defineadası 0 Oluşturuldu: Nisan 21, 2011 Raporla Share Oluşturuldu: Nisan 21, 2011 (düzenlendi) Kaside der vasf-ı İstanbul ve sitayiş-i Sadrazam İbrahim Paşa Bu şehr-i Sitanbul ki bi misl ü behâdır Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedâdır (Bu İstanbul şehri eşsiz bir kıymettir,paha biçilmezdir. Tek bir taşı tüm Acem mülkü kadar değerlidir.) Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır (İki deniz arasında tek parça bir cevher, Cihana ışık saçan bir güneşle tartılsa ona revadır.) Bir kân-ı niamdır ki anın gevheri ikbâl Bir bağ-ı iremdir ki gülü izz ü alâdır (Onun refahı,cevheri bir nimetler kaynağıdır, Cennetteki irem bağı gibidir ve gülü büyük ve kıymetlidir.) Altında mı üstünde midir cennet-i a’lâ El-hak bu ne halet bu ne hoş âb u hevâdır (Cennet-i ala altında mıdır üstünde midir bilmem, Gerçekten de bu nasıl bir hal bu ne güzel su ve havadır.) Her bağçesi bir çemenistân-ı letâfet Her kûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdır (Her bahçesi bir letafet çimenliğidir, Her köşesi feyz ve safa dolu bir meclistir.) İnsaf değildir ânı dünyaya değişmek Gülzarların cennete teşbih hatadır (Onu dünyaya değişmek haksızlık olur, Gül bahçelerinin cennete benzetilmesi de hatadır.) Herkes irişür anda muradına ânınçün Dergahları melce-i erbab-ı recâdır (Herkes dilediğine kavuşur onda, O yüzden dergahları dilekleri olanların yuvasıdır.) Kala-yı meârif satılır sûklarında Bazâr-ı hüner ma’den-i ilm ü ulemâdır (Çarşılarında bilginin özü satılır, Marifet pazarı ilmin ve alimlerin kaynağıdır.) Camilerinin her biri bir kûh-i tecellî Ebrû-yi melek andaki mihrâb-ı duâdır (Her bir camisi bir dağın yansıması gibidir, Dua edilen mihrapları melek kaşları gibi kavislidir.) Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr Kandilleri meh gibi lebrîz-i ziyâdır (Her bir mescidi coşkun akan bir nur ırmağıdır, Kandilleri de ay gibi ağzına kadar ışıkla doludur.) Ser-çeşmeleri olmada insana revân-bahş Germ-âbeleri câna safâ cisme şifâdır (Pınarları,çeşmebaşları insanın canına can katar, Hamamları cana safa bedene şifadır.) Hep halkının etvarı pesendîde-i makbul Derler ki biraz dilleri bî-mihr ü vefâdır (Halkının tavırları nezaketlidir,seçkindir, Ancak gönülleri biraz vefasız ve şefkatsizdir.) Şimdi yapılan âlem-i nev-resm ü safânın Evsafı hele başka kitâb olsa sezâdır (Şimdi bu yeni moda dünyanın ve safanın, Vasıfları başlı başına bir kitapta anlatılmalıdır.) Nâmı gibi olmuşdur o hem sa’d hem âbâd İstanbul’a sermâye-i fahr olsa revâdır (Adı gibi olmuştur o hem uğurlu hem mutlu, Bu İstanbul'a övünç kaynağı olmalıdır.) Kûh-sarları bağları kasrları hep Güya ki bütün şevk ü tarab zevk u safâdır (Tepeleri, bağları ve köşkleri hep, Sanki hep neşe, sevinç, zevk ve safadır.) İstanbul’un evsafını mümkün mi beyân hiç Maksûd heman sadr-ı kerem-kâra senâdır (İstanbul'un vasıflarını anlatmak hiç mümkün mü, Amacım o kerem eyleyen büyüğe övgüdür.) Nedim Nisan 21, 2011 tarihinde defineadası tarafından düzenlendi Link to post Sitelerde Paylaş
defineadası 0 Nisan 21, 2011 gönderildi Yazar Raporla Share Nisan 21, 2011 gönderildi Bu da seslendirmesi: Link to post Sitelerde Paylaş
defineadası 0 Nisan 22, 2011 gönderildi Yazar Raporla Share Nisan 22, 2011 gönderildi (düzenlendi) Tarih-i Kadim / Tevfik Fikret ( ve Mehmet Akif’e yazdığı ek şiir) işte, der, insanoğlunun geçmiş hayatı bu. ve başlar bize maval okumaya. ninniler uydurup uyutur bizi dedelerimizin derin boşluklar içinde, uzun, zifiri karanlık hayatından. gösterir bize evvel zamanı, tek doğru, en güzel örnek, der. bakarsın gelecek günlerin farkı yok geçen geceden. senin tarih dediğin işte budur, alnında altı bin yıllık buruşuklar ve bir o kadar da kuşku. başı geçmişe bir düşe değer, sürünür ayağı bomboş bir geleceğe, bir deri bir kemik, ayakta zorla durur. ben hiç tiksinmem ondan, karşıma alırım onu arada bir, anlat bakalım, derim, şu eskilerden. bir parça feylesofa benzer o, bir parça sırtlana benzer, berbat suratıyla da bir hortlağa. yoklar mezarını unutulmuş gecelerin, başlar paslı, boğuk bir sesle bir bir bana anlatmaya, sırasıyle, ne olmuş ne bitmişse: hep yıkım üstüne yıkım, acı üstüne acı! ne vakit geçse anlı şanlı bir ordu, çöküverir ağır gölgesi bir bulutun, kanlar yağar dört bir yana. en başta bir kanlı bayrak. kanlı bir taç gelir arkasından. sonra araçlar sökün eder kan içinde: balta, topuz, yay, kılıç, mızrak, mancınık, top, tüfek, sapan. arada, kanlı komutanlar ve savaş birlikleri. en son alay alay esirler geçer. yenen bir kişiye yenilen on kişi, çiğneyen haklı, yiğnenen hapı yuttu. yıkımlara, acılara alkış tut, yüksekten bakanlar önünde eğil, insafla birdir aşşağılık ve namussuzluk, doğruluk lafta, yürekte değil, iyilik ayaklarda, kötülük kucaklarda. bir gerçek var, tek bir gerçek: eli kolu bağlayan zincir. bir tek şey var sözü geçen: yumruk. hak güçlünün, kötünün yanı. uzun lafın kısası: ezmeyen ezilir! nerde bir şeref var, iğreti. nerde bir mutluluk var, yama. bir şeyin ne başına inan ne sonuna. din şehit ister, gökyüzü kurban. her yanda durmadan kan akacak, durmadan her yanda kan! işte böyle inler, sayıklar o, anlatır insanoğlunun bu belalı ömrü ne yolda, nasıl sürdüğünü. bakarım iskeletin kanlar köpürür dişlek ağzında. duyarım sesinin titreyen kuyusunda yankısını korkunç bir iniltinin, ben de başlarım birdenbire titremeye, toprak da tiksintiyle titremiş gibi gelir bana. savaşın gürültüsü, patırtısı, indir artık indir bu acıklı sahnenin perdesini! dinsin sonu gelmeyen bu karışıklık! sen de, gelenekçi iskelet, yazdığın kara yazılara bir son ver, aydınlığa susadık biz, aydınlığa susadık. uzun karanlıklar içinde uyumak isteyen mi var? bizden iyi geceler onlara, bizden onlara iyi uykular! kimsin, ey gölge, kendinden geçmiş, koşuyorsun karanlıklara doğru? kanla oynamış gibisin, kırmış geçirmişsin insanoğlunu. sen buna kahramanlık mı dedin? onun kökü kan ve hayvanlık be? şehirler çiğne, ordular dağıt, kes, kopar, kır, sürükle, ez, vur, yak ve yık. yalvarmalara yakarmalara boş ver, gözyaşlarına iniltilere aldırma. ölümle, acıyla doldur geçtiğin yeri, ne ekin ko, ne ot ko, ne yosun. sönsün evler, sürünsün insanlar orda burda, kalmasın alt üst olmayan hiçbir yer, mezar taşına dönsün her ocak, damlar çöksün yetimlerin başına. bu ne alçaklık böyle bu ne namussuzluk! hey bana bak, başbuğ musun ne? yerin dibine bat, cakanla gösterişinle! her başarı bir yıkım bir mezarlık, işte bir yavrucak yatıyor şurda, ey cihangir, onu gör de utan! devril, bağımsızlığın eskimiş tahtı, devril, nice acılar verdin bütün insanlara, inim inim inlettin bütün insanları. parçalan, kararmış tac, tuz buz ol, hep senin yüzünden yoksulluğu insanların. göz yaşından incilerin nerde hani? nasıl da yosun tutmuşlar, bi görsen! eski çağlar nasıl kanmış size? ey kan içen kargalar, bütün karanlıklar sizinle dolu! artık yeter fikri susturduğunuz, yerini hiç bir şey tutamaz bu dünyada zincirsiz, kelepçesiz yaşamanın. hadi gidin tarih korusun sizi, -haydutlara en iyi sığınaktır gece-, gidin, yok olun siz de o mezarlıkta. işte müjdelerin en güzeli, işte en gerçek özgürlük düşümüzdeki gelecek çağlarda: ne savaş, ne savaşan, ne salgın, ne saltanat, ne yoksulluk, ne ezen, ne ezilen, ne yakınma, ne de zulmün kahrı, ne tapılan, ne tapan, ben benim, sen de sen! ey soyulan iskelet, kimse bilmeyecek o zaman, kimse bilmeyecek senin sayıp döktüklerini, savaş ne, karışıklık ne, zafer ne, anlaşma ne? belki duyulmadık bir öykü, belki korkunç bir masal. çok sürmez köhne kitap, fikri gömen sayfaların bugün olmazsa yarın yırtılacak. ama kim yapacak dersin bu işi? bu öyle büyük, öyle kocaman bir devrim ki, hangi güç kalkar, ben yaparım der? yerlerin ve göklerin sahibi mi? tamam, işte oldu şimdi! yeri göğü elinde tutan o kibirli, o somurtkan ve dokunulmaz. bütün bu kavgalar onun yüzünden değil mi? gökyüzü, sen söyle, yüzyıllarca sel gibi akan su, - şimdi esrik bir ağzın türküsü, kuru sesi zindandaki bir adamın, iç açan bir söz ya da yakan bir söz şimdi, bir geniş “oh!”, bir derin “eyvah!”, bir yakarış, bir övgü, şimdi tüy gibi bir rüzgar, şimdi ağzın bir kasırga. dokunaklı bir yakınma şimdi, sabredemeyen bir başa kakma, bir titreme, bir çan sesi, bir savaş davulunun gümbürtüsü, için için ağlamasi çaresizliğin, kahrın iyilikbilir kişnemesi, bir söylev, apaçık, gürül gürül, şimdi utangaç ve hasta bir yalvarış, bir rahatlık bir iç sıkıntısı, şimdi korkunç bir haykırma - bütün bu karman çorman gürültü patırtıyla inleyen boş kubbe, sen söyle! sen ki her sesi yankılayansın, söyle, bu bir sürü boş çabalama içinde, daha yukarlardaki şu tanrı katına hangi sesin yankısı varabilmiş ki? hangi dua kabul olmuş bugüne dek? binlerim seni, göklerin tanrısı, din ulularından dinlerim seni: “ne benzer var, ne noksanı, canlı ve ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve yüce. odur veren yiyeceği içeceği, düşleri gerçek yapan o, bilen, haberi olan, kahreden ve öç alan, açık, kapalı her şeyi duyan ve anlayan, el uzatan yoksullara ve çaresizlere, her zaman her yerde bulunan ve her yeri gören…” seni böyle övüp duruyorlar işte. oysa senin en üstün özelliğin ne, “ortaksız” oluşun değil mi? kaç ortağın var şu bataklıkta, bir bak. topu ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve kahreden. ve topu ortaksız ve tek. ve topunun buyruğu yasağı ve saltanatı var, ve topunun yukarlarda bir gökyüzü. bütün ordan gelir yüreğe doğan. topunun güneşi, ayı, yıldızları var, ve topunun görünmez bir tanrısı. topunun adanan bir cenneti var, ve topunun bir varlığı, bir yokluğu, ve topunun saygıdeğer bir peygamberi. ve topunun cennetinde körpecik güzel kızlar yaşar. ve topunun cehenneminde birer lokmadır insancıklar. tanrılar ne derse onu yapacak halk, sabırla ve kahırla olacak iki büklüm. ama tanrılar ne derse onu yapacak. inanasım gelmiyor bunların hiçbirine. “ne bileyim?” diyor kime sorsam. hepsi bir kuruntu mu bunların yoksa? belki aldanmak yaşamanın bir gereği. belki de hepsi de doğrudur, kim bilir, belki ben hiç bir şeyin farkında değilim, karıştırmaktayım “yok” la “var” ı. kusurum ne? kuşkuda olmak mı? kuşku koşmaktır aydınlıklara doğru. insan aklıdır eninde sonunda gerçeği bulacak olan. belki de yok olacağız bir gün topumuz birden. kimbilir, öbür dünya belki de var. madem bu beden o ölümsüzün işi, ne diye kıvranır durur bin türlü dert içinde? hadi diyelim aslımız toprak bizim, sen gel onu kederden bir çamur yap. - her yeri kanla, göz yaşıyla dolu - insaf be, bu kadarı da olur mu? sen gel hem yoktan var et, sonra da ettiğini boz, kötüle. hiç bir yaradandan ummam bunu: yaradan yok eder, ama perişan etmez! en zorlu düşmanın işte, tanrı, boğmak ister seni ulu katında, çok iyi tanırsın sen o yılanı, onun kızgın zehrinden bir vakitler bize bir tadımlık vermiştin hani. kuşku! en zalim en güçlü düşman. bunu ya bildin ya koydun kafamıza, ya da bilemedin işin nereye varacağını. “şeytanlık, düzen, sapıklık” denen şey var ya, bugün yerinden yurdundan edecek seni o. tapınağında ışıklarını söndürüyor, elleriyle parçalıyor heykelini. sense, iler tutar yerin kalmamış, göçüp gidiyorsun olanca gücünle. burçlarında yıkılmalar falan hani? nerde hani gümbürtüsü yıldırımlarının? o kızgın soluğun hani nerde? ne cehennemlerinde bir kaynama var? ne büyük acını gören bir göz. ne de kulaklarda dokunaklı bir çınlama. oysa bir ufak parçası kopsa insanın, bir sızlanma olur, duyulur bir ağlaşma. sen yeryüzü ve gökyüzü’nle göç gir de, bir inilti bile duyulmasın ortalıkta. tam tersi, kahkahadan geçilmiyor. zaten yalana ağlasa ağlasa, bir ikiyüzlüler ağlar, bir de ahmaklar. Mehmet Akif’in eleştirisine karşılık ise aşağıdaki şiiri yazmıştır: Molla Sırat’a Paraya hiç dayanmayan bir şairmişim Zangoçluk edermişim Protestanlara gider Size edebi saygılarımı sunarım efendim Yani yıldızlı bir kursunun üstadına Bilgin şairine yani İslam dininin Molla Sırat hazretlerine yani Lütfen bize ne güzel Zangoçluğu yakıştırıvermişler Ama aldanmış olmayasın sakın üstadım Müslüman oğluyum ne de olsa Sen o güzel dini anlatma bana O dinden senin kadar ben de anlarım Ben de okudum o Tanrı kitabını Yüreğe doğan o sözleri ben de dinledim Ben de dolaştım sizin gibi cami cami Tanrı önünde ben de oldum iki kat Açılırdı hayalimde cennet yolu Dolardı yüreğime cehennem korkusu Ulu Tuba’ya ben de tırmandım Ben de çıktım melekler katına Ezanı duydum mu bayılırdım Nasıl koşardım o ‘Tanrı’ sesine! Ben de tesbih çektim, dua ettim Ben de namaz kıldım oruç tuttum, Hepsini yaptım halt ettim! Çünkü ne dendiyse inanmıştım Kanmıştım senin kandıklarına Bağlanmıştım körü körüne Canımı adamıştım dinime canımı. Tanrıyı da sevmiştim peygamberi de. Ama onlar bu gün çok uzaklarda Anladım ben asıl gerçek nerde Anladım Hanya’yı konyayı Bizi hakka götüren yol başka Senin su saydıkların var ya hani Su şaşılacak şeyler hani doğaüstü Onlar hep masal hep kafadan atma Buğun hiç durmadan arıyor insan Gitgide görüyor işin içyüzünü de Senin hokkabazlar unutmuşlar geleceği İsa ile Musa, aldatılan ve aldatan O büyülü değnek, bir koca kuyruklu yalan İşte insanoğlu bir yerde böyle sapık Beserin böyle delaletleri var putunu kendi yapar kendi tapar Git ara kiliseyi, dolaş Kabeci Can sesini duy, tekbiri dinle Umduğun, beklediğin şeyler nerde hani Ortada bir tek şey göreme Şeytanı da düzme, Allah’ı gibi Buda’sı düzme, Ehrimen’i düzme, Yezdan’ı düzmece Bir korkak kuşku yaratmış bunların topunu Gölgeler baktım, gölgeler, gölgeler… Sonra baktım bir karanlık uçurum Haydi dön geri, dön geri, dön, oğlum! Ve beynimden vurulmuş gibi devrildim. Simdi benim ne cennet, ne cehennem umurumda Bakarım evrene, şaşar şaşar kalırım. Ne tapılan tanırım, ne taptıran tanırım Yaradılışın kuluyum ben artık Ben yaradılışın kulu Pıtrak gibi işte gökyüzünde mescitler İşte onlara orda vicdanım secde eder İşte benim bundan böyle tapınmam bu İşte bundan böyle benim vaktim böyle geçer Artık öyle rahat, öyle rahat ki içim Ayırt edemem kendimi bir kayadan Tapınmakta biraz minnacık bir kuşla Bir ishal kuşu da, la il ilahe illallah der Ben de la ilahe illallah derim Ve doğruluk ve alçak gönüllülük ve sıkı dostluk Ve el uzatma ve koruma ve insaf ve acıma Ve sonra bir şaire zangoç dememek İşte buyuran bunlar benim vicdanıma Benim ayinim düşünüp yapmaktır Benim dinim insan gibi yaşamaktır İnanmışım: Taparım ben varlığa Her kanat bana bir melek sesi getirir Ne işim var peygamberle benim Beni Hakka bir örümcek götürür Kitabım işte yeryüzü kitabı Bendedir iyilik, kötülük tohumu Varırım hep böyle ta mezara dek Yeniden dirilmek bizim nemize gerek Taşır insanların hem aşkını, hem acısını Bağrımdaki şu deli, şu ince yürek İnsan gibi yaşamaktır buğun gerçek din İnsan gibi yaşamak TEVFİK FİKRET Nisan 22, 2011 tarihinde defineadası tarafından düzenlendi Link to post Sitelerde Paylaş
tolonbey 0 Nisan 29, 2011 gönderildi Raporla Share Nisan 29, 2011 gönderildi İşte böyleee, Mehmet Akıf,bazan güzel yazmış,bazanda saçmalamıştır. Mehmet Akif’in eleştirisine karşılık Tevfikse çoh gözel YANIT şiiri vermiş: Molla Sırat’a Paraya hiç dayanamayan bir şairmişim Zangoçluk edermişim Protestanlara gider Size edebi saygılarımı sunarım efendim Yani yıldızlı bir kurşunun üstadına Bilgin şairine yani İslam dininin :-)))) Molla Sırat hazretlerine yani Lütfen bize ne güzel Zangoçluğu yakıştırıvermişler Ama aldanmış olmayasın sakın üstadım Müslüman oğluyum ne de olsa Sen o güzel dini anlatma bana O dinden senin kadar ben de anlarım Ben de okudum o Tanrı kitabını Yüreğe doğan o sözleri ben de dinledim Ben de dolaştım sizin gibi cami cami Tanrı önünde ben de oldum iki kat Açılırdı hayalimde cennet yolu Dolardı yüreğime cehennem korkusu Ulu Tuba’ya ben de tırmandım Ben de çıktım melekler katına :-)))))) Ezanı duydum mu bayılırdım Nasıl koşardım o ‘Tanrı’ sesine! Ben de tesbih çektim, dua ettim Ben de namaz kıldım oruç tuttum, Hepsini yaptım halt ettim! :-)))))) _______________________ Çünkü ne dendiyse inanmıştım Kanmıştım senin kandıklarına Bağlanmıştım körü körü körüne :-))))) __________________________ Canımı adamıştım dinime canımı. Tanrıyı da sevmiştim peygamberi de. Ama onlar bu gün çok uzaklarda Anladım ben asıl gerçek nerde Anladım Hanya’yı konyayı (Ahhhh ahh,keşke herkes senin gibi anlayabilse,herhalde bunların yürekleri möhürlü,ne dersin) ________________________ Bizi hakka götüren yol başka Senin su saydıkların var ya hani Su şaşılacak şeyler hani doğaüstü Onlar hep masal hep kafadan atma (ay eline sağlıh) _______________________________ Buğun hiç durmadan arıyor insan Gitgide görüyor işin içyüzünü de Senin hokkabazlar unutmuşlar geleceği İsa ile Musa, aldatılan ve aldatan (bah bunuda doğru didin) ____________________________ O büyülü değnek, bir koca kuyruklu yalan (alıp o degenegi............................... herşey yazılmaz, eccigde anlayışlı olun canım,göriysizmi,bizi EN AYI YERİNE goyıylar.) ___________________________________ İşte insanoğlu bir yerde böyle sapık (dahada kötüsü) _______________________________ Beşerin böyle delaletleri var Putunu kendi yapar kendi tapar (Akıfda öyle deyiy zatan) ___________________________ Git ara kiliseyi, dolaş Kabeyi Can sesini duy, tekbiri dinle Umduğun, beklediğin şeyler nerde hani (yoh) ________________________________ Ortada bir tek şey göreme Şeytanı da düzme, Allah’ı gibi (ülen Tecfik,nasıl sevmem seni) _________________________ Buda’sı düzme, Ehrimen’i düzme, Yezdan’ı düzmece __________________________________________ Bir korkak kuşku yaratmış bunların topunu Gölgeler baktım, gölgeler, gölgeler… Sonra baktım bir karanlık uçurum Haydi dön geri, dön geri, dön, oğlum! Ve beynimden vurulmuş gibi devrildim. Simdi benim ne cennet, ne cehennem umurumda Bakarım evrene, şaşar şaşar kalırım. Ne tapılan tanırım, ne taptıran tanırım. İşteee:Burda araya girecem.Kafam aynı Tevfik gardaşımın kafası. Biliyorsun, çoğu Arnagutların gafası pek çalışmaz,Akıfda onlardan biri :-))))) Şiire devem Yaradılışın kuluyum ben artık Ben yaradılışın kulu (küllün doğru) ___________________ Pıtrak gibi işte gökyüzünde mescitler İşte onlara orda vicdanım secde eder İşte benim bundan böyle tapınmam bu İşte bundan böyle benim vaktim böyle geçer Artık öyle rahat, öyle rahat ki içim Ayırt edemem kendimi bir kayadan Tapınmakta biraz minnacık bir kuşla Bir ishal kuşu da, la il ilahe illallah der Ben de la ilahe illallah derim Ve doğruluk ve alçak gönüllülük ve sıkı dostluk Ve el uzatma ve koruma ve insaf ve acıma Ve sonra bir şaire zangoç dememek İşte buyuran bunlar benim vicdanıma Benim ayinim düşünüp yapmaktır Benim dinim insan gibi yaşamaktır ( Tevfikcigim çarpılacan valla,bizim ülkücüler senin büle dedügünü duyarsalar,vallah seni mezerden çıharurlar.Onlarında şerietcilerden galur yenleri yohdur bülesün) İnanmışım: Taparım ben varlığa. ___________________________ Her kanat bana bir melek sesi getirir ______________________________ Ne işim var peygamberle benim (Al bendende o gadar) ______________________________ Beni Hakka bir örümcek götürür Kitabım işte yeryüzü kitabı Bendedir iyilik, kötülük tohumu Varırım hep böyle ta mezara dek Yeniden dirilmek bizim nemize gerek Taşır insanların hem aşkını, hem acısını Bağrımdaki şu deli, şu ince yürek İnsan gibi yaşamaktır buğun gerçek din İnsan gibi yaşamak TEVFİK FİKRET ______________________________________________________________________________________________________ İşteee: Insan bazanda saçmalarmış. Mehmette,Tevfige yazdığı şiirde SAÇMALAMIŞ. Gerçi başka saçmalarıda çohya. Emmeeee begendigim şiirleride az degül Arnagudun. Tolondede Link to post Sitelerde Paylaş
Recommended Posts