Jump to content

Zeitgeist filminin Turkce altyazilari.


Recommended Posts

Daha once gonderdim, duzelticem diye silmisim sanirim.

Sitenin kullanimini hemen cozemedim.

Yeni baslikla gonderiyorum. Uygun bumazsaniz diger foruma eklersiniz .

Ben dindar arkadaslarin ilk bolumu okuduktan sonraki dusunceerini merak ediyorum dogrusu.

Filmi izleyin.

========================================================

ZEITGEIST

(Altyazı Çeviri: KapitzA)

Düşündüklerimizi, anladıklarımızı,

nereden geldiğimizi

ve bundan sonra ne yapacağımızı daha

derin araştırdıkça

bize ne kadar çok yalan söylendiğini

göreceksiniz.

Dünyadaki her kurum tarafından kandırıldık.

Bir dakika durun ve dini kurumların

neden bu dünya üzerinde

işlerine karışılmayan tek kurum

olduklarını düşünün.

Dini kurumlar, dünyadaki pisliğin merkezidir.

Dini kurumların hepsi, devletinizi ve

hükümetinizi kuran

size bu yozlaşmış eğitim sistemini getiren

ve uluslararası banka kartellerini kuran

bir avuç insan tarafından oluşturuldu.

Çünkü siz ve aileniz,

efendilerinizin umrunda değilsiniz!

Onların umursadıkları tek şey,

her zaman olduğu gibi

sadece bu koca dünyaya hükmetmek.

Bizler gerçeklerden uzaklaştırılıp

evrendeki ilahi bir gücün varlığına,

Tanrı denen adama inandırıldık.

Tanrı'nın ne olduğunu bilmiyorum

ama ne olmadığını biliyorum.

Kendinizi gerçeği görmek için hazırlayıp,

sonu nereye varırsa varsın,

ucu kime dokunursa dokunsun

gerçekten madalyonun öteki

yüzüne bakmak isterseniz

yolun bir yerinde ilahi adalete

kafa tuttuğunuzu fark edersiniz.

Kendinizi ne kadar çok eğitirseniz

çevrenizdeki olayları o kadar iyi kavrarsınız

Herşey daha açık gözükür ve

etrafınızdaki yalanları görmeye başlarsınız.

Gerçeği bilmeniz gerekiyor,

gerçeği aramanız gerekiyor.

Gerçek sizi özgür kılacak.

Gerçeği otorite olarak kabul etmek yerine

otoriteyi gerçek kabul edenler için

bu çok zor olmalı.

-G. Massey (Mısır Bilimci)

Çünkü size gerçeği söylemeliyim, dostlarım

size gerçeği söylemeliyim.

Konu saçmalığa geldiğinde,

büyük, en büyük saçmalığa,

gelmiş geçmiş en büyük yalan vaatler

ve abartılı iddialar şampiyonuyla karşılaşırız-

Din.

Bir düşünün

Din, insanları gökyüzünde yaşayan görünmez

bir adam olduğuna ikna etmeye çalışır.

her yaptığınızı izler, her gününüzün her bir dakikasını.

Ve bu görünmez adamın,

yapmamanızı istediği 10 şeyi içeren

özel bir listesi vardır.

Eğer bu 10 şeyden herhangi birini

yaparsanız, sizi ateşlerle dolu

dumanlı, yakıcı, işkenceli,

ıstıraplı özel bir yere gönderir.

Acı çekmeniz, yanmanız, boğazlanmanız,

çığlık atmanız ve ağlamanız için bir yer.

ilelebet ve zamanın sonuna kadar!

Ama o sizi seviyor.

Sizi seviyor ve paraya ihtiyacı var!

Her zaman paraya ihtiyacı var!

O en güçlü, en kusursuz, en bilge,

en alim, ama nedense parayı elinde tutamıyor!

Din milyar dolarlarla oynar,

hiç vergi ödemez, ve her zaman

daha fazlasını ister.

Şimdi, gerçekten iyi bir saçmalığa değindik.

Kutsal saçmalık!

Bölüm 1: Anlatılmış En Müthiş Hikaye

Bu Güneş.

M.Ö 10.000 yılından beri,

insanlar bu nesneye duydukları

saygıyı ve hayranlığı çizimlerle

ve yazılarla dile getirmişlerdir.

Bunun nedeni ise gayet açık,

güneş her gün doğarak

insanların dünyasını aydınlatır,

sıcaklık ve güvenlik sağlar,

onları soğuktan, körlükten ve geceleri

ortaya çıkan yırtıcı hayvanlardan korur.

İnsanlar anladı ki o olmadan ekinler büyümez

ve bu gezegen üzerinde yaşam devam edemez.

Bu gerçekler güneşi, tüm zamanların

en çok tapınılan nesnesi haline getirdi.

Benzer şekilde insanlar,

yıldızlara da ilgi duydular.

Yıldızların hareketlerini takip ederek

uzun vadede gerçekleşen bazı olayları

önceden hesaplayabileceklerini farkettiler.

Ay tutulması ve dolunay gibi olayları.

Gökcisimlerini gruplayarak bugün bizim

"Takımyıldız" dediğimiz haritaları

oluşturdular.

Bu, Zodiac çaprazı. İnsanlık tarihinin

en eski kavramsal işaretlerinden biri.

Güneşin, bir yıllık süreç içerisinde

12 büyük takımyıldızı içinden

geçişini tasvir eder.

Ayrıca 12 ayı, 4 mevsimi, gün dönümlerini

ve ekinokslarını da belirtir.

Zodiac çaprazı'nda her takımyıldızı

antrofomorize edilmiş, diğer bir deyişle

hayvan ya da doğa figürleriyle

kişiselleştirilmiştir.

Bir başka deyişle antik toplumlar

güneşi ve yıldızları izlemekle kalmamış,

onları, hareketlerinin sonucu

meydana gelen olaylarla bağlantılı

olarak özenle kişiselleştirmişledir.

Güneş, yaşam veren ve yaşamı

devam ettiren nitelikleriyle

görülemeyen yaratıcının sureti,

yani Tanrı olarak kişiselleştirilmiştir.

"Tanrı'nın Güneşi", "Dünyanın Işığı" ve

"İnsanlığın Kurtarıcısı" olarak da bilinir.

Benzer şekilde, 12 takımyıldız da

"Tanrı'nın Güneşi"nin ziyaret ettiği

yerleri temsil ederler

ve genellikle o zaman aralığında gerçekleşen

doğa olaylarındaki etken

elementlerle isimlendirilirler.

Örneğin Aquarius, Su Taşıyıcısı,

şiddetli yağmurları getiren kişi.

Bu, Horus.

M.Ö 3000 civarında Mısır'ın Güneş Tanrı'sıydı.

Horus güneşti ve yaşamı

güneşin gökyüzündeki hareketiyle ilgili

bir dizi hikayeyle açıklanıyordu.

Mısır'daki antik hiyeroglifler sayesinde,

bu güneş tanrısı hakkında çok şey biliyoruz.

Örneğin, güneşi ve ışığı temsil eden Horus'un

Set adında bir düşmanı vardı ve Set

gece karanlığının kişiselleştirilmesiydi.

Her sabah Horus, Set'e karşı olan

savaşını kazanırken

akşam olduğunda da Set Horus'u

mağlup ederek onu yeraltına gönderir.

Burada da görüldüğü gibi "Aydınlık-Karanlık"

ya da "İyi-Kötü" gibi kavramlar,

en çok karşılaşılan ve bugün bile farklı

şekillerde karşımıza çıkan en bilindik

mitolojik ikilemlerden biridir.

Horus'un hikayesi genellikle şöyle devam eder:

Horus, 25 Aralık'ta bakire Isis-Meri

tarafından dünyaya getirilir.

Doğumu, doğudaki bir yıldızla

birlikte meydana gelmiştir.

3 Kral, yıldızı takip ederek Horus'u bulmuş ve

bu yeni doğmuş kurtarıcıyı süslemişlerdir.

12 yaşına geldiğinde,

cömert bir çocuk öğretmendi

30 yaşına geldiğinde ise Anup tarafından

vaftiz edildi ve görevine başladı.

Horus'un birlikte yolculuk

ettiği 12 havarisi vardı

Hastaları iyileştirmek ve su üzerinde

yürümek gibi mucizeler gösterirdi.

Horus; "Gerçek", "Işık",

"Tanrı'nın Oğlu", "Güzel Çoban",

"Tanrı'nın Koyunu" ve bunun gibi

birçok farklı isimlerle de biliniyordu.

Typhon tarafından ihanete uğradıktan sonra

Horus çarmıha gerildi, 3 gün boyunca gömüldü

ve sonra yeniden dirildi.

Horus'un bu karakteristik özellikleri,

özgün olsun ya da olmasın

dünyadaki birçok farklı kültürü

ve tanrılarını etkileyerek

hepsinde aynı mitolojik

altyapıyı meydana getirdi.

Firigya'nın Attis'i, 25 Aralık'ta

bakire Nana'dan dünyaya geldi,

çarmıha gerildi, gömüldü

ve 3 gün sonra dirildi.

Hindistan'ın Krişna'sı bakire Devaki'den,

doğumunu müjdeleyen bir yıldızla

birlikte dünyaya geldi.

Havarilerine mucizeler gösterdi,

ölümünden sonra tekrar dirildi.

Yunanistan'ın Dionysus'u, 25 Aralık'ta

bir bakireden dünyaya geldi.

Gezgin bir öğretmendi,

suyu şaraba dönüştürmek gibi

mucizeler gösterdi. "Kralların Kralı",

"Tanrı'nın Sevgili Oğlu", "Alfa ve Omega"

gibi birçok isimle anıldı. Ölümünden sonra

yeniden dirildi.

Pers'li Mithra, 25 Aralık'ta bir bakireden

doğdu. 12 havarisi vardı ve

onlara mucizeler gösterdi.

ölümünden sonra 3 gün gömülü kaldı

ve yeniden dirildi. "Gerçek" ve "Işık" gibi

birçok farklı isimle anıldı.

İlginçtir ki, Mithra'nın kutsal

ibadet günü Pazar'dı.

Gerçek şu ki, dünyanın her yerinden

ve farklı zaman dilimlerinden,

bu genel karakteristik özellikleri

barındıran birçok ilahi figür var.

Asıl soru şu: neden bu özellikler,

neden 25 Aralık'ta bir bakire doğumu

neden 3 günlük ölüm ve kaçınılmaz yeniden

diriliş, neden 12 havari ya da takipçi?

Bunları anlamak için isterseniz en güncel

güneş mesihini bir gözden geçirelim.

İsa, 25 Aralık'ta Beytüllahim'de

bakire Meryem'den dünyaya geldi.

Doğumu, doğuda bir yıldızın doğmasıyla

müjdelendi. 3 Magi Kral'ı bu yıldızı takip

ederek İsa'yı buldular ve süslediler.

12 yaşına geldiğinde bir çocuk öğretmendi,

30 yaşında John tarafından vaftiz edildi.

ve görevine başladı.

İsa'nın birlikte yolculuk yaptığı 12 havarisi

vardı ve onlara hasta insanları iyileştirmek

suda yürümek, ölüleri diriltmek

gibi mucizeler gösterdi.

"Kralların Kralı", "Tanrı'nın Oğlu"

"Dünya'nın Işığı", "Alfa ve Omega",

"Tanrı'nın Koyunu" ve bunun gibi

birçok isimle anıldı.

Yahuda tarafından ihanete uğrayıp 30 gümüş

akçeye satıldıktan sonra çarmıha gerildi,

mezara gömüldü ve 3 gün

sonra dirilip cennete yükseldi.

Öncelikle, doğum kısmı tamamen astrolojik.

Sözü edilen doğudaki yıldız Sirius'tur,

24 Aralık'ta gece gökyüzündeki

en parlak yıldızdır

ve Orion kuşağındaki diğer

3 parlak yıldızla aynı hizadadır.

Bu 3 parlak yıldız, antik zamanlar olduğu

gibi günümüzde de aynı isimle anılırlar:

3 Kral

3 Kral ve en parlak yıldız, Sirius

hepsi birlikte 25 Aralık'ta

güneşin doğacağı noktayı gösterir.

Bu yüzden "3 Kral doğudaki yıldızı takip eder"

ve gündoğumunu, yani güneşin

doğumunu işaret eder.

Bakire (Virgin) Meryem, Başak (Virgo)

burcundan gelir. Başak "Virgo the Virgin"

olarak da bilinir.

Virgo (Başak), latincede bakire demektir.

Başak aynı zamanda "Ekmek Evi" olarak da bilinir

ve Başak, elinde bir demet buğday tutan

bir bakire olarak tasvir edilir.

"Ekmek Evi" ve sembolü olan buğday,

hasat mevsimi olan Ağustos

ve Eylül aylarını temsil eder.

Ayrıca Beytüllahim (Betlehem)'in

tam tercümesi, "Ekmek Evi"dir.

Bu yüzden aslında Beytüllahim; dünyadaki bir

yeri değil, gökyüzündeki bir yeri yani

Başak burcu takımyıldızını temsil eder.

Ayrıca 25 Aralık'ta yani kış gündönümünde

bir başka ilginç olay meydana gelir.

Yaz gündönümünden kış gündönümüne kadar,

günler kısalır ve soğur.

Kuzey yarımküreden bakıldığında

güneş güneye doğru hareket eder

ve gittikçe küçülerek silikleşir.

Günlerin kısalması ve kış gündönümüne doğru

hasat zamanının gelmesi, antik

medeniyetlerde ölümü temsil ediyordu.

Bu, güneşin ölümüydü.

22 Aralık'ta güneşin yok olduğu

en belirgin şekilde görülür.

güneş 6 ay boyunca güneye doğru hareket eder

ve o gün, ufuktaki en düşük noktasına ulaşır.

İşte burada ilginç bir olay olur: Güneşin

güneye doğru hareketi 3 gün boyunca durur,

bu 3 günlük beklemeden sonra güneş,

haç şeklindeki Güney takımyıldızının

üzerinde yeniden yükselmeye başlar.

25 Aralık'ta gerçekleşen bu olaydan sonra güneş,

bu sefer kuzeye doğru 1 derece hareket eder,

günler uzamaya ve ısınmaya başlar, bahar gelir.

İşte bu yüzden, "Güneş haç üzerinde öldü,

3 gün ölü kaldı ve tekrar dirildi" denir.

Bu yüzden İsa ve diğer sayısız güneş tanrısı

aynı haç, 3 günlük ölüm ve

yeniden diriliş temalarını paylaşır.

Bu aslında güneşin, Kuzey yarımküreye doğru

hareket yönünü değiştirmeden

ve baharı getirmeden önceki hareket sürecidir.

Buna rağmen güneşin yeniden dirilişi,

bahar ekinoksuna kadar kutlanmazdı.

Çünkü güneş, günün uzadığı

ve baharın belirtilerinin başladığı bahar

ekinoksunda, yani "Paskalya" zamanında

belirgin olarak karanlığın

kötülüğünü alt ediyordu.

Şimdi, muhtemelen İsa'yla ilgili

en belirgin astrolojik sembole

yani 12 sadık havarisine bakalım.

Bunlar aslında Zodiac çaprazında

tasvir edilen 12 burçtur,

ve güneşi temsil eden İsa

onları ziyaret eder.

İncil'de 12 sayısına birçok yerde rastlanır.

Güneşin yaşamını tasvir eden,

Zodiac çaprazına geri dönersek,

onun sadece güneşin hareketlerinin sanatsal

bir ifadesi olmadığını söyleyebiliriz.

Bu aslında ilahi bir Pagan sembolüdür

ve özünde şu şekildedir:

Bu bir Hristiyanlık sembolü değildir.

Bu, Paganların Zodiac çaprazı uyarlamasıdır.

Bu yüzden İsa, eski betimlemelerde

hep kafasında bir haçla gösterilir.

çünkü İsa Güneştir, "Tanrı'nın Güneşi"dir,

"Dünya'nın Işığı"dır, "Göğe Çekilen"dir

ve bu yüzden, aslında her sabah

yaptığı gibi "Tekrar Gelecek"tir.

karanlığın düşmanı olan Tanrı'nın

kudretiyle, her sabah "Yeniden Dirilir",

"Bulutlar Üzerinden Yükselir",

ve tacında parlayan gün

ışıklarıyla "Cennet'ten iner."

İncil'de yer alan sayısız astrolojik-astronomik

benzetmelerden belki de en önemlisi

Çağ'lar ile ilgili olan kısımdır.

Yine kutsal kitapta "Çağ" kelimesi

birçok yerde geçmektedir.

"Çağ" kavramını tam olarak anlayabilmek için,

öncelikle gece gündüz eşitliğinin yani

ekinoksun gerilemesi olayını anlamalıyız.

Antik Mısır'lılar ve onlardan önceki

birçok medeniyet farkettiler ki,

yaklaşık olarak her 2150 yılda bir

bahar gündönümünde şafak, Zodiac'ın

bir başka sembolüne denk geliyordu.

Bu olay, Dünya'nın kendi ekseninde açısal

olarak dönerken yalpalanmasıyla ilgilidir.

Bu olaya gündönümünün gerilemesi denir,

çünkü normal bir yıllık döngünün aksine

bu olayda burç geriye gider.

Bu gerilemenin 12 burcun tamamında

gerçekleşmesi için gereken süre ise,

tam olarak 25.765 yıldır.

Bu süre aynı zaman da "Büyük Yıl" olarak

adlandırılıyordu ve antik toplumlar

buna çok dikkat ediyordu.

Bu yüzden her 2150 yıllık süreci

bir "Çağ" olarak adlandırdılar.

M.Ö 4300 yılından M.Ö 2150 yılına

kadar Taurus, yani "Boğa Çağı" yaşandı.

M.Ö 2150 yılından M.S 1 yılına kadar

Aries, yani "Koç Çağı" yaşandı.

Ve şu an da içinde bulunduğumuz M.S 1 yılından

M.S 2150 yılına kadar olan süreçte de,

"Balık Çağı" yaşanacak.

2150 yılından sonra ise,

dünya yeni bir çağa girecek.

"Kova Çağı"na.

İncil, sembolik olarak 3 çağın geçişinden

ve geçilecek olan 4. bir çağdan bahseder.

Eski Ahit'e göre Musa, Sina Dağı'ndan

elinde 10 Emir'le birlikte geldiğinde,

insanlarının altından bir buzağı heykeline

taptıklarını görür ve çok üzülür.

Taş tabletleri parçalar,

ve insanlarına, bu utançtan arınmak için

birbirlerini öldürmeleri gerektiğini söyler.

Birçok ilahiyatçı bu öfkeyi,

İsrailoğulları'nın yanlış puta

tapmalarına bağlamıştır.

Aslında o put altın bir boğaydı,

Taurus Boğası'ydı

ve Musa halkına yeni çağın, yani

"Koç Çağı"nın geldiğini haber veriyordu.

Bu yüzden Yahudiler, bugün bile

hala boynuz borusu çalarlar.

Musa yeni çağ olan Koç Çağı'nı temsil ediyordu

ve bu yüzden herkes eski çağdan vazgeçmeliydi.

Antik tanrılardan Mithra gibi,

başka figürler de bu geçişi yaşamış,

ve aynı tema içerisinde bir boğayı öldürmüştür.

İsa ise bundan sonra gelecek çağın,

"Balık Çağı"nın yol göstericisidir.

Yani 2 balığın.

Balık sembolüne Eski Ahit'te çok rastlanır.

Örneğin İsa, 5000 kişiyi ekmek ve

sadece 2 balıkla doyurmuştur.

Görevine başlayıp Galilei ile yolculuğa

çıktığında, 2 balıkçıyla arkadaş olmuş

ve balıkçılar onu takip etmiştir.

İnsanların arabalarının arkasındaki

İsa-Balığı çıkartmasını hepiniz bilirsiniz.

Bilmediğiniz şey aslında

onun ne anlama geldiği.

Bu, Balık Çağı sırasındaki Pagan Güneş

Krallığı'nın astrolojik sembolüdür.

Ayrıca İsa'nın doğumu kabul edilen tarih,

bu çağın başlangıç tarihidir.

Luke 22:10'a göre, havarilerinin İsa'ya

"Senden sonra bir dahaki Paskalya

nerede olacak?" diye sormaları üzerine İsa:

"Bir şehre gireceksiniz ve orada elinde

testiyle su taşıyan bir adam göreceksiniz.

Onu takip edin, ve gireceği eve girin."

diye cevap verir.

Bu ayet, astrolojik esinlenmelerin

belki de en açık olanıdır.

Testiyle su taşıyan adam Aquarius'tur.

su-taşıyıcısıdır ve her zaman testiden

su döken bir adam olarak tasvir edilmiştir.

İsa Balık Çağı'nı temsil ediyordu.

Güneş (Tanrı'nın Güneşi) Balık Çağı'nı

(İsa'yı) terkettiğinde,

Aquarius'un (Kova) evine gelecekti,

tıpkı Kova'nın (Aquarius) gün dönümü

gerilemesinde Balık'ı takip etmesi gibi.

İsa'nın aslında bütün söylediği, Balık

Çağı'ndan sonra Kova Çağı'nın geleceğiydi.

Şimdi, zamanın ve dünyanın sonuyla

ilgili hepimiz birşeyler duymuşuzdur.

Vahiy kitabındaki resimlemeleri saymazsak,

bu konunun ana kaynağı Matthew 28:20 bölümüdür,

bu bölümde İsa: "Sizinle dünyanın

sonuna kadar birlikte olacağım" der.

Ama Kral James versiyonunda "Dünya" kelimesi,

-diğer birçok tercüme hatası gibi-

aslında yanlış tercüme edilmiştir.

Aslında kullanılan kelime "Aeon"dur,

ve "Çağ" anlamına gelir.

"Sizinle çağın sonuna kadar birlikte olacağım."

Ki bu doğrudur, İsa'nın Balık Çağı

güneş Kova Çağı'na girdiğinde bitecektir.

Bütün bu "Dünyanın Sonu"

ve "Zamanın Sonu" teması,

aslında astrolojik bir alegorinin

yanlış tercümesidir.

Ama gelin bunu,

dünyanın sonunun geldiğine inanan

yaklaşık 100 milyon Amerikalı'ya anlatın.

Diğer yandan İsa karakteri,

edebi ve astrolojik olarak

Mısır Güneş Tanrısı Horus'un

tamamen kopyasıdır.

Örneğin, Mısır'daki yaklaşık 3500

yıllık Luxor Tapınağı'nın duvarlarında

bakire gebeliğini, Horus'un doğumu ve

kutsanmasını gösteren resimler vardır.

Resimler, Thaw'un bakire Isis'e Horus'a

hamile kalacağını söylemesiyle başlar,

daha sonra kutsal ruh Nef, bakireyi hamile

bırakır, bakire doğum yapar ve bebek kutsanır.

Bu hikaye İsa'nın hikayesiyle tamamen aynıdır.

İsa ve Horus arasındaki benzerlik inanılmazdır.

Ve araklama devam eder.

Nuh ve Nuh'un gemisi hikayesi

tamamen bir kültürden alınmıştır.

Büyük Tufan temasına antik

dünyada çok rastlanır.

Sözkonusu temaya farklı zaman

dilimlerinden 200 farklı yerde rastlanabilir.

Gene de bunun için çok gerilere gitmeye

gerek yok, M.Ö 2600 civarında yazılan

Gılgamış Destanı'na bakmak yeterli.

Bu destan tanrı tarafından meydana gelen bir

tufandan, hayvanların bindirildiği bir gemiden,

hatta İncil'de de olduğu salıverilen

ve geri dönen bir güvercinden,

ve bunun gibi birçok benzerlikten bahseder.

Şimdi de Musa'nın çalıntı hikayesi.

Musa'nın doğumundan sonra,

hasır bir sepete koyulduğu ve nehire

bırakılıp ölümden kurtarıldığı söylenir.

Daha sonra firavunun kızı tarafından

bulunur ve bir prens olarak yetiştirilir.

Sepetteki bebek hikayesi direk olarak,

M.Ö 2250 civarında yazılmış olan Akkad'lı

Sargon'un efsanesinden alınmıştır.

Sargon doğar ve öldürülmesin diye

hasır bir sepete koyulup nehre bırakılır.

Bir kraliyet kadını olan Akki

tarafından bulunur ve yetiştirilir.

Ayrıca Musa "Kanun Koyucu" ve taş

tabletlerdeki "10 Emir'i getiren kişi"

olarak bilinir.

Halbuki, tanrının bir dağda peygamberine

kanunları iletme teması çok daha eskidir.

Musa mitolojik tarihteki sayısız

"Kanun Koyucu"lardan sadece biridir.

Hindistan'da Manou büyük "Kanun Koyucu"ydu.

Girit'te ise Minos, Dicta Dağı'na çıkarak

orada Zeus'tan kutsal kanunları öğrendi.

Mısır'da ise Mises, tanrının ona verdiği

ve taş tabletlere yazılmış kanunları taşırdı.

Manou, Minos, Mises, Moses (Musa)

10 Emir'e gelince,

bu da Mısır'lıların "Ölüm Kitabı"nın

125. bölümünden alınmıştır.

"Ölüm Kitabı"nda yazan mısralardan;

"Çalmadım" mısrası "Çalmayacaksın" olarak,

"Öldürmedim" mısrası "Öldürmeyeceksin" olarak,

"Yalan söylemedim" mısrası ise

"Yalan yere şahitlik etmeyeceksin" olarak

değiştirilmiştir.

Görüldüğü gibi eski Mısır inanışı,

Musevi-Hristiyan ilahiyatının

temelini oluşturmaktadır.

Vaftiz, ölümden sonra yaşam, mahşer, bakire

doğumu, yeniden diriliş, çarmıha gerilme

gemi, sünnet, mesih,

kutsal müridler, büyük tufan,

paskalya, noel ve bunun gibi birçok

öğe tamamen Mısır kökenlidir

ve Hristiyanlık ve Musevilikten çok

daha eski tarihlere dayanır.

İlk Hristiyan tarihçilerden ve savunucularından

olan Justin Martyr şöyle yazmıştır:

Bizler, öğretmenimiz İsa cinsel ilişki

haricinde doğdu, çarmıha gerildi,

öldü, yeniden dirildi ve cennete

yükseldi dediğimizde,

bizim Jüpiter'in oğullarına inandığımızı sanan

insanlardan farklı birşey iddia etmemiş oluruz.

Bir başka deyişle Justin Martyr şöyle demiştir:

"O bir bakireden doğdu, Perseus'a

(Yunan Tanrısı) inanmakla arasındaki

tek fark bu.

Bu çok açık ki Justin ve diğer ilk Hristiyanlar,

Hristiyanlığın Pagan dinlerine

çok benzediğini biliyorlardı.

Neyse ki Justin buna bir çözüm buldu.

Bu konuda çok kafa yordu, Şeytan yapmıştı.

Bütün bunları önceden sezen

Şeytan İsa'dan önce dünyaya geldi,

ve Pagan dünyasındaki bu karakterleri yarattı.

Köktendinci Hristiyanlık, muhteşem.

Bu insanlar gerçekten dünyanın

12.000 yaşında olduğuna inanıyorlar.

Bir gün bu adamlardan birine sordum:

"Peki ya dinazor fosilleri?"

Bana şöyle dedi: "Dinazor fosilleri mi? Tanrı

onları oraya bizim inancımızı sınamak

için koydu!"

"Dostum, bence Tanrı seni buraya

benim inancımı sınamak için koymuş!"

İncil, kendinden önceki neredeyse

bütün dini efsaneleri kullanmış

bir astro-ilahi metinden başka birşey değildir.

Diğer yandan bir karakterin özelliklerinin,

başka bir yeni karaktere aktarılmasına

aynı kitabın içinde de rastlanır.

Eski Ahit'te Yusuf'un hikayesi anlatılır.

Yusuf, İsa'nın bir prototipidir.

İkisi de mucizevi şekilde doğmuştur.

Yusuf'un 12 kardeşi,

İsa'nın 12 havarisi vardır.

Yusuf 20 gümüş akçeye,

İsa 30 gümüş akçeye satılmıştır.

Kardeşi "Yahuda" Yusuf'un satılmasını

önerirken, havari "Yahuda" İsa'nın

satılmasını önermiştir.

Her ikisi de görevlerine 30 yaşında başlamıştır.

Ve benzerlikler sürer gider.

Peki 12 havarisiyle gezen, hastaları

iyileştiren, Meryem'in oğlu İsa adında birinin

yaşadığını kanıtlayan İncil dışında

herhangi bir delil var mıdır?

İsa'nın yaşadığı iddia edilen zaman

aralığında ya da daha sonraları

Akdeniz çevresinde sayısız tarihçi yaşadı.

Bunların kaç tanesi bu insanı kaleme aldı?

Hiç biri.

Buna rağmen, dürüst olmak gerekirse

İsa'nın varlığını savunanlar

birbirleriyle çelişkili değildir.

İsa'nın varlığına kanıt olarak

4 tarihçi referans kabul edilir.

Genç Pliny, Suetonius ve

Tacitus bunların üçüdür.

Her birinin, bu konu hakkında yazdıkları

en fazla birkaç cümleden ibarettir

ve yazılar "Christus" ya da

"Christ" hakkında yazılmıştır,

ki bunlar aslında isim değil ünvandır.

"Vaftiz Edilmiş Kişi" anlamına gelirler.

4. referans ise, sahte oldukları yüzyıllardır

bilinen Josephus'un metinleridir.

Ne yazık ki hala doğru kabul edilirler.

Öldükten sonra tekrar dirilen, herkesin

gözü önünde cennete yükselen

ve ona bağışlanan mucizeleri gerçekleştiren

bir adamın tarihi kayıtlara geçmesi

gerektiğini düşünebilirsiniz.

Ama geçmedi, çünkü kanıtları incelediğimizde

İsa figürünün gerçekte var olmadığı

açıkça ortaya çıkmaktadır.

Kaba olmak istemiyoruz,

ama gerçekçi olmak istiyoruz.

Kimsenin duygularını incitmek istemiyoruz,

ama anladığımız ve doğru kabul

ettiğimiz konularda

bilimsel açıdan gerçeği bulmak istiyoruz.

Hristiyanlık gerçeğe dayanmaz.

Bizce Hristiyanlık, politik olarak empoze

edilmiş bir latin hikayesinden başka

birşey değildir.

Gerçek şu ki İsa, Gnostik Hristiyan

mezhebinin Güneş Tanrı'sıdır

ve diğer Pagan tanrıları gibi,

mitolojik bir figürden ibarettir.

Toplumsal kontrolü sağlamak için İsa'yı

tarihi bir karekter haline getirmek,

politik bir gereksinimdi.

M.S 325 yılında Roma hükümdarı

Constantine, Nicea Konsey'ini topladı.

Bu görüşmeler sırasında, politik olarak

şekillendirilen Hristiyanlık öğretileri

kabul edildi

ve bu tarihten itibaren Hristiyanlık

adına kan dökülmeye başlandı.

Bunu takip eden 1600 yıl boyunca Vatikan,

tüm Avrupa üzerinde etkili politik

bir kale haline geldi,

"Karanlık Çağlar" olarak anılan

zaman dilimlerine liderlik ederek,

Engizisyon ve Haçlı Seferleri

gibi olaylara neden oldu.

Hristiyanlık, benzeri bütün ilahi inanç

sistemleri gibi döneminin hurafesidir.

İnsanları gerçek dünyadan ve dolayısıyla

birbirlerinden koparma amacına hizmet eder.

İnsanların otoriteye sorgulamadan

itaat etmesini sağlar.

Herşeyi kontrol eden bir Tanrı olduğu

iddiasıyla insanların sorumluluk

duygusunu zayıflatır,

ve utanç verici suçları, din uğruna olduğu

takdirde haklı kılar.

Ama en önemlisi, gerçeği bildiği halde

bu hikayeleri kullanan insanlara

toplumu yönlendirme ve

kontrol etme gücü sağlar.

Dini dogmalar, icat edilegelmiş en güçlü

araçtır ve diğer birçok hikayeye kanmak için

insan psikolojisinde bir temel oluşturur.

Efsane, çoğunluğun yanlış

olduğuna inandığı bir hikayedir.

Dini açıdan baktığımızda efsane,

insanları yönlendiren bir hikayedir.

Önemli olan hikayenin gerçekle olan

ilişkisi değil, hikayenin işlevidir.

Bir hikaye, toplum ya da ulus doğru

olduğuna inanmadıkça işlevsizdir.

Kutsal hikayelerdeki kötü kokuyu alan

ve gerçeğin ne olduğunu soran

insanları önemsemezler.

İnancın savunucuları,

bu insanlarla tartışmaya girmez.

Onlara aldırış etmezler

ve kafirlikle suçlarlar.

Bu doğru değil, kafirlik dediğiniz

şey aslında insanların,

A.B.D hükümetinin 3.000 vatandaşını öldürdüğü

gerçeğini anlamalarına yardımcı olmaktır.

Bölüm 2: Tüm Dünya Bir Sahne

...sanki bir yıkım ekibinin işi gibi,

eski binaları yıkarken yapıldığı gibi.

Görüntülerin birinde, sanki eski bir bina

bilinçli olarak dinamitle patlatılmış

gibi gözüküyor.

Bir binanın bilinçli olarak yıkılmasını

seyretmiş herhangi biri bile,

binanın altını yıktığınızda

tamamının da yıkılacağını bilir.

Binanın yıkılış şekli,...sanki

planlanmış birşey gibi.

İlk kulenin yıkılması kaza eseri değil,

ve ikinci kulenin de yıkılması

tamamen aynı şekilde gerçekleşti.

Bunun nasıl başardılar, bilmiyoruz.

Bina toza dönüştü.

Bir masa bulamazdınız, bir sandalye

bulamazdınız, bir telefon ya da bilgisayar da

Bulduğum en büyük telefon parçası

tuş takımının yarısı kadardı,

ve şu büyüklükteydi.

Betona ne oldu?

Beton toz oldu.

Her tarafı kaplayan ince bir

toz, 5 ya da 8 cm kalınlığında.

Beton tamamen ee... toz oldu!

Televizyonda defalarca gösterilen görüntülerde,

bir binanın, yerleştirilmiş dinamitlerle

kasıtlı olarak yıkıldığı görülüyor.

Sanki fünyeleri varmış gibi, evet, fünye,

binayı yıkmak için yerleştirilmiş,

Bum, Bum Bum!

İkinci bir patlama duydum.

Çok büyük bir patlama oldu.

İkinci bir patlama vardı ve

ardından bina çöktü.

...patlama oldu ve herkes yerlere uçtu.

Bana bir patlama sesi gibi geldi.

Silah sesi gibiydi, bam-bam-bam.

Sonra aniden 3 büyük patlama.

...ve büyük bir patlama duyduk.

...ve binanın tepesi tamamen havaya uçtu.

Bir çeşit patlama gördük.

...patlamanın etkisiyle...

...büyük patlama...8. katı havaya uçurdu...

...sonra lobiye indik, orada

büyük bir patlama oldu.

Lobi, ortasında bomba patlamış gibiydi.

...büyük patlama, şimdi moloz yağıyor...

...büyük bir patlama oldu...

...hepimizin duyduğu ve

hissettiği büyük patlama.

Bir çeşit patlamaya tanık olduk...

...çok gürültülüydü..tahribat...patlama...

...duman ve ilk kulede ikinci bir patlama...

...orada başka bir bomba patladı...

binaya yerleştirilmiş

düzenekler olduğunu düşünüyor...

...binaya yerleştirilmiş...

11 Eylül Hikayesi

Usame Bin Ladin tarafından yönlendirilen

19 hava korsanı, 4 yolcu uçağını kaçırarak

ve Amerikan Hava Savunma Sistemi'ni

(NORAD) atlatarak, hedeflerinin

%75'ini vurdular.

Bunun sonucunda Dünya Ticaret Merkezi'nin

1, 2 ve 7 no'lu kuleleri, "Katlı Pasta" diye

tabir edilen şekilde yıkılırken

Pentagon'a ve Shanksville'e düşen

uçaklar çarpmanın etkisiyle buharlaştı.

11 Eylül Komisyon'u, hükümetin istihbarat

konusundaki birçok hatasına rağmen

bu terörist eylemi önceden haber

verecek herhangi bir uyarı bulamadı.

"Uyarı yok"

Hiçkimsenin bir uçağın,

kaçırılmış bir yolcu uçağının

füze olarak kullanılacağını akıl

edebileceğini zannetmiyorum.

...en azından bizim hükümetimiz akıl edemedi,

ve bizden önceki hükümet de, uçakların

binalara çarptırılacağını öngöremezdi.

Uçaklarla, şehirlere ve halka yönelik böyle

bir eylem yapılacağını gösteren

hiçbir tehtid yoktu.

Benim dikkatimi çeken hiçbir uyarı yoktu.

USA Today'in haberine göre NORAD,

11 Eylül saldırılarından 2 yıl önce,

saldırı yapmak amacıyla kaçırılan

uçaklara yönelik bir tatbikat düzenledi.

Ve hedeflerden biri de

Dünya Ticaret Merkezi'ydi.

FEMA Prosedür El Kitabı'nın Kapağı, 1997

"Mascal" Operasyonu, Ekim 2000:

Pentagon'a çakılan bir uçak tatbikatı

CNN'in Filipinler'de ele geçirdiği

gizli belgelere göre, plan çok açıktı:

Herhangi bir yolcu uçağına binecekti,

kokpiti ele geçirecekti ve CIA

merkezine dalış yapacaktı.

Hedeflenen diğer binalar - Pentagon

ve Dünya Ticaret Merkezi.

George Tenet'in sözleriyle, ulusal güvenlik

ve anti-terörizm kırmızı alarm veriyordu,

ve yakında gerçekleşerek dramatik sonuçlar

doğuracak çok sert bir eylemi işaret ediyordu

Bu çok tutarsız.

Bunun üzerine başkanımız

1 aylık bir tatile mi çıktı?

19 hava korsanı

Pakistan İstihbarat Servisi'nin

(ISI) başkanı Mahmud Ahmet,

Ömer Şeyh'ten korsanların lideri olan

Muhammed Atta'ya $100.000 göndermesini istedi

...korsan Muhammed Atta'nın hesabına,

Pakistan üzerinden havale yapıldı.

Atta'ya parayı yolladığı düşünülen kişi,

Ahmet Ömer Sayid Şeyh.

Ömer Şeyh, Pakistan hükümetinin istihbarat

servisi ISI tarafından tanınıyor

ve destekleniyordu.

General Ahmet'in, Muhammed Atta'ya neden

$100.000 gönderilmesini emrettiği konusunda

hiçbir soruşturma açılmadı.

11 Eylül sabahı, hükümet yetkilileri General

Ahmet'le Washington'da kahvaltı yapıyorlardı.

11 Eylül Komisyon'u hazırladığı raporda,

saldırıların maddi kaynağının çok az

önem taşıdığını belirtti.

Ayrıca adı geçen korsanlardan 4 ya da 5

tanesinin uçaklarda olduğu söylendi,

eğer gerçekten öyleyse isimleri

uçuş listesinde olmalıydı.

Ama açıklanan uçuş listelerinde bu

korsanlardan hiçbirinin ismi bulunmadığı gibi

herhangi bir başka Arap ismi bile yoktu.

Hava korsanı olarak şüphelendiğimiz

bu adamların

evleri, arabaları, kredi kartları

A.B.D hükümeti tarafından ödeniyordu.

Bunlar gerçek ajanlardı.

Ayrıca bazı deliller kasıtlı koyuldu.

11 sefer sayılı uçaktaki korsanın

pasaportunun, yıkıntılar arasında

bulunduğu iddia edildi.

...alevler arasından geçti,

uçağın tam yanından

ve zarar görmeden yere düştü.

Ama birşey oldu.

6 ay boyunca pasaportun ellerinde olduğunu

söylediler. Biz de kanıt bulundu zannettik

ve birden pasaportun sahibi ortaya çıktı,

adam yaşıyordu.

Bu 19 adamın bir çoğu hala yaşıyor.

FBI beni listesine koyduğunda gözlerime

inanamadım. Adımı vermişler, doğum tarihimi

vermişler ama ben bir intihar bombacısı değilim.

Burdayım, yaşıyorum ve bir uçak

nasıl uçurulur hiçbir fikrim yok.

En az 6 "Hava Korsanı" hala hayatta.

FBI hala listesini güncellemedi.

Hiçbir kanıt, ölü ya da diri hiçbir

korsanı Usame Bin Ladin'e bağlamıyor.

Usame Bin Ladin.

Tabi ki Saddam Hüseyin'in, pardon Bin

Ladin'in peşindeyiz, o bir, o bir, o bir...

Ocak 2001. Bush yönetimi FBI ve istihbarat

kuruluşlarına, Usame Bin Ladin'e çok yakın

iki kişiyi de barındıran Bin Ladin ailesi

hakkındaki soruşturmaları geri çekmesini

emrediyor

ve bilin bakalım bu insanlar nerede

yaşıyorlar! Falls Church, Virjinya

CIA merkezinin hemen yanında.

Amerika'nın "En Çok Aranan Adamı" olduğu halde

Dubai'deki bir Amerikan hastanesinde

iki hafta kaldı,

Amerikan doktorlar tarafından tedavi edildi

ve yerel bir CIA ajanı tarafından

ziyaret edildi.

Usame Bin Ladin'in, 11 Eylül olaylarını

planladığını kanıtlayan

tek bir delil bile görmedik.

Kanıt bulmadaki başarısızlıktan sonra,

aslında kanıt aramaya gerek olmadığı

çünkü Afganistan'da ele geçirilen video

kasette Bin Ladin'in saldırıları

üstlendiği söylendi.

Bu itiraf hala yaygın

olarak kanıt kabul edilir.

Ama videodaki adam, Usame Bin Ladin'in

diğer videolarına göre daha esmer tenlidir,

yanakları daha dolgun ve burnu daha geniştir.

Yine kasıtlı koyulmuş bir delil görüyoruz.

1976'da Usame Bin Ladin'in

büyük kardeşi Selim Bin Ladin,

Bin Ladin ailesinin A.B.D'deki yatırımlarını

yönetmesi için Jim Bath adında

Teksas'lı birini kiraladı.

Eski bir ulusal güvenlik pilotu olan

Jim Bath, ayrıca George W. Bush'un da

kadim dostuydu.

Bush ve Bin Ladin aileleri arasındaki ilişki,

George H. W. Bush, Carlyle şirketi adına

1998 ve 2000 yıllarında Suudi Arabistan'a

Bin Ladin ailesiyle görüşmeye gittiğinde,

daha da açık bir hal aldı.

George H.W. Bush, 11 Eylül sabahında

Usame'nin büyük kardeşi Şefik Bin Ladin ile

Carlyl grup toplantısındaydı.

Carlyle şirketi, 11 Eylül sonrası "Anti-

Terörizm" ve "Afgan-Irak" savaşları

sayesinde büyük kar sağlamış

dünyanın en büyük silah

üreticilerinden biridir.

Pentagon

Kim 60 ton ağırlığında, 38 metre

genişliğinde ve 13 metre yüksekliğindeki

bir uçağı bu engeller arasında uçurabilir?

Raporlara göre uçak Pentagon'a çarpmadan

önce aşağıya doğru 270 derecelik

bir kavis çizdi

ve pilotu Hani Hanjour, ufak bir planörü

bile düzgün uçuramayan kötü bir pilot

olarak tanınıyordu.

"Kursu asla bitiremeyeceği gerçeğini

hiç umursamıyordu." -Uçuş Eğitmeni

"Pentagon'a uçtuğu konusunda hala

şaşkınlık içindeyim... o uçamazdı bile..."

-Uçuş Eğitmeni

Koltuk yok, bagaj yok, ceset yok.

Sadece tuğlalar ve harfiyat.

Resmi açıklamaya göre yanan jet yakıtının

ısısıyla bütün uçak buharlaştı.

77 sefer sayılı uçak iki adet çelik-titanyum

alaşımı Rolls Royce motora sahipti

ve herbiri 6 tondu.

12 ton çelik-titanyum alaşımının jet

yakıtıyla buharlaşması bilimsel olarak

imkansızdır.

Ayrıca parmak izi ve DNA tespine uygun,

teşhis edilebilecek cesetler

bulunduğu açıklandı.

Bu nasıl bir yangın ki aliminyum ve çeliği

bile buharlaştırırken insan cesetlerine

zarar vermiyor?

Şahsi fikrime göre Pentagon ya da çevresine

herhangi bir uçağın düştüğüne dair

hiçbir kanıt yok

ve enkazda bulabileceğiniz parçaların

hepsi elinizle kaldırabileceğiniz büyüklükte.

Saldırıdan hemen sonra, hükümet ajanları

enkazı kaldırdı ve temizledi.

Bütün arazi kum ve çakılla örtülerek

bulunabilecek olası deliller de

toprağın altına gömüldü.

Pentagon'a gerçekten neyin çarptığını

gösteren güvenlik kamerası kasetlerine de

FBI ajanları tarafından acilen el koyuldu.

Ve Adalet Bakanlığı, hala bu görüntüleri

halka açıklamayı reddediyor.

Eğer bu görüntüler gerçekten Pentagon'un

bir Boing 757 tarafından vurulduğunu

kanıtlayacaksa

çoğumuzun bunların açıklanması konusunda

hükümete baskı yapması gerekir.

Shanksville

Gördüğümüz kadarıyla orada,

yerdeki çukurdan başka birşey yok.

Evet bu doğru.

Bizim bulunduğumuz yerden görülen tek şey

yerdeki büyük çukur ve birkaç yıkılmış ağaçtı.

İnsanların çalıştığını, o bölgede

yürüdüklerini görebilirdiniz,

ama bizim baktığımız yerden

görecek pek birşey yoktu.

Büyük enkaz parçaları bile mi?

Hayır, hiçbirşey yoktu.

Hiçbirşey, orada bir uçak düşmüş diyemezdiniz.

Nijerya'da düşen bir yolcu uçağı.

Shanksville'e düşen (!) 93 sefer sayılı uçak.

Dünya Ticaret Merkezi 1,2 ve 7 nolu kuleleri

"Katlı Pasta" teorisine göre yangın,

çeliği tamamen eritmese de

yeterli derecede ısıtarak uçağın

çarptığı katları zayflatır ve bu katlar

çelik kolonlardan kurtularak bir

zincirleme reaksiyon başlatırlar.

Bu teoriye göre -ki bu raporda

açıklanan resmi teoridir-

birbiri üzerine yığılılarak çökmüş katlar

ve ayakta kalmış çekirdek

konstrüksiyon görmeniz gerekir.

Her iki kulenin de çekirdek konstrüksiyonları

47 muazzam çelik kolondan oluşur.

Eğer katlar bunlardan kurtulmuş olsa bile,

bu kolonların hala 300 metre

yükseklikte ayakta kalması gerekirdi.

Uçak bu çekirdek kolonların hepsini kesmedi.

Biz bu binaları, binanın herhangi bir yerinden

çarpacak bir Boing 707'nin etkisine

dayanacak şekilde tasarladık.

Bina muhtemelen birkaç jet uçağın

saldırısına bile dayanabilir.

...doğrudan binaya yönelen bir uçak.

Doğrudan, evet.

Ve siz diyorsunuz ki bina

böyle bir darbeden etkilenmeyip

ayakta kalacak şekilde tasarlandı.

Evet, öyle.

Eğer bir bilardo topunu Dünya

Ticaret Merkezi'nin tepesinden bırakırsanız,

110 kattan aşağıya düşmesi 8 ila 10 saniye

sürer ki bu da hiçbir dirençle

karşılaşmadığını varsayarsak.

İkiz kuleler neredeyse bu serbest

düşüş hızında yıkıldı.

200.000 ton çelik çökerek ve patlayarak

150 metrelik bir alana yayıldı.

Bu demektir ki bina,

saniyede 10 kat gibi bir hızla çöktü.

Bir binanın serbest düşüş hızında çökmesi,

"Katlı Pasta" etkisiyle mümkün olamaz.

Ama bunu ne yapabilir?

Böyle bir kütleyi ne hareket ettirebilir?

Patlayıcılar.

Çekirdek konstrüksiyonu oluşturan

47 büyük çelik kolon birbirine bağlıydı,

hepsi nasıl aynı anda koptu da

çekirdek yapı yok oldu?

Görünüşe göre çekirdek kolonlar kesilmişti.

Yaptığımız şey kirişi belli bir açıyla kesmek

Çöktükten sonra D.T.M'in

çekirdek kolonlarından biri.

Erimiş... ya da "Eritilmiş"

metalin kesim şekline dikkat.

Erimiş metale bakıyordum.

Her üç binada, enkaz içindeki iki kulede,

bodrum katında ve 7 nolu binada

erimiş metal göletleri oluşmuştu.

Yıkıldıktan 6 hafta sonra, incelenen enkazın

bazı noktalarının 2000 Fahrenheit sıcaklığa

maruz kaldığı rapor edildi.

Bu sıcaklık, Jet yakıtının yanma

sıcaklığından 500 Fahrenheit daha yüksektir.

Aşağı indiğinizde heryerde erimiş metal

görüyordunuz. Erimiş metal kanalizasyona

doğru akıyordu.

Sanki dökümhane gibiydi.

Sanki volkan lavları gibi.

Erimiş metal, harfiyat kaldırıldıktan 4-5

hafta sonra bulundu. Ayrıca 7 nolu binada da

bulunduğunu söyledi.

Söylediğine göre erimiş çelik, 7 nolu

Dünya Ticaret Merkezi binasının

altında da bulundu.

Sonra resmi raporlara baktım,

erimiş metal hakkında ne yazmışlar diye.

Hiçbir şey yazmıyordu.

Bir dakika. Bu önemli bir kanıt.

Nereden geldi bu?

"Termit" o kadar sıcaktır ki çeliği,

örneğin yapısal çeliği

bıçağın yağı kestiği gibi kesebilir.

Reaksiyon sonucu erimiş metal ve aliminyum

oksit açığa çıkar ki bunlar da toz gibidir.

Biliyorsunuz, devasa toz bulutları vardı

bu kimyasalları büyük miktarlarda

kullandığınızda olacakları hayal edin.

D.T.M'deki erimiş çeliğin Elektron Mikroskobu

analizleri ve enkazda bulunan demir

zengini bileşenler doğrultusunda,

Dr. Jones sadece "Termit"in değil, onun

yıkım endüstrisinde kullanılan yüksek sülfürlü

ve patentli bileşiği "Termat"ın da

izine rastladı.

Yıkıldıktan sonra her iki kulenin ve 7 nolu

binanın altında erimiş metal havuzları vardı.

7 Nolu bina uçakla vurulmamıştı bile.

Aslında problem, çoğu insanın 7 nolu

bina hakkında pek fazla şey bilmemesi.

Bu da etrafını saran esrarengiz

gizlilik perdesi yüzünden.

Bina 47 katlı bir gökdelendi.

Saat 17.25'te yıkıldı.

Uçakla vurulmamıştı.

Sadece 2 ya da 3 katında yangın vardı.

...ve bildiğimiz kadarıyla

kontrollü patlamalarla yıkıldı.

Patlatarak yıkım aynı böyle olur,

ortada bir kavis oluşur

ve sonra bina serbest düşüşe

yakın bir hızda aşağıya hareket eder.

Önce merkez kolonlardan birini patlattılar

ve bina kendi üzerine düştü.

7 nolu binada klasik kıvrım vardı.

Önce merkez kolonu patlatıldı

bu şekilde bina yıkılırken çevresindeki

binalara zarar vermedi.

Hükümetin bütün bu yıkılmalar

hakkında yaptığı açıklama, yangın.

11 Eylül'den ne önce ne de sonra,

hiçbir çelik bina yangından yıkılmadı.

D.T.M'nin 1,2 ve 7 nolu binalarının çöküş

şekli, kontrollü yıkım modeline

tamamen uyuyor.

Ah.. Bodrumdaki patlamalardan bahsetmedim mi?

İlk uçak daha çarpmadan saniyeler

önce gerçekleşen patlamalardan?

Ofisimiz B-1 katındaydı. 8.46

sularında müdürle konuşuyordum

ve aniden bir ses duyduk - BUUM!

O kadar kuvvetli bir patlamaydı ki

bizi yukarı fırlattı.

Ve aşağı katta olmuştu,

B-2 ve B-3 katları arasında.

Sonra ne olduğuna bakmaya gittiğimizde

BUUM! Kulenin tepesine çarpan uçağın etkisi.

Binanın koridorunda servis arabasıyla

yürüyordum ki, o anda havaya uçtum.

Demek istediğim, patlamanın

etkisi beni yere fırlattı

ve herşey o zaman başladı.

Biraz sonra büyük bir patlama daha oldu

tavandaki alçılar yere düşüyordu,

avizeler yere düşüyordu

Biliyorsunuz, 1. kuleden 2. kuleye geçmek

için büyük koridordan yürümeniz gerekir

oradan geçiyordum ki, aynı şey yeniden oldu.

Bu başka birşeydi, bizi yere yapıştırdı,

alt katta olmuştu bunu hissedebiliyordunuz,

duvarlar oradaki herşeyin üzerine yıkılıyordu

Demek istediğim, aşağı katta

ölen insanlar olduğunu biliyordum,

Aşağı katta bacakları kırılan

insanlar olduğunu biliyordum,

insanlara estetik ameliyatlar yapıldı

çünkü duvarlar yüzlerine vurmuştu.

Kuzey Amerika Hava Saha Komutanlığı

Standart prosedüre göre

bir FAA uçuş denetçisi,

kaçırma eylemi şüphesi uyandıran

herhangi birşey görürse,

derhal bölüm amiriyle temasa geçer.

Eğer problem 1 dakika içinde çözülemezse

bölüm amiri NORAD ile bağlantıya geçerek

ne olup bittiğini anlaması için

birkaç savaş uçağı göndermesini ister.

Daha sonra NORAD, olaya

en yakın hava üssündeki hazır pilotlara

sıcak temas emri verir.

Oyalanmalar olsa bile bu süreç

en fazla 10 dakika sürer,

ama bu olayda savaş uçaklarının yerden

kalkması bile 80 dakika sonra gerçekleşmiştir

Bu kafa karıştıran bir anormallik.

İş işten geçene kadar, tek bir A.B.D

Hava Kuvvetleri uçağı bile

olay yerine yönelmiyor.

Hiçbir tanesi.

Ya kafaları karışmışsa, ya kasıtlı olarak

tepki veremeyecek kadar

meşgul bırakılmışlarsa?

Nereye gideceklerini bilmiyorlardı

çünkü aynı anda savaş tatbikatı yapılıyordu

ve Kuzey Amerika Hava Savunma

Birimi'nin radarlarında birçok

sahte tatbikat sinyali vardı.

FAA: "Merhaba, Boston Merkez TMU,

bir sorunumuz var. Kaçırılan bir uçak

New York'a doğru yöneliyor.

bize yardım etmesi için birkaç F-16

ya da benzeri jete ihtiyacımız var."

NORAD: "Bu gerçek mi yoksa tatbikat mı?"

Bir başka tatbikat vardı - "Tetikteki

Savaşçı", NORAD'ın açıkladığına göre bu

kaçırılan bir uçağa müdahele

tatbikatıydı ve aynı sırada yapılıyordu.

Çift olarak gönderilen ve müsait

olan sadece 8 savaş uçağı vardı,

ve hepsi de 11 Eylül sabahı,

22 muhtemel kaçırma eylemiyle boğuşuyordu

ve tatbikatlarla gerçek olanları

birbirinden ayırt edemediler.

2000 yılında, NORAD 67 müdahele yaptı.

%100 başarı sağladı. 11 Eylül'de ise

aynı günde 4 defa çuvalladı.

11 Eylül sabahı, NORAD'a verilen bütün

emirlerin arkasında Beyaz Saray'daki komuta

merkezinde oturan Dick Chaney vardı.

11 Eylül sabahı uygulanan tatbikat

senaryolarından bir tanesi, binaya

yönelen bir uçak senaryosuydu.

11 Eylül Komisyonu

Sayfa 172:

"A.B.D Hükümeti, 11 Eylül saldırılarını

finanse eden paranın kaynağını bulamamıştır.

Yine de bu, çok az önem teşkil eder."

Amerikan yetkilileri finansal

kaynağın izini süremediler.

Ve sonra da en inanılmaz açıklamayı yaptılar:

"Bu, çok az önem teşkil eder".

Bu çok ama çok önemli!

11 Eylül masraflarını kim ödedi

merak etmiyor musunuz?

7 nolu binanın yıkılışını, açıklaması

çok zor bir olay olarak gördüler.

11 Eylül Komisyon'u bu yıkılışı

açıklamayı bir kenara bırakın,

raporda bundan bahsetmedi bile.

Sayın Başkan neden siz ve sayın Başkan

Yardımcısı, 11 Eylül Komisyonu'ndan önce

bir araya gelmekte ısrar ediyorsunuz?

Çünkü 11 Eylül Komisyonu bize sorular

sormak istiyor, bu yüzden buluşuyoruz,

ve ben de onlarla görüşüp bu sorulara

cevap vermek için sabırsızlanıyorum.

Sorum şuydu, neden Komisyon'un sizden talep

ettiği gibi birbirinizden ayrı kalmıyorsunuz?

Çünkü bu ikimiz için de, 11 Eylül

Komisyonu'nun sorularını yanıtlamak

için iyi bir fırsat

ve ben onlara cevap vermek

için sabırsızlanıyorum.

Sizce ortaya çıkıp kendi fikirlerini

kendi cümleleriyle açıklamaları gerekir mi?

Yeminli olarak ifade vermeleri gerekir.

Evet, halka açık olarak.

Bush ve Chaney, 11 Eylül Komisyonu'na

bazı şartlarla çıktılar.

Görüşmelere beraber girdiler

Yeminli ifade vermediler

Basın ya da aile bireyleri

görüşmelere alınmadı

Hiçbir çeşit kayıda izin vermediler

Tutanak tutulmadı

Ölenlerin ailelerinin bir tutanağı ya da

tanıklığınızı görmeyi hakettiğini

düşünmüyor musunuz?

Adam, bu soruyu bana dün de sordun,

ben de aynı cevabı verdim.

Nihayi rapor, herkesin

hemkifir olduğu bir rapordu.

Bu şu demek, eğer tek bir komisyon üyesi bile

rapordaki herhangi birşeye itiraz ederse,

o konu rapordan çıkarılıyordu.

Öğrendiğimiz kadarıyla o, sadece Bush

yönetimine bu süreçte danışmanlık yapmamış,

aynı zamanda Bush'un

Ulusal Güvenlik Konseyi'nin

kurulması yönünde bir taslak hazırlamış

ve tek başına, "Karşı-Savaş Stratejisi"

-ki bu strateji Irak savaşında kullanılmıştır-

adında kitap yazmış biri ve aynı zamanda

Condoleezza Rice'ın yakın dostu.

Onun istifa etmesini istiyoruz.

11 Eylül Raporu'nda, Bush Yönetiminin

onaylamadığı hiçbirşey yok.

Şimdi neden Zelikow liderliğindeki komisyonun

11 Eylül'ün sahte bir eylem

olduğu gerçeğini gösteren

bütün delilleri görmezden geldiğini anlıyoruz

Yeni bir emperyalist hareket için kamuoyunun

olurunu almak ve ihtiyaç duyulan maddi

kaynağı sağlamak.

Terörizm

Terörizm: 1) Şiddetin sistematik kullanımı,

korku yaratmak adına şiddet uygulamak

ve sindirmeye çalışmak.

korku yaratmak adına

Bıçak kuşanmış. Kimyasal, biyolojik

ve nükleer silahlara sahip.

Fanatikler. Teröristler.

11 Eylül. 11 Eylül. Katiller.

11 Eylül. Teröristler. Teröristler.

El Kaide. Teröristler

Nükleer silahlar. Terör. 11 Eylül.

Terör. Terör. Terör. Şeytan.

11 Eylül. 11 Eylül. Teröristler.

Savaş ve tehlike.

11 Eylül. Terörizm. Küresel terör.

Terörizm. Terörizm.

Terörist. Terörist. Terörist.

Terörist. Teröristler.

Teröristler. Teröristler. Terörizm.

11 Eylül. Küresel terör.

Terörizm. Terörizm. Teröristler.

11 Eylül. Dünya terörü.

Teröristler. Terörizm. 11 Eylül.

Küresel Terörizm.

11 Eylül. Terörist. Terörist.

Terörist. Terörist.

Terörist. Kitle imha silahları. 11 Eylül.

11 Eylül. Teröristler. Şeytan teröristler.

Teröristler. Teröristler.

Terörizm. Hipnotize bir şekilde

tekrarlanan sözcükler:

Terörizm. Teröristler. Terör tehtidi.

Ve tabi ki El-Kaide ile bağlantılı.

Ama dillerden düşmeyen ve neredeyse 7/24

yüzümüze vurulan "Terörizme Karşı Savaş"

hayatımızın kaçınılmaz

bir gerçeği haline geldi.

Bir gün torunlarımız geri dönüp

bakacak ve bizlere soracak:

"Teröre karşı yapılan savaş nasıl kazanıldı?"

A.B.D'nin tüm üst düzey yöneticileri

terörizmi gerçek anlamda kullanarak

toplumsal birleşme sağladılar,

toplum için bir düşman resmi çizdiler,

halkı bir arada tuttular.

Carl Scmitt'in muhafazakarlık teorisine göre,

bir toplum oluşturmak için

öncelikle bir düşman imgesine

ihtiyacınız vardır.

Bu çok tehlikeli birşey çünkü şimdi

baktığınızda bütün sosyal düzen,

siyasi partiler, düşündüklerimiz, genel siyaset

hepsi kocaman bir masal üzerine kurulu.

Terörist şüphesiyle tutuklanan kişilerin

neredeyse tamamı, suçsuz bulunarak

serbest bırakıldı.

...tabi önce siz onları görün diye

manşet yapıldıktan sonra.

Terör Tehtidi...

Saçmalık

Terörizm: 2) Hükümetin, bir planı hayata

geçirebilmek için, kamuoyunu

yönlendirme tekniği.

CIA'in bu ülkeye ne yaptığına bir bakın.

Yaptıkları şeyler inanılmaz.

Gerçekleşen terörist eylemlere bakın.

Hepsinin olmasa da çoğunun arkasında CIA var.

Bahriye Kışlası olayı, daha

sonra Kenya'daki büyükelçilik.

Pan Am 103 olayı var, USS Cole olayı var,

Oklahoma City olayı var, 1993 yılındaki

Dünya Ticaret Merkezi olayı var.

...teröristlere ilk seferinde Dünya Ticaret

Merkezi'ni havaya uçurmak için yardım ettiler

Bombayı yaptılar, sürücü ehliyetini çıkarttılar.

Muhbir Emad A. Salim, 43 yaşında

eski bir Mısır Ordusu subayıydı,

ona bombayı yapma görevi verildi ve

o bir uzmana gitti, bu kişi FBI uzmanıydı,

ve dedi ki, "Sahte bir bomba mı koyacağız?",

ve FBI uzmanı da dedi ki "Hayır,

gerçek bir bomba koyacağız."

1993 yılındaki Dünya Ticaret Merkezi

saldırısının gerçek sorumlusu FBI'dı.

Emad Salim'i kiraladılar ve

ona 1 milyon dolar ödediler

ve ona gerçek patlayıcılarla bir fünye

verdiler, ona bomba yapmasını söylediler

ve o bombayı da kontrolü

altındaki salaklara vermesini

ve onların da Dünya Ticaret Merkezi

kompleksine saldırmasını istediler.

Onlar için talihsizlik ki, sadece 6 kişi öldü

kanunun çıkması için yeterli değildi.

Peki 2 yıl sonra ne oldu,

19 Nisan 1995'te Oklahoma City'deki

Murrah binası patlatıldı

168 kişi öldü... bir yıl sonra,

birçok anayasal hakkımızı

ve sivil özgürlüklerimizi elimizden alan

anti-terör kanunu kabul edildi.

7/7/2005 Londra

3 tren ve bir otobüs bombalandı, 56 kişi öldü

O sabah, yapılan eylemin aynısını konu alan

bir "Anti-Terör Tatbikatı" da yapılıyordu.

TAMAMEN AYNI BOMBALAMA SENARYOSU.

AYNI TREN İSTASYONLARINDA.

HEM DE AYNI ANDA.

Sabah 9.30 sularıydı.

Biz, yaklaşık 1000 Londralı'nın bulunduğu ve

bu sabahki bombalama olaylarının gerçekleştiği

tren istasyonunda o sırada bir

şirket için tatbikat yapıyorduk.

şu an ensemdeki tüyler hala diken diken.

Yani siz o sırada bir tatbikat yapıyordunuz

eğer böyle bir durumla karşılaşırsak ne

yaparız diye, ve o sırada olay gerçekten

oldu öyle mi?

Kesinlikle.

Tabi... Ne demezsin.

TAMAMEN AYNI BOMBALAMA SENARYOSU.

AYNI TREN İSTASYONLARINDA

HEM DE AYNI ANDA.

Bizden ortada bir tesadüf olduğuna

inanmamızı bekliyorlar.

7/7 günü bir anti-terörist

tatbikatı yapılıyordu.

Aynı 11 Eylül'de olduğu gibi.

Aynı hedeflere yapılabilecek saldırılar

hakkında konuşuyorlardı, aynı istasyonlarda

ve tam o sırada gerçek saldırı meydana geldi.

Bu şekilde A.B.D'dekine benzer biçimde,

orada olup operasyonu yöneten kişilere

bir kılıf uyduruldu.

11 Eylül Gerçeği.

Delillere göre A.B.D hükümeti, halk

iradesini kendi planları doğrultusunda

yönlendirmek için

kendi vatandaşlarına "Sahte"

bir terörist saldırı düzenledi.

Bunu yıllardır yapıyorlardı.

11 Eylül içeriden yapılmış bir iş.

Bu ülkede, kaç insanın bunu idrak

edemediğini görünce dehşete kapılıyorum.

Bize diyorlar ki orada,

mağralarda yaşayan bir Arap

bu ülkeye yapılmış en kusursuz

saldırıyı finanse etti.

Mağarada yaşayan bir adamın NORAD'ı

alt edebileceğini düşünebiliyor musunuz?

Mağarada yaşayan bir adamın tüm bunlara

sebep olabileceğine inanıyor musunuz?

Ve New York'ta kaç Amerikalı'nın

öldürüldüğünü düşündükçe

bunun hazırlanmış bir tezgah

olduğuna daha çok inanıyorum,

bu zamanında Nazi'lerin kullandığı bir taktik,

ve onlar da bunu yıllardır tekrar tekrar

kullanıyorlar.

Amerika bir kez daha aptal yerine koyuldu.

Herşeyin kötüye gittiğini söylememe gerek

yok. Herkes kötü olduğunu biliyor.

Dolar sent kadar değersiz. Bankalar batıyor.

Dükkan sahipleri tezgahın altında silah

bulunduruyor. Punk'lar sokaklarda azıttı.

Ne yapacağını bilen kimse yok,

ve nasıl biteceğini bilen de.

Havamız solunmayacak kadar kirli,

yemeklerimiz yenemeyecek kadar kötü.

Oturmuş televizyon izliyoruz

ve yerel muhabirler bize:

"Bugün 15 cinayet ve 63 şiddetli suç meydana

geldi" diyor, sanki herşey normalmiş gibi!

Herşeyin kötüye gittiğini biliyoruz.

Kötüden de beter. Herkes çıldırmış.

Sanki heryerde herkes çıldırmış gibi,

o yüzden artık dışarı da çıkmıyoruz.

Evimizde oturuyoruz ve yaşadığımız

dünya yavaşça küçülüyor.

Ve tek söylediğimiz: "Lütfen, bari bizi

oturma odalarımızda rahat bırakın.

Bana sadece tost makinamı, televizyonumu,

çelik radyatörümü bırakın size hiçbirşey

söylemem. Lütfen bizi rahat bırakın."

Ama ben sizi rahat bırakmayacağım!

Kızmanızı istiyorum!

Protesto etmenizi istiyorum,

isyan etmenizi istiyorum.

Milletvekillerinize yazmanızı istemiyorum,

çünkü size ne yazdıracağımı bilmiyorum.

Ekonomik kriz ya da enflasyon ya da Ruslar

ya da sokaklardaki şiddet hakkında

ne yapılacağını da bilmiyorum.

Tek bildiğim öncelikle kızmanız gerektiği!

Şöyle demelisiniz:

"Ben bir insanım, lanet olsun!"

Hayatımın bir değeri var!

Duman var - çok kötü - 2. kule 105. kat.

Gerçekten çok kötü, siyah ve kuru.

Karım iyiyim sanıyor. Onu aradım ve binayı

terkettiğimi söyledim. İyiydim de,

sonra birden BAM!

Üçümüz - iki kırık pencere.

Aman Tanrım!

1939 yılında, Avrupa'da

çatışmalar başladığında

görüldü ki Amerikan halkının

savaşa girmeye niyeti yoktu.

Ama onlar,

bu ülke bir önceki savaşa nasıl girdiyse

aynı şekilde bu savaşa da

girebileceğine inandılar.

Planları: ilk olarak Birleşik Devletleri

ülke savunması kisvesi altında

savaşa hazırlamaktı;

ikinci olarak, adım adım, bize hissettirmeden

ülkeyi savaşa dahil ettiler;

üçüncü olarak, bizi anlaşmazlık içine

sokacak bir dizi vukuat tertiplediler.

Tabi ki bu planlarını, propaganda gücünün

yardımıyla yaptılar ve gizlediler.

Sinemalarımız bir süre sonra,

savaşın ihtişamını anlatan eserlerle doldu.

Yayın organları bütün tarafsızlığını kaybetti

Savaşı, parlamentonun yetkisini kısıtlamayı

ve başkanın uyguladığı diktatörel prosedürleri

haklı göstermek için kullandılar.

Bir korku politikası harekete geçirildi.

Bazı insanların şahsi tutkularının

ve ön yargılarının,

bu ülkeyi felakete sürüklemesine

izin veremeyiz.

Bölüm 3: Perdenin Arkasındakilere Aldırmayın

Tahtın arkasında, kraldan

daha kudretli birşey vardır.

Dünya, bizleri sahne arkasında olmadıklarına

inandıran birçok farklı kişi tarafından

yönetilir.

Gerçek şu ki büyük merkezlerdeki finansal

elementler, Andrew Jackson zamanından beri

hep hükümetlere sahip olmuştur.

1775, Amerikan İhtilali başladı,

Amerikan kolonileri İngiltere'den ve onun

baskıcı monarşisinden kurtulmak istediler.

İhtilal için birçok neden bulunsa da,

içlerinden bir tanesi ana

neden olarak göze çarpıyor:

İngiltere Kralı III. George, kolonilerin elde

ettikleri ve kendilerine kullandıkları faizsiz

serbest kazancı yasakladı.

bunun yerine onları İngiltere Merkez

Bankası'ndan kredi almaya zorlayarak,

kolonileri borç içine soktu.

Benjamin Franklin'in de sonradan yazdığı gibi:

Kral III. George'un, kolonilerin sıradan

insanları para babalarının pençesinden

kurtaracak

dürüst ve serbest bir para sistemini

hayata geçirmelerini reddetmesi,

muhtemelen ihtilalin başlıca sebebidir.

1783'te Amerika, İngiltere'ye

karşı bağımsızlığını kazandı.

Halbuki, Merkez Bankası konseptiyle ve onları

kuran açgözlü adamlarla yapılacak savaş

daha yeni başlamıştı.

Peki Merkez Bankası nedir?

Merkez Bankası, tüm ulusun

para birimini üreten bir kurumdur.

Tarihteki örnekleri incelediğimizde,

merkez bankacılığının temelinde

iki şeyin yattığını görürüz.

Faiz oranlarının kontrolü ve para arzının

yani enflasyonun kontrolü.

Merkez bankası aslında para vererek

bir devlet ekonomisini beslemez,

parayı devlete faizli borç olarak verir.

Ve ödünç verdiği bu paranın miktarını

yükselterek ya da düşürerek,

piyasada işlem gören paranın değerini ayarlar

Anlamanız gereken şey, bütün bu sistem

uzun vadede sadece tek bir şey üretir:

Borç.

Bu dümenin farkına varmak için

çok fazla maharet gerekmiyor.

Merkez bankası, ürettiği her

bir doları faizli borç olarak verir.

Bu, üretilen her bir dolar, doların kendisi

ve buna ilaveten o doların belli bir

yüzdedeki faizi demektir.

Ve bir merkez bankası, tüm ulusun

para birimini üretmekte tekel

haline geldiğinde,

ve her bir doları, üzerine yapışmış

borçla birlikte kiraladığında...

Bu borcu ödeyeceğiniz para nereden gelir?

O da yine merkez bankasından gelir.

Yani merkez bankası, ortaya çıkan ödenmemiş

borç açığını kapatmak için düzenli olarak

para arzını arttırır.

tabi bu para da piyasaya

faizli borç olarak verilir,

o da daha fazla borç yaratır!

Bu sistemin nihayi sonucu

kesinlikle köleliktir.

Hükümetin ve tabi ki halkın, bu kendi kendini

yaratan borçtan kurtulması imkansızdır.

Bu ülkenin kurucuları bunun

çok iyi farkındaydı.

"Bence banka kuruluşları, düzenli

ordulardan daha tehlikelidir..

Eğer Amerikan halkı özel bankaların

piyasaları kontrol etmesine izin verirse...

bankalar ve şirketler etraflarında büyüyecek,

tüm mal varlıklarını ellerinden alacak

ve bir gün çocukları, atalarının fethettiği

bu topraklarda evsiz uyanacak."

Thomas Jefferson, 1743-1826

"Eğer bankerlerin kölesi olarak kalmak

ve kendi köleliğiniz için bedel ödemek

istiyorsanız,

bırakın para üretmeye devam etsinler

ve ulusun tüm parasını kontrol etsinler."

Sir Josiah Stamp

20. yy'ın başladında A.B.D.,

zalim maddi menfaatlere hizmet eden

birçok merkez bankacılığı sistemini

hayata geçirdi ve kaldırdı.

O sıralarda bankacılık ve iş

dünyasının önde gelen aileleri:

Rockefeller, Morgan, Warburg

ve Rothschild aileleriydi.

1900'lü yılların başlarında bu aileler

bir kez daha, yeni bir merkez bankasının

kurulması yönünde kanun çıkmasını istediler.

Ama biliyorlardı ki hem hükümet

hem de halk, bu kurumlardan usanmıştı.

Bu yüzden kamuoyunu yönlendirmek için

bir hadise yaratmaya ihtiyaç duydular.

Herkesin bir finans otoritesi

olarak gördüğü J.P. Morgan,

güçlü nüfuzunu kullanarak, New York'ta

çok ünlü bir bankanın iflas ettiği,

battığı söylentilerini yaydı.

Morgan bunun, diğer bankaları da etkileyecek

bir histeri krizine neden olacağını biliyordu

Nitekim oldu da.

İnsanlar, birikimlerini kaybetme korkusuyla

bütün paralarını çekmeye başladı.

Haliyle bankalar borçlarını tahsil etmek

zorunda kaldı, borç alanlar ödeyebilmek için

mallarını sattılar,

ve sonuç olarak bir çok iflas,

satış ve kargaşa meydana geldi.

Birkaç yıl sonra, parçaları yerlerine oturtan

Fredrik Allen, LIFE dergisinde şunları yazdı.

"Morgan hisseleri kazanç sağladı...

1907 krizini hızlandırmak için

onu kurnazca yönettiler."

Tezgahtan habersiz Parlamento, "1907 Krizi"

hakkında ve banka kartelleriyle sıkı ilişkiler

içinde bulunan

ki daha sonra bir evlilikle de Rockefeller

ailesine katılan Senatör Nelson Aldrich

başkanlığında bir araştırma başlattı.

Aldrich'in komisyonu 1907 tarihindeki

krizin tekrar yaşanmaması için,

bir Merkez Bankası'nın kurulmasını önerdi.

Bu tam da uluslararası bankerlerin,

planlarını uygulamak için ihtiyaç

duydukları şeydi.

1910'da, J.P. Morgan'ın Georgia sahili Jekyll

Adası'ndaki konutunda gizli bir

toplantı yapıldı.

Burası, "Federal Rezerv Kanunu" diye

adlandırılan aktin imzalandığı yerdi.

Kanun bankerler tarafından yazılmıştı,

hukukçular tarafından değil.

Görüşme hükümetten ve kamuoyundan

o kadar gizliydi ki,

katılan yaklaşık 10 kişi birbirlerine

hitaben kullandıkları isimlerini sakladılar.

Akiti imzaladıktan sonra, siyasi arenadaki

adamları Senatör Nelson Aldrich'e verdiler

ki o da bunu Parlamento'dan geçirdi.

1913 yılında, bankerlerin de şiddetli desteği

ile Woodrow Wilson başkan seçildi

ve seçimlerdeki desteğin karşılığı olarak da

"Federal Rezerv Kanunu"nu imzalamayı

kabul etti.

Noel'den iki gün önce, birçok milletvekili

evlerinde aileleriyle birlikteyken,

"Federal Rezerv Kanunu" oylandı,

ve Wilson bunu yasa haline getirdi.

Yıllar sonra, Woodrow Wilson

pişmanlık içinde şöyle yazdı:

"Büyük endüstriyel ulusumuz,

kendi mali sistemi tarafından kontrol edilir.

Mali sistemimiz özelleşmiş bir topluluk

halindedir. Bu yüzden, ulusun kalkınması

ve diğer tüm hareketleri

niyetleri iyi ve halkın yararına dahi olsa,

bir avuç adamın ellerindedir.

Bu adamlar, kendilerinin ve bazı kişilerin

paralarının dahil olduğu büyük yatırımlarla

ilgilenmektedir

ve çıkarları için gerçek ekonomik

bağımsızlığa zarar vermektedirler.

Uygar dünyanın, tamamen kontrol edilen,

sindirilen ve en kötü yönetilen devletlerinden

biri haline geldik.

fikir özgürlüğünün, yönetime inancın

ve demokratik seçme özgürlüğünün

olmadığı bir devlet,

bir devlet ki, egemen ufak bir grubun

keyfine ve zikrine kalmış. -Woodrow Wilson

Kongre üyesi Louis McFadden da asıl gerçeği,

tasarı kanunlaştıktan sonra söylemiştir:

"Burada bir dünya bankası sistemi kuruluyor..

Uluslararası bankerler tarafından

kontrol edilen bir merkez.

Beraber hareket edip kendi ihtirasları için

dünyayı köleleştiriyorlar. Devlet, Federal

Banka tarafından gasp ediliyor."

Şimdi halka "Federal Rezerv Sistemi"nin

ekonomik bir dengeleyici olduğunu söylediler.

Enflasyonun ve ekonomik krizlerin

geçmişte kaldığını söylediler.

Tabi tarihin bizlere gösterdiği gibi,

hiçbirşey değişmeyecekti.

Şimdi uluslararası bankerlerin elinde,

hırslarına yeni boyutlar kazandıracak

işleyen bir makina vardı.

Örneğin, 1914-1919 yılları arasında

Federal Banka piyasaya para arzını

neredeyse %100 arttırdı.

Küçük bankalara büyük borçlar verildi.

Sonra 1920 yılında, Federal Banka

büyük miktarda parayı piyasadan geri çekti,

dolayısıyla kredi veren bankalar

büyük miktarda borcu geri istedi,

ve tıpkı 1907'deki gibi bankalara hücum,

batık ve iflas yaşandı.

Federal Rezerv Sistemi dışında kalan

5400 rakip banka iflas etti.

Tekel iyice bu bir grup

uluslararası bankerin eline geçti.

Bu konuda Kongre üyesi Lindberg,

1921 yılında şöyle dedi:

"Federal Rezerv Kanunu altında,

krizler bilimsel olarak yaratılmaktadır.

Şu anki kriz, yaratılanların ilkidir

ve matematiksel bir denklemden ibarettir."

Halbuki 1920'deki kriz sadece ısınma turuydu.

1921-1929 yılları arası Federal Banka

para arzını yine yükseltti.

halka ve bankalara yine büyük borçlar verdi.

O sırada borsada marj kredisi denen

yeni bir kredi tipi vardı.

Basitçe, bir yatırımcı bir hisse senedine

değerinin sadece %10'unu ödeyip

sahip oluyordu,

kalan %90'ı için broker'a borçlanılıyordu.

Bir başka deyişle, bir kişi $1000 dolarlık

hisseyi $100 dolar ile alabiliyordu.

Bu yöntem 1920'lerde çok popülerdi.

sanki herkes borsada para kazanmaya başlamıştı.

Ama bu kredi tipinin bir handikapı vardı.

Parayı her an geri isteyebilirlerdi,

ve 24 saat içinde ödemek zorundaydınız.

Buna marj çağrısı denirdi.

ve marj çağrısı sonucunda genellikle,

borca girerek aldığınız hisseyi

satmak zorunda kalırdınız.

Ekim 1929'dan birkaç ay önce,

J.D. Rockefeller, Bernhard Barack ve diğer

simsarlar sessizce borsadan çekildi,

ve 24 Ekim 1929'da, marj kredisi vermiş

New York'lu finansçılar alelacele paralarını

geri istemeye başladılar.

Bu borsada inanılmaz büyük

bir tasfiye satışına neden oldu,

çünkü herkes marj borçlarını ödemek istiyordu

Bu da bankalara akın başlattı ve sonuç olarak

16.000'in üzerinde banka iflas etti,

ve aralarında anlaşan uluslararası bankerler

rakip bankaları ucuza satın almakla kalmadı,

aynı zamanda koca şirketleri de

üç beş kuruşa satın aldılar.

Bu Amerikan tarihindeki en büyük soygundu.

Ama burada bitmedi.

Federal Banka para arzını arttırıp

bu ekonomik çöküşe son vereceğine,

hiçbirşey yapmadı ve insanlık tarihinin

en büyük buhranına ön ayak oldu.

Birkez daha banka kartellerinin uzun zamandır

düşmanı olan kongre üyesi Louis McFadden,

Federal Rezerv yönetimini

suçlayarak kovuşturma başlattı,

ve bunalım hakkında konuştu:

"Bu dikkatlice ayarlanmış suni bir olaydı.

Bankerler hepimizi umutsuz bir duruma soktular,

bu şekilde bizi yönetebileceklerdi."

Beklendiği gibi, 2 suikast

teşebbüsünden sonra McFadden,

itham ettiği suçlamaların üzerine gidemeden,

bir ziyafette zehirlendi.

Toplumu sefalete sürükledikten sonra Federal

Rezerv bankacıları, Altın Standart'ının

kaldırılması gerektiğine kadar verdiler.

Bunun için öncelikle, sistemdeki

kalan altını elde etmeleri gerekiyordu.

Bu yüzden bunalıma son vermek bahanesiyle

1933 yılında altınlara el koymaya başladılar.

10 yıllık hapis tehtidiyle Amerika'daki

herkes, sahip oldukları altın külçelerini

Hazine'ye vermeye zorlandı,

yani halkın geriye kalan

tek mal varlığını da soydular.

1933'ün sonunda altın standartı lağv edildi.

1933 yılından önce basılan bir dolara

bakarsanız, üzerinde "Altına Çevirilebilir."

yazar.

Şimdiki dolara bakarsanız,

üzerinde "Kanuni Para" yazar,

yani hiçbir geri dönüşü yoktur.

Değersiz bir kağıt parçasıdır.

Paramıza değer kazandıran tek şey,

piyasada ne kadar bulunduğudur.

Bu yüzden para arzını ayarlamak aynı zamanda

paranın değerini de ayarlamak anlamına gelir,

bu da bütün ekonomilere ve toplumlara

diz çöktürebilecek bir güç demektir.

"Bana bir ulusun para arzının kontrolünü

verin, o zaman kanun koyanları bile takmam."

-M.A. Rothschild,

Rothschild bankacılık krallığının kurucusu.

Kesinlikle anlamanız gerekir ki:

"Federal Rezerv" özel bir şirkettir.

Federal Express (Fed-Ex) ne kadar federalse,

o da o kadar federaldir.

Kendi politikasını uygular ve gerçekte

A.B.D hükümetinin denetiminde değildir.

Hükümete tüm para birimini faizli

borç olarak veren özel bir bankadır,

ve bu ülkenin Amerikan İhtilali'nde

bağımsızlığını ilan ederek kaçtığı

sahtekar merkez bankası

modeliyle tamamen aynıdır.

1913'e geri dönersek, "Federal Rezerv Kanunu"

parlamentodan geçen tek anayasaya aykırı

tasarı değildir.

Ayrıca "Federal Gelir Vergisi"ni de

kabul ettirdiler.

Amerikan toplumunun federal gelir vergisine

tepkisizliği de dikkate değer bir konudur,

ve Amerikan halkının ne kadar aptal

ve ilgisiz olduğunun gerçek bir kanıtıdır.

Öncelikle, federal gelir yasası direk

ve taksitlendirilmeden alındığı için,

tamamen anayasaya aykırıdır.

Anayasaya göre tüm direk vergilerin

taksitlendirilmesi kanuni hakkımızdır.

İkinci olarak, gelir vergisine izin verecek

kanuni değişikliği onaylayacak eyalet

çoğunluğu asla bir araya gelmemiştir,

ve bu konu günümüz mahkeme

davalarına konu olmuştur.

Eğer 16. yasa tasarısını dikkatlice okursanız,

yeterli sayıda eyaletin tasarıyı hiç

oylamadığını görürsünüz."

-A.B.D Bölge Hakimi James C. Fox, 2003

Üçüncüsü, bugün ortalama bir işçinin

gelirinin kabaca %25'i bu vergiyle

ellerinden alınıyor.

ve tahmin edin para nereye gidiyor.

Sahtekar Federal Rezerv Bankası

tarafından üretilen paranın, faiz borcunu

ödemeye harcanıyor,

aslında var olmayan bir sisteme.

Yılın 4 ayında çalışarak kazandığınız para

yasal olarak, özel Federal Rezerv

Bankası'nın sahibi olan

uluslararası bankerlerin ceplerine giriyor.

Ve dördüncüsü, her ne kadar dolandırıcı

hükümet bu gelir yasasının zorunluluğundan

bahsetse de,

bunu size ödetecek hiçbir madde,

hiçbir kanun bulunmamaktadır.

Nokta.

Tabi ki gerçekten bir yasa

olmasını bekliyordum,

bize bu vergiyi vermemizi söyleyen ve

kanun kitabında gösterebileceğimiz bir madde.

Kesinlikle olmalıydı.

Öyle bir noktaya geldim ki, bir insanı buna

zorunlu kılan hiçbir madde bulamadım,

sadece beni değil, tanıdığım birçok

insanı da ilgilendiriyordu

ve istifa etmekten başka çare bulamadım.

2000 yılından beri yaptığım ve hala

devam ettirdiğim araştırma sonunda,

hala bu yasayı bulamadım.

Meclise sordum, bir çok insana sordum,

vergi dairesi danışmanlarına sordum,

cevap veremediler, çünkü biliyorlar ki

cevap verirlerse tüm Amerikan halkı bunun

bir dolandırıcılık olduğunu öğrenecek.

Federal gelir vergisi zarfını işten

ayrıldığımdan beri doldurmadım.

1999'dan beri vergi zarfını doldurmuyorum.

Bu gelir vergisi, bütün ülkenin

köleleştirilmesinden başka birşey değil.

Şimdi, ekonominin kontrolü ve

mal varlığımızın düzenli olarak soyulması

bankerlerin elinde tuttuğu

Rubik küpünün sadece bir yüzü.

Kar sağlamanın ve kontrolün diğer aracı,

savaş.

1913 yılında Federal Rezerv

kurulduğundan beri,

birçok büyük ve küçük savaş yaşandı.

Bunların en çok bilinenleri 1. Dünya Savaşı,

2. Dünya Savaşı ve Vietnam Savaşı'dır.

1. Dünya Savaşı.

1914 yılı, Avrupa'da savaş

İngiltere-Almanya merkezinde başladı.

Amerikan halkı savaşa dahil olmak istemiyordu,

zaten Başkan Wilson da

ülkenin tarafsızlığını açıkladı.

Halbuki Amerikan yönetimi

kimseye sezdirmeden,

savaşa girebilmek için

herhangi bir bahane arıyordu.

Eyalet Sekreteri William

Jennings'in bir gözlemine göre:

"Büyük yatırımcılar, dünya savaşıyla

yakından ilgileniyorlar,

çünkü savaş, yüksek kar getirecek

fırsatlar demek."

Uluslararası bankerler için meydana

gelebilecek en karlı şey, savaştır.

Çünkü savaş ülkeyi, Federal Rezerv

Bankası'ndan daha çok faizli borç

almaya zorlar.

Woodrow Wilson'un baş danışmanı

ve müşaviri Albay Edward House,

savaş isteyen uluslararası bankerlerle

yakın ilişkiler içinde olan biriydi.

Müşavir Albay House ve İngiltere

Dışişleri Sekreteri Sir Edward Grey

yazıya da dökülmüş bir görüşmede, Amerika'yı

savaşa nasıl sokacaklarını tartışırlar.

Grey sorar:

"Eğer Almanlar, içinde Amerikalıların

bulunduğu bir gemiyi batırırsa

Amerikalılar ne yapar?

House cevap verir:

"İnanıyorum ki bu kıvılcım

birleşik devletleri sarsacak

ve tek başına bizi savaşa

sürüklemeye yetecekir.

Ve 7 Mayıs 1915 yılında,

Sir Edward Grey'in de önerdiği gibi,

Lusitania adlı bir gemi kasıtlı olarak Alman

kontrolündeki ve Alman Deniz Kuvvetleri'nin

geçeceğini bildiği sulara gönderilir.

Beklendiği gibi, bir Alman U-Bot'u

gemiye torpido yollar,

gemideki cephanenin de

patlamasıyla 1200 kişi ölür.

Bu tezgahın doğasını daha iyi anlayalım;

Alman Konsolosluğu olaydan sonra

New York Times'a ilanlar vererek,

Amerikan halkına gemiyi kendileri adına

risk oluşturduğu için batırdıklarını,

Amerika'dan İlgiltere'ye savaş sahasından

gidecek her geminin, batırılmayı göze alması

gerektiğini söyledi.

Beklendiği gibi Luistania'nın batırılması,

Amerikan halkında büyük bir öfke dalgasına

neden oldu,

ve Amerika kısa süre sonra savaşa girdi.

1. Dünya Savaşı 323.000

Amerikalının ölümüne sebep oldu.

J.D. Rockefeller, bundan yaklaşık

200 milyon dolar kazanç sağladı.

Amerika'ya mal olan ve

tabi ki faizli borç olarak

Federal Rezerv Bankası'ndan alınan

30 milyar doları saymıyoruz bile,

ki bu para da uluslararası

bankerlerin kazancı olmuştur.

2. Dünya Savaşı

7 Aralık 1941'de, Japonlar Pearl

Harbour'daki Amerikan üssüne saldırdılar,

ve bizi savaşa soktular.

Başkan Franklin D. Roosevelt saldırı gününü,

"Alçaklık içinde anılacak bir gün"

olarak nitelendirdi.

Gerçekten de alçak bir gündü,

ama Pearl Harbour'a yapılan sözüm ona

süpriz saldırıdan dolayı değil.

60 yıl sonra ortaya çıkan delillere göre,

Pearl Harbour'a yapılacak saldırı haftalar

öncesinden biliniyordu,

yapılması istenmişti ve provake edilmişti.

18. yy'dan beri ailesi New York'da

bankacılık yapan ve amcası Fredrik'in,

"Federal Rezerv" yönetim kurulunda

bulunduğu başkan Roosevelt,

uluslararası bankerlerin istediği

şeye çok sıcak bakıyordu

ve istedikleri bu şey savaştı.

Ve daha önce de gördüğümüz gibi hiçbirşey,

bu bankerler için savaştan daha karlı

olamazdı.

Roosevelt'in Savaş Sekreteri olan Henry

Stimson, Roosevelt'le yaptığı bir konuşmayı,

25 Kasım 1941 tarihinde günlüğüne yazmıştır:

"Sorun şuydu ki, onları ilk kurşunu

atmaya nasıl zorlayacaktık.

Bu olayı kesinlikle Japonların

yapacağından emin olmak istiyorduk

bu şekilde kimin saldırgan olduğuna

dair geriye hiçbir şüphe kalmayacaktı."

Pearl Harbour saldırısı yaşanmadan

önceki aylar boyunca Roosevelt

Japonları kızdırmak ve kışkırtmak için

elindeki bütün gücü kullandı.

Japonlara petrol ihracını durdurdu.

A.B.D'deki bütün Japon yatırımlarını dondurdu

Nasyonalist Çin'e halk yardımı ve

İngiltere'ye de askeri yardım yaptı

ki her iki devlet de Japonya'nın düşmanıydı..

Bunların hepsi uluslararası savaş

kurallarına tamamen aykırıydı.

Ve 4 Aralık günü, yani saldırıdan 3 gün önce,

Avustralya istihbaratı Roosevelt'e,

bir Japon saldırı kuvvetinin Pearl Harbour'a

doğru yaklaştığını bildirdi.

Roosevelt umursamadı.

Sonunda istendiği ve izin verildiği gibi,

7 Aralık 1941'de Japonya Pearl Harbour'a

saldırdı,

ve 2400 askeri öldürdü.

Pearl Harbour saldırısından önce

Amerikan halkının %83'ü savaşa karşıydı.

Pearl Harbour'dan sonra 1 milyon erkek

savaşa gitmek için gönüllü oldu.

Önemli bir nokta da şuydu, Nazi Almanya'sının

savaş hareketi iki kuruluş tarafından

destekleniyordu,

ve bunlardan biri I.G. Farben'di.

I.G. Farben Almanya'nın patlayıcılarının

%84'ünü ve toplama kamplarında

milyonları öldürmekte kullanılan

Zyklon B gazını üretiyordu.

I.G. Farben'in adı geçmeyen ortaklarından

biri de, J.D. Rockefeller'ın Amerika'daki

"Standart Petrol Şirketi"ydi.

Hatta Alman Hava Kuvveti uçakları,

Rockefeller'ın bu petrol şirketinin ürettiği

özel katkı maddesini kullanmadan uçamazdı.

Örneğin Londra'nın Naziler

tarafından ağır bombalanması,

I.G. Farben'in, Rockefeller'ın petrol

şirketinden satın alıdığı 20 milyon dolarlık

yakıt sayesinde yapılabilirdi.

Bu, Amerikan iş dünyasının 2. Dünya Savaşı'nda

her iki tarafı da nasıl finanse ettiğini gösteren

ufak bir örnek sadece.

Söz konusu bir diğer hain kuruluş da,

New York'taki Birleşik Bankacılık Kurumu'ydu.

Hitler'in güçlü yükselişini tetikleyen

birçok yatırımı finanse etmekle kalmadılar,

ayrıca savaş boyunca birçok materyal gibi,

Nazi paralarını da bankacılık

yoluyla akladılar.

Yani milyonlarca dolar Nazi

parasını kasalarında tuttular.

New York'taki "Birleşik Bankacılık Kurumu",

düşmanla ticaret prensiplerine tamamen

aykırı hareket etti.

Tahmin edin Birleşik Banka'nın

başkan yardımcısı ve yöneticisi kimdi?

Prescott Bush, şimdiki

başkanımızın büyük babası,

ve tabi ki eski başkanımızın babası.

Bush ailesinin ahlaki ve politik kararlarını

sorgularken bu detayı da aklınızda bulundurun

Vietnam.

Birleşik Devletler, Kuzey Vietnam'a resmi

olarak 1964 yılında savaş ilan etti,

yani Tonkin Körfezi'nde Vietnam PT botlarının

A.B.D destroyerlerine saldırdığı iddiasından

hemen sonra.

Bu olay Tonkin Körfezi Olayı olarak bilinir.

Bu tek basit olay, çok büyük bir asker

sevkiyatına ve topyekün savaş haline

girilmesine neden oldu.

Yanlız bir problem var.

PT botlarının A.B.D destroyerlerine saldırısı

hiçbir zaman olmadı.

Bu tamamen savaşa girmek için

hazırlanmış düzmece bir olaydı.

Eski Savunma Sekreteri

Robert McNamara yıllar sonra,

Tonkin Körfezi Olayı'nın bir

"Yanlışlık" olduğunu söyledi,

ve birçok yetkili ya da subay ortaya çıkarak

bu açılamanın bile törpülenmiş olduğunu,

aslında olayın tamamen bir orta oyunu,

büyük bir yalan olduğunu söylediler.

Yine tamamen iş icabı, savaşa girilmişti.

Ekim 1966'da, başkan Lyndon Johnson

sovyet bloğuna uygulanan

ticari ambargoları kaldırdı,

çünkü çok iyi biliyordu ki Sovyetler,

Kuzey Vietnam'ın askeri ihtiyacının

%80'ini karşılıyordu.

Sonrasında Rockefeller Yatırımcılık,

Sovyetler Birliği'ndeki bazı fabrikaları

finanse etmeye başladı,

ki bunlar Kuzey Vietnam'a gönderilen

askeri mühimmatların üretildiği fabrikalardı.

Halbuki, her iki düşmanı da finanse etmek

madalyonun sadece bir yüzüydü.

1985 yılında, Vietnam'da uygulanan

askeri yetki mevzuatı deşifre edildi.

Bu mevzuat, Amerikan askerlerinin savaşta

neyi yapıp neyi yapamayacağını belirtiyordu.

Şöyle absürdlükler vardı:

Kuzey Vietnam uçak savar sistemleri,

tamamen aktif oldukları doğrulanmadan

bombalanmayacaktı.

Laos ya da Kamboçya sınırını geçen

hiçbir düşman takip edilmeyecekti.

Hepsinden önemlisi, yüksek ordu komutanlığı

tarafından onaylanmadıkça

hiçbir stratejik hedefe

saldırı yapılmayacaktı.

Bütün bu komik kısıtlamaların hepsi bir yana,

Kuzey Vietnam'lılar bu mevzuatı biliyordu

ve bütün stratejilerini Amerikan güçlerinin

bu kısıtlamaları çevresinde

şekillendiriyorlardı.

Bu yüzden savaş bu kadar

uzun sürdü ve anafikir şuydu:

Vietnam Savaşı asla kazanılmamalı..

Sadece uzatılmalı.

Savaş sonunda 58.000 Amerikalı

ve 3 milyon Vietnamlı öldü.

Peki şimdi nereye geldik?

11 Eylül, dünyayı yönetenlerin

büyük planının başlangıç noktasıydı.

Hazırlanmış bir savaş bahanesiydi,

tıpkı Lusitania'nın batırılması,

ya da Pearl Harbor ve Tonkim Körfezi

olaylarının provake edilmesi gibi.

Aslında 11 Eylül örneklerinden farklı olarak,

hesaba katılmayan savaşlara da bahane oldu.

İki beklenmeyen yasadışı

savaşın çıkmasına neden oldu.

Biri Irak'a, diğeri de Afganistan'a.

Ama 11 Eylül aslında başka

bir savaşın bahanesiydi.

Size karşı yapılacak savaş.

Vatanseverlik Kanunu, Ulusal Güvenlik,

Ordu Süreklilik Kanunu ve bunun gibi

birçok kanunun

tamamen sizin kişisel

özgürlüklerinizi yok etmek

ve yakında gelecek saldırıya karşı

direncinizi kırmak için tasarlandı.

Şu anda Birleşik Devletler'de yaşayan

beyni yıkanmış Amerikalılar,

evleriniz izin gerekmeksizin

siz evde olmasanız bile aranabilir,

üzerinizde hiçbir suçlama

olmasa dahi tutuklanabilirsiniz

ve avukatınızla görüşme izni

olmadan süresiz hapse atılabilir

ve işkence görebilirsiniz.

Hepsi de, sırf teröristsiniz

diye şüphelendikleri takdirde.

Eğer ülkede yaşananları anlamak için

somut örnekler istiyorsanız,

gelin tarihin nasıl tekerrür ettiğine bakalım

Şubat 1933'te Hitler düzmece

bir saldırı tertipleyerek,

Reichstag adındaki Alman Parlamento

binasını yaktı ve bunun sorumlusu olarak

kominist teröristleri gösterdi.

Birkaç hafta sonra Alman halkının bütün

kişisel özgürlüklerini ortadan kaldıran

"Uygulama Kanunu"nu

parlamentoda kabul ettirdi.

Daha sonra bir dizi saldırının

yapılmasına izin vererek

Alman halkına, ulusal güvenliğin

sağlanmasının gerekli olduğu izlenimini verdi

"Bu büyük ulustaki her erkeği, kadını

ve çocuğu tehtid eden bir şeytan yaşıyor.

İç güvenliğimizi sağlamak ve topraklarımızı

korumak için doğru adımlar atmalıyız."

George Bush mu?

Hayır, halka Gestapo'yu

tanıtan Adolf Hitler.

Kominizm ve onun önde gelen yardakçıları,

hedeflerimize gölge düşürmemelidir.

Düşmanımız radikal terörist şebekesi

ve onları destekleyen tüm devletlerdir.

Uyanma zamanı.

Güce sahip olan insanlar güçlerini,

sizin devamlı olarak aldatığınızdan ve

yönlendirildiğinizden emin olmak için

kullanıyorlar.

Kitleler, özellikle politik alanda yaşanan

gerçekleri öğrenme yetisine sahip değiller.

Gerçeği topluma söylemeden, düşünmemizi

istedikleri şeyleri kurnazca empoze ediyorlar

Örneğin, halkın çoğunluğu Irak istilasının

her geçen gün kötüye gittiğine inanıyor

ve mezhep çatışmalarının

sona ermeyeceğini düşünüyorlar.

Halkın göremediği şey ise,

Irak'taki işlerin, devletin arkasında bulunan

adamların tam da istediği gibi gittiği.

Bu savaş uzamalı ki; bölge parçalanabilsin,

petrol şirketleri kurulabilsin, silah

üreticileri için karlı sözleşmeler

devam edebilsin

ve en önemlisi, İran ve Suriye gibi

petrol sahibi diğer aykırı ülkelere

zıplama tahtası olarak kullanılabilecek

kalıcı askeri üsler kurulabilsin.

Irak'ın yapılandırılmasının ve sivil savaşın

maksatlı olduğuna dair kanıt göstermek

gerekirse;

2005 yılında 2 üst düzey İngiliz SAS subayı,

Arap gibi giyinip arabayla sivillerin

üzerine ateş ettikleri için

Irak polisi tarafından yakalandı.

Tutuklanıp Basra hapishanesine

götürüldükten sonra,

İngiliz ordusu derhal askerlerinin

serbest bırakılmasını istedi.

Basra hükümeti bunu reddedince,

İngiliz tankları geldi

ve hapishaneyı yıkarak

askerleri oradan çıkardı.

Eğer bir bölgeyi yok etmek isterseniz,

bunu nasıl yaparsınız?

Bunun iki yolu var: oraya gidip bombalama

falan yaparsınız, tabi bu çok da etkili

bir yöntem değildir.

Yapmanız gereken şey, orada yaşayan

insanlara birbirlerini öldürtmektir

ve bu şekilde onların yaşadıkları bölgeyi,

tarlalarını yok edersiniz.

İşte o bölgede de yapılan bu.

Bir düşmanı yok etmenin yolu,

onun kendi kendini yok etmesini sağlamaktır,

bunu da askerlerini ikiye bölerek yaparsınız.

Sonra iki tarafı da beslersiniz,

çift taraflı çalışan ajanlarınız

her iki tarafı da kışkırtır.

Ve birbirlerini öldürürler.

Artık bazılarımızın bu gerçeğe

uyanmasının vakti geldi.

Anlamanız gereken şey, imparatorluklar

kurmak isteyen bazı insanlar,

feth etmeye çalıştıkları insanları

yönlendirerek hedeflerine ulaşmaya

çalışıyorlar.

Kendi kendinize, neden tüm insanlık baştan

aşağı dev bir medya ağıtla kuşatılmış

diye sorabilirsiniz.

Ya da A.B.D hükümeti, devlet okulları

sistemini finanse etmeye başladığından beri

neden Amerikan eğitim sisteminin

giderek kalitesizleştiğini düşünebilirsiniz.

Hükümetiniz, elde etmek istediği kadar ödüyor

Devletin finanse ettiği eğitim

kurumlarına baktığımızda

ve bu eğitim kurumlarında eğitilen

öğrencileri, onlara verilen

eğitimi gördüğümüzde

mantığımız kavrıyor ki bu okullarda

devre dışı bırakılanlar herneyse

eyaletin ve federal hükümetin işine gelmiyor,

zaten bu yüzden ki değiştiriyorlar.

Devlet ne sipariş ediyorsa onu elde ediyor.

Çocuklarınızın eğitilmesini istemiyorlar.

Çok fazla düşünmenizi istemiyorlar.

Bu yüzden ülkemiz ve tüm dünya

gün geçtikçe eğlenceyle

medyayla, televizyon programlarıyla,

lunaparklarla, uyuşturucuyla, alkolle

ve aktivitelerin her çeşidiyle

dolu hale geldi,

insanların zihnini meşgul tutmak için.

Yani çok fazla düşünmeniz,

önemli insanların işine gelmiyor.

Uyanmanız ve anlamanız gerek ki,

hayatınızı yönlendiren insanlar var,

ve siz bunun farkında bile değilsiniz.

Başımız belada!

Çünkü siz ve diğer 62 milyon

Amerikalı şu an beni dinliyor.

Çünkü %3'ten daha azınız kitap okuyor.

Çünkü %15'ten daha azınız gazete okuyor.

Çünkü sizin tek gerçeğiniz

bu ekranda gördükleriniz.

Şu an dışarda, bu ekranda gördükleri

haricinde hiçbir şey bilmeyen

koskoca bir nesil yaşıyor.

Bu ekran ilahi bir vahiy gibi.

Bu ekran başkanlar, papalar,

başbakanlar yaratıyor ya da yok ediyor.

Bu ekran, bu inançsız dünyadaki

en muhteşem lanet olası güç,

ve eğer yanlış ellere geçerse de

olacakların tek sorumlusu biziz.

Ve bu inançsız dünyadaki en büyük şirket,

en muhteşem lanet olası propaganda

gücünü kontol ettiğinde,

bu ekranda gerçek diye

ne bok sunulacağını kim bilebilir!

Şimdi beni dinleyin.. Beni dinleyin:

Televizyon gerçek değildir.

Televizyon lanet olası bir lunaparktır.

Televizyon bir sirktir, bir karnavaldır,

gezici akrobatlar takımıdır, masalcılardır,

dansçılardır, şarkıcılardır, hokkabazlardır,

aslan terbiyecileridir ve futbolculardır.

Biz eğlence dünyasındayız.

Ama sizler sabahtan akşama kadar, her yaştan,

her renkten, her dinden insan başına

oturuyorsunuz.

Bildiğiniz tek şey biziz.

Burada döndürdüğümüz

ilizyonlara inanmaya başladınız,

ve televizyondakilerin gerçek,

kendi hayatlarınızın ise hayali olduğunu

düşünmeye başladınız.

Televizyon ne derse onu yapıyorsunuz.

Onun gösterdiği gibi giyiniyorsunuz,

onun gösterdiklerini yiyorsunuz,

çocuklarınızı onun dediği gibi

yetiştiriyorsunuz, hatta onun istediği

gibi düşünüyorsunuz...

Bu tamamen saçmalık, sizi manyaklar!

Tanrı aşkına, sizler gerçeksiniz,

hayali olan biziz!

Perdenin arkasındaki adamların

istediği en son şey,

bilinçlenmiş ve düşünme

yetisine sahip bir toplum.

Bu yüzden ki sürekli olarak

düzmece bir yaşam, din,

medya ve eğitim yoluyla bizlere sunuluyor.

İlginizi dağıtmak ve sizi herşeyden

habersiz bırakmak istiyorlar.

Ve gerçekten de bu işi iyi yapıyorlar.

2005 yılında Kanada, Meksika ve

A.B.D arasında bir anlaşma imzalandı.

Bu anlaşma halka duyurulmadı,

kongrede oylamaya sunulmadı

ve A.B.D-Kanada-Meksika arasındaki sınırları

kaldırarak onları bir birlik haline getirdi.

Buna "Kuzey Amerika Birliği" adı verildi.

Bunu neden hiç duymadık diye

kendinize soruyor olabilirsiniz.

Aslında bu konuyu bilen ve

haber yapmaya cesaret eden

sadece bir gazeteci var.

Bush yönetiminin sınırları kaldırma politikası

ve bu ülkenin göçmenlik kanunlarını

hiçe sayan kararları

aslında büyük bir planın parçası.

Başkan Bush bu anlaşmaya imza atarak,

bildiğimiz anlamda Birleşik Devletler'in

sonunu getirdi.

Ve ne A.B.D parlamentosunun

ne de Birleşik Devletler halkının,

onayını almaya ihtiyaç duymadı.

Bu çok az kişinin bildiği bir anlaşma.

Yine yatırımcı sınıfından çok üst

düzey birkaç kişi tarafından

gerçekleştirildi. Fakat

işçi sınıfından insanların

ve ülkemizin birçok şehrinden

ya da partisinden siyasi yetkilinin

bu konu hakkında hiçbir bilgisi yok.

Bu bir ticaret anlaşması değil.

Bu, söz konusu ülkelerin bağımsızlıklarının

ellerinden alınması demek

ve ayrıca Amero adında tamamen yeni bir

para biriminin kabul edilmesi gündemde.

Bence dolar sahibi insanların

ilgilenmesi gereken birşey Amero,

ama kimse bu konuda konuşmuyor.

Bence Kanada, Meksika ve A.B.D'de yaşayan

herkesin hayatını derinden etkileyecek.

Amero'nun Kuzey Amerika Birliği'nin

yeni para birimi olması düşünülüyor,

zaten şu an Kanada, A.B.D ve Meksika

arasındaki sınırların kaldırılması konusunda

çalışmalar sürdürülüyor,

tıpkı Avrupa Birliği'nde olduğu gibi

ve Dolar, Kanada Doları ve Meksika Pezo'su

yerine yakında Amero geçecek.

Bu anlaşma ile Amerikan

Anayasası sonunda çöpe atılacak.

Böyle bir olayın tüm büyük gazetelerin

manşetlerinde olması gerektiğini

düşünebilirsiniz.

Bu hareketin arkasında bulunanlar,

medya sektörünün arkasında

bulunanlarla aynı kişiler

ve size bilmemeniz gereken

şeyleri söylemezler.

Kuzey Amerika Birliği,

Avrupa Birliği, Afrika Birliği

ve yakında kurulaca Asya Birliği

ile aynı yapıdadır

ve hepsinin arkasında aynı kişiler vardır.

Ve zamanı geldiğinde; Kuzey Amerika Birliği,

Avrupa Birliği, Afrika Birliği ve Asya Birliği

birleşecek ve bu adamların 60 yıldır

üzerinde çalıştıkları planın son aşaması

gelecektir.

Tek bir dünya devleti.

"Bir Dünya Devletini, istesek de

istemesek de kurmalıyız.

Asıl soru, bu Devletin zorla mı yoksa

herkesin rızasıyla mı kurulacağıdır."

-Paul Warburg, Dışilişkiler Üyesi

Federal Rezerv Sistemi'nin Kurucusu

"Washington Post, New York Times, Time

Magazine ve diğer büyük yayın organlarının

yöneticilerine,

görüşme çağrılarımıza katıldıkları ve

verdikleri sessizlik sözünü 40 yılı aşkın

tuttukları için teşekkürü borç biliriz.

Eğer bu yıllar boyunca halkın

dikkatini yaptıklarımıza çekselerdi,

dünya üzerindeki planımızı

gerçekleştirmemiz imkansız olurdu.

Dünya her geçen gün, daha bilinçli ve

daha hazır bir şekilde Dünya Devleti'ne

doğru ilerlemektedir.

Entellektüel elit bir kesimin ve

dünya bankerlerinin kuracağı bir

çok uluslu egemenlik,

geçtiğimiz çağlarda gördüğümüz

tek uluslu oluşumlardan daha caziptir.

-David Rockefeller, Dışilişkiler Üyesi

Tek banka, tek ordu, tek bir güç merkezi.

Ve eğer tarihten birşeyler öğrenmişsek,

o da gücün zarar verdiğidir,

mutlak güç ise mutlak zarar verecektir.

Aaron Russo, bir film yapımcısı

ve eski bir siyasetçi.

Solundaki kişi Nicholas Rockefeller,

ünlü Rockefeller bankacılık ve iş

hanedanlığının bir ferdi.

Nicholas Rockefeller ile çok yakın

bir dostluk sürecinin ardından,

Aaron bir süre sonra görüşmeyi kesti,

çünkü Rockefeller ailesi ve onların tutkuları

hakkında öğrendikleri şeyler yüzünden

dehşete düştü.

Tanıdığım bir avukat birgün

beni aradı ve şöyle dedi:

"Rockefeller ailesinden biriyle tanışmak

ister misin?" Ben de: "Olur, çok sevinirim."

dedim.

Sonra dost olduk ve bana

birçok şey anlatmaya başladı,

ve bir gece bana şöyle dedi:

"Bir olay olacak Aaron, ve o olaydan

sonra Afganistan'a gireceğiz,

bu sayede Hazar Denizi'e

boru hattı döşeyebileceğiz,

Irak'a girip ordaki petrolü alacağız ve

orta doğuda bir üs inşaa edeceğiz

ve oradan da Venezuella'ya

gidip Chavez'den kurtulacağız."

İlk ikisini bitirdiler,

Chavez'i daha bitirmediler.

Ve şöyle dedi:

"Asla bulamayacakları biri için...

mağaraları araştıran bir

sürü adam göreceksin."

Teröre karşı verdiğimiz savaş ve

aslında gerçek bir düşman olmaması

konusunda konuşup gülüyordu.

Bu savaşın nasıl asla kazanılamayacak

bir savaş haline getirildiğini anlatıyordu,

bunun sonu olmayan bir savaş olduğunu,

bu şekilde insanların özgürlüklerinin

ellerinden alındığını söylüyordu.

Ben de şöyle dedim: "İnsanları bu savaşın

gerçek olduğuna nasıl inandıracaksınız?"

O da: "Medyayla.. Medya herkesi

bunun gerçek olduğuna inandırabilir." dedi.

"Birşeyler hakkında konuşmaya devam

edersen ve aynı şeyleri tekrar tekrar

söylersen,

insanlar sonunda buna inanacaktır." dedi.

Biliyorsunuz, 1913 yılında

Federal Rezerv'i yalanlarla kurdular.

Sonra 11 Eylül'ü yarattılar,

ki bu da başka bir yalandı.

11 Eylül sayesinde teröre karşı

savaş başladı ve birden Irak'a gittik,

bu da bir başka yalandı,

ve şimdi de aynı şeyi İran'a yapacaklar.

Oradan oraya, oradan oraya,

oradan da oraya geçip duruyorlar..

Ben de sordum: "Bunu neden yapıyorsunuz?

Buradaki amaç ne?

Dünyadaki bütün paraya sahipsiniz hem de

istemeyeceğiniz kadar, bütün güce sahipsiniz,

insanların canını yakıyorsunuz.

Bu kötü birşey."

Ve bana şöyle dedi:

"İnsanları neden umursuyorsun ki?

Kendini ve aileni düşün yeter."

Ve sonra şöyle dedim: "Tamam da asıl amaç ne?"

Şöyle dedi: "Asıl amaç dünyadaki herkese

çip takmak, RFID çipi yerleştirmek.

Herkesin parası ve sahip oldukları

herşey o çiplerde olacak,

ve eğer birileri bizi protesto ederse

ya da yaptıklarımızı eleştirirse,

çiplerini kapatacağız."

Evet doğru, mikroçip.

2005 yılında meclis, göçmen kontrolü ve

tabi ki teröre karşı savaş bahanesiyle,

"Gerçek Kimlik" kanununu kabul etti ve

Mayıs 2008'de hayata geçecek projeye göre,

her birimiz içinde kişisel bilgilerimizi

barındıran ve taranabilir barkoda sahip

bir "Federal Kimlik Kartı"

taşımak zorunda kalacağız.

Halbuki bu barkod sadece bir geçiş aşaması,

bu kimlik kartına daha sonra,

radyo frekansları sayesinde gezegendeki

her hareketinizi takip edebilecek bir

VeriChip RFID izleme modülü eklenecek.

Eğer bu size saçma geliyorsa, bilginiz olsun

bu RFID izleme çipi yeni çıkan tüm

Amerikan pasaportlarında mevcut.

Ve son aşama implant çip,

birçok insana farklı sebeplerle

çoktan kabul ettirilmiş bir dayatma.

Florida'dan bir ailemiz var, gerçekten de

cesur bir yeni dünyanın gerçek öncüleri.

Vücutlarına mikroçip kimlik aygıtları

yerleştirilmesine gönüllü olan

ilk insanlar.

11 Eylül'den sonra ailemin güvenliği

konusunda kaygı duymaya başladım.

Kolumda, kalıcı olarak yerleştirilmiş ve beni

tanımlayan bir şey olmasını düşünemiyorum.

Sonunda, herkes monitör kontrollü

bir şebekeye dahil olacak,

ve yaptığınız her hareket kaydedilecek,

ve eğer çizgiden saparsanız,

çipinizi kapatabilecekler,

bu aşamadan sonra, toplumun her davranışı

çiplerle olan etkileşimi çevresinde dönecek.

Eğer gözlerinizi açıp görebilirseniz,

bu sizin geleceğinizi için çizilen bir resim.

Tek merkezli bir dünya ekonomisi, herkesin

her hareketinin her icraatının izlendiği ve

kaydedildiği bir dünya.

Haklarınızın olmadığı.

Ama aslında en vahim durum,

bu totaliter öğeler insanlara

zorla dayatılmayacak,

insanlar bunları talep edecek.

Toplumun, yaratılan korkuyla ve

bölücülükle kasıtlı olarak yönlendirilmesi

insanları güç ve gerçeklik

duygusundan tamamen kopardı.

Yüzyıllar öncesinden milenyuma

kadar işlenen bir süreç.

Din,

Vatanseverlik,

Irkçılık,

Varlık,

Sınıf,

ve diğer her türlü keyfi ayrılıkçı

düşünce yapısı ve kibir,

birkaç insanın ellerinde kolayca

şekillenebilecek, kontol edilebilen bir toplum

yaratılmasına hizmet etti.

Parola "Böl ve Yönet",

ve insanlar kendilerini, herşeyden

soyutlatmış olarak görmeye devam

ettikleri sürece,

köleleştirilmeye boyun

eğmiş olarak kalacaklar.

Perdenin arkasındakiler bunu biliyorlar.

Ayrıca biliyorlar ki,

eğer insanlar doğaya bağlı

oldukları gerçeğini anlarlarsa,

ve içlerindeki gücün farkına varırlarsa...

Yarattıkları ve soyup soğana çevirdikleri

tüm bu Zeitgeist, kağıttan evler gibi

yıkılacak.

İçinde yaşadığımız tüm bu sistem,

bizim güçsüz olduğumuzu,

zayıf olduğumuzu, toplumun kötü olduğunu,

suç içinde yüzdüğünü dayatır durur.

Hepsi büyük bir yalan!

Biz güçlüyüz, güzeliz, harikuladeyiz.

Gerçekte kim olduğumuzu ve nereye gittiğimizi

anlamamamız için hiçbir neden yok.

Sıradan bir birey

güçlü olamaz diye birşey yok.

Bizler inanılmaz güçlü varlıklarız.

Düşünüyorum da, hayatımın

30 yılını geride bıraktım,

bu 30 yıl boyunca hep

birşeyler olmaya çalıştım.

Birşeyleri iyi yapmak istedim, teniste iyi

olmak istedim ve okulda ve notlarımda.

Ve hayata hep şöyle bir perspektiften baktım:

Şu halimle yeterli değilim ama,

eğer şu işte iyi olabilirsem...

Şimdi farkettim ki bu oyunu yanlış anlamışım.

Çünkü oyunun amacı,

zaten olduğum şeyi bulmakmış.

Bizlere kültürümüzde, bireysel farklılıkların

karşısında durmayı öğrettiler hep.

Bir insana bakıyoruz ve ona

hemen bir yafta yapıştırıyoruz.

Neşeli, aptal, yaşlı, genç, zengin, fakir..

Ve bu ayrımı yaptıktan sonra,

onları kategorilere ayırıyoruz

ve o şekilde davranıyoruz.

Ve sonra baktığımızda sadece,

ayırdığımız şekilde duran

bizden ayrı birçok insan görüyoruz.

Gerçeği anlamanın en

dramatik yönlerinden biri de

başka bir insanla birşeyler

paylaşmak ve ansızın

ortak yönlerinizin olduğunu görmek,

sizden farklı olmadığını anlamaktır.

Anlamamız gereken gerçek;

senin içindeki cevher de,

benim içimdeki cevher de aynı, tek.

Anlamamız gereken, bir başkası yok.

Aslında herkes tek.

Ben Richard Albert olarak doğmadım,

ben sadece bir insan olarak doğdum

ve bütün bu, "Ben Kimim?", "İyi Miyim Kötü

Müyüm?", "Başarabilir miyim? Başaramaz mıyım?"

safhasını sonradan öğrendim.

Hepsi bu yolculuk boyunca öğrenildi.

Sevginin gücü, güce olan sevgiyi yendiğinde,

dünya barışı tanıyacak.

-Sri Chinmoy Ghose (Hint Şair)

Ne Irkçılık, ne cinsel ve dinsel istismar

ne de aşırı milliyetçi hareket

eskisi gibi işlememeye başladı.

Dünyayı tek bir organizma olarak

gören yeni bir bilinç gelişti,

ve bu bilinç farketti ki,

savaş içindeki bir organizma kendini yok eder.

Bill Hicks eskiden şovlarını

şöyle bitirirdi:

Hayat lunaparkta bir gezinti gibidir,

ve gezintiye başladığında onun gerçek

olduğunu düşünürsün, çünkü zihinlerimiz

bu kadar güçlüdür.

Gezinti bir yukarı, bir aşağı devam eder,

döner ve döner,

seni heyecanlandırır, ürpertir

ve parlak renklerle doludur.

Ve bir süre çok gürültülü

ve çok eğlenceli olur.

Bu gezintide uzun süre kalanlar

sorular sormaya başlarlar:

Bu gerçek mi? Yoksa sadece bir gezinti mi?

Ve aralarından cevabı hatırlayan

insanlar geriye dönüp şöyle derler:

Hey, merak etme, korkma sakın.

Çünkü bu sadece bir gezinti.

Ve biz bu insanları öldürdük.

Susturun şunu! Ben bu gezintiye çok

fazla yatırım yaptım, susturun şunu!

Şu çatılmış kaşlarıma bakın.

Şu büyük banka hesabıma

ve aileme bir bakın,

bu gerçek olmalı..

Bu sadece bir gezinti.

Ama bunu bize anlatmaya çalışan

bütün iyi adamları öldürdük,

hiç farkettiniz mi?

Ve şeytanın fitne tohumları

ekmesine izin verdik.

Ama önemli değil, çünkü bu sadece bir gezinti

ve bunu istediğimiz zaman değiştirebiliriz.

Bu sadece seçim meselesi.

Çaba yok, çalışmak yok,

iş yok, para kazanmak yok.

Şimdi seçim yapın...

Korku

ve sevgi arasında.

Devrim, şimdi...

Altyazı Çeviri: KapitzA

tarihinde ZeitgeistYardim tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 8 years later...

Facebook'da Atheist Delusion filmini gördüm, 2016 yapımı. Türkiye'de yayınlanmaz ama yurtdışındakiler yararlanabilir.
 The Atheist Delusion (2016)
Scientific Facts in the Bible... Yet millions are embracing the foolishness of atheism.  Why ?
İncil'deki Bilimsel Gerçekler... Yinede milyonlarca (insan) ateizmin aptallığını kucaklıyor. Niçin ?

Onun dışında 11 tane Atheist Movies buldum. Baktığım birkaçı internette var.

1) Jesus Camp (2006)
2) Religulous (2008)
3) Letting Go of God (2008)
4) Creation (2009)
5) Agora (2009)
6) The Invention of Lying (2009)
7) Whatever Works (2009)
8) Salvation Boulevard (2011)
9) The Sunset Limited (2011)
10) Paul (2011)
11) The Ledge (2011)

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...