz. Nitekim göz de ancak belli dalga boyundaki ışıkları seçebiliyor. Yedi renkli bir daireyi hızla döndürünce beyaz görürüz. Beyaz ışık da renk tayflarına ayrılınca yedi renk olarak karşımıza çıkar. Demek ki, göz aldanabiliyor. Bir başka misal; sıcak sudan çıkan elimizi ılık suya batırınca, bu suyun soğuk olduğuna hükmederiz. Ama hakikatte su ılıktır.

Aslında burada aldanan ne gözdür, ne de el. Beyin, bu duyu organlarından gelen bilgilere dayanarak hükümler çıkarmıştır. Yani, her iki halde de yanılmış olan beyindir.

Herhangi bir konu hakkında akıl; “tüme varım” ve “tümden gelim” metotlarıyla değerlendirme yapar ve bir hükme varır. Bu hüküm gerçek bir hüküm olmayabilir de. Zira, daha sonra duyu organlarının akla vereceği malzemenin değişmesiyle aklın ortaya koyacağı kıymet hükümleri de değişebilecektir. Çünkü, tesir sahaları sınırlı olan duyu organlarından elde edilmiş bilgilerin de eksik olacağı tabiidir. Yetersiz bilgi ile aklın yeterli hüküm çıkarması beklenebilir mi? Bundan dolayı bir çokları tarafından bilim; "Her an yanlışlığı ispatlanabilen değer hükümleri" olarak tarif edilir.

150 yıl önce ses ve şekillerin nakliyle ilgili bilgiler şimdikinden çok eksikti. Bu bilgilerle o zaman, görüntülerin nakledilemeyeceği hükmü çıkarılmıştı. Demek ki çevreden elde edilen bilgilerin değişmesine paralel olarak, aklın ortaya koyduğu değer hükümleri de değişiyor.

O halde, ilk insanın yaratılışı hakkında öyle bir hüküm ortaya koymalıyız ki, zaman ve zemine bağlı olarak değişmesin. Yani, gerçek bir hüküm olsun.

Akıl yaratılışı tek başına ne dereceye kadar kavrayabilir? Bu sorunun isabetli cevaplandırılması, mes'elenin çözümünü yarı yarıya kolaylaştıracaktır.

Aklın nüfuz edebildiği saha belirli ve sınırlıdır. Bu alan dışında kalan ve aklın tek başına çözemediği problemler, metafiziğin konusunu teşkil ederler.

İşte aklın nüfuz sahası dışında olan metafizik konularından birisi de "yaradılış”tır. Konu, ilk insanın yaratılışı olunca, iş daha da zorlaşır. Aklın burada tek başına varacağı sonuçta hata payı büyük olacaktır. Akıl bu vadide yalnız gidemez. Giderse hatalı sonuçlara varması kaçınılmaz olur. Çünkü, bir anlama aleti olan aklın idrak sahası sınırlıdır, dardır. Onun için aklın burada ilahi beyan ve hükümlere, yani külli bir akla ihtiyacı vardır. O da Kur'an-ı Kerim'dir.

Yaratılışı sadece akla güvenerek çözmek isteyenler de çıktı. Hem de büyük bir gürültü ile. Ama sonuç ne oldu? Sonunda "Çıkmaz yol"a girdiler. İnsanın, bir takım hayvanların evrimiyle ve tesadüfen ortaya çıktığını iddia eder oldular ve bu düşünce günümüzde bir doktrin, bir felsefe şeklini aldı. "Evrim felsefesi" olarak kendisine bir hayli taraftar da buldu. Bu felsefenin bazı ateşli taraftarları, işi daha da ileri götürdüler. Öyle ki, evrim bunların elinde bir inanç sistemi haline geldi. Evrime inanmayan aydınlar, bu ilim çevrelerince aforoz edildiler. Orta çağda mı? Hayır! Yirminci yüzyılda.

Şunu hemen ifade edelim ki, evrimciler yaratılışı değil, evrimi kabul ederler. Onlara göre; tek hücre zamanla değişikliğe uğrayarak günümüzdeki milyonlarca çeşit canlı hasıl oldu. Tabii insan da bunlar arasındaydı ve bu değişiklikten o da nasibini aldı.

Bu değişiklikler nasıl oldu? Bunu kim yaptı? Evrimcilere göre bu soruların cevabı gayet basittir. Bu farklılaşma onlara göre; tesadüfen olmuştur. Bu durumun ise çok uzun zamanda cereyan ettiğini söylerler. Mesela; ne kadar zamanda? Bu zaman öyle bir süredir ki, tetkiki mümkün değildir. Faraza, iddia ettikleri değişikliğin, ileri sürdükleri zamanda cereyan etmediğini ortaya koysanız, evrimci sizi başka geçmişlere havale eder.

Evrimciler, bırakın yeni canlıların ortaya çıkışını, insan türünün ırklarını bile açıklayamıyorlar. Meşhur evrimci T. Dobzhansky, bununla ilgili olarak şöyle diyor:

"Darwin'den bu yana bir asır geçtiği halde, insan türündeki farklı ırkların orijinine ait problemi çözemedik. Mesele hala bir asır önceki kadar karışık." (*)

Bir kimse, ırkların orijinini dahi izah edemeyen bir teoriyle, bütün canlıların yaratılışı ve geçirdiği değişiklikler gibi derin meseleleri nasıl açıklayacaktır? Anlaşılan odur ki, evrim teorisine ilmi delillerle yaklaştıkça, bu teorinin müdafaası imkansız hale gelecektir.

Meşhur bir evrimci olan Simpson, insanın yaratılışıyla ilgili olarak şöyle der:

"İnsan, kainatta anlama kapasitesine ve potansiyeline sahip tek varlıktır. Şuursuz ve akılsız maddelerin bir ürünüdür. Dünyaya gelişini kendisi başarmış olan insan, sadece kendisine karşı sorumludur. İnsan, kainatta yaratıcı, kontrol ve tayin edici bir güce sahip değildir. Fakat, kendisinin ustası ve amiridir. Bu bakımdan insan, kendi kaderini kendisi tayin ve idare etmelidir."

Simpson, evrim felsefesini açıklarken akıl ve mantık sınırını zorlamakta, bir cümlede söylediğini diğerinde yalanlamaktadır. İnsan, hem "...Kainatta anlama kapasitesine ve potansiyeline sahip tek varlık" olarak kabul ediliyor, hem de "şuursuz ve akılsız maddelerin ürünüdür" deniyor. Şuursuz ve akılsız bu maddeler, şuurlu insanı nasıl meydana getirecek?

Maddelerin kendilerinde "anlama ve şuur" yok ki, insana verebilsin.

Paragrafın devamında "dünyaya gelişini kendisi başarmış bir insan" deniyor. Bir yaşında ancak ayağa kalkabilen ve 5-6 yaşında çevresini tanımaya başlayan insanın, kendisini yokluktan meydana getirmesine imkan var mı? Başlangıçta yok olan insan nasıl kendisini meydana getirecek?

Simpson yazısına şöyle devam ediyor: "insan kainatta yaratıcı, kontrol ve tayin edici bir güce sahip değildir. Fakat kendisinin ustası ve amiridir." Hem insanın kainatta bir güce sahip olmadığı, hem de kendisinin ustası olduğu iddia ediliyor. Kainata sözü geçmeyen insan, nasıl kendisinin ustası olacak? Zira, insanın var olabilmesi için yer küreye, güneşe, aya, havaya, kısacası bütün bir kainata gerek vardır.

Meseleleri doğru değerlendiremeyeceği düşüncesi ile 18 yaşına kadar kendisine kanuni ehliyet tanınmayan insana Simpson, anne karnında ve hatta önceki safhalarda kendi kendini idare ettiriyor.

En basit bir hücre içinde bile, yüzlerce olay bir anda cereyan ediyor. Milyonlarca hücreden meydana gelen ve hücreleri devamlı değişip tazelenen insanın, kendisini idaresi elbette düşünülemez. Kalbin çalışması, sinir sisteminin işlemesi, kanın temizlenmesi ve besinlerin sindirim için hazırlanıp taşınması gibi yüzlerce olayın cereyanı insanın isteğine mi bağlı? Hayır. İnsanın hiç müdahalesi olmadan bu hadiseler devam ediyor. Simpson'un kendisi de bu kanunun dışında değil.

Atom ve moleküllerden varlıkların teşkili ve kainatta cereyan eden bütün hadiselerin idaresi; ancak, sonsuz ilim ve kudret sahibi bir yaratıcının, kainatta her an tasarrufta bulunmasıyla mümkündür.

Meşhur evrimcilerden L. Zuckerman da çalışma prensiplerini şöyle dile getirir: "Saf ilmi düşünceyle, fizik ve kimya kanunları ışığında işe başlıyoruz. Fakat, hemen objektif hakikatlerden uzaklaşarak kıyas ve tahmine dayanan sahaya kayıyoruz. Hissi bir sezişle veya izah tarzıyla insanın fosil tarihiyle ilgili hükmü veriyoruz."

Yine evrimcilerden Gould, çaresizliğini şu soru ile dile getiriyor: "Cedlerle nesiller arasında geçiş gösteren hangi deliller var?" O'nun bu sorusuna evrimci anatomi profesörü Kitts şöyle cevap veriyor: "Paleontolojinin (Fosil bilgisi), evrimle ilgili delilleri sağladığına dair parlak sözlerine rağmen, evrimcilerin problemleri çözülememiştir. Bunların en önemlisi, fosiller arasındaki boşluklardır. Evrim için türler arasında geçiş formu gereklidir. Halbuki paleontoloji bunu temin edememiştir."

İnsanın sorası geliyor. Madem evrim için geçiş formu gereklidir. Bu geçiş formları da bulunamamıştır. O halde niçin evrimi müdafaa ediyorsunuz?

Evrimcilerin bu şekildeki itirafları daha da çoğaltılabilir. Ama dikkat edilirse görülecektir ki, iddia ettikleri evrim fikrini destekleyen hiç bir delil yoktur. O halde niçin bu görüşlerinde ısrarlıdırlar? Tek cümle ile; bir Yaratıcıyı kabul etmemek için.

Evrimcilerin temel felsefesini şöyle özetlemek mümkündür: Sanat var, fakat sanatkar yok. Eser var, usta yok. Kitap var, fakat bunu yazan yoktur.

Evrimcilerin görüş ve düşüncelerinin nereye dayandığını Gish, şu ifadelerle en iyi şekilde dile getiriyor: "Evrim felsefesi, evrimcilerin kendi dünya görüşleri içerisinde yer alan bir inanç sistemidir, bir dindir."

Aslında evrim felsefesi materyalizmle iç içedir. Gish bu konuya şu sözlerle dikkat çekmektedir: "Bir çok ilim adamının evrimi kabul etmesinin sebebi, bu teorinin, bütün canlıların yaratılışını materyalist ve tabiatçı bir düşünce ile izah etmesindedir. Çünkü bunlar, materyalizme ve tabiata inanırlar." Nitekim bununla ilgili olarak meşhur evrimci Dobzshansky de şöyle der: "Bugün materyalist felsefe, mevcut biyoloji ilimlerinden çoğunun temelini teşkil eder."

Evrim teorisinin bütün ilim adamları tarafından kabul edildiği sık sık tekrarlanır. Aslında, bu, münakaşayı kazanmak için uydurulmuş ve alışkanlık haline getirilmiş bir yoldur.

İnsanın atası olarak ileri sürülen fosiller arasında beş tanesi çok fazla tartışma konusu yapılmaktadır. Üzerinde en çok tartışma yapılan bu fosillere kısaca temas edeceğiz.

1— Java Adamı

Java adamı olarak ileri sürülen varlık, şu parçalardan meydana gelmiştir: Yarım kafatası, uyluk kemiği, iki büyük ve bir küçük azı dişi.

Bu parçalar bir yerde ve aynı anda mı bulunmuştur? Hayır. Birbirinden uzak mesafelerde ve 1891-1898 yılları arasında toplanmıştır. Yani, sekiz yıl arayla...

Java adamı resimleri tamamen uydurmadır.

Son yapılan araştırmalarda bu kafatasının şempanzeye, büyük iki azı dişinin orangutana, küçük azı dişi ile uyluk kemiğinin de insana ait olduğu anlaşılmıştır.

Nitekim fosilleri bulan Dubois de, hayatının sonuna doğru gerçeği itiraf etmiş ve Java adamı olarak ileriye sürdüğü yaratığın gibbon maymunu olduğunu açıklamıştır. Ama artık ok yaydan çıkmış, Java adamı evrimciler katında müstesna yerini almıştır.

Orta öğretim ve hatta yüksek öğretim kitaplarında hemen hepimizin zaman zaman şahit olduğu; yüzü kıllı, alnı çekik, burnu ve çenesi ileriye doğru çıkmış Java adamının gerçekle ilgisi yoktur. O halde bu resim ve şekiller nedir? Bunlar tamamen hayal mahsulü olarak çizilmiş veya elle yapılmış modellerdir.

2— Pekin Adamı

Bu yaratığın; üç azı dişi, kafatası parçası ve iki alt çeneden meydana geldiği iddia edilir. "İddia edilir" diyoruz. Çünkü, adı geçen bu fosillerden iki diş hariç, diğerleri mevcut değildir. Şu anda sadece bu iki dişle evrimci Weidenreich tarafından yapılmış modeller bulunmaktadır.

Pekin adamına ait fosillerin kaybolduğu ileri sürülür. Bunların kayboluş hikayesi ise anlatana göre değişmekte, gerçek durumu hiç kimse bilmemektedir. Bazı evrimciler, 1921-1928 yılları arasında Dr. Black tarafından bulunan bu fosillerin, İkinci Dünya Harbi esnasında Japonlar'ın Pekin'i istilası sırasında kaybolduğunu iddia ederler. O sıra Pekin'de görevli bulunan O'Connel ise, Japonlar'ın buraya gelmediğini, bu fosilleri evrimcilerin kendilerinin imha ettiğini belirtir. Ona göre, eldeki materyaller iddia edildiği gibi maymunla insan arasında geçişi gösteren bir varlığın fosilleri değildir. Kafatası, o devirde avcıların avladıkları orangutan maymununa aittir. Bu hakikati gizlemek için evrimciler, eldeki fosilleri kendileri imha etmişlerdir.

Yapılan araştırmalar da Pekin adamının, insanın evrime uğramış bir atası değil, orangutan benzeri bir maymun olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Şimdi bir biyoloji kitabına baksanız, Pekin adamına ait düzgün bir baş modeli veya kafatası iskeleti ile çene kemiği ve dişlerin resmini görürsünüz. Bunlar gerçeği değil, evrimci Weidenreich'in hayalindeki varlığı yansıtırlar. Çünkü, hakikatte ne böyle bir varlık yaşamış ve ne de fosili bulunmuştur.

3— Piltdown Adamı

İngiltere'de bulunduğu 1912 yılından 1960'lı yıllara kadar hakkında ciltlerle kitap yazılmış bir varlık da Piltdown adamıdır. Bu kitaplarda insanın maymundan nasıl evrimleştiği, adı geçen fosil delil gösterilerek enine boyuna anlatılır. Bu izahlar zaman zaman inandırıcı da olmaktadır. Zira, mevcut fosiller içinde en idealidir. Bütün kafatası ve çene kemikleri ile dişler tamdır. Bu fosil, bir müze müdürü olan Woodward ile tıp doktoru Dawson tarafından bulunmuş ve takriben 500 bin yıl önce yaşamış olduğu bildirilmiştir.

1955 yılından sonra fluor testine tabi tutulan bu fosilin öyle iddia edildiği gibi eski değil, çok yeni olduğu ortaya çıktı. Daha sonra üzerinde yapılan detaylı araştırma ile eldeki materyalin sahtekarlık belgesi olduğu görüldü. Hem öyle bir sahtekarlık belgesi ki, kafatası ve dişler insana, çene ise 10 yaşındaki bir orangutan maymununa ait. Bu insan dişleri, maymunun çene kemiğine uydurmak için eğelenmiş. Bununla da kalınmamış. Kafatası ve çene kemiklerine, eskiye ait olduğu görüntüsünü vermek için potasyum dikromat ile lekelendirilip Piltdown semti yakınında bir çukura gizlice gömülmüş. Tabii bir müddet sonra da buradan merasimle çıkarmak için.

Bu sahtekarlığın ortaya çıkmasıyla ne değişti? Hemen hemen hiçbir şey. Sahtekarlığı yapanlar ölmüştü. Mes'uliyeti kimse üzerine almadı. Bu fosilleri ilim alemine takdim edenler ise, Afrika ve Avustralya'da yeniden arzularına uygun fosil aramaya başladılar. Bunlar zaman zaman insanın atasına ait olan fosiller bulduklarını iddia ediyorlar. Bu fosillerin insanın atası ile bir ilgisinin olmadığını anlamak için tekrar 40-50 yıl beklemeye bilmem gerek var mı?

4— Nebraska Adamı

Evrimciler tarafından insanın atası olarak ileri sürülen fosillerden birisi de Nebraska adamıdır. Tennessee'de H.F. Osborn tarafından 1922 yılında ortaya atılmıştır. Bu varlığa ait delil nedir? Sadece bir azı dişi. Bu dişin takriben bir milyon yıl önce yaşadığı farz edilen Prehistorik (Tarih öncesi) insana ait olduğu iddia ediliyordu. William Bryan, tek azı dişi ile insanın atası hakkında hüküm vermede acele edilmemesi gerektiğini bildirince bütün şimşekleri üzerine çekti. Evrimciler kendisini, geri kafalı olmakla itham ettiler. Fakat yıllar sonra yapılan detaylı araştırmalarla bu dişin bir domuza ait olduğu ispatlandı.

5— Hong Kong Adamı

Bu adamın da tuhaf antropolojik bir hikayesi vardır. Von Koenigswald, bir Çin dükkanından bir miktar fosil diş satın alır. Bunlardan üç dişi ayırır, bir kenara koyar. Bu hususta kendisine Weidenreich de yardımcıdır. Neticede bu üç dişe dayanarak bir fosil adam tayinine karar verirler. Buna bir de isim gereklidir. O da bulunur, "Hong-Kong Adamı." (*)

Sonuç olarak denilebilir ki, canlıların silsile halinde birbirinden hasıl olduğu görüşü tutarsız, tamamen sathi ve subjektiftir. İnsanın geçmişi ile ilgili iddialar da bu paraleldedir. Hiç bir ilmi delili ve tutarlılığı yoktur. Üstelik bugün evrimcilerin bazı sahtekarlıklarının ortaya çıkmış olması, kendilerine güveni iyice sarsmıştır.

Anlaşıldığı kadarıyla, bütün canlılar ve hususan insan, doğrudan mükemmel şekliyle yaratılmıştır.

Evrimcilerin yanıldığı noktalardan birisi de, bütün hayvan ve insanları; göz, kulak, burun vb. gibi organlardan ibaret olarak değerlendirmeleridir. Bir türden bir başkasının teşekkül ettiği iddia edilirken, bunların his ve duygu dünyasını da gözden uzak tutmamak gerekir.

Ceset veya vücut, canlıların elbisesi gibidir. Her canlının cesedi de ruhuna, hissiyatına uygundur. Koyunun bedenine münasip ruhu ve aslanın da yine ruhuna uygun bir bedeni vardır.

Koyunun ruhu ottan hoşlanır. Ona aslanın pençesini takmakla duygularını değiştirebilir miyiz? Bütün vücut üyelerini değiştirsek bile, ruhunu değiştiremediğimiz sürece, o yine ot peşinde koşan munis bir koyun olarak kalacaktır.

İnsan da böyledir. Onun da cesedi, ruhunun elbisesidir. Bedeniyle ruh duyguları arasında tam bir uygunluk vardır. İnsanda yazma hissi mevcuttur. Elleri de buna uygun olup kalemi tutacak şekildedir.

Görüldüğü gibi, maddeten ve manen mükemmel insan bedeninin; "Bir takım hayvani bedenlerin evrimiyle meydana geldiği"ni ileri sürmek, bu noktadan da tutarsızdır.

Batı'da evrim teorisinin lehinde büyük bir kampanya yürütülmektedir. Bu kampanyanın hangi ölçülerde sürdürüldüğü, aşağıdaki bir kaç misalle bir nebze anlaşılacaktır, sanırım.

Önde gelen biyoloğlardan A. N. Field, 1971 yılında yayınladığı "The Evolution Hoax Exposed" isimli eserinde şu görüşlere yer verir:

"...Evrimin ispat edilmiş bir vakıa olduğu, halkın boğazına takılırcasına her fırsatta tekrar edilmektedir... Evrim teorisinin, ilim kisvesi altında bir şebeke tarafından yürütüldüğü bilinmektedir."

Meşhur bir anatomi profesörü olan Thomas Dwight'ın ifadeleri de oldukça dikkat çekici. Bakın ne diyor:

"Evrim konusunda kurulmuş olan diktatörlük, meselenin dışında olanların tahmin edemeyeceği kadar despot hale gelmiştir. Sadece düşünce sistemimizi etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda terör çağlarını aratan bir baskıyı da sürdürüyor. Acaba bilim dünyası liderlerinden kaç tanesi bu konudaki düşüncelerini aynen açıklayabilir?"

İngiltere Kraliyet Derneği üyesi Paleontolog Merson Davis, 1926 yılında Victoria Enstitüsü yayınlarından birinde şunları yazmaktadır:

"Bugünlerde evrime karşı çıkmak, başkalarının da söylediği gibi para kazandırmıyor... Acaba kaç kişi Avrupa çapında meşhur zoolog Fleischmann'ın, evrimin ilmi olarak kabullenemeyeceğini ifade eden sözlerinden haberdardır? Fleischmann'a hiç kimse doğrudan doğruya karşı çıkmamıştır. Fakat üstü kapalı bir şekilde kınanmış ve kısa zamanda unutturulmuştur. İlim adamları, bu ve buna benzer hadiselerle karşılaştıkça bu konudaki fikirlerini beyan etmeyip kendilerini saklamaktadırlar."

1928 yılında Paul Shorey, Amerika'da yayınlanan Atlantic Montly dergisinde aşağıdaki görüşlere yer verir:

"Sadece gazete idarehanelerinde değil, Kuzey Amerika'daki bütün üniversitelerde hiç bir şey 'EVRİM' kadar kutsal olamaz. Bunun tenkidi mümkün değildir. Bir profesör, Hıristiyanlığa, ABD anayasasına, George Washington'a, kadın haklarına, evliliğe veya özel mülkiyete serbestçe dil uzatabilir. Fakat evrime asla... Bu, müsamahasızlık ve geri kafalılık olur."

Sir Ambrose Fleming'i sanırım tanımayan yok gibidir. Bu zat, radyo yayınlarını sağlayan termo iyonik radyo lambasını keşfetmiştir. 1934 yılında İngiltere'de teşekkül eden evrimi protesto hareketinde Fleming de vardır ve evrimi çürütecek bir metni radyoda okumak için BBC (İngiliz radyo ve televizyon kurumu) idaresinden müsaade ister. Fakat BBC müdürü C. A. Siepmann bu teklifi reddeder. Gerekçesi de şudur:

"Memlekette önde gelen bilginlerin çoğunluğunun desteğini sağlayabilmemiz için bu tip yayın yapılmaması, BBC'nin umumi politikasıdır."

Evrim lehindeki bu baskı, meşhur biyolog Prof. Sir William Batenson'u ise hayata küstürmüştür. Batenson, Amerikan ilmi İlerleme Birliği'nin Toronto'da yapılan kongresinde evrimi destekleyen delilin bulunmadığını dile getirmiştir. Lakin, tarafsız bir şekilde ortaya koyduğu bu düşüncesinden dolayı meslektaşlarının üzücü ve devamlı protestosuyla karşılaşması, O'nu büyük bir ümitsizliğe itmiş ve sonunda mesleğini terk etmiştir.

Dünya çapında meşhur evrimcilerden Douglas Dewar 1912 yılında "Türlerin Teşekkülü" adlı evrimi destekleyen bir kitap yazar. Bu kitabı, devrin başkanı Roosevelt tarafından da tavsiye görür. Dewar bu yayınından sonra araştırmasını daha da genişletir ve Hindistan kuşlarını detaylı şekilde inceler. Neticede, ani mutasyonlarla (değişme) türlerin değişmediği kanaatine varır ve evrim teorisini reddeder. Daha sonra "İnsan Özel Yaratık" adlı kitabını neşreder. Bu kitabının bir yerinde şöyle der:

"Evrimcilerin basını ele geçirmelerinin önemini pek az insan idrak etmiştir. Bu gün pek az dergide evrim teorisini reddeden makale çıkar. Hatta dini dergilerin bile bir çokları insanın hayvan soyundan geldiğini kabul eden modernistlerin elindedir... Genellikle bütün gazetelerin yazı işleri müdürleri evrimi, ispat edilmiş bir vakıa olarak bilmekte ve bu teoriye karşı herkesi cehalet, ya da delilikle suçlamaktadırlar... Hemen hepsi, evrimciler tarafından çıkarılan ilmi mecmualar ise, evrim mefhumuna ufak bir gölge düşürecek yazıyı bile yayınlamak istememektedirler... Kitap neşredenler ise, yürürlükte olan böyle bir teoriye karşı çıkıp da üzerine hücumlar toplayacak veya rağbet görmeyecek bir kitabı basmazlar. Hatta basım masrafları yazara ait olsa bile... Bununla yayınevinin itibar kaybedeceğini düşünürler. Böylece halk, meseleyi tek yönlü olarak bilmektedir. Halktan birisi, evrimi, yer çekimi kanunu gibi ispat edilmiş bir gerçek olarak bilir."

Batıdaki bu taassubun uzun sürmemesini dileriz.

Evrim teorisini müdafaa edenlerin büyük bir kısmının esas maksadı, insanın maymundan geldiği safsatasını zihinlerde yerleştirmektir. Bunu doğrudan söyleyemedikleri için, ilim kisvesi altında evrim teorisini ileri sürüp, bunu ispata çalışırlar.

Akla şöyle bir soru gelebilir: Niçin ısrarla insanın maymundan geldiği iddia ediliyor? Bu sorunun bir kaç cevabı olabilir.

Birinci ve en önemlisi; inançları sarsarak, materyalist felsefeyi ve inançsızlığı bütün dünyaya yaymaktır. Gerek Kur'an-ı Kerim'de ve gerekse İncil ve Tevrat gibi diğer semavi kitaplarda; insanın ilk atasının Hz. Adem olduğu bildirilir. Onun da topraktan yaratıldığı beyan edilir. Dolayısıyla dini inancı sarsmanın yollarından birisi, bu semavi hükme ters düşen felsefeyi ileri sürmektir.

Evrim nedir? İleri sürdüğü deliller nelerdir? Teori nedir? Bu teorinin leh ve aleyhindeki düşünceler nelerdir? Bütün bu soruların cevabını anlama ve araştırma safhasında olmayan gençlerin zihinleri, biyolojiden tarihe varıncaya kadar bütün derslerde evrim felsefesinin bombardımanı altındadır.

Evrim felsefesinin özellikle insanın geçmişi ile alakalı görüşü, ilim kisvesiyle bir kanun gibi devamlı telkin edilir. Ayrıca, evrim anlatıldıktan sonra, din ve ilmin çatıştığı tekerlemesinin de hemen ilave edildiğini unutmamak icap eder. Belki de bu genç, din ile ilmin değil, gerçekte evrim felsefesinin ortaya koymaya çalıştığı hayal mahsulü ile dinin çatıştığını, hayatı boyunca öğrenme imkanı bulamayacaktır.

Bazılarının evrimi savunmasının diğer bir sebebi de mesuliyetten kaçma hissidir. Çünkü, yaratılışı kabul, bir Yaratıcının varlığını gerektirir. Yaratıcıyı kabul edince ardından O'nun emir ve yasaklarına riayet gelecektir. Bu sorumluluktan kaçmanın tek yolu, yaratılışı tesadüf ve sebeplere havale etmektir.

(*) Daha fazla bilgi için: Fosiller ve Evrim, Tercüme; Â. Tatlı, Cihan Yayınları, 1984.

(**) Daha fazla bilgi için: Şişli, N. ve ark. Genel Biyoloji, MEB Yayınları, 1979, Ankara.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yalan dolan boş laf.

Edit:

Ayrıca sen bildiğim kadarıyla biyolog değilsin.

O halde kaynakları "daha fazla bilgi için bakınız" şeklinde veremezsin.

Biyolog olmadığın için kaynaktan cümlesi cümlesine alıntı yapacaksın.

kısmındaki yorumum geçersizdir. Sanırım yazı komple ismini verdiğin adama ait.

O halde yalan dolan ve boş laf kısmını da o arkadaşa ilet.

Senin şahsına yönelik eleştirileri geri alıyorum. Kusura Bakma.

tarihinde ateist.bakis tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Şahsıma yönelik yapmış olduğun eleştirilerin hiçbirisini üzerime alınmıyorum.Fakat eleştirileri geri almak için "Klavyede,Enter tuşu üzerinde,virgül tuşunun sağında; sol tarafa doğru bir ok var.Ok figürü silinmiş ise anlattığım yerde ki "tuş"u kullan"..

Ayrıcada alıntı yaptığım makaleyi okumadan yorum yapmışsın.

Yalan,dolan,boş laf" demişsin.. Ortaya atılan herhangi bir iddia söz konusu değil. Hayal ürünü olan "Evrim teorisi"nin hayallerden silinmesi için yazılmış,çok,"Mantıklı" bir makale.

Okumanı tavsiye ederim. Okumadan yorum yapmamanıda!

Link to post
Sitelerde Paylaş

Şahsıma yönelik yapmış olduğun eleştirilerin hiçbirisini üzerime alınmıyorum.Fakat eleştirileri geri almak için "Klavyede,Enter tuşu üzerinde,virgül tuşunun sağında; sol tarafa doğru bir ok var.Ok figürü silinmiş ise anlattığım yerde ki "tuş"u kullan"..

Ayrıcada alıntı yaptığım makaleyi okumadan yorum yapmışsın.

Yalan,dolan,boş laf" demişsin.. Ortaya atılan herhangi bir iddia söz konusu değil. Hayal ürünü olan "Evrim teorisi"nin hayallerden silinmesi için yazılmış,çok,"Mantıklı" bir makale.

Okumanı tavsiye ederim. Okumadan yorum yapmamanıda!

Başlık makalenin içine ediyor.

Ben uçan ejderha başlıklı bir yazıyı okumam.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evrim kuramının insanla ne alakası var?

Evrim kuramı bütün canlıları kapsar.

İnsan da bir canlıdır.

Hepsi o kadar..

Bu aptalca yazı ile evrim kuramı mı reddediliyor, yoksa insanın evrimi mi?

Önce ona açıklık getirin.

Bu arada evrim konusunda Darwin gibi düşünen Wallace'a göre bütün canlılar evrildikleri halde, insan gökten zembille inmiştir.

İnsanı Tanrı yaratmıştır.

Buna katılıyor musunuz?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Okumadım yazıyı ama aklıma ilk gelen soru şu.

Tanrı insanı yaratıcak , ilk önce gidiyor topragı yaratıyor topragı kullanarak insanı yaratıyor.

Tanrı hiçbirşeyi tek seferde yapamazmı ?

Bir kitap indirir değiştirirlir bi tane daha bi tanede daha... Binlerce peygamber yollar vs.

Çok yeteneksiz oldugu izlenimi veriyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evrim kuramının insanla ne alakası var?

Evrim kuramı bütün canlıları kapsar.

İnsan da bir canlıdır.

Hepsi o kadar..

Bu aptalca yazı ile evrim kuramı mı reddediliyor, yoksa insanın evrimi mi?

Önce ona açıklık getirin.

Bu arada evrim konusunda Darwin gibi düşünen Wallace'a göre bütün canlılar evrildikleri halde, insan gökten zembille inmiştir.

İnsanı Tanrı yaratmıştır.

Buna katılıyor musunuz?

Evrimciler tarafından, insanla maymun arasındaki genetik benzerliğin %98 olduğu iddia edilmekte ve dolayısıyla maymunla insan arasında evrim bakımından bu yönüyle ilişki kurulmaya çalışılmaktadır. Bu, iddianın bilimsel dayanağı yoktur. İnsan ve maymun genlerinin %98 birbirine benzediği iddiası, yıllar önce evrimciler tarafından üretilmiştir ve devamlı olarak bir slogan gibi kullanılmaktadır. İnsanda ve şempanzede bulunan 30-40 civarındaki temel proteindeki aminoasit dizilimlerinin ayniliği, bu benzerlik iddiasına delil olarak ileri sürülmektedir.

İnsanda yaklaşık 100 bin protein vardır. Bunların içerisinde 40 tanesinin benzer olması, insanla maymunun %98 benzer olduğunu göstermez. Böyle bir yaklaşım, bilimsel olmaktan çok, propaganda amaçlıdır. Kaldı ki, bu 40 proteinin DNA benzerliği konusu da tartışmalıdır.

Bu benzerlik iddia edildiği gibi %98 bile olsa, bu iki canlı grubu arasında evrimsel bir ilişki kurulamaz. Çünkü, türler çok hususi genetik şifrelere sahiptir.

Temel proteinler, bütün canlılarda ortak hayati moleküllerdir. Dolayısıyla bu yapılar bakımından canlılar arasında benzerlikler fazladır. Çünkü bütün canlılar, aynı moleküllerden oluşmaktadır. Bu bakımdan genetik yapı temellerinin de benzemesi gayet normaldir. Temel yapıların benzerliği, evrimin değil, bütün varlıkların ustasının aynı olduğunun ve hepsinin aynı plan üzerine yaratılmış olmalarının delilidir. Nitekim, nematod solucanları ile insan DNA'ları arasında %75'lik bir benzerlik vardır(1).

Bu demek değildir ki, solucanla insan arasında benzerlik %75’tir. İki canlı türündeki genetik yapı farklılığı %1 bile olsa, bu fark, o iki canlı türünün tamamıyla farklı özelliklere sahip olması manasına gelmektedir. Burada göz önünde tutulması gereken önemli bir husus, canlı vücutlarında bulunan bir genin, birden fazla özellik üzerinde etkili olmasıdır. Bir başka deyişle, bir özellik birden fazla gen tarafından kontrol edilmektedir(2).

İnsana benzerliği olan canlılar sadece maymunlar da değildir. Anatomik yapısı itibariyle maymun, zeka itibariyle at, konuşma yönüyle papağan, sanat yönüyle bal arısı, sosyal yaşayış itibariyle karıncalar, yavrularına gösterdiği şefkat yönü itibariyle penguenler, insana diğer canlılardan daha yakındır. Kaldı ki, insanı diğer canlılardan ayıran sadece anatomik yapı, ya da birkaç özellik değildir. İnsanın muhakeme etmesi, akletmesi, vicdan sahibi olması, yargıda bulunması, hayali, hafızası, muhabbeti, konuşması, düşünmesi ve inanç sahibi olması en önde gelen vasıflarıdır.

“Siz canlıların birbirinden silsile halinde, ilk canlının da tek hücreden gelişigüzel ortaya çıktığını iddia ediyorsunuz. Fakat, bu iddialarınızı doğrulayacak deliliniz elde yok. Kaldı ki, günümüzdeki her bir tür, hatta her bir fert tek hücreden meydana gelmiyor mu?"

Ortaya konacak bazı benzerlikler, milyonlarca türün tesadüfen birbirinden meydana geldiği genellemesini yapmak için, bilim bakımından hiç yeterli değildir. Ama ideolojik bakılır, bir yaratıcı kabul etmemek için tabiata ilahlık görevi yüklenirse, o noktada söylenecek çok fazla bir şey yoktur.

İşte savunduğunuz "Neden tesadüf olamaz? bal gibide olur" diye bildiğiniz şeyin imkansızlığının bir göstergesi!..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Muhattabım değilsin bundan böyle.Okumadıysan ve okumicaksan ne diye yorum yapıyon be akıllı.

Böyle küsüp gitme bak sevap pointler kaçıyor ^_^

Okumadım çünkü , dinci kesim sürekli evrim teorisi ile ugraşmakta.

Sende bu kesimdensin yazının teması az çok belli oluyor.

Kesinliği kanıtlanmış bir teori var ortada artık bunu tartışmak yordu.

Düşünsene hala üçgenin iç açılar toplamının 180 oldugunu tartışsak ne kadar ilerleyebilirizki ?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evrimciler tarafından, insanla maymun arasındaki genetik benzerliğin %98 olduğu iddia edilmekte ve dolayısıyla maymunla insan arasında evrim bakımından bu yönüyle ilişki kurulmaya çalışılmaktadır. Bu, iddianın bilimsel dayanağı yoktur. İnsan ve maymun genlerinin %98 birbirine benzediği iddiası, yıllar önce evrimciler tarafından üretilmiştir ve devamlı olarak bir slogan gibi kullanılmaktadır. İnsanda ve şempanzede bulunan 30-40 civarındaki temel proteindeki aminoasit dizilimlerinin ayniliği, bu benzerlik iddiasına delil olarak ileri sürülmektedir.

İnsanda yaklaşık 100 bin protein vardır. Bunların içerisinde 40 tanesinin benzer olması, insanla maymunun %98 benzer olduğunu göstermez. Böyle bir yaklaşım, bilimsel olmaktan çok, propaganda amaçlıdır. Kaldı ki, bu 40 proteinin DNA benzerliği konusu da tartışmalıdır.

Bu benzerlik iddia edildiği gibi %98 bile olsa, bu iki canlı grubu arasında evrimsel bir ilişki kurulamaz. Çünkü, türler çok hususi genetik şifrelere sahiptir.

Temel proteinler, bütün canlılarda ortak hayati moleküllerdir. Dolayısıyla bu yapılar bakımından canlılar arasında benzerlikler fazladır. Çünkü bütün canlılar, aynı moleküllerden oluşmaktadır. Bu bakımdan genetik yapı temellerinin de benzemesi gayet normaldir. Temel yapıların benzerliği, evrimin değil, bütün varlıkların ustasının aynı olduğunun ve hepsinin aynı plan üzerine yaratılmış olmalarının delilidir. Nitekim, nematod solucanları ile insan DNA'ları arasında %75'lik bir benzerlik vardır(1).

Bu demek değildir ki, solucanla insan arasında benzerlik %75’tir. İki canlı türündeki genetik yapı farklılığı %1 bile olsa, bu fark, o iki canlı türünün tamamıyla farklı özelliklere sahip olması manasına gelmektedir. Burada göz önünde tutulması gereken önemli bir husus, canlı vücutlarında bulunan bir genin, birden fazla özellik üzerinde etkili olmasıdır. Bir başka deyişle, bir özellik birden fazla gen tarafından kontrol edilmektedir(2).

İnsana benzerliği olan canlılar sadece maymunlar da değildir. Anatomik yapısı itibariyle maymun, zeka itibariyle at, konuşma yönüyle papağan, sanat yönüyle bal arısı, sosyal yaşayış itibariyle karıncalar, yavrularına gösterdiği şefkat yönü itibariyle penguenler, insana diğer canlılardan daha yakındır. Kaldı ki, insanı diğer canlılardan ayıran sadece anatomik yapı, ya da birkaç özellik değildir. İnsanın muhakeme etmesi, akletmesi, vicdan sahibi olması, yargıda bulunması, hayali, hafızası, muhabbeti, konuşması, düşünmesi ve inanç sahibi olması en önde gelen vasıflarıdır.

“Siz canlıların birbirinden silsile halinde, ilk canlının da tek hücreden gelişigüzel ortaya çıktığını iddia ediyorsunuz. Fakat, bu iddialarınızı doğrulayacak deliliniz elde yok. Kaldı ki, günümüzdeki her bir tür, hatta her bir fert tek hücreden meydana gelmiyor mu?"

Ortaya konacak bazı benzerlikler, milyonlarca türün tesadüfen birbirinden meydana geldiği genellemesini yapmak için, bilim bakımından hiç yeterli değildir. Ama ideolojik bakılır, bir yaratıcı kabul etmemek için tabiata ilahlık görevi yüklenirse, o noktada söylenecek çok fazla bir şey yoktur.

İşte savunduğunuz "Neden tesadüf olamaz? bal gibide olur" diye bildiğiniz şeyin imkansızlığının bir göstergesi!..

:)

Ben de seni adam yerine koyup bir şey tartışıyordum onca zaman.

Üzgünüm ama sen çok cahil birisin.

Tükürük gibi aynen, nereye tükürülürsen orada yapışıp kalıyorsun.

İlkesel olarak sana küfretmem yanlış ama bir küfür etsem yerinde olur mu diye sorarsan, küfür aynen senin gibiler için icat edilmiş bir şeydir derim.

Sen benim "ignored users" listemdesin, mükünse bundan sonra benim yazdığım iletilerle çatışmamaya çalış (yani yazma bir şey).

Hatta sen bilirsin ama mümkünse git 1 yıl eğit kendini öyle gel.

tarihinde ateist.bakis tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Duygu organlarının görevi farklı olduğu gibi, tesir sahaları da sınırlıdır. Kulağımızla bütün sesleri işitebiliyor muyuz? Hayır! Sadece titreşimleri 20 ile 20.000 arasındaki sesleri alabiliyoruz. Nitekim göz de ancak belli dalga boyundaki ışıkları seçebiliyor. Yedi renkli bir daireyi hızla döndürünce beyaz görürüz. Beyaz ışık da renk tayflarına ayrılınca yedi renk olarak karşımıza çıkar. Demek ki, göz aldanabiliyor. Bir başka misal; sıcak sudan çıkan elimizi ılık suya batırınca, bu suyun soğuk olduğuna hükmederiz. Ama hakikatte su ılıktır.

Aslında burada aldanan ne gözdür, ne de el. Beyin, bu duyu organlarından gelen bilgilere dayanarak hükümler çıkarmıştır. Yani, her iki halde de yanılmış olan beyindir.

duyamadığımız ve algılamadığımız şeyleri beynimizin icatları olan dedektör benzeri araçlarla ölçüyor varlığını bilimsel olarak ortaya koyuyoruz.

Herhangi bir konu hakkında akıl; “tüme varım” ve “tümden gelim” metotlarıyla değerlendirme yapar ve bir hükme varır. Bu hüküm gerçek bir hüküm olmayabilir de. Zira, daha sonra duyu organlarının akla vereceği malzemenin değişmesiyle aklın ortaya koyacağı kıymet hükümleri de değişebilecektir. Çünkü, tesir sahaları sınırlı olan duyu organlarından elde edilmiş bilgilerin de eksik olacağı tabiidir. Yetersiz bilgi ile aklın yeterli hüküm çıkarması beklenebilir mi? Bundan dolayı bir çokları tarafından bilim; "Her an yanlışlığı ispatlanabilen değer hükümleri" olarak tarif edilir.

kendiniz ve etrafınızdaki olaylarıda duyu organları ile algılıyorsunuz. onlarıda yok sayabilirsiniz. hatta islamda size duyu organlarıyla tebliğ edilmelidi mi? demek ki islamda yokmuş bu mantığa göre.

150 yıl önce ses ve şekillerin nakliyle ilgili bilgiler şimdikinden çok eksikti. Bu bilgilerle o zaman, görüntülerin nakledilemeyeceği hükmü çıkarılmıştı. Demek ki çevreden elde edilen bilgilerin değişmesine paralel olarak, aklın ortaya koyduğu değer hükümleri de değişiyor.

150 sene önce kalıtım iyi bilinmiyordu. ama bu darwin2in teorisine aykırı bir durum değil. eksiklikler giderildi ve evrim kuramındaki parçalar yerine oturtuldu. modern genetik ile darwincilik sentez edilerek modern sentetik kuram oluşturuldu. bugün biliyoruzki doğalseçilimin elediği bireyden daha çok mutasyonlar ve genlerdir.

O halde, ilk insanın yaratılışı hakkında öyle bir hüküm ortaya koymalıyız ki, zaman ve zemine bağlı olarak değişmesin. Yani, gerçek bir hüküm olsun.

Akıl yaratılışı tek başına ne dereceye kadar kavrayabilir? Bu sorunun isabetli cevaplandırılması, mes'elenin çözümünü yarı yarıya kolaylaştıracaktır.

Aklın nüfuz edebildiği saha belirli ve sınırlıdır. Bu alan dışında kalan ve aklın tek başına çözemediği problemler, metafiziğin konusunu teşkil ederler.

yine bu iddialarda sizin aklınızın ürünü değil mi? akıl kendini mi çürütüyor? daha söylediğiniz şeyin kendi içinde tutarlılığı yok.

Bu değişiklikler nasıl oldu? Bunu kim yaptı? Evrimcilere göre bu soruların cevabı gayet basittir. Bu farklılaşma onlara göre; tesadüfen olmuştur. Bu durumun ise çok uzun zamanda cereyan ettiğini söylerler. Mesela; ne kadar zamanda? Bu zaman öyle bir süredir ki, tetkiki mümkün değildir. Faraza, iddia ettikleri değişikliğin, ileri sürdükleri zamanda cereyan etmediğini ortaya koysanız, evrimci sizi başka geçmişlere havale eder.

her şey tesadüfle olmuyor mu? mesela meteor yağmurları.. koca evrende ve koca dünyamızda elbette olay tesadüfle gerçekleşebilir. bir kutu kavanozun içinde tesadüfen çıkmadı yaşam.

Evrimciler, bırakın yeni canlıların ortaya çıkışını, insan türünün ırklarını bile açıklayamıyorlar. Meşhur evrimci T. Dobzhansky, bununla ilgili olarak şöyle diyor:

"Darwin'den bu yana bir asır geçtiği halde, insan türündeki farklı ırkların orijinine ait problemi çözemedik. Mesele hala bir asır önceki kadar karışık." (*)

Bir kimse, ırkların orijinini dahi izah edemeyen bir teoriyle, bütün canlıların yaratılışı ve geçirdiği değişiklikler gibi derin meseleleri nasıl açıklayacaktır? Anlaşılan odur ki, evrim teorisine ilmi delillerle yaklaştıkça, bu teorinin müdafaası imkansız hale gelecektir.

yalandan kim ölmüş. ırkların genomları çıkarılmıştır. insanınkide öyle. insan ve maymun genomları arasındaki homolog gen ve karakterler bile belirlenmiiştir. bunların ortak genden nasıl varyant üreterek milyonlarca yılda ayrıştığına değin belirlenmiştir.

Paragrafın devamında "dünyaya gelişini kendisi başarmış bir insan" deniyor. Bir yaşında ancak ayağa kalkabilen ve 5-6 yaşında çevresini tanımaya başlayan insanın, kendisini yokluktan meydana getirmesine imkan var mı? Başlangıçta yok olan insan nasıl kendisini meydana getirecek?

sen o insanın tek başına cansız maddeden bir anda oluştuğunu mu düşünüyorsun. onun anası babası ve ataları yok mu? bunu kişisel değil tür kapsamında ele alacaksın. ilk insana ve onun atalarına, memeli hayvanların evrimine değin.

Meseleleri doğru değerlendiremeyeceği düşüncesi ile 18 yaşına kadar kendisine kanuni ehliyet tanınmayan insana Simpson, anne karnında ve hatta önceki safhalarda kendi kendini idare ettiriyor.

En basit bir hücre içinde bile, yüzlerce olay bir anda cereyan ediyor. Milyonlarca hücreden meydana gelen ve hücreleri devamlı değişip tazelenen insanın, kendisini idaresi elbette düşünülemez. Kalbin çalışması, sinir sisteminin işlemesi, kanın temizlenmesi ve besinlerin sindirim için hazırlanıp taşınması gibi yüzlerce olayın cereyanı insanın isteğine mi bağlı? Hayır. İnsanın hiç müdahalesi olmadan bu hadiseler devam ediyor. Simpson'un kendisi de bu kanunun dışında değil.

o zigotun meydana gelmesi için memeli hayvanların oluşması, memeliler içinde plasentalıların oluşması, plasentalılarda primatların çıkması ve en son insana doğru maymundan geçiş olması gerekiyor. ilk kez içdöllenme denilen sudan karaya evrilmiş kara omurgalılarında meydana gelen bir durum. türlere ait olan olguları bireye indirgeyerek gözboyama çabasında. bu gibi şeylerin zaten kendisi biyolojik evrimin neticesi. mesela sindirim sisteminin atası ikincil ağızlı solucanlara kadar iner, kalp organı kapalı dolaşım sistemine sahip ilk omurgasızlara vs.

Evrim teorisinin bütün ilim adamları tarafından kabul edildiği sık sık tekrarlanır. Aslında, bu, münakaşayı kazanmak için uydurulmuş ve alışkanlık haline getirilmiş bir yoldur.

evrimi kabul etmeyen biyolog bilim adamı değildir, olsa olsa yobaz bir dallama olabilir.

Yapılan araştırmalar da Pekin adamının, insanın evrime uğramış bir atası değil, orangutan benzeri bir maymun olduğunu ortaya çıkarmıştır.

pekin adamı, homo erectus türünün asya'da bulunmuş bir örneğidir. bunun türdeşleri afrika kıtasında zaten yerleşik olarak sürüyle bulunmuştur.

3— Piltdown Adamı

üzerinden yüz sene geçmiş ağzınıza sakız ettiğiniz bu örnek bunu hazırlayanın sorumluluğundadır. ne evrim kuramının bilimini ne de diğer bilim adamlarını alakadar etmez.

üstelik bu sahtekarlığı açığa çıkaranda din adamları değil yine başka evrimci bilim adamları olmuştur.

Evrimcilerin yanıldığı noktalardan birisi de, bütün hayvan ve insanları; göz, kulak, burun vb. gibi organlardan ibaret olarak değerlendirmeleridir. Bir türden bir başkasının teşekkül ettiği iddia edilirken, bunların his ve duygu dünyasını da gözden uzak tutmamak gerekir.

hayır, kulak dediğin dış kulak sadece memelilerde vardır, burunda mesela balıkta ahtapotta bilmem nede yoktur. daha doğru dürüst ilkokul öğrencisi kadar canlıların neye sahip olduğunu bilmiyorsunuz gelmiş bir de canlılığın evrimi üzerine eleştiri yapmaya kalkıyorsunuz. ayrıca sadece duyu organlarından ibaret oluyorda beyin ne işe yarıyor e be aklıevvel.

geri kalanıda aynı biçimde demagojik zırvalıklar. vaktim olduğundan kısaca eğleneyim dedim, aslında tam tavanarasına layık bir başlık. yine lafları üstüste dizip ortalığı lafa boğarak saçma sapan iddialarınızı cahil insanlara benimsetme derdindesiniz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

O kadar gereksiz, o kadar gerizekalı ki, bilmesem eğer, bu yazı mutlaka bir müslümanın elinden çıkmıştır diyeceğim...

İler tutar yanı yok, neresinden tutarsam tutayım elimde kalıyor. Bu yazının eleştirilecek yanı yok, çünkü komple saçmalıklar yumağı.

Yahu kardeşim, elini sıcak sudan çıkarıp ılık suya sokacak olduğunda su sana soğuk gelebilir ama, o su elini sıcak sudan çıkarmamış bazı canlılara da soğuk gelebilir. Her iki durumda da suyun saltık ısısı aynıdır, bunun akılla ne alakası var?

Neymiş efendim, akılsız varlıkların birleşmesinden akıllı varlık nasıl oluşurmuş da muş muş... Ulan gerizekalı yaratık, plastik bir şişe kapağını önüne al, sabahtan akşama kadar parmağınla vur ona, bir tek harf yazmasını sağlayabiliyor musun? Ama şu copy-paste yaptığın saçmalıklar yumağı yazıyı buraya asmak için sadece ctrl+c ve ctrl+v tuşlarına basarak bunu başarabildin. Bu başarın, adını saydığım tuş şeklindeki o iki plastiğin eseri midir, yoksa plastik, bakır, cam vs. malzemenin bir araya gelmesi sonucu oluşmuş bilgisayarın eseri midir?

Yok efendim neymiş, filan evrim savunuru şöyle demiş de, böyle demiş miş. O örnek verdiğiniz sözde bilim adamı, hangi deneysel, hangi bilimsel gözleme dayanarak insanın kainatta anlama kapasitesine ve potansiyeline sahip tek varlık olduğunu iddia edebilmiş ki, siz de mal bulmuş mağribi (-siniz zaten) gibi bunun üzerine atlayıp, "Ahan da boncuk bulduk" sevindiriğiyle kendi saçmalıklarınıza zemin hazırlıyorsunuz?

Sırf şu "aklın tek başına çözemediği problemler, metafiziğin konusunu teşkil ederler." sözü dahi, sizde beyin yerine bir tomar camış tezeği olduğunun göstergesidir. "2X2'nin kaç ettiğini benim aklım almadığına göre, bu ancak allahın işidir" diyen beyinden de ancak bu önerme ve çıkarsama beklenir...

Tümden gelimmiş de tümevarımmış, pöh!

Link to post
Sitelerde Paylaş

celallenmeyin arkadaşlar, bu yazının sahibi prof. evrim karşıtlığı yüzünden (bilimin ırzına geçmiştir bunu yaparken) öğretim görevlisi olduğu üniversiteden atılmıştır. sifonu çekin üzerine gitsin.

tarihinde gülmeincinirim tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Hayır herşeyi geçtik .

Bu insanlara "ilk " in ne olduğunu bile öğretemedik . Bırakın ya bütün yazıda anlatılan saçma sapan şeyleri . ŞU başlıktaki "ilk" nedir arkadaş ?

İLk insan nasıl ortaya çıkmışmış :D

Her şeyin gökten zembille indiği anlayışına sahip insanlara , insanların oluşum sürecini açıklamak ne kadar mantıklıdır orası tartışma konusu asıl .

" Bir maymun bir gün uyurken rüyasında belirsiz bir canlının kendisine tecavüz ettiğini görmüş . Bu canlı genel olarak kendisini andıran ancak daha az tüyleri olan , bacakları uzun , kafası iri yapılı ve başının üst tarafındaki kılları dökülmüş uzunca bir canlıymış . Sonra bu maymunun genlerinde bir tür mutasyonlaşma belirivermiş . Rüyasında gördüğü bu olay genlerine geçmiş . Bir gün başka bir maymun dan hamile kalmış . Ve yavrusunu doğuracağı zaman gelip çatmış . Gel gelelim bu yavru rüyasındaki garip canlıya çok benziyormuş . Bunu gören erkeği onu yavrusuyla beraber yanından kovmuş . Ve ilk insan işte bu şekilde meydana gelmiş "

Sanırım bu şekilde bir "İLK" onları ikna etmek için yeterli olurdu ...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bana dinciler şunun cevabını versin hani allahın herşeye gücü yeterdi o zaman niye dünya ol dediğinde olmadı da 6 günde oldu.Hani allah yorulmazdı o zaman niye dünyayı yarattıktan sonra 1 gün dinlendi ve yine yorulmuyordu da neden işlere yetişemeyeceğini anlayıp melekleri yarattı.Hani allah geleceği görürdü? görseydi 1 tane kitap yollardı ve sonradan akıl ettiği ve söylediği ''bu kitabı biz indirdik koruyucusu da biziz'' lafını en baştan söylemez miydi?

Link to post
Sitelerde Paylaş

" Bir maymun bir gün uyurken rüyasında belirsiz bir canlının kendisine tecavüz ettiğini görmüş . Bu canlı genel olarak kendisini andıran ancak daha az tüyleri olan , bacakları uzun , kafası iri yapılı ve başının üst tarafındaki kılları dökülmüş uzunca bir canlıymış . Sonra bu maymunun genlerinde bir tür mutasyonlaşma belirivermiş . Rüyasında gördüğü bu olay genlerine geçmiş . Bir gün başka bir maymun dan hamile kalmış . Ve yavrusunu doğuracağı zaman gelip çatmış . Gel gelelim bu yavru rüyasındaki garip canlıya çok benziyormuş . Bunu gören erkeği onu yavrusuyla beraber yanından kovmuş . Ve ilk insan işte bu şekilde meydana gelmiş "

Evrimi dinler kabul ettiği zaman yandık desene şuna.

O zaman goril maymun şempanze ne varsa hepsine mürid olur bunlar.

Bir de bu hayvanların kutsal olmadıklaırnı anlatırız 200 yıl :)

Desene yine iş açılacak başımıza. İki ucu boklu değnek.

Kabul etmeseler bir türlü kabul etseler bu sefer de maymunlara tapacaklar.

Uğraş dur işin yoksa.

Link to post
Sitelerde Paylaş

onu geçtik de bu evrime karşı çıkanlar hiç yeni bulunan hayvanları görmediler mi?Görmedilerse okubakim.com adlı sitedeki konulara bir baksınlar bakalım.Sizce allah niye domuz görünümlü bir maymun yaratsın ya da insanın ağız yapısının aynısını barındıran bir ahtapotu?Eğer allah olsaydı insanların ileride evrim konusunu tartışacaklarını bilir ve evrime inanan insanları bu fikirlerinden caydırmak için birbirine hiç benzemeyen,birbiriyle dna yapısı hiç uymayan canlılar yaratırdı.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yok yok. "Mühürlü kalp" kavramını bir türlü çözemiyordm.Ayetlerin sağırları gerçeklerinde sağırlarıymış meğer. O Darwin puştunun getirdiği "Evrim" saçmalığı ile resmen "Tırnak ile etin birbirine yapışık olduğu kadaryapışıksınız". Geri zekalılar.Sivri zekalılar. Neyse benim ne haddime bu "iki nesne"yi birbirinden ayırmak. Kahrolası Kafirler...

Konuyu Tavanarasına,mümkünse direk silin. Ve üyeliğimide.

"Kaçmıyorum" ben görevimi yapmaya çalıştım.Sizlerin dine dönmenizi isteyemem çünkü böyle bir şeyin Allah tarafından istenilmediğini anlayabildim çok şükür.Tebliğ görevinide yerine getirdik Biiznillah..

Eğer akıllıca polemik yapsanız,sersemleşmeden,cıvıtmadan,saçmalamadan,tartışsanız...

Hakkımda hayırlısı bu siteyi terk etmekmiş.

Sağlıcakla kalın... Vesselam.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...