Jump to content

İslamın ve Ateizmin Geleceği


Recommended Posts

Bu siteyle başından beri yakından ilgilenmemin ve internette ateizm ve dinler konusunda aktif olmaya çalışmamın temel sebebi dinin zararlı etkilerinin belirleyici olduğuna ve gelecek için de tehlike arzettiğine inanmamdı.

Son zamanlarda bu konuda şüphe duymaya başladım. Yani acaba dinin bu çağdaki tehlikesini büyütüyor muyuz, gereksiz yere fazla endişe mi duyuyoruz diye düşünmeye başladım.

Hristiyanlık insan toplumu üzerindeki eski etkisini ve gücünü zaten çoktan kaybetmiş ve kiliselere hapsedilmiş durumda. Batı toplumları dinin belirleyici etkisinden kendilerini sıyırmayı az çok başarmış durumdalar. Onların ateist ve agnostikleri, hala önemli işler yapıyor olmalarına rağmen, boğuştukları sorunlar bizimki kadar önemli değildi zaten uzun süredir.

İslam, etkisi altına aldığı toplumlarda hristiyanlığa göre çok daha güçlü bir konumda oldu uzun süredir ve gelecek için de tehlike teşkil ettiği konusunda inancım ve ciddi endişelerim vardı.

İslamın hristiyanlığa göre çok daha ciddi bir tehlike oluşturduğu konusunda hala aynı düşünmeme rağmen, islamın etkisinde eskiye göre zayıflama ve azalma da tespit etmeye başladım son zamanlarda ve gelecekte de bu eğilimin devam edeceğine dair inancım güçlenmeye başladı.

Arap ülkeleri tek tek ayaklanıyor ve daha fazla demokrasi istiyorlar. Başlarındaki diktatörlerden bıkmışlar, kendi yönetimlerinde söz sahibi olmak istiyorlar.

Türkiye'de ve tüm islam dünyasında, mollaların ve hacı hoca takımının toplum üzerindeki kontrolleri azalma eğiliminde gibi gözüküyor.

Bizde her ne kadar islam güçleniyor gibi gözükse de, güçlenen şey eski islam değil, onun günümüze uyarlanmış, değiştirilmiş tuhaf bir hali gibi sanki. Fethullah Gülen islamı bir bakıma bu.

Baş örtmeye bile daha esnek yaklaşan, eski katı şeriat kurallarını uygulamaya çok fazla gönüllü görünmeyen, islamın parçası olduğunu bizlerin açıkça gördüğümüz pek çok kuralı bile islamdan dışlamaya çalışan bir eğilim güçleniyor gibi.

Yani toplumda kendisini dindar ve muhafazakar addedenlere bakın, bunlar bildiğiniz gibi dinlerini ve kutsal kitaplarını yeteri kadar bilmezler. Kadınların dövülmesine kuranda izin verildiğini bilmez, bunu iftira zanneder günümüzün pek çok dindar kişisi mesela. Ya da sözkonusu ayetin anlamını zayıflatacak, tam tersi anlama yaklaştıracak yorumların peşinde koşarlar.

Kuran'da köleliğin serbest bırakıldığını bilmezler, durum bunun tam tersi zannedenler. Kendi kafalarında iyi ve doğru olduğunu düşündükleri pek çok ayrıntının kuranda yer aldığına ya da alması gerektiğine, kuranın öyle yorumlanması gerektiğine inanırlar.

Dörde kadar eş alma hakkını da özel durumlara bağlamaya çalışan, doğru bulmayan, aslında Allah'ın ve peygamberin tek eşe teşvik ettiğine inanan veya inanmak isteyenlerin dini bu güçlenen din.

Recm cezasını zaten kuranda da olmadığı gerekçesiyle islamdan dışlayan, islamın değil o geleneği uygulayan toplumların ilkelliğine bağlamaya çalışan, kafa kesme, kırbaçlama, hırsızın elini kesme gibi uygulamalara pek meyilli görünmeyen, onlar yerine modern hukuk kurallarını devam ettirmeye daha niyetli ve meyilli insanların inanç sisteminden bahsediyorum.

Adına islam dedikleri bu din, çağımızın ürünü yeni bir din bana sorarsanız. Gerçek islam değil bu. Ama şu anda güçlenmekte olan da bu din gibi gözüküyor bana.

Acaba islam reformcuları başarıya mı ulaştılar? Laik tecrübeyle birleştirilmiş islam reformculuğu islamda gerekli yumuşamayı ve bizim gibi meselenin tam göbeğine ve gerçek doğruya odaklanmak isteyip katı gerçekleri haykıranların rüyalarında bile başaramayacakları bir gelişmeye imza mı atıyorlar?

Dar kot giyen, arkasında tanga iç çamaşırı görünen, parkta ve sokakta erkek arkadaşlarının kucağına oturmaktan çekinmeyen, fakat başları kapalı kızların sayısının artmakta olduğu bir toplum haline geliyor türk toplumu.

Bu din açıkça eski islam değil.

Biz eski islamı bu kişilerin yüzüne vurdukça şoke oluyorlar, çünkü kuranda ve islamda bunların gerçekten varolabileceğine inanamıyorlar. Çünkü kendi inandıkları ve pratik ettikleri dinde bunlar yok.

Bir bakıma Batı'nın geçtiği aşamalardan geçiyoruz belki de.

Onların kutsal kitabı da az ilkel değil. Hatta pek çok saçmalığı ve ilkelliği bizimkinden daha bile kolay göze batar nitelikte onların kitaplarının. Onlarda da hala kitaplarında bu saçmalıkların ve ilkelliklerin olduğuna tanık olduklarında hayret edenler ve bunu beklemedikleri için sürpriz ile karşılaşanlar olmasına rağmen, orada eğilim daha çok bu kitapları mecazi değerlendirmek ve anlamına çok fazla takılmamak yönünde. Daha çok kilisede canlı bir şekilde karşılarında gördükleri din temsilcilerinin direktiflerine göre gidiyorlar, kendilerinin incili okuyarak yaptıkları araştırmaya göre değil. Zaten dindar insan, hangi toplumda olursa olsun, araştırmaya meyilli kişi değildir ve bu konularda kendi fikrini oluşturan kişi değildir bilindiği gibi. Onlar daha çok dini liderlerinin dediklerini körce takip etmeye meyilli kişilerdir.

Aynı durum bizde de var aslında. Dolayısıyla, bahsettiğimiz dini liderlerin empoze ettiği inanç sisteminin ne olduğu, inanılan kitabın ve dinin orijinalinin ne olduğundan daha önemli.

Dediğim gibi, bizde de bu kişilerin empoze ettiği inanç sistemi, günümüz toplumunun ve çağın gereklerine uygun olarak biraz daha orijinal islamdan uzaklaştırılmış ve yumuşatılmış durumda gibi gözüküyor.

Yani Batı'nın geçmiş olduğu aşamalardan geçiyoruz gibi bu konularda.

Dinin parçası olduğu bilenen ve inanılan ayrıntılarla ilgili bile insanların itaatkarlıklarında azalma gözleniyor günümüzde. Mesela içki içiyor bizim türk insanı, haram olduğunu bilmesine rağmen. Ya da cami hocasının vaaz ettiği yasaklar ve kuralları uygulamıyor, bunu da sırıtarak itiraf ediyor, vs.

Eskiden olsa (Osmanlı döneminde), kadı emrettiği için kırbaç cezası gelecek olduğundan, bu kadar kolay itaatsizlik edemiyordu insanlar. Dinin kontrolü daha fazlaydı.

Fakat dincilerin yaptırım güçleri zayıfladığı için, kontrolleri de zayıflamış oluyor.

Türk toplumunda dinini çok yakından takip eden, iki lafının biri besmele ve Allah olan, her konuyu dine bağlayan ve hayatında dini eksiksiz şekilde yaşamak isteyen pek çok kişiye karşı belli bir saygı beslenmesine rağmen, pek çok insan bu kişilerin yaşam tarzının kendilerine uyan bir yaşam tarzı olmayacağının bilincindeler. Uzak duruyorlar bu tür şeylerden ve bundan gocunmuyorlar. Hatta bu etkilerden uzak durmayı, inandıkları dine aykırı birşeyler yapıyor olduklarından emin olmalarına rağmen garipsemeyen, hatta kendi küçük arkadaş çevreleri ve toplulukları içinde gurur kaynağı olarak ortaya koyanlar var.

Ama bu insanlara sorun, kendi imanlarından, inançlarından ve müslümanlıklarından eminler. Muhtemelen cennete gitmeyi hakeden kişiler oldukları inancındalar, dinin tüm gereklerini yerine getirmiyor olduklarını bilmelerine rağmen.

Yani bir din güçleniyor Türkiye'de, ama bu geleneksel islam değil. Onun modernize edilmiş bir versiyonu.

Ateizme sadece teizm olduğu sürece ve güçlü olduğu sürece gerek var. Ateizmin en büyük amacı kendisinin yok olması olmalıdır. (Yani kendisine gerek kalmaması anlamında).

Çünkü normal olarak, bir metafizik fikre inanmama gibi bir prensibe dayalı bir hareket olmaz, böyle birşey düşünülemez. Ateizm kendisi şunu yapın, bunu yapın, şu doğrudur, felsefi soruların cevabı şudur ya da budur diyen bir eğilim değildir ki. Ateizmi önemli yapan dinin olumsuz ektileridir. Din toplumu kötü etkiledikçe, baskı altına aldıkça ve geleceği de etkileme ihtimali oldukça, bu dinin yanışlığını göstermeye yönelik çabalar önem kazanıyor, o zaman bilinçli insanların çıkıp sadece ben inanmıyorum demekle kalmayıp, bakın bu yanlıştır, siz de inanmayın demesi için bir gerekçe oluyor ortada. Ama kendisi zaten zayıflama ve değişme eğiliminde olan bir metafizik inanç ile ilgili olarak bu tür bir red eğiliminin önemli, eski duruma göre azalmış oluyor o zaman sanki.

Yani aynı Batı'daki gibi entellektüel bazı kaygıların ürünü, felsefi bir arayış halini alma ihtimali oluyor o zaman ateizmin gelecekte. (Türk ateizminin). Bizim kendisine biçtiğimiz rolün önemi azalıyor o zaman belki de.

Ama Türk ateizminin mevcut olması bile zaten islamın zayıflaması ve bu tür fikirlere toplumda yer açılabilmesi sayesinde mümkün oluyor bana kalırsa.

Zayıflayan ve şekil değiştiren bu reforma uğratılmış islam ise elbette ateizmin yerini tutacak birşey değil. Ama ateizm gibi bir eğilim, insanlığın bu günkü henüz ilkel olan aşamasında, henüz ciddi sosyal etkilerde bulunabilecek bir akım olmaktan uzak zaten. Bu bir hayal ateizm için. Uzun bir gelecekte hayal hatta bu.

İnsanların doğaüstü güçlere inanmadıkları bir çağın gelecekte gelme ihtimali olmasına rağmen, şimdilik göründüğü kadarıyla yakın gelecekteki gelişme daha çok eski çağa ait tipik inançların ve dinlerin zayıflaması ve yerlerini yeni çağdaki yeni versiyonlarına bırakmaları yönünde olacak.

Bu zayıflama ve insanları eski ilkel inançlarından uzaklaştıran etkenler, teknolojinin gelişmesi, insanların yaşam biçiminin farklılaşması, televizyon ve internet çağının, insanların oturma odasına ve parmaklarının ucuna geniş bir bilgi hazinesi ve fikir çeşitliliği ulaştırmakta olmasıdır. Ve toplumsal değişime sebep olan büyük dalga budur, bizlerin bu ortamlarda yaptığımız bir sinek vızıltısıdır, daha doğrusu bu büyük dalganın verdiği imkanları kullanarak insanlara ulaşma çabasıdır sadece.

Televizyon her ne kadar eğitim amaçlı olarak kullanılmasa da, insanların farklı kültürleri, toplumları, yaşam tarzlarını ve inançları tanımalarına dolaylı olarak da olsa vesile olan bir araç olmaktadır, ve internetin getirdiği nimetlerle birleştirildiğinde, insanlar giderek daha fazla bir şekilde, kendi toplumlarının ve kültürlerinin inançlarının, dünyada varolan diğer binlerce inanç sisteminden sadece bir tanesi olduğunu bilinçaltlarında bile olsa anlamalarına yardım etmekte ve yukarıda bahsettiğim geleneksel dindeki zayıflamaya toplumu bu şekilde zorlamaktadır kanımca.

Tüm bunlar ise, benim geçmişte ateizme ve bu sanal ortamlarda yaptıklarımıza olan ihtiyacı, daha doğrusu bu ihtiyacın aciliyetini ve önemini azaltan faktörler. Eğer ateist fikirler toplumun ilkellikten arınması, gelecekteki gelişmişliği ve rahatı için değil, sadece entellektüel bazı kaygılar için gerekli olacaksa (Batı'daki gibi), o zaman burada yaptığımız ve yapmaya çalıştığımız o kadar da önemli değil demektir.

Bu konularla ilgili forum katılımcılarının ne düşündüğünü merak ediyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 45
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Top Posters In This Topic

Mantık

Değişen din tehlikesi değil..

Değişen bizleriz. 11 yıl içinde nihayet sapık İslam'ı kanıksadık.

Yoksa dinlerin tehlikesi hiç değişmedi.

ABD'de Hristiyan preecher'lar ve kilise her yıl milyarlarca doları iç ediyor.

Yalnız preecher'ların bütçesi milyar doları aşıyor.

Benny Hinn tek başına en azından 200 milyon dolar cebe atıyor.

Onun gibi bir düzüne televangelist var.

Onların dışında yerel preecher ler var.. Kiliseler var..

Bible satanlar var.

İslam ülkelerinde ortada fazla para dönmüyor. Müslümanlar fakir.. Ama buna rağmen İslam'ı kullanan sahtekarlar milyarlar yürütebiliyorlar.

Bunlar tehlike değil mi?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hacı,

Bu dediklerinin önemli konular olduğunu inkar etmiyorum. Hatta bunların birer tehlike olduğunda da hemfikirim elbette. Ama benim normalde bu meseleye ithaf ettiğim ciddiyet düzeyinin çok daha altında kalan türde tehlikeler bunlar.

Dinler ve onların etkilerinin tarihteki başrol oyuncuları olmak yerine, asıl büyük değişim ve eğilimlerin parçası olan, onlar tarafından yön verilen eğilimler olma ihtimalleri var.

Bu tür yaklaşımlar az değil elbette tarihte. Sürekli birileri çıkıp diğer her şeyi belirleyen temel faktörleri keşfettiği iddiasıyle geliyor. Örneğin Marksizm, sınıf savaşımı konusunun temel faktör olduğunu, diğer şeylerin, dinlerin rolü de dahil olmak üzere bu çerçevede değerlendirilebileceğini düşünmüştü.

İslam dünyasının 17. yüzyıldan sonra gözle görünür bir şekilde hristiyan dünyasının gerisinde kalmasından normal olarak İslam'ı ve onun gerici etkisini sorumlu tutardım ben mesela. Yani islamın mensup olduğu toplumlarda hristiyanlıktan daha güçlü ve daha derin etkide bulunmuş olması, hayatın içine ve siyasete daha fazla girmiş olmasına bağlardım. Bu yüzden Batı'da rönesans ve reform hareketleri olurken, sanayi devrimi gerçekleşirken bizim yerimizde saydığımızı, ya da daha yavaş geliştiğimizi düşünürdüm.

Yani dinin etkisinin bu konudaki temel faktör olduğuna inanırdım. Ama Batı'nın İslam karşısında yükselişinin alternatif açıklamaları var. Bunlar tamamen jeopolitik analiz üzerine kurulu. Hani hep bildiğimiz hikaye, ipek ve baharat yolu müslümanların elinde olduğu için Batı'lılar Asya'ya ulaşmak için alternatif rota ararken yeni dünyayı buldular, sonra da keşifler ve kolonileşme çağı başladı ve dünyayı sömürerek geliştiler, vs açıklaması.

Bu olan biteni güzel açıklıyor elbette. Ama benim için tek faktörün, daha doğrusu en önemli faktörün bu olabileceği noktası hep bir muamma idi.

Dinin ve islamın rolüne de önemli değer biçiyordum. Örneğin, İslam dünyasının da o çağda Fas'a kadar ulaşmış ve Atlantik'te kıyısı olmasına rağmen, keşif gezilerine çıkan gemilerin neden İslam limanlarından değil, Avrupa limanlarından kalktığını ve keşifler çağı başladıktan sonra bile neden bu başlayan çağı devam ettirip, Osmanlı ve diğer müslümanların da okyanuslara açılmadığını merak ediyor, bunları İslam'ın uyuşturucu etkisine bağlıyordum.

Tabi Batı'nın daha fazla motivasyonu vardı alternatif rotalar bulma konusunda, bu bir etkin faktör olabilir ama dinler ve kültürler arasındaki farkın da önemli bir faktör olduğuna inanıyordum.

Çünkü okyanusa ilk açılıp Amerika'yı ilk bulanların Batılılar olmasını açıklıyor bu bakış açısı, ama neden o zamanın büyük deniz güçlerinden biri olan Osmanlı'nın (Akdeniz'de en önemli güç), en azından bu keşifler dönemi başladıktan sonra o hengameye katılıp okyanuslara açılmadığını ve yeni bulunan bu topraklarda hak iddia etmek için girişimlerde bulunmadığını açıklamıyor.

Bu yüzden meselenin toplum, kültür ve dinin etkisi ile de önemli ilgileri bulunduğuna inanıyordum.

Fakat yakın zamanda okuduğum bazı jeopolitik analizler, asıl faktörlerin bu jeopolitik faktörler olup, benim dine ithaf ettiğim faktörlerin tam tersi ikincil, asıl önemli faktörlerin dolaylı etkisi ve uzantısı olarak gelişen faktörler olabileceğine dair şüpheler oluşturuyor bende.

Yani İslam toplumlarının geri kalması, İslam'ın onları geri bırakmasından ziyade, o toplumların başka sebeplerle geri kalmış olması ve İslam'ın bunun bir parçası olarak geri kalmış olması sebebiyle olabilir gibi gözüküyor.

Belki de dinlerin önemine fazla vurgu yaptık hep. Belki de tarihte asıl faktörler başka şeyler, örneğin denizdeki ticaret rotalarına hakimiyet ve sermaye birikiminin sağladığı ekonomik güç gibi şeyler ve diğer faktörler hep bunların birer uzantısı olarak ortaya çıkıyor.

Okduğum bir jeopolitik analiz, Sovyetlerin soğuk savaşta Amerika'ya yenilmesini bile okyanuslardaki ticaret rotalarına hakimiyet ile açıklıyor. Yani kapitalizm ile sosyalizm arasındaki farklara falan değil.

Osmanlı'nın 17. yüzyıla kadar olan gücünü Akdeniz'deki ticaret rotaları üzerindeki hakimiyetine, Avrupa'nın yükselişini İngiltere, Fransa, İspanya ve Hollanda gibi sömürgeci güçlerin kuzey Atlantik'deki ticaret rotalarına hakimiyetine, birinci ve ikinci dünya savaşının sebebini bu rotalar üzerinde doğrudan kontrolü olmayan, çünkü kıta Avrupasında içerilerde kalmış Almanya ve İtalya'nın pastadan kendi paylarını almak istemesine, Amerika'nın ikinci dünya savaşından sonraki soğuk savaş döneminde yükselişini ise, İngilterenin ikinci dünya savaşında zayıflamasından sonra Atlantik ve Pasifik'deki ticaret rotalarının hakimiyetinin Amerika'nın eline geçmiş olmasına bağlayan analizler mevcut. Amerika'yı zenginleştiren ve Sovyetleri yenmelerine sebep olan temel faktörün de bu olduğuna inanıyordu okuduğum yazıları yazan kişi. (Rusya'nın kıta içinde kalması, "landlocked" durumda olması ve Atlantik okyanusuna kıyısı olmaması gibi. Pasifik okyanusuna kıyısı var Rusya'nın ama Rusya'nın asıl nüfus yoğunluğu olan Avrupa bölgesinde değil. Boş Sibirya'nın öbür ucunda).

Yani diyorum ki acaba bu konulardaki faktörlerin analizinde, önem sırasını ve sebep sonuç ilişkisini karıştırıyor olabilir miyiz?

Acaba dinler ve onların etkisi daha önemli başka faktörlerin dolaylı etkileri olarak mı ortaya çıkıyor?

Bu tür konular kafamı kurcalıyor şu günlerde.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Mantık,

Dinler her zaman en büyük tehlikedir.

Seni yanılgıya iten şey savaş alanı ve savaş araç gereçleridir.

Öncelerden sadece insan hayatını tehdit ederek insanları sindiren dinler

Şimdi ise bilim, sanat, akıl, eğitim, gelişme, dünya kaynakları, teknoloji gibi bir çok alanda savaştalar.

Hem de bu savaş çok sert ve örgütlü bir savaş.

İnsan hayatına olan tehdit stratejisi insanlığın geleceğine olarak değiştirildi.

Ve sen bunun etkilerini doğal olarak göremiyorsun.

Bir mermi idi dinler ve dogmalar

Şimdi sigaraya dönüştüler...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu basligini okuduguma sevindim mantik, cok da uzak olmayan gecmiste seninle Turkiye'ye seriat geliyor mu, hatta coktan geldi mi vb. bir seyler tartistigimizi ve de oradaki argumanlarinin bende biraz hayalkirikligi yarattigini hatirliyorum. Bu tarz sosyal fenomenleri daha dogru okumaya baslamissin. Turkiye'de libos denerek asagilanan pek cok entelektuel zaten uzun suredir senin bu baslikta yaptigin bazi tespitleri paylasiyorlar, Turkiye'deki degisimlerin Weber'in Batı toplumlarinda gozlemledigi degisimlerle benzerlik gosterdigini falan soyluyorlar. (Taha Akyol'u takip et derim mesela) Ben de genel olarak bu cizgiye yakin dusunuyorum denebilir; bugunun gelismis, nufusunun cogu ateist olan Cek Cumhuriyeti ve İsvec gibi ulkelerine baktigimizda zaten oralardaki degisimin de ne ateistlerin aktivizmi ile, ne de dinin zamaninda Sovyetler ya da Arnavutluk'taki gibi devlet eliyle bastirilmasi ile gerceklestigini goruyoruz. Sehirlesme, sanayilesme, guclu bir orta sinifin olusmasi vs. sosyal faktorler her zaman en buyuk rolu oynuyor. Bildigim kadariyla dunyanin her yerinde olan bu. Turkiye'de de benzer gelismeler beklemek cok da yersiz olmaz bence.

Bu arada Islam dunyasi neden Bati'nin gerisinde kaldi konusunda goruslerini begendigim bir Turk akademisyen var, onun kitabina da soyle bir link atayim senin icin:

http://press.princeton.edu/titles/9273.html

Yani olay Islam ile dogrudan alakali da denebilir, ama bizim yerli "beyaz" Turklerin sikca dusundugu gibi degil. Institutionalist bir aciklama bu.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu konuda aşağıda okuyacağınız hipotezimi Ateistforum'dan çok önce, Türkateist forumunda yayınlamıştım. 2000 yılından önce olabilir.

Bu hipotez bugün için de geçerli. Belki daha çok geçerli..

İslam'ın zararları ve tehlikesi bununla bitmiyor.

Başlıyor..

Onlara da ilerde değineceğim..

MUSLUMAN ULKELERIN GERI KALMASINDA OYNADIGI PARADOKSIK DUEL ROL....

“BIR HIPOTEZ”..

1798 yilinda Misir’in Napolyon tarafindan fethi, Islam’in hizla cokmeye basladigi bir zamana rasgelmekte ve o cokusun baslangicini simgelemektedir.

18nci yuzyila kadar giderek yozlasan ve curuyen Islam, sonunda aniden kendi uzerine cokmeye baslamis ve hizla parcalanarak yok olma tehlikesi ile karsi karsiya kalmistir.

O zaman mevcut uc Islam imparatorlugu bu acilari birlikte paylasmislardır.

Peki ama neden?

Avrupa nasil olmus da birden bu kadar hizla kalkinip, one gecebilmistir?

Musluman ulkelerin geri kalmasinda Islam’in rolu var midir?

Ilginc olarak Islam, yalniz Musluman ulkelerin geri kalmasindan degil, ayni zamanda Avrupa ulkelerinin hizla kalkinmasindan da sorumludur!

Bu hipotezin cekirdegini Islam’in Avrupa ulkelerini gelismeye ve kalkinmaya zorlamasi olusturmaktadir..

18nci yuzyilda Avrupa’da Islam ulkelerinin taklit edemeyecegi, izleyemeyecegi, ayak uyduramayacagi neler olmustur?

Nasil bir surecten basari ile gecerek, metamorfoza ugramistir, Avrupa ulkeleri?

Bunun icin Islam’a neden sukran borcludurlar?

Bu konuya deginmeden hemen once oikoumene denen bir kavrama degineyim.

Bu kelime Yunancadir ve <b>"temeli ziraat olan medeni dunya</b>" anlamina gelir.

Bu o zamana kadar onemli bir kavramdir. O zamandan sonra eski onemini kaybetmistir.

5000 yillik temeli ziraat olan ekonomi kisitli bir ekonomidir.

Topragin genisligine ve verimliligine baglidir bu ekonomi.

Islami ulkeler verimsiz ve tarima uygun olmayan topraklar uzerine yayilmislardir.

Avrupa ulkeleri ise verimli ve ozkaynaklardan zengin alanlara sahiptir.

Ancak Avrupa’da arazi kitligi sorunu vardir.

Bu nedenden tarimin bir limiti vardir. Yani oikoumene sature olmustur. Doymustur.

Yine de gecerliligini surdurmektedir.

Avrupa iste ekonomisini bu sature olmus oikoumene den kurtarmasini bilmistir.

Yani topragin kendilerine verdigi urunlerin sinirli olmasina ragmen, baska yollarla ekonomisini duzeltmis ve kendini nerdeyse bir anda ileriye dogru katapult etmistir.

Islam ulkeleri bu ilerlemeyi gozlemleyememislerdir. Onlarin dikkatinden kacmistir, Avrupa ulkelerinin bu ani ilerlemesi ve zenginligi..

Kucuk ve hakir gordukleri, asagiladiklari Avrupalilarin ilerlemesine ayak uydurmada birden zorluk cekmeye baslamislardir.

Cunku Avrupa’da yalniz tarim degil, onunla beraber toplumlar sosyal yapısı ve din ve anlayis da degismistir.

Islam birden sanki hic tanimadigi, varligindan haberdar olmadigi dehsetli bir dusmanla karsi karsiya kalmistir.

Avrupa, Islam ulkeleri guneye inmelerini onlediginden, baska yollar ve o yolu kat edecek araclar kesfetme zorunda birakilmislardir.

Uzak doguya ulasan gemiler insa etmeye baslamislar ve bu arada butun zenginlikleri ile birlikte Amerika’lari kesfetmislerdir.

Musluman’larin denizcilik teknolojisi gecilmis yeni deniz yollari bulunmustur.

Bu arada Islam dunyasinda tuccarlarin durumu asiri vergi yukunden dolayi, giderek kotulesmektedir.

Daha da kotusu yabancilara verilen bazi haklar ve kapitulasyonlar Islam tuccarlarinin canina okumustur.

Avrupada zamana ayak uyduran mali ve sosyal kaynaklar da Islam ulkelerindekinden buyuk olcude farklilasmaya baslamistir.

Faiz sistemi ve bankacilik Avrupa ulkelerinin hizla kalkinmasi icin gerekli finansi saglamakta gucluk cekmemistir..

Islam ulkelerinin elinde coktan kaybettikleri eski zenginliklerinin ozleminden baska bir sey kalmamistir.

5000 yillik oikoumene’i yenmek ve kisa zamanda bu yeni gelisen teknolojiyi adapte etmek mumkun olamamistir.

Musluman toplumlar kendilerini soyutladiklari ve Avrupa’yi kucuk gordukleri icin onlarla birlikte gelisme firsatini ellerine gecirememislerdir.

Eger onlara uyabilselerdi, sorun kalmayacakti ve Islam simdi muthis bir medeniyet olarak isildayacakti..

Ama ne yazik ki, Islam bu firsatlari kendini begenmisligi ve kotu ellerde olmasi yuzunden kacirmistir.

Ayrica Avrupa ulkelerine yaptigi baskilarla onlari kalkinmaya zorlamistir.

Avrupa ulkeleri baska careleri olmadigi icin bu yaptiklarini yapmislar ve ilerlemislerdir.

Yani Avrupa’nin ilerlemesinden Islam ulkeleri ve Islam dini sorumludur.

Peki Islam’in Islam ulkelerinin geri kalmasindaki rolu ne olabilir?

Hadi diyelim, dolayli yoldan, Avrupa’yi zora sokarak kalkindirdi..

Peki Islam ulkelerinde ne gibi zararlara neden oldu?

Islam dininin Islam ulkelerine yaptigi zarar Avrupa ulkelerine yaptigi hayira paralel bir seyir izlemistir.

Herseyden once Avrupayi kucuk gordugunden, onu asla taklit etme derdine dusmemistir.

Bu Islam ulkelerinin ilk buyuk hatasidir.

Islami motamot kabul etmeleri de ikinci buyuk hatalari olmuştur..

Islam ulkeleri reformdan Kur’an ve sunnete donme anlamislardir.

Onlarin gozunde reformun baska bir anlami yoktur. Islam herseydir.

Yuzyillarca Allah ve Kur’an uzerinde tartismislar ve gelisme ve ilerlemeyi, Islami akideleri Muhammed zamanindaki gibi uygulamakta aramislardir.

Gunumuzde bile ayni hatalar tekrarlanmaktadir

Ayrica bu forumda oldukca sik tartistigimiz, hadisleri terkedip, Kur’ana ve sunnete donme cabalari hala bu kisir donguden cikamadigimizin delilleri degil midir?

Musluman’larin Avrupa medeniyetini ve ileri teknolojisini oldugu gibi almakta zorlanmalarinin bir diger nedeni de, her seyi once Islama adapte etme zorunlugudur.

Musluman’larin bu tutumunu bu forumda gozlemlemis bulunmaktayiz.

Dogru da olsa, guzel de olsa, Musluman’lar her dusunceyi ve gorusu hemen kabul etmezler.

Once onu reddederler. Sonra onu ogelerine ayirir ve parca parca kabul ederler.

Cogu kere onlari tumuyle kabul etmezler.

Yani onu kusa dondururler.

Ister mali olsun, ister siyasi ve sosyal, hemen hic bir surec, kesif, olgu, alet oldugu gibi gecmemiştir Musluman ulkelere.

Modifiye edilmiştir. Bazıları uzun yıllar geçmemiştir. Matba gibi.....

Islam ulkelerinin geri kalis nedeni “oikoumene” denen ve 5000 yillik bir gecmisi olan ziraat bazli medeniyet ekonomisini asamamalaridir.

Bundan Islam dini sorumludur.

Bir yandan Musluman ulkelerin gelismesini sinirlarken, ote yandan Avrupa ulkelerinin gelismesini stimule eden Islam dini, aradaki farkin olusup hizla acilmasindan ve Islam ulkelerinin geri kalmasindan sorumludur..

Islam’in oikoumene’in asilmasini inhibe etmedeki rolu direkt olmayabilir.

Cunku Islam teknolojiyi yasaklamamaktadir.

Ancak Islam’in yorumu buyuk sorunlar yaratmaktadir.

Musluman’lar yuzyillarca birbirleri ile cekismisler ve ilerde dogru cikabilecek bir secenege ulasamamislardir.

Bu aci bir tecellidir. Nedenini Islam’a degil, onun muritlerine atfeden goruslere ben katilamiyorum.

Islam’da bir defekt olmasaydi, Musluman’lar ellerine gecen sayisiz firsatlari boylesine aci bir sekilde harcamazlardi gibi geliyor bana..

Bu defekt ne ise, hala varligini surdurmektedir.

Bu forumda bile Musluman’lar, Kur’anin bilimselligini kanitlamak icin, uzun iletiler yayinlamakta ve bos kavramlari tartismaktadirlar..

Umarim sonumuz hayirli olur.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hacı,

Alıntıladığın yazıdaki gözlemler adı üstünde birer gözlem ve doğru olan şeyler. Ama bunların bir kısmı tam bir açıklama değil bana göre. Yani eksik gözüküyor.

Bunlar belli bir paradigmanın ürünü açıklamalar ve benim de normal olarak paylaştığım bir paradigma bu. Ama olayları ve tarihi ticaret, sermaye birikimi ve onların sebep olduğu sosyal değişimlerle açıklayan başka bir paradigma, daha sade olmasına rağmen aynı derecede başarılı gözüküyor, hatta somut faktörlere nasıl indirgeneceği belirsiz bazı ayrıntıları işin dışında bıraktığından (örneğin müslümanların neden Batı'yı taklit etmediği, ya da sonradan etmesine rağmen yetişemediği gibi), belki de bilimsel açıdan daha başarılı bir teori kabul edilebilir.

Henüz hala inceliyorum ve kafa yoruyorum bu konulara. Kesin bir yargı oluşturmuş değilim.

Ama insanlığın değişiminde dinlerin rolünün doğrudan değil dolaylı olduğu ve dinlerin başrol oyuncuları değil figüranlar olduğu türündeki bakış açıları tarihin ve günümüzün analizinde daha bir yerli yerine oturuyor gibi.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Benimki bir hipotez Mantık....

Birçok teori ile uyumlu olabilir. Bu yorum meselesi..

Burada önemli olan husus İslam'ın Müslümanlara zararlı, Hristiyanlara yararlı olduğu kavramları...

Aslında bu iki durum da Müslümanlar için zararlı...

Nasıl kesersen kes İslam insanlık için zararlı.

Bu konuda en ufak bir kuşkunun olabileceğini düşünemiyorum.

Hatta diyebilirim ki bu forumda yazan bazı ateistler, İslam'ın bu tehlikesini göremeyen meczuplar..

İnsan haklarına sınır koyan bir din, üstelik ona maddi, manevi hiçbir değer vadetmezse, nasıl olur da zararlı ve tehlikeli olmayabilir?

Kadın ve çocuk haklarını sorumsuzca, onları koruma ve savunma adına gasbeden bir din nasıl olur da zararlı olmaz?

Ben anlamakta zorluk çekiyorum.

İslam yalnız kurban kesmek, oruç tutmak, namaz kılmak ve hacca gitmekle sınırlı değil.

Hadi onlara katlanalım. Onların zarar ve tehlikelerinin sınırlı olduğunu kabul edelim.

Ama İslam bir yaşam tarzı olmaktan bile öte, insan onur ve gururunu, özgür düşünce ve temel insan haklarını hiçe sayan, insanlığın önündeki en büyük engel.

Bütün bunlara rağmen İslam'ın geleceği hiç de kötü değil.

Kötü olan ateizmin geleceği....

İslam tırmanırsa ateizm geriler..

Ve biz Türkler İslam'a teslim oluruz.

Olmaya başladık bile zaten.

Olduk bile hatta..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hacı,

İslam elbette zararlı. Ama mesele bu zararla nasıl savaşılacağı konusunda.

Yani insanlara islamın zararlı olduğunu anlatarak bu zararlardan ne kadar kurtulabiliriz?

10 küsur yıldır insanlara islamın yanlışını anlatıyoruz, burada bizi yıllarca takip eden müslümanlar da var.

Kaç tanesini caydırabildik?

Ama bir de somut ve maddi faktörlerin sebep olduğu inanç kaymalarını ve değişimlerini düşün toplumda.

Mesela doğum kontrolü hem islam hem de hristiyanlıkta yasaktır, fakat buna rağmen hem sanayileşmiş hristiyan ülkelerinde, hem de sanayileşmiş veya sanayileşmekte olan islam ülkelerinde yaygın olarak kullanılmaktadır.

Neden böyle hiç düşündün mü?

Biraz sonra asacağım yazıda, bunun ve benzeri başka şeylerin de nedenini açıklamaya çalışacağım.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Somut faktörler her zaman inanca dayalı ve soyut olan diğer faktörlerin önüne geçmiştir.

Mesela bir adaya bir grup dindar müslümanı koyun ve bu adada yiyecek olarak kullanabilecekleri somut kaynak sadece adada yaşayan domuzlar olsun. Adadaki diğer yiyecek kaynakları yetersiz olsun.

Emin olun bir nesle bile kalmaz, inandıkları inanç sisteminde ve mezheplerinde değişiklik olacaktır.

Bir anda domuz yemek mübah hale geliverecektir inandıkları dinde.

İşte somut faktörlerin insan toplumları üzerindeki etkisi bu kadar belirleyicidir.

Zihin gücüyle ne kadar aç kalmak isterseniz isteyin, beden gücü sonunda zihin gücünü yenecektir.

Bu hep böyledir, hep de böyle olacaktır.

Günümüzün muhafazakarları, gelenekçileri ve dindarları evlilik kurumunun zayıflamasından, evlilik öncesi seksten, kadınların toplumdaki rollerinin gitgide artıp etkin hale gelmesinden, vs şikayetçiler bildiğiniz gibi.

Bu hristiyanların da, müslümanların da muhafazakar kesimi için geçerli bir durumdur.

Ama "they are fighting a losing battle", yani yenilmekte oldukları bir savaşın içindeler.

Çünkü çarpıştıkları somut faktörler, onların dininden daha güçlü.

Her şey kadının rolü ile ilgili çünkü. Günümüzün dinleri kadınların ikinci sınıf vatandaş olduğu ve tek fonksiyonlarının çocuk doğurmak olduğu dönemden kalma. Bu o dönemde önemliydi çünkü toplumlar tarım toplumuydu ve tarlada çalışacak ve savaş alanlarında ölecek insan gücüne ihtiyaç vardı. Kadınlar ne kadar çok doğurursa, toplum için o kadar iyiydi.

Kadınların çoğunun ömrü çocuk doğurup çocuk bakmakla geçiyordu, dolayısıyla toplumda karar verici pozisyonlarda, önemli işlerde falan bulunmaları güçleşiyordu. Ortalama çocuk sayısı aile başına 5'i geçiyordu. Hayatının ve zamanının önemli bölümünü çocuk yetiştirmeye ayırmak zorunda olan kadınların toplum hayatında önemli yer edinmesine imkan olmuyordu.

Fakat sanayinin ve teknolojinin gelişmesi ile toplumların itiyaç duyduğu iş gücünde de değişiklik oldu. Eskiden 10 yaşına gelen bir çocuk tarlada çalışmaya başlayabiliyor, üretken olabiliyordu. Artık çocukların toplumun üretken birer elemanı olabilmeleri için uzun yıllar eğitim almaları gerekiyor. Gelişmiş toplumlarda lise diploması bile değil, üniversite derecesi bir norm haline geliyor.

Dolayısıyla çocuklar 20, 25, hatta 30 yaşına kadar ailelerine yük oluyor. Bu ise ailelerin maddi olarak karşılayabilecekleri çocuk sayısını indiriyor. Sonuç olarak aile başına ortalama çocuk miktarı 1-2'ye iniyor.

Bunun sonucunda kadınların çocuk bakmak için ömürlerinde harcamak zorunda oldukları yılların sayısı azalıyor, çocuk doğurmadan önce ve çocukları belli bir yaşa getirdikten sonra kendi kariyerlerine, vs odaklanabiliyorlar.

Böylece kadınların toplumdaki yerleri güçleniyor, kendi parasını kazanan kadınların sayısı artıyor.

Ayrıca, yukarıda dediğim gibi, çocuklar uzun yıllar eğitim görüp ailelerine maddi açıdan yük olarak kaldıklarından, hayata daha geç atılıyorlar, bu ise insanların para kazanmaya başladıkları ve evlendikleri yaşların ilerlemesine sebep oluyor.

Dolayısıyla insanlar tüm gençlik yıllarını evlilik öncesi yıllar olarak geçiriyorlar ve kadınların da kendi paralarını kazanabildikleri için kendilerine güvenleri daha fazla oluyor, ailelerden gelen geleneksel baskılara karşı gelebiliyorlar.

Sonuç olarak da evlilik öncesi seks de artıyor (çünkü insanlar geç evleniyor ve evlenene kadar beklemeleri pratik olmaktan çıkıyor), çalışan kadınların sayısı da artıyor, boşanmalar da artıyor. (Çünkü kendi paralarını kazanan kadınlar, memnun olmadıkları evlilikleri devam ettirmek için bir gerekçe görmüyorlar).

Kısacası, din adamları ne kadar doğum kontrolü günah da dese, insanlar doğum kontrolü uyguluyor ve çocuk sayılarını azaltıyor, çünkü günümüz toplumunda eski tarım çağına kıyasla çok çocuk maddi bir fayda değil, tam tersi maddi bir zarar getiriyor.

Yani somut faktörler, her zaman geleneksel faktörleri yeniyor ve dinlerin de çehresi bu şekilde değişiyor.

Dinler ortaya çıktıkları dönemin ihtiyaçlarına hitap ediyorlar. Bu ihtiyaçlar değiştiğinde, dinler de değişiyor.

Türkiye'deki islamın değişmesi de Türkiye'nin değişmesinin zorunlu bir sonucu.

Dolayısıyla, belki de asıl vurgu Türkiye'nin gelişmesine, zenginleşmesine, teknolojisinin, vs artmasına yapılmalı. Diğer faktörler, din de dahil olmak üzere, bunların peşinden geliyor çünkü.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yani islamın zararlı olduğuna bir şüphe yok ama islam bu zararların sebebi mi, yoksa bu zararların cismedildiği bir platform mu?

Yani ana sebep mi, yoksa ana sebeplerin kullandığı ve/veya sebep olduğu bir alt sebep mi?

Ayrıca, bu zararla savaşmanın yolu ne?

İşte mesele bu konularda düğümleniyor bana kalırsa.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bütün bunlar bir yana, bu söylediklerimden burada yaptığımız ve yapmaya çalıştığımızın boş bir çaba olduğu sonucu çıkmasın.

Karşılaştığımız sorunun ciddiyeti ve çözüm yöntemi düşündüğüm gibi olmasa da, bizde ateistlerin ve agnostiklerin görevi batı ülkelerindeki kadar önemsiz değil henüz. Benim düşündüğüm kadar ciddi bir fonksiyonumuz olmasa da, ikisinin arasında bir yerdeyiz şu anda.

Dincileri hizada tutmamız gerek. Boş bırakırsanız zaten yıprattıkları demokrasinin D'si kalmayacak Türkiye'de.

Dinin zararlı etkilerinin azaltılması veya insanlara duyurulması konusunda da hala görev düşüyor bize.

Dini zayıflatan asıl faktörler sosyoekonomik faktörler olsa da, onların çalışma hızı hem çok yavaş , hem de etkileri hiçbir zaman toplumun ilerici ve itici gücü olan bizlerin istediği ve beklediği düzeyde olmuyor. Biz hep daha fazlasını istiyoruz ve buna hakkımız da var. Bu yüzden itici güç olmaya devam etmek zorundayız.

Sosyoekonomik faktörlerin gerektirdiği yeniliklerin, ve hatta onların daha da ötesinin sözcüsü olmalıyız.

Tüm bu mekanizmada ve bu süreçte bizlerin fonksiyonu bu.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Osmanlı'nın 17. yüzyıla kadar olan gücünü Akdeniz'deki ticaret rotaları üzerindeki hakimiyetine, Avrupa'nın yükselişini İngiltere, Fransa, İspanya ve Hollanda gibi sömürgeci güçlerin kuzey Atlantik'deki ticaret rotalarına hakimiyetine, birinci ve ikinci dünya savaşının sebebini bu rotalar üzerinde doğrudan kontrolü olmayan, çünkü kıta Avrupasında içerilerde kalmış Almanya ve İtalya'nın pastadan kendi paylarını almak istemesine, Amerika'nın ikinci dünya savaşından sonraki soğuk savaş döneminde yükselişini ise, İngilterenin ikinci dünya savaşında zayıflamasından sonra Atlantik ve Pasifik'deki ticaret rotalarının hakimiyetinin Amerika'nın eline geçmiş olmasına bağlayan analizler mevcut. Amerika'yı zenginleştiren ve Sovyetleri yenmelerine sebep olan temel faktörün de bu olduğuna inanıyordu okuduğum yazıları yazan kişi. (Rusya'nın kıta içinde kalması, "landlocked" durumda olması ve Atlantik okyanusuna kıyısı olmaması gibi. Pasifik okyanusuna kıyısı var Rusya'nın ama Rusya'nın asıl nüfus yoğunluğu olan Avrupa bölgesinde değil. Boş Sibirya'nın öbür ucunda).

Bu sözünü ettiğin jeo-politik analiz pek de başarılı bir açıklama gibi görünmüyor Mantık. Haydi diyelim ki İngiltere, Fransa, İspanya ve Hollanda gibi sömürgeci güçlerin kuzey Atlantik'deki ticaret rotalarına hakimiyeti dolayısıyla kalkınmış ve güçlenmiş olsunlar. Ama iç kara ülkesi olan Almanya'nın müthiş atılımını ve koskoca Avrupa kıtasına kafa tutacak, hatta zorlanmadan işgal edebilecek bir güç haline gelmesini bu bağlamda nasıl açıklayacağız? Bu gerçek bile tek başına bu jeopolitik analizi çöpe göndermeye yeterli.

Batı'nın Doğuyla arayı açması ve tartışılmaz bir üstünlük kurmasının temel nedeni kültürel etkenlerdir. Bu toplumların alışkanlıkları, kültürel yapıları, dini pratikleri vb birçok çok üst yapı unsuru birbirinden oldukça farklıdır. Hıristiyan bir kız çocuğu daha 18. yüzyılda bir kiliseye elinde köpekle girebiliyor ve çok sesli müzik eşliğinde ayin yapabiliyorsa ortada muazzam bir kültürel farklılık var demektir. Yine, bilimsel merak konusunda da Batı farkedilir bir üstünlüğe sahiptir. Ben, Batı'nın seçtiği dinin de yine Batı kültürünün kendisine içkin özelliklerine bağlı olduğunu düşünüyorum.

Sosyal farklılıkların jeo-politik kaynaklı olduğu tezi çürük ve temelsiz bir tezdir.

Günümüzde bu tez artık itibarını tümüyle yitirmiştir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu sözünü ettiğin jeo-politik analiz pek de başarılı bir açıklama gibi görünmüyor Mantık. Haydi diyelim ki İngiltere, Fransa, İspanya ve Hollanda gibi sömürgeci güçlerin kuzey Atlantik'deki ticaret rotalarına hakimiyeti dolayısıyla kalkınmış ve güçlenmiş olsunlar. Ama iç kara ülkesi olan Almanya'nın müthiş atılımını ve koskoca Avrupa kıtasına kafa tutacak, hatta zorlanmadan işgal edebilecek bir güç haline gelmesini bu bağlamda nasıl açıklayacağız? Bu gerçek bile tek başına bu jeopolitik analizi çöpe göndermeye yeterli.

Batı'nın Doğuyla arayı açması ve tartışılmaz bir üstünlük kurmasının temel nedeni kültürel etkenlerdir. Bu toplumların alışkanlıkları, kültürel yapıları, dini pratikleri vb birçok çok üst yapı unsuru birbirinden oldukça farklıdır. Hıristiyan bir kız çocuğu daha 18. yüzyılda bir kiliseye elinde köpekle girebiliyor ve çok sesli müzik eşliğinde ayin yapabiliyorsa ortada muazzam bir kültürel farklılık var demektir. Yine, bilimsel merak konusunda da Batı farkedilir bir üstünlüğe sahiptir. Ben, Batı'nın seçtiği dinin de yine Batı kültürünün kendisine içkin özelliklerine bağlı olduğunu düşünüyorum.

Sosyal farklılıkların jeo-politik kaynaklı olduğu tezi çürük ve temelsiz bir tezdir.

Günümüzde bu tez artık itibarını tümüyle yitirmiştir.

Sorunların temel kaynağının jeopolitik olduğu tezi tümüyle çürük değildir elbette ama bana göre de en birinci neden kültürel etkenlerdir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Dinler vücuttaki kansere yatkın hücreler gibidir. Ortaya çıkmak için uygun zaman ve zemini beklerler. Vücudu dirençli tutmak bir tedbirdir ama o orada durduğu sürece tehdit sürer.

İktisat tarihi bize vücudun nasıl dirençli tutulacağı konusunda bir fikir verebilir ancak kanserin tedavisi bu değildir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Tarihe yön veren dinler değildir, kültürde değildir. Bunlar birer sonuçtur üründür ve her çağa göre değişir zaten.

Tarihe yön veren maddi koşullardır. Ne yazık ki bir çok tarihçi tarihe materyalist bakmasını bilmez.

Tarihi kralların, kahramanların vb. tarihi sanırlar.

Jared Diamond'un "Tüfek Mikrop ve Çelik" adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim. İnsanlığın kültürel, sosyolojik mevcut durumuna güzel bir evrimsel açıklamam sunuyor

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bütün bunlar bir yana, bu söylediklerimden burada yaptığımız ve yapmaya çalıştığımızın boş bir çaba olduğu sonucu çıkmasın.

Karşılaştığımız sorunun ciddiyeti ve çözüm yöntemi düşündüğüm gibi olmasa da, bizde ateistlerin ve agnostiklerin görevi batı ülkelerindeki kadar önemsiz değil henüz. Benim düşündüğüm kadar ciddi bir fonksiyonumuz olmasa da, ikisinin arasında bir yerdeyiz şu anda.

Dincileri hizada tutmamız gerek. Boş bırakırsanız zaten yıprattıkları demokrasinin D'si kalmayacak Türkiye'de.

Dinin zararlı etkilerinin azaltılması veya insanlara duyurulması konusunda da hala görev düşüyor bize.

Dini zayıflatan asıl faktörler sosyoekonomik faktörler olsa da, onların çalışma hızı hem çok yavaş , hem de etkileri hiçbir zaman toplumun ilerici ve itici gücü olan bizlerin istediği ve beklediği düzeyde olmuyor. Biz hep daha fazlasını istiyoruz ve buna hakkımız da var. Bu yüzden itici güç olmaya devam etmek zorundayız.

Sosyoekonomik faktörlerin gerektirdiği yeniliklerin, ve hatta onların daha da ötesinin sözcüsü olmalıyız.

Tüm bu mekanizmada ve bu süreçte bizlerin fonksiyonu bu.

Türkiye'yi örnek alalım, en iyi bildiğimiz ülke burası. Yaşadığımız, sorunları uzaktan izlemeyip bizzat pratik ettiğimiz, tarihini en iyi bildiğimiz kendi ülkemiz.

Osmanlı'yı ve geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreğinde kurulan modern cumhuriyeti ele alalım.

Halk açtı, sefalet içindeydi, cahildi, okuma yazma bilmiyordu ve onları bu halde tutabilmek için kullanılan ilk ve en büyük faktör dindi. Arapların pratik ettiği şeriat yüzde yüz pratik edilmiyordu, Türk kültürüne penetre olmuş İslam kültürü biraz daha yumuşatılmıştı (recm arada bir uygulansa da genel bir yasa değildi mesela) belki ama sonuç olarak ciddi biçimde hakimdi.

Laik ve demokratik cumhuriyet kuruldu. Aydınlanmacı devrimler yapıldı ve Türkiye bir anda kendini başka bir yerde buldu. Eğitim politikaları geliştirildi, okul kitaplarında evrim teorisi anlatıldı, hatta Atatürk'ün, Muhammed'in neredeyse bir meczup olduğunu ifade edildiği açıklamalarına yer verildi. İslam'ın başlangıcı, halkın hiç de alışık olmadığı bir bakış açısıyla anlatılıyordu. O kitapları inceleyenler bilirler, görmüşlerdir.

Halka, herkesin eşit olduğu, birey kertesine yükseltildiği bir hukuk sistemiyle hitabedildi. Hiç alışık olunmayan bir şey..

Kadınlar ve kız çocukları ile neredeyse özel olarak ilgilenildi, kurucu lider yanında sürekli modern kadınlar ve kız çocukları olduğu halde görünmeye özen gösterdi. Bir tür rol model de olmak zorunluğu hissetmiş, başarıyla yerine getirmişti. Ülke onu çok sevmiş ve kabullenmiş, ayrıca çok da güvenmiş olduğu için tüm bunları en akılcı şekilde kullanmayı becerdi.

Türkiye gelişmeye, laikliği anlamaya, demokrasinin nimetlerinden yararlanmaya ve eşit haklara sahip bireyler olduğunu kabullenmekte pek zorlanmayan insanların ülkesi olmaya başladı. Daha sonra sanayileşme, kadınların aktif olarak sosyal alanda bol göstermesi (ki en önce öğretmen olmaya başlamıştır kadınlar), yetiştirilen bilgili ve ve eğitimli yeni nesil, ülkedeki pekçok şeyin yavaş yavaş oturmaya başlamasına neden oldu.

Emekleme ve ilk adım aşaması düşe kalka geçti. Bizler, yani bizim neslimiz hatta bizden önceki nesil de, hep bizim yaşadığımız gibi bir ülkeye sahiptik sanıyorduk. Türkiye hep moderndi, hep laikti, dinimiz İslam olsa bile o sadece gönüllerde ve ibadethanelerde kalacaktı, varlığını sürdüren radikaller ve kötü niyetli Siyasal İslamcılar hiçbir zaman başarılı olamazlar diyorduk. Ben şahsen hep böyle düşünürdüm.

Peki şimdi ne oldu?

Rahatlığa, tam olarak oturmamış ve işlerliği arzu edildiği gibi kazandırılmamış olsa da laiklik ve demokrasiye, özgürlüğe, kadınların kazandığı bunca hakka vs.ye rağmen bu dincilik ve Siyasal İslam nasıl bu kadar güçlendi?

Kadınlar bugün popolarını strech jeans veya tight ile, içlerindeki g-string'ler de görünsün diye iyice düşük belli olanları tercih ederken, kafalarına türban takıyorlar. Evet, bu İslam'ın şekil değiştirdiğini de gösteriyor.

Ama öyle bir din ki bu, oradaki giysiler önemini yitirir ve biz de dindar kişi de o türbana odaklanır. O kadın dindardır. Biz ve bizim gibilerin hiçbir zaman giymeyeceği o giysiler değil, türbanıdır konuşan ve konuşulan.

Öyle bir dindir ki bu, gözle görülmesine, herkes bilmesine rağmen biz ve bizim gibiler de o türbanı takmaya zorlanır, içeriği bomboş ve hatta ahlaksızca olsa da.

Türbanlı kadın sayısı çığ gibi artıyor. Artık insanlar -ki benim şu anda bulunduğum şehirde geçen seneye kadar parmakla sayılacak kadar azdı türbanlı sayısı- sadece kendilerinin değil, teenage kız çocuklarının da başlarını modern örtülerle örtüyor. Çığ gibi büyüyor.

Demem o ki, çok parlak bir sosyoekonomik geçmişimiz olsa da pek bir şey değişmeyecekti.

Dinler her duruma uyum sağlayan virüslerdir. Biz bunca yıldır modern bir ülkede yaşayıp tüm nimetlerinden açıkça yararlanabiliyorken bugün bu rezleti kolaylıkla kabullenebiliyor ve herkesten önce koşarak başımızı kapatıp popmuzu açıkta bırakabiliyorsak, erkeklerimiz ele güne karşı camileri dolduruyor ve herkes birbirini dinle kandırıyorsa, din hala çok güçlü bir dinamik demektir. En güçlüsü. Çünkü bunca insanı başka türlü bu kadr kolay etkileyemez, bu sapkınlıkları yaptıramazdık.

Kültür, bizim toplumsal reflekslerimizi de belirleyen en güçlü etken.. Kültürümüz bu bizim. İslam'la şekillenmiş. Tıpkı İslam gibi hemen her kılığa bürünen, kolayca şekil değiştiren, ilkelliğe fazlasıyla yatkın bir toplum olmamızın başka bir açıklaması yok.

Bir yanlış analiz de şu..

Şeriattan korkmak.

Şeriat gelecek diye hiç düşünmedik biz. En azından ben, İslam'da yer alan bildik şeriatın geleceğine hiçbir zaman ihtimal vermedim, onun bu topraklarda bu devirde yeşeremeyeceğini zaten biliyordum. Hepimiz biliyorduk.

İslam da diğer tüm dinler gibi kendi evrimini geçirdi, daha da geçirecek. Evrim teorisinin İslam'da bile kendine yer bulması, ya da İslam'ın artık onu reddemeyecek kadar köşeye sıkışması en net örnektir mesela.

Artık Türkiye'de kadınları toprağa gömüp taşlayamazsınız, başına ahlak polisi dikip direksiyon başından kaldıramazsınız vs..

Deneyebilirsiniz, zorlayabilirsiniz ki belki o günleri de göreceğiz, ama tutmaz.

Dinler hala en büyük birinci tehlikeler bence de.

Hatta böyle devam ederse bu yüzyılın sonunda ya da önümüzdeki yüzyılda din savaşları başlayacak. Üstü örtülü olacak tabii.

Ve muhtemelen dünyanın yaşadığı en son din savaşları olacak onlar, daha sonra dinler yavaş yavaş kaybolup gidecek.

Çok ciddi bir dibe vuruş yaşanmadıkça, dünya dinlerden kurtulamaz. Biz o sürecin başladığı yerdeyiz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

İslamın ve Ateizmin gelceği Dünyanın 2050-2100 arasındaki iki kutuplu soğuk savaşıdır bana göre.

Avrupa hristiyanlık-yahudilik ardından 1-2 dünya savaşları sonunda "para" ekonomisi ve şirketizmi kurdu. Batı dinlerini kapitalizmle değiştirdi. Kapitalizmin sonucu olarakda doğu ülkeleri sömürge ekonomiler oldu. Sömürge ekonobililer sürdürüelebilir sömürgelik için doğu dini ilkeldir; Yerel kültür ilkeldir; Anlayışını geliştirdi. Bu açıdan doğu dinleri ve islam bekaretini korurken hristiyanlık ve yahudi yaşam formu yerini anonim şirketlerin kurguladığı yaşam formuna dönüştürdü.

Avrupanın asil insan motifi; Esasen İş adamı olarak yaygınlaştı. Eskinin dükleri 1000 iken yeninin iş adamları 1000000 oluverdi. İş adamlarıda kölelik sistemini; asgeri ücret sistemi ve sömürülebilir ülkelerin insan kaynakları ile sağladılar.

Bu AVM ve süpermarketlere endexli kredili banka yaşamı kaynakların ve doğanın dengesini bozdukça; Kapitalizm sürekli arayışlar içine girmeye başlamıştır. Kapitalist ülkelerdeki aydınlanmalar yahudi ve hristiyanlıktan devşirme şirketizme karşı ateizmi ve onunla ilintili sivil toplumları harekete geçirmiştir.

Parayla kirlenmeyen bakir dinlerin olmadığı ülkelerde yalnışlara tepki olarak ateizm ortaya çıkmaktadır. Buda AB_ABD nin ileriki dönemlerde kapitalist düzene karşı ateistlerin kurgulayacağı yeni bir ekonomi modelinin ortaya çıkacağını göstermektedir. Bu model ile Ateizm hızla dünya üzeride tüm AB_ABD de nüfus ve yönetim hakimiyetine ulaşacağını göstermektedir.

İslam ülkelerinde ise modernizasyon ve demokrasi gelişimi tarikatçılık tarzı nakil islamın, daha esnek koşullar süren Gülenciler ve benzeri akımların yaygınlaşmasını sağlayacaktır. İslam dünyası kant gibi felsefi yorumlarla mantıklılığı dine empoze edecektir. Bu durum mezhepleri eleminize edecek ve tarikat oluşumlarını coğrafyalardan silecektir. Bu islam modeli kaynakları elinde bulunduran ülkeler açısından batıya göre daha modern ve teknolojisi gelişmiş ülkeler oluşturacaktır. Örneğin gelecekte Kuveyt bu günün F16ları gibi bir uçak üretecek ve bunu almanya ya satacaktır. Müslümaların bu durumu kapitalizmin bayrağını devralmaya yol açacaktır. Örneğin mısır cumhuriyeti afrikada kendine sömürülebilir ülke arayacaktır. Nüfus ve zenginlik açısındanda budizm gibi doğu dinlerinden kopuş ve müslümanlaşma gözlenecektir. Örneğin hindistan komple müslüman bir ülke olacaktır.

Dolayısı ile bu forumdaki kapışan müslümanlar ve ateistler Dünyanın geleceğinin aktörlerinin savunucularıdır. Kapitalizmle Sosyazlimin soğuk savaşından çok daha komplex; Ateizmin yeni kurguladığı ekonomi modeli ile - İslamın devraldığı kapitalizm arasında; bir savaş dünyada olacaktır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Şu türbanla birlikte dar kot giyip gezinen kadınlara her ne hikmetse bir türlü rastlamadım. Gerçi kot pantolonla birlikte türnab takan birkaç kadın tanıyorum ama onlar da her zaman bol ve yeteri kadar örtücü giysilerle takviye etmeyi ve namahrem bölgelerini sıkıca kapamayı hiç ihmal etmezler. AKP ile birlikte toplum genelinde dinci güruhun diğer gruplara karşı görece hoşgürülü davranmaya başladıkları, ortama daha ılımlı bir havanın hakim olduğu doğrudur. Lüks semtlerde Lale Devrinden çıkıp gelmiş gibi görünen modern ve tesettürlü, eskiye göre daha şık bayanlar göze çarparken TV'de başı açık türban taraftarları... Son model arabaların içinde türbanlı bayanlar; dört bir yanda efe gibi dolaşan hacı sakallı, eli tespihli fakat sadece kendi işleriyle meşgul görünen erkekler...

Post-modernist çağların İslamı mı bu yoksa?

Yani İslam, ürkütücü tutuculuğından arınıp ılımlı bir temeyüle mi dönüştü?

Ve böylece şeriat tehlikesi ortadan kalktı mı?

Bence başlık yazısında bu yönde sıralanan gözlem ve değerlendirmeler birazz fazla iyimser ve eksik bir bakış açısının ürünü. İslam'ın bu ılımlaşmasının kendi dinamikleriyle ilgili çok önemli nedenleri var. İslamcılar artık çok rahatlar çünkü kendilerine meydan okuyabilecek bir güç kalmadı artık. Artık, Ramazan ayında oruç tutmayan bir esnafa rast gelinemiyor. İstisnasız herkesin oruç tuttuğu ve dinin emirlerini yerine getirildiği zımnen kabul ediliyor. Büyük şehirlerin orta yerinde topluca Cuma namazına duruluyor. Dini günlerde TVlerde din içerikli yayınlar dışında hemen hemen hiçbir program yer almıyor. Çarşıda pazarda, markette, caddelerde, durakta vs her yerde türbanlı sayısında astronomik bir artış var. Geçenlerde muayene olmak için hastanede beklerken, hastaların %90'ının türbanlı olduğunu farkettim. Erkekler de dindar olduklarını kolayca anlayabileciğiniz tiplerden ibaretti. İnsanların konuştuklarına kulak kabarttığımda çoğunlukla dini konulardan söz ettiklerini duyuyorum. Babalar küçük çocuklarının kafasına Allah ve Şeytanla ilgili dini akideleri aşılıyorlar. Ve insanlar toplumda kol gezen işsizlik, pahalılık, çevre kirliliği, yolsuzluk gibi bozukluklardan hiç de şikayetçi görünmüyorlar.

Dindanlaştıkça fakirleşiyor ve fakirleştikçe de daha çok dine sarılıp uyuşuyorlar. Ve tehlike de zaten bu noktada başlıyor. Bu beyni uyuşmuş, önünü görmez hale gelmiş körler sürüsünü şeriatçı bir kalkışmaya çekmek, bu zavallıları manipüle etmek çok kolay. Yani, Gülen cemaatinin siyaseten izlediği ılımlı politikalara aldanıp gerçek tehlikeyi gözden uzak tutmamalı.

Takiyye bunlar.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...