Jump to content

Tanrı Sanrısı


Recommended Posts

Yüzyıllar boyu bilimin ilerlemesiyle insanların büyü sihir diye inandıkları şeylerin aslında basit doğa olayları olduğu ortaya çıktı. Yıldırımların tanrıların gazabı olarak algılanması gibi. Bilim bu fenomenleri tek tek aydınlatıp açıklama getirdi.

Bazen de biz bir fenomen olduk başka insanlar üzerinde. Yakın tarihte amazonlarda tesadüfen görülen medeniyetten uzak kabile gibi. Uçağa mızrak ve ok atmaya çalışarak belki de uçağı kötü bir varlık olarak algıladılar.

Yani yanlış anlaşılma ve inanma iç güdüsü aynı bulutlara baktığımızda bir çocuk yüzü ya da kuş görmeye benzer şekilde bazı olguları tanrı olarak bağdaştırmaya itmiş olabilir insanlığı. Burdan yola çıkarak tanrı diye inanılan olgunun aslında henüz bilimin karşılaşmadığı, çözemediği bir doğa fenomeni olabilir mi? İnsanları ve evrimi etkileyen, evreni etkileyen bir enerji?... Dahası bilim bir gün bunu da keşfedebilir mi? O zaman bilim bir nevi tanrıyı bulmuş olacak ironik olarak. Aslında o sadece fizik kanunlarının etkilediği bilinçsiz bir güç olacak belki ama inanan insanlar halen ona tapmaya devam edecek belki de büyük bir aşkla. Bu olabilir mi? Bilim tanrıyı keşfedebilir mi? Ya da insanların inandıkları şey gerçekte ne olabilir?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Benim en ilgimi çeken şey cinci hocalar olmuştur. Misal veriyim benim aile muhafazakardır. Ben daha küçükken cinci bir hocaya gitmiştik.

Ailedeki sorunları söylemişti direk. Annemle tanıdıklarımdan birinin (hatırlamıyorum cok önceydi) konuşmasını bizi hiç tanımayan bir adam kelimesi kelimesine söylemişti. Bir de forumdaki arkadaş var. Ona da aynı şekilde olmuş. Cocuklugunun arkadaşlarını tüm tanıdılarını her şeyini anlatmış ona da cinci hoca. Bu tesadüf de olamaz. Yani hala ateistim de bu soruların cevabını bekliyorum cidden. O kadar sacmalıgı görüp de müslüman olmak olmaz yani :)

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yüzyıllar boyu bilimin ilerlemesiyle insanların büyü sihir diye inandıkları şeylerin aslında basit doğa olayları olduğu ortaya çıktı. Yıldırımların tanrıların gazabı olarak algılanması gibi. Bilim bu fenomenleri tek tek aydınlatıp açıklama getirdi.

Bazen de biz bir fenomen olduk başka insanlar üzerinde. Yakın tarihte amazonlarda tesadüfen görülen medeniyetten uzak kabile gibi. Uçağa mızrak ve ok atmaya çalışarak belki de uçağı kötü bir varlık olarak algıladılar.

Yani yanlış anlaşılma ve inanma iç güdüsü aynı bulutlara baktığımızda bir çocuk yüzü ya da kuş görmeye benzer şekilde bazı olguları tanrı olarak bağdaştırmaya itmiş olabilir insanlığı. Burdan yola çıkarak tanrı diye inanılan olgunun aslında henüz bilimin karşılaşmadığı, çözemediği bir doğa fenomeni olabilir mi? İnsanları ve evrimi etkileyen, evreni etkileyen bir enerji?... Dahası bilim bir gün bunu da keşfedebilir mi? O zaman bilim bir nevi tanrıyı bulmuş olacak ironik olarak. Aslında o sadece fizik kanunlarının etkilediği bilinçsiz bir güç olacak belki ama inanan insanlar halen ona tapmaya devam edecek belki de büyük bir aşkla. Bu olabilir mi? Bilim tanrıyı keşfedebilir mi? Ya da insanların inandıkları şey gerçekte ne olabilir?

Yukaridakinin olmasi tamamen aklin tanrilastirma ayilimine ve bir fenomenin de tanrisi olduguna kendini inandirmasina ve bunu kendine kendince dogrulamasina baglidir. Bilimin bilimselligi olarak ise, fenomen goruntu verendir. Tanri ise teolojik olarak numenal bir degerdir ve bu numenal degeri, numenal yetisi ile insanoglu ortaya atar.

O yuzden bilimin bilimselliginde goruntu veren hic bir fenomen tanrilastirilmadikca, tanri olamaz. Yoksa eger akil tanrilastirmak isterse, S.Hawking'in yaptigi gibi "bilimin yasalari tanri olabilir" denir.

Buradaki carpiklik, birincisi bilimin yasalarini insanoglu ortaya koyar, ikincisi bu yasalar tanri olursa da, insanoglu tanrinin yasalarini ortaya koymus olur. Bu zihniyetin "kuran Allah'in yasalarini ortaya koyar" demekten farki yoktur.

Ayrica bilim bilimsel olarak fenomeni de ortaya koymaz, bunu metafizigin varlik tartismasi tartisir. Bilim bilimsel olarak sadece fenomenin gozlemini ortaya koyar. Ustelik bu ortaya konan bilgi, hef turlu baska bir gozlem ile yanlislanabilir ve bilgi yenilenir ve degisir.

Tanri algisi ise aklin, mutlagi, degismezi, kesini ve sabitidir. Tum bu degerler bilimsel ve gozlemsel degil; akilci ve inancsaldir. Ancak inanclar sabitlenir, kesinlesir mutlaklasir. Bilgi ise degisken, yenilenir ve yanlislanir olarak surekli suregelen surec temelindfe kendisini yeniler, cogaltir ve genisletir. Aksi bilimi inanca mahkum etmektir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Benim en ilgimi çeken şey cinci hocalar olmuştur. Misal veriyim benim aile muhafazakardır. Ben daha küçükken cinci bir hocaya gitmiştik.

Ailedeki sorunları söylemişti direk. Annemle tanıdıklarımdan birinin (hatırlamıyorum cok önceydi) konuşmasını bizi hiç tanımayan bir adam kelimesi kelimesine söylemişti. Bir de forumdaki arkadaş var. Ona da aynı şekilde olmuş. Cocuklugunun arkadaşlarını tüm tanıdılarını her şeyini anlatmış ona da cinci hoca. Bu tesadüf de olamaz. Yani hala ateistim de bu soruların cevabını bekliyorum cidden. O kadar sacmalıgı görüp de müslüman olmak olmaz yani :)

Ben de yaşadım bunu ama daha farklı bir şekilde. Yaşadığım her şeyin bir kitapta türkçe yazılarla yazılı olduğunu gördüm. Bizzat kendim elime alıp okudum. Ebced hesabı denilen bir hesapla adam kitaptaki sayfa numaramı buldu ve iki sayfa boyunca hayatımdaki en basit olaylardan en karmaşıklarına kadar yazıyordu satır satır. Yara izlerimden nerede benlerimin olduğuna, hatta kaç kişiye aşık olup nasıl ayrıldığımı.. Beni benden iyi tanıyordu hatta kitap. Ve çook eski bir kitaptı ben daha doğmadan yazılmış bir kitap. Bahsettiğim sayfa numarasını da ismindeki harflerin sayısal değerleriyle yıldızların o anki konumundan hesaplıyordu adam. Yani astrolojiyle ilişkisi olduğunu düşündüm. Bahsettiğim şey de bu aslında. İnsan yaşamını uzaktan etkileyen bir güç olabileceğini ve bazı eski bilginlerin bunu bir nevi hacklediğini düşünüyorum. Bu sayede geleceği bilebiliyorlardı.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ayrica bilim bilimsel olarak fenomeni de ortaya koymaz, bunu metafizigin varlik tartismasi tartisir. Bilim bilimsel olarak sadece fenomenin gozlemini ortaya koyar. Ustelik bu ortaya konan bilgi, hef turlu baska bir gozlem ile yanlislanabilir ve bilgi yenilenir ve degisir.

Bu söylediklerinden şunu çıkartabilirmiyiz o zaman; bilgi yenilenir, gözlemlerle yanlışlanabilir ve değişirse bilim de değişebilir, bilimsel gerçekler de değişebilir, hiçbir bilgi evrensel kaideler üzerinde durmuyor demektir. Yani buradan tam bir bilinemezcilik ortaya çıkar o zaman? Bilim her ne kadar kümülatif ilerliyorsa da einsteininki gibi zaman zaman kırılma noktaları yaşıyor ve kuantum ile, yeni gözlemlerle yeni kırılma noktalarına gebe. Bundan 100 yıl sonra nasıl bir bilim bekliyor asla kestiremeyeceğiz. Belki de newton fiziğine gülüyor, einsteinın teorilerini de ders kitaplarından çıkartıyor olacağız. Tanrı algısı beyinde gerçekleştiği gibi bilimsel algılar da beynin bir üretimi. Birisinde doğal gözlem yok birisinde var diyebilirsin ama aslında tanrı inancı ile bilimsel gerçekler arasında sadece yorum farkı olduğunu düşünüyorum. O nedenle bilimin daha geniş düşünmesi, metafiziğe yanaşması taraftarıyım. Gerçeği ararken bunu yapmak, en azından bir de bunu denemekten zarar gelmez.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Arkadaşlar lütfen kendinize gelin cin diye bir şey yoktur. Doğanın üzerinde, fizik kurallarının ötesinde bir gücün varlığı imkansızdır. İnançlara bilimsel açıklama bulmak, ancak onları meşrulaştırır.

Cinlere ben de inanmıyorum. Doğanın üstünde fizik kurallarının ötesinde diye kalıp olarak kullanılagelen cümlenin de aslında ne kastettiğini düşünmek gerek sanırım.

Tanrıyı kim yarattı? İnsan. Fizik kurallarını kim yarattı? İnsan.

Teşekkür ederim.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Benim en ilgimi çeken şey cinci hocalar olmuştur. Misal veriyim benim aile muhafazakardır. Ben daha küçükken cinci bir hocaya gitmiştik.

Ailedeki sorunları söylemişti direk. Annemle tanıdıklarımdan birinin (hatırlamıyorum cok önceydi) konuşmasını bizi hiç tanımayan bir adam kelimesi kelimesine söylemişti. Bir de forumdaki arkadaş var. Ona da aynı şekilde olmuş. Cocuklugunun arkadaşlarını tüm tanıdılarını her şeyini anlatmış ona da cinci hoca. Bu tesadüf de olamaz. Yani hala ateistim de bu soruların cevabını bekliyorum cidden. O kadar sacmalıgı görüp de müslüman olmak olmaz yani :)

bilimin kanıtlayamadığı bir varlığın olabilceği ihtimalini düşünmek,tanrının bilimle kanıtlanmasada olabileceği ihtimalini getirir,tehlikeli bir kapı açıyorsun,tövbe et derim tezelden,bir ateistin böyle düşünme hakkı yoktur.

Link to post
Sitelerde Paylaş

bilimin kanıtlayamadığı bir varlığın olabilceği ihtimalini düşünmek,tanrının bilimle kanıtlanmasada olabileceği ihtimalini getirir,tehlikeli bir kapı açıyorsun,tövbe et derim tezelden,bir ateistin böyle düşünme hakkı yoktur.

Tanrı var veya yok, sana ne? Sen tanrıya değil, Muhammed'in putuna tapıyorsun.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu söylediklerinden şunu çıkartabilirmiyiz o zaman; bilgi yenilenir, gözlemlerle yanlışlanabilir ve değişirse bilim de değişebilir, bilimsel gerçekler de değişebilir, hiçbir bilgi evrensel kaideler üzerinde durmuyor demektir. Yani buradan tam bir bilinemezcilik ortaya çıkar o zaman? Bilim her ne kadar kümülatif ilerliyorsa da einsteininki gibi zaman zaman kırılma noktaları yaşıyor ve kuantum ile, yeni gözlemlerle yeni kırılma noktalarına gebe. Bundan 100 yıl sonra nasıl bir bilim bekliyor asla kestiremeyeceğiz. Belki de newton fiziğine gülüyor, einsteinın teorilerini de ders kitaplarından çıkartıyor olacağız. Tanrı algısı beyinde gerçekleştiği gibi bilimsel algılar da beynin bir üretimi. Birisinde doğal gözlem yok birisinde var diyebilirsin ama aslında tanrı inancı ile bilimsel gerçekler arasında sadece yorum farkı olduğunu düşünüyorum. O nedenle bilimin daha geniş düşünmesi, metafiziğe yanaşması taraftarıyım. Gerçeği ararken bunu yapmak, en azından bir de bunu denemekten zarar gelmez.

Cikmaz. Bilimin bilimselliginde suphe ve kesinligin olmamasi demek, gecerliligin ve yanlislanabilirligin olmasi demektir. Zaten boyle olmasa bilim ve teknik ilerlermiydi. Insanoglu atomu, yani bolunmez en kucuk parcayi, buldugunda "buldum" der dururdu. Ne yapti gozlemlemeye ve yanlislamaya devam etti. Bugun atomun parcalarinin parcaciklarina ulasiyor.

Iste bu temelde, ta atom parcalanana kadar, gecerli olan olgu (evrensel onay almis bilgi) atomun bolunmez parca olduguydu.

Akil ile gozlemin farki bilimsellik ile inancsallik farkidir. Bilimin bilimselligi somuttan soyuta gider, aklin inancsalligi soyuttan somuta gider. Yani once tanrisini yaratir, onu dine ve kitaba oturtur, ondan sonrada kitapta yazanlari sisteme, duzene kurumlara tasir. Gercegin ne oldugu konusu tamamen gerceklik tartismasidir. Bilim ise bu acidan olguyu tercikh eder, gercekligi degil. Sonucta bilimin ve bilimselligin bir tabani ve metodu vardir, bu da tartisma disidir ve olgudur. Varliksal yanasimin ise farkli tabanlarinin farkli bakis acilari vardir ve hic biri olgu degildir.

O yuzden bilimin fenomen tabani ve fenomenin varliksal ne oldugu tartismasi metafizigindir. Bilim ise bilimsel olarak fenomeni degil; onun gozlemini ortaya koyar. Iste gozlem dahil, bilimin her ortaya koydugu gecerlidir, taki yanlislanana kadar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Benim en ilgimi çeken şey cinci hocalar olmuştur. Misal veriyim benim aile muhafazakardır. Ben daha küçükken cinci bir hocaya gitmiştik.

Ailedeki sorunları söylemişti direk. Annemle tanıdıklarımdan birinin (hatırlamıyorum cok önceydi) konuşmasını bizi hiç tanımayan bir adam kelimesi kelimesine söylemişti. Bir de forumdaki arkadaş var. Ona da aynı şekilde olmuş. Cocuklugunun arkadaşlarını tüm tanıdılarını her şeyini anlatmış ona da cinci hoca. Bu tesadüf de olamaz. Yani hala ateistim de bu soruların cevabını bekliyorum cidden. O kadar sacmalıgı görüp de müslüman olmak olmaz yani :)

madem böyle gizli şeyleri biliyorlar neden yerde gizli defineleri yada kaybedilen paraları filan bilmiyorlar...

kayıp insanların yerlerini bilmiyorlar...

boş işler bunlar...

Link to post
Sitelerde Paylaş

henüz allah kavramını anlayabilecek evrimsel sürece ulaşmadığınız için,put da diyebilirsin,

Her yıl yüzbinlerce müslüman gidip Mekke'deki karataşa yüzünü sürüp, öpmeye çalışmıyorlar mı? İmkanın olduğunda sende koşa koşa gidip o karataşı öpmek için önündekileri ezmeye çalışmayacak mısın? Bundan ala putperestlik mi olur?

Hz. Peygamber'in Hacerü'l-Esved'i öptüğü, ayrıca Vedâ Haccı'nda hasta olduğu bir sırada devesinden inmeden tavâf sırasında değneğiyle ona dokunduğu; bir başka zaman da eliyle selâm verdiği rivâyet edilmektedir. Hz. Ömer bir haccında Hacerü'l esved'e yaklaşıp öpmüş ve şöyle demişti: "Çok iyi bilirim ki, sen zararı ve faydası olmayan bir taş parçasısın. Eğer Rasûlullah öpmemiş olsaydı seni asla öpmezdim" (Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, VI, 108-109).

Link to post
Sitelerde Paylaş

henüz allah kavramını anlayabilecek evrimsel sürece ulaşmadığınız için,put da diyebilirsin,

Bu nasıl bir yüzsüzlüktür yahu? Biz sizdik ne çabuk unuttunuz? Biz de müslümandık bunu kaç kere söyleyeceğiz? Senin bildiğimiz anlamda puta tapmadığını biliyoruz herhalde. Zaten putperest dedikleriniz de puta tapmazdı.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu nasıl bir yüzsüzlüktür yahu? Biz sizdik ne çabuk unuttunuz? Biz de müslümandık bunu kaç kere söyleyeceğiz? Senin bildiğimiz anlamda puta tapmadığını biliyoruz herhalde. Zaten putperest dedikleriniz de puta tapmazdı.

Muhammed, Lat, menat ve Uzza'ya övgüler düzdüğünde diğer müslümanlardan itirazlar gelmeseydi, şimdi bunlarda Allah'ın yanında bu putlara da tapıyor olacaklardı.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Muhammed, Lat, menat ve Uzza'ya övgüler düzdüğünde diğer müslümanlardan itirazlar gelmeseydi, şimdi bunlarda Allah'ın yanında bu putlara da tapıyor olacaklardı.

Garanik olayı diye geçiyordu yanlış hatırlamıyorsam. Müslümanlar ve paganlar birlikte Lat, Uzza ve Menat'tan şefaat diliyordu, sonradan Muhammed şeytan beni ayarttı diye kıvırıyordu.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Patrick Glynn: Ben Bir Ateisttim!

Röportaj aktarımı: Mustafa Akyol

Patrick Glynn, Harvard ve Cambridge gibi dünyanın en ünlü iki üniversitesinden mezun olmuş, Reagan döneminde uzun yıllar siyasî danışmanlık yapmış, American Enterprise Institute gibi önemli düşünce kuruluşlarında çalışmış bir siyaset bilimci. Hâlen Washington DCdeki George Washington Üniversitesinde Toplum Siyaseti Çalışmaları Enstitüsünün yöneticiliğini yürütüyor. Prof. Glynne ün kazandıran çalışması ise, 1999 yılında yayımlanan Allahın Varlığının Delilleri: Post-Seküler Bir Dünyada İnanç ve Aklın Uzlaşması adlı kitabı oldu. Uzun yıllar bir ateist olarak yaşamasına rağmen, ilmî delilleri yeniden incelediğinde bir dönüşüm geçiren ve Allahın varlığını kabul eden Glynn, söz konusu kitapta bu kararında rol oynayan delilleri anlatıyor.

Önemli bir dönüşüm yaşadığınızı biliyoruz. Ateizmin bir yanılgı olduğunu ne zaman ve nasıl fark ettiniz?

Belki önce, nasıl ateist olduğumu anlatmalıyım. Ben dindar Katolik bir ailede yetiştim. Pazar günleri kilise korosuna katılırdım. Ama gençliğimde, 60′lı yıllarda değişmeye başladım, Harvardda geçirdiğim yıllarda o devrin tipik agnostik modelini benimsedim. Strauss ile birlikte ise, örtülü bir ateizmi kabullendim. Bu ateizm daha çok Darwinizme dayanıyordu. Darwinden sonra ateizm, zaten pek çok Batılı entelektüel arasında sorgulanmadan kabul edilen standart bir görüş haline gelmişti.

Ancak 80′lerde bu tablo değişmeye başladı. Aralarında benim de bulunduğum pek çok entelektüel, konuyu baştan ele alarak ateizmi sorguladı. Öte yandan Amerikan kültürü içinde de bir değişim başlamıştı. Bugün Amerikalı elitler arasında hâlâ son derece koyu seküler bir kanat var. Ama bunların görüşü, ideolojilerden sadece biri haline gelmiş durumda; eskiden, meselâ 60′larda veya 70′lerde ise söz konusu görüş gerçeğin tâ kendisi olarak kabul görüyordu. Eğer Harvardda okuyup da pazar günleri kiliseye gidiyor olsaydınız, biraz garip birisi olarak görülürdünüz, biraz eski moda, eskide kalmış birisi olarak. Bugün bu tablo büyük ölçüde değişmiş durumda ve Amerikan entelektüelleri arasında da güçlü bir dindarlık görebiliyorsunuz. Polkinghorne gibi büyük fizikçiler Allahın varlığını savunuyor ve bunu çok makul ve ikna edici şekilde yapıyorlar.

Kitabınızda da bahsettiğiniz bu makul ve iknâ edici delillerden kısaca bahsedebilir misiniz?

20. yüzyılın başlarında Big-Bang (Büyük Patlama) teorisi kabul edildi ve bu teori, âlemin bir başlangıcı, yani yaratılış ânı olduğunu gösterdi. Bu, kâinatın sonsuz olduğunu savunan materyalist görüşe önemli bir darbe oldu. 1970′lerde ise fizikçiler, enteresan ve düşündürücü bir hususu fark ettiler. Kâinatın bütün fizikî dengelerinin, meselâ yerçekiminin veya atomu bir arada tutan nükleer kuvvetlerin, yaşanabilir bir âlem oluşması için en ideal değerlerde olduklarını buldular. Antropik Prensip (İnsan için hazırlanmış kâinat anlayışı) adı verilen bu şaşırtıcı buluş, içinde yaşadığımız kâinatın rastgele ortaya çıkmadığı, insan hayatı için özel olarak yaratıldığı fikrine büyük bir delil oluşturdu. Yıllar geçtikçe bu prensibi destekleyen yeni deliller de ortaya çıkmaya devam ediyor.

Biyolojide de, bir yaratılışın varlığını gösteren deliller var mı?

Elbette var! Bugün biyoloji dünyasına baktığınızda, yaratılış düşüncesine yaklaşan bir paradigma değişikliği görebilirsiniz. Biyolojinin 19. yüzyılda şekillenmiş paradigması, yani temel kabulleri sarsılıyor. Bu paradigmada en büyük pay Darwinizme ait. Bu teori, yeryüzündeki bütün hayatın şuursuz tabiat hâdiselerinin eseri olduğunu öne sürmüştü. Oysa canlılığın detayları keşfedildikçe, karşımıza mükemmel, hassas ve yoğun bir programa dayanan sistemler çıkıyor. Bu sistemlerin gâyesiz sebeplerin ve rastlantıların ürünü olduğu düşüncesi giderek kabul edilemez hâle geliyor.

Sadece Darwin değil, Freud da sarsılıyor galiba?

Kesinlikle! Freud, insan psikolojisine materyalist bir açıklama getirmeye çalışmıştı. Dahası, dinî inancın bir tür nevroz olduğunu ileri sürmüş, insanların ancak ateist olduklarında sağlıklı bir psikolojiye sahip olabileceklerini söylemişti. Ama deliller bunun tam aksini gösteriyor. Psikolojik araştırmalar, dindar insanların psikolojik yönden çok daha sağlıklı olduklarını gösteren verilerle dolu. Freudun, dinin modernleşme ile birlikte yok olacağı şeklindeki tahmini ise, tamamen boşa çıkmış durumda.

Kitabınızda ruhun varlığına dâir ölüm ve sonrası hakkında yaşanmış tecrübelerden deliller çıkarıyorsunuz, değil mi? Evet! Aslında benim ateizmden vazgeçmemi sağlayan sürecin, asıl bu konudaki delilleri incelemekle başladığını söyleyebilirim. 90′ların başında, uzun bir tatil döneminde, ölümün kıyısına gelen insanların tecrübeleri hakkındaki raporları inceledim. Bunların çoğu, ameliyatlar sırasında kalbleri duran, birkaç dakika gerçekten biyolojik bir ölüm yaşayan, ama sonra hayata dönen kişiler. Ölümle yüzleştikleri kısa süre hakkında anlattıklarında ise, büyük benzerlikler var. Hemen hepsi ruhlarının vücutlarından ayrıldığını, kendilerini dışarıdan gördüklerini belirtiyor. Anlattıklarının hayâl ürünü olması ise imkânsız; çünkü o sırada odada neler yaşandığına, doktorların kendilerini kurtarmak için neler yaptıklarına dâir detaylı tariflerde bulunuyorlar ve bunları gözleriyle görmüş olmaları mümkün değil. Kitapta detaylı olarak anlattığım bütün bu deliller, insanın bir ruha sahip olduğunu gösteren önemli bir veri. Bir ruha sahip olmamız ise, ateizmin temel dayanağı olan materyalist felsefeyi yalanlıyor.

21. yüzyıla nasıl bakıyorsunuz? Bu deliller insanlığın düşüncesini nereye taşıyacak?

20. yüzyılın büyük bölümüne egemen olan sekülarizm artık geçerliliğini yitirdi. Sekülarizmin objektif bir gerçeklik olduğu sanılıyordu; artık o, sadece farklı dünya görüşlerinden birisi hâline geldi ve zemini de giderek eriyor. 21. yüzyıl, 20. yüzyıldan daha dindar olacak. Ama soru şu: Hoşgörülü ve barışçı bir din anlayışı mı, yoksa çatışmacı bir din anlayışı mı yükselecek? Kuşkusuz her sağduyulu insan, birincisini diliyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...