Jump to content

İnanmak veya inanmamak


Recommended Posts

21 Kasım 2010 tarihli Radikal iki gazetesinde ODTÜ felsefe profesörlerinden Prof. Dr. Yasin Ceylan'ın makalesini, kendisinden izin alarak tartışmaya açmak istiyorum.

Tanrının varlığını nedensellik yasasına dayandırmak, ona yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Tanrı inancına bu delille ulaşan kimselerin, bir defa daha düşünmeleri gerekir.

Bilmek ile inanmak birbirinden farklı iki zihinsel işlevdir. İnsan her bildiğinin doğruluğuna inanabilir ama her doğruluğuna inandığı şeyi bilemeyebilir. Tanrının varlığına inanmak, bu ikinci türdendir. Yani, bir insan Tanrının var olduğuna inanır ama Tanrının ne olduğunu bilemez. Tanrının varlığını en güçlü biçimde savunan tek tanrılı dinlerin kutsal kitapları da, Tanrının bilinemeyeceğini, tüm yönleriyle tarif edilemeyeceğini savunurlar. Tanrının birliği ve hiçbir şeye benzemezliği konusunda, en titiz din olan İslam dini, Tanrıyı çoğu zaman, soyut kavramlarla anlatmaya çalışır. Tanrının mahiyeti konusunda, insan aklına ve hayaline ne gelebilirse, onun, Tanrı olamayacağı gibi kesin ifadeler kullanır. Kelam kitapları, Kuranın bu çizgisini birçok argüman üretmek suretiyle savunur.

Kutsal kitapların güçlü Tanrı savı ile semavi dinler dışında, birçok inanç sisteminin de Tanrı inancını tescil etmesi karşısında, bazı kimselerin Tanrının varlığını reddetmesi, fevkalade düşündürücü bir hadise. Hele bu inanmayanlar arasında, akıl ve mantık yönünde eksiği olmayan, nam sahibi filozofların olması, meseleyi daha da vahim kılıyor. Bu konuyu burada işlememdeki amaç, inanma ve inanamamanın gerekçelerini ortaya koyarak, iki tarafın birbirlerini anlayabilmelerini sağlamak.

Nedensellik çürütülürse

İnanmanın gerekçeleri gayet basit ve sarih. İnanmayı savunan, binlerce yıllık, pek hacimli bir literatür de mevcut. Denilebilir ki, yaklaşık bin yıla yayılan Ortaçağda yazılmış kitapların yüzde 90ı, teoloji kitaplarıdır. Üç semavi dininin teoloji kaynaklarında Tanrının varlığı konusunda, özet olarak, beş temel argüman ileri sürülür. Bu beş argümanın hepsinin dayandığı yegâne düstur, sebebiyet (nedensellik) yasasıdır. Yani, nedensellik bir şekilde çürütülürse, bu beş argüman da tek tek yıkılır. O zaman Tanrının yokluğu ispatlanmış olur mu diye sorulabilir. Hayır. Çünkü onun varlığına gerekçesiz de inanmak mümkün. Hatta bazı teologlara göre, en değerli iman, bir gerekçe ortaya koymadan inanmaktır. Şimdilik bu gerekçesiz iman konusunu sonraya bırakalım.

Nedensellik yasasının Tanrının varlığı için kullanılmasının açıklaması şu: Nasıl her eserin bir yapımcısı varsa, evren dediğimiz varlık âleminin tümünün de bir yapımcısı vardır. Nasıl günlük yaşamımızda, mesela Elimdeki kalem durup dururken var olmadı, onu üreten biri var; şu defter de kendiliğinden var olmadı, onu da var eden bir neden var gibi doğa bilimlerinin de temeli olan bu biricik nedensellik yasasını, evren de kendiliğinden var olmadı, onu da yaratan biri var şeklinde, evrenin tümüne uyguladığımızda, Tanrının varlığı zorunlu olarak meydana çıkar. İşte bu kadar basit! Kutsal kitaplar, bilhassa Kuran, Tanrıya inanmayanların bu bariz hakikati nasıl fark etmediklerini hayretler içinde dile getirir. Çünkü gerçekten de bu yasa, evrenin tümüne uygulanırsa sonuç budur. Peki, Tanrıyı da bir sonuç olarak kabul edemez miyiz? Yani onu da yaratan bir şey yok mu? Buna şöyle cevap veriliyor: O zaman nedensellik zinciri sonsuza kadar gider. Bu kabul edilemez. Çözüm olarak, kendisinden önce bir nedeni olmayan, yani kendiliğinden var olan bir ilki kabul etmek gerekir. Bu ilk ise Tanrıdır. Buradaki ilk, Aristonun Tanrısına benzemekle birlikte, ikisi arasında bir fark da var. Aristonun Tanrısı, evreni yoktan var eden değil, evrene ilk hareketi veren güçtür. İşte Tanrıya inanmayandan, bu basit akıl yürütmesini kabul etmesi beklenir. Bu bariz gerçekliği hâlâ kabul etmiyorsa, ona kâfir (gerçeği örten) demekten başka çare de yoktur.

Şimdi, alt derecedeki bazı canlıların bile yaşamlarında kullandıkları nedenselliği, neden Tanrıtanımazlar kabul etmezler? İşte asıl sorun burada. Görülecektir ki, inanmak nasıl bir çeşit akıl yürütmeye dayanıyorsa, inanmamak da bir tür akıl yürütmeye dayanacaktır. Şöyle ki: Evrenin içindeki her nesne bir sonuçtur, onu meydana getiren sebep, zorunlu olarak sorulur. Ama tüm evren bir nesne midir? Evrenin tümü bizim için bir bilgi midir? Evrenin tümü bizim için bir deneyim midir? Evrenin tümü elimdeki şu kalem gibi, önümdeki şu defter gibi üretilmiş, sınırları belli bir alet midir? Bunlara evet diyemeyiz. O zaman, günlük yaşamımızda ve evrenin içindeki olaylar için uyguladığımız nedensellik yasasını, tüm varlık âlemine uygulayabilir miyiz diye kendimize sormalıyız. Ateist denilen kişi, hayır uygulayamayız diyen kişidir.

Evrenin sınırı

Çünkü içinde yaşadığımız evrenin sınırları nedir bilemeyiz. Milyarlarca yıldızdan ve galaksiden bahsediliyor. Işık hızıyla milyonlarca yıl seyreden bir cisim, uzayın sonuna varamıyor. Hayal gücümüzle -ki hayal gücümüz ışık hızından kat kat daha fazla süratlidir- bile evrenin sınırına ulaşamıyoruz. Bize ne oluyor da, böyle akıl almaz büyüklükteki bir varlık üstünde fikir yürütüyoruz! Bu kadar cüret fazla değil mi? Şunu bilmemiz gerekir ki, evrenin içindeki nesne ve hadiselerin, sınırlarına vakıf olduğumuz zaman, onlar hakkında bilgi sahibi olabiliyoruz. Ancak evrenin tümü, hiçbir zaman, bir bilgi olarak, zihnimizin içine sığmayacaktır. Bir nebze mütevazı olup aklımızın sınırlarını bilelim. Evrenin içinde kalalım! Zaten istesek de dışına çıkamayacağız. Dışında diye tevehhüm ettiğimiz hayali varlık dünyası, yine evrenin içindedir. Hatta yaratıcı güç olarak tahayyül ettiğimiz Tanrı bile, iyi incelersek, hâlâ içinde olduğumuz varlık evreninin içindedir. Çünkü hiçbir zihinsel yetimizle varlığın dışına çıkamayız.

İşte Tanrıtanımazın derdi budur! Bu basit yasanın bizi Tanrıya götüremeyeceği iddiasıdır. Tanrının, bir kalemin, bir defterin gerisindeki sebep gibi bir sebep olamayacağı iddiasıdır. Evrenin bir kaleme, bir deftere dönüştürülemeyeceği iddiasıdır.

Bizi Tanrıya götürecek yegâne delil (nedensellik yasası), bu şekilde, pek de işe yaramaz hale gelince, o zaman Tanrı yok mu diyeceğiz? Hayır. Sadece bizi ona götürecek yol, bu yol değildir diyebiliriz. Bu delile dayanarak Tanrıya inanan bir kişi, iyi bir şey yapıyor diyebilir miyiz? Faraza doğru denilebilen bir bilgiye yanlış bir yoldan gidilmişse, o bilgiye sahip olunmuş sayılır mı? Biri çıkıp o bilgiye itibar etmezse, bir hata mı yapmış olur? Bu ateist bu kadar kolay akılsallığı neden kabullenemiyor. Acaba Tanrı gibi pek yüce bir kavram için, ona yakışır bir delil endişesi içerisinde olmasın?

Hem Tanrı, evrenin tümünün gerisindeki kudret ise, o zaman ancak evrenin tümü onun için kanıt olabilir. Tüm beşerin aklını bir araya toplarsak, evrenin tümünün bilgisine ulaşabilir miyiz? Elimizdeki bilgilerin bile ne derece doğru olduğu tartışmalı iken, böyle büyük bir iddia, aşırı bir cüretkârlık olmaz mı? O zaman, evrendeki herhangi bir sınırlı nesneyi kanıt gösterip İşte bunu yaratan Tanrıdır! demek, onun şanını küçülmek demek değil mi? Bunu kabul etmeyen bir akıl, hangi günahı işlemiş olur? Tanrıyı yüceltmiş mi olur, küçültmüş mü?

Gerekçesiz iman

Hiçbir nesne Tanrının varlığını ispata yetmez. Tanrıya da bu yakışır zaten. Gerekçeli Tanrı inancının pek kıymet taşımaması bu yüzdendir. Çünkü Tanrının varlığı için deliller artıkça o derece şüphe de artar. İnanmayan insanı, hiçbir teoloji kitabı ikna edemez. Gerekçesiz bir Tanrıya inanan bir kimse de, bir ateistin en güçlü kanıtına itibar etmez. Gerekçesiz iman konusuna gelince, böyle bir inanç teologlar tarafından da en kıymetli bir iman türü sayılır. Yani, bu bir bakıma yaşlı nine inancının, düşünen mütekellimin (teolog) imanına tercih edilmesidir. Böyle bir inanç, akılsallık kabul etmeyeceği için, onu ne ispat etmek ne de çürütmek mümkündür. Sufimeşrep müminlerin ve mistiklerin, bu tür bir imana sahip oldukları söylenir. Bu tür imanın geçirgenliği mümkün olmadığından, onu başkasıyla paylaşmak mümkün olmaz. Tamamen sübjektif düzeyde kalır. Böyle imanı, aynı kalitede, onun karşıtı olan, başka bir gerekçesiz iman nakzeder. Yani hiçbir gerekçem olmadan Tanrıya inanıyorum iddiasını, hiçbir gerekçem olmadan Tanrıya inanmıyorum iddiası karşılar. Bu zıt iddiaları taşıyan iki kişi, karşı karşıya gelirse, birbirlerine üstünlük taslamamaları gerekir. İkisinden biri bunu yaparsa veya üçüncü bir şahıs bu iki iddiayı karşılaştırmaya yeltenirse, bunu ancak akla başvurarak yapabilir. İşin içine akıl girdiğinde de, yukarda bahsettiğimiz tüm endişe ve şüpheler tekrar nükseder.

Tanrıyı, bir taraftan, akılsallığın fuzuli gerekçelerinden, diğer taraftan, gerekçesiz kör inancından kurtarmaya çalışan, üçüncü bir yaklaşım vardır. O da Tanrıyı varlığın ötesinde değil, içinde aramaktır. Spinozanın Tanrısı, böyle bir tanrıdır. Buna göre, ben varım veya herhangi bir nesneye şu vardır demek, Tanrı vardır demekle eşanlamlı olur. Tabii, o zaman Tanrıtanımaz kimse de kalmaz. Ancak ne yazık ki, Tanrıya bu kadar yaklaşmış olan bu filozof, ateist damgasını yedi. Sırf kutsal kitaplardaki Tanrı tarifine ters düştüğü için. Tanrıyı, evrenin içinde, insan aklının zaman içindeki mutlaka doğru seyri biçiminde, evrenin ruhu olarak gören de vardır. Hegelin Tanrısı muhtemelen böyle bir tanrıdır.

Öyle görülüyor ki, Tanrının varlığını nedensellik yasasına dayandırmak, ona yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Tanrı inancına bu delille ulaşan kimselerin, bir defa daha düşünmeleri gerekir. Bu yasayı Tanrı için geçersiz görüp Tanrının varlığını reddeden kişi, sadece belli bir Tanrı tarifini reddetmektedir. Çünkü geçersiz bir gerekçe ile ortaya atılan bir varlık, zorunlu bir kabule yol açmaz. Onu iddia eden kişinin elde ettiği inanç da şaibeli bir inançtır. Bu inancı meşru, geçerli, kabulü zorunlu bir bilgi sayıp onu reddedeni bilgisiz, akılsız, mantıksız, hak ve hakikatten uzak görmesi, büyük bir haksızlıktır.

Zihnimiz ve kabiliyetlerimiz, Tanrıyı Tanrı olarak kavramaktan acizdir. Bu aczi kabullenmek, Tanrı konusuna girmenin zorunlu şartıdır. Bize düşen, bu ulaşılması zor ve mümkün olmayan hedefin peşinden gitmek yerine, insan olarak ulaşabilecek hedefler seçmektir. O da bir şeye, bir biçimde inanıp atıl kalmak yerine, dış doğanın ve kendi iç doğamızın küçük parçacıklarını, anlaşılabilecek hedefler olarak belirleyip anlamaya çalışmaktır. Ve öyle, hep ilerlemektir. Bilip öğrenip devam etmektir. Bizim için doğru olan budur. Hedefe giden yol, ancak bu olabilir. Bu hedef Tanrı ise bunu, ta baştan zikretmeye hiç de gerek yoktur. Çünkü nasıl bir şeye varacağımızı bilmiyoruz. Ta baştan veya yolun herhangi bir noktasında, hedefi tanımlarsak, yolumuzu şaşırabiliriz. Çünkü yolumuz, içimizden gelen, sönmemesi gereken, gayet nazik bir ışıkla izlenebilmektedir. Hedef çok uzaklarda olduğu için, oradan bir ışık bize gelmemektedir. Öyle bir ışık gelse bile işimize yaramayacaktır. Çünkü öyle bir ışık karşısında, tüm gözler göremez olacaktır.

YASİN CEYLAN: Prof. Dr., ODTÜ, Felsefe

Link to post
Sitelerde Paylaş

Makalenin sonunda yazarın ismi doğru olarak var.

Benim dalgınlığıma gelmiş. Hem Yasin Ceylan'dan hem de sizlerden özür dilerim.

Benim bu yanlışlığı düzeltme imkanım yok. Admin ve moderatörler düzeltirse iyi olur.

Yazıyı tartışmaya açmamın en azından kendi açımdan nedenleri var.

Fena değilmiş şeklindeki bir yaklaşım tartışma sayılmaz.

Neresini beğenip neresine karşı çıktığınızı belirtmeniz gerekir.

Tümünü doğru buluyorsanız, bir şey yazmanıza gerek yok.

Bir ateist olarak bu yazıda itiraz edilebilecek yönler var.

Önce sizlerin eleştirel düşüncelerinizi alayım.

Kendi düşüncelerimi sona saklamak istiyorum.

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

Pek çok felsefe profesörü böyle oluyor.

Boston Üniversitenden bir felsefe profesörünün inanma ve inanmama üzerine bir kitabında da aynı sorunu üzülerek görmüştüm.

Yani mesele yanlış bilgiler vermeleri falan değil de, topluma açıkça ters düşmeye cesaret edemedikleri için konu hakkında dürüst tavır takınamamaları oluyor.

Bu kadar çok kişinin inandığı kavramları, dinleri bir çırpıda silip atamıyorlar, bunun prestijlerini engelleyeceğini düşünüyorlar, bu yüzden teist argümanları ve söylemleri, ateist argümanlar ve söylemlerle harmanlayıp öyle sunuyorlar. Ne dedikleri de tam belli olmuyor.

Bir bakıma lafa islamı överek başlayan laiklik savunucularına benziyor durumları. Hani bilirsiniz öylelerini, çoğu öyledir hatta, derler ki bizim dinimiz iyidir güzeldir ama siz yine de laik olun.

Bu adam da bir yandan Tanrı fikrine ait dile getirilen akılsal gerekçelerin geçersizliğini gösteriyor, bir yandan da teist terminolojiden ve terimlerden vazgeçemiyor ve Tanrı'yı biz anlayamayız, evrene sığmayan şey konusunda tavır takınamayız falan diyor.

Aynı zamanda, en büyük sorunu da, Tanrı'nın farklı tanımları olduğunu bilmesine rağmen (hatta bunu kendisi de söylüyor ve birkaç filozofun Tanrı kavramına olan yaklaşımlarından örnek veriyor), Tanrı ile ilgili yazdığı bu makaleye hangi Tanrı'dan bahsettiğini açıkça dile getirmeden başlaması.

Hem Tanrı'nın tanımının netleştirilmesi gerektiğini biliyor, hem de kendisi Tanrı'yı kafasında belli bir şekilde tanımlamış olarak yorum yapıyor, yazıyı o şekilde yazıyor. Ama böyle yaptığını da gizliyor. Açıkça baştan ifade etmiyor.

Kullandığı Tanrı tanımı ise, bunu açıkça belirtmiyor tabi ama dediklerinden çıkan tanım, muğlak bir "evrenin sebebi" kavramıdır.

Ki bu tanımı pek çok kişi kullanır bildiğiniz gibi ama ben bu tanımı ne doğru buluyorum, ne de dürüst buluyorum.

Tanrı demek, evrenin sebebi demek değildir.

Yüz çeşit şey evrenin sebebi olabilir ama teizmin Tanrı'sı belli birşeydir. Ya da olmak zorundadır. (Teistlerin kafalarındaki Tanrı kavramları farklı farklı tabi genellikle ama hangisi olursa olsun, Tanrı denen şey, tanımlı ve belli birşey olmak zorundadır sonuçta).

Zaten ortada teizm olmasa, tartıştığımız bir Tanrı kavramı da olmayacaktır. Evrenin sebebi nedirin cevabı daima bilmiyorum olacaktır o zaman.

Evrenin bir sebebi var mıdır yok mudur tartışması ile Tanrı var mıdır yok mudur tartışması ayrıdır.

Bu iki tartışmayı aynı tartışma zannetmek çok yaygın bir yanılgıdır ve bir felsefe profesöründe bile bu yanılgıyı görmek beni hayal kırıklığına uğratmıştır.

Nedenselliğin evrenin kendisine uygulanıp uygulanamayacağını da bilemeyiz, uygulansa bile ve evrenin bir sebebi olması gerektiği ortaya çıksa bile bu sebebin nasıl bir sebep olduğu bilinemeyeceğinden, ortada hala bir Tanrı tartışması bulunmayacaktır.

Tanrı'nın tartışılabilmesi için, önce netleştirilmesi gerekir.

Kuru bir "evrenin sebebi" kavramı, Tanrı sözcüğünün yerine geçecek şekilde, onunla eş anlamlı olarak kullanılamaz, kullanılmamalıdır.

Evrenin sebebi netlikten tamamen yoksun ve muğlak bir kavramdır çünkü.

Kısacası, felsefe dersi veren profların objektif yorumlarını ancak kendileriyle yapılan özel sohbetlerde duyabilirsiniz. Sınıfa girip derslerini dinlerseniz, ya da yazdıkları bu tür makaleleri ve kitapları okursanız, suya sabuna çok fazla dokunmak istemeyen bu kişilerin dürüst olmayan, veya dürüst ama önyargılı söylemlerine tanık olur ve hayal kırıklığına uğrarsınız.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yani mesele yanlış bilgiler vermeleri falan değil de, topluma açıkça ters düşmeye cesaret edemedikleri için konu hakkında dürüst tavır takınamamaları oluyor.

Bu kadar çok kişinin inandığı kavramları, dinleri bir çırpıda silip atamıyorlar, bunun prestijlerini engelleyeceğini düşünüyorlar, bu yüzden teist argümanları ve söylemleri, ateist argümanlar ve söylemlerle harmanlayıp öyle sunuyorlar. Ne dedikleri de tam belli olmuyor.

İşte tam olarak bu yüzden "fena değil" dedim.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Tamamda bu yazı bana göre sadece agnostik ve ateiatlerin arasındaki görüş ayrılığına değinmiz yani tanrıya. Bu makalede tanrıya değinilmiş yani genel bir kavrama (Hristiyanın tanrısına yada müslümanın allahına yada yehovaya değil). Bu yazıdan çıkan tek sonuç tanrı kavramını tanrıya ne inananlar nede inanmayanlar açıklayabilir.Bu arada evrenin sınırı dedkten sonra iyice saçmalığa vurmuş makaleyi,önce evrenimizin sınırnda kalalım uğraşmayalım demiş sonra kendisi tanrıyı ispatlamaya çalışmış en sonundada tanrı vardr demiş

Link to post
Sitelerde Paylaş

Tanrının varlığını nedensellik yasasına dayandırmak, ona yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Tanrı inancına bu delille ulaşan kimselerin, bir defa daha düşünmeleri gerekir.

Bilmek ile inanmak birbirinden farklı iki zihinsel işlevdir. İnsan her bildiğinin doğruluğuna inanabilir ama her doğruluğuna inandığı şeyi bilemeyebilir. Tanrının varlığına inanmak, bu ikinci türdendir. Yani, bir insan Tanrının var olduğuna inanır ama Tanrının ne olduğunu bilemez. Tanrının varlığını en güçlü biçimde savunan tek tanrılı dinlerin kutsal kitapları da, Tanrının bilinemeyeceğini, tüm yönleriyle tarif edilemeyeceğini savunurlar. Tanrının birliği ve hiçbir şeye benzemezliği konusunda, en titiz din olan İslam dini, Tanrıyı çoğu zaman, soyut kavramlarla anlatmaya çalışır. Tanrının mahiyeti konusunda, insan aklına ve hayaline ne gelebilirse, onun, Tanrı olamayacağı gibi kesin ifadeler kullanır. Kelam kitapları, Kuran’ın bu çizgisini birçok argüman üretmek suretiyle savunur.

Kutsal kitapların güçlü Tanrı savı ile semavi dinler dışında, birçok inanç sisteminin de Tanrı inancını tescil etmesi karşısında, bazı kimselerin Tanrının varlığını reddetmesi, fevkalade düşündürücü bir hadise. Hele bu inanmayanlar arasında, akıl ve mantık yönünde eksiği olmayan, nam sahibi filozofların olması, meseleyi daha da vahim kılıyor. Bu konuyu burada işlememdeki amaç, inanma ve inanamamanın gerekçelerini ortaya koyarak, iki tarafın birbirlerini anlayabilmelerini sağlamak.

Nedensellik çürütülürse

İnanmanın gerekçeleri gayet basit ve sarih. İnanmayı savunan, binlerce yıllık, pek hacimli bir literatür de mevcut. Denilebilir ki, yaklaşık bin yıla yayılan Ortaçağ’da yazılmış kitapların yüzde 90’ı, teoloji kitaplarıdır. Üç semavi dininin teoloji kaynaklarında Tanrının varlığı konusunda, özet olarak, beş temel argüman ileri sürülür. Bu beş argümanın hepsinin dayandığı yegâne düstur, sebebiyet (nedensellik) yasasıdır. Yani, nedensellik bir şekilde çürütülürse, bu beş argüman da tek tek yıkılır. O zaman Tanrının yokluğu ispatlanmış olur mu diye sorulabilir. Hayır. Çünkü onun varlığına gerekçesiz de inanmak mümkün. Hatta bazı teologlara göre, en değerli iman, bir gerekçe ortaya koymadan inanmaktır. Şimdilik bu gerekçesiz iman konusunu sonraya bırakalım.

Nedensellik yasasının Tanrının varlığı için kullanılmasının açıklaması şu: Nasıl her eserin bir yapımcısı varsa, evren dediğimiz varlık âleminin tümünün de bir yapımcısı vardır. Nasıl günlük yaşamımızda, mesela “Elimdeki kalem durup dururken var olmadı, onu üreten biri var; şu defter de kendiliğinden var olmadı, onu da var eden bir neden var” gibi doğa bilimlerinin de temeli olan bu biricik nedensellik yasasını, “evren de kendiliğinden var olmadı, onu da yaratan biri var” şeklinde, evrenin tümüne uyguladığımızda, Tanrının varlığı zorunlu olarak meydana çıkar. İşte bu kadar basit! Kutsal kitaplar, bilhassa Kuran, Tanrıya inanmayanların bu bariz hakikati nasıl fark etmediklerini hayretler içinde dile getirir. Çünkü gerçekten de bu yasa, evrenin tümüne uygulanırsa sonuç budur. Peki, Tanrıyı da bir sonuç olarak kabul edemez miyiz? Yani onu da yaratan bir şey yok mu? Buna şöyle cevap veriliyor: O zaman nedensellik zinciri sonsuza kadar gider. Bu kabul edilemez. Çözüm olarak, kendisinden önce bir nedeni olmayan, yani kendiliğinden var olan bir “ilk”i kabul etmek gerekir. Bu “ilk” ise Tanrıdır. Buradaki “ilk”, Aristo’nun Tanrısına benzemekle birlikte, ikisi arasında bir fark da var. Aristo’nun Tanrısı, evreni yoktan var eden değil, evrene ilk hareketi veren güçtür. İşte Tanrıya inanmayandan, bu basit akıl yürütmesini kabul etmesi beklenir. Bu bariz gerçekliği hâlâ kabul etmiyorsa, ona kâfir (gerçeği örten) demekten başka çare de yoktur.

Şimdi, alt derecedeki bazı canlıların bile yaşamlarında kullandıkları nedenselliği, neden Tanrıtanımazlar kabul etmezler? İşte asıl sorun burada. Görülecektir ki, inanmak nasıl bir çeşit akıl yürütmeye dayanıyorsa, inanmamak da bir tür akıl yürütmeye dayanacaktır. Şöyle ki: Evrenin içindeki her nesne bir sonuçtur, onu meydana getiren sebep, zorunlu olarak sorulur. Ama tüm evren bir nesne midir? Evrenin tümü bizim için bir bilgi midir? Evrenin tümü bizim için bir deneyim midir? Evrenin tümü elimdeki şu kalem gibi, önümdeki şu defter gibi üretilmiş, sınırları belli bir alet midir? Bunlara evet diyemeyiz. O zaman, günlük yaşamımızda ve evrenin içindeki olaylar için uyguladığımız nedensellik yasasını, tüm varlık âlemine uygulayabilir miyiz diye kendimize sormalıyız. Ateist denilen kişi, “hayır uygulayamayız” diyen kişidir.

Evrenin sınırı

Çünkü içinde yaşadığımız evrenin sınırları nedir bilemeyiz. Milyarlarca yıldızdan ve galaksiden bahsediliyor. Işık hızıyla milyonlarca yıl seyreden bir cisim, uzayın sonuna varamıyor. Hayal gücümüzle -ki hayal gücümüz ışık hızından kat kat daha fazla süratlidir- bile evrenin sınırına ulaşamıyoruz. Bize ne oluyor da, böyle akıl almaz büyüklükteki bir varlık üstünde fikir yürütüyoruz! Bu kadar cüret fazla değil mi? Şunu bilmemiz gerekir ki, evrenin içindeki nesne ve hadiselerin, sınırlarına vakıf olduğumuz zaman, onlar hakkında bilgi sahibi olabiliyoruz. Ancak evrenin tümü, hiçbir zaman, bir bilgi olarak, zihnimizin içine sığmayacaktır. Bir nebze mütevazı olup aklımızın sınırlarını bilelim. Evrenin içinde kalalım! Zaten istesek de dışına çıkamayacağız. Dışında diye tevehhüm ettiğimiz hayali varlık dünyası, yine evrenin içindedir. Hatta yaratıcı güç olarak tahayyül ettiğimiz Tanrı bile, iyi incelersek, hâlâ içinde olduğumuz varlık evreninin içindedir. Çünkü hiçbir zihinsel yetimizle varlığın dışına çıkamayız.

İşte Tanrıtanımazın derdi budur! Bu basit yasanın bizi Tanrıya götüremeyeceği iddiasıdır. Tanrının, bir kalemin, bir defterin gerisindeki sebep gibi bir sebep olamayacağı iddiasıdır. Evrenin bir kaleme, bir deftere dönüştürülemeyeceği iddiasıdır.

Bizi Tanrıya götürecek yegâne delil (nedensellik yasası), bu şekilde, pek de işe yaramaz hale gelince, o zaman Tanrı yok mu diyeceğiz? Hayır. Sadece bizi ona götürecek yol, bu yol değildir diyebiliriz. Bu delile dayanarak Tanrıya inanan bir kişi, iyi bir şey yapıyor diyebilir miyiz? Faraza doğru denilebilen bir bilgiye yanlış bir yoldan gidilmişse, o bilgiye sahip olunmuş sayılır mı? Biri çıkıp o bilgiye itibar etmezse, bir hata mı yapmış olur? Bu ateist bu kadar kolay akılsallığı neden kabullenemiyor. Acaba “Tanrı” gibi pek yüce bir kavram için, ona yakışır bir delil endişesi içerisinde olmasın?

Hem Tanrı, evrenin tümünün gerisindeki kudret ise, o zaman ancak evrenin tümü onun için kanıt olabilir. Tüm beşerin aklını bir araya toplarsak, evrenin tümünün bilgisine ulaşabilir miyiz? Elimizdeki bilgilerin bile ne derece doğru olduğu tartışmalı iken, böyle büyük bir iddia, aşırı bir cüretkârlık olmaz mı? O zaman, evrendeki herhangi bir sınırlı nesneyi kanıt gösterip “İşte bunu yaratan Tanrıdır!” demek, onun şanını küçülmek demek değil mi? Bunu kabul etmeyen bir akıl, hangi günahı işlemiş olur? Tanrıyı yüceltmiş mi olur, küçültmüş mü?

Gerekçesiz iman

Hiçbir nesne Tanrının varlığını ispata yetmez. Tanrıya da bu yakışır zaten. Gerekçeli Tanrı inancının pek kıymet taşımaması bu yüzdendir. Çünkü Tanrının varlığı için deliller artıkça o derece şüphe de artar. İnanmayan insanı, hiçbir teoloji kitabı ikna edemez. Gerekçesiz bir Tanrıya inanan bir kimse de, bir ateistin en güçlü kanıtına itibar etmez. Gerekçesiz iman konusuna gelince, böyle bir inanç teologlar tarafından da en kıymetli bir iman türü sayılır. Yani, bu bir bakıma yaşlı nine inancının, düşünen mütekellimin (teolog) imanına tercih edilmesidir. Böyle bir inanç, akılsallık kabul etmeyeceği için, onu ne ispat etmek ne de çürütmek mümkündür. Sufimeşrep müminlerin ve mistiklerin, bu tür bir imana sahip oldukları söylenir. Bu tür imanın geçirgenliği mümkün olmadığından, onu başkasıyla paylaşmak mümkün olmaz. Tamamen sübjektif düzeyde kalır. Böyle imanı, aynı kalitede, onun karşıtı olan, başka bir gerekçesiz iman nakzeder. Yani “hiçbir gerekçem olmadan Tanrıya inanıyorum” iddiasını, “hiçbir gerekçem olmadan Tanrıya inanmıyorum” iddiası karşılar. Bu zıt iddiaları taşıyan iki kişi, karşı karşıya gelirse, birbirlerine üstünlük taslamamaları gerekir. İkisinden biri bunu yaparsa veya üçüncü bir şahıs bu iki iddiayı karşılaştırmaya yeltenirse, bunu ancak akla başvurarak yapabilir. İşin içine akıl girdiğinde de, yukarda bahsettiğimiz tüm endişe ve şüpheler tekrar nükseder.

Tanrıyı, bir taraftan, akılsallığın fuzuli gerekçelerinden, diğer taraftan, gerekçesiz kör inancından kurtarmaya çalışan, üçüncü bir yaklaşım vardır. O da Tanrıyı varlığın ötesinde değil, içinde aramaktır. Spinoza’nın Tanrısı, böyle bir tanrıdır. Buna göre, “ben varım” veya herhangi bir nesneye “şu vardır” demek, “Tanrı vardır” demekle eşanlamlı olur. Tabii, o zaman Tanrıtanımaz kimse de kalmaz. Ancak ne yazık ki, Tanrıya bu kadar yaklaşmış olan bu filozof, “ateist” damgasını yedi. Sırf kutsal kitaplardaki Tanrı tarifine ters düştüğü için. Tanrıyı, evrenin içinde, insan aklının zaman içindeki “mutlak”a doğru seyri biçiminde, evrenin ruhu olarak gören de vardır. Hegel’in Tanrısı muhtemelen böyle bir tanrıdır.

Öyle görülüyor ki, Tanrının varlığını nedensellik yasasına dayandırmak, ona yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Tanrı inancına bu delille ulaşan kimselerin, bir defa daha düşünmeleri gerekir. Bu yasayı Tanrı için geçersiz görüp Tanrının varlığını reddeden kişi, sadece belli bir Tanrı tarifini reddetmektedir. Çünkü geçersiz bir gerekçe ile ortaya atılan bir varlık, zorunlu bir kabule yol açmaz. Onu iddia eden kişinin elde ettiği inanç da şaibeli bir inançtır. Bu inancı meşru, geçerli, kabulü zorunlu bir bilgi sayıp onu reddedeni bilgisiz, akılsız, mantıksız, hak ve hakikatten uzak görmesi, büyük bir haksızlıktır.

Zihnimiz ve kabiliyetlerimiz, Tanrıyı Tanrı olarak kavramaktan acizdir. Bu aczi kabullenmek, Tanrı konusuna girmenin zorunlu şartıdır. Bize düşen, bu ulaşılması zor ve mümkün olmayan hedefin peşinden gitmek yerine, insan olarak ulaşabilecek hedefler seçmektir. O da bir şeye, bir biçimde inanıp atıl kalmak yerine, dış doğanın ve kendi iç doğamızın küçük parçacıklarını, anlaşılabilecek hedefler olarak belirleyip anlamaya çalışmaktır. Ve öyle, hep ilerlemektir. Bilip öğrenip devam etmektir. Bizim için doğru olan budur. Hedefe giden yol, ancak bu olabilir. Bu hedef Tanrı ise bunu, ta baştan zikretmeye hiç de gerek yoktur. Çünkü nasıl bir şeye varacağımızı bilmiyoruz. Ta baştan veya yolun herhangi bir noktasında, hedefi tanımlarsak, yolumuzu şaşırabiliriz. Çünkü yolumuz, içimizden gelen, sönmemesi gereken, gayet nazik bir ışıkla izlenebilmektedir. Hedef çok uzaklarda olduğu için, oradan bir ışık bize gelmemektedir. Öyle bir ışık gelse bile işimize yaramayacaktır. Çünkü öyle bir ışık karşısında, tüm gözler göremez olacaktır.

YASİN CEYLAN: Prof. Dr., ODTÜ, Felsefe

Bu yazıyı buraya ne için yapıştırdığını anlamıyorum drekinci...

Zeus için makale yazan bir adamın veya algılanan gerçeklikteki bazı öğeleri Zeus'a veya Ra'ya ciddi bir şekilde %50'ye %50 mantıksal bölüştürme yaparak atfeden bir adamın yazısını da yapıştırmaya değer görür müsün?

Bak arkadaşım,

Ateist demek; saf, katışıkksız, yalın, sağlam, olduğu gibi bir gerçeklik algısına sahip insandır.

Ateist olmak bir süreçler zinciri sonucunda gerçekleşen sonuçtur.

Bu durumla ilgili olarak dışarıdan birisi tarafından ne algılama, ne modelleyebilme, ne de üzerine akıl yürütme söz konusu olamaz.

Andromeda galaksisini hiç görmemiş bilmeyen bir insana "Andromeda galaksisinin şekli neye benzer?" diye soru sorduğunda ancak ve ancak Samanyolundan kıyaslama ile şekil belirler.

Yine; bir insanın her hangi bir dalda akademik ünvana sahip olması demek onun gerçeklik algısının saf ve katışıksız olduğu anlamına gelmez.

Bilgi bir ışıksa, tüm aynalar çevrilebilir o ışığa. Ve tüm aynalar da kendi özleliklerine göre ışıktan aldıklarını yansıtırlar.

Ancak ateistler harici herkesin ışıktan aldıklarını düz ve pürüzsüz bir şekilde, ışık ve görüntü kaybı olmadan yansıtmaları imkansızdır.

Çünkü aynalarının üzerinde birçok eğim vardır. Bunlar ek olarak da üzerilerine bizzat kendileri toz serpiştiriler. Çünkü toz serpiştirme yerleşik bir kural olmuştur.

Ayrıca makale insanlardaki tanrı inancına bilimsel ve tarafsız bir yaklaşım sergilemiyor.

Halbuki bir bilim adamı tarafsız yaklaşmalı.

Tarafsız derken millet yanlış anlıyor.

Tarafsızlık Tanrı inancının doğruluğuna veya yanlışlığına eşit oranda ihtimal vermek değildir.

Tarafsızlık Tanrı kavramını doğru kabul düşüncenin normal olup olmadığına eşit oranda ihtimal vermektir.

Yazıda böyle bir şey yok...

Yazı bilimsel bir değerlendirmeden öte, bir kişinin kendi iç savaşını yansıtıyor. Teizmde anlamları sorgulamaya başlamış bir kişinin kendi savaşı.

Böyle eksik yaklaşım ve bakış açıları dolu yazıları burada yayınlamanın anlamını nedir?

tarihinde Ateist.Bakış tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili mantık'ın eleştirisinden sonra söylenecek pek laf kalmıyor.

Ben de katkı babında, konunun siyasal ve magazinsel yönüne değinmek istiyorum.

Bizim zamanımızda ODTÜ den bilimsel bakış açısına sahip materyalist gençler yetişirdi. Şimdilerde yetişen gençlerin nasıl olduğunu veya olabileceğini siz tahmin edin.

Doğaüstü bir güce, kudrete yani tanrıya inanmaya ihtiyacı olan insanlar, kendi eli ve kendi aklı ile bir tanrı yaratıp ona kolaylıkla tapınırlar. Dinlerin ve tanrının var oluşu, bugünlere gelişi bu minval üzre olmuştur. Bu tanrıyı ben kendi elim ve kendi aklımla yarattım, ona doğaüstü güç ve kuvvet atfeden de benim. Demezler.

Kendi aklı ile yarattığı tanrı, hem kendi aklı hem de bir başka akıl tarafından geçersiz kılınmasın diye bu kez aklın kapsamı dışına çıkarılmak istenir. İşte tanrı konusunda gelinen son nokta budur. Kendi tanrınızı kendiniz yaratın ve ona hiçbir ön koşul, hiçbir nedensellik yüklemeden inanın. İçinizden gelen ışık sizi yönlendirsin, ancak o ışık kaynağına hiçbir zaman ulaşamayacağınızı da bilin!

Radikal gazetesini nurcular ele geçirdi diye duyumlar alıyordum.

Yeni formatı, yeni müdürü, yeni fiyatı ve yeni yazarları ile bunun doğru olduğuna inanmaya başladım.

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili ateist.bakış

Yasin Ceylan, ODTÜ gibi namlı bir üniversitenin profesör unvanlı öğretim üyesi. Felsefe gibi çok önemli bir düşün dalının hocası. Makalesi Radikal gibi bir gazetenin pazar gününe rastlayan sayısının manşetine konulmuş. Yani on binlerce insan okumuş, şu veya bu şekilde etkilenmiş. Böyle bir makaleyi buraya taşımayacağım da neyi taşıyacağım?

Sen de oturmuş güzel güzel eleştirmişsin.

Kötü mü olmuş.

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili ateist.bakış

Yasin Ceylan, ODTÜ gibi namlı bir üniversitenin profesör unvanlı öğretim üyesi. Felsefe gibi çok önemli bir düşün dalının hocası. Makalesi Radikal gibi bir gazetenin pazar gününe rastlayan sayısının manşetine konulmuş. Yani on binlerce insan okumuş, şu veya bu şekilde etkilenmiş. Böyle bir makaleyi buraya taşımayacağım da neyi taşıyacağım?

Sen de oturmuş güzel güzel eleştirmişsin.

Kötü mü olmuş.

Sevgiler.

Yazıyı savunduğunu düşünerekten yazdım düşüncemi.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Tez: "Tanrının varlığını en güçlü biçimde savunan tek tanrılı dinlerin kutsal kitapları da, Tanrının bilinemeyeceğini, tüm yönleriyle tarif edilemeyeceğini savunurlar."

Antitez: "Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi istedim ve mahlûkatı yarattım" (bk Keşfu’l-hafâ, II, 132, hadis: 2016) şeklindeki hadis neyse de, Kuran'ı açıp şöyle bir baktığımızda, neredeyse tamamı, Allah'ın kendisini tanıtmasından, kendini anlatmasından ibaret. Hemen tamamı, Allah'ın güzelliğinden, iyiliklerinden, gazaplarından, adaletinden, yeteneklerinden, bilgisinden, gücünden, bokundan, püsüründen bahseder. Yine Kuran'ın hemen tamamı, bir müslümanın ilk ibadetinin Allah'a kulluk etmek olduğunu söyler. Hemen tamamı, Kuran'ın Allah kelamı olduğunu ve asla değiştirilemeyeceğini ifade eder. Hemen tamamı, Kuran'ın her hangi bir emrinin inkarının küfre düşüreceğini ifade eder. (Bir başka başlıktaki iletimden alıntı) Dolayısıyla bir müslüman için Allah'ın bilinemez olduğunu söylemek, Kuran'ı inkar etmek olacağı nedenle, bu tez başta islam, bildiğimiz tek tanrılı dinleri bağlamaz. Bu tezi ortaya atan da, islama göre kafirdir.

Tez: "Üç semavi dininin teoloji kaynaklarında Tanrının varlığı konusunda, özet olarak, beş temel argüman ileri sürülür. Bu beş argümanın hepsinin dayandığı yegâne düstur, sebebiyet (nedensellik) yasasıdır. Yani, nedensellik bir şekilde çürütülürse, bu beş argüman da tek tek yıkılır."

Antitez: Nedensellik, bilinç dışında gerçekleşen nesnel ve evrensel zorunlu bir bağımlılıktır. Dolayısıyla nedenselliğin çürütülmesi düşüncesi bile bilimsellikten uzak olduğu nedenle, ihtimal olarak dahi kabul edilemez ve bu sözde varsayımdan hareketle ileri sürülen tüm varsayımlar da bilimsellikten uzak kabul edilmek zorundadır.

Tez: "O zaman Tanrının yokluğu ispatlanmış olur mu diye sorulabilir."

Antitez: Eğer tartışma ve iddialar bilimsel zeminde sürdürülecekse, varlığı kanıtlanamamış bir şeyin yokluğu da kanıtlanmaz; zaten yok kabul edilmek zorundadır.

Tez: "varlığına gerekçesiz de inanmak mümkün."

Antitez: Gerekircilik, nesnel gerçekliğin nedensellikle ve nesnel yasalarla belirlendiğini ileri süren bilimsel bir görüştür. Dolayısıyla, nedensellik ile ilgili kısım da göz önüne alındığında "gerekçesiz" inanç, adı üzerinde sadece bir inançtır ki, bilimsel zeminde tartışılması da mümkün değildir.

Tez: "Nasıl her eserin bir yapımcısı varsa, evren dediğimiz varlık âleminin tümünün de bir yapımcısı vardır."

Antitez: Nedensellik de, gerekircilik de bu şekilde ele alınabilecek bir tür nalıncı keseri değildir. Zira, evreni nedensellik üzerine kuran bir yüce yaratıcının nedensellik bilgisi, kendi nedenini de sorgulamasını gerektirir ki, nedensiz varolmasının mümkün olmadığı düşüncesiyle kendisinin de varolmadığının bilincinde olması gerekir. Bu da bir paradoksu doğurur. Bu paradoks da ancak, "neden" ve "sebep" kavramlarının farklılığının farkına varmakla çözümlenebilir. Tanrı adı verilen "sözde ilk neden", tarifine bakıldığında tamamen "bir ilk sebep"ten ibarettir. "Yaratan" olmak için yaratmış olmak gerektiği için yaratıcı ancak bir sebep olabilir ki, o halde o da sebebi de içine alan mutlaka bir önceki nedene ihtiyaç duyar. Bu da aynı paradoksu; yani "kendi sebebi olan bir ilk neden" zırvalığını sonsuza kadar sündüreceği için, "ilk neden" olmamak zorundadır. Yani neden, sonucu doğurur ama sonuç, nedenin varlığına sebep bile değildir. Ve dolayısıyla sonuca bakarak "bir ilk neden" varsayıp, buna da "tanrı" demek, bilimsellikle bağdaşmaz. Bu inanç, kalacaksa eğer hep bir inanç olarak kalmak zorundadır.

Tez: mesela “Elimdeki kalem durup dururken var olmadı, onu üreten biri var; şu defter de kendiliğinden var olmadı, onu da var eden bir neden var” gibi doğa bilimlerinin de temeli olan bu biricik nedensellik yasasını, “evren de kendiliğinden var olmadı, onu da yaratan biri var” şeklinde, evrenin tümüne uyguladığımızda, Tanrının varlığı zorunlu olarak meydana çıkar.

Antitez: Yanlış hipotezlerden doğru sentezler elde etmek mümkün değildir. Bir üstteki eleştirimde dile getirmeye çalışmıştım: Kalem, onu üretenin ereğidir. Defter de keza... Çünkü bunlar bir amaca yönelik üretilmişlerdir. Oysa neden, üreteni de üretileni de aşan bir kavramdır; ereği yoktur. Yani kalemin veya defterin bir nedeni değil, bir sebebi vardır. Nalıncı keseri nitelemesi, burada da geçerlidir. Daha güncel ifadelerle şöyle açıklamaya çalışayım: Kalemi üretene bunun sebebini sorduğunda amacını dile getirir, kısaca "Yazı yazmak için" diye tek bir sebeple bunu açıklayabilir; oysa aynı şahısa nedenini sorduğunda yüzbinlerce sebep sıralayabilir; yazı yazmak da bunlardan sadece biridir. Dolayısıyla tezdeki iddiadan hareketle, kalemin varlığı sadece kalem üreticisinin varlığını zorunlu kılar, ki üretici de yine bir annenin ereğidir sadece. Bu da iddiayı ortaya atan şahsı kendi silahıyla vurmaktır: "Anne, kimin ereğiydi?" Belki yine yüzbinlerce sebeple açıklanabilecek bu soruyu tıkanıp sözde bir ilk nedenle açıklamak, herşeyden önce akla ve bilime aykırıdır. Yani bu şahsın öne sürdüğü bu iddialar, tektanrıcı olarak onun haddi bile değil; bir bilinemezci ancak bir ilk neden sorusunu sorabilir. Onun da cevabını yukarıda kendimce vermeye çalışmıştım.

Tez: "İşte bu kadar basit!"

Antitez: Haklı, "İşte bu kadar basit!" ama bu sorunun çözümü için değil, sorunu ortaya koyanın düşünceleri için geçerli.

Sevgili drekinci, bu delinin zırvalarıyla ilgili daha fazla zaman harcayıp devam etmeye gerek de görmüyorum, bir neden de. Balık baştan kokmuş zaten...

Hürmetle...

Link to post
Sitelerde Paylaş

varlık nasıl ortaya çıktı...

sebebsiz ve ustasız...

olurmu böyle şey...

olur...

o zaman tanrı da böyle olur...

niden...

evren kendiliğinden var olabiliyorsa tanrı da kendiliğinden var olabilir...

evren kendiliğinden var olabiliyorsa tanrıya gerek yok ki...

olsun...

keyfinin kahsı mısın o da evrenin başına tanrı olmak istemiş ve var olmuştur...

hem evrenin de var olmasına gerek yok tu ama yin de var oldu...

tanrı niye öyle olamasın...

Link to post
Sitelerde Paylaş

varlık nasıl ortaya çıktı...

sebebsiz ve ustasız...

olurmu böyle şey...

olur...

o zaman tanrı da böyle olur...

niden...

evren kendiliğinden var olabiliyorsa tanrı da kendiliğinden var olabilir...

evren kendiliğinden var olabiliyorsa tanrıya gerek yok ki...

olsun...

keyfinin kahsı mısın o da evrenin başına tanrı olmak istemiş ve var olmuştur...

hem evrenin de var olmasına gerek yok tu ama yin de var oldu...

tanrı niye öyle olamasın...

Sevgili kirec, zaten o nedenle ya, siz inanıyorsunuz, biz de biliyoruz. Aramızdaki fark da onun için bu kadar büyük. :)

Yukarıda da açıklamaya çalıştım ya; tanrı, bir neden olamaz, olsa olsa ancak bir sebep olabilir. Bu da onun tanrılık vasfını otomatikman düşürür, çünkü bir başka sebebin ereği olmuştur artık. :)

Ne kadar kötü, değil mi? :)

Seni seviyorum ama işim var, çıkmam lazım... :)

Link to post
Sitelerde Paylaş
Pek çok felsefe profesörü böyle oluyor.

Boston Üniversitenden bir felsefe profesörünün inanma ve inanmama üzerine bir kitabında da aynı sorunu üzülerek görmüştüm.

Yani mesele yanlış bilgiler vermeleri falan değil de, topluma açıkça ters düşmeye cesaret edemedikleri için konu hakkında dürüst tavır takınamamaları oluyor.

Nereden biliyorsunuz, bizzat kendileri mi iletti bunu sizlere ?

Bence fikirlerinizi desteklemeyen argümenlere karşı bu tarz bir savunma mekanizması oluşturmuşsunuz.

Yoksa Richard Dawkins dünyanın en dışlanmış insanı olurdu.

Yada Celal hocamız şuana kadar çok müslümanlar tarafından öldürülmüş olurdu.

Günümüzdeki çağ değişti. Artık herkes rahatça fikirlerini söyleyebiliyorlar.

Bu tarz bir bahane kabul edilemez.

Link to post
Sitelerde Paylaş

varlık nasıl ortaya çıktı...

sebebsiz ve ustasız...

olurmu böyle şey...

olur...

o zaman tanrı da böyle olur...

niden...

evren kendiliğinden var olabiliyorsa tanrı da kendiliğinden var olabilir...

evren kendiliğinden var olabiliyorsa tanrıya gerek yok ki...

olsun...

keyfinin kahsı mısın o da evrenin başına tanrı olmak istemiş ve var olmuştur...

hem evrenin de var olmasına gerek yok tu ama yin de var oldu...

tanrı niye öyle olamasın...

Sevgili kireç

Evren gözümüzün önünde duruyor. Madde, zaman ve mekan boyutları ile bize hitap eder haldedir. Duyularımız ve aklımız ile evreni ve maddeyi algılıyoruz. Kendimizin de bu madde oluşumunun bir parçası olduğunun bilincindeyiz. Bütün bu gerçeklik ister kendiliğinden olsun ister bir sebebe bağlı olsun değişen bir şey olmaz. Kendiliğinden olmuş olması da (kendiliğinden denilen şey maddenin içsel özelliklerin, dışsal özelliklerle yani başka maddelerin içsel özellikleri ile reaksiyona girmesi durumudur) bir sebep olarak kabul edilebilir. Peki tanrı için aynı şeyi, aynı yaklaşımı gösterebilir miyiz? Öncelikle ne olduğu meçhul. Varlığına ilişkin en küçük bir bulgu yok. Maddenin var oluşuna ilişkin düşünülebilen mantıklı bir yaklaşımı, ne olduğu bilinmeyen bir hayali varlığa uygulayabilir miyiz? Üstelik maddeyi de yarattığına vehmedebilir miyiz? Dinlerin tanımladığı tanrının maddi bir karşılığı yoktur. Yalnız, güç, kuvvet, kudret, sahibi olduğu iddia ediliyor. Ancak bu güç kuvvet ve kudretin nasıl açığa çıktığını, neyi ne şekilde değiştirdiğini, yaptığını ve yarattığını kimse bilmiyor. Hiçbir bilimsel çalışmada, hiçbir oluşumda tanrı inisiyatifine ilişkin bilimsel bir bulgu yoktur. Maddenin kendi fiziksel, kimyasal, biyolojik vb. özelliklerinden kaynaklanan davranış biçimleri tanrıya vehmedilip, tanrı yönetiyor denirse, bu kez tanrı ortalıklarda olmadığı için, maddeyi ve evreni tanrı olarak görmüş olursunuz. Bunun adı da panteizmdir.

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

varlık nasıl ortaya çıktı...

sebebsiz ve ustasız...

olurmu böyle şey...

olur...

o zaman tanrı da böyle olur...

niden...

evren kendiliğinden var olabiliyorsa tanrı da kendiliğinden var olabilir...

Sonra bir başka tanrı da kendiliğinden var olur...

Sonra bir başkası daha...

Sonra bir başkası daha...

Sonra bir başkası daha...

...

...

Baksana ortalık tanrı çöplüğüne döndü...

Bu durumda tanrı birdir iddianızı neye dayandırıyorsunuz? Ne tür bir mantık kullanıyorsunuz?

Yani sizin tanrı diye tanımladığınız şey kendi kendine var olabiliyorsa, aynı şeyi neden başkası da yapmasın ya da yapamasın?

tarihinde Tatanka tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

varlık nasıl ortaya çıktı...

Yahu varlık, hani sizin herşeyden münezzeh dediğiniz; yani, işte şu görebildiğin ve keşfedebildiğin herşeyin dışındakinin bizatihi kendisidir; Yani, bilemediğindir! :ph34r:

Daha niye kendisini sorgulayıp duruyorsun? Bari buna niye inanmıyorsun, a kınalı kuzum! Oradan da bize gelirsin zaten! Araştırmaya devam et! Bari, ne demeye, birilerinin kafasına göre uydurmuş olabileceği bir tanımı kıçına takıp yerlerde sürükleyerek dolaşıyorsun? Bu saygısızlığı size göre o yüce yaratıcıya nasıl yapıyorsunuz hadi neyse , görüp keşfedebildiğin kadarıyla var olan kendine de mi saygın yok senin? Araştırıp sorup, doğru cevabı kendin bulmaya çalışsana, tembel mıymıntı yalabbimyalesürülakçım benim :angry: ! :lol:

Yalvarıyoruz lan size, daha ne yapalım. Yuvanıza dönün! Şu kısacık ömrümüzde (belki kimi varlıklara göre çok uzun, kimilerine de çok da kısacık olabilir) size şuradan yalvarıyoruz, daha ne yapalım, keratalar! :lol:

tarihinde Çakırcalı tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...