Jump to content

Canlı Türü Saysı Neden Aşırı Derecede Yüksek


Recommended Posts

Sevgili anibal ile yaptığımız tartışmalarda canlının çevreye uyum becerisini öne çıkartmaya çalışmıştım. Çevre aynı çevre ama aynı çevrede pekçok canlının olmasını örneklemiştim. Ancak anibalin itirazı yine çevreyi öne çıkarmak şeklinde oldu. Her canlı için cevre aynı değil dedi. Biz çevreyi genel olarak değerlendirdik. Anibal daha dar ve spesifik olarak ele aldı. Karıncanın çevresi, arının çevresi, ayının çevresi, itin kurdun çevresi gibi. Ve bu canlıların yaşadığı her çevreyi farklı kabul etti. Böyle olunca yine çevrenin etkisi gündemde oldu.

İlginç....

Anibal'in bu iddiası, çevrenin etkisi yoktur demekle özdeştir.

Anibal bu sözlerle çevreyi öne çıkarmıyor.

Çevreyi batırıyor.

Anibal'in gerçekten böyle bir iddiası var mı?

Kendisi cevaplayabilir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 134
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Bilim forumunda

Doğal seleksiyon nedir?

Biyoloji soruları

Mutasyon

Konulu başlıklarda bunu tartışmıştık.

Örneğin; anibal, biyoloji soruları başlığının son sayfalarında balığın doğal çevresi sudur. Diyor ama. Binbir çeşit su var. Akarsu, göl, tuzlu su, deniz suyu vs, her bir su olan çevrede de yine binlerce çeşit balık türü var. Ancak her bir balık türü bu suları kendine göre algılıyor ve kendine göre değerlendiriyor. böyle olunca hepsinde su ortak bileşke olsa bile hepsi için başka ve farklı bir su sözkonusu oluyor.

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bilim forumunda

Doğal seleksiyon nedir?

Biyoloji soruları

Mutasyon

Konulu başlıklarda bunu tartışmıştık.

Örneğin; anibal, biyoloji soruları başlığının son sayfalarında balığın doğal çevresi sudur. Diyor ama. Binbir çeşit su var. Akarsu, göl, tuzlu su, deniz suyu vs, her bir su olan çevrede de yine binlerce çeşit balık türü var. Ancak her bir balık türü bu suları kendine göre algılıyor ve kendine göre değerlendiriyor. böyle olunca hepsinde su ortak bileşke olsa bile hepsi için başka ve farklı bir su sözkonusu oluyor.

Sevgiler.

Olay bundan daha karmaşıktır. Ufacık bir gölde, akıntının az olduğu, çok olduğu, güneş ışığı alan, otrifikasyon olan, bunlar olmayan, bir kaya, bir dip su kaynağı vs. vs. gibi bir sür mikro çevre ortaya çıkabilir.

Bu öyle bir hal alabilir ki, gölde kısa bir sürede bir sürü farklı tür ortaya çıkabilir. Bunun en canlı örneği, kongo nehridir.

Hacı masa başında oturup ahkam kesmeyi seviyor. Gidip biraz doğayı gezinse, çevrenin ne olduğunu anlayacakta, üşeniyor herhalde..

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 3 weeks later...

İşte böyleee,

Amarıkalılar Rizede yaptıkları araştırmada şimdiye kadar hiç görülmemiş, adı sanı bilinmeyen 200 çeşit bitki türü bulmuşlar.

Dreikincininde dedigi gibi,her balık her suda yaşamaz.

Ala balık kayalıklardan akan dereleri tertemiz suları tercih eder.Yeni temiz sularda yaşama başlamıştır.

Halbukı Sazan balığı ise toprakla kirlenmiş suları yeni bulanık suları tercih eder.Oralarda yaşama başlamıştır.

Ala balıkta az kılçık olma yanında sazanda ınanılmaz derecede çok ince kılçık vardır.

Neden alabalıklar dağlardan akan temiz sularda bulunurda Sazan balıkları yaşamaz bu temiz sularda?

Bu balıkların buraları seçme olanağı yok biliyürüzde,nedeni nedir acaba bu balıkların buralarda oluşmasının?

Tolonbeg

tarihinde tolonbey tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu sorunun yanıtı, "ağaçta neden bu kadar yaprak var" ile aynıdır. Ortak ata meselesi, biyolojik çeşitliliği meydana getiriyor. Bir ortak ata genelde tek bir türe değil bir çok türe evrildiğinden dolayı, türlerin evrimi aritmetik değil, geometrik dizi şeklinde artış gösteriyor. Muhtemelen daha da fazla olacaktı, ama doğal dengeleme neticesinde şu anki halinde kesintiye uğradı.

tarihinde eleştiri tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Tür sayısı çok yüksek olabilir, ama hepsinin yapı taşı aynıdır.

Hepsi kopyalanmak için DNA / RNA sarmalına muhtaçtır, milyarlarca gelmiş geçmiş tür içinde canlılığı sağlayan aslında tek bir ortak molekül vardır.

O da DNA'dır.

Eğer evrim çeşitlilik, çeşitlenme demek ise canlılığın birkaç farklı kaynağı olmalıydı.

DNA'lı canlılık, ABC'li canlılık, XYZ'li canlılık gibi canlıların da rekabet eden birden fazla molekül olmalıydı.

Ama gelmiş geçmiş tüm canlılar ve dahi virüsler ve dahi prionlar da dahil olmak üzere, aynı alfabe ile ve dahi aynı yazı diliyle yazılmış kitaplardır.

Bunun gerçek adı çeşitlilik değil çeşitsizliktir. Kopyalanabilen moleküller düzeyinde evrim çok güdüktür, belki de hiç gerçekleşmemiştir, canlıların evrimi çok geniştir, ama canlılığın evrimi diye bir şey yok gibidir. Yani organik moleküller milyarlarca farklı canlı yaratmış ama ikinci bir rekabetçi molekül yaratmayı başaramamıştır.

Bu gezegendeki fiziksel ve kimyasal çevre çok derin uçurumlar, büyük farklılıklar içerir. Ama durum bu idiyse canlıların farklılığı gibi canlılığın farklılığını da beklemeliydik.

Milyonlarca farklı türe çeşitlenebilen gen, neden iki tane bile farklı moleküler yapı oluşturamamıştır?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Tür sayısı çok yüksek olabilir, ama hepsinin yapı taşı aynıdır.

Hepsi kopyalanmak için DNA / RNA sarmalına muhtaçtır, milyarlarca gelmiş geçmiş tür içinde canlılığı sağlayan aslında tek bir ortak molekül vardır.

O da DNA'dır.

Eğer evrim çeşitlilik, çeşitlenme demek ise canlılığın birkaç farklı kaynağı olmalıydı.

DNA'lı canlılık, ABC'li canlılık, XYZ'li canlılık gibi canlıların da rekabet eden birden fazla molekül olmalıydı.

Ama gelmiş geçmiş tüm canlılar ve dahi virüsler ve dahi prionlar da dahil olmak üzere, aynı alfabe ile ve dahi aynı yazı diliyle yazılmış kitaplardır.

Bunun gerçek adı çeşitlilik değil çeşitsizliktir. Kopyalanabilen moleküller düzeyinde evrim çok güdüktür, belki de hiç gerçekleşmemiştir, canlıların evrimi çok geniştir, ama canlılığın evrimi diye bir şey yok gibidir. Yani organik moleküller milyarlarca farklı canlı yaratmış ama ikinci bir rekabetçi molekül yaratmayı başaramamıştır.

Bu gezegendeki fiziksel ve kimyasal çevre çok derin uçurumlar, büyük farklılıklar içerir. Ama durum bu idiyse canlıların farklılığı gibi canlılığın farklılığını da beklemeliydik.

Milyonlarca farklı türe çeşitlenebilen gen, neden iki tane bile farklı moleküler yapı oluşturamamıştır?

Bu gözlemden şöyle bir sonuç çıkarılabilir:

Dünyada yaşam yalnız DNA ve RNA bazlıdır.

Tek bir kaynak bütün canlılardan sorumludur.

Canlı türlerinin çokluğu bu ana temada vuku bulan varyasyonlardan dolayıdır.

Bu varyasyonlardan ise rastgele mutasyonlar sorumludur.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu sorunun yanıtı, "ağaçta neden bu kadar yaprak var" ile aynıdır. Ortak ata meselesi, biyolojik çeşitliliği meydana getiriyor. Bir ortak ata genelde tek bir türe değil bir çok türe evrildiğinden dolayı, türlerin evrimi aritmetik değil, geometrik dizi şeklinde artış gösteriyor. Muhtemelen daha da fazla olacaktı, ama doğal dengeleme neticesinde şu anki halinde kesintiye uğradı.

Haklısınız. Ben soruyu ağaçta neden bu kadar yaprak var şekilde sordum.

Bunun doğru cevabı var.

Ama benim sorunun doğru cevabı ile aynı değil.

Ağaçtan neden çok sayıda yaprak olduğunu biliyoruz. Çünkü ancak o kadar yaprak fotosentez için gereklidir.

Tabii yaprakların başka işlevleri de vardır.

Dünyada neden bu kadar çok tür vardır sorusunun cevabı bu kadar basit değil.

Çünkü bu türlere atfedilen bir işlev yok. Yani tür sayısının çokluğu, ağacın yapraklarında olduğu gibi, bir olguya hizmet etmiyor.

Herşeyden tam olarak bağımsız değil belki ama, büyük manzaraya bakarak neden bu kadar çok tür olduğunu anlamak mümkün değil.

Burada büyük manzara türlerden ve içinde yaşadıkları eko sisteminden oluşuyor.

Tür sayısının çokluğu veya şu veya bu kadar oluşu, neye hizmet ediyor?

Görünüşe göre hiçbir şeye hizmet etmiyor. Kendi kendine ortaya çıkan bir durum.

Daha da ötesi bu sayı son derece dinamik. Bir yandan artarken, öte yandan azalabiliyor. Bir tür ortadan kalkarken, yerine çok sayıda yeni türler çıkıyor.

Büyük katastrofilerden sonra yeni tür sayısı, eski tür sayısını 100'le katlıyor. Belki binle katılıyor.

Yani soruyu bir ağacın yapraklarının sayısı analojisi ile açıklamak mümkün değil.

Ağacın yapraklarının sayısı tür sayısı kadar dinamik değil ve bir amaca hizmet ediyor.

Tür sayısısının ise hizmet ettiği bir amaç yok. Sadece koşullara boyun eğiyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu gözlemden şöyle bir sonuç çıkarılabilir:

Dünyada yaşam yalnız DNA ve RNA bazlıdır.

Tek bir kaynak bütün canlılardan sorumludur.

Benim sorum da aslında bu idi.

Evrim kendi kopyalararını oluşturabilen tek bir molekül düzeni oluşturmayı başarabilmiştir. Bir ikincisi yoktur.

Biz topu topu 500 milyar insan bile belki milyonlarca alfabe, yazı, dil ve ses düzeni evrimleştirdik. Ama 4.5 milyar senelik evrim, ikinci bir rekabetçi kopyalanabilen molekül evrimleştiremedi, bu garip değil midir?

Canlıların evrimi çok doğal geliyor bize, milyonlarca hatta milyarca canlının farklılaşması çok doğaldır. Mesela bizim alfabemizde 29 harf vardır, bu harflerle yazılabilecek kitap sayısı da sayılamayacak kadar çoktur, olası kitapların sayısı şu lafı çok meşhur evrendeki molekül sayısından fazladır.

Ama canlılar gibi kitaplar da doğal seçilime tabidir. Anlamlı olmalıdır, anlaşılır olmalıdır, duygulu olmalıdır. Tıpki canlılar gibi anlamsız ve başarısız olan trilyonlarca olası harf kümesinin içinden sadece çok küçük bir oranı "kitap" tır. O kitapların da çoğu da tıpki canlıların çoğu gibi yok olup gitmiştir.

Ne yazık ki moleküler evrim hakkında neredeyse hiçbirşey bilmiyoruz. DNA'nın olası rakipleri kimlerdi, nasıl bir süreçten sonra bu hali aldı, öncülleri olan moleküller nelerdir, hangi ortam şartlarında oluştu, çeşitlendi, elendi, ve bugün bu öncüllerin oluşumunu neden gözlemleyemiyoruz?

Eğer canlıların evrimi gerçekleşmiş ve gerçekleşiyorsa ( - ki bunda hiç şüphe yoktur - ) aynı şekilde DNA benzeri, rekabetçi veya öncüllerin veya artçılarının da evrimleşmesi gerekmez mi? Mesela alfabemiz ATGC yerine ATGCXWYZ moleküllerinden oluşsa idi çok daha geniş bir çeşitlilik oluşturamaz mıydık? En azından - hatta bunlar kısmen daha başarısız olsalar bile- bu yapıtaşlarının, bu kendini kopyalayabilen diğer genlerin, moleküler varyasyonlarının oluşmasını gözlemlemek gerekmez miydi?

Anlaşılan odur ki canlılığın moleküler evrimi 4 milyar sene önce tamamlanmıştır. Olası en iyi alfabe, kopyalama işini yapabilecek, genlerin oluşturan en iyi molekül, bu şartlar altında DNA'dır. Bu da tıpki canlıların evrimi gibi çetin bir rekabetten geçerek oluşmuştur.

Ama nasıl?

Bunu bilmek güzel olmaz mıydı?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Benim sorum da aslında bu idi.

Evrim kendi kopyalararını oluşturabilen tek bir molekül düzeni oluşturmayı başarabilmiştir. Bir ikincisi yoktur.

Biz topu topu 500 milyar insan bile belki milyonlarca alfabe, yazı, dil ve ses düzeni evrimleştirdik. Ama 4.5 milyar senelik evrim, ikinci bir rekabetçi kopyalanabilen molekül evrimleştiremedi, bu garip değil midir?

Canlıların evrimi çok doğal geliyor bize, milyonlarca hatta milyarca canlının farklılaşması çok doğaldır. Mesela bizim alfabemizde 29 harf vardır, bu harflerle yazılabilecek kitap sayısı da sayılamayacak kadar çoktur, olası kitapların sayısı şu lafı çok meşhur evrendeki molekül sayısından fazladır.

Ama canlılar gibi kitaplar da doğal seçilime tabidir. Anlamlı olmalıdır, anlaşılır olmalıdır, duygulu olmalıdır. Tıpki canlılar gibi anlamsız ve başarısız olan trilyonlarca olası harf kümesinin içinden sadece çok küçük bir oranı "kitap" tır. O kitapların da çoğu da tıpki canlıların çoğu gibi yok olup gitmiştir.

Ne yazık ki moleküler evrim hakkında neredeyse hiçbirşey bilmiyoruz. DNA'nın olası rakipleri kimlerdi, nasıl bir süreçten sonra bu hali aldı, öncülleri olan moleküller nelerdir, hangi ortam şartlarında oluştu, çeşitlendi, elendi, ve bugün bu öncüllerin oluşumunu neden gözlemleyemiyoruz?

Eğer canlıların evrimi gerçekleşmiş ve gerçekleşiyorsa ( - ki bunda hiç şüphe yoktur - ) aynı şekilde DNA benzeri, rekabetçi veya öncüllerin veya artçılarının da evrimleşmesi gerekmez mi? Mesela alfabemiz ATGC yerine ATGCXWYZ moleküllerinden oluşsa idi çok daha geniş bir çeşitlilik oluşturamaz mıydık? En azından - hatta bunlar kısmen daha başarısız olsalar bile- bu yapıtaşlarının, bu kendini kopyalayabilen diğer genlerin, moleküler varyasyonlarının oluşmasını gözlemlemek gerekmez miydi?

Anlaşılan odur ki canlılığın moleküler evrimi 4 milyar sene önce tamamlanmıştır. Olası en iyi alfabe, kopyalama işini yapabilecek, genlerin oluşturan en iyi molekül, bu şartlar altında DNA'dır. Bu da tıpki canlıların evrimi gibi çetin bir rekabetten geçerek oluşmuştur.

Ama nasıl?

Bunu bilmek güzel olmaz mıydı?

Nasıl mı?

Doğal seçilimle...

DNA ve RNA'nın çeşitli varyasyonları ve belki de diğer şablon moleküller mutlaka ortaya çıkmışlardır ama, daha başarılı diğer moleküllere teslim olmuşlardır.

Günümüzde bunun bir örneği bile var..

Kaliforniyada bir gölde yaşayan bir bakteri türünün DNA'sında fosfor yerine arsenik kullanıldığı anlaşılmış.

Deme ki DNA'ya rakip biraz değişik bir DNA ortaya çıkabiliyor. Geçmişte bunun başka örnekleri de olmuş olabilir.

Ve yine doğal seçilim yasası duruma müdahale ederek, bugün bildiğimiz durumun ortya çıkmasını sağlamış olmalıdır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Biraz gec istirak ediyorum ama gayet hos bir konu, gunumuzun bilimi atomu, uzayi, boyutlari ne kadar cözmusse DNA, RNA'yi da o kadar cözmustur. Çesitlilik konusuna sebep DNA, RNA dizilimlerinin sayisi ise yarin bu sayi icindeki molekullerin etkiside cesitlilige sebep olabiliyor diye yeni tezler cikabilir, milyon yillar boyunca bu kadar cesitlilige cok diyorsak ilerdeki cesitliliklere ne diyecegiz?

Birde söyle bir gercek var; insalik tarihince olan bilimsel gelismeler son yuzyildakinden daha azdir, son yuzyilda olan bilimsel gelismelerde son on yilda olan gelismelerden azdir yani gelisime bagli bir diyagram cagdasliga bagli diyagramla ya da zamana bagli diyagramla ayni sekilde ilerliyor, benzerlik tesaduf olabilir ama sonuc benzer.

Link to post
Sitelerde Paylaş

ikinci bir rekabetçi kopyalanabilen molekül evrimleştiremedi, bu garip değil midir?

Sevgili bilelimöğrenelim.

127. iletinde de aynı soruyu sormuşsun.

Sen mevcut canlı kategorisinde olarak, bu kategorinin imkanları dahilinde olarak bu soruyu soruyorsun. Dolayısıyla Doğada ikinci bir canlı tanımlamanı da kendi canlı yapına göre yapıyorsun.

Bir başka tür canlı, niçin rekabetçi olsun? Ve neden kopyalama esprisine dayansın?

Belki evrende, hatta dünyamızda başka tür canlılar var ancak ne biz onları, ne de onlar bizi algılamıyor, anlamıyor olabiliriz. Rekabetçi değiller, kendilerini kopyalamıyorlar bile.

Örneğin; su bir canlı olabilir. Uranyum, oksijen, hidrojen vs. Aynı ortay yapıya sahip elementlerin atomları, molekülleri nasıl bir araya gelebilmişler?

Hacı nın bir iletisinde bahsettiği gibi, sakın bunlar birbirlerini tanıyor olmasın?

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili bilelimöğrenelim.

127. iletinde de aynı soruyu sormuşsun.

Sen mevcut canlı kategorisinde olarak, bu kategorinin imkanları dahilinde olarak bu soruyu soruyorsun. Dolayısıyla Doğada ikinci bir canlı tanımlamanı da kendi canlı yapına göre yapıyorsun.

Bir başka tür canlı, niçin rekabetçi olsun? Ve neden kopyalama esprisine dayansın?

Belki evrende, hatta dünyamızda başka tür canlılar var ancak ne biz onları, ne de onlar bizi algılamıyor, anlamıyor olabiliriz. Rekabetçi değiller, kendilerini kopyalamıyorlar bile.

Örneğin; su bir canlı olabilir. Uranyum, oksijen, hidrojen vs. Aynı ortay yapıya sahip elementlerin atomları, molekülleri nasıl bir araya gelebilmişler?

Hacı nın bir iletisinde bahsettiği gibi, sakın bunlar birbirlerini tanıyor olmasın?

Sevgiler.

Hep bu tür kaçak cevaplar alıyorum. Çünkü burada bir sıkıntı var anlıyorum.

Canlının tanımı açık, metabolizması olacak, ve kopyalarını oluşturabilecek, o zaman Uranyum ve Hidrojen canlı tanımına girmiyor. Bunu biliyorsunuz.

Sorum hala geçerli ve açık, evrim milyonlarca canlı türü oluşturduysa, aynı evrim neden DNA'dan başka kopyalanabilen bir molekül oluşturamadı?

Fosfat yerine arsenik bazlı DNA'ya sahip bakteri güzel bir örnekti, belki onun gibi...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Fosfat yerine arsenik bazlı DNA'ya sahip bakteri güzel bir örnekti, belki onun gibi...

Evet güzel bir örnekti belki.

Kopyalanması için bir şey demeyeceğim.

Rekabeti nasıl olacak?

Canlının tanımı açık, metabolizması olacak, ve kopyalarını oluşturabilecek, o zaman Uranyum ve Hidrojen canlı tanımına girmiyor. Bunu biliyorsunuz.

Bu tanım, bir canlı olarak senin tanımın. Dolayısıyla sen kendi tanımına uygun canlılar arıyorsun.

Uranyum veya hidrojenin metabolizması yok mu?

Enerji transferi yok mu?

enerji verirsen başka, enerji alırsan başka türlü davranmıyor mu?

Geriye kalıyor kopyalama işlemi.

İşte burada biraz düşünmek gerek.

Her kendini kopyalayana canlı demek mi gerekir?

Canlının en temek özelliği olarak, üremek (yani kendini kopyalamak) olarak kabul edersek, haklısın.

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...