Zecalufinon 0 Nisan 20, 2008 gönderildi Yazar Raporla Share Nisan 20, 2008 gönderildi ..... Sen o zaman yaşasan ve gökyüzünde bu hareketleri görsen olayı nasıl tasvir ederdin? ..... Tabiyiki doğudan batıya yol izler şekilde.. Ama bu arkadaşlar kıvırma konusunda çok başarılılar. 7 gök kavramını görür görmez atmosfer tabakası dediler.. Fakat ayetler onu anlatmıyordu ve değiştirip "başka birşey anlatıyor, allah bilir" dediler. Göğün ve yerin yaratılışını "gün" kavramlarıyla anlattı Muhammed, bunun mantıksız olduğunu anlayanlar hemen kıvırıp, "devre" olarak değiştirdiler. İlhan Arsel'in, "Kuran Eleştirisi 2" adlı kitabından, gök konusu hakkında bazı tespitlerini sunmak istiyorum. Dinsiz e-kitap sitesinde İlhan Arsel'in bütün kitaplarını bulabilirsiniz: [Dinsiz E-Kitap] Prof. Dr. İlhan Arsel - Kuran’ın Eleştirisi I. Cilt Prof. Dr. İlhan Arsel - Kuran’ın Eleştirisi II. Cilt Prof. Dr. İlhan Arsel - Kuran’ın Eleştirisi III. Cilt "O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de (kubbemsi) bir tavan, yaptı. Gökten su indirerek onunla, size besin olsun diye (yerden) çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile Allah'a şirk koşmayın" (Bakara Suresi, ayet 22). Görüldüğü gibi, bu ayetlerde "gök"ten, "yerküresi"nden, ''ürünler''den ve "su"dan söz edilmekte; ama bunların nasıl, ne zaman ve ne gibi bir sıraya göre yaratıldıklarına dair bir şey söylenmemekte! Oysa ki, Tanrı, göklerin ve yerin yaratılması olayının insanların yaratılmasından daha büyük bir olay olduğunu, başka bir surede, yani Kur'an'da kırkıncı sırada yer alan Mü'min Suresi'nde bildirmekte (Mü'min Suresi, ayet 57).7 Denecektir ki, Mü'min Suresi'nin "nüzul" (iniş) sırası 60'tır, yani Bakara Suresi'nden daha önce inmiştir (zira Bakara Suresi'nin nüzul sırası 87'dir). Yani belirtilmek istenecektir ki, yer, gök vs... konusunda Bakara Suresi'nde yer alan hususlar, daha önce inmiş olan Mü'min Suresi'nde açıklanmıştır. Böyle bir itiraza karşı verilecek yanıt, biraz yukarıda belirttiğimiz gibi surelerin nüzul sırasına göre değil, Kur'an'daki sıra esasına göre okunmakta olduğudur. Fakat, her ne olursa olsun söylemek istediğimiz şudur ki, Bakara Suresi'nde "gök"ün, "yerküresi"nın, "ürünler"in, "su"yun vs... oluşumuna ya da evrenin (kainatın) yaratılışına değinilmemiştir. Gerçekten de surenin yukarıdaki 22. ayetinden hemen sonra, gök ve yer konusuyla ilgili olmayan ayetlere geçiliyor; örneğin, Kur'an'a ve Tanrı'ya inanmak gerektiği, inanmayanların kafir olarak azaba çekilecekleri vs... tekrar ediliyor (Bakara Suresi, ayet 23-28). Böyle bir atlamadan sonra, 29. ayetle "gök" konusuna dönülüyor ve Tanrı'nın semaya yöneldiği ve onu "yedi kat" olarak yaratıp düzenlediği bildiriliyor: "O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra semaya yöneldi, onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi. O her şeyi hakkıyla bilendir" (Bakara Suresi, ayet 29). Bu ayet, Tanrı'nın gökleri yedi kat olarak yarattığı konusunda karşımıza çıkan ilk ayet oluyor. Fakat, dikkat edileceği gibi, ayetin bu iki tümcesi dahi, kronolojik sıraya ters düşecek şekilde dizilmiş. Önce göklerin ne şekilde düzenlendiği belirtilip, sonra bu gök içerisine yerleştirilen yerden söz edilmesi gerekirken, tersi yapılmış. Semanın yedi kat üzerine yaratıldığına dair Bakara Suresi'nin 29. ayetinde yer alan yukarıdaki sözler, Talak Suresi'nin 12., Nebe' Suresi'nin 12. ve 13., Mülk Suresi'nin 3. ve 4., Mü'minûn Suresi'nin 17. ayetleriyle birlikte tekrarlanacaktır. Oysa Talak Suresi, Kur'an'ın 65. sırasında, Nebe' Suresi 78. sırasında, Mülk Suresi 67. sırasında, Mü'minûn Suresi 40. sırasında yer almışlardır. Ve işte çeşitli zamanlarda inmiş ve Kur'an'ın pek çeşitli yerlerine serpiştirilmiş sureler ve ayetlerle göklerin yaratıldığından söz edilmekte. Evet, ama bu nasıl bir göktür? Ne kadar zamanda yaratılmıştır? Kapılan, bacaları, burçları, merdivenleri, direkleri, kandilleri, süsleri vs... var mıdır? Bunlar Bakara Suresi'nde değil, zaman ve sıra esasına, yani kronolojik ilkelere bağlı olmayarak, Kur'an'ın daha sonraki çeşitli surelerinin çeşitli ayetleriyle belirtilecektir. Bir kere Kur'an'da yedinci sırada bulunan A'raf Suresi'nde, göğün yedi kat olduğu ve yerküreyle birlikte 6 günde yaratıldıkları yazılıdır: "Sizin Tanrınız O Tanrı'dır ki, gökleri ve yeri, altı günde yaratmıştır" (A'raf Suresi, ayet 54). Aynı sözler, aşağı yukarı aynı nitelikte olmak üzere diğer surelerde de belirtilmekte (örneğin bkz. Yunus Suresi, ayet 3; Hûd Suresi, ayet 7; Hadid Suresi, ayet 4). Ancak, 41. sure olan Fussilet Suresi'nde, yedi kat gök ile yerin iki günde yaratıldığı bildirilmekte. Daha doğrusu, surenin 9. ve 11. ayetlerinde, Tanrı'nın, yerküreyi iki günde yaratıp, üzerine dağlar oturttuğu ve dört günde bereketler yağdırdığı, duman halindeki göğe yöneldiği, göğü ve yeri huzuruna çağırdığı belirtildikten sonra, 12. ayette şöyle dediği yazılıdır: "Böylece onları iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti..." (Fussilet Suresi, ayet 9-12). Burada geçen "onları" sözcüğü, yedi kat gök ile yerküre! Çünkü, daha önceki 11. ayette Tanrı'nın her ikisini huzuruna çağırdığı yazılıydı. Şimdi 12. ayette ise, "Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı..." diye konuşmakta! Görüldüğü gibi işin içinden çıkmak kolay değil! Fakat, yukarıdaki ayetleri okurken, aklımızı çelen bir husus daha var ki, o da şu: göklerin ve yerkürenin altı günde yaratıldığını söyleyen Tanrı, "gün" deyiminden ne anladığını belirtmiyor. Belirtmediğine göre, yerkürenin yaratılmasından önce "gün" diye bir şey olmadığını düşünmemiş görünüyor! Zira, bilindiği gibi, "gün" denen şey, yerkürenin kendi mihferi (ekseni) etrafında bir kez dönmesinden oluşan zamandan ibarettir ki, Tanrı'nın söylemesine göre, "gece" ile "gündüz"ün toplamı olan zamanı kapsar (örneğin bkz. Meryem Suresi'nin 26. ayetinde geçen "el yevm" deyimi bunun karşılığıdır).( Meryem Suresi'nde Tanrı'nın Meryem'e şöyle seslendiği yazılı: "Ye, iç, güzün aydın olsun! Herhangi bir insan görecek olursan. 'Ben rahmana oruç adadım! Bugün (el yevm) kesinlikle, hiçbir insanla konuşmayacağım" (Meryem Suresi, ayet 26). Bu konuda ayrıca bkz. Turan Dursun, age, c.5. s. 177.)Böyle olunca, yerkürenin yaratılmasından önce "gün" diye bir şey olmadığını kabul etmek gerekir. Olmadığına göre, Tanrı'nın, "Ben gökleri ve yeri altı günde yarattım" şeklinde konuşmasının bir anlamı kalmıyor demektir. Bu anlamsızlığı gidermek gayretkeşliğiyle çözüm bulmaya çalışan yorumcular, "gün" kavramının Tanrı'ya göre değişik anlamlar taşıdığını öne sürerler ve örneğin, Hac ve Secde süreleriyle Tanrı katınca bir günün, bin yıl karşılığı olduğunun yazılı bulunduğunu söylerler (bkz. Hac Suresi, ayet 47; Secde Suresi, ayet 5). Şu durumda Tanrı'nın, "gün" kavramından ne anladığını açıklamak için farklı olayların çıkmasını beklediğini kabul etmek gerekir ki, kronolojik yanlış bakımından ortada yeni bir örnek var demektir. Aslında böyle bir tutum şu soruyu cevapsız bırakmaya yeterli görünmekte: "Eğer Tanrı gün kavramından bin yıllık bir zamanı kast ediyor idiyse, bunu, sadece Hac ve Secde surelerinde değil, Kur'an'da bu surelerden çok daha önceki sırada yer alan A'raf, Yunus ve Hûd süreleriyle ortaya vurmalı değil miydi?" Kaldı ki, Kur'an'a göre Tanrı bir tek günü, sadece "bin yıl" olarak değil, bazen "elli bin yıl" olarak hesaplamıştır. Örneğin, Mearic Suresi'nde, meleklerin ve ruhun "...Ona, elli bin yıl uzunluğunda olan bir günde yükselerek" ulaşacakları yazılıdır (Mearic Suresi, ayet 4). Daha başka bir deyimle, Tanrı'ya göre "gün", hem "gece ve gündüzün toplamı" olan zamandır, hem "bin yıl"lık bir zamandır, hem de "elli bin yıl"ın karşılığıdır! Fakat, bütün bu deyimler, ne bilimsel bir esasa, ne de kronolojik bir sıraya göre kullanılmıştır. Yine bunun gibi, A'raf Suresi'nin 54. ayetiyle, gökleri ve yerküreyi altı günde yarattığını söyleyen Tanrı, diğer bazı surelerde, bu sözlere bir eklemede bulunuyor ki, o da gökler ile yer arasında olanlarla ve arş ile ilgilidir! Örneğin, Furkan Suresi'nde şöyle deniyor: "Gökleri, yeri ve 'ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden (hükmeden) rahmandır. Bunu bir bilene sor" (Furkan Suresi, ayet 59; ayrıca bkz. Secde Suresi, ayet 4; Kaf Suresi, ayet 38 vd...). Görüldüğü gibi Tanrı, gökleri yarattıktan sonra arşa "istiva" ettiğini (hükmettiğini), geceyi ve gündüzü, güneşi, ayı ve yıldızları yarattığını söylemekte ve böylece kronolojik sıra esasına değer ve yer vermediğini 145 bir kez daha ortaya koymakta. Ancak, arşın göklerden önce değil, sonra yaratılmış olduğu başka surelerde bildirilmekte! Bu konuyu ayrıca ele alacağız. Fakat, şimdilik göklerin ve yerin altı günde yaratıldığına dair yukarıdaki ayetler üzerinde biraz daha duralım ve değindiğimiz Fussilet Suresi'nin 9. ve 10. ayetlerine tekrar göz atalım. Bu ayetlerde Tanrı'nın yerküreyi iki günde yarattığı, yeryüzünde sabit dağlar yerleştirdiği, orada bereketler yarattığı ve tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir ettiği yazılıdır (Fussilet Suresi, ayet 9-10). Daha başka bir deyimle, yeryüzünü yaratmak için iki gününü harcayan Tanrı, dört gününü de oraya dağlar yerleştirmek ve bereketler yağdırmakla geçiriyor. Böylece altı gün dolmuş oluyor. Ancak, bundan sonraki iki ayetle işler biraz daha karışmakta. Çünkü, 11. ayette şu yazılıdır: "Sonra (Allah) duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye, 'isteyerek veya istemeyerek gelin!' dedi. İkisi de 'İsteyerek geldik' dediler. Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın göğü kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. Ve bu, aziz ve alim Allah'ın takdiridir" (Fussilet Suresi, ayet 11-12). Görülüyor ki, Tanrı, "duman" halinde bulunan göğe yönelerek onu ve yerküreyi huzuruna çağırıyor; isteseler de istemeseler de gelmelerini emrediyor. Bunun üzerine her ikisi de isteyerek huzura çıkıyorlar. Oysa daha önce, Bakara Suresi'nde Tanrı'nın yeri ve yerde ne varsa her şeyi yaratıp, sonra göğe yöneldiği, onu yedi kat olarak yaratıp düzenlediği yazılıydı; göğün duman halinde oluşundan bahsedilmiyordu; şöyle denmişti: "(Tanrı) yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra semaya yöneldi, onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi. O her şeyi hakkıyla bilendir!" (Bakara Suresi, ayet 29). Buna karşılık, Fussilet Suresi'nde, biraz önce bahsettiğimiz gibi, Tanrı'nın "yer" ile "gök"ü huzuruna çağırdığı bildiriliyor. Çağırdıktan sonra da, "onları" iki günde yedi kat gök olarak yarattığı ekleniyor (Fussilet Suresi, ayet 11-12). Evet, ama nasıl iştir bu ki, Tanrı, "onları" huzuruna çağırdıktan sonra yaratmıştır? Öte yandan dikkat edileceği gibi, burada, yedi kat gök ile yerkürenin iki günde yaratıldıkları bildiriliyor! Oysa, daha önceki surelerde, göklerin ve yerin yaratılışının altı günde olduğu yazılıydı (bkz. A'raf Suresi, ayet 54; Yunus Suresi, ayet 3; Hûd Suresi, ayet 7; Hadid Suresi, ayet 4 vd...) Fakat, yine de Tanrı, yedi kat göklerin ve yerkürenin yaratılış şeklini tam olarak anlatmış değil. Nitekim, bu göklerin direkli mi, yoksa direksiz mi olduklarının merak edilebileceğini düşünerek, 13. sure olan Rad Suresi'nde, göklerin direksiz olduğunu bildiriyor: "Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten... Allah'tır... " (Rad Suresi, ayet 2). Fakat, anlaşılan, gökleri direksiz yarattığına dair söylediklerini pekiştirmek ihtiyacını duymuş olmalı ki, aynı sözleri 18 sure sonra, Kur'an'ın 31. suresi olan Lokman Suresi'nin 10. ayetiyle şöyle tekrarlamakta: "(Allah), gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsmasın diye yere de dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebattan çift çift bitirdik" (Lokman Suresi, ayet 10). Oysa, bu iki suredeki ifadeler, sadece Kur'an'daki sıra itibariyle değil, nüzul (iniş) sırası itibariyle de çelişmeli; çünkü, Rad Suresi'nin iniş sırası 96, Lokman Suresi'nin iniş sırası ise 57'dir. Ve ilginç olan şu ki, Tanrı, her ne kadar gökleri direksiz yarattığını bildirmekle beraber, neden dolayı direksiz yarattığını henüz bildirmiş değil. Bundan dolayıdır ki, yorumcular, göklerin görülür bir direği olmaksızın yaratılmasından, gökleri tutup onların birbirlerine çarpmalarını önleyen görünmez manevi bir direğin bulunduğu sonucunu çıkarırlar ve bu direğin "çekim kanunu" olduğu kehanetinde bulunurlar.( Diyanet Vakfı Kur'an yorumu (Fussilet Suresi'nin 10. ayetinin yorumuna bakınız). Evet, ama Kur'an'ı anlaşılsın diye apaçık gönderdiğini bildiren bir Tanrı, neden dolayı çekim kanununu insanlara açıklamasın da, yorumcuların bu tür kehanetlerine bıraksın? Esasen Tanrı'nın aklından çekim kanunu diye bir şey geçmemiş olmalı ki, eşyayı ve denizde yüzen gemileri insanların hizmetine verdiğini söyleyerek övünürken, kendi izni olmadıkça, göğün yer üzerine düşmeyeceğini ekler: "Görmedin mi, Allah yerdeki eşyayı ve emri uyarınca denizde yüzen gemileri silin hizmetinize verdi. Göğü de, kendi izni olmadıkça yer üzerine düşmekten korur..." (Hac Suresi, ayet 65; ayrıca bkz. Fatır Suresi, ayet 45). Fakat, bu söylediğini biraz daha pekiştirmek amacıyla, 13 sure atlama yaparak, Fatır Suresi'nde, göklerin ve yerkürenin kayıp gitmemeleri için göğü ve yeri tutanın kendisi olduğunu bildirir: "Kuşkusuz Tanrı tutmaktadır gökleri ve yeri. Bu ikisi kayıp gitmesinler diye... Bu ikisi kayıp gitmiş (yok olmuş) olsalar, Tanrı'dan başka kimse bu ikisini artık tutamaz andolsun. O hilm'li ve bağışlayandır" (Fatır Suresi, ayet 41.)( Turan Dursun'un çevirisi için bkz. age, c.5, s.155.) Tanrı, her ne kadar gökleri ve yerküreyi ayrı olarak yarattığını bildirmekle beraber, Enbiya Suresi'nde, göklerle yerin önce bitişik olduğunu, onları birbirlerinden koparıp ayırdığını söyler ve hemen ardından gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptığını anlatır (Enbiya Suresi, ayet 30, 32). Bu söylediklerinin arasına da "Onları sarsmasın diye yeryüzünde birtakım dağlar diktik. Orada geniş yollar açtık; ta ki maksatlarına ulaşsınlar!" (Enbiya Suresi, ayet 31) diye konuşur. Oysa, yeryüzündeki dağların, zelzele sarsıntısı sırasında insanları koruduğu görülmediği gibi, yeryüzündeki yollan yapanın da Tanrı değil, insanlar olduğu ortada! Tanrı, her ne kadar göğü direksiz ve yedi kat olarak yarattığını bil-, dirmekle beraber, bunu "bina" olarak yaptığını söylemekten geri kalmaz: "(Tanrı), o Tanrı'dır ki, yeri size döşek, göğü de size bina yaptı" (Bakara Suresi, ayet 22) dedikten sonra, "göğü korunmuş bir tavan yaptık..." (Enbiya Suresi, ayet 32)der. Bu arada "Göğü ellerimizle biz yaptık..." (Zariyat Suresi, ayet 47) ya da "Onlar, üstlerindeki göğü nasıl yapmışız, süslemişiz, bir bakmazlar mı?" (Kaf Suresi, ayet 6) diyerek övünmelerine devam eder. Görülüyor ki, Tanrı, "...göğü de size bina yaptı" (Bakara Suresi, ayet 22) derken ve "Göğü korunmuş bir tavan yaptık..." (Enbiya Suresi, ayet 32) diye eklerken, "gök" denilen şeyi şimdi tavanı olan bir "bina" olarak tanımlamakta; bina olduğuna göre, elbetteki kapıları da olacak. Hani sanki Tanrı bunu belirtmeyi unutmuş gibi, bir başka sure olan A'raf Suresi'nin 40. ayetine sıkıştırdığı bir tümceyle şöyle der: "Ayetlerimizi yalanlayıp da, onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak..." (A'raf Suresi, ayet 40). Bununla beraber, gök kapılarının nereye açıldığını burada belli etmiyor; pek muhtemelen, bu kapılardan Tanrı katına, cennetlere ve cehennemlere girilmekte. Şu durumda anlaşılan o ki, gök katlarına ve onun kapılarına erişebilmek için, "merdiven" gerek. Yine çeşitli surelerin çeşitli ayetlerine göz atmak suretiyle keşfedebiliyoruz ki, göğün merdivenleri vardır ve bunlar Tanrı'dandır. Örneğin, 70. sure olan Mearic Suresi'nde şu yazılıdır: "Merdivenler sahibi Tanrı'dandır. Ona melekler ve ruh, bir günde yükselip çıkarlar ki, onun uzaklığı elli bin yıllıktır" (Mearic Suresi, ayet 70).( Surenin başlığı olan "mearic" sözcüğüne, bazı yorumcular tarafından "dereceler", "yerler-makamlar" anlamının verildiği, oysa bunun doğru olmayıp, bu sözcüğü "merdivenler" karşılığı olarak kullanmak gerektiği, çünkü bunun "mirac"ın çoğulu olduğu ve nitekim Zuhruf Suresi'nin 33. ayetinde de "mirac"ın "merdiven" anlamına geldiği hususunda bkz. Turan Dursun, age, c.5, s. 165.) Altıncı sure olan En'am Suresi'nde, Tanrı'nın Muhammed'e, "...göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki, onlara bir mucize getiresin..." (En'am Suresi, ayet 35) diye konuştuğu görülmekte. Anlaşılan, merdiven aramak, "peygamberlere" özgü bir mucize oluyor ve bu da Tanrı'nın iznine bağlanıyor. 52. sure olan Tür Suresi'nin 38. ayetinde de, Tanrı, inkarcılara merdiven sahibi olup olmadıklarını sormakta ve merdivenleri var ise delil getirmelerini istemekte! Dikkat edileceği gibi, göklerin ve yerin yaratılmasıyla ilgili hususlar, bilimsellik bir yana, pek karmaşık bir şekilde anlatılmakta. Fakat, bu karmaşıklığı artıran bir husus daha var ki, o da bütün varlıkları ve yaratıkları kuşatan, göklerin hepsinden de büyük olduğu anlaşılan arş'ın yaratılışıyla ilgilidir! Şu bakımdan ki, arş'ın ve göklerin yaratılışı hikayesi, birbirleriyle ilgisi bulunmayan surelerin, yine birbirleriyle ilgisi bulunmayan ayetleriyle, hatta bu ayetlerin birbirleriyle ilgisi bulunmayan tümceleriyle, fakat her ne olursa olsun, aklı durgunluğa sokacak şekillerde anlatılmıştır. Örneğin, Kur'an'ın çeşitli surelerinde arş'ın sahibinin ve ona hükmedenin Tanrı olduğu yazılıdır; bu surelerin sayısı yirmi dördü bulmaktadır.( Bu sureler ve ayetler için bkz. Turan Dursun, age, c.3, s.30.) Ancak, arş'ın, göklerin, yerin ve suyun yaratılış-lanyla ilgili ayetler, yorumcuları birbirlerine katmaya yeter bir karışıklık içerisinde düzenlenmiş bulunmakta. Örneğin, yedinci sure olan A'raf Suresi'nde, "Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden(dir)..." (A'raf Suresi, ayet 54) diye yazılıdır. Burada geçen "istiva" sözcüğü, "yaslanma", "dayanma" anlamında olmakla beraber, yorumcuların elinde "egemen olma" niteliğine bürünmüş ve "Tanrı'nın arşa egemen olması" şeklini almıştır.( Bu konuda bkz. Turan Dursun, age, c.3, s.31.) Pek güzel, ama Tanrı, gökleri ve yeri yarattıktan sonra mı arşa egemen olmuş (ya da yaslanmış) oluyor? Öte yandan burada, altı günde yaratıldığı belirtilen gökler ve yerküresi dışında, başkaca bir şeyden söz edilmemekte. Buna karşılık 11. sure olan Hûd Suresi'nde, "O (Tanrı) odur ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Onun arşı su üzerindeydi. Hanginizin daha güzel iş yaptığım denesin diye (yarattı)..." (Hûd Suresi, ayet 7) deniyor. Anlaşılan o ki, su, göklerden ve yerden önce yaratılmış bulunmakta. Pek iyi, ama neden daha önceki 7. ayette sudan söz edilmemişken, bu 11. ayette su ele alınmış oluyor? Yine bunun gibi, A'raf Suresi'nin 54. ayetinde, "Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten, güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır..." (A'raf Suresi, ayet 54) deniyor. Göklerin ve yerin 6 günde yaratıldığı ise, diğer birçok surede belirtilmişti (örneğin, Yunus Suresi, ayet 3; Hûd Suresi, ayet 7; Hadid Suresi, ayet 4 vd..) Dikkat edileceği gibi, Tanrı, gökleri ve yeri 6 günde yarattığını bildirdikten sonra, gökleri, yeri ve her şeyi kapsadığı anlaşılan arşa egemen olduğunu (ya da yaşlandığını) belirtiyor, sonra da güneşi, ayı ve yıldızları yarattığım ekliyor! Bu karışıklığı pekiştiren diğer bir husus da arşın, ilkönceleri su üzerinde olmasıdır. Biraz önce değindiğimiz gibi, "Odur ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Onun arşı su üzerindeydi..." (Hûd Suresi, ayet 7) şeklindeki sözler bunu anlatmakta. Bu husus, daha önce A'raf Suresi'nin 54. ayetiyle anlatılmıştı. Fakat, ne orada, ne de burada bunu anlatırken, insanlara evrenin oluşumu hakkında bilimsel bir bilgi vermek için konuşmuyor Tanrı! Sadece kullarını sınamak ve Muhammed'e boyun eğdirtmek için bunları yapmış görünmekte. Nitekim, Hûd Suresi'nin ilk ayetlerinde Tanrı, Muhammed'e, "...Ben size, onun tarafından müjdelenmek ve uyarmak için gönderilmiş bir peygamberim!.." (Hûd Suresi, ayet 1-4) şeklinde konuşmasını emrettikten sonra, sırf kullarını sınamak için arşı su üzerinde yarattığını belirtmek üzere şöyle devam ediyor: "O (Tanrı), hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için arşı su üzerindeyken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki (Resulüm!), 'Ölümden sonra muhakkak dirileceksiniz' desen. Kafir olanlar derhal, 'Bu açık bir büyüden başka bir şey değildir' derler" (Hûd Suresi, ayet 7). Anlaşılan o ki, Tanrı, kendi kullarını sınava çekmek amacıyla, arşı yaratmıştır, fakat yaratırken dahi şundan emindir ki, bu kullar, ölümden sonra dirilme olacağına inanmayacaklar ve "...Bu açık bir büyüden başka bir şey değildir..." diyeceklerdir. Pek güzel, ama arşı, gökleri, yerleri ve her şeyi dilediği gibi yaratabilen bir Tanrı, insanları sınava çekmek için bu kadar zahmetlere girişecek yerde, onları doğru yola soksa, kalplerine "iman" koysa ve ölümden sonra dirilme olacağı inancını koysa daha iyi olmaz mıydı? Link to post Sitelerde Paylaş
Recommended Posts