Jump to content

Cehalet kapısı !


Recommended Posts

Az sonra size aşağıda, MuHAmmet'in cehalet kapısını anlatacağım fakat önce MuHAmmet'in ne olduğunu anlatalım.

Muh= Ulu, yüce.

Amme = Halk, kamu.

T (At, et)= Kökeni Sanskritçe'den gelmektedir. Türkçe'mizde, hayvanAT , hırdavAT(*1) , tahribAT gibi kelimelerin sonlarına, "sel" , "sal" manasında yerleşmiştir. Arapça'ya da Hint dilinden girmiştir fakat biraz mana değişikliğine uğramıştır. İngilizce'ye de Hint dilinden girmiştir. De, da (at) anlamında kullanılmaktadır. Yani Türkçe'de kelime sonlarında kullandığımız at ile, ingilizcedeki at, aynı kökten gelmektedir. Çok az bir mana farkı vardır.

Muh-Ammet , "Yüce halksal" manasındadır.(Halk çocuğu, bizden biri anlamında). Fakat Arapça'da ammet kelimesi, ümmet olarak kullanılmakta ve "halksal" değil, halk manasında kullanılmaktadır. Fakat gerçeği ümme değil, amme'dir ve bu kelimenin kökeni bilinmemekle beraber, Arapça olmadığı da kesindir. Muhammet yerine Muhammed denmesinin sebebi, Arap'ın diline uydurulmuş olmasından dolayıdır.

1: HırdavAT = Sanskrit kökenli bir kelime olup, halen Hintçe'de aynı mana ile, "Hardıverat" şeklinde telahfus edilerek kullanılmaktadır. Eski ingilizce'ye "Hardware at" olarak girmiştir fakat Hintçe'den gelen at, İngilizceye farklı yerleştiği için, gerekirse başında ("at Hardware" gibi) kullanılmak üzere, sonundaki at atılarak kullanılmıştır. İngilizce'de hardware, kelimesi halen hırdavat, teçhizat, donanım manalarındadır.

Anladığınız gibi, Muh Ammet olarak kats ettiğim şey, peygamber Muhammed hazretleri değil, şu bizim kutsal halk(Muh Ammet, Muh Ümmet)dır.

Sıra geldi cehaletin kapısının ne olduğunu anlatmaya fakat ondan da önce, cehaletin ne olduğunu anlatalım da tam olsun.

Cehalet, cahilin zannettiği gibi, bilgisizlik, okumamışlık demek değildir. Bilmek de değildir. Çok bilen alim, az bilen cahil değildir. Cehalet başka bir şeydir. Bir cahil ne kadar çok şey bilirse bilsin, o yine de cahildir. Çünkü cehalet bilmeye engel değildir. (Halkın bildiği anlamda bilmekten bahsediyorum. Gerçekte ise bilmek de başka bir şeydir.)

Cehalet bir seçimdir. İnsanlar daha çocukken, cahil olup olmayacaklarına karar verirler. Fakat böyle bir karar verdiklerinin farkına bile varmazlar.

Bu; tam olarak şunun kararıdır: En yakınları başta olmak üzere, bütün toplum ve hatta devlet, çocuğu cehalete karar vermesi yönünde zorlar. Yani cehaleti seçmesi için ellerinden geleni yaparlar. Yönlendirdikleri şeyin adına cehalet demezler. Hatta cehalete yönlendiRENlerin çoğu, yönlendirdiği şeyin cehalet olduğunu dahi bilmezler. Çünkü kendileri de cehalete zorlanmış, yönlendirilmiştir ve yönlendiği şeyden memnundur. Kendi cehaletinden memnun olduğu için, başta en sevdikleri dahil olmak üzere, insanlara iyilik olsun diye(başka sebepleri de var) herkesi cehalete yönlendirirler.

İnsanlar, daha bebekken, devlet, toplum ve en yakınları tarafından cehaleti seçmeye yönlendirilirler. Hatta bu konuda baskı yapılır.

Pekiyi bir insan, niçin en sevdiği insanı cehalete yönlendirir? Çünkü:

1- Cehalet (Halkın bahsettiği değil, burada bahsedilen cehalet), hayatın risklerini indirger, daha emin bir yaşam sürdürür. İnsanlar sevdiklerinin risk altında olmasını istemezler. O yüzden risksiz yaşaması için cehalete yönlendirirler.

Örneğin cehalette, toplumun düşünmediğini düşünmek yoktur. Dolayısıyla toplumun merak etmediğini merak etmek de yoktur. Dolayısıyla, macera yoktur, macera olmayınca da risk de yoktur. Yani cehalet, bir nevi sosyal sigortadır. Bu yüzden insanlar, en sevdiklerini cehalete yönlendirirler.

2- Cehalet mutluluktur. Çünkü rahatlıktır. Neden rahatlıktır? Toplumun yaptıklarını taklit etmekten öte, yapman gereken bir iş yoktur. Toplumun neyi, niçin yaptığını, yani toplumun davranışlarının doğru olup olmadığını ise, düşünmeye gerek yoktur çünkü o davranışlar yüzyıllardır denene denene sana ulaşmıştır. "Yanlış olsaydı, uygulamada kalamazdı" düşüncesi hakimdir. Bu sebeple, toplumun davranış ve düşünceleri aynen kopyalanır ve önem taşımayan bazı ufak tefek farklılıklar "Farklılık" zannedilir. Oysa ki o fark zanettiği şeyi de toplumdan kopyalamıştır.

Doğruyu bulmak için düşünmek yerine, yüzyıllardır düşünülmüşleri kopyalamak rahatlıktır. Düşünme olmadığı için, stress de yoktur. Stress olmadığı için, mutluluk doğaldır. İnsanlar, sevdiklerini bu yüzden cehalete teşvik ederler. Mutlu olsunlar diye.

Sebepler bunlar ama benim bahsettiğim cehaletin gerçek cehalet olduğunu ve "cCehalete yönlendirme" derken halkın bildiği cehaletten bahsetmediğimi bir kez daha hatırlatmak isterim.

Şimdi cehaletin kapısını anlatalım:

Bundan 8-10 yıl önce karıncalar üzerinde bir deney yaptım. Bir plastik kabın iki zıt yanına matkapla, taban seviyesinde birer delik açtım. Sonra delikleri mantarla tıkadım. Sonra deliklerden birine, mantarın üzerini kapatacak ve deliğin dışında biraz boşluk bırakacak şekilde, şeffaf folyo yapıştırdım. Sonra kabın üzerini bir peleksiglass cam ile kapattım. Daha sonra kabın üzerindeki pleksiglass cama da matkapla bir delik açtım ve bu delikten karıncaları kabın içine doldurmaya başladım.

Kabın içinde, yaklaşık 60-70 tane karınca biriktirdikten sonra tepedeki deliği kapatıp, bir süre sakinleşmelerini bekledim.

Ve sonunda, taban seviyesindeki deliklerde bulunan mantarları yavaşca çıkardım. Folyosuz olan delik tamamen açılmış oldu. Folyolu tarafta ise delik açılmış gibi göründü ama aslında folyodan dolayı dışarıya ancak birkaç adım çıkılabilecek kadar açıldı. Sonra tepelerinden biraz tıngırtı yaparak karıncaları korkuttum. Kaçmaya başladılar, kaçış yolu arıyorlardı. Sonra bir kısmı delikleri buldular ve dışarıya çıkmaya başladılar.

Karıncaların çoğu dışarıya çıkamadı. Neden biliyor musunuz? Çünkü folyolu tarafta yoğunlaşmaya ve oradan çıkmaya çalıştılar.

Folyolu tarafta yoğunlaşmalarının sebebi şuydu: Folyolu taraftan ilk çıkan karıncalar birkaç adımdan öteye gidemediler. Çünkü dışarıdaki folyo yollarını kapatmıştı. Dolayısıyla o kapı tıkandığı için, kapıda bir yoğunlaşma oluştu. Bütün karıncalar o kalabalığı görünce oraya yöneldiler. Oysa ki o kalabalığın birikme sebebi zaten o kapıdan çıkışın yapılamamasıydı. Ama ısrarla o kapalı kapıdan çıkmaya çalışıyorlardı. Diğer açık kapıdan çıkanlar ise, çıkılamayan folyolu kapıdaki kalabalık oluşmadan önce tesadüfen çıkmışlardı. İşte cehaletin kapısı budur. Folyolu kapı.

"Bu kadar karınca salak mı ki bu kapıdan çıkmaya çalışıyor" düşüncesiyle(daha doğrusu iç güdüsüyle), hepsi kapalı kapıyı seçti. İşte bu ; cehaletin kapısıdır.

Cehaletin kapısını okudunuz. Fakat cehaletin zorunlu olduğunu henüz okumadınız.

Cehalet az sayıda insan hariç, çoğunluk için zorunludur. Sadece cehalete yönlendirilmiş olduğundan ve cehaleti seçmenin faydalarından dolayı değil. Bu mecburiyetin genetik nedeni var. Üstelik bu genetik neden, evrimseldir. Yani doğaldır, insanın doğasında vardır. Cehaleti seçmekte hiç bir anormallik yoktur. Aksine, anormal olan, cehaleti seçmeyendir. Çünkü insanoğlu normalde cehaleti seçecek şekilde evrim geçirmiş ve genetiği buna göre şekil almıştır. Hangi gen insanı cehalete çekmekten sorumludur?

Tıpkı karıncalarda olduğu gibi, sürü geni !!

Nedir bu sürü geni?

Özetle: "Toplumun yaptığını yapma" geni veya "Bu kadar insan salak mı ki, falanca şeyi yapıyor?" felsefesinin mantıklı olduğunu zannettiren gen olarak izah edebiliriz.

İşte sürü geni budur ve normal olan da budur. Sürü geni bulunmayan insanlar hatalı üretimdir. İşte evrimin olumlu yönde işleyişinin sebebi de budur: HATALAR, YANLIŞLIKLAR.

Eğer evrimin işleyişinde hatalı canlılar olmasaydı, evrim duracak ve işlemeyecekti. Çünkü olumlu yönde hatalının doğal seçilimi meydana gelmemiş olacaktı. Dahi denilen insanların da hepsi hatalı üretimdir. Sıra dışı ve normal olmayan insanlardır. İnsanlığın gelişmesi de bu hatalı üretim insanlar sayesinde olmuştur. Çünkü hatasızlar, ortama ayak uydurmaya çalışırken, hatalılar ortama aykırı oldukları için, ortamı kendilerine uydurarak yenilikler yaparlar. Bu yeniliklerden bazılarının, insanlığa faydası somut olarak gözükür ve kalır, bazıları ise yok olur gider. Yok olmayanların sayesinde insanlık gelişir. Oysa ki normal insan, yenilik düşünmez çünkü hatalı üretim olmadığı için, ortama uyumludur ve dolayısıyla ortam da ona uyumludur.

Tam aksine, normal insan ilerlemeye değil, gerilemeye meyillidir. Çünkü o, cehaletinden dolayı, daha iyinin değil, daha basitin peşindedir ve daha basit olan ise ileride değil, geridedir. Örneğin siz hiç hayatınızda, onbinlerce insanı, kendisine adeta taptırabilen bir bilim adamı gördünüz mü? Onbinleri, yüzbinleri peşinden sürükleyen her hangi bir bilim adamı var mı? Yok değil mi? Oysa ki cahil bir gerici hacı-hocanın, değil binleri onbinleri; milyona kadar varan takipçisi olabiliyor. Neden? çünkü o gerici ona, gelişmişi değil, basiti öneriyor. Yani cehaletin daha da cehaletini öneriyor.

Dolayısıyla, bütün karıncaların cehalet kapısını seçmesiyle, muhammet@cehalet.net olayı gerçekleşiyor.

Ona dinin bir cehalet olduğunu, iyilik değil kötülüğe sebep olduğunu, yüzbin tane örnekle de gösterseniz fark etmiyor çünkü savunmaya geçtiğinde dinini değil, sürüsünü korumaya endeksleniyor. Kaybetmekten korktuğu şey dini değil, sürüsü. Çünkü onda sürü geni olduğu için, hayatını sürüsü sayesinde ancak sürdürebiliyor. Kabullenmek istemediği şey, dinsizlik değil, sürüsünün cehalet kapısını seçtiğini bilmek. Çünkü sürüsünün cehalet kapısını seçtiğini anlarsa, artık sürüsüne güveni kalmaz. Oysa ki onun ; üzerinde hiç düşünmeden davranış ve inanış kopyalayacağı bir sürüye ihtiyacı var. Aksi halde o sürü olmazsa, neyin doğru neyin yanlış olduğunu düşünmek zorunda kalır ve şimdiye kadar bunu yapmak zorunda kalmadığı için buna alışık değildir. Ayrıca sürüsü olmadığı zaman, kendisini koruyamayacak kadar acizdir ve aciz olduğunu bildiği için korkaktır. İşte bu yüzden dini ona ne söylerse söylesin, hatta yüzüne tükürdüğü, aşaladığı halde, yine dininin peşinden gidecektir. Hatta aşağılandıkça hoşuna gidecektir.

Zaman zaman, yazılarınızda, kadınları bu kadar aşağılayan bir dinin peşinden kadınların nasıl bu kadar körce gittklerini yazdığınızı görüyorum. Buna hiç şaşırmayın. Kadınların erkeklerden bile daha çok dine sarıldıklarına hiç şaşmayın. Çünkü sürü geni sayesinde, din onları aşağıladıkça bilinç altında memnun oluyorlar.

Neden biliyor musunuz? Çünkü "Aşağılandığı zaman" birileri onun tepesine çıkıyor demektir. Dolayısıyla, sürünün ortasına inme şansına sahip oluyor. Böylelikle, sürünün merkezinde olduğu için,kendisini dış tehditlere karşı daha güvende hissediyor. Balıklar da öyledir. Devamlı sürünün içine içine, ortalarına doğru yüzerler. Eğer çok üstte kaldılarsa aşağı inmek isterler. İşte aşağılanmak bu yüzden caziptir.

Diyeceksiniz ki; "Pekiyi ama çok aşağılandığı zaman, bu seferde dipte kalarak sürünün dışına yakın olmuyor mu?" . Hayır olmuyor çünkü ne kadar aşağılanırsa aşağılansın, din bazılarını daha da aşağılayarak onu, onun gözünde ortalarda hissettiriyor. Örneğin münafıklar, köleler ve gayrımüslümler ve hayvanlar daha fazla aşağılanarak aşağılanmış kadını sürünün ortalarında bırakıyor. Yüzey tabakasında ise, şeyhler, şıhlar, hazretler, hacılar ve hocalar olduğu için ise, sıradan sürü insanı böylece sürünün ortalarında kendini güvende hissediyor. İşte bu yüzden aşağılanmak onun zaten en sevdiği şey. Sadece adı aşağılanmak olmasın yeterli. İstediğin kadar aşağıla. Bu halk, "Ananı al da git ulan", embesil, besleme, diyerek onu aşağılayandan vazgeçebildi mi? Küfürü yedikçe daha çok oy verdi.

Bu sürü geni o kadar baskındır ki, rezalet yerine asaleti kabul ettiremesiniz. Cehalet kapısı yerine, bilim kapısına yönlendiremezsiniz. Çünkü siz daha anlatmaya başlar başlamaz o gen devreye giriyor.

Biyolog Hammer inanç genini buldu ve adını da VMAT2 taktı. Fakat yanıldı çünkü o aslında inanç geni değil, sürü geniydi. Büyük bir ihtimalle bu genin, dini bütün insanlarda baskın olduğunu gördüğü için ona inanç geni adını verdi fakat eğer araştırmaya devam etseydi, eminim ki bu genin ırkçılarda da, fanatik futbol taraftarlarında da baskın olduğunu görecekti. Çünkü bu gen daha baskın oldukça; sürünün içinde olmak da yetmiyor, sürünün içindeki başka bir sürüye de dahil olmak ancak tatmin ediyor.

İşte bu sürü geni sayesinde, Muh Ammet, cehalet kapısında kuyruk oluşturuyor.

İşte bu yüzden, ne yaparsan, ne edersen et, netice yine muhammet@cehalet.net

Saygılar, sevgiler.

tarihinde Notamatik tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

İşte enfes bir Notamatik klasiği.

Evet O bunu hep yapıyor. Bir solukta okuduğumuz, tadına doyamadığımız, düşünce ve zeka dolu bir yolculuk gibi yazılarıyla eşsiz manzaralar sunuyor okura.

Cehalet kapısının bir örneğini belgesel izleyenlerimiz bilirler sanıyorum.

Hani şu Afrika savanlarında, timsahlarla dolu nehri geçmeye çalışan impala sürülerinden bahsediyorum.

Sürü lideri impalanın harekete geçmesiyle istisnasız tüm sürü üyeleri de nehre atlar. Lider çoğunlukla karşı tarafa sağ salim ulaşmayı başarır; ama nehre dalınan yerden geçen impala sayısı arttıkça, toprak üzerinden geçen hayvanların ağırlığıyla çöker ve impalaların geçiş yaptığı patika kısa sürede yapışkan balçıktan bir bataklığa dönüşür. İşte o zaman impalalar çamura saplanır ve birbirlerinin üzerine yığılmaya başlarlar. Hareket kabiliyetini yitiren yüzlerce impala, arkadan gelenlerin inanılmaz basıncıyla kısa sürede suya gömülür ve boğularak can verir. Bu arada nehrin tüm timsahları da ziyafet alanına toplanmıştır. Kendilerini bekleyen yüzlerce impala içinden en besili olanlarını afiyetle parçalayıp mideye indirirlerken daha yüzlercesinin boğulmuş halde kendilerini beklediğini bildiklerinden ziyafete öncelikle henüz yaşayan impalalardan başlarlar.

Doğanın kimi kesitleri, bir sürü memelisi olan insan toplumu için de birebir benzer niteliktedir.

İnsanın çoğu davranışı, inanışı ve düşüncesi refleksif ve güdüseldir.

Tanrı inancı da böyledir ve mümine akıl silahının işlememesi de işte bundandır.

tarihinde Gevheri tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Yazı-makaleyi genel hatları ile beğendim.

Bireylerde sürü davranışındaki farkındasızlık; sonuçta davranışı, akıl seçimiymiş gibi algılatıyor. Günümüzde bireyler sürü dürtüsünde davranırken bu davranışı akıl ile oluşturuyorum zannediyorlar. Hayvanlardan farklı olarak bireyin davranışının çoğu basit bir sürünün daha komplex ve melez halinden başka bir şey değil.

Bireyler akıl ile çok az davranış sergiliyorlar genelde dürtü davranışı sergiliyorlar. Özelliklede bizim toplumumuzda. Aklın gelişmişliğini azaltan bu tutum esasen bir ters evrimi ortaya çıkarıyor. Yani gün geçtikçe bireyler aklı daha az gelişmiş bir sınıf ortaya çıkarıyor. Bunun sonucu olarak ileri evrimleşen ve geri evrimleşen iki insan türü var. renk geçişi gibi geçiş ve insanların karışık yaşamları oluşmuş bu iki insan türünü gözlemlememizi engelliyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Topik'teki tüm arkadaşlara katkılarından dolayı çok teşekkür ederim. Hepinize kucak dolusu sevgilerimi gönderiyorum.

Hirdavat ve cehaletin kelime anlami olarak aciklanmasini dikkate almazsak ki ikisinde ayni yönde bir aciklama bekliyordum ve asagilanma konusunda bilimsel bir aciklama varsa guzel bir makale oldugu kanaatindeyim.

Sevgili AteTürk,

Hırdavat kelimesinin kökeni doğrudur ama konuyla doğrudan bağlantısı olmadığı için bunu tartışmaya gerek duymuyorum.

Cehalet kelimesinin anlamı konusunda ise haklısın. Cehalet kelimesi halk arasında, benim yukarıdaki yazımda bahsettiğim manada kullanılmıyor. Fakat ben de zaten o yazımda "Halkın bildiği anlamda cehaletten bahsetmiyorum, gerçek cehaletten bahsediyorum" diyerek vurgu yapmıştım.

Aşağılanma konusunda bilimsel açıklama konusunda şunu söyleyebilirim. Yukarda yazdıklarım benim gözlemlerimdi. Başkalarının bu konuda araştırma yapıp yapmadıklarını bilmiyorum ama yapmış olsalar dahi açıklayabileceklerini sanmıyorum. Çünkü; böyle bir bilimsel çalışmanın, denekler üzerinde elde edilmiş istatistiki verler içermesi şart ve böyle bir deneyde elde edilen istasitiki verilerin ucu mutlaka bir kesime batar.

Örneğin: Dindarlara batar. Veya falanca din mensuplarına batar.

Fakat ben tam olarak bu konuda yapılmış bilimsel deney bilmiyor olsam da, sana yine de "Stokholm Sendromu" adlı bilimsel olayı incelemeni tavsiye ederim: http://tr.wikipedia.org/wiki/Stockholm_sendromu

Stokholm Sendromu, tam olarak "aşağılanmadan hoşlanma"yı anlatmıyor ama esir olmayı kabullenmeyi anlatıyor. Esir olmayı kabullenmek, bence aşağılanmayı kabullenmiş olmaktır.

Hele bir de kendisini esir alana karşı sempati duymuşsa, aşağılanmak hoşuna gitmiş demektir.

Daha başka bilimsel araştırma da yapılabilir ama yapan olup olmadığını malesef bilmiyorum.

Saygılar, sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Stockholm sendromu asagilayana asiri bagliliga kadar uzanan guzel bir aciklama bu aklima gelmemisti, cehalet taniminada katiliyorum ama hirdavati kelime kökeni olarak acikladiktan sonra cehalet icinde öyle bir aciklama bekliyordum demek istemistim yoksa anlamina itirazim yok ustat.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 3 weeks later...

Doğanın kimi kesitleri, bir sürü memelisi olan insan toplumu için de birebir benzer niteliktedir.

İnsanın çoğu davranışı, inanışı ve düşüncesi refleksif ve güdüseldir.

Bravo sevgili Gevheri, konu iki cümlede ancak bu kadar güzel özetlenebilirdi.

Yalnız şu "Memeli hayvan" lafın üzerine birkaç açıklama yapayım dedim.

Bu memeli kelimesi, insanoğlunun belki de konuşmaya başladığı ilk yıllardaki ilk kelimelerinden biridir. Binlerce yıllık bir kelimedir.

Bildiğiniz gibi, bütün diller kendisinden daha eski ve aynı dönemden olan dillerden faydalanarak sözcükler türetmiş ve bu yolla dil olabilmişlerdir. Fakat bu memeli sözcüğü o kadar eskidir ki; önceki dillerden türemiş olması neredeyse imkansız. Çünkü "meme" sözcüğü, ilk dile ait bir sözcüktür. Yani belki başlangıçtaki en ilkel insanın, topu topu 20 kelimeli bir dilinin sözcüklerinden biridir.

Bu bizi şuraya götürüyor: "İnsanoğlu, ilk dili neyden esinlenerek icad etti?" "Oturup, düşünüp taşınıp kendisi uyduramayacak kadar ilkel olduğuna göre, hangi seslerden, hangi hecelerden faydalandı?"

Şu anki inan, istese uydurma seslerden yeni bir dil uydurabilir fakat o dönemin hayvandan hemen hemen farksız insanı bunu düşünemeyecek kadar ilkeldi. O halde neyden faydalandı?

Çok basit. Hayvanların ve doğanın seslerinden faydalandı. Şimdi tam bu satırda biraz atlama yapalım, sonra buraya döneriz.

Meme = Mama .

Memeli = Mamalı .

"Annesi çocuğa meme veriyor" = "Annesi çocuğa mama veriyor" .

Meme = Mama .

Pekiyi nedir bu mama?

Mama, aslen anne demektir ve birçok dilde halen bu şekilde kullanılmaktadır. Mama kelimesinin kökü "MA"dır.

Anne manasına gelen M harfi, hiyeroglif alhabeden de eskidir ve ilk başlarda aşağı sarkan iki adet meme şeklinde çiziliyordu. Daha sonra ise çivi yazılarıyla birlikte ters M şeklinde yazıldı. (Klavyemde olmadığı için yazamıyorum ama M harfini başaşağı çevirik düşünün). En sonraları ise, bu şekilde yazmak zor olduğu için, daha hızlı yazabilmek amacıyla şimdiki şekline geldi.

Yani meme şekli çizerek mama(Yani anne) anlatılıyordu.

Yani memeli demek, aslında kendisinin değil, "Annesinin memesi olan" demektir. Meme kelimesi İngilizce'de halen (Mamma) hem meme hem de anne manasında kullanılmaktadır. Hint dilinde de aynı şekildedir.

Şimdi gelelim bu binlerce yıllık meme kelimesinin nereden geldiğine. Elbette ki hayvan seslerinden. (Çünkü öncesi yok)

Hangi hayvanın sesinden faydalanılmıştır? Koyun, keçi, kuzu. Bir kuzu mee meee diye bağırıyor. Ne istiyor? Mama istiyor. Elbette ki erişkin koyun da mee diyor ama bu sembol olamamıştır. Meee sesiyle sembolleşen, kuzunun annesinden mama istemesi ve annesinin de ona meme vermesidir.

"Mee mee diyor, me-me istiyor" , "Mee mee diyerek Me-me'sini(mama'sını) çağırıyor" gibi sembolleşti.

Yani bu kelime bize hayvanlardan mirastır. Hayvan seslerinden dilimize giren daha pek çok hala kullanılan kelimeler vardır. Onların da çoğu bu Me sesi gibi, kısa telahfuslu, tek veya en fazla iki hecelidir. Zaten ilk üniversal dilde, yani insanların ilk dilinde, kelimelerin hepsi kısa idi. Çoğu da tek heceli idi. Şimdi kullandığımız uzun kelimelerin bile neredeyse tümü, eski tek heceli kelimelerden türemiştir.

Konuyla biraz ilgisiz oldu ama belki faydalanan olur diye yazdım.

kendine iyi bak, sevgili Gevheri.

Stockholm sendromu asagilayana asiri bagliliga kadar uzanan guzel bir aciklama bu aklima gelmemisti, cehalet taniminada katiliyorum ama hirdavati kelime kökeni olarak acikladiktan sonra cehalet icinde öyle bir aciklama bekliyordum demek istemistim yoksa anlamina itirazim yok ustat.

Sevgili AteTürk,

Cehalet kelimesinin sonundaki "et" de yine yukarıda bahsettiğim "at"dir. "Hal" ise bildiğimiz hal manasındadır. (Hal, Durum). Fakat başındaki "ce" hecesi onun gerçek köküdür ve nereden geldiğini bulmak biraz zordur çünkü tek hecelidir. Tek heceli kelimelerin manalarını bulmak dikkatli ve çok uzun çalışma gerektirir. Çünkü tek heceli olduğu için yanlışlık yapma ihtimali diğerlerinden çok yüksektir. Yani çok özel bir çalışma gerektirir ve henüz bunun üzerinde çalışma yapmadığım için daha derin açıklama malesef yapamıyorum. Yani şu anda tam kökenini malesef ben de bilmiyorum.

Çok teşekkürler, saygılar, sevgiler.

tarihinde Notamatik tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili Notamatik,

Şeytanın aklına bile zor gelecek çarpıcı tespitlerinle gözlerimizin önünde kıvılcımlar çaktırmaya devam ediyorsun.

Çok zeki bir adam olduğunu ve bu foruma çok şey kattığını biliyorum.

Yukarıda yazdıkların da yine harika tespitler. Ancak şu var ki, meme sözcüğünün, insanlar koyun, kuzu evcilleştirdikten sonra ortaya çıkması gerekiyor bu durumda ve peki o zamana kadar nasıl haberleşti bunlar sorusu takılıyor insanın aklına. Yani, bu kısmı biraz daha düşünmekte ve araştırmakta fayda var. Çünkü ilk insan toplulukları, hayvan evcilleştirmeye başlamadan önce avcılık ve toplayıcılık aşamalarından geçtiler ve bu aşamalarda da dil var idi.

Yanlış anlama sakın.

Yanlışsın demiyorum.

Daha iyi temellendirilmeli,daha fazla kanıtla desteklenmeli diyorum sadece.

Sevgiler, saygılar.

tarihinde Gevheri tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili Gevheri,

Koyun, keçi vb. bütün bu hayvanlar elbette ki, dil icadından sonra evcilleştirildi. Fakat o hayvanlar evcileştirilmeden önce de milyonlarca yıldır dünyada zaten vardılar ve insanoğlu onları yakından tanıyorlardı. Örneğin yakalamak için gizlice izliyorlardı.(Bu sadece bir örnek) Veya hiç akla gelmeyecek pozisyonlarda da onları tanıma imkanına sahip oluyorlardı. Ayrıca sadece koyun, kuzu keçi filan değil, doğa'da halen "mee" şeklinde ses kullanan bir çok hayvanlar var. Ben koyun ve keçiyi sadece örnek olarak verdim.

Saygılar, sevgiler.

tarihinde Notamatik tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Az sonra size aşağıda, MuHAmmet'in cehalet kapısını anlatacağım fakat önce MuHAmmet'in ne olduğunu anlatalım.

Muh= Ulu, yüce.

Amme = Halk, kamu.

T (At, et)= Kökeni Sanskritçe'den gelmektedir. Türkçe'mizde, hayvanAT , hırdavAT(*1) , tahribAT gibi kelimelerin sonlarına, "sel" , "sal" manasında yerleşmiştir. Arapça'ya da Hint dilinden girmiştir fakat biraz mana değişikliğine uğramıştır. İngilizce'ye de Hint dilinden girmiştir. De, da (at) anlamında kullanılmaktadır. Yani Türkçe'de kelime sonlarında kullandığımız at ile, ingilizcedeki at, aynı kökten gelmektedir. Çok az bir mana farkı vardır.

Muh-Ammet , "Yüce halksal" manasındadır.(Halk çocuğu, bizden biri anlamında). Fakat Arapça'da ammet kelimesi, ümmet olarak kullanılmakta ve "halksal" değil, halk manasında kullanılmaktadır. Fakat gerçeği ümme değil, amme'dir ve bu kelimenin kökeni bilinmemekle beraber, Arapça olmadığı da kesindir. Muhammet yerine Muhammed denmesinin sebebi, Arap'ın diline uydurulmuş olmasından dolayıdır.

1: HırdavAT = Sanskrit kökenli bir kelime olup, halen Hintçe'de aynı mana ile, "Hardıverat" şeklinde telahfus edilerek kullanılmaktadır. Eski ingilizce'ye "Hardware at" olarak girmiştir fakat Hintçe'den gelen at, İngilizceye farklı yerleştiği için, gerekirse başında ("at Hardware" gibi) kullanılmak üzere, sonundaki at atılarak kullanılmıştır. İngilizce'de hardware, kelimesi halen hırdavat, teçhizat, donanım manalarındadır.

Anladığınız gibi, Muh Ammet olarak kats ettiğim şey, peygamber Muhammed hazretleri değil, şu bizim kutsal halk(Muh Ammet, Muh Ümmet)dır.

Sıra geldi cehaletin kapısının ne olduğunu anlatmaya fakat ondan da önce, cehaletin ne olduğunu anlatalım da tam olsun.

Cehalet, cahilin zannettiği gibi, bilgisizlik, okumamışlık demek değildir. Bilmek de değildir. Çok bilen alim, az bilen cahil değildir. Cehalet başka bir şeydir. Bir cahil ne kadar çok şey bilirse bilsin, o yine de cahildir. Çünkü cehalet bilmeye engel değildir. (Halkın bildiği anlamda bilmekten bahsediyorum. Gerçekte ise bilmek de başka bir şeydir.)

Cehalet bir seçimdir. İnsanlar daha çocukken, cahil olup olmayacaklarına karar verirler. Fakat böyle bir karar verdiklerinin farkına bile varmazlar.

Bu; tam olarak şunun kararıdır: En yakınları başta olmak üzere, bütün toplum ve hatta devlet, çocuğu cehalete karar vermesi yönünde zorlar. Yani cehaleti seçmesi için ellerinden geleni yaparlar. Yönlendirdikleri şeyin adına cehalet demezler. Hatta cehalete yönlendiRENlerin çoğu, yönlendirdiği şeyin cehalet olduğunu dahi bilmezler. Çünkü kendileri de cehalete zorlanmış, yönlendirilmiştir ve yönlendiği şeyden memnundur. Kendi cehaletinden memnun olduğu için, başta en sevdikleri dahil olmak üzere, insanlara iyilik olsun diye(başka sebepleri de var) herkesi cehalete yönlendirirler.

İnsanlar, daha bebekken, devlet, toplum ve en yakınları tarafından cehaleti seçmeye yönlendirilirler. Hatta bu konuda baskı yapılır.

Pekiyi bir insan, niçin en sevdiği insanı cehalete yönlendirir? Çünkü:

1- Cehalet (Halkın bahsettiği değil, burada bahsedilen cehalet), hayatın risklerini indirger, daha emin bir yaşam sürdürür. İnsanlar sevdiklerinin risk altında olmasını istemezler. O yüzden risksiz yaşaması için cehalete yönlendirirler.

Örneğin cehalette, toplumun düşünmediğini düşünmek yoktur. Dolayısıyla toplumun merak etmediğini merak etmek de yoktur. Dolayısıyla, macera yoktur, macera olmayınca da risk de yoktur. Yani cehalet, bir nevi sosyal sigortadır. Bu yüzden insanlar, en sevdiklerini cehalete yönlendirirler.

2- Cehalet mutluluktur. Çünkü rahatlıktır. Neden rahatlıktır? Toplumun yaptıklarını taklit etmekten öte, yapman gereken bir iş yoktur. Toplumun neyi, niçin yaptığını, yani toplumun davranışlarının doğru olup olmadığını ise, düşünmeye gerek yoktur çünkü o davranışlar yüzyıllardır denene denene sana ulaşmıştır. "Yanlış olsaydı, uygulamada kalamazdı" düşüncesi hakimdir. Bu sebeple, toplumun davranış ve düşünceleri aynen kopyalanır ve önem taşımayan bazı ufak tefek farklılıklar "Farklılık" zannedilir. Oysa ki o fark zanettiği şeyi de toplumdan kopyalamıştır.

Doğruyu bulmak için düşünmek yerine, yüzyıllardır düşünülmüşleri kopyalamak rahatlıktır. Düşünme olmadığı için, stress de yoktur. Stress olmadığı için, mutluluk doğaldır. İnsanlar, sevdiklerini bu yüzden cehalete teşvik ederler. Mutlu olsunlar diye.

Sebepler bunlar ama benim bahsettiğim cehaletin gerçek cehalet olduğunu ve "cCehalete yönlendirme" derken halkın bildiği cehaletten bahsetmediğimi bir kez daha hatırlatmak isterim.

Şimdi cehaletin kapısını anlatalım:

Bundan 8-10 yıl önce karıncalar üzerinde bir deney yaptım. Bir plastik kabın iki zıt yanına matkapla, taban seviyesinde birer delik açtım. Sonra delikleri mantarla tıkadım. Sonra deliklerden birine, mantarın üzerini kapatacak ve deliğin dışında biraz boşluk bırakacak şekilde, şeffaf folyo yapıştırdım. Sonra kabın üzerini bir peleksiglass cam ile kapattım. Daha sonra kabın üzerindeki pleksiglass cama da matkapla bir delik açtım ve bu delikten karıncaları kabın içine doldurmaya başladım.

Kabın içinde, yaklaşık 60-70 tane karınca biriktirdikten sonra tepedeki deliği kapatıp, bir süre sakinleşmelerini bekledim.

Ve sonunda, taban seviyesindeki deliklerde bulunan mantarları yavaşca çıkardım. Folyosuz olan delik tamamen açılmış oldu. Folyolu tarafta ise delik açılmış gibi göründü ama aslında folyodan dolayı dışarıya ancak birkaç adım çıkılabilecek kadar açıldı. Sonra tepelerinden biraz tıngırtı yaparak karıncaları korkuttum. Kaçmaya başladılar, kaçış yolu arıyorlardı. Sonra bir kısmı delikleri buldular ve dışarıya çıkmaya başladılar.

Karıncaların çoğu dışarıya çıkamadı. Neden biliyor musunuz? Çünkü folyolu tarafta yoğunlaşmaya ve oradan çıkmaya çalıştılar.

Folyolu tarafta yoğunlaşmalarının sebebi şuydu: Folyolu taraftan ilk çıkan karıncalar birkaç adımdan öteye gidemediler. Çünkü dışarıdaki folyo yollarını kapatmıştı. Dolayısıyla o kapı tıkandığı için, kapıda bir yoğunlaşma oluştu. Bütün karıncalar o kalabalığı görünce oraya yöneldiler. Oysa ki o kalabalığın birikme sebebi zaten o kapıdan çıkışın yapılamamasıydı. Ama ısrarla o kapalı kapıdan çıkmaya çalışıyorlardı. Diğer açık kapıdan çıkanlar ise, çıkılamayan folyolu kapıdaki kalabalık oluşmadan önce tesadüfen çıkmışlardı. İşte cehaletin kapısı budur. Folyolu kapı.

"Bu kadar karınca salak mı ki bu kapıdan çıkmaya çalışıyor" düşüncesiyle(daha doğrusu iç güdüsüyle), hepsi kapalı kapıyı seçti. İşte bu ; cehaletin kapısıdır.

Cehaletin kapısını okudunuz. Fakat cehaletin zorunlu olduğunu henüz okumadınız.

Cehalet az sayıda insan hariç, çoğunluk için zorunludur. Sadece cehalete yönlendirilmiş olduğundan ve cehaleti seçmenin faydalarından dolayı değil. Bu mecburiyetin genetik nedeni var. Üstelik bu genetik neden, evrimseldir. Yani doğaldır, insanın doğasında vardır. Cehaleti seçmekte hiç bir anormallik yoktur. Aksine, anormal olan, cehaleti seçmeyendir. Çünkü insanoğlu normalde cehaleti seçecek şekilde evrim geçirmiş ve genetiği buna göre şekil almıştır. Hangi gen insanı cehalete çekmekten sorumludur?

Tıpkı karıncalarda olduğu gibi, sürü geni !!

Nedir bu sürü geni?

Özetle: "Toplumun yaptığını yapma" geni veya "Bu kadar insan salak mı ki, falanca şeyi yapıyor?" felsefesinin mantıklı olduğunu zannettiren gen olarak izah edebiliriz.

İşte sürü geni budur ve normal olan da budur. Sürü geni bulunmayan insanlar hatalı üretimdir. İşte evrimin olumlu yönde işleyişinin sebebi de budur: HATALAR, YANLIŞLIKLAR.

Eğer evrimin işleyişinde hatalı canlılar olmasaydı, evrim duracak ve işlemeyecekti. Çünkü olumlu yönde hatalının doğal seçilimi meydana gelmemiş olacaktı. Dahi denilen insanların da hepsi hatalı üretimdir. Sıra dışı ve normal olmayan insanlardır. İnsanlığın gelişmesi de bu hatalı üretim insanlar sayesinde olmuştur. Çünkü hatasızlar, ortama ayak uydurmaya çalışırken, hatalılar ortama aykırı oldukları için, ortamı kendilerine uydurarak yenilikler yaparlar. Bu yeniliklerden bazılarının, insanlığa faydası somut olarak gözükür ve kalır, bazıları ise yok olur gider. Yok olmayanların sayesinde insanlık gelişir. Oysa ki normal insan, yenilik düşünmez çünkü hatalı üretim olmadığı için, ortama uyumludur ve dolayısıyla ortam da ona uyumludur.

Tam aksine, normal insan ilerlemeye değil, gerilemeye meyillidir. Çünkü o, cehaletinden dolayı, daha iyinin değil, daha basitin peşindedir ve daha basit olan ise ileride değil, geridedir. Örneğin siz hiç hayatınızda, onbinlerce insanı, kendisine adeta taptırabilen bir bilim adamı gördünüz mü? Onbinleri, yüzbinleri peşinden sürükleyen her hangi bir bilim adamı var mı? Yok değil mi? Oysa ki cahil bir gerici hacı-hocanın, değil binleri onbinleri; milyona kadar varan takipçisi olabiliyor. Neden? çünkü o gerici ona, gelişmişi değil, basiti öneriyor. Yani cehaletin daha da cehaletini öneriyor.

Dolayısıyla, bütün karıncaların cehalet kapısını seçmesiyle, muhammet@cehalet.net olayı gerçekleşiyor.

Ona dinin bir cehalet olduğunu, iyilik değil kötülüğe sebep olduğunu, yüzbin tane örnekle de gösterseniz fark etmiyor çünkü savunmaya geçtiğinde dinini değil, sürüsünü korumaya endeksleniyor. Kaybetmekten korktuğu şey dini değil, sürüsü. Çünkü onda sürü geni olduğu için, hayatını sürüsü sayesinde ancak sürdürebiliyor. Kabullenmek istemediği şey, dinsizlik değil, sürüsünün cehalet kapısını seçtiğini bilmek. Çünkü sürüsünün cehalet kapısını seçtiğini anlarsa, artık sürüsüne güveni kalmaz. Oysa ki onun ; üzerinde hiç düşünmeden davranış ve inanış kopyalayacağı bir sürüye ihtiyacı var. Aksi halde o sürü olmazsa, neyin doğru neyin yanlış olduğunu düşünmek zorunda kalır ve şimdiye kadar bunu yapmak zorunda kalmadığı için buna alışık değildir. Ayrıca sürüsü olmadığı zaman, kendisini koruyamayacak kadar acizdir ve aciz olduğunu bildiği için korkaktır. İşte bu yüzden dini ona ne söylerse söylesin, hatta yüzüne tükürdüğü, aşaladığı halde, yine dininin peşinden gidecektir. Hatta aşağılandıkça hoşuna gidecektir.

Zaman zaman, yazılarınızda, kadınları bu kadar aşağılayan bir dinin peşinden kadınların nasıl bu kadar körce gittklerini yazdığınızı görüyorum. Buna hiç şaşırmayın. Kadınların erkeklerden bile daha çok dine sarıldıklarına hiç şaşmayın. Çünkü sürü geni sayesinde, din onları aşağıladıkça bilinç altında memnun oluyorlar.

Neden biliyor musunuz? Çünkü "Aşağılandığı zaman" birileri onun tepesine çıkıyor demektir. Dolayısıyla, sürünün ortasına inme şansına sahip oluyor. Böylelikle, sürünün merkezinde olduğu için,kendisini dış tehditlere karşı daha güvende hissediyor. Balıklar da öyledir. Devamlı sürünün içine içine, ortalarına doğru yüzerler. Eğer çok üstte kaldılarsa aşağı inmek isterler. İşte aşağılanmak bu yüzden caziptir.

Diyeceksiniz ki; "Pekiyi ama çok aşağılandığı zaman, bu seferde dipte kalarak sürünün dışına yakın olmuyor mu?" . Hayır olmuyor çünkü ne kadar aşağılanırsa aşağılansın, din bazılarını daha da aşağılayarak onu, onun gözünde ortalarda hissettiriyor. Örneğin münafıklar, köleler ve gayrımüslümler ve hayvanlar daha fazla aşağılanarak aşağılanmış kadını sürünün ortalarında bırakıyor. Yüzey tabakasında ise, şeyhler, şıhlar, hazretler, hacılar ve hocalar olduğu için ise, sıradan sürü insanı böylece sürünün ortalarında kendini güvende hissediyor. İşte bu yüzden aşağılanmak onun zaten en sevdiği şey. Sadece adı aşağılanmak olmasın yeterli. İstediğin kadar aşağıla. Bu halk, "Ananı al da git ulan", embesil, besleme, diyerek onu aşağılayandan vazgeçebildi mi? Küfürü yedikçe daha çok oy verdi.

Bu sürü geni o kadar baskındır ki, rezalet yerine asaleti kabul ettiremesiniz. Cehalet kapısı yerine, bilim kapısına yönlendiremezsiniz. Çünkü siz daha anlatmaya başlar başlamaz o gen devreye giriyor.

Biyolog Hammer inanç genini buldu ve adını da VMAT2 taktı. Fakat yanıldı çünkü o aslında inanç geni değil, sürü geniydi. Büyük bir ihtimalle bu genin, dini bütün insanlarda baskın olduğunu gördüğü için ona inanç geni adını verdi fakat eğer araştırmaya devam etseydi, eminim ki bu genin ırkçılarda da, fanatik futbol taraftarlarında da baskın olduğunu görecekti. Çünkü bu gen daha baskın oldukça; sürünün içinde olmak da yetmiyor, sürünün içindeki başka bir sürüye de dahil olmak ancak tatmin ediyor.

İşte bu sürü geni sayesinde, Muh Ammet, cehalet kapısında kuyruk oluşturuyor.

İşte bu yüzden, ne yaparsan, ne edersen et, netice yine muhammet@cehalet.net

Saygılar, sevgiler.

evet yazı güzel akıcı zekice.bakış açısıda güzel ama tek taraflı.farklı bakış açıları yok.tek taraflı bakış açısı olan yazıları oldum olası sıkıcı bulmuşumdur umarım eleştrimi mağzur görürsünüz.yinede sürüsüne bereket diyorum.:))

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili Notamatik,

Şeytanın aklına bile zor gelecek çarpıcı tespitlerinle gözlerimizin önünde kıvılcımlar çaktırmaya devam ediyorsun.

Çok zeki bir adam olduğunu ve bu foruma çok şey kattığını biliyorum.

Yanlış anlama sakın.

Yanlışsın demiyorum.

Daha iyi temellendirilmeli,daha fazla kanıtla desteklenmeli diyorum sadece.

Sevgiler, saygılar.

evet diyememenizin nedeni işte sayın konu başlığını açan arkadaşımızın göndermelerde bulunduğu toplumun o sürüden ayrılıp bu sürüye geçişini gerçeklerştirmeye çalıştığı bir toplumun(ki doğru tespitler) üzerindeki tespitlerinin sizin üzerinizdeki etkisinin nekadar doğru tarafa kaydırmış gibi görünmesinden dolayı diyemessiniz.bunun bu kadar ironik olması bence tesadüf olamaz.:)) saygılar sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...