Jump to content

X Y ve Z İle Tanrıya İnanıp İnanmama Riski


Guest kafakoparan

Recommended Posts

Diğer bir yazınızda da bilinçaltından bahsetmişsiniz dikkatimi çekti tekrar burada görünce. Şimdi bu iki kavramın nasıl anlaşıldığını bilmek gerekir. Bilinaltı dışındaki ikinci bilinç uyanık olan idrak eden, düşünen, üreten, yorumlayan, duyulara hakim olan ve eyleme dönüşmesinde bedeni yöneten bilinçtir. Bilinçaltı ise insanın benliğinin içinde olduğu düşünülen, bir takım filozofların ortaya attığı ve üzerinde tartıştığı, hipnoz seanslarıyla kendisine ulaşabilmenin yollarının bulunduğu bir akıl ötesi konumdur. Yani bilinçaltı da bilgi ayırt edebilir, depolayabilir hatta gerektiğinde farkettirmeden ana bilinci etkileyip iş yaptırabilir. Benim inancıma göre bilinçaltı insanın ruhudur, manevi dünyasıdır ve algısı fiziki bilinçten çok daha ileri seviyede olan bir yapıdır. İnsan bir yere belli bir süre bakar ve belli bir takım şeyleri görür. Bilinci kısıtlı şeyleri idrak eder ve hatırlar fakat ruhu aynı pencerenin tamamını görür ve asla unutmaz. Rüyalar ruhun bilgisinin yansıması ve bazen de seyahatidir. Ruh varlığımız bu dünyadan önceki hayatta da var olduğu için sahip olduğu bilgiler bu dünyada elde ettiğimiz algılarla sınırlı değildir. Bu yüzden gördüğümüz bazı rüyaları asla açıklayamaz ve daha önce görmemiş olduğumuz bir şeyi gördüğümüzde şaşkına uğrarız. Acaba onu daha önce görmedik mi, ya da o bilgi daha önce bize verilmedi mi? Bu dünyada belki verilmedi ama öncesi bilinmez. Gelelim Allah'a inanan şuura(size göre şuur üstü). Bilinç ve bilinç altı her ne kadar birbirinden farklı özellikler gösterse de ikisinin birbirinden bağımsız olması düşünülemez. Ruhun bu dünyada tezahür edebilmesi için bir bedene ihtiyacı vardır. Bedenin de faaliyet gösterebilmesi ve akıl, irade, nefis ve sevgi kavramlarına sahip olabilmesi için bir ruha ihtiyacı vardır. Öyleyse isteyerek inanan bir şuurun altında inanmayan bir şuur altının olması mümkün değildir. Allah'a inanan herkesin mutlu olduğu görüşü de nereden çıktı? Benim tezime göre zaten insan bu dünyada mutlu olamaz! Allah insanlar bu dünyada ve ahiret hayatında huzur bulsunlar diye kendisini tanıtmış ve insanoğlunun asıl mutluluğa ulaşması için yapması gereken işlerin neler olduğunu bir bir anlatmıştır. Buna ulaşmak için de insan elbette ki rablerine dua eder, ondan yardım diler, manevi huzura kavuşmak için yardım ister ve ferahlık veya darlık anında haline şükreder. İnsan var oldukça bir aitlik olgusuna ihtiyaç duyacaktır ve de bu ihtiyacın dayanacağı nihai bir son olacaktır. O da bilinen ve bilinmeyen tüm alemlerin tek sahibi yüce Allah'u Teala'dır.

Bilinçaltı ve bilinçüstünün birbirinden tamamen bağımsız olduğuna bende katılamıyorum.Zira israiloğulları Mısırdan çıkarlarken yanlarına bazı Mısırlılarıda aldılar.Bu masal aslında bilinçaltının kendi kendini aramasından başka birşey değildir.Ancak sizde biliyorsunuzki psikolojik rahatsızlıklar aslında Bilinçaltından kaynaklanırlar ve maalesef tedavileri yoktur.Olsada geçicidir.En basitinden cinsel sapmalar siz istediğiniz kadar kişiye dini beşeri terbiye verin bilinçaltından kaynaklandıklarından dolayı düzeltilemezler.Keza fobiler en basitinden merdivenden normal adımlarla çıkamama :kişi istediği kadar atletik yapıda olsun merdivenden koşar adımlarla hızla çıkamaz.Vücudun rahatlıkla yapacağı haraketleri sebebsiz bir iç güvensizlikten dolayı yapamaması daha bir çok örnek verilebilir.İllaki hastalık olmasıda gerekmez:iç güven yoksunu olan bir insana isteğiniz kadar matematik öğretin sonrada onu imtihan edin Mutlaka bir İşlem hatası yapacaktır!:)O zaman Bu bilinçaltı insancıkları her zaman bilinçüstümüze tabi değillerdir. Tabi olanlar inananlar Tabi olmayanlar ise kafirlerdir.Yoksa Beşerin inanıp inanmaması gayet doğaldır.Bundan dolayıda beşer kendinden üstün bir görünmeyen güçki ona sizin inanç ve kanaatiniz Allah diyor cezalandırılıp mükafanlandırılmaz.Ancak Şuuraltı insancıkları Beşer tarafından cezalandırılır.Ahiretse gelecek demektir. Bu günki korkakça bir davranışımızdan dolayı gelecekte çok büyük bir zarar görüp için için yanabilirizki işte size cehennem!şuuraltı insancıklarının Allahı beşerdir.Ona inanmaları gerekir.Duayı yapacak olanlarda onlardır.Yoksa kusuruma bakmayın ben fakir beşeri dualara hiç inanmıyorum.En güzel dua O iş için yapılacak çalışmalardır.Şükür ise yine insanın Şuuraltındaki bir korunma mekanizmasıdır. Şükür tevekküldür. Tevekkülün eşi ise Avunmadır.Ama bunlardan bir mutluluk doğmazmı?Doğar elbette doğarki Zekeriya v eElizabethtten Yahya (Yuhyi)doğdu.Ama bunun içinde iilaki beşerin dışında görünmez fakat her şeyi görür farz edilen Güçlü Allah arasındaki illiyeti çözemedim .Selamlar.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 100
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

İnsan hayatının dolu dolu yaşaması kişinin kendisine göre değişir. Bir ateist, tanrıya inanmanın gereksiz olduğunu, bir dine bağlanmanın boşa zaman kaybı olduğunu ve hayatını buna göre düzenlemeyi tercih etmeyerek kendince özgür ve rahat yaşar. Bir inanan da aynı şekilde maddi refahın veya sıkıntının yanında manevi huzur arayışındadır ki bu dünyada sadece insana mahsus bir özelliktir. Rabbine inanır, emirlerini benimser ve elinden geldiğince uymaya çalışır. Hayatını da bu yönde ikâme eder ve o kişi de kendince özgür iradesiyle seçim yapmış ve rahat yaşamayı tercih etmiştir. Tanrıya teslim olmayı da işte bu iradesiyle kendisi seçmiştir. Herkeste be özgür irade yetisi sabitken ve herkes istediğini seçebiliyorken neden saygısızlıklar söz konusu oluyor? Bir insan inanmadığı bir şeye inananlar için nasıl onları kategorize edip, özürlü sıfatını yakıştırabiliyor? İki düşünüp bir söylemek gerekiyor. Ölüp gideceğimiz bu diyardaki çatışmalar çıkar meselelerine, düşünce meselelerine, yaptırım meselelerine dönüşmemeli. Herkes görüşünü bildirir, inanan inanır inanmayan inanmaz. Herkesin dini kendisinedir, dini olmayanın da inancı kendisinedir. Bu iş bu kadar basittir.

Kim saygısız?

İstediğinize inanabilirsiniz...

Uzun cevaplarınızdan sizin diğer inançlara karşı pek saygılı olmadığınız sonucu çıkarmak mümkün..

Benim öyle bir suçlamam olmadı.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Buna benzer bir yorum görmeyi beklemiyordum açıkçası. Kaldı ki konuyla ilintisiz, eleştiriden veya savunmadan uzak, ne kasıtla yazıldığı bile belli olmayan silik bir cümle. Kendisini başkasından üstün gören ya da karşısındakini sırf kendi düşüncesine uymadığı için aşağılayan dejenere zihniyet. Espri yapmaya çalışıp, kendi kendini rezil etme çalışmasında baraşılı olan ve bu yüzden bile başkasından takdir ve beğeni toplayan ve toplamaya çalışan kişilikleri kınıyorum.

Neresi konuyla ilintisiz,hergün senin gibi ya varsa gibileri gelip gidiyorlar.Senin gibi müslümanlar yukarida senin yazdiklarina uyuyor,senin nereni ciddiye alayim allahin asalaklari... XZY yazmis,güya bilimsel bakiyor B)

tarihinde KaraCat tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Guest kafakoparan

Kafakoparan;

Bugünün serbest düşünürü, yarının ateisti veya müslümanı olabilir.-kafakoparan-

Olamaz cunku o bilinc duzeylerini bilincli ve farkinda olarak sorgulayarak asmistir.

Serbest dusunur, aklini sinirlamaz, dusuncesini sinirsiz ve ozgur birakir. Oyuzden epistemolojinin gozlemi ve dile getirimi disinda, inanci, ideolojisi, ve sabitledigi hic birsey yoktur.

Tek farki, bilimselligin epistemolojik sinirina an olarak sadik kalir ve epistemoloji ustu akilciliga bas vurmaz.

Tum hayal gucunu ve zihinsel faaliyetini gozlem temeline oturtur.

Bir insan her ne kadar düşüncesini sınırsız ve özgür bıraksa da edinebileceği bilginin kendisi sınırlı olduğundan yeterli kesinliğe ulaşamaz. Nihayetinde kesin bir bilgiye ulaşamadığı noktada devreye farklı alterenatifler girer. Bunlardan içleri en çok rahatlatan ve kaçış kapısı olarak görülen inanç belirginleşmeye başlar. İnanç elbette kaçış kapısı olduğu gibi şüphe duyulan noktalara metafizik yolla bakabilmenin gerekliliğini de içinde barındırır. Hele ki konu insanın yaratılması, yaratan ve yaratılan kavramları, tesadüf veya tevafuk olayları ise...

Link to post
Sitelerde Paylaş
Guest kafakoparan

Bilinçaltı ve bilinçüstünün birbirinden tamamen bağımsız olduğuna bende katılamıyorum.Zira israiloğulları Mısırdan çıkarlarken yanlarına bazı Mısırlılarıda aldılar.Bu masal aslında bilinçaltının kendi kendini aramasından başka birşey değildir.Ancak sizde biliyorsunuzki psikolojik rahatsızlıklar aslında Bilinçaltından kaynaklanırlar ve maalesef tedavileri yoktur.Olsada geçicidir.En basitinden cinsel sapmalar siz istediğiniz kadar kişiye dini beşeri terbiye verin bilinçaltından kaynaklandıklarından dolayı düzeltilemezler.Keza fobiler en basitinden merdivenden normal adımlarla çıkamama :kişi istediği kadar atletik yapıda olsun merdivenden koşar adımlarla hızla çıkamaz.Vücudun rahatlıkla yapacağı haraketleri sebebsiz bir iç güvensizlikten dolayı yapamaması daha bir çok örnek verilebilir.İllaki hastalık olmasıda gerekmez:iç güven yoksunu olan bir insana isteğiniz kadar matematik öğretin sonrada onu imtihan edin Mutlaka bir İşlem hatası yapacaktır!:)O zaman Bu bilinçaltı insancıkları her zaman bilinçüstümüze tabi değillerdir. Tabi olanlar inananlar Tabi olmayanlar ise kafirlerdir.Yoksa Beşerin inanıp inanmaması gayet doğaldır.Bundan dolayıda beşer kendinden üstün bir görünmeyen güçki ona sizin inanç ve kanaatiniz Allah diyor cezalandırılıp mükafanlandırılmaz.Ancak Şuuraltı insancıkları Beşer tarafından cezalandırılır.Ahiretse gelecek demektir. Bu günki korkakça bir davranışımızdan dolayı gelecekte çok büyük bir zarar görüp için için yanabilirizki işte size cehennem!şuuraltı insancıklarının Allahı beşerdir.Ona inanmaları gerekir.Duayı yapacak olanlarda onlardır.Yoksa kusuruma bakmayın ben fakir beşeri dualara hiç inanmıyorum.En güzel dua O iş için yapılacak çalışmalardır.Şükür ise yine insanın Şuuraltındaki bir korunma mekanizmasıdır. Şükür tevekküldür. Tevekkülün eşi ise Avunmadır.Ama bunlardan bir mutluluk doğmazmı?Doğar elbette doğarki Zekeriya v eElizabethtten Yahya (Yuhyi)doğdu.Ama bunun içinde iilaki beşerin dışında görünmez fakat her şeyi görür farz edilen Güçlü Allah arasındaki illiyeti çözemedim .Selamlar.

Kul ile Allah arasındaki ilişki açıkça belirtilmiştir. Bir taraf bakıma ve korunmaya muhtaç aciz ama değer verilen insan, diğer taraf her türlü isteğini dilediği anda yerine getirebilme kudretine kendinden sahip, hiçbir dinamizme ihtiyaç duymayan, kendine ihtiyaç duyulan yüce yaratıcı sahip. Bir eşya ile sahibi arasındaki ilişki nasılsa, kul ile rabbi arasındaki ilişki de buna benzer ama bundan çok daha özel ve yakındır. Hz. Zekeriya Allah'a hayırlı bir nesle sahip olmak için dua eder. Rabbinin herşeyi yapabileceğinden elbette şüphesi yoktur; fakat kendisine vereceği değeri görmek ister. İlerleyen yaşına ve eşinin çocuk doğurmaya elverişli olmayan yapısına rağmen(kısır) dilekte bulunup Allah'ın lütfuna sığınır ve Allah da bu isteğini kabul eder. Hz. Zekeriya, "ben ve eşim bu haldeyken nasıl çocuğumuz olacak ya Rab" diye sorduğunda aslında rabbinin kendisine vermiş olduğu değeri ve O'na karşı olan sevgi merakından ötürüdür. Yani "rabbimin kudretini biliyorum ama onu görmek beni çok sevindirecek" mantığındadır ki bu çok doğaldır. Bu Hz. Zekeriya'ya verilen bir mucizedir, diğer tüm peygamberlerin de kendilerine has mucizeleri vardır. İşte bu olayla Allah'ın ilintisi bundan ötürüdür. Kulun isteği ve Allah'ın muradı...

Link to post
Sitelerde Paylaş
Guest kafakoparan

Kim saygısız?

İstediğinize inanabilirsiniz...

Uzun cevaplarınızdan sizin diğer inançlara karşı pek saygılı olmadığınız sonucu çıkarmak mümkün..

Benim öyle bir suçlamam olmadı.

Peki kendinizi istediğiniz gibi görebilirsiniz, ben gördüğüm gözle yorumladım. Vermiş olduğum cevapların uzun olmalarının sebebi başkalarının inancına karşı saygısız olmamdan değil, karşıdaki kişiye düşündüğümü tam olarak anlatmak istememden ötürüdür. Kaldı ki nelerle karşılaşabileceğimin yeterince farkındayım ve eğer saygı duymasam bu uslüpla oturup bu satırları yazmaya kalkmam. Ne karşıdaki okurken yorulur, ne de ben yazarken. Siz yapmış olduğunuz yorumu tekrar okursanız ne gibi bir suçlamadan bahsettiğimi görebilirsiniz...

Link to post
Sitelerde Paylaş
Guest kafakoparan

Neresi konuyla ilintisiz,hergün senin gibi ya varsa gibileri gelip gidiyorlar.Senin gibi müslümanlar yukarida senin yazdiklarina uyuyor,senin nereni ciddiye alayim allahin asalaklari... XZY yazmis,güya bilimsel bakiyor B)

Burasının özgür bir düşünce platformu olduğunu sanıyorum. Aksini düşünsem burada yazmazdım. Tabii ki hergün gelen giden olacak. Dünyanın düzeni budur zaten. Birileri gelir, durur ve gider. Benim gibilerin yaptıkları kendilerini ilgilendirir; fakat bu işlerden ötürü başkasının ciddiye almama olgusu yine karşıdaki kişinin görüşüne bağlıdır saygı duyulur. Bu durumda karşısındaki kişiyi ciddiye almayan kişi ya konuya ilgisiz kalıp yorum yazmadan susma hakkını kullanır, ya da kafasındaki düşünceler varsa nedenleriyle ve inandığı biçimde açıklayıp karşısındakini ciddiye alması için gereken kriterlerin yerine gelmesinin şart olduğunu açıklar. Kalkıp da kişiler üzerinden alay etmekle ve aşağılamaya çalışmakla "aslında ilgiliyim ama uğraşamayacağım bu yüzden ilgisizim" demekten öteye geçemez ne yazık ki...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Peki kendinizi istediğiniz gibi görebilirsiniz, ben gördüğüm gözle yorumladım. Vermiş olduğum cevapların uzun olmalarının sebebi başkalarının inancına karşı saygısız olmamdan değil, karşıdaki kişiye düşündüğümü tam olarak anlatmak istememden ötürüdür. Kaldı ki nelerle karşılaşabileceğimin yeterince farkındayım ve eğer saygı duymasam bu uslüpla oturup bu satırları yazmaya kalkmam. Ne karşıdaki okurken yorulur, ne de ben yazarken. Siz yapmış olduğunuz yorumu tekrar okursanız ne gibi bir suçlamadan bahsettiğimi görebilirsiniz...

Bu konuda benim bir iletim var..

O da aşağıda..

Siz okuyun önce.. Suçlama nerde?

İnanmanın gerekliliğine inanan yalnız zayıf bir insan değildir.

Aynı zamanda zayıflığını kabul eden ve ona kendini teslim eden biridir.

Ateist de zayıf bir insandır. Çünkü insan temel olarak zayıf ve nahif bir yaratıktır.

Ama inan özürlülerden farklı olarak ateist hiçbir zaman bir Tanrı'ya teslim olmaz ve bir din için yaşamını modifiye etmez.

Onu dolu dolu yaşar ve yaşatır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Guest kafakoparan

Diyelim ki bir tanrı var. İnsansak ne olacak, inanmasak ne olacak? Bu tanrı "Ulan bu insanlar bana niye inanmıyor mu diyecek?" Neden desin? Ortada risk falan yok.

Evet diyelim gerçekten bir yaratıcı olduğuna inandık ve O'na inandığımız için ona bağlı tebliğlere de inandık. İnanırsak acılı ve tatminsiz dünyanın sonunda sonsuz ve mükafatlarla dolu bir hayata nail olacağız, inanmazsak da yine zaman kavramından münezzeh olan sonsuz ahiret hayatında acı çekmeye devam edeceğiz. Allah da, irade verdiği kullarının yapmış olduğu amellerin karşılığını eksiksiz verecektir. İnsanların O'na inanıp inanmyacağını kendisi zaten bilmektedir ve böyle bir özgür iradeyi bizlere kendisi vermiştir. O'nun inanılıp inanılmamaya ihtiyacı yoktur. İnsanoğlunun yaratılması da kendi cemalini kendinden başka bir gözle görmek istemesinden kaynaklanmaktadır. Olayın riski de inanıp inanmayan arasındaki farkın dünya ötesi hayatta tecelli bulacak olmasıdır. Risk yok diyen, güneş çıktığında elleriyle gözlerini kapatıp güneş yok diyen gibidir. O orada mutlak surette durmaktadır; fakat kişi onu görmek, bilmek, idrak etmek istemez çünkü sonuçlarından ve yaptırımlarından korkar. Cezai sorumluluğa girmeyi istemez; ancak bunu yapmakla hiçbir yere kaçamayacağı gibi daha büyük kötü muameleye uğrayacağı da apaçık ortadadır...

Link to post
Sitelerde Paylaş
Guest kafakoparan

Bu konuda benim bir iletim var..

O da aşağıda..

Siz okuyun önce.. Suçlama nerde?

Suçlama dediğim konu sizin, ateistler dışında kalan ve tanrıya inanan insanların özürlü mahluklar olduğunu söylemeniz ve bu özürlü varlıkların tanrıya teslim olan yapısının ve hayatını buna göre modifiye eden yapısının insana özgü bir tavır olamayacağı kanaatidir. Yani sizin suçlamanız birini kötü bir iş yaptıktan sonra yapılan suçlama değil, insanın yaptığı eylemin hafifliği ve gereksizliği konusunda düştüğü durumu belirtmek için kullanılan suçlamadır. Bu ikisi birbirinden farklıdır. Bahsettiğim saygısızlık da işte bu noktadır...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evet diyelim gerçekten bir yaratıcı olduğuna inandık ve O'na inandığımız için ona bağlı tebliğlere de inandık. İnanırsak acılı ve tatminsiz dünyanın sonunda sonsuz ve mükafatlarla dolu bir hayata nail olacağız, inanmazsak da yine zaman kavramından münezzeh olan sonsuz ahiret hayatında acı çekmeye devam edeceğiz. Allah da, irade verdiği kullarının yapmış olduğu amellerin karşılığını eksiksiz verecektir. İnsanların O'na inanıp inanmyacağını kendisi zaten bilmektedir ve böyle bir özgür iradeyi bizlere kendisi vermiştir. O'nun inanılıp inanılmamaya ihtiyacı yoktur. İnsanoğlunun yaratılması da kendi cemalini kendinden başka bir gözle görmek istemesinden kaynaklanmaktadır. Olayın riski de inanıp inanmayan arasındaki farkın dünya ötesi hayatta tecelli bulacak olmasıdır. Risk yok diyen, güneş çıktığında elleriyle gözlerini kapatıp güneş yok diyen gibidir. O orada mutlak surette durmaktadır; fakat kişi onu görmek, bilmek, idrak etmek istemez çünkü sonuçlarından ve yaptırımlarından korkar. Cezai sorumluluğa girmeyi istemez; ancak bunu yapmakla hiçbir yere kaçamayacağı gibi daha büyük kötü muameleye uğrayacağı da apaçık ortadadır...

Yani siz korkudan inanıyorsunuz......

Bu yazdıklarınıza Pascal'ın bahsi denir.

Araştırın. Tartışılmıştır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Guest kafakoparan

Yani siz korkudan inanıyorsunuz......

Bu yazdıklarınıza Pascal'ın bahsi denir.

Araştırın. Tartışılmıştır.

Benim inancımın temeli mantığımdır. Gördüğüm şeyi yok diye inkâr etmem aptallık olacağından onu araştırma yoluna giderim. Kur'an-ı Kerim'in yaklaşık 1400 sene öncesinden tamamlanıp şu anki halinde korunarak değişmeden günümüze kadar geldiği tarih kaynaklarından, yazılmış olan yüzbinlerce eserde belirtildiği üzere sabittir. Yani böyle bir kitabın var olmadığı tartışma konusu bile olamaz. Bu kitabın bir insan veya insanlar tarafından hatta peygamber olduğunu ilan eden bir şahs-ı manevi tarafından bile yazılamayacağı kanaatindeyim. Ayrıca belirtildiği üzere bu yüce kitabın indirildiği peygamber Hz. Muhammed(a.s.) okuma yazma bilmeyen bir bireyken bu hikmete nail oluyor ve gerek kalbiyle gerekse kulaklarıyla işitip idrak ettiklerini bir bir aktararak kayıt altına aldıttırıyor. Bu kelamın yüce yaratıcının değil de bir insanın uydurması olduğuna inanmak benim inancımdan çok daha mantıksız. Kaldı ki Kur'an'da belirtildiği üzere, o dönemdeki kafirlere bir meydan okuma söz konusudur ve bu meydan okuma hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Dünya'daki tüm insanlar bir araya gelseler bile Kur'an-ı Kerim'deki ayetlere benzer bir metin oluşturamazlar. İşte bu husus üzere ben Allah'ın varlığına tereddütsüz inanıyorum. Kaldı ki diğer nimetlerin de onun varlığının kanıtı olduğunu anlatmak bile gereksiz diye düşünüyorum. Bu temeki korku olan bir inanç değil, aksine sevgi ve saygı olan bir felsefedir. Pascal'ın bahsiyle benim konumumun uzaktan yakından ilişkisi bulunmamaktadır...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kafakoparan;

Bir insan her ne kadar düşüncesini sınırsız ve özgür bıraksa da edinebileceği bilginin kendisi sınırlı olduğundan yeterli kesinliğe ulaşamaz. Nihayetinde kesin bir bilgiye ulaşamadığı noktada devreye farklı alterenatifler girer.-kafakoparan-

Yukaridaki cumle sadece bilimin epistemolojik bilimselliginin surekli suregelen surec temelli gelisiminin bilinc ve farkina varmis, beyinler icin gecerli degildir.

Bilgi bilim olarak hic bir zaman kelinlige ulasmaz. Yanlislanir, yenilenir ve degisir.

Bilimsel virgulu noktaladin anda inanc baslar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Benim inancımın temeli mantığımdır. Gördüğüm şeyi yok diye inkâr etmem aptallık olacağından onu araştırma yoluna giderim. Kur'an-ı Kerim'in yaklaşık 1400 sene öncesinden tamamlanıp şu anki halinde korunarak değişmeden günümüze kadar geldiği tarih kaynaklarından, yazılmış olan yüzbinlerce eserde belirtildiği üzere sabittir. Yani böyle bir kitabın var olmadığı tartışma konusu bile olamaz. Bu kitabın bir insan veya insanlar tarafından hatta peygamber olduğunu ilan eden bir şahs-ı manevi tarafından bile yazılamayacağı kanaatindeyim. Ayrıca belirtildiği üzere bu yüce kitabın indirildiği peygamber Hz. Muhammed(a.s.) okuma yazma bilmeyen bir bireyken bu hikmete nail oluyor ve gerek kalbiyle gerekse kulaklarıyla işitip idrak ettiklerini bir bir aktararak kayıt altına aldıttırıyor. Bu kelamın yüce yaratıcının değil de bir insanın uydurması olduğuna inanmak benim inancımdan çok daha mantıksız. Kaldı ki Kur'an'da belirtildiği üzere, o dönemdeki kafirlere bir meydan okuma söz konusudur ve bu meydan okuma hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Dünya'daki tüm insanlar bir araya gelseler bile Kur'an-ı Kerim'deki ayetlere benzer bir metin oluşturamazlar. İşte bu husus üzere ben Allah'ın varlığına tereddütsüz inanıyorum. Kaldı ki diğer nimetlerin de onun varlığının kanıtı olduğunu anlatmak bile gereksiz diye düşünüyorum. Bu temeki korku olan bir inanç değil, aksine sevgi ve saygı olan bir felsefedir. Pascal'ın bahsiyle benim konumumun uzaktan yakından ilişkisi bulunmamaktadır...

Senin inancının temeli mantık falan değil, sana öyle geliyor. Mantıklı düşünen insanların dinlere inanması mümkün değildir. Din sana ailenden, çevrenden miras kalmıştır.

Kuran'ın değişmediğini nereden biliyorsun, orijinalini gördün mü, o iddia edenler görmüşler mi? Hem değişmese ne olur, günümüze değişmeden gelen bir sürü belge var, hepsinin iddialarına inanmamız mı lazım?

Muhammed'in de ne karakterde bir insan olduğunu buradaki herkes biliyor, defalarca yazıldı. Böyle birisinin iddialarına hangi saf inanır?

Ebû Hüreyre ve Zeyd İbnu Hâlid el-Cühenî (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Bir bedevî, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelerek:

"- Ey Allah'ın Resûlü, Allah aşkına, hakkımda Allah'ın kitabıyla hükmet!" diye yemin verdi. Bundan daha fakih olan bir diğeri de:

"- Evet aramızda Kitabullah'la hükmet, bana da izin ver!" talebinde bulundu. Aleyhissalatu vesselam Efendimiz:

" Meramını söyle! (seni dinliyorum)" dedi. Adam:

"- Oğlum bunun yanında işçi idi. Karısıyla zinâ yaptı. Bana,"Oğlun için recm gerekir" dediler. Ben de hemen oğlum namına yüz koyunla bir cariyeyi fıdye verdim. Sonra bir de ilim adamlarına sordum. Bana: "Oğluna yüz deynek ve bir yıl sürgün cezası gerekir; bu adamın karısına da recm cezası icabeder" dediler" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"- Ruhumu kudret elinde tutan Zât'a yemin olsun ikinizin arasını Kitabullah uygun şekilde hükme bağlayacağım: Cariye ve koyunlar sana geri verilecek. Oğluna yüz sopa ve bir yıl sürgün tatbik edilecek" buyurdu. Sonra, Eslemli bir adama seslendi:

" Ey Üneys! bu zâtın hanımına git, eğer zinâyı itiraf ederse onu recmet gel!"

Üneys, kadına vardı. O suçunu itiraf etti. Resûlulluh (aleyhissalâtu vesselâm) emretti, kadın recmedildi."

Buhârî, Muhâribin 30, 32, 34, 38, 46, Vekâlet 13, Şehâdât 8, Sulh 5, Şurüt 9, Eymân 3, Ahkâm 39, Haberu'I-Vâhid I, İ'tisâm 2; Müslim, Hudud, 25, f1697,1698); Muvatta, Hudud 6, (2, 822); Tirmizî, Hudud 8, (1433); Ebü Dâvud, Hudud 25, (445); Nesâî, Kudât 21, (8, 240, 241); İbnu Mâce, Hudud 7, (2549).

http://hadis.ihya.org/buhari/hadisler.php?t2=ara&ara=%DCneys&yer=hadis

1010 - Seleme İbnu'l-Ekvâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gazve sırasında başımıza Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'i komutan tayin etti. Bu seferde müşriklerden bir gruba gece baskını yaptık. Onlardan çokça öldürüldü. Ben kendi elimle yedi kişi öldürdüm. Bunlar, farklı âilelerdendi. O gün parolamız: "Ey Mansur (yardım gören) öldür, öldür!" idi."

Ebu Dâvud, Cihâd 78, (2596),102, (2638).

5579 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Zeyneb'in iddeti tamamlanınca, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Zeyd radıyallahu anh'a: "Git onu bana (kendinden) iste!" dedi. Zeyd gitti. Zeyneb'e geldiği zaman hamurunu yoğuruyordu. Zeyd der ki: "Onu gördüğüm zaman içimde bir zorluk hissettim, ona bakamaz hale geldim. Sırtımı ona çevirerek, geri geri yaklaştım ve: "Ey Zeyneb! beni Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm gönderdi. Seni istiyor" dedim. Zeyneb: "Ben (istihare yoluyla) Rabbimle istişare etmeden bir şey yapacak durumda değilim!" dedi ve kalkıp mescidine gitti. Derken Resûlullah'a vahiy geldi. Aleyhissalâtu vesselâm kalkıp izin almadan Zeyneb'in evine girdi. Zeyd der ki: Gündüzün ilerlemesiyle Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın bize ekmek ve et yedirdiğini gördük.

Yemekten sonra hak çıkmış, bazı kimseler evde kalmış sohbet ediyordu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da çıktı, peşinden ben de çıktım. Hanımlarının hücrelerine birer birer uğrayıp selâm vermeye başladı. Onlar: "Ey Allah'ın Resûlü (yeni) hanımını nasıl buldun?" diyorlardı.

Hz. Enes radıyallahu anh der ki: "Bilemiyorum, "Halk çıktı!" diye ben mi haber verdim, başkası mı haber verdi. Aleyhissalâtu vesselâm gelip evine girdi. Ben de beraber girmek istedim. Benimle kendi arasına perde çekti. Örtünme ayeti nâzil oldu. Halk, kendilerine verilen öğütten derslerini aldı: "Ey iman edenler! Yemek için dâvet olunmadan Peygamber'in evine girip de orada yemek vaktini beklemeyin. Davet edildiğinizde ise girin, fakat yemeğinizi yedikten sonra sohbete dalmadan dağılın. Bu hareketiniz Peygamber'e eziyet verir. O da size bunu açıklamaktan sıkılır. Allah ise hakkı açıklamaktan çekinmez" (Ahzâb 53).

Müslim, Nikah 87, (1428); Nesai, Nikâh 26, (6, 79).

5581 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hayber'e geldi. Allah kaleyi fethetmeyi müyesser kılınca, kendisine Safiyye Bintu Huyey İbnu Ahtab'ın güzelliğinden bahsedildi. Safiyye'nin kocası savaş sırasında öldürülmüştü. Kadın daha yeni evlenmişti. Aleyhissalâtu vesselâm, ganimetten pay olarak kendisine onu seçti. Oradan Safiyye ile birlikte çıktılar. Revhâ nem mevkiye geldiler. Aleyhissalâtu vesselâm orada gerdek yaptı. Sonra küçük bir yaygı içerisinde hays (denen hurma, yağ ve keş'ten mamul bir yemek) hazırladı. Sonra bana: "Etrafındakileri çağır!" buyurdu. Bu, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın Safiyye için verdiği düğün yemeği idi. Sonra oradan Medine'ye hareket ettik. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Safiyye için, bineğinin terkisine bir örtü seriyordu. Sonra devesinin yanında çömelip dizini dayadı. Safiyye radıyallahû anhâ, dizine basarak deveye bindi."

Buhari, salat 12, Esan 6, Salatu'l-Havf 6, Cihad 102, 130, Menâkıb 27, Megazi 38; Müslim, Nikah 464, (1367); Ebu Davud, Harâc ve'l-İmaret 21, (2996, 2997, 2298); Nesai, Nikah 79, (6, 131-134).

5582 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Beni'l-Mustalik'ten Cüveyriye Bintu'l-Hâris, Sâbit İbnu Kays İbni Şemmâs radıyallahu anh'ın hissesine düşmüştü (esaretten kurtulmak için mukâtebe anlaşması yaptı). O, çok güzel bir kadındı, gözde onun için bir hisse vardı (gören göz haz duyardı). Mukâtebe bedelini ödemede yardım talep etmek üzere Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a geldi.

Hz. Aişe devamla der ki: "Cüveyriye kapıda durduğu vakit onu görünce durumu hoşuma gitmedi (Resûlullah'ın onu beğenip evlenmeye kalkacağından korktum). Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın da benim onda gördüğüm (güzelliği) göreceğini derhal anladım.

"Ey Allah'ın Resûlü dedi. Ben Hâris'in kızı Cüveyriye'yim. Durumum size meçhul değil. Ben Sâbit İbnu Kays'ın hissesine düştüm. Fakat hürriyetime kavuşmak için onunla mukâtebe yaptım. Size, mukâtebe (bedelini ödemem)de yardım istemek üzere geldim. Resûlullah:

"Sana ondan daha hayırlısını söylesem ne dersin?" buyurdular. Cüveyriye: "O nedir?" dedi.

"Senin yerine mukâtebe ücretini ödeyeyim ve seni zevce olarak alayım?" buyurdular. Cüveyriye de: "Kabul ediyorum!" dedi. (Bunun üzerine, Sabit İbnu Kays'a adam göndererek Cüveyriye'yi ondan talep etti. Sabit: "O senindir, Ey Allah'ın Resûlü! Annem babam sana feda olsun!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm mukâtebe ücretini hemen ödedi. Cüveyriye ile evlendiğini işitince ellerindeki esirleri salıp azad ettiler ve: "Bunlar Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın artık akrabalarıdır (esir olarak tutulamazlar)!" dediler. Hz. Aişe devamla der ki: "Kavmine ondan daha hayırlı bir kadın görmedik; onun sebebiyle Benî Mustalik'ten yüz aile halkı azad olundu."

Ebu Davud, Itk 2, (3931).

Link to post
Sitelerde Paylaş
Guest kafakoparan

Senin inancının temeli mantık falan değil, sana öyle geliyor. Mantıklı düşünen insanların dinlere inanması mümkün değildir. Din sana ailenden, çevrenden miras kalmıştır.

Kuran'ın değişmediğini nereden biliyorsun, orijinalini gördün mü, o iddia edenler görmüşler mi? Hem değişmese ne olur, günümüze değişmeden gelen bir sürü belge var, hepsinin iddialarına inanmamız mı lazım?

Muhammed'in de ne karakterde bir insan olduğunu buradaki herkes biliyor, defalarca yazıldı. Böyle birisinin iddialarına hangi saf inanır?

Ebû Hüreyre ve Zeyd İbnu Hâlid el-Cühenî (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Bir bedevî, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelerek:

"- Ey Allah'ın Resûlü, Allah aşkına, hakkımda Allah'ın kitabıyla hükmet!" diye yemin verdi. Bundan daha fakih olan bir diğeri de:

"- Evet aramızda Kitabullah'la hükmet, bana da izin ver!" talebinde bulundu. Aleyhissalatu vesselam Efendimiz:

" Meramını söyle! (seni dinliyorum)" dedi. Adam:

"- Oğlum bunun yanında işçi idi. Karısıyla zinâ yaptı. Bana,"Oğlun için recm gerekir" dediler. Ben de hemen oğlum namına yüz koyunla bir cariyeyi fıdye verdim. Sonra bir de ilim adamlarına sordum. Bana: "Oğluna yüz deynek ve bir yıl sürgün cezası gerekir; bu adamın karısına da recm cezası icabeder" dediler" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"- Ruhumu kudret elinde tutan Zât'a yemin olsun ikinizin arasını Kitabullah uygun şekilde hükme bağlayacağım: Cariye ve koyunlar sana geri verilecek. Oğluna yüz sopa ve bir yıl sürgün tatbik edilecek" buyurdu. Sonra, Eslemli bir adama seslendi:

" Ey Üneys! bu zâtın hanımına git, eğer zinâyı itiraf ederse onu recmet gel!"

Üneys, kadına vardı. O suçunu itiraf etti. Resûlulluh (aleyhissalâtu vesselâm) emretti, kadın recmedildi."

Buhârî, Muhâribin 30, 32, 34, 38, 46, Vekâlet 13, Şehâdât 8, Sulh 5, Şurüt 9, Eymân 3, Ahkâm 39, Haberu'I-Vâhid I, İ'tisâm 2; Müslim, Hudud, 25, f1697,1698); Muvatta, Hudud 6, (2, 822); Tirmizî, Hudud 8, (1433); Ebü Dâvud, Hudud 25, (445); Nesâî, Kudât 21, (8, 240, 241); İbnu Mâce, Hudud 7, (2549).

http://hadis.ihya.org/buhari/hadisler.php?t2=ara&ara=%DCneys&yer=hadis

1010 - Seleme İbnu'l-Ekvâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gazve sırasında başımıza Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'i komutan tayin etti. Bu seferde müşriklerden bir gruba gece baskını yaptık. Onlardan çokça öldürüldü. Ben kendi elimle yedi kişi öldürdüm. Bunlar, farklı âilelerdendi. O gün parolamız: "Ey Mansur (yardım gören) öldür, öldür!" idi."

Ebu Dâvud, Cihâd 78, (2596),102, (2638).

5579 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Zeyneb'in iddeti tamamlanınca, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Zeyd radıyallahu anh'a: "Git onu bana (kendinden) iste!" dedi. Zeyd gitti. Zeyneb'e geldiği zaman hamurunu yoğuruyordu. Zeyd der ki: "Onu gördüğüm zaman içimde bir zorluk hissettim, ona bakamaz hale geldim. Sırtımı ona çevirerek, geri geri yaklaştım ve: "Ey Zeyneb! beni Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm gönderdi. Seni istiyor" dedim. Zeyneb: "Ben (istihare yoluyla) Rabbimle istişare etmeden bir şey yapacak durumda değilim!" dedi ve kalkıp mescidine gitti. Derken Resûlullah'a vahiy geldi. Aleyhissalâtu vesselâm kalkıp izin almadan Zeyneb'in evine girdi. Zeyd der ki: Gündüzün ilerlemesiyle Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın bize ekmek ve et yedirdiğini gördük.

Yemekten sonra hak çıkmış, bazı kimseler evde kalmış sohbet ediyordu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da çıktı, peşinden ben de çıktım. Hanımlarının hücrelerine birer birer uğrayıp selâm vermeye başladı. Onlar: "Ey Allah'ın Resûlü (yeni) hanımını nasıl buldun?" diyorlardı.

Hz. Enes radıyallahu anh der ki: "Bilemiyorum, "Halk çıktı!" diye ben mi haber verdim, başkası mı haber verdi. Aleyhissalâtu vesselâm gelip evine girdi. Ben de beraber girmek istedim. Benimle kendi arasına perde çekti. Örtünme ayeti nâzil oldu. Halk, kendilerine verilen öğütten derslerini aldı: "Ey iman edenler! Yemek için dâvet olunmadan Peygamber'in evine girip de orada yemek vaktini beklemeyin. Davet edildiğinizde ise girin, fakat yemeğinizi yedikten sonra sohbete dalmadan dağılın. Bu hareketiniz Peygamber'e eziyet verir. O da size bunu açıklamaktan sıkılır. Allah ise hakkı açıklamaktan çekinmez" (Ahzâb 53).

Müslim, Nikah 87, (1428); Nesai, Nikâh 26, (6, 79).

5581 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hayber'e geldi. Allah kaleyi fethetmeyi müyesser kılınca, kendisine Safiyye Bintu Huyey İbnu Ahtab'ın güzelliğinden bahsedildi. Safiyye'nin kocası savaş sırasında öldürülmüştü. Kadın daha yeni evlenmişti. Aleyhissalâtu vesselâm, ganimetten pay olarak kendisine onu seçti. Oradan Safiyye ile birlikte çıktılar. Revhâ nem mevkiye geldiler. Aleyhissalâtu vesselâm orada gerdek yaptı. Sonra küçük bir yaygı içerisinde hays (denen hurma, yağ ve keş'ten mamul bir yemek) hazırladı. Sonra bana: "Etrafındakileri çağır!" buyurdu. Bu, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın Safiyye için verdiği düğün yemeği idi. Sonra oradan Medine'ye hareket ettik. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Safiyye için, bineğinin terkisine bir örtü seriyordu. Sonra devesinin yanında çömelip dizini dayadı. Safiyye radıyallahû anhâ, dizine basarak deveye bindi."

Buhari, salat 12, Esan 6, Salatu'l-Havf 6, Cihad 102, 130, Menâkıb 27, Megazi 38; Müslim, Nikah 464, (1367); Ebu Davud, Harâc ve'l-İmaret 21, (2996, 2997, 2298); Nesai, Nikah 79, (6, 131-134).

5582 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Beni'l-Mustalik'ten Cüveyriye Bintu'l-Hâris, Sâbit İbnu Kays İbni Şemmâs radıyallahu anh'ın hissesine düşmüştü (esaretten kurtulmak için mukâtebe anlaşması yaptı). O, çok güzel bir kadındı, gözde onun için bir hisse vardı (gören göz haz duyardı). Mukâtebe bedelini ödemede yardım talep etmek üzere Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a geldi.

Hz. Aişe devamla der ki: "Cüveyriye kapıda durduğu vakit onu görünce durumu hoşuma gitmedi (Resûlullah'ın onu beğenip evlenmeye kalkacağından korktum). Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın da benim onda gördüğüm (güzelliği) göreceğini derhal anladım.

"Ey Allah'ın Resûlü dedi. Ben Hâris'in kızı Cüveyriye'yim. Durumum size meçhul değil. Ben Sâbit İbnu Kays'ın hissesine düştüm. Fakat hürriyetime kavuşmak için onunla mukâtebe yaptım. Size, mukâtebe (bedelini ödemem)de yardım istemek üzere geldim. Resûlullah:

"Sana ondan daha hayırlısını söylesem ne dersin?" buyurdular. Cüveyriye: "O nedir?" dedi.

"Senin yerine mukâtebe ücretini ödeyeyim ve seni zevce olarak alayım?" buyurdular. Cüveyriye de: "Kabul ediyorum!" dedi. (Bunun üzerine, Sabit İbnu Kays'a adam göndererek Cüveyriye'yi ondan talep etti. Sabit: "O senindir, Ey Allah'ın Resûlü! Annem babam sana feda olsun!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm mukâtebe ücretini hemen ödedi. Cüveyriye ile evlendiğini işitince ellerindeki esirleri salıp azad ettiler ve: "Bunlar Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın artık akrabalarıdır (esir olarak tutulamazlar)!" dediler. Hz. Aişe devamla der ki: "Kavmine ondan daha hayırlı bir kadın görmedik; onun sebebiyle Benî Mustalik'ten yüz aile halkı azad olundu."

Ebu Davud, Itk 2, (3931).

Senin aksine dinin sadece mantıkla bulunabileceği kanaatindeyim. Görüş farklılığı var diye bundan hiç bahsetmeyecek değilim elbette. Bu arada Kur'an'ın orijinali diye birşey söz konusu değil. Kayıt altına alınması ve çoğaltılması tek kişi tarafından yapılmamıştır; fakat basımı sonradan bir olmuştur ve her nüshanın her harfi ve işareti tek tek karşılaştırılıp farklılık var mı yok mu kontrol edilmiş ve sağlaması yapılmıştır. Bugün o insanlar konuşamayacağımız için sorduğun sualin ne kadar saçma olduğunu da söylemek isterim. Kaldı ki sen bugün bir keramet görsen ona inanmaz uydurma işler dersin. Hz. Muhammed(s.a.v.)'in yapmış olduğu işlerin tümü kendi yorumu dışında gelişmiştir. Sürekli ilahi kudretle aracılar vasıtasıyla diyalog halinde olduğundan, yapması gereken şeyler ona vahiyy olunmuştur. Karakter meselesine gelince, okuduğunuzu ne kadar anladığınızı ve olayların arkasındaki asıl sebepleri görmediğinizi bildiğimden ötürü bu tür ithamlarınızın bilinçsizle yapılan iftiralardan öte geçmediğini belirtmek istiyorum. Son peygamberim yapmış olduğu her işin bir sebeb-i hikmeti vardır. Evliliklernin her birinin bir asıl amacı vardır. Örnek verecek olursak, anlayış ve mantık sahibi bir insan için son verdiğin hadis yeterli olacaktır. Deniyor ki: Hz. Aişe devamla der ki: "Kavmine ondan daha hayırlı bir kadın görmedik; onun sebebiyle Benî Mustalik'ten yüz aile halkı azad olundu." Yani burada peygamberin Cüveyriye(r.a) ile nikahının dünyevi haz ve şevk için değil bir amaç için kıyıldığını görüyoruz. Bu amacın da sebebi bir kabilenin esir kızı olan Hz. Cüveyriye'yi eş olarak kabul edip o kabileye mensup olan üyeleri kendisine ısındırmak, İslam'a yönelmelerini sağlamak, onları akrabalık bağı kurarak etrafında toplamak ve kendisine İslam'ın yayılması için yardımcı kılmaktı ve de isteği doğrultuda işler gerçekleşti ve bu nikahı duyan birçok akraba Medine'ye gidip müslüman olmuşlardır.

İşte bu hikmetlere mazhar olan insanların en hayırlısının yaptığı eylemleri bugünkü çağdaş saydığımız medeni hukuk ile bağdaştırıp yorumlamak kadar komik birşey olamaz. Ayrıca iddia edildiği gibi Kur'an-ı Kerim, Hz. peydgamberin iddia ettiği uydurma sözler olmadığı da açıktır. Tüm bilimin kaynağı yüce kitapta mevcuttur, görüp örnek almak da insana mahsustur.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Guest kafakoparan

Kafakoparan;

Bir insan her ne kadar düşüncesini sınırsız ve özgür bıraksa da edinebileceği bilginin kendisi sınırlı olduğundan yeterli kesinliğe ulaşamaz. Nihayetinde kesin bir bilgiye ulaşamadığı noktada devreye farklı alterenatifler girer.-kafakoparan-

Yukaridaki cumle sadece bilimin epistemolojik bilimselliginin surekli suregelen surec temelli gelisiminin bilinc ve farkina varmis, beyinler icin gecerli degildir.

Bilgi bilim olarak hic bir zaman kelinlige ulasmaz. Yanlislanir, yenilenir ve degisir.

Bilimsel virgulu noktaladin anda inanc baslar.

Benim de kastettiğim husus bu zaten. Madem bilgi tam olarak kesinliğe ulaşamaz ve insan da sadece algıladığı ölçüde bilgi sahibi olabilir, öyleyse asıl mesele bilginin kaynağına ulaşılması için çabalamaktır; aracı bilgilerde boğulup gerçeği aramak değil. Bilginin kaynağı da yüce yaratıcı olan Allah(c.c.)'tır ve ona ulaşmanın yolu inanç ve imandan geçer. Mantık bu doğrultuda insanı bir yere kadar götürür, yöneltir, sonrasında ise metafizik kavramlar ortaya girer. Dinde her ne kadar zorlama olmasa da kesin kuralları da dogmatiktir ve inanılması istenir. Bilimsel virgül meselesinde gelince, bu dünyadaki herşeyin sonu vardır ve elbet noktalamak gerekir ve noktalanacaktır da. Hal böyleyse bilimle bilginin kaynağına ulaşmayı beklemek boş çabadan başka birşey değildir. Kaldı ki bir inançsız insana daha önce hiç görmediği mucizevi bir olay gösterilse bile içindeki inanç isteğine yenik düşmemek için onu kabul etmeyebilir. Benim asıl merak ettiğim şey inançsızın neyi görüp de inanabilir bir vaziyete dönüşebileceğidir. Yani ne gösterilirse, ne olursa Allah'a inanır inançsız bir insan? Soruda da inançsız ve inanmak çelişkisi var görüldüğü gibi; ama benim düşünceme göre inançsız diye birşey yok ne yazık ki, sadece bir konu üzerinde o konuya inanmayan olabilir. Yoksa tanrı inancı olmayanın da inandığı başka değerler vardır kesinlikle...

Link to post
Sitelerde Paylaş

elbetteki inanmak daha büyük bir risktir. 1000lerce çeşit tanrıya inanmış inanan insan var. tanrının var olma ihtimali 1/2 * bu tanrının allah olma ihtimali 1/1000 = 1/2000

tanrıya inanmamak 1/2. yani allaha inanıp da kaybetmek 1999/2000 ken tanrıya inanmayıp kaybetmek 1/2 dir.

bol şans herkese :)

Link to post
Sitelerde Paylaş

bence inanmak daha mantıklı ya sizce.. :D

bencede inanmamak daha mantıklı inanırsamda cehenneme giderim ben benmi istedim nie yarattın beni die isyan ederim.

oku bak hz ademi yarattı sona havvayı kaburga kemiğindenmi neyse işte. sona şeytana secde et dedi. ama şeytan allahın dediğini yapmadı. yani ne demek: allahın dediği olmadı. neyse... sona cennetten kovuldu şeytan nereye kovulduysa efem bu intikam hırsıyla döndü geriye. ben abartıom biraz heyecanlı olsun die. cennete çaktırmadan girdi. gitti ademle havvayı kandırdı yasak elmadan yedirdi. elmada neden yasaksa yedikleri aslında elma değildi ayvaydı haydi hop dünyaya. 6 günde dünya hazırlandı bunlara. şeytan allahtan izin istedi :D hepisni kendi yoluma çevircem dedi allahta hadi verdim gitti dedi o gün bu gündür şeytan bi yandan peygamberler öbür yandan bizle uğraşır dururlar. buna inanmak hiç mantıklı değil...

tarihinde garibist tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Kul ile Allah arasındaki ilişki açıkça belirtilmiştir. Bir taraf bakıma ve korunmaya muhtaç aciz ama değer verilen insan, diğer taraf her türlü isteğini dilediği anda yerine getirebilme kudretine kendinden sahip, hiçbir dinamizme ihtiyaç duymayan, kendine ihtiyaç duyulan yüce yaratıcı sahip. Bir eşya ile sahibi arasındaki ilişki nasılsa, kul ile rabbi arasındaki ilişki de buna benzer ama bundan çok daha özel ve yakındır. Hz. Zekeriya Allah'a hayırlı bir nesle sahip olmak için dua eder. Rabbinin herşeyi yapabileceğinden elbette şüphesi yoktur; fakat kendisine vereceği değeri görmek ister. İlerleyen yaşına ve eşinin çocuk doğurmaya elverişli olmayan yapısına rağmen(kısır) dilekte bulunup Allah'ın lütfuna sığınır ve Allah da bu isteğini kabul eder. Hz. Zekeriya, "ben ve eşim bu haldeyken nasıl çocuğumuz olacak ya Rab" diye sorduğunda aslında rabbinin kendisine vermiş olduğu değeri ve O'na karşı olan sevgi merakından ötürüdür. Yani "rabbimin kudretini biliyorum ama onu görmek beni çok sevindirecek" mantığındadır ki bu çok doğaldır. Bu Hz. Zekeriya'ya verilen bir mucizedir, diğer tüm peygamberlerin de kendilerine has mucizeleri vardır. İşte bu olayla Allah'ın ilintisi bundan ötürüdür. Kulun isteği ve Allah'ın muradı...

Sayın kafakoparan mucizeler Allah katındadır.Oda Kendinden kendinedir.Beşer Nefsinin Allahıdır.ve o Allah nefste birlik ister.Yoksa zahiri yaşamda mucize olmaz her şey tabiat kanunları çerçevesindedir.Selamlar.

tarihinde gerçekçi53 tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...