Jump to content

Kaside der vasf-ı İstanbul ve sitayiş-i Sadrazam İbrahim Paşa


Recommended Posts

nedim.jpg

Kaside der vasf-ı İstanbul ve sitayiş-i Sadrazam İbrahim Paşa

Bu şehr-i Sitanbul ki bi misl ü behâdır

Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedâdır

(Bu İstanbul şehri eşsiz bir kıymettir,paha biçilmezdir.

Tek bir taşı tüm Acem mülkü kadar değerlidir.)

Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında

Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır

(İki deniz arasında tek parça bir cevher,

Cihana ışık saçan bir güneşle tartılsa ona revadır.)

Bir kân-ı niamdır ki anın gevheri ikbâl

Bir bağ-ı iremdir ki gülü izz ü alâdır

(Onun refahı,cevheri bir nimetler kaynağıdır,

Cennetteki irem bağı gibidir ve gülü büyük ve kıymetlidir.)

Altında mı üstünde midir cennet-i a’lâ

El-hak bu ne halet bu ne hoş âb u hevâdır

(Cennet-i ala altında mıdır üstünde midir bilmem,

Gerçekten de bu nasıl bir hal bu ne güzel su ve havadır.)

Her bağçesi bir çemenistân-ı letâfet

Her kûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdır

(Her bahçesi bir letafet çimenliğidir,

Her köşesi feyz ve safa dolu bir meclistir.)

İnsaf değildir ânı dünyaya değişmek

Gülzarların cennete teşbih hatadır

(Onu dünyaya değişmek haksızlık olur,

Gül bahçelerinin cennete benzetilmesi de hatadır.)

Herkes irişür anda muradına ânınçün

Dergahları melce-i erbab-ı recâdır

(Herkes dilediğine kavuşur onda,

O yüzden dergahları dilekleri olanların yuvasıdır.)

Kala-yı meârif satılır sûklarında

Bazâr-ı hüner ma’den-i ilm ü ulemâdır

(Çarşılarında bilginin özü satılır,

Marifet pazarı ilmin ve alimlerin kaynağıdır.)

Camilerinin her biri bir kûh-i tecellî

Ebrû-yi melek andaki mihrâb-ı duâdır

(Her bir camisi bir dağın yansıması gibidir,

Dua edilen mihrapları melek kaşları gibi kavislidir.)

Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr

Kandilleri meh gibi lebrîz-i ziyâdır

(Her bir mescidi coşkun akan bir nur ırmağıdır,

Kandilleri de ay gibi ağzına kadar ışıkla doludur.)

Ser-çeşmeleri olmada insana revân-bahş

Germ-âbeleri câna safâ cisme şifâdır

(Pınarları,çeşmebaşları insanın canına can katar,

Hamamları cana safa bedene şifadır.)

Hep halkının etvarı pesendîde-i makbul

Derler ki biraz dilleri bî-mihr ü vefâdır

(Halkının tavırları nezaketlidir,seçkindir,

Ancak gönülleri biraz vefasız ve şefkatsizdir.)

Şimdi yapılan âlem-i nev-resm ü safânın

Evsafı hele başka kitâb olsa sezâdır

(Şimdi bu yeni moda dünyanın ve safanın,

Vasıfları başlı başına bir kitapta anlatılmalıdır.)

Nâmı gibi olmuşdur o hem sa’d hem âbâd

İstanbul’a sermâye-i fahr olsa revâdır

(Adı gibi olmuştur o hem uğurlu hem mutlu,

Bu İstanbul'a övünç kaynağı olmalıdır.)

Kûh-sarları bağları kasrları hep

Güya ki bütün şevk ü tarab zevk u safâdır

(Tepeleri, bağları ve köşkleri hep,

Sanki hep neşe, sevinç, zevk ve safadır.)

İstanbul’un evsafını mümkün mi beyân hiç

Maksûd heman sadr-ı kerem-kâra senâdır

(İstanbul'un vasıflarını anlatmak hiç mümkün mü,

Amacım o kerem eyleyen büyüğe övgüdür.)

Nedim

tarihinde defineadası tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

442.jpg

Tarih-i Kadim / Tevfik Fikret ( ve Mehmet Akif’e yazdığı ek şiir)

işte, der, insanoğlunun geçmiş hayatı bu.

ve başlar bize maval okumaya.

ninniler uydurup uyutur bizi

dedelerimizin derin boşluklar içinde, uzun,

zifiri karanlık hayatından.

gösterir bize evvel zamanı,

tek doğru, en güzel örnek, der.

bakarsın gelecek günlerin farkı yok geçen geceden.

senin tarih dediğin işte budur,

alnında altı bin yıllık buruşuklar

ve bir o kadar da kuşku.

başı geçmişe bir düşe değer,

sürünür ayağı bomboş bir geleceğe,

bir deri bir kemik,

ayakta zorla durur.

ben hiç tiksinmem ondan,

karşıma alırım onu arada bir,

anlat bakalım, derim, şu eskilerden.

bir parça feylesofa benzer o,

bir parça sırtlana benzer,

berbat suratıyla da bir hortlağa.

yoklar mezarını unutulmuş gecelerin,

başlar paslı, boğuk bir sesle

bir bir bana anlatmaya,

sırasıyle, ne olmuş ne bitmişse:

hep yıkım üstüne yıkım,

acı üstüne acı!

ne vakit geçse anlı şanlı bir ordu,

çöküverir ağır gölgesi bir bulutun,

kanlar yağar dört bir yana.

en başta bir kanlı bayrak.

kanlı bir taç gelir arkasından.

sonra araçlar sökün eder kan içinde:

balta, topuz, yay, kılıç, mızrak,

mancınık, top, tüfek, sapan.

arada, kanlı komutanlar ve savaş birlikleri.

en son alay alay esirler geçer.

yenen bir kişiye yenilen on kişi,

çiğneyen haklı, yiğnenen hapı yuttu.

yıkımlara, acılara alkış tut,

yüksekten bakanlar önünde eğil,

insafla birdir aşşağılık ve namussuzluk,

doğruluk lafta, yürekte değil,

iyilik ayaklarda, kötülük kucaklarda.

bir gerçek var, tek bir gerçek:

eli kolu bağlayan zincir.

bir tek şey var sözü geçen: yumruk.

hak güçlünün, kötünün yanı.

uzun lafın kısası:

ezmeyen ezilir!

nerde bir şeref var, iğreti.

nerde bir mutluluk var, yama.

bir şeyin ne başına inan ne sonuna.

din şehit ister, gökyüzü kurban.

her yanda durmadan kan akacak,

durmadan her yanda kan!

işte böyle inler, sayıklar o,

anlatır insanoğlunun bu belalı ömrü

ne yolda, nasıl sürdüğünü.

bakarım iskeletin kanlar köpürür dişlek ağzında.

duyarım sesinin titreyen kuyusunda

yankısını korkunç bir iniltinin,

ben de başlarım birdenbire titremeye,

toprak da tiksintiyle titremiş gibi gelir bana.

savaşın gürültüsü, patırtısı, indir artık

indir bu acıklı sahnenin perdesini!

dinsin sonu gelmeyen bu karışıklık!

sen de, gelenekçi iskelet,

yazdığın kara yazılara bir son ver,

aydınlığa susadık biz, aydınlığa susadık.

uzun karanlıklar içinde uyumak isteyen mi var?

bizden iyi geceler onlara,

bizden onlara iyi uykular!

kimsin, ey gölge, kendinden geçmiş,

koşuyorsun karanlıklara doğru?

kanla oynamış gibisin,

kırmış geçirmişsin insanoğlunu.

sen buna kahramanlık mı dedin?

onun kökü kan ve hayvanlık be?

şehirler çiğne, ordular dağıt,

kes, kopar, kır, sürükle,

ez, vur, yak ve yık.

yalvarmalara yakarmalara boş ver,

gözyaşlarına iniltilere aldırma.

ölümle, acıyla doldur geçtiğin yeri,

ne ekin ko, ne ot ko, ne yosun.

sönsün evler, sürünsün insanlar orda burda,

kalmasın alt üst olmayan hiçbir yer,

mezar taşına dönsün her ocak,

damlar çöksün yetimlerin başına.

bu ne alçaklık böyle bu ne namussuzluk!

hey bana bak, başbuğ musun ne?

yerin dibine bat, cakanla gösterişinle!

her başarı bir yıkım bir mezarlık,

işte bir yavrucak yatıyor şurda,

ey cihangir, onu gör de utan!

devril, bağımsızlığın eskimiş tahtı, devril,

nice acılar verdin bütün insanlara,

inim inim inlettin bütün insanları.

parçalan, kararmış tac, tuz buz ol,

hep senin yüzünden yoksulluğu insanların.

göz yaşından incilerin nerde hani?

nasıl da yosun tutmuşlar, bi görsen!

eski çağlar nasıl kanmış size?

ey kan içen kargalar,

bütün karanlıklar sizinle dolu!

artık yeter fikri susturduğunuz,

yerini hiç bir şey tutamaz bu dünyada

zincirsiz, kelepçesiz yaşamanın.

hadi gidin tarih korusun sizi,

-haydutlara en iyi sığınaktır gece-,

gidin, yok olun siz de o mezarlıkta.

işte müjdelerin en güzeli,

işte en gerçek özgürlük

düşümüzdeki gelecek çağlarda:

ne savaş, ne savaşan, ne salgın,

ne saltanat, ne yoksulluk, ne ezen, ne ezilen,

ne yakınma, ne de zulmün kahrı,

ne tapılan, ne tapan,

ben benim, sen de sen!

ey soyulan iskelet, kimse bilmeyecek o zaman,

kimse bilmeyecek senin sayıp döktüklerini,

savaş ne, karışıklık ne, zafer ne, anlaşma ne?

belki duyulmadık bir öykü,

belki korkunç bir masal.

çok sürmez köhne kitap,

fikri gömen sayfaların

bugün olmazsa yarın yırtılacak.

ama kim yapacak dersin bu işi?

bu öyle büyük, öyle kocaman bir devrim ki,

hangi güç kalkar, ben yaparım der?

yerlerin ve göklerin sahibi mi?

tamam, işte oldu şimdi!

yeri göğü elinde tutan o kibirli,

o somurtkan ve dokunulmaz.

bütün bu kavgalar onun yüzünden değil mi?

gökyüzü, sen söyle,

yüzyıllarca sel gibi akan su,

- şimdi esrik bir ağzın türküsü,

kuru sesi zindandaki bir adamın,

iç açan bir söz ya da yakan bir söz şimdi,

bir geniş “oh!”, bir derin “eyvah!”,

bir yakarış, bir övgü,

şimdi tüy gibi bir rüzgar,

şimdi ağzın bir kasırga.

dokunaklı bir yakınma şimdi,

sabredemeyen bir başa kakma,

bir titreme, bir çan sesi,

bir savaş davulunun gümbürtüsü,

için için ağlamasi çaresizliğin,

kahrın iyilikbilir kişnemesi,

bir söylev, apaçık, gürül gürül,

şimdi utangaç ve hasta bir yalvarış,

bir rahatlık bir iç sıkıntısı,

şimdi korkunç bir haykırma -

bütün bu karman çorman gürültü patırtıyla

inleyen boş kubbe, sen söyle!

sen ki her sesi yankılayansın,

söyle, bu bir sürü boş çabalama içinde,

daha yukarlardaki şu tanrı katına

hangi sesin yankısı varabilmiş ki?

hangi dua kabul olmuş bugüne dek?

binlerim seni, göklerin tanrısı,

din ulularından dinlerim seni:

“ne benzer var, ne noksanı,

canlı ve ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve yüce.

odur veren yiyeceği içeceği,

düşleri gerçek yapan o,

bilen, haberi olan, kahreden ve öç alan,

açık, kapalı her şeyi duyan ve anlayan,

el uzatan yoksullara ve çaresizlere,

her zaman her yerde bulunan ve her yeri gören…”

seni böyle övüp duruyorlar işte.

oysa senin en üstün özelliğin ne,

“ortaksız” oluşun değil mi?

kaç ortağın var şu bataklıkta, bir bak.

topu ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve kahreden.

ve topu ortaksız ve tek.

ve topunun buyruğu yasağı ve saltanatı var,

ve topunun yukarlarda bir gökyüzü.

bütün ordan gelir yüreğe doğan.

topunun güneşi, ayı, yıldızları var,

ve topunun görünmez bir tanrısı.

topunun adanan bir cenneti var,

ve topunun bir varlığı, bir yokluğu,

ve topunun saygıdeğer bir peygamberi.

ve topunun cennetinde körpecik güzel kızlar yaşar.

ve topunun cehenneminde birer lokmadır insancıklar.

tanrılar ne derse onu yapacak halk,

sabırla ve kahırla olacak iki büklüm.

ama tanrılar ne derse onu yapacak.

inanasım gelmiyor bunların hiçbirine.

“ne bileyim?” diyor kime sorsam.

hepsi bir kuruntu mu bunların yoksa?

belki aldanmak yaşamanın bir gereği.

belki de hepsi de doğrudur, kim bilir,

belki ben hiç bir şeyin farkında değilim,

karıştırmaktayım “yok” la “var” ı.

kusurum ne? kuşkuda olmak mı?

kuşku koşmaktır aydınlıklara doğru.

insan aklıdır eninde sonunda gerçeği bulacak olan.

belki de yok olacağız bir gün topumuz birden.

kimbilir, öbür dünya belki de var.

madem bu beden o ölümsüzün işi,

ne diye kıvranır durur bin türlü dert içinde?

hadi diyelim aslımız toprak bizim,

sen gel onu kederden bir çamur yap.

- her yeri kanla, göz yaşıyla dolu -

insaf be, bu kadarı da olur mu?

sen gel hem yoktan var et,

sonra da ettiğini boz, kötüle.

hiç bir yaradandan ummam bunu:

yaradan yok eder, ama perişan etmez!

en zorlu düşmanın işte, tanrı,

boğmak ister seni ulu katında,

çok iyi tanırsın sen o yılanı,

onun kızgın zehrinden bir vakitler bize

bir tadımlık vermiştin hani.

kuşku! en zalim en güçlü düşman.

bunu ya bildin ya koydun kafamıza,

ya da bilemedin işin nereye varacağını.

“şeytanlık, düzen, sapıklık” denen şey var ya,

bugün yerinden yurdundan edecek seni o.

tapınağında ışıklarını söndürüyor,

elleriyle parçalıyor heykelini.

sense, iler tutar yerin kalmamış,

göçüp gidiyorsun olanca gücünle.

burçlarında yıkılmalar falan hani?

nerde hani gümbürtüsü yıldırımlarının?

o kızgın soluğun hani nerde?

ne cehennemlerinde bir kaynama var?

ne büyük acını gören bir göz.

ne de kulaklarda dokunaklı bir çınlama.

oysa bir ufak parçası kopsa insanın,

bir sızlanma olur, duyulur bir ağlaşma.

sen yeryüzü ve gökyüzü’nle göç gir de,

bir inilti bile duyulmasın ortalıkta.

tam tersi, kahkahadan geçilmiyor.

zaten yalana ağlasa ağlasa,

bir ikiyüzlüler ağlar,

bir de ahmaklar.

Mehmet Akif’in eleştirisine karşılık ise aşağıdaki şiiri yazmıştır:

Molla Sırat’a

Paraya hiç dayanmayan bir şairmişim

Zangoçluk edermişim Protestanlara gider

Size edebi saygılarımı sunarım efendim

Yani yıldızlı bir kursunun üstadına

Bilgin şairine yani İslam dininin

Molla Sırat hazretlerine yani

Lütfen bize ne güzel

Zangoçluğu yakıştırıvermişler

Ama aldanmış olmayasın sakın üstadım

Müslüman oğluyum ne de olsa

Sen o güzel dini anlatma bana

O dinden senin kadar ben de anlarım

Ben de okudum o Tanrı kitabını

Yüreğe doğan o sözleri ben de dinledim

Ben de dolaştım sizin gibi cami cami

Tanrı önünde ben de oldum iki kat

Açılırdı hayalimde cennet yolu

Dolardı yüreğime cehennem korkusu

Ulu Tuba’ya ben de tırmandım

Ben de çıktım melekler katına

Ezanı duydum mu bayılırdım

Nasıl koşardım o ‘Tanrı’ sesine!

Ben de tesbih çektim, dua ettim

Ben de namaz kıldım oruç tuttum,

Hepsini yaptım halt ettim!

Çünkü ne dendiyse inanmıştım

Kanmıştım senin kandıklarına

Bağlanmıştım körü körüne

Canımı adamıştım dinime canımı.

Tanrıyı da sevmiştim peygamberi de.

Ama onlar bu gün çok uzaklarda

Anladım ben asıl gerçek nerde

Anladım Hanya’yı konyayı

Bizi hakka götüren yol başka

Senin su saydıkların var ya hani

Su şaşılacak şeyler hani doğaüstü

Onlar hep masal hep kafadan atma

Buğun hiç durmadan arıyor insan

Gitgide görüyor işin içyüzünü de

Senin hokkabazlar unutmuşlar geleceği

İsa ile Musa, aldatılan ve aldatan

O büyülü değnek, bir koca kuyruklu yalan

İşte insanoğlu bir yerde böyle sapık

Beserin böyle delaletleri var

putunu kendi yapar kendi tapar

Git ara kiliseyi, dolaş Kabeci

Can sesini duy, tekbiri dinle

Umduğun, beklediğin şeyler nerde hani

Ortada bir tek şey göreme

Şeytanı da düzme, Allah’ı gibi

Buda’sı düzme, Ehrimen’i düzme, Yezdan’ı düzmece

Bir korkak kuşku yaratmış bunların topunu

Gölgeler baktım, gölgeler, gölgeler…

Sonra baktım bir karanlık uçurum

Haydi dön geri, dön geri, dön, oğlum!

Ve beynimden vurulmuş gibi devrildim.

Simdi benim ne cennet, ne cehennem umurumda

Bakarım evrene, şaşar şaşar kalırım.

Ne tapılan tanırım, ne taptıran tanırım

Yaradılışın kuluyum ben artık

Ben yaradılışın kulu

Pıtrak gibi işte gökyüzünde mescitler

İşte onlara orda vicdanım secde eder

İşte benim bundan böyle tapınmam bu

İşte bundan böyle benim vaktim böyle geçer

Artık öyle rahat, öyle rahat ki içim

Ayırt edemem kendimi bir kayadan

Tapınmakta biraz minnacık bir kuşla

Bir ishal kuşu da, la il ilahe illallah der

Ben de la ilahe illallah derim

Ve doğruluk ve alçak gönüllülük ve sıkı dostluk

Ve el uzatma ve koruma ve insaf ve acıma

Ve sonra bir şaire zangoç dememek

İşte buyuran bunlar benim vicdanıma

Benim ayinim düşünüp yapmaktır

Benim dinim insan gibi yaşamaktır

İnanmışım: Taparım ben varlığa

Her kanat bana bir melek sesi getirir

Ne işim var peygamberle benim

Beni Hakka bir örümcek götürür

Kitabım işte yeryüzü kitabı

Bendedir iyilik, kötülük tohumu

Varırım hep böyle ta mezara dek

Yeniden dirilmek bizim nemize gerek

Taşır insanların hem aşkını, hem acısını

Bağrımdaki şu deli, şu ince yürek

İnsan gibi yaşamaktır buğun gerçek din

İnsan gibi yaşamak

TEVFİK FİKRET

tarihinde defineadası tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

İşte böyleee,

Mehmet Akıf,bazan güzel yazmış,bazanda saçmalamıştır.

Mehmet Akif’in eleştirisine karşılık Tevfikse çoh gözel YANIT şiiri vermiş:

Molla Sırat’a

Paraya hiç dayanamayan bir şairmişim

Zangoçluk edermişim Protestanlara gider

Size edebi saygılarımı sunarım efendim

Yani yıldızlı bir kurşunun üstadına

Bilgin şairine yani İslam dininin :-))))

Molla Sırat hazretlerine yani

Lütfen bize ne güzel

Zangoçluğu yakıştırıvermişler

Ama aldanmış olmayasın sakın üstadım

Müslüman oğluyum ne de olsa

Sen o güzel dini anlatma bana

O dinden senin kadar ben de anlarım

Ben de okudum o Tanrı kitabını

Yüreğe doğan o sözleri ben de dinledim

Ben de dolaştım sizin gibi cami cami

Tanrı önünde ben de oldum iki kat

Açılırdı hayalimde cennet yolu

Dolardı yüreğime cehennem korkusu

Ulu Tuba’ya ben de tırmandım

Ben de çıktım melekler katına :-))))))

Ezanı duydum mu bayılırdım

Nasıl koşardım o ‘Tanrı’ sesine!

Ben de tesbih çektim, dua ettim

Ben de namaz kıldım oruç tuttum,

Hepsini yaptım halt ettim! :-))))))

_______________________

Çünkü ne dendiyse inanmıştım

Kanmıştım senin kandıklarına

Bağlanmıştım körü körü körüne :-)))))

__________________________

Canımı adamıştım dinime canımı.

Tanrıyı da sevmiştim peygamberi de.

Ama onlar bu gün çok uzaklarda

Anladım ben asıl gerçek nerde

Anladım Hanya’yı konyayı (Ahhhh ahh,keşke herkes senin gibi anlayabilse,herhalde bunların yürekleri möhürlü,ne dersin)

________________________

Bizi hakka götüren yol başka

Senin su saydıkların var ya hani

Su şaşılacak şeyler hani doğaüstü

Onlar hep masal hep kafadan atma (ay eline sağlıh)

_______________________________

Buğun hiç durmadan arıyor insan

Gitgide görüyor işin içyüzünü de

Senin hokkabazlar unutmuşlar geleceği

İsa ile Musa, aldatılan ve aldatan (bah bunuda doğru didin)

____________________________

O büyülü değnek, bir koca kuyruklu yalan (alıp o degenegi............................... herşey yazılmaz, eccigde anlayışlı olun canım,göriysizmi,bizi EN AYI YERİNE goyıylar.)

___________________________________

İşte insanoğlu bir yerde böyle sapık (dahada kötüsü)

_______________________________

Beşerin böyle delaletleri var

Putunu kendi yapar kendi tapar (Akıfda öyle deyiy zatan)

___________________________

Git ara kiliseyi, dolaş Kabeyi

Can sesini duy, tekbiri dinle

Umduğun, beklediğin şeyler nerde hani (yoh)

________________________________

Ortada bir tek şey göreme

Şeytanı da düzme, Allah’ı gibi (ülen Tecfik,nasıl sevmem seni)

_________________________

Buda’sı düzme, Ehrimen’i düzme, Yezdan’ı düzmece

__________________________________________

Bir korkak kuşku yaratmış bunların topunu

Gölgeler baktım, gölgeler, gölgeler…

Sonra baktım bir karanlık uçurum

Haydi dön geri, dön geri, dön, oğlum!

Ve beynimden vurulmuş gibi devrildim.

Simdi benim ne cennet, ne cehennem umurumda

Bakarım evrene, şaşar şaşar kalırım.

Ne tapılan tanırım, ne taptıran tanırım.

İşteee:Burda araya girecem.Kafam aynı Tevfik gardaşımın kafası.

Biliyorsun, çoğu Arnagutların gafası pek çalışmaz,Akıfda onlardan biri :-)))))

Şiire devem

Yaradılışın kuluyum ben artık

Ben yaradılışın kulu (küllün doğru)

___________________

Pıtrak gibi işte gökyüzünde mescitler

İşte onlara orda vicdanım secde eder

İşte benim bundan böyle tapınmam bu

İşte bundan böyle benim vaktim böyle geçer

Artık öyle rahat, öyle rahat ki içim

Ayırt edemem kendimi bir kayadan

Tapınmakta biraz minnacık bir kuşla

Bir ishal kuşu da, la il ilahe illallah der

Ben de la ilahe illallah derim

Ve doğruluk ve alçak gönüllülük ve sıkı dostluk

Ve el uzatma ve koruma ve insaf ve acıma

Ve sonra bir şaire zangoç dememek

İşte buyuran bunlar benim vicdanıma

Benim ayinim düşünüp yapmaktır

Benim dinim insan gibi yaşamaktır

( Tevfikcigim çarpılacan valla,bizim ülkücüler senin büle dedügünü duyarsalar,vallah seni mezerden çıharurlar.Onlarında şerietcilerden galur yenleri yohdur bülesün)

İnanmışım: Taparım ben varlığa.

___________________________

Her kanat bana bir melek sesi getirir

______________________________

Ne işim var peygamberle benim (Al bendende o gadar)

______________________________

Beni Hakka bir örümcek götürür

Kitabım işte yeryüzü kitabı

Bendedir iyilik, kötülük tohumu

Varırım hep böyle ta mezara dek

Yeniden dirilmek bizim nemize gerek

Taşır insanların hem aşkını, hem acısını

Bağrımdaki şu deli, şu ince yürek

İnsan gibi yaşamaktır buğun gerçek din

İnsan gibi yaşamak

TEVFİK FİKRET

______________________________________________________________________________________________________

İşteee:

Insan bazanda saçmalarmış.

Mehmette,Tevfige yazdığı şiirde SAÇMALAMIŞ.

Gerçi başka saçmalarıda çohya.

Emmeeee begendigim şiirleride az degül Arnagudun.

Tolondede

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...