Jump to content

ADEM İSİMLERİ ÖĞRENDİ Mİ?


Recommended Posts

"Ve Adem'e isimlerin hepsini öğretti" (2/Bakara, 31). "İsimler" nelerdir? İlk akla gelen ihtimal tabii ki "varlık bilgisi"dir. İsim, bir nesnenin işaretlenmesi, dağlanması demektir.

Hayvanı dağlamak veya bir tepeye bayrak dikmek, hayvanın veya tepenin kime ait olduğunu gösterir. Dolayısıyla isimlendirme aynı zamanda bir temellük ilişkisidir. Ancak kök anlam bir yana, en kısa ifadesiyle isim varlıklara ad olan kelimedir. Varlık aleminde olanlar, hakikatte "Allah'ın isimleri"nin varlık alanına çıkması, varlık bulması demek olduğundan, Adem'in bizzarure Allah'ın isimlerini de öğrenmiş olması gerekmektedir. Eflatun'un terimlerini kullanmak gerekirse, Allah'ın isimleri varlıkların arketipleri (a'yan-ı sabiteleri)dir. Kök, tohum, potansiyel madde isimlerdir; bunların tezahürü, kuvveden fiile geçmesi, varlık sahasına intikali varlığı ve varlık alemindeki her şeyi meydana getirir. Adem'in üç ayrı bilgiye sahip olduğunu söyleyebiliriz:

a) Allah'ın isimlerinin (Esmau'l-hüsna) ve bu çerçevede sıfatların ve fiillerin bilgisi. İnsan kendisine bahşedilen bu kabiliyet sayesinde Allah'ın isimlerini bilir;

B) İsimlerin varlık alanına çıkmış bulunan formları olan maddi ve maddi olmayan bilumum nesneler, fenomenler ve mertebeler; eşyanın sıfatları, özellikleri, fonksiyonu, değeri ve mahiyetiyle ilgili bilgi;

c) Bu iki bilgiye bağlı olarak (doğru veya yanlış, yararlı veya zararlı, isabetli veya isabetsiz) varlıklara isim koyma yeteneği. Dil, dil bilgisi, dili konuşma, oluşturma, kavramsal modeller geliştirme, soyutlama yapma yeteneği vs..

Bazı bilginler Hakikat'in akılla, dilin ise öğrenme ile bilinebileceğini söylemişlerdir ki, bu ayet "Ta'lim-i esma"dan bahseder. İnsan dünyaya hem potansiyel bilgilerle, hem yeni bilgiler edinme, bilgilerini geliştirme, biriktirme ve yeni bilgilere dönüştürerek kendisinden sonraki nesillere intikal ettirme yeteneğiyle gelir.

Bu çerçevede "isimlendirme"ye tanımlama, semantik yeniden inşa etme çabası diyebiliriz. İnsan bunu yapar, yani isimlendirmek suretiyle tanımlar, müdahale eder. Kelimenin kök anlamının işaret ettiği üzere burada bir temellük söz konusudur. Yani siz bir hayvanı dağladığınız zaman kendi logonuzu, bir tepeye bayrak diktiğiniz zaman kendinize ait bir işareti koymuş olursunuz; böylece hayvan veya tepeyi temellük etmiş olursunuz. Hayvan veya tepe sanki artık sizindir. Ancak bir hakikati göz ardı ederek gaflete düşmemek gerekir: Size isimlendirme, tanımlama yetisini veren Allah'tır; dağladığınız, bayrak diktiğiniz nesnelerin hakiki sahibi/maliki siz değilsiniz. Sahip ve malik Allah'tır. Sizin yapabileceğiniz şey, Ta'lim-i esma'nın size kazandırdığı imkanları kullanarak doğru bir biçimde tanımlar, yani semantik bir müdahalede bulunursunuz.

Biz isimleri ve bilgiyi elde etmiş değiliz, bunlar bize öğretilmiştir, öğreten Allah'tır. Yunanlılar bilgiyi tanrılardan/Zeus'tan çalmak zorunda kaldılar, bu yüzden her zaman tanrılarla çatıştılar. İslam'a göre Allah bize bilgiyi öğretti, nihayetinde bütün varlık alemi ilahi isimlerin varlık alanına çıkmasından ibarettir. İlahi isimleri (Ma'rifetullahı) ve varlıkların isimlerini (Ma'rifetulhalk) öğrendik, geride Marifetunnefs kaldı.

Bütün varlık aleminde, Allah'ın müdahil olmadığı topluiğne ucu kadar özerk bir alan yoktur; yani "din-dışı alan"a karşılık olabilecek laik veya seküler alan mevcut değildir, insan bunu sadece kendi zihninde bir vehim olarak kurgulamıştır. Hakikat bu iken, kendimizi ve varlığı nasıl isimlerden tecrit ederek özerkleştirebiliriz ki!

Bir başka açıdan beşeri kültürel hayatta mademki isimlendirme yetisine sahibiz, o halde Ta'lim-i esma (öğretilmiş bilgi) ve Nübüvvet bilgisi (indirilmiş bilgi)nin imkanlarından hareketle, yani vahyi kök bilgi-kurucu fikir kabul ederek isimlendirebilir, dış dünyadan bize gelen kavramları semantik müdahaleye tabi tutabiliriz. Bu, bizim Müslümanlar olarak hiçbir yabancı kültürden korkup içimize kapanmamızı gerektirecek bir durum olmadığını açıkça göstermektedir. Sadece sağ ayağımız kendi asli mihverimiz üzerinde bulunsun, arza sapasağlam bassın, yeter.

ALİ BULAÇ

..........

ALINTIDIR.

tarihinde BERGÜZAR006 tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Yazının sadece bir kısmına, farklı bir açıdan, bir alıntı ile yorum katayım:

KONUŞMANIN ONTOGENETİK EVRİMİ

Biyolojik evrim olanaklarının ötesine geçerek, yaşam tarzını kültürel uyarlanmaya bağlamış olan insan için, gerek doğum öncesi gerekse sonrası dönemde evrim odağı beyin gelişimidir.

İnsan genetiği taşıyan bireyler dil öğrenme gizilgücüne (potansiyel)(18) doğuştan sahiptir. Doğumdan başlayarak, üyesi olarak dünyaya geldikleri kültür topluluğu iletişim ortamında, bu yeteneği, gözlemlenebilir dil davranışlarına dönüştürmeyi öğrenirler. Çocuğun belirli bir dili kazanması, çevresinde bu dili kendi aralarında ve onunla konuşan bir sosyal topluluğun bulunmasına bağlıdır. Bu anlamda dil, sosyal etkileşme yoluyla, sonradan kazanılan bir kültür davranışıdır.

Dilin öğrenilmesi, öğretilmesi ile aynı şey değildir. Dil öğrenmek için gerekli genetik gizilgücü olmayan bir varlığa dil öğretilmesi olanak dışıdır.(19) Bu gerçek, ifade edilmesi belki gereksiz sayılacak ölçüde açık -- ve fakat aynı zamanda çarpıcı bir gerçektir. Dilbilim yada dil antropolojisinde, belirttiğimiz çerçevede dilin öğrenilmesine ilişkin konular, genelde dilin kazanılması (language acquisition) başlığı altında ele alınır ve çocuğun dil öğrenmesine ilişkin belirlemeler ağırlık taşır.

İnsan genetiği taşıyan bireyin, dil öğrenme gizilgücüne doğuştan sahip olduğunu -- ayrıca, dilin kazanılmasına ilişkin beceriler dizisinin belli bir genetik programlama ve gelişme akışına dayandığını gösteren çeşitli kanıtlar vardır. Hangi kültürde doğarsa doğsun, bütün çocuklar kültürel iletişimi aynı yaşlarda, aynı kolaylıkla öğrenirler. Anadil kazanımı için bir üst yaş sınırı bulunduğu, bunun bütün kültürlerde 10-12 yaş dolayında olduğu -- yada, buluğ çağı ile önemli ölçüde çakıştığı gözlenir.(20) Öte yandan, doğuştan sağır, kör, yada hatta zeka özürlü çocuklarda, karşılaştıkları güçlüklere rağmen, dilin şu yada bu ölçüde kazanılabilmesi, a) dil öğrenme eğiliminin doğuştan olduğu, B) genetik programlanmaya dayalı bir davranış olarak değerlendirilmesi gerektiği yolunda güvenilir kanıtlar arasında sayılmaktadır. İlginç olan nokta, doğuştan sağır olan çocukların da, bebeklik çağında, konuşma öncesi (yani, kültürden kazanılan dil davranışları öncesi) "sesleme jimnastiği"(21) döneminde, öteki çocuklarla eşzamanlı ve olağan bir gelişme dönemi geçirmeleridir. Bir önceki Bölümde tartışılan, beynin iki yarıküresi arasında doğuştan bakışımsızlık (asimetri) olduğuna ilişkin belirleme, dil öğrenme yeteneğinin genetik programlanma sonucu olduğunun somut kanıtı olarak değerlendirilebilir.(22) Bir diğer önemli kanıt ise, Lenneberg'in (1973) bildirdiği gibi, gerek dil becerileri gerekse dil bozukluklarında özel durumların aile tarihçesinde izlenebileceği, başka bir deyişle, Mendel yasalarına dayalı kalıtım özelliği taşıdıkları yönündeki belirlemedir.

Dilin evrimi açısından bireysel dil davranışları ontogenisinin incelenmesi, başlıca iki yönden önem taşıyor. Birincisi, "Ontogeni, filogeninin aynasıdır" ilkesine dayanarak, bireydeki dil gelişiminde, biyolojik türün dil evriminin özetle yinelendiği düşünülebilir.(23) Bununla birlikte -- doğumevleriyle, oyuncak odalarıyla, kreş ve yuvalarıyla, resmi eğitim/kültür kurumlarıyla -- günümüz dünyasında çocuğun dil becerilerini kazanması ile, teknolojik uygarlık öncesi küçük topluluklarda dil gelişimi arasında koşutluk kurmağa çalışmak bizi yanıltıcı sonuçlara götürebilir. İnsanın bugünkü evriminde, kültürel etkenlerin biyolojik etkenlere göre ağırlık kazandığını gözden uzak tutamayız. Dolayısıyla, dilin evrimi araştırılırken, burada sözünü ettiğimiz ilkeye fazla yer verilmediğini görüyoruz.

İkinci ve asıl önemli ipucu ise, bir başka ilke belirlemesinden yola çıkmaktadır: Biyolojide, "başlangıç" kavramına yer yoktur. Biyolojik olay ve olguların, zaman boyutunda ne derece gerilere gidilirse gidilsin, belli bir evrim çizgisinin basamakları oldukları görülür. Her varlık, her durum, bir önceki varlık yada durumdan gelen süreçteki bir evreyi ifade etmektedir. Bu bakış açısı, bizi insandaki dil yeteneğinin de biyolojik bir tarihi olduğu görüşüne götürür. Dilin ontogenik gelişiminin incelenmesinde, bu yeteneğin genetik yapı ile olan ilişkisi araştırılmaktadır. Böyle bir yaklaşım, bireyin dil becerileri ölçütleri ve tarihçesinin, türün genel genetik evriminde -- yani, türleşme tarihinde --araştırılmasını zorunlu kılar. Dilin "başlangıcının" araştırılması, türün genel evrimi içinde hangi zaman diliminde ele alınırsa alınsın, daha önceki biçimlerinden bir dönüşümü, ulaşılan bir evreyi anlatmaktadır. Bu konuya, Giriş Bölümünde, türlerin tarihinde süreklilik ve süreksizlik kavramlarını tartışırken değinmiştik. Atatürler ve türler arasındaki süreklilik zinciri, yavaş fakat kesintisiz evrim ürünüdür. Dilin evrimini, zaman boyutunda ansızın ortaya çıkmış, rastlantısal bir sıçrama değil -- tam tersine -- türün tarihsel ekolojisinin ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirmek gerekir.

Dilin bireysel düzeyde kazanılması ile ilgili olarak, Lenneberg (l966, 1967) iki önemli noktaya dikkatimizi çekmektedir. Birincisi, bireyde dilin kazanılması rastlantısal bir gelişme değildir. Ağız, burun, gırtlak bölgesi organ ve boşlukları düzeneğinin, solunum ve sindirim fizyolojik işlevleri için evrilirken, ikincil bir yüklemeyle iletişim amaçlarına yönlendirilmiş olması sözkonusu değildir. Tam tersine, bu bölgelerin anatomi ve nörolojisinde, konuşma becerilerinin gerçekleştirilmesine yönelik, genetik koşullanma ürünü bir uyarlanma ve bütünlük vardır.

İkincisi, genetik yapıdan kaynaklanan dil kazanma yeteneği, bebeklik ve çocukluk dönemi süresince -- bireyin ontogenik gelişiminde -- belirli bir sıra ve program izleyerek açığa vurulmaktadır.

Lenneberg, dil davranışlarının kazanımı ile biyolojik gelişme arasında yapısal ve fizyolojik koşutluk ve bütünlük olduğunu savunmuştur. Davranışların denetimi bakımından, yeni doğmuş bebeklerde yarıküre uzmanlaşmasından söz edilemez. Bu durum, daha önce gözden geçirdiğimiz, yarıkürelere ilişkin doğuştan anatomik asimetri belirlemesi ile birleştirildiğinde, genetik yapıdan kaynaklanan doğal eğilimin, bireyin daha sonraki gelişiminde olgunlaşarak dil davranışlarına taban oluşturduğu görüşünü desteklemektedir.

Biyolojik türler karşılaştırıldığında, bireylerin doğum öncesi ve sonrası gelişme açısından önemli farklılıklar göstermesi doğaldır. Bebekler -- başta beyin gelişimi olmak üzere -- çeşitli açılardan, genelde tüm biyolojik türlere ve özelde öteki primatlara göre çok farklı bir gelişme çizgisi geçirmektedir. Bir kez, öteki canlı türleri, insandaki uzun ve zahmetli bakım dönemine göre çok daha kısa sürede olgunluk çağına ulaşırlar. İnsan ise, üstün yetenek ve becerilerini uzun sürede geliştirerek ödüllenmektedir. Biyolojik evrim olanaklarının ötesine geçerek, yaşam tarzını kültürel uyarlanmaya bağlamış olan insan için, gerek doğum öncesi gerekse sonrası dönemde evrim odağı beyin gelişimidir.

Lenneberg'in (1966: 244-5) sunduğu verilere dayanarak, insan ve şempanzedeki beyin gelişimi tablolarını incelediğimizde, beyindeki evrimin insanın genel evrimi içindeki yeri ve önemi daha iyi anlaşılmaktadır.

İnsanda bedensel büyüme, şempanzeye göre biraz daha hızlı olmakla birlikte, aradaki fark hangi ölçeğe vurulursa vurulsun fazla şaşırtıcı sayılmaz. Oysa, bu iki biyolojik tür arasında beyin gelişimi açısından yapılan karşılaştırma çok farklı bir grafik ortaya koymaktadır. Çocukluk döneminin ilk çeyreği içinde, şempanze beyni 110 gr, insan beyni ise 800 gr artış göstermektedir. Şempanze beyni, doğumda, yetişkin şempanze beyin ağırlığının %60'ı oranındadır. İnsanda bu oran yalnızca %24'tür. Buna dayanarak, şempanze beyninin daha doğum öncesinde gelişmesinin büyük bir bölümünü tamamlamış olduğu sonucuna varabiliriz. Varabileceğimiz bir başka sonuç ise, insandaki dil kazanımının "yalnızca insana özgü bir gelişme süreci" (Lenneberg, 1966: 245) olarak değerlendirilmesi gerektiğidir.

----------------------------------------------------

18. Chomsky psiko-dilbiliminde, dilyetisi (competence)... Daha aşağıda anılan "dil davranışları" ise, edim (performance), yada yüzel yapı (surface structure) kavramlarını karşılıyor.

19. Koşullanmış tepke kazanımı türünde "öğrenme", bu başlık dışında düşünülmektedir.

20. Bir önceki Bölümde ayrıntılarıyla tartışılmıştı.

21. Bu tanımı, bebeklik çağında konuşma öncesi -- ağlama ve ağlama benzeri doğal kategoriler dışında -- "sesleme temrinleri" anlamında kullanıyorum. Kavramın İngilizce karşılığı, babbling, cooing, vb. dir. Türkçe'de agulama terimi yaygındır.

22. Gescwind'e (1973: 68) göre, beyin yarıküreleri arasındaki uzmanlaşmayı, çocuğun hemen doğum sonrası davranışlarında da belirlemek mümkündür. Sırtüstü yatırılan bebeklerden % 95'i başını sağ yana çevirme tercihi göstermektedir. Gescwind'e göre, bebeklerin bu davranışı ile, kişilerin ilerdeki el tercihleri arasında yakın koşutluk vardır.

23. Öte yandan, sözkonusu ilkenin, Haeckel'in savunmuş olduğu biçimiyle mutlak geçerliği olmadığı; Von Baer'in. "Biyogenetik Kuralı" adıyla bilinen aynı ilkenin, mikro ve makro düzeylerdeki gelişmeye ilişkin, gerçek anlamda, bir olasılık bildirimi olduğu dikkatten uzak tutulmamalıdır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yazının sadece bir kısmına, farklı bir açıdan, bir alıntı ile yorum katayım:

Evet, sadece bir kısmı için faydalı bir yazı olmuş, teşekkürler.

Zira o yazıdan sonra başlığı dil ile sınırlamaya götüren birşey yazılmış queen tarafından.

Başlıkta dilden bahsetmiyor direk. Dil sadece Ademin öğrendiklerini başka ademlere aktarım işlevi gören elemandır. Yoksa burada ademin öğrendiği isimler zaten yazıda detaylıca anlatılmıştır.

En özetle ise Ademe isimleri öğretti = Anlama, bilme, hüküm çıkarma, muhakeme etme vs yetisi başlamıştır diyenlerdenim.

Selam ederim.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evet, sadece bir kısmı için faydalı bir yazı olmuş, teşekkürler.

Zira o yazıdan sonra başlığı dil ile sınırlamaya götüren birşey yazılmış queen tarafından.

Başlıkta dilden bahsetmiyor direk. Dil sadece Ademin öğrendiklerini başka ademlere aktarım işlevi gören elemandır. Yoksa burada ademin öğrendiği isimler zaten yazıda detaylıca anlatılmıştır.

En özetle ise Ademe isimleri öğretti = Anlama, bilme, hüküm çıkarma, muhakeme etme vs yetisi başlamıştır diyenlerdenim.

Selam ederim.

Anlama, bilme, hüküm çıkarma, muhakeme etme vs. gibi seyler icin herhangi bir dil bilmeye gerek yoktur. Beyin fotografik dusunur zira.. Ornegin.. Dogustan sagir dilsiz hatta birde kor olan insanlar..

Napcaz simdi...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Anlama, bilme, hüküm çıkarma, muhakeme etme vs. gibi seyler icin herhangi bir dil bilmeye gerek yoktur. Beyin fotografik dusunur zira.. Ornegin.. Dogustan sagir dilsiz hatta birde kor olan insanlar..

Napcaz simdi...

Dil sadece bir iletişim aracıdır. Kendi canlılık türünde kullanılan bir iletişim aracı.

Bu saydıklarınız benim ileri sürdüğüm akıl kavramına direk etki etmezler. Ama endirek etkileri olabilir.

Bu yüzden dil bilmeye gerek vardır dediğimi nasıl çıkardınız onu anlamış değilim. :)

Selamlar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Dil sadece bir iletişim aracıdır. Kendi canlılık türünde kullanılan bir iletişim aracı.

Bu saydıklarınız benim ileri sürdüğüm akıl kavramına direk etki etmezler. Ama endirek etkileri olabilir.

Bu yüzden dil bilmeye gerek vardır dediğimi nasıl çıkardınız onu anlamış değilim. :)

Selamlar.

Berguzar hanim, isimleri ogretti cumlesi ile muhakeme etme ogrenme vs. yetilerinin ademe verildigini soyleyen sizsiniz.. bende diyorum ki nesnelerin isimlerini bilmesede dusunmede bir degisiklik olmaz..:) benmi yanlis anliyorum...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Berguzar hanim, isimleri ogretti cumlesi ile muhakeme etme ogrenme vs. yetilerinin ademe verildigini soyleyen sizsiniz.. bende diyorum ki nesnelerin isimlerini bilmesede dusunmede bir degisiklik olmaz..:) benmi yanlis anliyorum...

Yok aslında siz yanlış anlamıyorsunuz ama ben anlatmakta yetersiz kalıyorum.

Ademe isimleri öğrettinin en yalın karşılığı, adem ile bilme süreci başlamıştır diyenlerdenim ben.

Şimdi birde bu taraftan bakınca paralel düşündüğümüzü göreceksiniz.

Selam ederim.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ne kadar saçma bir yazı ve kabuller silsilesi.

Allah Ademe isimleri hangi dilde öğretmiş? Bu isimler Arap dilindemiymiş? Yoksa Allahçamıymış? Allah bir dil mi geliştirmiş? Ne göre?

O halde şöyle çıkarımlar yapmak mümkün:

1. İlk insan dili Allahçadır

2. Allah insanların da konuşabileceği bir dil uydurmuştur.

3. Nesneleri önce yaratmış, sonra onlara fonetik bir özellik uydurmuştur.

yani Allah herşeyi kafasından sallamıştır.

Ben böyle bir mantığa gülerim kimse kusura bakmasın!!

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ne kadar saçma bir yazı ve kabuller silsilesi.

Allah Ademe isimleri hangi dilde öğretmiş? Bu isimler Arap dilindemiymiş? Yoksa Allahçamıymış? Allah bir dil mi geliştirmiş? Ne göre?

O halde şöyle çıkarımlar yapmak mümkün:

1. İlk insan dili Allahçadır

2. Allah insanların da konuşabileceği bir dil uydurmuştur.

3. Nesneleri önce yaratmış, sonra onlara fonetik bir özellik uydurmuştur.

yani Allah herşeyi kafasından sallamıştır.

Ben böyle bir mantığa gülerim kimse kusura bakmasın!!

bütün diller Allahındır dolayısıyla HZ ademin hangi dili konuştuğunun önemi yok .

Link to post
Sitelerde Paylaş

bütün diller Allahındır dolayısıyla HZ ademin hangi dili konuştuğunun önemi yok .

Aç bakim sen bunu biraz aç . Nasıl yani allah bütün alfabeleri dünyaya öylece serpiştirmiş ve insanlar bunu dil ve yazı haline mi getirmişler ?

Bilmek istiyoruz . Yoksa bize üniversitede yanlış şeyler öğretiyorlar .

Link to post
Sitelerde Paylaş

ademcik topraktan oluşturulup içine ruh üflendikten sonra canlanınca "ben kimim neredeyim" dedi ve allah şöyle böyle muhabbetlerine girişti muhtemelen. 2000 li yıllarda halen bu zırvalıklara inanan insanları görmek ne kadar acı :)

Link to post
Sitelerde Paylaş

ademcik topraktan oluşturulup içine ruh üflendikten sonra canlanınca "ben kimim neredeyim" dedi ve allah şöyle böyle muhabbetlerine girişti muhtemelen. 2000 li yıllarda halen bu zırvalıklara inanan insanları görmek ne kadar acı :)

Akşamları da "Adeeeeem, oğluuuum, eve gel ezan okunuyor" diye çağırmıştır Adem yemek saatlerine alışana kadar :)

İşin diğer ilginç tarafı, Ademe yemeği kim hazırlıyordu?

İsimleri öğretmek uzun bir süreç ve sadece isimlerle yemek yapamaz Adem.

Demek Allah ilk yarattığında 3-5 gün de Ademe yemek yaptı :)

Daldan elma toplamayla, yerden çilek toplamayla 2 günde hasta olurdu Adem yoksa.

Adama sıcak ev yemeği lazım. Pişirmek lazım.

Çiğ köfte yoğurmuştur belki Allah :)

Link to post
Sitelerde Paylaş

"Sadece sağ ayağımız kendi asli mihverimiz üzerinde bulunsun, arza sapasağlam bassın, yeter."diyerekten yazısını sonlandıran ve bu yazısına karşılık bir nobel beklentisi içerisinde olduğunu sezdiğim yazarımız için ne diyeceğimi bilemiyorum..

Mısırlı Seyyid Kutub’u idam edilişinin 40. yılında anmak amacıyla İstanbul’da düzenlenen sempozyumda ,işlediği konuyla alakasız bir şekilde "Bugün bilgi çok kolay ve ucuz ulaşılabilir bir hale geldi. Tıpkı modern kadın gibi. Modern kadına da bilgi gibi çok kolay ulaşılabilir" diyen manyak değil mi bu? ....

İlim bilim kılıfını kuşanan bir avuç tuz alıp koşuyor....

Ali bulaç'ın objektifinden dil bilimin takdire şayan bulgularının saçmalığına bakınız..Entel görünme amaçlı semantik,arketip gibi kelimeler kullanması da gözümden kaçmış değil.....

Hallüsinasyonlardan kafasını kaldıramayan bu zat yatsın uyusun...

İslamiyet gibi baskıcı ve cahil bir sistem altında kuran kölesi olarak yaşamaktan dolayı egosal eziklik içinde olan müslümanlar,kendilerini tatmin için konuşmalarına bilimsel kelimeler ve çağdaş bir eda katarak kendilerini tatmin etmeye ve dikkat çekmeye çalışmaktadırlar...Bir işin kararını özgürce alamayıp ''dinen caiz mi?''gibi saplantılarla yaşamak bunlarda bir takım psikolojik sorunlara yol açmaktadır.

Selamlar...

tarihinde Electra tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

ademe isimler öğretildi safsatası tevratta daha ayrıntılı olarak işlenmektedir , ama muhammed bunu çoğu diğer uydurduğu derlediği masallar gibi üstü kapalı bir biçimde kurana koyup geçiştirmiştir .

başka bir mesajımda daha ayrıntılı olarak değineceğim buna ..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yazının sadece bir kısmına, farklı bir açıdan, bir alıntı ile yorum katayım:

KONUŞMANIN ONTOGENETİK EVRİMİ

Biyolojik evrim olanaklarının ötesine geçerek, yaşam tarzını kültürel uyarlanmaya bağlamış olan insan için, gerek doğum öncesi gerekse sonrası dönemde evrim odağı beyin gelişimidir.

İnsan genetiği taşıyan bireyler dil öğrenme gizilgücüne (potansiyel)(18) doğuştan sahiptir. Doğumdan başlayarak, üyesi olarak dünyaya geldikleri kültür topluluğu iletişim ortamında, bu yeteneği, gözlemlenebilir dil davranışlarına dönüştürmeyi öğrenirler. Çocuğun belirli bir dili kazanması, çevresinde bu dili kendi aralarında ve onunla konuşan bir sosyal topluluğun bulunmasına bağlıdır. Bu anlamda dil, sosyal etkileşme yoluyla, sonradan kazanılan bir kültür davranışıdır.

Dilin öğrenilmesi, öğretilmesi ile aynı şey değildir. Dil öğrenmek için gerekli genetik gizilgücü olmayan bir varlığa dil öğretilmesi olanak dışıdır.(19) Bu gerçek, ifade edilmesi belki gereksiz sayılacak ölçüde açık -- ve fakat aynı zamanda çarpıcı bir gerçektir. Dilbilim yada dil antropolojisinde, belirttiğimiz çerçevede dilin öğrenilmesine ilişkin konular, genelde dilin kazanılması (language acquisition) başlığı altında ele alınır ve çocuğun dil öğrenmesine ilişkin belirlemeler ağırlık taşır.

İnsan genetiği taşıyan bireyin, dil öğrenme gizilgücüne doğuştan sahip olduğunu -- ayrıca, dilin kazanılmasına ilişkin beceriler dizisinin belli bir genetik programlama ve gelişme akışına dayandığını gösteren çeşitli kanıtlar vardır. Hangi kültürde doğarsa doğsun, bütün çocuklar kültürel iletişimi aynı yaşlarda, aynı kolaylıkla öğrenirler. Anadil kazanımı için bir üst yaş sınırı bulunduğu, bunun bütün kültürlerde 10-12 yaş dolayında olduğu -- yada, buluğ çağı ile önemli ölçüde çakıştığı gözlenir.(20) Öte yandan, doğuştan sağır, kör, yada hatta zeka özürlü çocuklarda, karşılaştıkları güçlüklere rağmen, dilin şu yada bu ölçüde kazanılabilmesi, a) dil öğrenme eğiliminin doğuştan olduğu, B) genetik programlanmaya dayalı bir davranış olarak değerlendirilmesi gerektiği yolunda güvenilir kanıtlar arasında sayılmaktadır. İlginç olan nokta, doğuştan sağır olan çocukların da, bebeklik çağında, konuşma öncesi (yani, kültürden kazanılan dil davranışları öncesi) "sesleme jimnastiği"(21) döneminde, öteki çocuklarla eşzamanlı ve olağan bir gelişme dönemi geçirmeleridir. Bir önceki Bölümde tartışılan, beynin iki yarıküresi arasında doğuştan bakışımsızlık (asimetri) olduğuna ilişkin belirleme, dil öğrenme yeteneğinin genetik programlanma sonucu olduğunun somut kanıtı olarak değerlendirilebilir.(22) Bir diğer önemli kanıt ise, Lenneberg'in (1973) bildirdiği gibi, gerek dil becerileri gerekse dil bozukluklarında özel durumların aile tarihçesinde izlenebileceği, başka bir deyişle, Mendel yasalarına dayalı kalıtım özelliği taşıdıkları yönündeki belirlemedir.

Sevgili Dostlar,

Burada sadece genel bilgi olarak eklemek istediklerim var diğer primatlarda ve özellikle şempanzelerde de dil yetisi olduğu kanıtlanmıştır. Konuşma kapasitesi ile (her insanda olmayabiliyor...) dil yetisini ayırmak gerek. Şempanzelere işaret diline / sembol kullanımına dayanan İngilizce öğretilebilmiş olamkla kalmayıp iletişim de sağlanmıştır . Kaldı ki bu en az 15 yıllık bilgidir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...