Jump to content

Sayılarla İslam


Recommended Posts

  • İleti 53
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

İlk ayetin iniş tarihi: 610

Namazın ilk farz kılınması: 621 (11 Yıl namaz kılmadan şeylerini sallaya sallaya gezmişler)

İçkinin yasaklanması: 625 (15 yıl kafa çekip gezmişler, hatta namazlara bile içkili gidebiliyorlarmış)

Zinanın yasaklanması (Medine döneminde kesin tarih bulamadım ama 622'ye kadar 10 yıl meekkede takıldılar) (en az 12 yıl seks serbest idi,)

Birileri fena kandırılıyor...

Bir müslümanın müslüman olarak en az 15 yıl içki ve en az 10 yıl seks takılması ilginç olsa gerek...

:)

Bu Kur'an'ın bir üslubudur. Yani kolaydan zora doğru eğitimi insanlara öğretmektedir. Aynen Hz. Aişe’nin dediği gibi “İnsanlar Müslümanlığı kabul ettikten sonra helal ve harama dair ayetler indi. İlk evvel ‘içki içmeyiniz’ tarzında ayet inseydi ‘içkiyi terk etmeyiz’ diyecek yahut ilk evvel ‘zina etmeyiniz’ tarzında ayet inseydi, herkes ‘zinayı terk etmeyiz’ diyecekti”.

O zamanki toplum malum cehalet devri.Bütün kötülüklerin yayıldığı bir zaman.Her alışkanlıkların olduğu bir devir. Yeni bir din yeni bir akım geliyor.Ilk o dinin imanı meseleleri yani kolay meseleleri öğrenilsinki daha sonra helal haramlar söylenip zora doğru ilerlesin. Namaz konusuna gelince islamiyetten öncede namaz vardı. Hatta bütün semavi dinlerde namaz vardır. Namaz kılın emri gelmeden önce namaz kılınıyordu genelde geceleri uzun uzun kılınıyordu.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu Kur'an'ın bir üslubudur. Yani kolaydan zora doğru eğitimi insanlara öğretmektedir. Aynen Hz. Aişe’nin dediği gibi “İnsanlar Müslümanlığı kabul ettikten sonra helal ve harama dair ayetler indi. İlk evvel ‘içki içmeyiniz’ tarzında ayet inseydi ‘içkiyi terk etmeyiz’ diyecek yahut ilk evvel ‘zina etmeyiniz’ tarzında ayet inseydi, herkes ‘zinayı terk etmeyiz’ diyecekti”.

O zamanki toplum malum cehalet devri.Bütün kötülüklerin yayıldığı bir zaman.Her alışkanlıkların olduğu bir devir. Yeni bir din yeni bir akım geliyor.Ilk o dinin imanı meseleleri yani kolay meseleleri öğrenilsinki daha sonra helal haramlar söylenip zora doğru ilerlesin. Namaz konusuna gelince islamiyetten öncede namaz vardı. Hatta bütün semavi dinlerde namaz vardır. Namaz kılın emri gelmeden önce namaz kılınıyordu genelde geceleri uzun uzun kılınıyordu.

Bana bak gerizekalı.

Senin kahvehanende belki ileri geri konuşuluyordur kaynaksız mesnetsiz ancak burada böyle kaynak ve dayanak göstermeden ileri geri konuşamazsın.

Özellikle de senin bir allah fanatiği olduğun ve allah denilen uydurma kahramanın için yapmayacağın şerefsizlik olmadığını dikkate alırsak, KAYNAKSIZ MESNETSİZ yazdığın hiçbir görüşünü dikkate almam.

Şimdi bana

1- Namaz önceden nerde vardı?

2- Herhangi bir dini kitapta emir niteliğinde ifade olmadan ne amaçla kılınıyordu?

3- Namaz nasıldı? (önceden dediğin)

4- Kuranın üslubu dediğin şey nedir?

5- Kuranın üslubudur dediğin şeyin gerçekten kuranın üslubu olduğuna kanıtın nedir?

Mümkünse ağzını açma.

Sadece kaynakla konuş.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bu Kur'an'ın bir üslubudur. Yani kolaydan zora doğru eğitimi insanlara öğretmektedir. Aynen Hz. Aişe’nin dediği gibi “İnsanlar Müslümanlığı kabul ettikten sonra helal ve harama dair ayetler indi. İlk evvel ‘içki içmeyiniz’ tarzında ayet inseydi ‘içkiyi terk etmeyiz’ diyecek yahut ilk evvel ‘zina etmeyiniz’ tarzında ayet inseydi, herkes ‘zinayı terk etmeyiz’ diyecekti”.

Bunlar İslamcıların mantık dışı açıklamalarıdır.

Neden mantıkdışıdır?

Çünkü Arap toplumunu alıştırmak için böyle bir uygulamada bulunulmuş olsa da; Dışa açılındığında alıştırma diye bir uygulama kalmamış olacaktır.

Yani, İranlılara, Türklere ve Çevredeki diğer toplumlara İslam götürüldüğünde artık namaz da vardır, oruç da, zina da yasaktır, içki içmek de.

Eğer tüm insanlığa aynı anda hitabeden bir kitap olsaydı, böyle bir alıştırma dönemi mantıklı olabilirdi.

Kaldı ki alıştırma olarak sadece şarap yasağından sözedilebilir.

Namaz, oruç vb. ibadetler zaten putperest ibadetleri olarak daha önce de vardı.

Muhammed, sadece kendinden ilaveler, değişiklikler yaptı.

Putperest İbadetleri

O zamanki toplum malum cehalet devri.Bütün kötülüklerin yayıldığı bir zaman.Her alışkanlıkların olduğu bir devir. Yeni bir din yeni bir akım geliyor.Ilk o dinin imanı meseleleri yani kolay meseleleri öğrenilsinki daha sonra helal haramlar söylenip zora doğru ilerlesin. Namaz konusuna gelince islamiyetten öncede namaz vardı. Hatta bütün semavi dinlerde namaz vardır. Namaz kılın emri gelmeden önce namaz kılınıyordu genelde geceleri uzun uzun kılınıyordu.

Namaz, sadece semavi sayılan dinlerin değil, aslında pagan inançların, güneş kültünün ibadeti idi.

Hindularda, zerdüştlerde, Arap putperestlerinde bile namaz vardı.

Namaz kılın emri gelmeden önce geceleri namaz kılınmıyordu. Geceleri örgüt toplantısı yapılıyor, Kur'an yazılıyor ve okunuyordu. :D

Link to post
Sitelerde Paylaş

arkadaşlık belki de, ateist bir bayanın müslüman bir erkekle evlenebileceğine hiç ihtimal vermiyorum :)

Bu konu geçmişte tarışılmıştı. Bakınız:

http://www.ateistforum.org/index.php?showtopic=20884&st=0&p=342748&hl=+ateist%20+erkek%20+müslüman%20+kadın%20+evliliği&fromsearch=1entry342748

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bana bak gerizekalı.

Senin kahvehanende belki ileri geri konuşuluyordur kaynaksız mesnetsiz ancak burada böyle kaynak ve dayanak göstermeden ileri geri konuşamazsın.

Özellikle de senin bir allah fanatiği olduğun ve allah denilen uydurma kahramanın için yapmayacağın şerefsizlik olmadığını dikkate alırsak, KAYNAKSIZ MESNETSİZ yazdığın hiçbir görüşünü dikkate almam.

Şimdi bana

1- Namaz önceden nerde vardı?

2- Herhangi bir dini kitapta emir niteliğinde ifade olmadan ne amaçla kılınıyordu?

3- Namaz nasıldı? (önceden dediğin)

4- Kuranın üslubu dediğin şey nedir?

5- Kuranın üslubudur dediğin şeyin gerçekten kuranın üslubu olduğuna kanıtın nedir?

Mümkünse ağzını açma.

Sadece kaynakla konuş.

Evet saygıdeğer arkadaşım ilk sorundan cevaplamaya başlayayım

1.Kur'an-ı Kerim'in çeşitli âyetlerinde Hz.İbrahim ve İsmail'in namaz kıldıkları ve kendilerine tabî olan kimselere namaz kılmayı emrettikleri bildirilmektedir (Bkz. Bakara 125; İbrahim 37; Meryem 54-55).

Kur'an-ı Kerim'de yer alan:

"Onların Beyt(tullah) yanındaki namazları da, ıslık çalmadan ve el çırpmaktan başka bir şey değildi..." (Enfal 35) âyeti câhiliye döneminde müşrik Arapların namaza yabancı olmadıklarını göstermektedir. Nitekim bu dönemde müşrikler, erkek-kadın, açık-saçık el ele tutuşur, Kabe'nin etrafında dolaşırlar ve ıslık çalıp el çırparlardı. Böylece, ibâdet ediyoruz diye çalar, oynar ve yaptıklarını alkışlarlardı. Hz. Peygamber Kabe'ye gelip namaz kılmak ya da Kur'an okumak istediği zaman, çoğu zaman böyle âyin yapmakta ileri giderler, kendileri de namaz kılıyor ve duâ ediyorlarmış gibi gösteri ve gürültü yaparlar, bunu kendilerine bir ibâdet sayarlardı (Elmalı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Eser Neşr., bty, IV, 2400).

Günümüzde bakıyoruz süryaniler hristiyanlığın bir kolu günde 7 vakit kılıyorlar.Hristiyanlık islamiyetten önce çıkmış bir din.

Yahudilere gelince.RAB Musa’ya şöyle dedi: “Yıkanmak için tunç bir kazan yap. Ayaklığı da tunçtan olacak. Buluşma Çadırı ile sunağın arasına koyup içine su doldur. Harun’la oğulları ellerini, ayaklarını orada yıkayacaklar. Buluşma Çadırı’na girmeden ya da RAB için yakılan sunuyu sunarak hizmet etmek üzere sunağa yaklaşmadan önce, ölmemek için ellerini, ayaklarını yıkamalılar. Harun’la soyunun bütün kuşakları boyunca sürekli bir kural olacak bu.” (Kitab-ı Mukaddes, Çıkış 30:17-21.)

Yahudiler sabah (şahrit), öğle (minha) ve akşam (arvit) olmak üzere günde üç kez ibadet ederler. Bu ibadetlerinde On Emir (Şema),[5] dua (tefila), Tevrat’tan bir bölüm (sidra) ve peygamberlere ait kitaplardan birer bölüm okurlar. Cemaatle yapılan ibadetlerde cemaat ayakta durur (amida). Haham, rulolar halindeki Tevrat’ı çıkarır ve oradan okur, cemaat de bu okuyuşa sesli olarak katılır. Cemaat ibadet esnasında dolaşabilir ve birbiriyle konuşulabilir. Yahudiliğe göre, her yerde, her zaman ve her faaliyetin sonunda Rabb’imiz Allah’a dua edilebilir.

2.Islamiyet namaz kılın diye bir emir gelmeyincede kılınıyordu.Çünkü islamiyet Hz İbrahim'e dayanıyor.İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyandı: ancak, O hanif (muvahhid) bir Müslümandı, müşriklerden de değildi. (Al-i İmran Suresi, 67)

Allah Kuran'da Hz. İbrahim'in Yahudi veya Hıristiyan olmadığını, "hanif" bir dine mensup olduğunu kesin olarak ifade etmektedir. "Hanif" kelimesi, "Allah'ın emrine teslim olup, Allah'ın dininden hiçbir konuda caymayan, ihlaslı kişi" anlamını taşımaktadır. Hz. İbrahim'in "hanif" olarak vurgulanan özelliği, Allah'a bir ve tek olarak iman etmesi ve teslim olmasıdır.

Başka bir ayette ise Rabbimiz, Hz. Muhammed (sav)'e, Hz. İbrahim'in dinine uymasını emretmektedir:

Sonra sana vahyettik: "Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in dinine uy. O, müşriklerden değildi." (Nahl Suresi, 123)

Kılınmasının sebeplerinden birkaçı o günkü cahilliye adetlerine uymamak ve Allah'a şükürlerini sunmaktı.

3.Kitaplar tahrif edildiğinden hala içinde namaz ile ilgili bölümler mevcuttur.Önceden namaz: Yahudiler ibadetlerinde kıble amacıyla yüzlerini doğuya (misrah), Kudüs yönüne çevirirler. İbadetlerinde özel kıyafet kullanırlar. Kenarları saçaklı, üzerinde Tevrat’tan parçalar yazılı bir dua şalını (tallit) namaz esnasında omuzlarına atarlar. Üzerinde Tevrat’tan bazı ayetlerin(Kitab-ı Mukaddes, Çıkış 13:1-10, 11-16 ) yazılı olduğu şeritlerle bağlı iki küçük siyah deri kutucuğu (tefilin) alınlarına ve sol pazularına bağlarlar. Gerek tallit, gerekse tefilin erkekler tarafından sabah ibadetinde giyilir. Her birini giymenin öncesinde belirli dualar okunur.

Hristiyanlık tahrif edildiğinden günümüzdede tek süryanilerde vardır.Süryânilerde namaz, cemaatle ve bireysel olmak üzere iki türlü kılınır. Bireysel namaz kiyinin tek başına Allah’la başbaşa kaldığı, evinde ve işyerinde kılabildiği namazdır. Cemaatle namaz ise toplu halde Tanrı’nın evinde veya başka bir mekanda kılınabilir.

Kilise kurallarına göre Süryânilerde gün, akşamdan başlıyor. Namaz sıralanışı da buna göre, akşam, yatsı, gece yarısı, sabah, öğle ve ikindi vakitlerinde olmaktadır. Günümüzde bunlar birleştirilerek sabah ve akşam olmak üzere iki vakit halinde icra edilmektedir. Süryani kilisesinde kıble doğudur.

Süryânilere göre namaz esnasında secde

a- Sade bir şekilde baş eğilirb- Belden itibaren eğilinir.c- Yere kapanıp alnın yere değdirilmesi.

diğer soruları bir sonraki mesajta açıklayacağım

Link to post
Sitelerde Paylaş

4. Kur'an üslubu uzun bir konudur ama kısa anlatmaya gayret edeceğim anlaşılmazsa uzun uzun anlatırım.

Edebiyatçılar ve dil uzmanları üslûbu şu şekillerde tarif ediyorlar:

Üslûp, yazanın veya konuşanın sözü dizmesinde ve kelimeleri seçmesinde takip ettiği metottur. ‘’

Üslûp, konuşanın ve yazanın, anlatmak istediğini dile getirmede başkalarından ayrıldığı tarzdır. ‘’

Üslûp, konuşanın; konuşma şeklini başkalarından ayıran söz söyleme sanatıdır. ‘’

Buna göre Kur’an üslûbu denince, onun söz diziminde ve kelime seçiminde diğer edebi türlerden ayrılması akla gelir. Çünkü Kur’an’ın Allah tarafından gönderilen bir kitap olduğunu, onun üslûbu ortaya koymaktadır.

Kur’an üslûbu:

*** Şiirden daha ince

*** Denizden daha şiddetli

*** Sihirden daha büyüleyicidir.

Kur’an’ın üslûp özellikleri:

a – Kur’an’da ilk dikkati çeken husus, onun üslubunun bilinen üslûp türlerinden farklı olmasıdır. Bu özelliği ile Kur’an genellikle Arapların kullandığı ve alışık olduğu ifade tarzlarına uymaz. Çünkü onun kendine has ifade tarzları vardır.

İfade tarzı, bilinen şiirin ve nesrin ifade tarzlarına bire bir uymaz. Kendine has ifade özgürlüğü ve anlatım şekli bulunduğu genel kabul görmüştür.

Kur’an Allah sözüdür. Bu yüzden Allah’ın sözlerini, insanların sözlerine benzeterek ve onu insanların kullandığı metotlar ile karşılaştırarak anlamağa çalışmak yanlış olur.

Doğru olan, onu ancak kendi bütünlüğü ve metotları ile anlamağa çalışmaktır. Allah’ın sözleri ile vahyolunan Kur’an , dil bakımından kolay anlaşılır bir kitap olmasına ve ekseriyetle Arap edebiyatının metotlarına uymasına rağmen, farklı bir üslûp kullanmış; bu özelliği ile edebiyatçı ve dilcileri şaşkına çevirmiştir.

b – Konuları iç içe olmasına rağmen Kur’an üslûbu, edebi üstünlüğünü korur. Bilindiği gibi Kur’an’da konular iç içe bulunmakta, bir konu bitmeden başka bir konunun araya sıkıştırıldığı görülmektedir. Fakat konuların bu şekilde iç içe girmesi, üslûbun akıcılığını ve homojenliğini bozmamakta; sanki aynı konu işleniyormuş gibi konular tam bir akıcılık içinde sürüp gitmektedir.

Bu özellik yalnızca Kur’an’a has bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dağınık görüntü altındaki akıcılık ve uyum başka bir eserde görülmemekte ve söz ustalarının böyle bir ahengi tutturamadıkları bilinmektedir.

Aslında her edebiyatçıdan, aynı üslûp güzelliğini devam ettirerek farklı konuları işlemesi beklenemez.Çünkü edebiyatçıların uzmanlık alanları farklıdır. Onlar yetenekli oldukları alanda kendilerini gösterirler.

Fakat Kur’an, insan gücünün ulaşamayacağı bir üslup kullanmış, dile getirdiği her konuda emsalsiz olduğunu ispat etmiştir.

c- Kur’an bilgi seviyesi ne olursa olsun herkese hitap eden bir kitaptır. Bilindiği gibi insanlar, ilim ve kültür bakımından eşit değildir. Bilen ile bilmeyen arasında anlayış farkı bulunur. Dolayısıyla kültürlü ve belirli alanlarda uzman olanlar, Kur’an’ın kendilerine ve kendi branşlarına yönelik hitaplarını daha kolay kavrarlar. Buna karşılık ilimden ve akademik çevreden uzak kalmış ve kendini ilim ve kültür bakımından geliştirememiş kimseler, Kur’an’ın derin anlamlarına nüfuz edemezler. Fakat yine de kendi seviyelerine göre ondan faydalanırlar. İşte Kur’an’ın başka kitap veya eserde bulunamayan mucizevi bir yönü…

Sonuç olarak Kur’an akıcı üslûbu ile ilim sahibi kimselere mesajını kabul ettirdiği gibi, cahil kimselere bile – seviyeleri oranında – bazı dersler vermektedir.

d – Kur’an’ın kendine has üslûp özelliklerinden biri – belki de en önemlisi – konularının iç içe bulunmasıdır.

Eskiden olduğu gibi günümüzde de insanlar, yazdıkları eserleri, kitapları belli kurallara göre; giriş, birinci bölüm, ikinci bölüm ve sonuç gibi – veya başka şekilde – bölümlere ayırırlar. Kur’anda ise bu tür bölümler bulunmayıp, kendine has bir söz dizimi ve yapısı vardır.

Mesela , Kur’an’ın en büyük suresi olan, 2. sırasında yer alan, 286 ayetten meydana gelen ve her biri 15 satırdan oluşan 49 sayfa hacimdeki Bakara Suresinin, yaklaşık 80 olay sebebi ile 80 parça halinde nazil olduğu yani indiği rivayet edilmiştir. Bu surede; birbirinden çok farklı konular ele alınmıştır:

· Mümin, münafık ve kâfirlerin özellikleri

· Hz. Adem’in yaratılışı

· Kıblenin değiştirilmesi

· Orucun farz kılınması …v.b… gibi.

Kur’an’da konular içe içe bulunmasına akıcılığını, ahengini ve inceliğini aynı şekilde devam ettirir. Okuyucu bir konudan diğerine geçerken yorgunluk hissetmeden geçiverir. Bu husus Kur’an’ın belli bölümlerine has bir özellik olmayıp, bütününde karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple, hangi sure olursa olsun insanın ruhunu cezp eder ve okunan bölüm kendi atmosferini hissettirir.

Manasını anlasın veya anlamasın okuyanın zevkle okuması ve dinleyenin de zevkle dinlemesi ve ondan bir lezzet duyması, Kur’an üslûbunun bir bütünlük arz ettiğini ve onda ilâhi bir çekiciliğin bulunduğunu gösterir.

Bu özelliği ile Kur’an üslûbu, insan sözlerinden kolaylıkla ayırt edilir. Başka sözler birkaç kere okumakla bıkılmasına rağmen, Kur’an ne kadar okunursa okunsun usandırmaz. Bilakis insan okudukça okumak ister; okumaya devam ettikçe yeni anlamlarını keşfe başlar.

5. Kur’ân’ın Ana Maksatları ve Bilimlerin Konularına Bakışı

Kur’ân’ın dört ana maksadı vardır: Allah’ın varlığını ve birliğini izah ve ispat, Âhiret, Peygamberlik ve ibadet, adalet. O’nun bütün açıklamaları, emir ve yasakları, önceki milletlerden ve tarihî hadiselerden bahisler açması, hep bu dört ana maksadı zihinlere nakşetmek, kalblere yerleştirmek ve günlük hayata esas yapmak içindir. Yine aynı gayeye yönelik olarak ve tabiat, Allah’ın İsimleri’nin tecellî sahası, hattâ tecellîlerinin neticeleri ve dolayısıyla O’nun varlığının ve birliğinin âyetleri, yani apaçık işaretleri ve delilleri olduğundan, Kur’ân-ı Kerîm, sık sık yaratılış gerçeklerine, ‘tabiat’ hadiselerine ve, bir açıdan tabiatın bir parçası, bir diğer açıdan ise, yaratılış ağacının meyvesi ve minyatür örneği olan insana atıflarda bulunur.

Kur’ân-ı Kerim, bir bilimler kitabı değildir. Fakat, bilimler tabiatı ve insanı ele aldığı, bilim ve teknoloji insanî zekâ, gayret ve çalışmalara İlâhî bir lütuf ve dolayısıyla insan hayatının önemli bir boyutu olduğu için, "yaş, kuru her şey"i ya açıkça, ya işareten ve sembol halinde, ya ayrıntılı, ya öz olarak, ya da teşbih, temsil ve mecaz gibi san’atlar yoluyla ihtiva eden Kur’ân, bilimlere ve bilimsel gelişmelere, aynı şekilde, bazen açıkça bazen işaret ve sembollerle parmak basar. Şu kadar ki, bilimler tabiatı ve eşyayı kendi adlarına, ‘manâyı ismî’leriyle ele almalarına ve ‘nasıl’ sorusu üzerinde yoğunlaşmalarına karşılık, Kur’ân-ı Kerim, bunlara Allah adına ve sözünü ettiğimiz ana maksatları çerçevesinde temas eder. İkinci olarak, Kur’ân-ı Kerim, takip ettiği ana maksatlar temelinde insanları irşad etme, iman ve güzel ahlâk kaidelerini kalblerine yerleştirip, hayatlarına hayat yapma gayesini güder. O, belli bir kesime, belli bir zaman ve mekâna ve belli seviyelere hitap etmez. Her dönem, her zaman ve mekân, her milletten ve her seviyeden insanı karşısına aldığı ve insanların çok büyük çoğunluğu bilimlerden, bilimsel gelişme ve gerçeklerden, en azından tam ve ayrıntılı olarak haberdar bulunmadığı için, Kur’ân, hiç şüphesiz bilimlere ve bilimsel gerçeklere, bizzat bilimler gibi yaklaşmayacaktır. Ayrıca, bilim, insan için her şey demek değildir; o, insan hayatında sadece şeylerden bir şeydir. Bilim, çok büyük ölçüde insanı dünya hayatı açısından ilgilendirir ve onun faydası ancak kabre kadardır. Halbuki, Kur’ân’ın nazarında dünya hayatı, bir hadisin ifadesiyle, uzun ve ebede uzanan bir yolculuğa çıkmış bulunan insanın bir ağaç altında bir süre dinlenmesi gibidir; insanın ebed yolculuğunda bir safha, Âhiret’i, yani yolculuğun asıl bölümü için gerekli erzak ve malzemeyi toplama dönemidir ve bunda, bilimlerin katkısı hiç de abartılacak ölçüde değildir. Üçüncü olarak, Kur’ân, her şeyden önce bir irşad kitabı olduğu ve ana maksatları temelinde bütün insanları irşad etmeyi hedeflediği için, irşadda delilin tezden gizli olmaması, tam tersine, açık ve anlaşılır olması gerekir. Meselâ, Kur’ân-ı Kerim, ana maksatları çerçevesinde güneşten modern bilimlerin bahsettiği gibi bahsetseydi, sözgelimi, "güneş, şu büyüklükte, iki trilyon kere trilyon ton ağırlığındaki şu gazlardan ve daha başka şu elementlerden oluşmuş ve her milyon hidrojen atomuna karşılık 85.000 helyum atomu ihtiva eden bir kütledir" deseydi, güneş hakkında bu bilgilerin ortaya çıktığı döneme kadar yaşayıp gitmiş insanları, ayrıca, bugün ve Kıyamet’e kadar bu gerçeklerden habersiz olan, haberdar olmaları da gerekmeyen, hattâ haberdar olmaları kendilerine hiçbir şey kazandırmayacak milyarlarca insanı şaşkınlığa sevk etmiş, zihinlerini faydasız malûmat yığını ile doldurmuş ve onlara müsbet manâda hiçbir şey vermemiş olurdu. Gerekli her şeyi ve gerektiği ölçüde ihtiva ve takdim eden kesin bir vahiy olarak Kur’ân-ı Kerim, her anlayış seviyesindeki insanı muhatap kabûl eder, gizli ve esrarengiz kalmayı değil, anlaşılır olmayı ve anlaşılmanın arkasından hayata hayat yapılmayı hedefler.

İnsanların çoğu, duyularıyla elde ettiklerine inanır ve onlara göre hükmeder; dolayısıyla Kur’ân, bu noktada düşülebilecek yanlışlara kapı aralamadan ve kimseyi yanlışa da sevk etmeden, buna da saygılı davranır.

Kur’ân’ın Yaratılış Gerçeklerine Yaklaşım Üslûbu

Meselâ, Hz. Zülkarneyn’in kıssasını anlatırken, "(Zülkarneyn), güneşin battığı yere vardı ve güneşi kızgın, çamurlu bir gözede batıyor buldu" der. (Kehf: 86) Açıktır ki, güneş bir gözede batmaz; hattâ, güneş batmaz, fakat her iki yarımküredeki insanlar, onu batıyor gördükleri için, bugün de güneşin battığından söz ederiz ve bütün dünya dillerinde bu, böyle ifade edilir. Söz konusu âyet-i kerîme de, daha sonra ortaya çıkarılacak pek çok gerçeğe parmak basmanın yanı sıra, insanların duyularıyla elde ettiklerini de nazara almaktadır. Bu âyetten, her şeyden önce, Hz. Zülkarneyn’in batıya sefer yaptığını ve etrafı, en azından batı ucu suyla çevrili bir kara parçasına ulaştığını anlıyoruz. Bu yüzdendir ki, pek çok müfessir, buradaki gözeden kasdın Atlas Okyanusu olduğu neticesine varmıştır. İkinci olarak, âyet, Hz. Zülkarneyn’in, batıda fethettiği bu kara parçasının sahillerine kadar gitmeyip, ulaştığı yerden bakıldığında, karayı batı tarafından çevreleyen suyun bir göze gibi göründüğü noktaya kadar ilerlediğini açıkça ifade etmektedir. Üçüncü olarak, aynı âyetten, Hz. Zülkarneyn batı seferindeki uç noktaya vardığında mevsimin yaz ve havaların çok sıcak olduğu, dolayısıyla buharlaşma sebebiyle suyun uzaktan çamurlu gibi göründüğü sonucunu çıkarıyoruz. (Bazı müfessirler, "Kızgın, çamurlu bir göze" ifadesinden, bir krater veya volkanik göl kastedildiği manâsını anlamış, Zülkarneyn’in böyle bir gölün bulunduğu noktaya kadar ilerlediğini ifade etmişlerdir.) Dördüncü olarak, âyet, bir başka önemli ve ince noktaya daha temas eder. "Göze" olarak tercüme edilen "ayn" kelimesi, göz manâsına da gelir ve "göğün gözü" olması hasebiyle güneşe de işaret eder. Kur’ân, semavî olup, bakışının da semavî olması ve dünyayı semâdan gözleyen daha başka sayısız gözlerin bulunması hasebiyle, ne kadar büyük olursa olsun, bir okyanus, yukarda belli bir noktadan bakıldığında ancak bir göze, bir pınar kadar görünür. Âyette işarî bir başka manâ vardır ki, Allah’a inananlar, bir gün dünyanın en azından büyük bir bölümünde hâkim olacaklar ve göklere çıkarak, dünyayı yukarılardan seyredeceklerdir.

Büyük bir paragraf halinde, ihtiva ettiği bazı manâlarına değindiğimiz Kur’ânî ifade, sadece beş kelimeden oluşmaktadır. Kur’ân’ın bütün ifadeleri, bazen açık, bazen kapalı, bazen de ima ve işaret yoluyla, bazen ayrıntılı bazen özet olarak pek çok anlamı ve gerçeği birden ihtiva eder. Her dönemde her seviyeden her insan, bu ifadelerden kendini tatmin edecek hisseyi alır. Burada, bilhassa konumuz çerçevesinde vermek istediğimiz bir diğer ve aslı dört kelimeden oluşan misal de şudur: "Güneş, kendisi için (takdir edilen) bir durma noktasına doğru, (yine kendisi için takdir edilen) bir yörüngede akar gibi gitmektedir." (Ya Sîn: 38)

Bu Kur’ânî ifadenin daha başka manâ ve çağrışımlarına geçmeden önce belirtilmesi gereken bir husus var: Eskiden insanlar, yine duyularına dayanarak, yerin hareketsiz ve güneşin hareketli olduğuna inanıyorlardı. Daha sonra bilimlerde görülen gelişmeler ve yapılan gözlemler, yerin kendi ekseni etrafında ve bir de güneşin etrafında döndüğünü ortaya koyarken, güneşin ise sâbit olduğu iddiası ortaya atıldı. Kur’ân, güneş için "akar gibi gitmektedir" derken, her şeyden önce, halkın duyularla algıladığına saygı göstermekte ve takdim buyurduğu tez, yani imanî esas adına, bu algının aksine ve asırlarca tezden daha gizli kalacak ve bilimsel gelişmelerle ispatlanması gereken bir delil kullanmaya gitmemektedir. Kur’ân, burada güneşi, kâinatta Allah’ın İzzet ve İlmi’nin bir alâmeti, bir delili olarak olarak hüküm süren muhteşem sistem, düzen ve ahenge misal ve delil olarak takdim buyurur:

Kur’ân ve Güneşin Hareketi Konusunda Son Astronomi Keşfi

Bir âyettir gece onlar için; ondan gündüzü sıyırırız da, karanlığa gömülüverirler. Güneş ise, kendisi için (takdir edilen) bir durma noktasına doğru, (yine kendisi için takdir edilen) bir yörüngede akar gibi gitmektedir. Bu, Azîz ve Alîm Olan’ın takdiridir. Aya gelince, onun için de menziller takdir ettik; (bu menzillerden geçe geçe), eski hurma salkımı çöpü gibi, kuru, kavisli haline döner. Ne güneş için aya yetişmek vardır, ne de gecenin gündüzü geçmesi söz konusudur. Her biri bir felekte (kendi alanında ve bir yörüngede) yüzer. (Ya Sîn:37-40)

Yukardaki metinden ilk anladığımız, güneşin kâinatın düzeninde, evrensel sistemde hayatî bir fonksiyonu olduğudur. Kur’ân’ın bu fonksiyonu ifade için kullandığı kelime ‘müstekar’dır. Müstekar, istikrar, istikrarın sağlanma yeri, yani yörünge ve hareketten sonra varıp durulacak nokta manâlarına gelir. Buradan, güneşin kâinatın düzeninde merkezî bir mevkii olduğunu anlıyoruz. Ayrıca, müstekar kelimesinin başında kullanılan ‘li’ edatının üç manâsı vardır: için, içine, içinde. Bu durumda, yukardaki âyetlerde geçen ve "Güneş ise" ile başlayıp, "...akar gibi gitmektedir" ile biten ve aslında dört kelimeden oluşan ifadenin manâsı şu olur: "Güneş, bir yörüngede, kendisi için takdir edilen bir istikrar noktasına doğru, sisteminin istikrarı için akar gibi gitmektedir."

Son yıllarda, güneşle ilgilenen astronomlar, güneşin, modern bilimin daha önce zannettiği gibi, hareketsiz olmadığı sonucuna varmışlardır. M. Bartusiac imzasıyla, American Scientist dergisinin Ocak-Şubat 1994 sayısının 61-68’inci sayfalarında ‘Sounds of the Sun (Güneşin Sesleri)’ başlığı altında çıkan yazıda, güneşin, kendisine dokunulmuş bir gong gibi yerinde sarsılarak, silkinerek hareket ettiği ve sürekli sesler çıkardığı ifade edilmektedir. Güneşin bu silkinme veya titremelerinin, onun iç yapısı ve katmanları hakkında ve ayrıca, kâinatın yaşı konusunda yapılan hesapları etkileyici bilgiler verdiği de belirtilen yazıda, güneşin kendi içinde tam olarak nasıl dönüp durduğunun, Einstein’in genel izafiyet teorisini test etmede de çok önemli olduğu kaydedilmektedir. Yazıda şu önemli yorumlara da rastlıyoruz:

Astronominin başka pek çok önemli keşfi gibi, güneşle ilgili bu keşif de hiç mi hiç beklenmiyordu. Güneşin sarsılarak, silkinerek ve ses çıkararak hareket ettiğini keşfeden astronomlar, bütün aletleri aynı anda çalan bir senfoni orkestrasını andırdığını belirtmektedirler. Güneşin titremeleri, onun yüzeyinde zaman zaman öyle toplu bir titreme meydana getirmektedir ki, bu diğer titremelerinden binlerce defa daha güçlüdür.

Bilim, ne yazık ki, materyalist ve ideolojik saplantıları adına, kendi kendisini sınırlamakta ve insanları bazen asırlarca yanlışlarla meşgul ettikten sonra, tek tek doğrulara varabilmektedir. Oysa bilim, önce iman edip, sonra Allah adına ve imanî sorumluluğun çizdiği çerçevede yaratılış gerçeklerine yaklaşsa, ne insanların başına faydadan çok zarar getirecek, ne sürekli yanlışlardan yola çıkma zorunda kalmayacak, ne de insanları, manâsız bilim-din çatışmalarıyla meşgul etmeyecektir. Fakat bugün bilimi kullananlar, onu maddî menfaatleri ve siyasî hakimiyetleri adına en büyük bir silah olarak telâkkî ettikleri ve bu sebeple de onu materyalist ideolojinin kurbanı haline getirdikleri için, bilim, yoluna gözü kapalı ve el yordamıyla devam etmekte ve neticede insanlığın başına, saadetten çok felâket getirmektedir. Bir de, Bediüzzaman’ın güneşin hareketi konusunda, yukarıda sözünü ettiğimiz astronomik keşiften yaklaşık 90 sene önce yazdıklarına kulak verdiğimizde, söylemeye çalıştığımız hususların doğruluğu daha bir belirgin hâle gelecektir.

Güneşin Hareketi Konusunda Bediüzzaman, 90 Yıl Önce Ne Yazmıştı?

"Tecrî (akar gibi gitmekte)" kelimesi bir üslûba işaret eder; ‘müstekarrında’ ifadesi ise, bir gerçeğe parmak basar. Evet, ‘tecrî’ lafzında şöyle bir üsluba işaret vardır: Güneş, demiri altından, süslü, altın kaplamalı, zırhlı bir gemi gibi, esirden olan ve gerilmiş dalga tabir edilen semâ okyanusunda seyahat edip, yüzmektedir. Her ne kadar, istikrar bulduğu yörüngede demir atmış gibi ise de, semâ denizinde o erimiş altın kütlesi cereyan etmekte (akıp gitmekte)’dir. Fakat bu cereyan, gözün gördüğüne saygılı kalınarak, âyetteki ana meseleyle ilgili ikinci, üçüncü dereceden bir husus olarak zikredilmiştir.

İkinci olarak, güneş, yörüngesinde, mihverinde hareket halinde olduğundan, erimiş altın gibi olan parçaları dahi cereyan etmektedir. Bu gerçek hareket, yukarda ifade olunan mecazî hareketin kaynağı, belki zembereğidir.

Üçüncü olarak, güneş, yörüngesi denilen tahterevanıyla ve gezegenler denilen hareketli askerleriyle göçüp, âlem sahrasında seyr ü sefer etmesi, hikmetin gereğidir. Zira, İlâhî Kudret, her şeyi hareketli kılmıştır ve hiçbir şeyi mutlak sükun ile mahkum etmemiştir. Rahmeti bırakmamış ki, herhangi bir şey, ölümün kardeşi ve yokluğun amca oğlu olan mutlak atalet ile kayıtlı bulunsun. Öyle ise, güneş de hürdür. İlâhî kanuna itaat etmek şartıyla serbesttir. Gezebilir. Fakat, başkasının hürriyetini bozmamak gerektir ve şarttır. Evet, güneş, İlâhî emre itaat içinde ve her bir hareketi Allah’ın dilemesine uygunluk içinde olan bir çöl paşasıdır. Cereyanı, hakîkî ve bizzat olduğu gibi, ona ilâve bir özellik ve hissî bir algılama da olabilir.

Bediüzzaman, eserlerinin bir başka yerinde, güneşin hareketi konusunda daha nettir ve kullandığı ifadeler, aynen, astronominin yukarda ifade ettiğimiz son keşfiyle tıpatıp uygunluk içindedir:

Güneş, nurânî bir ağaçtır, gezegenler ise onun hareketli meyveleridir. Ağaçların aksine, güneş silkinir, tâ ki meyveleri düşmesin. Eğer silkinmezse, düşüp dağılacaklar. Hem hayalde canlandırılabilir ki, güneş, bir zikir halkasının meczup idarecisidir. Bu halkanın merkezinde cezbeli zikr eder ve ettirir.

Evet, güneşin meyveleri vardır, silkinir, ta ki hareketli olan meyveleri düşmesin.

Eğer hareket etmeyip dursa, cezbe kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları.

Yukarıdaki ifadeleriyle, Bediüzzaman, güneşin hareketi konusundaki gerçeği şairane ve çok yönlü olarak ifade etmektedir. Güneş, son astronomik keşfin de ortaya koyduğu üzere, kendi içindeki müthiş hareketiyle, Bediüzzaman’ın ‘cezbe’ dediği çekim gücü oluşturmakta ve gezegenleri bu gücün tesiriyle onun etrafında dönmektedirler. Eğer güneş dursa, hareketsiz olsa, bu güç ortadan kalkar ve gezegenler bir anda boşlukta kalır ve dağılırlar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

İlk ayetin iniş tarihi: 610

Namazın ilk farz kılınması: 621 (11 Yıl namaz kılmadan şeylerini sallaya sallaya gezmişler)

İçkinin yasaklanması: 625 (15 yıl kafa çekip gezmişler, hatta namazlara bile içkili gidebiliyorlarmış)

Zinanın yasaklanması (Medine döneminde kesin tarih bulamadım ama 622'ye kadar 10 yıl meekkede takıldılar) (en az 12 yıl seks serbest idi,)

Birileri fena kandırılıyor...

Bir müslümanın müslüman olarak en az 15 yıl içki ve en az 10 yıl seks takılması ilginç olsa gerek...

:)

Müslümanım,

bana hiç ilginç gelmiyor, bu bir dindir, bu sıradan, olağan, gelenekleri, alışkanlıkları olan bir topluma hitap ediyor, ki zaten her toplum böyle, bir insan, tek tek her insan böyle, ne desen kabul etmem, belli bir süreci, belli bir kabul edilirlik aşamaları olmalı,

sadece Kuran'a bakıp içki üç(3) aşamada haram oldu diyebiliyorum, içki içen bir toplum, çokları içer, birden, durduk yere, yasak, damlasını dahi ağzına sürme gibi buyruklar gelse, adamın içmeyeceği var ise de içer, veya "hayır" der. hele bir insan için cinsellik nedir, ne kadar önemlidir, ne kadar hayatından ayrılmaz bir parçadır izaha gerek bile yok, insani, tabii durumlar bunlar,

adapte süreleridir, aşamalarıdır, gayet olağandır, hatta biz müslümanların da hoşlandığı mevzulardır bunlar,

din insan fıtratı ile uyumlu olmayacak, olamayacak ise zaten adına din demiyoruz, diyemeyiz, demem.

insan yapısına bakıp, dinin uslubu gayet iyi açıklanır, ben ne isem, din de bana hitap iddiasında ise, benim fıtratımı iyi bilip, öyle sunumlar ve tarzlar ile gelmelidir,

madem bir anda birşeyi kabul etmezsin de, aşamalara bölündüğünde, belli bir zamana yayıldığında kabul edilirliği artacaktır,

hal bana göre bundan ibarettir,

yazdıklarınız ilginç, olağan dışı, kusur, eleştiri unsuru ve dahi bilmediğimiz, hiç duymayıp, görmediğimiz, konuşmadığımız konular asla değildir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

............

Yukarıda yazdıklarınla diyorsun ki:

- Kuran geldiğinde daha önceden gönderilenlerin tamamen bozulmuşluğu yoktur.

- Kuransız da namazını kılan, allaha ibadet eden, ve allahın yasakladıklarından kaçınanlar vardı.

Sen bunu diyorsun.

Savunma yazının ortaya çıkardığı resim bu.

O zaman neden bahsediyoruz?

Sen zaten kendi ağzınla diyorsun ya...

Kuransız, İslamsız, Muhammedsiz de en az Kuranlı, İslamlı, Muhammedli olduğu kadar geçerli bir dini öğretiler bütünü vardı.

Yeni ürünün piyasaya sürülmesinin nedeni neydi?

Diyeceksin ki değişmişti vs veya müşrikler çok azıtmıştı yola getirmek için vs ama bu da yukarıda yazdıklarınla kendi başına ördüğün çorabı temizlemeyecek.

Neden temizlemeyecke biliyor musun?

Coğrafi koordinatlar yüzünden.

Senin dediklerine göre dünyada Kuran geldiği anda Doğru düzgün, Allaha itaat eden, zikreden, namazını kılan birileri vardı. Binde bir de olsa vardı.

Bu insanların olmadığı yerler herhalde coğrafi olarak dünyanın %99'u idi. (senin yazdıklarınla bir tablo oluşturuyorum dikkat et, kıçımdan uydurmuyorum)

Şimdi o zamanki Arap döneminin sizin tanımınızla sapkınlık ve kötülük içeren sosyal sistemini dünya genelinde sapkınlık ve kötülük içeren sosyal sistemler arasında bir sıralamaya koyarsak,

Sizin islami ilkelerinizle çizilen en kötüler, en sapkınlar sıralamasında melek bile sayılabilecek bir yaşantıya sahip olduklarını görürüz.

O zaman geriye şu soru kalıyor?

Kuran senin yazdıklarına göre ne bozulmuşluğu düzeltmek, ne en sapkınlara ihtar çekmek, ne allahı bilmeyenlere allahı anlatmak (kendi ağzınla dedin hanif manif dini diye unutma), ne kötülüğü önlemek, ne insanlığa ulaşmak (dünyanın islam ve allahtan uzak olan Binde 999'luk kısmı yine o islamın indiği yerdeki Arapların adımlarına ve hareketlerine kalıyor, yani Araplar yerinde kımıldamadan dursaydı kalan binde 999'luk kısmın haberdar olması imkansızdı) için gönderilmiştir.

O zaman neye geldi bu Kuran?

Savunmak için maymun gibi daldan dala atla bakalım şimdi de.

tarihinde Ateist Bakış tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Müslümanlık, medeniyetler arasında göçebe ve ahlaki değerleri az olan bir bölgeye inmiştir.

Bu bölgede sosyal hukuki sistem yerel ve cehalet içermektedir.

Süreci uzun kılan sebep iyileştirmenin pratikle eşleşmesidir.

Eğer bahsedilen ayetler afaki direkt verilseydi; Bu durumda da Kuran zararın pratiklerinden değil afaki verilmiş denirdi.

Bir başka durumda örneğin ateistler içki yasak değil sex yasak değil diye bunları 7/24 yapıyormusunuz? Herkesin kişisel ahlaki değerleri yokmu? O dönemdede yasak olmasada bireylerin ahlaki değerleri vardır. Mesela namaz ayeti inmemesi namaz kılınmadığını göstermez.

Bakın bu mesajda zaten tehabb ve tuer'in iddiaları dillendirilmişti.

Yeterince iyi bi kılıf değil, daha iyi kılıflar görmüşlüğüm var.

40 yaşımdan sonra 22yıl 2ay 2günde yaşadıklarımı bi kitap haline getirip, beğenmediğim şeyleri yasaklayarak ve tamamen gözlemlerime dayanarak, kendi ahlaki değerlerimi içeren bir kitabı bende oluşturabilirim. Ve buda zararın pratiklerinden denenmiş-onanmış olurdu.

Eğer ayetler direkt verilseydi Kuran'a ve Allah'a kimse inanmayacaktı diyemediğin için böyle bi yorum getirmiş olmayasın?

Ayrıca içki yasaklanana kadar içki alemlerinde bulunan sahabelerden bahsedilir bunlardan haberin varmı? Mesela Hz.Hamza.

"Hurma ağaçlarının meyvesinden ve üzümlerden de sarhoş­luk veren içki ve güzel bir rızık edinirsiniz. İşte bunda da aklını kullanacak bir kavim için hiç şüphesiz bir ayet vardır."Nahl, 16/67

Peki akla şu sorular geliyor: Bu ayet indiği zaman içki iyi birşeydi de yasaklayan ayet geldiği zaman içki kötü birşey haline mi dönüştü? Allah bundan habersiz mi de önce iyi birşey gibi bahsedip sonra kötü birşey olduğunu söylüyor? Yoksa sadece taraftar kaybetmemek içinmi bu yola başvuruluyor?

Belki üzerinden biraz süre geçmiş ama şu mesaja ben de cevap vermek istiyorum. selchuugh arkadaşımın cevabına da bir ekleme olsun. Nebe Suresinin son bölümünde cennet tasvir ediliyor. Bu sure, henüz alkol yasaklanmadan önce (sözümona) inmiştir. 34. ayeti içki dolu kadehlerden bahseder. Alkol, önce Allah'ın bir ödülüyken sonra müslümanlara haram ilan ediliyor ve sonraki ayetlerde cennetle ilgili benzer bir betimleme de yapılmıyor :-).

Ve bu iki mesajla da bu iddialara cevap verilmişti. Fakat hiç okumadan otomatik cevpalarını gene de yazmışlar. Eğer itirazınız varsa bu iki iletiye cevap verin. Aynı şeyleri tekrar tekrar yazmayın. Tartışmaları döngüye sokmayın.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yukarıda yazdıklarınla diyorsun ki:

- Kuran geldiğinde daha önceden gönderilenlerin tamamen bozulmuşluğu yoktur.

- Kuransız da namazını kılan, allaha ibadet eden, ve allahın yasakladıklarından kaçınanlar vardı.

Sen bunu diyorsun.

Savunma yazının ortaya çıkardığı resim bu.

O zaman neden bahsediyoruz?

Sen zaten kendi ağzınla diyorsun ya...

Kuransız, İslamsız, Muhammedsiz de en az Kuranlı, İslamlı, Muhammedli olduğu kadar geçerli bir dini öğretiler bütünü vardı.

Yeni ürünün piyasaya sürülmesinin nedeni neydi?

Diyeceksin ki değişmişti vs veya müşrikler çok azıtmıştı yola getirmek için vs ama bu da yukarıda yazdıklarınla kendi başına ördüğün çorabı temizlemeyecek.

Neden temizlemeyecke biliyor musun?

Coğrafi koordinatlar yüzünden.

Senin dediklerine göre dünyada Kuran geldiği anda Doğru düzgün, Allaha itaat eden, zikreden, namazını kılan birileri vardı. Binde bir de olsa vardı.

Bu insanların olmadığı yerler herhalde coğrafi olarak dünyanın %99'u idi. (senin yazdıklarınla bir tablo oluşturuyorum dikkat et, kıçımdan uydurmuyorum)

Şimdi o zamanki Arap döneminin sizin tanımınızla sapkınlık ve kötülük içeren sosyal sistemini dünya genelinde sapkınlık ve kötülük içeren sosyal sistemler arasında bir sıralamaya koyarsak,

Sizin islami ilkelerinizle çizilen en kötüler, en sapkınlar sıralamasında melek bile sayılabilecek bir yaşantıya sahip olduklarını görürüz.

O zaman geriye şu soru kalıyor?

Kuran senin yazdıklarına göre ne bozulmuşluğu düzeltmek, ne en sapkınlara ihtar çekmek, ne allahı bilmeyenlere allahı anlatmak (kendi ağzınla dedin hanif manif dini diye unutma), ne kötülüğü önlemek, ne insanlığa ulaşmak (dünyanın islam ve allahtan uzak olan Binde 999'luk kısmı yine o islamın indiği yerdeki Arapların adımlarına ve hareketlerine kalıyor, yani Araplar yerinde kımıldamadan dursaydı kalan binde 999'luk kısmın haberdar olması imkansızdı) için gönderilmiştir.

O zaman neye geldi bu Kuran?

Savunmak için maymun gibi daldan dala atla bakalım şimdi de.

Hz İbrahim doğru haniftir yani müslümandır.Kur'an'da da belli.

Bütün semavi dinleri gönderen Allah.Bozulmamış dinin içerikleri diğer semavi dinlerle aynıdır sadece isim değişiktir. Direkt olarak islamiyet gönderilmemiş acaba neden?Çünkü insanlık islamiyete hazır değildi ilk insandan itibaren.İlk insandan itibaren insan islam fıtratı üzerine doğar.Bu sabittir ve ispatlıdır.İnsanın namaz kılması bununla alakalıdır.Zaten namazın 50 vakte indirilme hikmeti budur.Hz Musa zamanında 50 vakitti namaz.

Kur’an-ı Kerim kendinden önce indirilen kitapları onaylar, fakat bu kitapların değiştirildiğini de söyler.

Maide Suresi 48.ayet “Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona `bir şahid-gözetleyici` olarak Kitab`ı (Kur`an`ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah`ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah`adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir”.

Bakara suresi 75. ayet” Siz (müslümanlar,) onların size inanacaklarını umuyor musunuz? Oysa onlardan bir bölümü, Allah`ın sözünü işitiyor, (iyice algılayıp) akıl erdirdikten sonra, bile bile değiştiriyorlardı.”

Kitapların değiştirilip bozulduğuna dair Kur'an'daki ayetler.

Bazı Yahudiler ve Hıristiyanlar, Kitab-ı Mukaddes'in

Ayetlerini Gizliyorlardı.

Bu, Kutsal Kitab'ın metinlerinin 'tahrif'i ile ilgili birşey değildir.

Bakara, 42 : '...gerçeği bâtılla bulayıp hakkı gizlemeyin.'

Bakara, 159 : '...belirttikten sonra gizleyenler(var ya!)'

Bakara, 174 : '...indirdiği Kitap'tan birşey gizleyip...'

Âl-i İmrân, 71 : '...niçin...bile bile gerçeği gizliyorsunuz?'

Mâide, 15 : '...gizlediğiniz şeylerin çoğunu size açıklıyor...'

Mâide, 61 : '...Allah, onların gizlediklerini daha iyi bilir.'

En'âm, 91 : '...parça parça kağıtlar...çoğunu da gizliyorsunuz'.

" Ben dünyada misafirim; Emirlerini benden gizleme ." (Mezmur, 119:19)

" Sözünüzü ister gizleyin, ister onu açığa vurun (farketmez); çünkü O, göğüslerin özünü bilir. Allah yarattığını bilmez mi? O lâtiftir (bilgisi her şeyin içine geçen, herşeyi) haber alandır. " (Mülk Sûresi, 13-14)

"Hiç kimse kandil yakıp bunu bir kapla örtmez, ya da yatağın altına koymaz. Tersine, içeri girenler ışığı görsünler diye onu kandilliğe koyar. Çünkü açığa çıkarılmayacak gizli hiçbirşey yok; bilinmeyecek, aydınlığa çıkmayacak saklı hiçbirşey yoktur. Bunun için, nasıl dinlediğinize dikkat edin." (Luka, 8:16-18)

Bazı Yahudiler ve Hıristiyanlar Kitab-ı Mukaddes'in ayet-

lerini birkaç para karşılığında satıyorlardı.

Bakara, 41 : '..benim âyetlerimi birkaç paraya satmayın..'

Bakara, 79 : '...Kitâbı elleriyle yazıp, az bir paraya satmak...'

Bakara, 174 : '...Kitâbdan..onu birkaç paraya satanlar var ya..'

Al-i İmrân, 187 : '...attılar ve ona karşılık birkaç para aldılar'

Nisâ, 44 : '...Sapıklığı satın alıyorlar...'

Mâide, 44 : '...ve benim âyetlerimi az bir paraya satmayın!

Tevbe, 9 : '...Allah'ın âyetlerini az bir paraya sattılar...'

Ayetlerdede görüldüğü gibi apaaçık İncil Tevrat ve Zebur'un bozulduğunu görürüz.

Kur'an-ı Kerim'in iniş sebeplerinden biride budur insanlığın özünde islam fıtratı bozulmasın ve insanlık rahat etsin diye gönderildi.

diğer bazı sebepleri

Kur’an , dosdoğru yolu göstermek için . (Bakara 2 , Mâide 16 , Yusuf 111 , İsrâ 9 )

Allah’ı (c.c.) tanımamız için . ( İbrâhim 52 )

Düşünüp anlamamız için . ( İsrâ 41 )

Doğru ile yanlışın ayrılması için . ( Furkan 1 )

Kendisiyle hükmedilmesi için . ( Nisâ 105 , Mâide 49 , En’am 114 , Nahl 64 , Ahzab 36 )

Cennetle müjdelemek için . ( Kehf 2 )

Şerefimizi kazanmamız için . ( Enbiyâ 10 , Mü’minûn 71 , Zuhruf 44 )

Kendisi vasıtasıyla cihad etmemiz için . ( Furkan 33 – 52 )

Allah’ın azabına karşı uyarmak için . ( Kehf 2 , Yasin 70 , Şûrâ 7 , Ahkâf 12 )

Uygulamamız ve ona göre yaşamamız için . ( Mâide 68 , A’raf 3 , Zuhruf 44 , Furkan 30 )

Nasihat almamız için . ( İbrâhim 52 , Kâf 45 , Kamer 17 )

Fert ve toplumların meselelerine çâre olması için . ( Enfâl 24 , İsrâ 82 , Hadid 9 )

Hayırlara ulaşmamız için . ( Nahl 30 )

İmanımızın ve Allah’a olan saygımızın artması için . ( Tevbe 124 , Nahl 102 , İsrâ 109 )

Okuduğumuzda sevap almamız için indirilmiştir. ( İsrâ 106 )

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bakın bu mesajda zaten tehabb ve tuer'in iddiaları dillendirilmişti.

............

Ve bu iki mesajla da bu iddialara cevap verilmişti. Fakat hiç okumadan otomatik cevpalarını gene de yazmışlar. Eğer itirazınız varsa bu iki iletiye cevap verin. Aynı şeyleri tekrar tekrar yazmayın. Tartışmaları döngüye sokmayın.

evet ben okumadım, pardon. şimdi okudum.

biz nasıl aynı şeyleri yazıyor gibiyiz siz için, siz de öylesiniz, "içki dolu kadehler" bu mevzu kaç kez anılacak çok merak ediyorum ben, cevaba gerek mi var anlamıyorum, arapça kök, kelime bilgisi dizsem farzı misal buraya çok mu iyi bir iş yapmışım tavrı gelecek sizden, ş-r-b kökleri nedir, ne değildir, nasıl kullanılır siz de ezberlediniz artık, ne gerek var, mealleri kaynak olarak kabul etmek ne kadar doğru, çeviriler ne kadar sıhhatli, şiir, şarkı bile paylaşsanız burada ben orjinal metin görmek isterin, bir diyanet meali, bir yaşar nuri meali ile hangi eleştiri sizce kabulümüzdür de, cevaba layık bulalım.

sarhoşluk veren madde neden haram kılınmıştır, vurgu neden böyle kuvvetlidir, biz için tatmin edici mantıklara dayanmıştır, sorun yok.

arkadaşların yorumları bende bir müslüman olarak cevap gereği uyandırmadı, demek diğer arkadaşlarda da benzer durum hakim,

bize göre hakikat bir iken, mantığı, sebebi bir iken neden iki olsun da farklı yorumlar çıksın ki?

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 1 year later...

Hamza içkiye çok düşkün olduğu için aynı zamanda çok güçlü biri olduğu için onun döneminde içkiyi yasaklayamıyorlar o öldükten sonra bildiğim kadar içki yasaklanıyor.

Muhammed ve arkadaşları duruma göre ayar veriyorlar. Bununla ilgili bir kaç link vardı ama bulamadım.

Hamza ve alkoliklerden çekinen bir yaratıcı... daha neler göreceğiz bakalım.

Kitabı yazanlar, Hamza korkusuyla içkinin neredeyse övgüsünü yapacaklarmış

tarihinde koltuk tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...