Jump to content

Hayvansal İşlevlerdeki Düzenden Sorumlu Santral Otorite Nedir?


Recommended Posts

En küçük böcekle, en büyük hayvan olan mavi balina arasında milyonlarca hayvan türü var.

Bütün hayvanların ortak özelliği, vücutlarının kendileri için normal kabul edilen bir dizi işleve sahip olmaları.

Hayvan vücudundaki bu mükemmel organizasyondan ne sorumludur?

İnsan vücudundan bahsetmiyorum. Çünkü insan vücudu özel bir hayvan vücudu değildir. Olağan ve sıradan bir vücuttur.

Bir karınca veya arı kadar bile özgün ve sıra dışı değildir.

Üzerinde durmak istediğim sorun, hayvanlarda karşılaşılan ve işlevsellikten sorumlu organizasyondan, neyin sorumlu olduğudur.

Hayvanların hepsinin davranışlarında bir amaç vardır. Karınca ise karınca gibi yaşıyor, kartalsa ona uygun bir yaşam sergiliyor. Hayvanların kendileri için uygun bir yaşama sahip olabilmeleri için vücutlarındaki doku ve organların bir düzen dahilinde işlev yapmaları gerekmektedir. Bu düzenden nasıl bir sistem sorumludur?

Sorunu biraz daha açalım.

Soruna daha iyi açıklamak için örnek olarak bir insanı ele alalım.

İnsan yavrusu doğduktan sonra, dişleri çıkıyor, büyüyor, bilinçleniyor, yürüyor, konuşuyor, dökülen dişlerinin yerine yenileri çıkıyor, boyu uzuyor, kilosu artıyor, beyni ve organları büyüyor, gelişiyor, belli bir yaşta erginliğe ulaşıyor. Daha sonra çiftleşiyor, çocuk sahibi oluyor..

Doğan bebek erişginleşip belli bir yaşa kadar yaşıyor ve sonunda çeşitli nedenlerden ölüyor.

Bütün bunlar kendiliğinden olan fizyolojik süreçler. Hiçbiri için dışardan bir müdahaleye gerek duyulmuyor. Hepsi kendiliğinden gerçekleşiyor.

Hayvan vücüdu nasıl oluyor da, içinde yaşadığı koşullara uygun bir takım işlevsel davranışlarda bulunabiliyor.

Hayvan vücudunun nasıl davranması gerektiğini ona dikte eden, onu yaşına göre belli davranışlar sergilemeye zorlayan santral bir otorite mi var?

Doku ve organlar arasında sürekli bir ilişki olmak zorunda. Ve bu ilişkinin ayrıca canlının yaşamı için son derece dar sınırlar arasında tutulması gerekli.

Örneğin bebeğin kalıcı dişleri meme emerken değil de yıllar sonra çıkıyor. Çocuk cinsel erişginliğe ancak uzun yıllar sonra ulaşabiliyor.

Bütün bu düzenden, harmoniden, uyumdan santral bir otorite mi sorumlu? Bu müthiş organizsayondan ne sorumlu?

Bu nasıl bir organizasyon? Nasıl bu kadar düzenli olabiliyor?

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 73
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

"Müthiş organizasyon", "mükemmel düzen" gibi sözler "takva sahibi" dindarların sözlerini hatırlattı bana.

Forum biyoloğu Anibal'in aslında ne kadar "boktan" bir organizasyon olduğu konusundaki cevabını bekleyeceğim.Onun müthiş organizasyondan dem vuracağını sanmam ve umarım yanılmam.

tarihinde Beta tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

bir at düşünelim mesela..

ya da ceylan, yada geyik..

ve hatta insan yavrusu, çocuk felan..

hiç farketmez..

hiçbirinde uyum/düzen vb. göremiyorum ben açıkçası

at koşuyor koşuyor mesela..

taşa kayaya felan bişiye takılıp düşüyor..

atın sağ ön ayağında kanama oluyor düşüp dizini topraktaki bir taş parçasına çarptığı için..

sonra ne oluyor peki ?

at istese de

istemese de..

o yara, kabuk bağlıyor..

yani at'ın metebolizması var..

yaranın farkına varıyor.. ve kabuk bağlıyor,

sonra yeniden cilt üretiyor o metabolizma..

kendi kendini iyileştiren ve hatta kısmen tedavi eden bir metabolizma bu..

aynısı bizde (insanlarda) de var..

aramızda doktorlar var

tıbbi bir konu gibi göründüğü için bana bu

onlar elbette benden daha iyi açıklarlar bu durumu..

bence:

genetik dürtülerin "önüne geçmek/arınmak"

sağlıklı bir hayvan/insan için pek mümkün görünmüyor..

varolmaya, ve varlığımızı sürdürmeye dair dürtülerimiz var canlılar olarak..

hayatı tehlikeye düşerse bir insanın/hayvanın, onun için artık hayatta kalmak dürtüsü

diğer tüm dürtülerden daha öncelikli hale gelir..

normal hızından, daha hızlı koşar mesela kaçıyorsa..

akciğerleri daha çok hava, (varsa eğer) kalbi daha çok kan pompalar..

ayrıca sadece hayatta kalmak da değil..

üremek de dürtülerimizden biri..

acıkmak da, uyumak da..

beslenme alışkanlıklarımız bile evrilebiliyor bulunduğumuz coğrafyaya göre..

Link to post
Sitelerde Paylaş

"Müthiş organizasyon", "mükemmel düzen" gibi sözler "takva sahibi" dindarların sözlerini hatırlattı bana.

Forum biyoloğu Anibal'in aslında ne kadar "boktan" bir organizasyon olduğu konusundaki cevabını bekleyeceğim.Onun müthiş organizasyondan dem vuracağını sanmam ve umarım yanılmam.

Anibal'i boşver. Doğru yoldasın.. Sen yanıtlamaya çalış o zaman.

Mükemmel değilse neden değil?

Bir organizasyonun varlığı kesin. Ama o organizasyon neden müthiş değil? Hatta müthiş de olabilir ama neden son derece mükemmel değil?

Ayrıca canlı vücudunun organizasyonu için kimse boktan diyemez. Bu aptalca bir iddia olur.

Çünkü boktan olmadığını çok iyi biliyoruz. Boktan olmadığının sayısız delilleri var.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Birisi

Evrim süreç ve mekanizmaları ile bedensel organisazyonların nasıl oluştuğunu anlatmalı.

Anibal da iyi becerir.

Sevgiler.

Anibal hiçbirşeyi anlatamaz.

Anibal iddiaları çürütmeye çalışır.

Bu konuda kendi görüşleri olduğunu sanmıyorum.

Benim bir teorim var bu konuda ama onu sona bırakacağım.

Anibal ondan sonra tartışmalara katılacak ve itiraz etmeye başlayacaktır.

Ben teorimi ortaya atıncaya kadar Anibal'in tartışmalara katılacağını sanmıyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bir organizasyonun varlığı kesin. Ama o organizasyon neden müthiş değil? Hatta müthiş de olabilir ama neden son derece mükemmel değil?

Organizasyon belirli bir süre icin saglikli isliyor. Genler yaslanmya ve ölüme dogru vücudu yönlendiriyor,hastaliklarda genlerden gelebiliyor.

En basit,bir mikrop,virus dahi canliyi öldürebiliyor.

Kaybedilen bir avuz,organ her canlida yeniden olusmuyor. (Kertenkelede kaybolan kuyruk yeniden cikar.)

Mükemmel olmasi icin.

Mükemeligini sonsuza kadar korumasi,koruyabilmesi gerek Organizmanin.

tarihinde BayBoyut tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Yazimi düzelticektim vakit gecmis Pardon.

Genler ile ilgisi var. Bir fareye kemirmeyi kimse ögretmez. Yani genlerden gelen bir sey,kalitsal.

Yani sen bu organizasyondan genler sorumlu diyorsun.

Kısaca bize bunun mekanizmasından bahsedebilir misin?

Bu arada biz mükemmellikten farklı şeyler anlıyoruz.

60 trilyon hücreyi bir arada tutabilecek bir mükemmelik bu.

Hiç de yabana atılmayacak bir mükemmellik..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Güzel bir soru bu Hacı,

Cevabı bilmiyorum bir ara araştırırım.

Fikir yürütmek gerekirse canlıda bir çok şey medyatör-reseptör regülasyonu ile ilgili ki bu konu tam buna uygun bir konu gibi gözüküyor. Ama senin sorun ne oluyorda bu regülasyon x yaşında böyle bir düzenlemeye gidiyor gibi. Ergenlikle ilgili hatırladığım şeylerden biri kadınlar ile ilgili olanı örneğin ergenlik için belirli bir yağ kütlesi gerektiği bu oluşmadsığı zaman ergenliğin geciktiği erken dönemde fazla yağ kütlesi olursa ergenliğin daha erken başladığı. Tabi bunun tek etken olmadığı ortada ama etkenlerin buna benzer mekanizmalarla geliştiğini düşünmek yanıltıcı olmaz sanırım. Konuyu araştırmak gerek bilinen etkenler ne diye buradan sağlıklı bir yorum çıkabilir diye düşünüyorum.

Senin görüşünü de duymak isteriz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu benim araştırma projelerimden birisi Alpçakır kardeşim.

Üzerinde uzun zamandır araştırdığım ve düşündüğüm bir konu.

Üzerinde uzun zaman düşündükten sonra oldukça ilginç, hatta çarpıcı ve çok tartışmalı olacak bir sonuca vardım.

O sonucu paylaşmak istiyorum.

Ama hemen değil..

Konu biraz olgunlaştıktan sonra.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yani sen bu organizasyondan genler sorumlu diyorsun.

Kısaca bize bunun mekanizmasından bahsedebilir misin?

Bu arada biz mükemmellikten farklı şeyler anlıyoruz.

60 trilyon hücreyi bir arada tutabilecek bir mükemmelik bu.

Hiç de yabana atılmayacak bir mükemmellik..

Haci abi ben bu konuda bir okul okumadim. Bilmsel terimleri fazla bilmiyorum.

Mükemelin ötesi olabilmesi,saheser olmasi icin bu genetik mekanizmanin. Canlinin hayatinda karsilacagi her türlü sorunlara,hastaliklara karsi vücudunda bunlara care olucak seyleri,derhal bulmasi,üretmesi ve bunlari derhal Genlerinde kotlamasi ve gelicek nesilerine aktarabilmesi lazim..

Bu sürec canlilarda cok yavas isliyor. Bunada Evrim deniyor. Milyon,Milyarlarca yil sürebiliyor. Buda sunu gösteriyor. Hücreler arasi bilgi alisverisi,tanimlama,benimseme mekanizmasi,yeni bilinmeyen seylerde,cok yavas isliyor.

Bir canli bu 6 milyar hücreyi (Bir Vücutda) toplayabilmesi bile Milyar yil sürüyor.

Tek Hücreli, terliksilerden Dünyadaki tüm canlilar türemis.

Hücre sayisi ne kadar az ise. Bilincide azdir.Gen sayisida azdir.Hücreler cogaldikca mükemeliktde artiyor.

Ayni boyda ayni kiloda olan iki ayri cins Vücutaki Hücre sayilari arasinda büyük farkliliklar var.

Misal:Bir Sempanzeye karsi ayni ene boya kiloya sahip bir Insan. Insanin begnindeki hücre sayisi Sempanzeye oranla daha coktur.

Evet birde Insanin 1 Geni Sempanzeden daha fazlaymis diye okumustum.

Söylede diyebilirim. 6 milyar Hücreyi bir arada tutan: Hücreler arasi harmoni,anlasma,bilme ,tanima,akzeptanz..

Bir deyimle Genetik bilgi (tecrübe).

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yaşam en basit şekilde 3.7 milyar yıl önce yaşamış . Şu hayatımda bir kaç yılda hangi türlerin yok olup hangi yeni türlerin keşfedildiğine tanık olunca 3.7 milyar yıl bana herşeyi açıklamaya yetiyor .

Bu uzun bir süreç . Sürecin değişmez niteliği olan değişim bu karmaşıklığın asıl nedeni . Bi yan nedeni ise değişimle beraber gelen a-mükemmellik .

Yani mükemmel olmayan yapıların belli bir süreç etrafında değişirken yaptıkları hatalar .

Canlılık kopyalanma üzerine oluşmuş bir sistemdir . Bu kopyalamalar a-mükemmel oluşumlar oldukları için şu anda bu (bize göre) karmaşık yapılara tanık olmaktayız .

Link to post
Sitelerde Paylaş

Canlıların doğada tutundukları nichle ilgili varlıklarını sürdürebilmeleri için gerekli, kendilerini oluşturan organ ve dokuların organizasyonundan ve ahenkli bir şekilde çalışmasından sorumlu bir otoritenin varlığını kurgulamak, ütopik bir düşünce değildir. Oldukça mantıklıdır. Çünkü canlılar açıkça bütünlüklerini koruyup varlıklarını sürdürmekte ve çeşitli koşullara uymakta çoğu kere fazla bir zorlukla karşılaşmamaktadırlar. Ancak hiçbir canlının yapısında bunu sağlayan santral bir otorite veya mekanizma ile karşılaşılmamıştır.

Bu konuda akla ilk gelen canlının genleri ve onları içeren genomdur. Ama genomun santral bir otorite gibi davranmadığını çok iyi biliyoruz. Bütün hücrelerdeki genlere hükmederek onların etkinliklerini denetleyen santral bir gen veya genler topluluğu mevcut değildir. Genler birbirleri ile etkileşseler de, etkinliklerini düzenli bir şekilde manifest etmemektedirler. Genlerin bu özelliğine ilerde ayrıntılı bir şekilde değineceğiz. İnsan vücudunda mevcut 60 trilyon hücrenin genetik materyeli, bir avuç santral gen tarafından, özel durumlarda belli bir amaca hizmet etmek üzere harekete geçirilip, yönlendirilemez.

Her ne kadar vücudun doku ve organları arasında, onların ahenkli bir şekilde işlev yapmalarını sağlayan bazı mekanizmalar varsa da, onların santral bir otorite olduğuna veya canlının santral bir otorite tarafından manüple edildiğine dair deliller yoktur. Adının başında santral olmasına rağmen santral sinir sistemi, böyle bir santral otorite değildir. Sinir sisteminin doku ve organların işlevlerine olan katkısı sınırlıdır. Doku ve organların birçoğu sinir sisteminin katkıları olmadan da işlevlerini normal veya normale yakın bir şekilde yerine getirebilirler. Beyin ölümü gerçekleşen hamile kadınlar zamanında doğum yapabilirler.

Organ ve dokular arasında, onlar için hayati önemi olan çok sayıda kimyasal madde alış verişini sağlayan dolaşım sistemi santral otorite olabilir mi? Dolaşım sisteminin canlının varlığını sürdürmedeki önemi, santral sinir sisteminden daha fazladır. Çünkü bu sistemin merkezinde yer alan kalbin işlevinin durması ölümle özdeştir. Kalp kan pompalayan mekanik bir alettir. Her ne kadar otonomik sinirlerle donanmışsa da, işlevsel olarak sinir sisteminden bağımsızdır. Kalp kendi sinir sistemine sahiptir. Kalp transplantasyonlarında bunu açıkça gözlemlemekteyiz. Dolaşım sistemini oluşturan ve kalpten ayrıldıktan sonra giderek incelen arterlerle, kanı kalbe doğru taşıyan ve giderek kalınlaşan venlerin de karar veren santral bir otorite gibi davranmadıklarını biliyoruz. Dolaşım sistemi karar veren değil, kanı taşıyan ve ileten, edilgen bir sistemdir.

Endokrin sistem de santral otoriteye benzer yaygın etkilere sahiptir. Bu sistem vücudun çeşitli yerlerinde dağılmış bezlerden ve irili ufaklı hücre gruplarından oluşmuştur. En iyi bilinenleri arasında hipofiz, tiroid, adrenal, pankreas, testisler ve overler vardır. Ama endokrin sistem onların dışında vücudun her tarafına dağılmış sayısız diyebileceğimiz kadar çok, küçük gruplar ve bezler oluşturan hücreler tarafından da temsil edilir. Hormonlar endokrin sistem tarafından salgılanır. Çoğu yaygın bir etkiye sahiptir. Ama yerel ve sınırlı etkilere sahip hormonlar da vardır. Endokrin bezler etkilerini salgılarını kana boşaltarak gösterirler. Sinirleri izleyerek hedeflerine ulaşan hormonlar da vardır. Yaygın ve çeşitli etkilerine rağmen veya onlardan dolayı, endokrin sistemi santral bir otorite olarak nitelendirmek doğru değildir.

Görüldüğü üzere her canlının vücudu santral bir otorite tarafından yönetiliyor izlenim uyandırmasına rağmen, öyle bir otoriteye ait anatomik bir alt yapıdan yoksundur. Bu otorite daha çok soyut bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. İlginç olarak bu soyut kavram somut bir etkiye sahip olup, canlının bütün doku ve organları arasındaki karmaşık ilişkilerin ahenkli bir şekilde idamesinden sorumludur. Ortada santral bir otoritenin olması gerektiğini telkin eden gözlemlerin varlığına rağmen, öyle bir otoriteye ait anatomik bir alt yapının olmaması ilginç bir çelişki oluşturmaktdır.

Bu tartışmalarda ben gerektiği yerde bir hayvan türü olan insanla ilgili örnekler vereceğim. Buna baş vurmamın nedeni, insanın üstün bir canlı olması değildir. Mesleğim gereği benim insanı her yönü ile çok iyi tanımamdır. İnsan aklı dışında hiçbir özelliği olmayan, sıradan bir hayvan türüdür.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Dolaşım sisteminin santral bir otorite olmadığı konusunda fikir birliğine varmanın nisbeten kolay olduğunu düşünüyorum.

Ama aynı iddiayı sinir sistemi için de ileri sürmeden önce, bazı sorunlara açıklık getirmemiz gerekiyor.

Sinir sistemini santral ve periferik (çevresel) olmak üzere ikiye ayırarak inceleyebiliriz.

Periferik sinir sistemi, santral sinir sisteminin devamıdır.

Ayrıca bir de otonomik sinir sistemi vardır ki o da sempatik ve parasempatik olmak üzere ikiye ayrılır.

Otonomik sinir sistemi istemsizdir.

Periferik sinir sistemi istemli ve istemsiz olarak ikiye ayrılabilir.

Santral sinir sistemi hiyerarşik olarak dizilmiş, anatomik olarak farklı bir yapıya sahip dokulardan oluşmuştur.

Bu sistem kendisine ulaşan sinyalleri çeşitli düzeylerde değerlendirir ve onlara gerekli yanıtı verir.

Sinyalleri önemlerine göre sınıflandırmak mümkündür.

Akut ağrı ileten sinyaller önce omurilikte değerlendirilir ve bazı refleksler aracılığı ile anında ve hızla yanıtlanır.

Ateşe dokunan elin ani bir refleks hareketle geri çekilmesi gibi.

Hemen her doku ve organa birçok dal gönderen sinis sistemini santral otorite olarak düşünmek hiç de mantıksız değildir.

Ama sinir sistemi bu doku ve organların çoğunu yakından denetlemez.

Sinir sisteminden en çok etkilenen dokular çizgili kaslardır.

İç organların çok sayıda sinir lifleri ile donanmış olmalarına rağmen, işlevleri onların varlığını gerektirmez.

Organlar onlar olsa da işlevlerini yaparlar, olmasa da. Bu nedenden akciğer, kalp, karaciğer ve böbrek transplantasyonları yapılabilir.

Çizgili kasların dışında vücüdun hiçbir doku ve organı sinir sistemi tarafından sıkı bir denetime tabi değildir.

Sinir sistemi çizgili kaslar dışında, daha çok ince ayarlar yapmakla görevlidir.

Sinir sistemi, oldukça yakın olmasına rağmen, santral otorite olacak niteliklerden yoksundur.

En küçük bakteriden, en büyük balinaya kadar, canlıların vücudunda santral otorite olmaya aday ayrı bir yapı mevcut değildir.

Bütün bu gözlemlere rağmen canlı vücudu santral bir otoritenin varlığını düşündüren davranışlar sergilemektedir.

Kan, organların hemen tümünün işlevlerini doğru olarak yansıtan bir sıvıdır.

Vücudun pH'sı (asit baz dengesi) son derece dar sınırlar arasında tutulur.

Ayrıca kan şekeri, kalsyum, manganez, bakır gibi mineraller, protein ve enzimler, çeşitli hormonlar vücudun normal etkinlik göstermesi için, dar sınırlar arasında tutulmak zorundadırlar. Canlı vücudu bütün bunları sağlayan santral bir mekanizmadan yoksundur.

Buna rağmen bu değerler ve diğerleri sağlıklı canlılarda hemen her zaman dar sınırlar arasında yer alırlar.

Bu denge homeostasis olarak da bilinir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Homeostazis eski Yunanca bir terim olup iki kelimenin bir araya gelmesinden oluşmuştur.

Homoe benzer anlamına gelir. Stasis ise hareketsiz durmak demektir.

Kabaca hep aynı kalmak anlamına gelen homeostasis, bir sistemin iç ortamını kontrol etmek ve sıcaklık ve asit baz dengesi gibi değerlerin dar sınırlar içinde kalmasını sağlayarak idame ettirmek özelliği olarak tanımlanabilir.

Canlı organizmalar için kullanılan iç ortam kavramı ilk defa 1865 yılında Calude Bernard tarafından ortaya atılmıştır.

Homestazis bu kavramdan türemiştir.

Çeşitli sistemlere ait çok sayıda değer, o sistemlere hükmeden santral bir otorite olmamasına rağmen, bazı sabit değerler arasında tutulur.

Bu şekilde oluşan dinamik denge, dar sınırlar arasında kalmak üzere kendi kendini ayarlar.

Canlı vücudunda çok sayıda doku ve organın yer almasına ve onların birbirlerinden nisbeten bağımsız işlevlere sahip olmalarına rağmen, homeostazis sağlanmakta ve idame ettirilmektedir.

Homeostazis canlının bütün ömrü boyunca devam eder.

Homeostazis sırasında idame ettirilen değerlerin birçoğu yaşam için gereklidir.

Onlardaki hafif sapmalar hastalıklara, aşırı sapmalar ise ölümlere neden olacaktır.

Kan dolaşımının bir parçası olan her doku ve organ homoestasise katkıda bulunacaktır.

Bazı organlar bazı değerlerle diğerlerinden daha fazla ilgilidirler.

Örneğin kanın oksijen ve karbondioksit düzeyinden akciğerler, kan şekeri düzeyinden pankreas beta hücreleri, üreden böbrekler diğer organlardan daha fazla sorumludur.

Yine de hemen her doku ve organın homeostazise az ya da çok katılım payı vardır.

Bütün bu farklı oranlarda katılıma rağmen, homoestazis oldukça dar sınırlar içinde tutulmakta ve idame ettirilebilmektedir.

Zaten bu bir zorunluktur. Homeosatazis sağlanmadan canlılık mümkün değildir.

Değişgenleri oldukça çok ve farklı olan homeostazis, kendisini sağlayacak santral bir otoritenin yokluğuna rağmen, nasıl ortaya çıkmakta ve idame ettirilmektedir?

Link to post
Sitelerde Paylaş
Değişgenleri oldukça çok ve farklı olan homeostazis, kendisini sağlayacak santral bir otoritenin yokluğuna rağmen, nasıl ortaya çıkmakta ve idame ettirilmektedir?

haci,

yazıyı dikkatle ve ilgiyle okudum..

okurken, "beyin ölümü gerçekleşen hamile kadınların zamanında doğum yapabilmesi" ile ilgili bölüm çok dikkatimi çekti..

bu vak'alarda; cenin'in sağlıklı doğum oranına/olasılığına dair istatistiksel bir veriye sahip miyiz ?

eğer sahipsek, ne kadarlık bir olasılıkla sağlıklı cenin doğumu sağlanabiliyor ?

eğer sahip değilsek o verilere, cenin'in doğumdan sonraki durumuna dair bilgi verirsen çok memnun olurum..

santral otoritenin yokluğu benim için çok enteresan bi konu açıkçası..

olmasın zaten öyle bir otorite

ama canlılığın, hemde "sağlıklı canlılığın" olmazsa olmazı ise Homeostasis

ve de santral otorite arıyorsak bu iç ortam'a

buna sosyolojinin vereceği yanıt "kişinin ve çevresindekilerin/dışındakilerin stress dengesiyle birlikte kurduğu iletişim" olabilir bi ihtimal..

psikiyatrinin vereceği yanıtı ben şahsen bilemem

ama tahmin(!) edersem, psikiyatristler; "tercih yapabilme yetisi" şeklinde bir kriter belirleyebilir bu santral otorite için

gerek stress dengesi için, gerek tercih yapabilme yetisi için,

bize açık bir şuur ve farkındalık hali de gerekebilir..

+ merak ettiğim bir konu var:

bilgilendirirseniz memnun olurum..

madem bu Homeostasis (iç ortam) anatomik açıdan "santral otoritenin yokluğuna" rağmen

uyumla işleyen metabolizmamızın dengesini(!) temsil ediyor,

o halde abiyogenez/biyogenez teorilerinde, bu yukarda sorduğunuz soruya bir cevap bulamıyormuyuz ?

canlılığın başlangıcı ile değil miydi o teoriler ?

RNA yalan mı ?

DNA yetersiz mi ?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Cenin şekillenmeye başlarken, göz, kulak, kol, el, kalp gibi yapılar oluşmaya başlarken, her hücre aynı genetik bilgiye sahipken nasıl özelleşip farklı organ ve yapılara dönüştüğüne dair olan durum en son hatırladığım kadarıyla muğlaklığını koruyor. Ceninin yapısında bir takım sinyallerin varlığından söz ediliyordu.. Ayrıca, belirtildiği gibi, canlı doğduktan sonra neden diş çıksın, neden boy uzasın, neden? Nasılını az çok gözlemleyebiliyoruz, evrimsel gözlemler yapılabildiği gibi, ama neden sorusu? Sanırım nasılların çok çok derinlerine tam olarak ulaşamadığımızdandır. Nedenle ve nasılın birleştiği o notaya varmak kolay değil.. Beyindeki ben-farkındalık merkezi bile beyinde küçük bir yapıdır. Ama bu farkındalık bize üçüncü göz olmuştur. Matematikle ve matematikle anlamlandırdığımız işleyişlerle fiziki gözlerimizin göremediklerini görebiliyoruz artık. Ama bu üçüncü göz beyin hasarıyla ortadan kalksa bile canlı yaşamaya devam edebiliyor... Şöyle denebilir mi: Evrimsel gelişimde birikerek gelişme var ve hücresel ve dokusal ortaklıklar. Mitokondri gibi.. Organların zamanla baskın işlevlerinin değişmesi gibi.. Birikimlerden birisi arızalansa dahi diğer işlevler sürdüğü sürece canlı yaşamı devam edebilyior. Ama kan akışı durursa? Beyin ölümünden daha vahim sanırım.. Ve belki de gelecekte, beyni bedenden ayırıp beynin yaşamasını destekleyen mekanik veya hatta biyomekanik ortamlar da yapılabilecektir. Tüm bunlar bir elementi oluşturan atomun elektron, proton ve nötron bütünlüğü gibi düşünülebilir, yani atomları meydana getiren ve elementleri oluşturan uygun enerji farklılıkları. Öyle ki doku uyuşmazlıklarında vücut gelen yeni organı kabullenmeyebiliyor.. peki ama neden?

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...