Jump to content

Masal Kıssa ve Kuran


Recommended Posts

Malum, Kur’an’da geçmiş çağlardan bahseden “kıssalar” var.

Bunlar Kur’an’ın neredeyse 3/2’sini oluşturuyor. Mesela Enbiya, Kasas, Yusuf vb. sureler tümüyle, diğerleri de kısmen bunlardan oluşuyor.

Peki, bu kıssalarda ne anlatılıyor?

***

Şu ana kadar bu konuda iki yol izlendi.

1- Bunların her biri birer mucizedir. Bir defalığına ve o peygambere mahsus olmak üzere olmuş bitmiştir. Tabiatın işleyişine bir anlık bir ilahî müdahele ve işleyişi tersine çevirmedir.

2- Bunların her biri birer masaldır. Yani Arap halk hikayeleridir. Kur’an bunları mesaj vermek için kullanmış, gerçekte öyle olup olmadıklarıyla ilgilenmemiştir.

Kanaatimce, her iki halde de Kur’an’ın evrensel söylemi, belirli bir zamana ve mekana gömülmüş oluyor. Yani akıp geldiği tarihten, hayattan ve tabiattan koparılmış oluyor. Çünkü artık bugün öyle mucizeler olmamakta ve de başka milletler birbirine o masalları anlatmamaktadır.

Böyle söylediğimizde iki kesim birden tepki gösteriyor ve diyor ki:

1- Mucizeleri aklîleştiriyorsun. Oysa her şey akla uygun olmak zorunda değil. Elimizde inanacak bir şey kalmadı. Halbuki din olağanüstülük, kutsallık, sır ve gizemdir, binaenaleyh din elden gidiyor!

2- Masalları gerçek sanıyorsun. Bunlar yaşanmış olaylar değil; Arap halk hikayeleri… Bunları gerçekten yaşanmış tarihi olaylar sanıp nasıl olduğunu açıklamaya çalışmak beyhude bir uğraştır. Aslolan bu kıssalardan çıkarılacak hisselerdir. Din kıssa değil; hissedir. Binaenaleyh kıssayı bırak hisseye bak!

Bende diyorum ki: Kur’an kıssaları mucize veya masal değildir. Ne mucize ne de masal Kur’an kavramı değil. Kur’an, tarihi bu iki kavram üzerinden ele almıyor. Bunlar adı üzerinde birer “kıssa”dır…

Peki nedir kıssa?

Mucizeden ve masaldan farkı ne?

Kıssa: Geçmişteki bir olayı “dengi” ile anlatmak demek. Çünkü kıssa “denk olan şey” anlamındadır; kısas, takas, makas gibi…

Mucize: Geçmişteki bir olayı olağanüstülük katarak, menkibeleştirerek, kahramanlık destanına dönüştürerek, denkliğini bozarak anlatmak demek. Kayadan deve çıkarma mucizesi, asayı yılana çevirme mucizesi, balığın karnına girme mucizesi, ateşte yanmama mucizesi gibi…

Masal: Geçmişte yaşanmadığı halde, sırf masal, öyle olduğunu farzetme, kurgu, hayal mahsulü olan demek. Alaaddin’in sihirli lambası, uçan halı, yedi başlı ejderha masalları gibi…

***

Şimdi…

“Kur’an mucize veya masal değil; kıssa anlatıyor.” dediğimizde ne demek istediğimizi uygulamalı dört örnek üzerinden anlatalım. Örneğin bunlar İbrahim, Musa, Süleyman ve İsa kıssaları olsun. (Kur’an’da geçen 14’ü peygamber, 10’u da tarihsel kişi ve olay olmak üzere 24 kıssayı burada tek tek ele almam mümkün değil.)

Zira bu yazıda amacım Kur’an kıssalarını baştan aşağı anlatmak değil; mucize, masal ve kıssa arasıdaki farkın ne olduğunu gösterebilmektir. Bu bize diğer tüm kıssaları anlamada temel ölçü ve yöntemin ne olması gerektiğini verecektir.

***

Örnek 1: Hz. İbrahim’in ateşten kurtulması.

Mucize: (der ki) İbrahim ateşe atıldı fakat ateş onu yakmadı. Allah’ın mucizesi tam zamanında yetişerek ateşe “İbrahim’e karşı serin ve selamette ol” dedi ve İbrahim böylece ateşten kurtuldu.

Masal: (der ki) Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde İbrahim’i yakmayan bir ateş varmış. Yedi kat odun yığmışlar, yedi yerden ateşe vermişler ve yedi saat durmadan yakmışlar. Karıncalar İbrahim’e yedi yerden su taşımış; “Söndüremesem bile o yolda ölürüm” demiş. Derken yedi gün yedi gece yağmur yağmış ve ateş gül bahçesine dönmüş. Ya, işte böyle evlat, İbrahim ermiş muradına biz çıkalım kerevetine….

Kıssa: (der ki) İbrahim’i ateşte yakmak istediler. “Yakın şunu” (21/69) demekten başka bir şey yapamadılar. İbrahim ise “Size selam eder, Rabbimin uğrunda sizi bırakır giderim ” (37/100, 19/47-49) diyerek Babil İmparatorluğu’nun beşkenti Ur şehrini terk etti. Böylece, Salih’in, Hud’un ve çok sonları da Muhammed’in (yatağına Ali’yi bırakarak) şehri terketmesi gibi, İbrahim de şehri terk ederek ateşten (yakılarak idam!) kurtuldu. Yaktıkları ateş de orada öylece söndü gitti; “Ateşe serin ol dedik, selam olsun İbrahim’e!” (21/69).

***

Örnek 2: Musa’nın asayı yılana çevirmesi

Mucize: (der ki) Musa Firavun’un karşısına çıktı. Sihirbazlar değneklerini yere attılar ve hepsi birer yılan oldu. Musa ne yapacağını şaşırınca Allah “Sende at, korkma” dedi. Musa asasını atınca birden daha büyük yılan oldu ve sihirbazlarınkini yuttu. Allah’ın mucizesi tam zamanında yetişerek Musa’ya yardım etti. Sihirbazların hepsi imana geldi ve toptan Allah’a secde etti.

Masal: (der ki) Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde asaları yılana çeviren Musa adında bir peygamber varmış. Çok ulu bir zatmış. Günlerden bir gün sihirbazların karşısına çıkmış. Sihirbazlar değneklerini yere atıp yılana çevirince, o da asasını atmış. Tek başına yedi yılanı yedi saniye içinde yutuvermiş. Sihirbazlar yedi defa secdeye kapanmış, Firavun yedi gün yedi gece sarayından çıkamamış. Ya, işte böyle evlat, Musa ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…

Kıssa: (der ki) Firavunlar, Mısır’da sihirbazlık tekniğini kullanarak sır, gizem ve büyüye dayalı akıl dışı (gayr-ı reşid) bir yönetim kurmuşlardı. Sihirbazlar, dönemin yüksek teknokratları ve kimyagerleri olarak Firavun’a bu yolla hizmet ediyor ve halkı yaptıkları büyülerle korkutuyorlardı. “Firavun’a itaat etmezseniz, sizi de bu şekilde böcek yaparız” diye asayı yılana çevirme gösterileri yapıyorlardı. Kurutulmuş bağırsağın içine civa dolduruyorlar, yılan şeklinde boyuyorlar, sıcak yere atınca birden hareket ediyor ve yılan gibi görünüyordu. Halk da cehaletinden bunların tanrı tarafından onlara verilmiş çok özel bilgeler olduğunu sanıyordu. Bu korkuyla sihirbazları kutsuyor, Firavun’a da tanrı diyerek tapınıyorlardı… Musa işte bu düzeni deşifre etti. Bunun özel tanrı bilgisi olmadığını, sıradan bir sihirbazlık numarası olduğunu, fakat halkın bunu bilmediğini, bunu öğrenmesi için herkesin toplandığı bir yerde bunun böyle olduğunu göstereceğini söyleyerek meydan okudu. Ve gerçekten de öyle olduğunu gösterdi. Çünkü kendisi bunu daha önce “İnsanoğluna eşyaya isim verme” (öğrenme) yeteneği sayesinde öğrenmişti. Allah’ın Musa’ya apaçık ayetlerini vermesi bu demekti… Sihirbazlar kendi yaptıklarını Musa’nın da yaptığını görünce hayretler içinde kaldılar ve bütün karizmaları yerle bir oldu. Halkın gözünden düştüler, sahtekarlıkları ortaya çıktı, umutları boşa gitti. O gün rezil oldular ve Musa’nın o atışı bütün umutlarını, beklentilerini, hayallerini yedi yuttu.

***

Örnek 3: Süleymanın cinleri, kuşları, karıncaları

Mucize: (der ki) Hz. Süleyman Allah’ın izni ile kuşlarla, karıncalarla konuşurdu. Cinlerden askerleri vardı, onları mabet yapımında çalıştırmıştı. Cinlerden bir ifrite Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar (ışınlama!) yoluyla bir kaç saniyede getirtmişti. Allah, Süleyman’a herkesi hayretlerde bırakan daha nice mucizeler vermişti. O muhteşem mülke böyle böyle sahip olmuştu.

Masal: (der ki) Bir varmış bir yokmuş, zamanın behrinde bir Süleyman peygamber varmış. Mülkü öyle büyük öyle büyükmüş ki emrine cinler, periler, kuşlar, karıncalar girmiş. Rüzgarlı gemileri denizde yürütürmüş. Atlarla hasbihal edermiş. Sarayı yedi kat göğe değer hale gelmiş. Altı yüz cariyesi varmış. Günlerden bir gün, bir cin dayandığı bastonuna dokununca düşmüş ve öldüğü öyle anlaşılmış… Ya, işte böyle evlat, neyse, ben kalkayım artık, gerisini sonra anlatırım. Süleyman ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…

Kıssa: (der ki) Süleyman merkezi Kudüs olan bir devlet kurmuştu. Böylece bölgeyi bir adalet ve barış yurdu (Daru’s-Selam) haline getirmiş ve bunun için Kudüs’e bu anlamda Jerusalem denmişti. Güneyde Sebeliler (karıncalar), kuzeyde Hititler (kuşlar), doğuda Babilliler (cinler/periler) ve batıda Fenikeliler (yelkenli gemi ve rüzgarlar) emrine girmişti. Çünkü bu devletler o dönemde böyle anılır ve bilinirlerdi. Onlarla çeşitli zamanlarda temaslarda bulunmuş ve konuşmalar yapmıştı. Sebe Kraliçesini ülkesine davet etti. Göz açıp kapayıncaya kadar (çok kısa bir sürede) onun tahtının bir benzerini yaptırttı. Tahtın, krallığın, debdebenin değil; asıl daha başka şeylerin insan hayatındaki önemini ona göstermek istedi. Kraliçeyi Allah’ın dinine davet etti ve Müslüman olmasına vesile oldu. Böylece dünyanın başına dünyada gözü olmayan kanaatkar ruhlu insanların geçmesi gerektiğinin dersini verdi.

***

Örnek 4: İsa’nın göğe çekilmesi

Mucize: (der ki) Yahudiler Hz. İsa’yı çarmıha germek istediler. Fakat onu değil onun bir benzerini çarmıha gerdiler. Çünkü Allah onları şaşırtmış, onun yerine başkasını İsa sandırtmış ve asıl İsa’yı göğe çekmişti. Allah’ın mucizesi bu ya, İsa’ya da son anda yetişerek onu ölümden böyle kurtardı. Şu an Allah’ın yanında sağ olarak bekliyor ve kıyamete yakın dünyaya tekrar geri dönecektir.

Masal: (der ki) Bir varmış bir yokmuş… Zamanın birinde ölüleri dirilten, körleri iyileştiren, çamurdan kuş yapan, evinde kimin ne sakladığını bilen bir İsa peygamber varmış. Günlerden bir gün onu çarmıha germek istemişler. Havarileri ile otururken askerler onları yakalamış. Allah orda hemen yeni bir İsa yaratıvermiş. Onun yerine bunu yakalayıp asmışlar. Gerçek İsa’yı da Allah evin bacasından göğe çekmiş. Şu anda Tanrı’nın sağ yanında oturuyormuş. Kıyamete yakın dünyaya bulutların arasından süzülerek gelecek ve Şam’daki beyaz minareli camiye inecekmiş. Haç’ı kıracak, Deccal’i öldürecek ve zulümle dolmuş dünyayı adaletle dolduracakmış. Cenab-ı Hak bizleri o güne eriştirsin… Ya, işte böyle evlat, İsa ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…

Kıssa: (der ki) İsa, Allah’ın evine ticarethaneye, gerçek hayat dinini tapınak dinine çeviren bezirgan din adamlarına ve onların efendisi Bizans tiranlarına başkaldıran yiğit bir peygamberdi. Daima mesel ile konuşurdu. “Ey Tavus kuşu (Kudüs) senin civcivlerini (halkını) toplamak istedim ama beni sevmediler” derdi. Zulüm altında yaşamayı kaderleri bilen halkına “Uyanın! Size yepyeni bir gelecek çizeceğim (çamurdan bir kuş yapacağım) ve Allah’ın vahyine yüreklerinize üfleyeceğim ve onunla yepyeni bir hayata başlayacaksınız. Üzerinize serpilmişi ölü toprağını kaldıracak, Allah’ın ayetlerini körelmiş gözlere gösterecek, sağırlaşmış kulaklara dinleteceğim. Artık hiçbir şey gizli kalmayacak, bütün gerçekleri ortaya dökeceğim (evinizde biriktirdiklerinizi haber vereceğim). Ben şu engerek soyunun (tapınak taciri din adamlarının) sırtınıza yüklediği ağır yükleri kaldırmaya, vurulduğunuz zincirlerden sizleri kurtamaya geldim. Benden öncekilerin yolunu sürdürmeye, benden sonrakilerin müjdesini (bu davanın ilelebet süreceğini, bitmeyeceğini) haber vermeye geldim.” derdi. Fakat “engerek soyu” Bizansla işbirliği yaparak onu yok etmek istedi. Mahkeme kurup yargıladılar ve Babil’in asilere verdiği ceza olan ateşte yakarak idam gibi, İsa’yı da Bizans’ın asilere verdiği ceza olan çarmıha germe ile cezalandırdılar. Acılar içinde ellerine ayaklarına çiviler çakılmış halde çarmıhta son nefesini verdi. Fakat şunu bilmiyorlar ki onu gerçekte öldürmediler, asmadılar, öyle olduğunu sandılar. Allah ona çok yüce, çok yüksek bir paye verdi çünkü şehitler ölmez! Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz. Gerçekte onlar yaşıyor, fakat siz bunun farkında değilsiniz (2/154). Bütün şehitler Allah’ın katına yükselir ve Allah onları kendi katından rızıklarla yaşatır…

***

Bu dört örnek mucize, masal ve kıssa arasında ne gibi fark olduğunu göstermeye sanırım yeter.

Demek ki mucize olmuş olaya olmamışlık katma (menkibeştirme), masal hiç olmamışlık (esatirleştirme), kıssa da olmuş olayın dengi ile anlatımı demek oluyor.

Bu denkliği, abartıp menkibeleştirerek veya kurgulayıp esatirleştirerek değil; tarihten, hayattan ve tabiattan dengini yani karşılığını, delilini, verisini göstererek yapıyorsunuz.

Çünkü mucize ve masal anlatıları bu kıssaları tarihten, hayattan ve tabiattan koparmış durumda. Bu halleriyle günümüz tarihinin oluşumunda, toplumsal hayatında ve canlı tabiatında bir karşılıkları yoktur. Bu nedenle de yaşayan örnek olmaları mümkün değildir. Sadece mucize veya masal oluyorlar, o kadar.

Fakat birde “kıssa” olarak okuyalım bakalım. Kur’an’ın çağları delip elen evrensel mesajını asıl o zaman anlayacağız.

Yukarıda “Mucize (der ki)” veya “Masal (der ki)” formunda verdiğimiz yerleri bugüne getirin, hiçbir karşılığını bulamazsanız.

Fakat “Kıssa (der ki)” diye anlattığımız yerleri bugüne getirin, olayın zamanı, mekanı ve aktörleri değişmek suretiyle devam ettiğini göreceksiniz.

Öyle ya put heykellerine tapınan, bunları karşı çıkanı ateşlerde yakmak, darağaçlarında sallandırmak isteyen Nemrud düzenleri hala yok mu? Bunlardan kurtulmak için nice muvahhidler ülkelerinden hala hicret etmiyor mu? Firavun saraylarının destekçisi tekrokratlar, kimyagerler, fizikçiler, atom mühendisleri yok mu? Onlar bilimin gücünü kullanarak halkları korkutup ülkelere bomba atmıyor mu? Karşı gelen olursa 15 saniye içinde 250 bin kişiyi, asayı yılana çevirir gibi, savrulmuş böceğe hala çevirmiyor mu? Bugünde Süleymanın yaşadığı bölge (Ortadoğu) adalet ve barış yurduna hala muhtaç değil mi? Aslanlar, kaplanlar, sırtlanlar, kartallar, ayılar bölgeye hala üşüşmüyor mu? Bugün de tacir din adamları Roma’nın torunlarıyla işbirliği yapmıyor mu? Allah’ın evini ticarethaneye, Allah’ın yolunu tapınak dinine çevirmiyorlar mı? Kendilerine karşı geleni hala aforoz etmiyorlar mı? Allah yolunda öldürenler bugünde “Şehitler ölmez!” nidaları arasında hala defnedilmiyor mu? Bütün şehitler hala Allah’a yükselmiyor mu?

İşte bu “Yaşayan Kur’an”dır. Diğerleri ise ölü Kur’an…

Bu noktada yapmaya çalıştığım iş, Kur’an kıssalarını mucize ve masal formundan çıkarıp, akıp gelen tarih, hayat ve tabiat ortamına çekmek ve orada denkleştirmek yani anlaşır hale gelmelerini sağlamaktan ibarettir ki ilk indikleri dönemde de böyleydi. İlk indikleri dönemde de mucize ve masal olarak aşiret evlerinde, yaşlı Arap şeyhleri tarafından anlatılıp duruyordu. Arap muhayyilesi bu kıssaları birer mucize ve masala dönüştürmüştü. Fakat Kur’an onları “kıssa” olarak yeniden anlattı. Onlar kafalarındaki mucizeleşmiş veya masallaşmış şeklin onaylandığını sandılar. Hala da öyle…

Dahası Araplardan Müslümanlığı seçen diğer milletlere de geçti. Onlar da eski dinlerinden bir çok şey kattı. Bir tür Cahiliye-İslam, Mecusi-İslam, Şaman-İslam sentezi oluştu. Kıssalar, bu eski dinlerin mucize ve masal formları arasında tanınmaz hale geldi.

Bugün Müslüman zihin Kur’an’ın kıssa olarak anlattığının değil; eski dinlerin mucize veya masal olarak algıladıklarının etkisi altında. Hala “kıssa” olarak algılanmış değil…

Ama bir gün kıssa, mucize veya masalı yenecek, Kur’an’ın evrensel mesajı gömülüp kaldığı Arap/Fars/Türk toprağından, tüm insanlığa açılacak, onun bir Arap/Fars/Türk dini değil insanlık dini olduğu herkesçe görülecektir.

Bugün Meksika’da, Çin’de, Mançurya’da, Rusya’da, Arjantin’de, Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da karşılığı olmayan bir din, evrensel bir din olamaz, hele insanlık dini hiç olamaz.

Dininizi doğduğu topraklara, doğduğu zamana ve doğduğu mekana gömülüp gitmekten kurtarın. Mucizelerle ve masallarla avunmayı bırakın.

En esaslı gaybî dinamik olan “Allah’a ve ahirete iman” çökünce böyle mucizelere tutunursunuz. Halbuki bu Yahudi imanı değil miydi? En esaslı gelecek haberi olan “inzar” dan (ölüm, afet ve kıyameti haber verme) bihaber olunca böyle kehanetlere (İsa gelecek, mehdi çıkacak, hurûfîlik, cifr, şifre, 19’culuk vs.) sarılırsınız. Halbuki bu Hristıyan imanı değil miydi?

Allah’a sanki görmüşçesine , ahirete de sanki gidip gelmişcesine imanı beceremeyince böyle mucizeden, masaldan, sırdan, tılsımdan, cifrden, şifreden, gizemden medet umar hale gelirsiniz…

Hani nerede Müslüman imanı?

Hani nerede gerçek hayat kıssaları?

Not:Bu yazı çALINTIDIR. :)

Link to post
Sitelerde Paylaş

Genelde kıssalara Müslümanlar öncekileri anlatan hikayeler olarak bakar..İbrahim şurda Musa şurda yaşadı diye arar dururlar..Ne Musa'nın yaşadığı belli ne İbrahim'in ne de diğerlerinin...

8/31 Ayetlerimiz onlara okunduğunda şöyle derler: "Tamam, işittik.İstersek bunun gibisini elbette ki söyleriz; öncekilerin masallarından başka şey değil ki bu!"

Link to post
Sitelerde Paylaş
Malum, Kur’an’da geçmiş çağlardan bahseden “kıssalar” var.

Bunlar Kur’an’ın neredeyse 3/2’sini oluşturuyor. Mesela Enbiya, Kasas, Yusuf vb. sureler tümüyle, diğerleri de kısmen bunlardan oluşuyor.

Peki, bu kıssalarda ne anlatılıyor?

***

...

...

Hani nerede gerçek hayat kıssaları?

Not:Bu yazı çALINTIDIR. :)

Bunların hepsi ipe sapa gelmez saçmalıklardır. Başı sonu belli, derli toplu anlatılmış olsaydı, mitoloji, masal denebilirdi belki. Oysa bölük pörçük, yarım yamalak anlatılmış masal parçalarıdır bunlar. Kuran, o dönemdeki muhataplarının bunları zaten bildiğini varsayar ve baştan sona adam gibi anlatmaz; "hatırla", "hani..", "unuttun mu..", "bilmiyor musun.." gibi tabirlerle dinleyicinin/okuyucunun zaten bildiğini ima eden terimlerle anar. http://forum.ateizm2.org/index.php?showtopic=5092. Tefsirciler bile işin içinden çıkamayıp Tevrat'a başvurmak zorunda kalırlar bunlarıanlamak/açıklamak için. Çoğunda ne bir ahlaki ders vardır ne de fantastik bir tat.

Fantastik tatlar ve gerçek Arap mitolojisi isteyen, Alim Şerif Onaran'ın muhteşem çevirisiyle Binbir Gece Masalları'nı okusun. Edebi olarak, diliyle, anlatımıyla Kuran'ı bine katlar!

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yani yukarıdaki masal parçacıklarından bir sonuç çıkarmak mümkün değilmi?Örneğin yukarıda çıkarılan sonuçlar çıkarılmazmı?Çıkarılmaz diyen varsa çıkaramayanın sorunudur.Olmaması gereken Tanrı nın nasıl olması gerektiğini tarif ettiğiniz gibi, olmaması gereken Tanrının olmaması gereken Kitanının da nasıl olması gerektiğini nereden çıkardığınızı merak etmiyor değilim..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili Matrix, bu yazıyı yazan yine sap ile samanı birbirine karıştırmış.

Nahl Suresi 24 Onlara, "Rabbiniz ne indirdi" dendiğinde şöyle dediler: "Öncekilerin masallarını."

1-İşte Kuran'da anlatılan gerçek hayat hikayelerine inanmayan, onlara uydurma masal diyenin durumu bu inkarcılarla aynıdır.

Dillerini eğip bükerek onlara-ayetlere sembolik anlamlar yükleyenler, gizlice Kursan'a meydan okuyan ve kendi uydurduğu öğretiyi kitaptanmış gibi gösteren insanlardır.

2- Bu anlatılan gerçek yaşam öykülerinin günümüzde de karşılığının olması ve evrensel mesajlar sunması, onların uydurma olduğunu değil, tam tersine gerçek olduklarını gösterir.

Yani şimdi benim başımdan geçen bir olay kayıt edilse ve bu binlerce yıl sonra bunu okuyan insanlara dersler sunsa, o gelecekte yaşanacak olayların benim yaşadıklarımla birebir örtüştüğü görülse...Tüm bunlar benim yaşadıklarımın masal değil, tam tersine gerçek olduğunu gösterecektir.

3- Kuran hiçbir zaman mecaza, sembole ve masala başvurmaz. Zaten buna başvurduğuna iddia eden, aslında Kuran'ı a inanmıyor demektir.

Kuran birşeyi anlatırken birebir anlatır, ama bu anlattığı aynı zamanda bütünün küçük bir parçası olabilmektedir.

Örneğin "düşmanlarınıza karşı savaş atlarınızı hazır tutun" diyorsa bir ayet,

Öncelikle hakikaten savaş atlarını hazır tutun demektedir.

Ama bununla birlikte bu ifade tüm savaş araç ve gereçlerini temsil etmektedir. Yani "tanklardan , uzay gemilerine kadar savaş teknolojilerini hazır bulundurmaktan" bahsetmektedir.

Ya da "cennette falanca meyve var diyorsa", bu öncelikle hakikaten o meyvenin gerçekten cennette olduğunu haber vermektedir, hem de diğer tüm cennet meyvelerini temsil etmektedir.

Konuyla bağlantılı yazım:

http://www.diniyazilar.com/dy/oku/252/kim-...eridir-diye.htm

Ya da "yelkenli gemiler rüzgar durursa kalakalırlar" diyorsa ayet, öncelikle gerçekten yelkenli geminin rüzgar durunca hareketsiz kalacağını söylüyordur. Ama bu aynı zamanda diğer tüm oluşumları temsil etmektedir. Verilen bütünün küçük bir parçasıdır.

Yani bugün güneş enerjisiyle hareket eden bir gemi, bu sefer gün ışığından mahrum kalırsa kalakalır.Ya da hayati organlerımız durursa, hayatımız da devam edemez vs.

Yani, anlatılanlar, tüm ayetler birebir gerçektir her zaman. Hiçbiri ne masal ne de semboldür. Hepsi aynen anlatıldığı gibidir.

Ama bu örnekler birebir anlatıldığı şeyi verdiği gibi, daha bağlantılı birçok şeyi örneklendirmiş olur.

4- Gördüğün gibi Allah "inkarcıların masal dediğini" söylediği halde, sen de çekinmeden masal deyiverdin(ya da o yazı kime aitse o demiş)

Zaten ayetlere sembolik anlamlar yüklemek demek, o kitabı kabul etmeyip kendi öğretini kitaptanmış gibi göstermeye kalkmak demek.

Sen peygamber kıssalarını masal veya sembol ilan edersin, bir başkası hayatı düzenleyen ayetleri masal ve sembol ilan eder, bir başkası ahiretle ilgili ayetleri masal ve sembol ilan eder, bir başkası "Allah" kellimesini bir sembol ilan eder ve aslında çok tanrının olduğunu söyler, bir başkası astrofizik ve biyolojiyle ilgili ayetleri masal ve sembol ilan eder...

Dilediği yeri böyle çaktırmadan inkar eder insanlar.

Ve bu sembol veya masal kabul ettiğiniz ayete de "kendi uydurduğunuz anlamları benimsetmeye kalkarsınız".

Mesela sen o masal dediğin yerde "falancayı anlarsın".

Bir başkası da "filancayı anlar".

Bugün ruhçular "Allah" yazan ayetleri öyle bir sembolleştiriyorlar ki "çok tanrıcılığı utanmadan kitaba onaylatmaya kalkıyorlar".

Hayır ayetlerin dediği gibi "önce ayetlerin birinci açık anlamına iman edeceğiz", ondan sonra varsa temsil ettiği şeylere kafa yoracağız.

Yoksa zaten inkar edecekseniz, kitaba bile gerek yok, uydurun uydurabildiğiniz kadar şeyi.

Önce ayet ne diyor ona bakacağız ve olduğu gibi iman edeceğiz. Sonra da sunduğu sayısız derse kafa yoracağız.

Selam ve sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Hayır ayetlerin dediği gibi "önce ayetlerin birinci açık anlamına iman edeceğiz", ondan sonra varsa temsil ettiği şeylere kafa yoracağız.

Ayetlerin birinci anlamı filan yoksa ne olacak?

4:34 'ün birinci açık anlamı vurun diyor örneğin..Siz prazantabl kurancılar vurun kelimesine bin takla attırmış..Ayırın bırakın diye çeviriyorlar..Birinci anlamının işine gelmeyenlerinizi neden almıyorsunuz?

108/3 Asıl mahfolacak olanlar sana kin duyanlardır.

108/3 Kuşkun olmasın ki ebter/ soyu kesik, seni kötüleyenin ta kendisidir.

Hangisi birinci anlam bunların?

101/1 Şok.

101:1 AH! Apansız (gelen) bir bela!.

Birinci anlam veren otorite kim sizde hadis madis yoksa?

tarihinde sokrates tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Ayetlerin birinci anlamı filan yoksa ne olacak?

4:34 'ün birinci açık anlamı vurun diyor örneğin..Siz prazantabl kurancılar vurun kelimesine bin takla attırmış..Ayırın bırakın diye çeviriyorlar..Birinci anlamının işine gelmeyenlerinizi neden almıyorsunuz?

108/3 Asıl mahfolacak olanlar sana kin duyanlardır.

108/3 Kuşkun olmasın ki ebter/ soyu kesik, seni kötüleyenin ta kendisidir.

Hangisi birinci anlam bunların?

101/1 Şok.

101:1 AH! Apansız (gelen) bir bela!.

Birinci anlam veren otorite kim sizde hadis madis yoksa?

Hayır orada yine "birinci anlamda alıyoruz kelimeyi".:

4:34 Erkekler kadınları gözetirler.14 Zira ALLAH her birine farklı yetenekler ve özellikler vermiştir. Nitekim erkekler evin geçiminden sorumludur. Erdemli kadınlar, (Tanrı'nın yasasına) boyun eğer ve ALLAH'ın korumasını emrettiği (onur ve iffetlerini) tek başlarına bile olsalar korurlar. İffetlerinden endişe duyduğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarınızı ayırın ve nihayet onları çıkarın.15 Size itaat ederlerse onlara karşı bir yol aramayın. ALLAH Yücedir, Büyüktür.

Burada takla attırılan hiçbir şey yok.

Kelimenin apaçık sözlük anlamı bunu veriyor.

Edip Yüksel'in konuyla ilgili bir yazısını da aktarmıştım, neden böyle çevirmenin doğru olduğuyla ilgili olarak... Edip çok güzel cevaplamış konuyu:

"Kuran Çevirilerindeki Hatalar" isimli kitabımda 4:34 ayetiyle ilgili tezlerimi 19.org formunda Kaptan mahlasını kullanarak eleştiren bir arkadaşın iddialarına cevaptır.

ELEŞTİRİ: Edip Yüksel veya Yasar Nuri Öztürk'ün, bu ayetteki "darb" fiilinin "dövme/vurma "manasına geldiğini bilmeyecek ve anlamayacak kadar cahil olduklarını hiç sanmıyorum.. Geleneğin tecrübelerini önemsememeleri, bunun yerine "insanların ne diyeceğini" önemsemelerinin, ayete "anlamak istedikleri" manayı vermelerine sebep olduğu açıktır. "Darb" fiili üzerine ve mezkur ayetlerde yapacağımız çok basit bir inceleme bu gerçeği görmemiz için yeterlidir..

CEVAP: Yaşar'ı bilmem, ama ben niyetimi senin niyetinle tokuşturmayacağım. Darb fiilinin "dövme/vurma" anlamına gelebileceğini ancak bunun anlamlardan sadece biri olduğunu ileri sürüyorum. Geleneksel olarak verilen anlamı tercih etmememin sebebini ise Kuran Çevirilerindeki Hatalar kitabında tartıştım.

ELEŞTİRİ: "Darb" kelimesinin asil manası vurmak /dövmektir. Yalın halde kullanıldığında bu manada kullanılır.. Edip Yüksel'in herhalde laf kalabalığı türünden olsa gerek; mahkum olmak, sorumluluğu kaldırmak, kapamak, örtmek, şeklinde açıkladığı manalar, vurmak kelimesine getirilen eklerle veya cümlenin diğer öğeleriyle (naib-i fail, meful, vs..) sağlanan manalardır.. Bunun yanında "mesel" kelimesini getirmekle "örnek vermek" ( Türkçe�deki darb-i-mesel), "yeryüzünde" kelimesiyle de "yolculuk" ( bu dışarı çıkmak anlamına gelmez ) manasına kullanılır.....

Arap dilinde ( gerek yaygın kullanışta gerekse Kuran'daki kullanışta) darb kelimesi Yalın olarak kullanıldığında "vurmak / dövmek "manasındadır.. Diğer manalara gelmesi için başka kelime takviyesi veya öncesinde ve sonrasında benzer kullanımı olmalıdır..

CEVAP: Darb kelimesi, "örnek vermek" veya "batılı çürütmek" anlamında kullanıldığında (örneğin, 13:17) YALIN olarak kullanılmıyor mu? Benzeri ifade sadece kadın söz konusu olunca mi esrarlı bir biçimde YALIN'laşıyor?

Tartıştığımız 4:34 ayetini istisna edersek, Kuran'da DaRaBa kökünün tüm türevleri 57 kez geçer ve bunlardan sadece 11 tanesi fiziksel olarak vurmak veya dövmek anlamına gelebilmektedir. Bu listeden, "Bi" harf-i çeriyle birlikte kullanıldığı için senin YALIN koşuluna uymayan Musa�nın değnekle taşa vurmasını (2:60; 7:160; 26:63) ve Eyyub'un değnekle yere vurup yola çıkmasını (38:44) çıkarırsak geriye "vurmak/dövmek" anlamında kullanılan sadece 7 ifade kalır. Bunlardan bir başka fiilin temyizi olarak kullanılan 37:93'teki bir devrik ifadeyi de çıkarmalıyız. Demek ki, tartıştığımız ayet haricindeki 57 kullanımdan sadece 6 tanesi senin vermek istediğin anlamı taşıyor. Bunlardan iki tanesi bir ayette geçtiği için önümüzde sadece 5 ayet var. Dilersen onları kısaca bir inceleyelim:

8:50 ve 47:28 ayetleri meleklerin inkarcıların canını alırken onları dövdüğü biçiminde anlaşılmıştır genellikle. Savaş sırasında saldıran ve kaçan düşmanların öldürülüşünü açıklayan bu ayette DaRaBa fiili "yüzlerine" ve "arkalarına" gibi mefuller alıyor. Yani vurulan yerler belirleniyor. Ayrıca, buradaki "vurma" olayının niteliği tartışma konusudur.

8:12 ayeti iki kez DaRaBa fiilini kullanıyor. Bu ayette, savaşta meleklerin yardımını dile getiriyor. Burada da DaRaBa fiili meful alıyor ve vurulacak yerler belirleniyor. Bir başka deyişle, ayet meleklerin inkarcıları dövdüğünü veya vurduğunu ifade etmiyor. Vurulacak yerleri boyun ve parmak olarak belirliyor.

2:73 ayetindeki DaRaBa kelimesi de meful ile geliyor. Galiba 4:34 ayetine yakıştırılan anlama en yakın kullanılış burada. Kadınları hayvanlarla bir tutan sünnetçi anlayışa destek olabilecek tek ayetin ölü ineklerle ilgili olması ilginçtir. Şimdi buna dayanarak, "kadınları dövmek" kadınlara mucizevi bir biçimde hayat verir diye bir felsefe de türetirler mi bilmiyorum!

ELEŞTİRİ: "Darb" fiilinin Kuran'da "çıkarın " manasında kullanıldığı hiç bir yer yoktur. Kuran�da bir çok manalarda kullanılmış çıkarma manasında da kullanılır iddiasından önce delil rica edilir, baktın uymuyor sadece gülünür..

CEVAP: Misaller vermek, ortaya çıkarmak ve yola çıkmak gibi düzinelerce kullanımdaki "çıkmalar"dan ve "çıkarmalar"dan "çıkarma"yı çıkaramayan birisine benzeri mantığı kullanarak bir soru da ben yönelteyim: "Darb" kelimesinin "dövün" anlamında kullanıldığı hiçbir yer yoktur. Bu konuda 57 örnekten kullanabileceğiniz tek örneği kullanmak isterseniz kadınları dövebilmek için Yahudilerin ölü inekleri dövme mucizesine inanmanız gerekir! Problem, sizin kadınların dövülmesini normal gören bilinçaltınızdan kaynaklanıyor. Evliliğin sopa üzerine değil, karşılıklı sevgi ve saygı üzerine kurulu olduğunu anladığınız anda kadınları inekler yerine, örnekler kategorisinde değerlendirebileceksiniz.

ELEŞTİRİ: Bu ayet kesin bir emir gibi telakki edilip, iki kişi arasında, kadının; serkeşlik ve itaatsizlik yaptığı, aile ortamını ve maslahatlarını zedelediği, daha başka (aile içi sorunların dışına taşabilecek) durumlarda Allah tiz elden verin sopayı kadına demiyor.. Sadece bu kapıyı acık bırakıyor.. Aynen Maide suresinde ihramdan çıktığınızda avlanın ayetinde olduğu gibi. Allah orada da bir acık kapı bırakmış. Av yapmanızda sakınca yoktur denilmiştir. Ne yani simdi Millet isi gücü bırakıp ihramları atıp av partileri mi düzenlesin yani..? Bu böyle anlaşılmalı.

CEVAP: Avlanma iznine rağmen hacıların topluca avlanmaya çıkmayışları zamanın koşulları ve ihtiyaçları ile ilgilidir. Eskiden daha çok insan geçim için avcılık yapardı. Ancak, eskiden de ve şimdi de erkek ve kadınların birbirlerine olan ihtiyacı av hayvanlarıyla karşılaştırılmayacak derecede büyüktür. Ayrıca, eşinden memnun olmayan, eşini kıskanan, veya eşinin "efendisine" olan itaatini yetersiz gören milyonlarca erkek var bu dünyada. Senin yanlış yorumlayarak açtığın "kadın dövme" kapısından milyonlarca erkeğin sopaları ormanlar gibi geçecektir, hem de "Allah, Allah" nidalarıyla. Senin ve senin gibilerin "kerhen" açtığı bu uğursuz kapının önünde kutsallaştırılmış sopalardan nasiplerini alan kadınlar hem kocalarının, hem dindar çevrenin, hem de dinlerini kaybetmenin korkusuyla şikayet bile edemeyecektir.

ELEŞTİRİ: Arapça konuşan bazı Kuzey Afrika ülkelerinde "çık, defol" kelimesinin karşılığının "idrib" olması anlam kayması ile alakalıdır( ki daha önce işitmemiştim bu manaya geldiğini).. Yereldir/ mahallidir.. Dilin zamanla kazandığı ve uğradığı değişim ve anlam kaymaları (yani mahalli kullanımlarda olduğu gibi) "genel" ve "tam kullanımı" ilgilendirmez..Bırak günümüz K. Afrika kullanımını Emevilerden sonraki şiirler dahi Kuran çevirilerinde ve sonradan hazırlanan toplama lügat çalışmalarında orijinalinden uzak olduğu için kullanılmamıştır.. Bu kadar hassasiyet gösterilmiştir..

Kuran Çevirisi ile iştigal olmuş ehliyet sahibi alimlerin primer sayılan eserleri buna örnektir.. Örneğin Halil b. Ahmed'in "Kitabu'l Ayn" i, Asmai, Ferra, Fibereyh, (zannedersem ibn-i Dureyd de )bu konularda başucu insanlardır.. Bugün Arap dilinin en meşhur ve makbul lügatları bu gibi ilk donem insanlardan çalışmalarından toplamadır.. Bir Kuran çevirmeni bunu gözetmeli..

CEVAP: MESAJ çevirisine 1989 yılında Reşad Halife'nin Tucson Mescidinde başlamıştım. Reşad kendi çevirisini ikinci ve birkaç ay sonra üçüncü baskıları için gözden geçirirken onunla çevirilerimiz üzerinde her gün tartışırdık. Ne var ki, Reşad'ın 1990 yılı başında Bin Laden bağlısı Fuqra (Fukara, yani Fakirler) örgütü tarafından şehit edilişinden sonra sırası gelen 4:34 ayetini geleneksel yorumcular gibi çevirmekten çekindim. Geleneksel anlayışın, Kuran�ın aile kurumuna yüklediği işlev ile ve müminler arasındaki ilişki ahlakı ile çeliştiğini gördüm ve bu ayetteki anahtar kelimelerin Kuran'daki kullanışlarını inceledim. Geleneksel çeviriler konusunda kuşkularımı destekleyen birçok delil buldum. Ne var ki, klasik ve modern tefsirler arasında beni destekleyen bir tek yorum bulamadığım için bu konuda karar vermeyi 20:114 ayetine uyarak erteledim. Allah'ın bu konuda beni aydınlatmasını dua ettim.

1991 yılının Haziran ayında Türkiye'yi ziyaret edişimde Cumhuriyet Gazetesinde 4:34 ayeti üzerinde açılmış bir tartışmaya tanık oldum. Kuran'daki bu ayeti eleştiren bir makaleye tepki gösteren okurların mektupları yer alıyordu. Mektuplardan birisi uzuncaydı ve "DaRaBa" fiilinin Kuran'da sadece "dövmek" veya "vurmak" anlamına gelmediğini ve bu kelimenin 4:34 ayetinde yanlış çevrildiğini tartışıyordu. Bu ilginç makalenin yazarı, on yıl sonra "Dil ve Din" kitabıyla tanıyacağımız Cengiz Özakıncı'ydı. Cengiz Özakıncı'nın bu yazısı benim bu konudaki ortodoks olmayan görüşüme destek veriyordu.

İşin daha ilginci, bir ay süren o ziyaretimde (19 Haziran-18 Temmuz) Ankara'dayken bir sinemaya gitmeye karar verdim. Sinemaya düşkün değilim ve Türkiye'ye yaptığım seyahatlerimde sadece bir kez sinemaya gitmişimdir. Ankara�nın Kızılay semtinde bir sinemada bir işaret ve destek daha aldım.

Orada oynayan 1990 yapımı Çölde Çay (The Sheltering Sky) adlı filmin bir sahnesinde Kuzey Afrikalı bir kabile reisinin karılarından biri, çeşitli maceralar sonucunda eve getirilen Avrupalı kumasına kızıyor ve ona "iDRiB" diye çıkışıyordu. Bunun üzerine Avrupalı kadın odadan dışarı çıkıyordu. Amerika'ya gelir gelmez o filmin İngilizce�sini kiralayıp tekrar seyrettim. (Internet'e "Sheltering Sky" kelimelerini aratsanız filimle ilgili bilgi bulabilirsiniz).

Ayetteki "idrib" kelimesini diğer ayetlerdeki kullanımı ve Kuran�ın genel bağlamı içindeki konumunu göze alarak "çıkarın" diye çevirmeye karar verdim. Kuzey Afrika'da bu kelimenin o anlamda kullanılmasını destekleyici bir faktör olarak değerlendirdim. Dilin zamanla değiştiği malum. Ancak bu değişimin nerede gerçekleştiğine "yereldir/mahallidir" gibi kelle sayılarının veya coğrafi büyüklüğü delil oluşturmaz.

Bu konuda klasik lügatlere de TAM olarak güvenemiyorum. Zira, onları kritik olarak incelediğimizde zamanla dini ve mezhebi taassup yoluyla anlamları kaydırılan kelimelerin orijinal anlamlarını veremediklerine tanık oluyoruz. Örneğin, bu lügatler ÜMMİ kelimesinin anlamının OKUMA YAZMA BİLMEYEN olduğu konusunda ittifak halindeler. Kuran�ı incelediğimizde bu anlamın zamanla gerçekleştirilen bir tahrif olduğunu görüyoruz.

Ya, senin "yerel/mahalli" diye kaile almadığın kullanım orijinal kullanım ise? Üstelik, 4:34 ayetini anlama konusunda en makul ve tutarlı anlamı destekleyen bir kullanım!

Müteşabih, yani çok ayetli ayetler bizi sınarlar. Onları muhkem ayetlerin ışığında, Kuran�ın diğer ayetleriyle ve mesajıyla çelişmeyecek bir biçimde, anlamalıyız. Kalpleri bozuk olanlar "dışarı çık" ifadesini "döv" diye anlar ve kadınların, annelerin ve bacıların dövüldüğü bir toplumun üyeleri olurlar. Bu Allah'ın bir sınamasıdır ve dünyada başlayan bir cezasıdır.

ELEŞTİRİ: Erkek (kavvam kelimesini sizin anladığınız gibi anlarsak) kadınlara sadece gözetici konumda ise, kadını evden nasıl çıkarabiliyor ki? O zaman ondan sonra gelen "eğer size itaat ederse" ne manaya geliyor? Ne yani boşayın manası mi verilmeliydi ?!

CEVAP: Evlerin ayrılmasından sonra boşanma süreci gelir. Boşanma, sünnetçilerin saptırdığı gibi kocanın ağzından çıkan birkaç kelimeyle değil, birkaç ay süren ve her iki tarafın ailelerini ilgilendiren ve hakem huzurunda tartışılacak bir süreçtir. Ayet kadının kocasının evinden çıkarılması konusunda istisna getiriyor. (Siz istisnayı yarım alıntılamışsınız). Yani, başka erkeklerle flört yapan kadına yaptığınız öğütler yarar verirse, yatakları ayırmak ve evinizden çıkarmak gibi yöntemlere başvurmayınız deniyor.

ELEŞTİRİ: Peygamber Kadın döver mi? Ayette gecen özel durumda dahi Allah�ın verdiği izni kullanmaz, o acık kapıdan içeri girmez..

Benim hatuna gelince.. Bilirsin ki bizim kitabıyatımızda karıya sopa atmak yoktur.. Ayette gecen o özel durumda dahi ( Allah kimseye böyle bir es ve vaziyet nasip etmesin!) o acık kapıdan içeri girip şiddet uygulamam..

CEVAP: Peygamber adına karar vermeni sorgulamayacağım. Ama, "Bizim kitabıyatımızda karıya sopa atmak yoktur" da ne demek? Senin övünme makamında sözünü ettiğin "kitabiyat" içinde Kuran olmadığı anlaşılıyor. Kuran'daki çok anlamlı bir kelimeyi illa da "kadın dövmek" biçiminde sınırlamak isteyeceksin ve seni kadınlara karşı katı olmakla suçlayacak olanlara da "kitabiyatınla" ve alicenaplığınla (başkalarının kitabiyatına göre "kılıbıklığınla") savunacaksın kendini! Kitabiyata dahil olmasa da açık bir kapının ardında sallanan kutsal sopaların gölgeleri bile kadınların zihninde bir tehdit oluşturmaya yeter. Bu açık kapı, kadınlarını dövmeyen kocaları melek yapmaya da yetiyor galiba. "Hanım, bak kutsal dayak kapısı açık! Bizim komşu bu kutsal kapıyı son çare olarak kullanıyor. Ama ben sana sabrediyorum!" diyen bir erkekle hanımını döven erkek arasında pek fark göremiyorum. Zira, her kapıdan geçen kişi kapıdan geçmeden önce "kitabıyatıyla" övünebilir! Veya "kitabıyatıyla" övünen kişi daha sonra o kapıdan geçebilir. Yüzü gözü morarmış bir kadınla birlikte, kuşkusuz.

ELEŞTİRİ: Kadınları dövmek Kuran muhataplarında mevcut bir durum ise, Allah neden muhatapların kafasını karıştıracak bir şekilde kullanımda bulunmuştur..?( Yani onları çıkarın ifadesini neden onları dövün seklinde de anlaşılacak bir kelimeyle kullanmıştır? )

CEVAP: Dileyen, kadınlarını döverek felaketli bir hayata mahkum olsun diye. Dileyen, kadın dövme gibi bir alternatifleri olmadığını bilsin ve ona göre erdemli bir müslüman gibi yaşasın diye... Kuran'da buna benzer çok anlamlı ayetler mevcuttur.

Kafası zaten karışmış insanlar en açık ayetleri de anlamazlar. Örneğin, hayvanlarla ilgili yasağı sadece dört maddeyle sınırlayan ayetlere rağmen kafası karışık olanlar düzinelerce ek haramlar çıkarabiliyor. Örneğin, sure sayılarından Besmele'nin harf sayısına kadar 19 sistemi apaçık bir biçimde sergilenmesine ve 74'üncü surede gaybi bir haber olarak bildirilmesine rağmen kafası karışık olanlar Cehennem ve Ateşten başka bir şey göremeyebiliyor. Örneğin, zinanın cezası olarak sadece celde cezası olarak "apaçık ayetler" ile bildirilmesine rağmen kafası karışık olanlar taşla öldürme cezalarına ve ayet yiyen keçi hikayelerine inanabiliyor. . . .

Kısacası, kitabiyat yoluyla Kitab'ı terk ederek kafalarını karıştırmaya karar vermiş insanlar Kuran ayetleriyle zorla yola getirilmek dilenmiyor.

ELEŞTİRİ: Erkek (eğer "kavvam" kelimesini sizin anladığınız gibi anlarsak) kadınlara sadece gözetici konumda ise, kadını evden nasıl çıkarabiliyor ki? eğer hakim karariyla cikarma manasini anliyorsaniz, bu onlari boşayın manasına gelmiyor mu? (al sana darb kelimesine yani bir mana daha !) O zaman ondan sonra gelen "eğer size itaat ederse" ne manaya geliyor ?!! (Yinede Allah'a sukretmemiz lazim. Cunku bu ayeti onlara misaller verin yahut onlari seyahete cikarin diye de tercüme edebilirlerdi !) . . .

Erkeklerin kadınları gözetmesi ne demektir..? Neden kadınlar da erkekleri gözetir denmemiştir?

CEVAP: Erkek kadını gözetmekle ve ona maişetini sağlamakla yükümlü kılınmıştır. Ne var ki, başka erkeklerle flörtleşen kadınlar bu tavırlarıyla evlilik kurumuna ihanet etmiş olurlar. Bu nedenle erkek buna dayanarak kadını boşayabilir. Ne var ki boşanmadan önce yatak ayrılması ve kadının evden çıkarılması öngörülüyor. Bu çıkarılış işleminin tek taraflı olması bazı durumlarda mümkün olmayabilir. Örneğin, ev kadının ise veya erkekle kadının evlilikten sonra kazandıkları ortak bir mal ise o zaman bu konuda kararı aile mahkemesi verir.

Önemli olan, ayetin boşanma süreci başlatılmadan önce çiftlerin ayrılması ve bu ayrılığın getirdiği psikolojik, sosyal ve ekonomik değişikliğin değerlendirilmesidir. Ayrıca, 4:34 ayetinin hükmü kadınlar için de geçerlidir. Yani, erkek bir başka kadınla flört yapsa ve karısının öğütlerine uymazsa kadın yatağını ayırabilir, erkeği evden çıkarabilir ve boşayabilir. Zira, kadınların aleyhinde olan hükümler, Kuran'daki başka ayetlerle çelişki oluşturulmaması koşuluyla, lehlerinde de yorumlanmalıdır. (Bak: 2:228).

ELEŞTİRİ:-"Tafdil " kelimesini burada "her birinize farklı yetenekler vermiştir" diye tercüme etmişsiniz. Daha önce fazileti üstünlük diye çevirmiştiniz. Bak peygamberler arasında üstünlük 17:55 ) Bu tercüme hangi mantığa göre yapılmıştır.?

CEVAP: Kuran Çevirilerindeki Hatalar adlı kitabımda bu konuyu yeterince tartışmıştım. Tekrarlamayacağım. Ama sen domatesin mi yoksa havucun mu daha üstün olduğunu aydınlığa kavuşturursan tartışmamda delik açmış olacaksın. Dilersen dene;-)

ELEŞTİRİ: "Nitekim erkekler evin geçiminden sorumludurlar" seklinde diye cevirmişsiniz. "Mallarından harcarlar " kısminin " Evin geçiminden sorumludurlar" seklindeki çevirisini anladık. Yalnız "nitekim" kelimesi, bir önceki cümleyi açıklayıcı bir ifadedir. Halbuki ayette bu kısım " erkeklerin kadınlar üzerinde kavvam " olma sebebini açıklayan ikinci gerekçedir. Başka bir mealden alıntı yaparsak aradaki fark daha iyi anlaşılır: "Allah�ın inanlardan bir kısmini diğerlerine ustun kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur ( M. İlahiyattan bir heyet ) Bu çeviri tam ve doğru çeviridir diye aktarmıyorum. Sadece iki sebep/gerekçe zikredildiğini göstermek için bunu naklettim. Sizin tercümenizin mantığı nedir? (Yöneticilik "üstünlük" demek değildir. Nitekim seçilen yöneticiler belli kurallara uymalıdırlar. Bunların çoğunluğu yönettikleri insanlardan ustun falanda değillerdir.. )

CEVAP: Güzel ve haklı bir eleştiri. Teşekkür ederim. İkinci cümleyi "nitekim" yerine birinci cümle gibi "zira" ile başlatmalıydım. Ancak bunun karşılıklı üstünlükler olduğunu bildiren birinci cümlenin anlamında bir değişiklik yapmadığı inancındayım.

ELEŞTİRİ: "Erdemli kadınlar (tanrı yasasına) boyun eğer..." kısmında "tanrının yasasına" yorumunu eklemişsiniz. Peki bu yorum ile ayetin son kısmındaki "size itaat ederlerse..." (ki sizin tercümenizdir) cümlesini nasıl açıklıyorsunuz.

CEVAP: Çok güzel bir soru; teşekkür ederim. Allah'a kayıtsız şartsız boyun eğmek olarak çevirdiğim kelime QaNaTa kökünden türeyen QaNiTat olup kocaya itaat etme olarak çevirdiğim kelime TaWa'A kökünden türeyen aTa'Ana kelimesidir. QaNaTa fiili Kuran boyunca Allah'a ve hükümlerine uymak anlamında kullanılır ve sürekli olarak pozitif bir anlam alanına sahiptir. Şu ayetleri incelersen "kayıtsız şartsız boyun eğmek" anlamına gelen bu kelimeyle kocaya itaat edilmenin kastedilemeyeceğini anlarsın. (2:116; 30:26; 2:238; 3:17; 3:43; 16:120; 33:31; 33:35; 39:9; 66:5; 66:12). Nitekim, QaNaTa kelimesini hem erkeği ve hem kadını tanımlamak için erkil (QaNiTin) ve dişil (QaNiTat) olarak iki kez kullanan 3:17 ve 33:35 ayetleri bu konuda kuşku bırakmaz.

ELEŞTİRİ:-"İffetlerinden endişe duyduğunuz...." demişsiniz "Nuşuz kelimesini hangi lügate göre "iffetsizlik" olarak cevirdiniz? Lügatlerde itaatsizlik, kızdırma, vs.. seklinde anlamlandırılmıştır..

CEVAP: Bu konuda yazdığım makaleyi okumadığınız anlaşılıyor. Söz konusu makalemde bu konuyu detayıyla tartıştım. Kuran Çevirilerindeki Hatalar kitabımı İnternet�te bulabilir ve kompüterine bedava download edebilirsin. Bu konudaki yazımı okumaya vaktin yoksa sana kısa bir cevap ve ipucu vereyim: Ben Kuran�ın lügatini kullanıyorum. Bak: 4:128! Yani doksan dört ayet sonrasına ve düşün!

EDİP YÜKSEL

Selam ve sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ha sen Edip Yüksel kuyruğundan gidiyorsun...

Peki sen Edip'e git sor çıkarmak ayrılmak fiili Arapça'da varmıymış..

Ve git bir daha sor bu fiiler varken drb fiili neden kullanılmış..Allah'ınız çıkarmak fiilini kullanmayı akıl edemeyince neden DRB fiilini yamultmuş o Edip..

O tartışma Edib'i haklı çıkarmadığı gibi yaptığı taklaları çok güzel sergilemiş....Sen de bunu DRB vurmak değil diye atlamışsın..Bilen öyle eleştiriyor itiraz ediyor senin gibi bilgisizlerde mal bulmuş mağribi gibi atlıyor..

İşine gelince birincil işine gelince takla atarsınız...

New age Kurancılardan samimiyet dışında herşey mümkün..

ÇIKARIN fiilini gir araştır Kuran'da sözlüklerde..Milleti yalan yanlış bilgilerle yönlendirmeyin..

Anlaşıldı bu forumda sizin gibi prazantablllarla işimiz çok..

Senin birincil anlam dediğin kendi kafandan uydurduğunuz newage islam..Sürün onunda ömrü fazla sürmez..

tarihinde sokrates tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili Sokratates;

1- Yazılanları dikkatli okusaydın sorularının cevabını görecektin. Çünkü aynı soruları sormuşlar ve Edip de güzelce cevaplamış. Ama sen yine her zaman yaptığını yapmışsın. Yani cevabı okumamışsın bile.

2- Taklalar atanlar, senin gibi o ayete "vurmak" anlamını yükleyen anlam kaydırıcıları.

Biz ise ayet birinci anlamda ne diyorsa onu alıyoruz.

3- New Age olan sizlersiniz. Yani yeni olanı, sonradan söyleneni benimseyenler.

Biz ise eski, ilk, orjinal haline yöneliyoruz.

Selam ve sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili Emre:

3- Kuran hiçbir zaman mecaza, sembole ve masala başvurmaz. Zaten buna başvurduğuna iddia eden, aslında Kuran'ı a inanmıyor demektir.

demişsiniz..

Şimdi masal kelimesinin ifade ettiği kavram üzerinde tartışma yapmayacağım.Burada da net değilsiniz çünkü.Atları hazır tutmaktan neden at dışında, tankı, uçağı , topu anlıyorsunuz?Burada yaptığınız şey atı sembolize etmek değilmi?Çok fazla uzatmaya gerek yok.İmran Ailesi ayet 7 bazı ayetlerin muhkem bazılarının müteşabih olduğu söyler.Muhkem benzeşmesiz müteşabih benzeşmeli olduğuna göre mecaz ne demek?

saygılarımla

Link to post
Sitelerde Paylaş
Yani yukarıdaki masal parçacıklarından bir sonuç çıkarmak mümkün değilmi?Örneğin yukarıda çıkarılan sonuçlar çıkarılmazmı?Çıkarılmaz diyen varsa çıkaramayanın sorunudur.Olmaması gereken Tanrı nın nasıl olması gerektiğini tarif ettiğiniz gibi, olmaması gereken Tanrının olmaması gereken Kitanının da nasıl olması gerektiğini nereden çıkardığınızı merak etmiyor değilim..

Çıkarılır tabii.

"Allaha inanmazsanız fena olur"

"Allaha inanmazsanız fena olur"

"Allaha inanmazsanız fena olur"

"Allaha inanmazsanız fena olur"

Kur'an veya İncil "kıssalarından" başka sonuç çıkarabilir misiniz?

Link to post
Sitelerde Paylaş
Sevgili Emre:

3- Kuran hiçbir zaman mecaza, sembole ve masala başvurmaz. Zaten buna başvurduğuna iddia eden, aslında Kuran'ı a inanmıyor demektir.

demişsiniz..

Şimdi masal kelimesinin ifade ettiği kavram üzerinde tartışma yapmayacağım.Burada da net değilsiniz çünkü.Atları hazır tutmaktan neden at dışında, tankı, uçağı , topu anlıyorsunuz?Burada yaptığınız şey atı sembolize etmek değilmi?Çok fazla uzatmaya gerek yok.İmran Ailesi ayet 7 bazı ayetlerin muhkem bazılarının müteşabih olduğu söyler.Muhkem benzeşmesiz müteşabih benzeşmeli olduğuna göre mecaz ne demek?

saygılarımla

Sevgili Matrix;

Ayetler her zaman birebir gerçeği olduğu gibi veriyor. Hiçbir sembol,mecaz, sır yok.

Kuran apaçık bir kitap ve bu yüzden aracılara, havada uçuşan ermiş ve tanrıcıklara ihtiyaç olmadan kendimiz okuyup anlıyoruz.

Bu yüzden kitap var zaten. Yoksa herkesi dilediği yeri sembolik deyip inkar eder ve sonra da kendi uydurduğu anlamlara iman eder.

Şimdi, ayette "atları hazır tutun diyorsa" bu öncelikle gerçekten atları hazır tutundur.

Ama bu birinci açık anlamı kabul ettikten sonra, ayetin verdiği bütünü, diğer dersleri değerlendireceğiz. Eğer ayet savaş atlarını düşmanı korkutmak için hazır tutun diyorsa, aynı zamanda diğer tüm savaş teknolojilerini hazır tutun demiş oluyor. Bu çok açıkça görülüyor. Zaten ayeti surenin içinde bütünlük içinde okursan, bunu 5 yaşındaki bir çocuk bile görebilir.

Yine "yelkenli gemiler rüzgar durursa kalakalır diyen ayet de" hem önce birebir yelkkenli gemiyi, hem de diğer bütünü anlatıyor(güneş enerjisiyle çalışan bir gemi, güneş ışığından mahrum kalırsa durur, kalp veya beyin çalışmazsa yaşamımız devam edemez vs.)

Senin verdiğin Ali İmran 7. ayet de bunu anlatıyor, eğer sureyi bütünlük içinde okursan.

Önce tüm ayetleri birinci açık anlamlarına iman edin, ondan sonra varsa ikincil anlamlarına kafa yorun diyor:

3:7 O ki sana bu kitabı indirdi. Onun bazı ayetleri kesin anlamlıdır , ki bunlar kitabın özüdür. Diğerleri de benzer anlamlıdır . Kalplerinde hastalık bulunanlar, insanları şaşırtmak ve farklı anlam vermek için benzer anlamlı olanlarının ardına düşerler. Onların gerçek anlamını ise kimse bilmez, ancak istisnadır ALLAH ve derin bilgiye sahip olanlar "Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır," derler. Akıl ve anlayış sahiplerinden başkası öğüt almaz.

Burada kimi ayetler birinci anlamdadır, kimisi semboliktir denmiyor.

Bazı ayetler sadece birinci anlamdayken, bazı ayetler de birinci anlamının dışında ikincil ve üçüncül anlamlar da taşıyor deniliyor. Kötü niyetli olanların ise bu ayetlerin birinci açık anlamını terk ederek, ikincil anlamın peşine düştüğünü belirtiyor. Ve yine bu ayet, bu ikincil anlam konusunda sadece tahminde bulunabileceğimizi ama gerçekte bu ikincil anlamın ne olduğunu Allah'ın tam bilebileceğini söylüyor.

Yani birinci açık anlama iman ettikten sonra, "bunun bir de ikincil anlamı vardır ve şu olabilir diyerek ancak zannda bulunabiliriz". Artık bundan sonra, yani o ayetin ikincil anlamının ne olduğu konusunda kendi tahminlerimizi açıklamaktan başka birşey yapamayız.

Kısacası bu ayet yine benim söylediğime delildir.

Yusuf Suresi 1 Elif, Lâm, Râ. O apaçık, apaydınlık Kitap'ın ayetleridir bunlar.

Selam ve sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

İlave olarak kendimden bir örnek vereyim.

Bak bir konuda düşüncelerimi yazarken, ayetlerin birinci anlamı dışında "olabilecek ikinci anlamlarında nasıl tahminlerde bulunuyorum". Bu eski yazaımı aynen aktarıyorum(yazının son bölümlerine dikkat):

MADDE HAYAL Mİ GERÇEK Mİ?

Ruhçu öğreti ve onun izinden giden tüm oluşumlar aslında maddenin bir hayalden, bir ilizyondan ibaret olduğunu iddia ederler hep.

Buna kanıt olarak öne sürdükleri şeylerden ilki maddenin aslında enerjiden oluştuğu,maddenin kökenine inilerse enerji dalgalanması vb. şeylerle karşılacağımızı söylemeleridir.Bir de işin içine ışığı falan sokarlar,akılları sıra maddenin aslının ilizyon ,dumani ve hayaletvari birşey olduğunu ispatlarlar.

Ama hesaba katmadıkları birşey var,enerji denilen şey de madde dışı birşey değildir.Madde onun konsantre haliyse,enerji ise maddenin dağınık ve değişik halidir. Işık denilen şey de maddeden başka birşey değildir.Yani maddenin kökenine inilince yine karşımıza madde ve gerçeklik çıkmakta.

Maddeyi hayal zannedenlerin öne sürdükleri ikinci delil ise,madde aleminin aslında duyu organlarımızın oyunları sonucu varmış gibi algılandığını belirtmeleridir.

Eğer biz birşeyi görüyorsak o şey var olduğu için değil,gözümüz öyle algıladığı için gördüğümüzü,eğer bir şeyi duyuyorsak aslında yine kulak adlı alıcımızın yarattığı şeyi algıladığımızı söylerler.

Yine burada hesaba katmadıkları birşey var.Eğer söyledikleri gibi madem onlar gerçek değil,alıcılarımızın oluşturduğu bir ilizyon hepsi.Öyleyse niye bir alıcımız bozulunca hemen tamire yani tedaviye koşuyoruz.Madem alıcılarımın oynadığı oyun bütün bunlar öyleyse bir şaşının objeleri çift görmesi de ,sağlıklı bir gözün tek görmesi kadar normal ve sağlıklıdır.Öyleyse neden sağlıklı gözün gördüğü teki kabul ediyorsunuz da şaşı gören gözü "sağlıksız" ve yanlış görüyor kabul ediyorsunuz.

Veya niye kataraktlı bir gözün ışıkların etrafında hale görmesini "sağlıksız" ve "yanlış" kabul edip tedaviye başvuruyorsunuz.Madem gerçeklik denilen şey alıcılarımızın ilizyonundan ibaret niye bu durumu "hatalı" kabul edip ameliyatlara,ilaçlara veya bitkisel kürlere başvuruyorsunuz.

Yine aynı şekilde kulağı ağır işiten birini niye "sesleri sağlıklı bir şekilde işitemiyor" deyip tedavi etmeye kalkıyorsunuz.

Nedenini ben söyleyeyim.Çünkü madde gerçektir ve ilizyon değildir.Öyle alıcılarımızın oyunu falan hiç değildir ve evrensel değişmez ölçüleri vardır.Bu yüzden bu ölçüleri sağlıklı bir şekilde algılayamayınca,madde gerçekliğini sağlıksız bir şekilde algıladığınızı anlıyor ve hemen tedaviye koşuyorsunuz.Eğer madde bir hayal olsaydı buna gerek kalmazdı.Maddenin gerçekliği sabittir ve kişiden kişiye değişmez.Tabii alıcılarınızda bir bozukluk yoksa.....

Şimdi vereceğim ayetler konumuzla doğrudan ilgili değil.Çünkü birinci anlamları, Allah'ın gönderdiği ayetleri ve peygamberleri yalanlayanları eleştirmekte.Kendilerine getirilen apaçık kanıtlara rağmen sapkınlıklarını sürdürenlerden bahsedilmekte.

Yalnız ayetlerin apaçık birinci anlamlarını kabul ettikten sonra,ayetlerin işaret ettiği başka anlamlara da kafa yorabiliriz öyle değil mi?Tabii bizim yükleyeceğimiz bu ikincil ve üçüncül anlamlar birer iddia ve varsayım olmaktan ileri geçemiyecektir.Bu yüzden şimdi bu söyleceklerimi sadece "bir beyin jimnastiği" olarak kabul ediniz lütfen.Bunun dışında bir amacım yok.

-Sana kağıt üzerine yazılmış bir kitap indirseydik, onlar da onu elleriyle yoklasaydılar, muhakkak o küfürlerinde inat edenler yine "Bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir." diyeceklerdi. (Enam Suresi 7. ayet)

Bu ayetin açık anlamı dışında başka işaretlerine bakacak olursak;size apaçık bir şekilde alıcılarınızla algılayabileceğiniz fiziksel şeyler sunduğumuz halde sizler bütün bu gerçekleri bir ilizyon ve hayal kabul etmekte ısrar ediyorsunuz anlamına da gelebilir mi?

-"İşte bu sizin o yalan deyip durduğunuz ateş!" diye.

-Bu da mı sihir, yoksa siz görmüyor musunuz? (Tur suresi 13 ve 14. ayetler)

Yine bu ayetin birinci açık anlamı dışında beyin jimnastiği yapacak olursak;işte madde alemine hep bir hayal,hep bir ilizyon dediniz durdunuz,şimdi tadın şiddetli ateşin azabını bakalım görün madde gerçekmiymiş yoksa ilizyon mu? anlamında da dolaylı bir uyarı içeriyor olabilir mi acaba?

Tur Suresi 44. Ayet: Onlar gökten bir parçayı düşerken görseler 'Birbiri üstüne yığılmış bir bulut" diyecekler.

Kamer Suresi 2. Ayet: Hala bir mucize görseler, yüz çevirip: "Süregelen bir sihir!" derler.

Bu ayetlerde de, birinci anlamları dışında, acaba madde alemini bir ilizyon olarak gören ve "maddenin kökeninde üstüste yığılmış enerji dalgalanmaları" falan var deyip gerçekliğini inkar etmeye kalkanlara bir uyarı olabilir mi?

-Hem görsen onları, Rablerinin huzuruna durdukları zaman! O: "Nasıl şu gördüğünüz gerçek değil miymiş?" diyecek, onlar da: "Evet Rabbimiz hakkı için gerçek!" diyecekler. O zaman: "Küfrettiğinizin cezası olarak azabı tadın!" buyuracak.(Enam Suresi 30 ayet)

Yine bu ayette birinci ve gerçek anlamda şüphesiz ki kafirlerin dini inkarlarının sonucu yaşadıkları hüsran anlatılıyor.Ama yine ayetlerin birinci anlamı dışında beyin jimnastiği yapacak olursak,dolaylı da olsa,madde alemini tüm ispatlarına rağmen bir ilizyon kabul edenler eleştiriliyor olabilir mi?

Dediğim gibi bütün bu ayetleri yazmamdaki neden zihin egzersizi yapmak sadece.Zaten ayetlerin ikincil ve üçüncül anlamları için çıkıp da kimse kesin olarak "şu şöyledir" diyemez.Diyenler yanılgı içerisindedir.

Selam ve sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş
3- Kuran hiçbir zaman mecaza, sembole ve masala başvurmaz. Zaten buna başvurduğuna iddia eden, aslında Kuran'ı a inanmıyor demektir.

Yunus

(43) Onlardan sana bakanlar da vardır. Peki, körlere sen mi kılavuzluk edeceksin? Hele, kalp gözleriyle de görmüyorlarsa!

Neml

(81) Ve sen, düştükleri sapıklıktan körleri de çıkaramazsın. Teslim olmuş kişiler halinde ayetlerimize inananlardan başkasına sesini duyuramazsın.

Rum

(53) Ve sen körleri de sapıklıklarından aydınlığa çıkaramazsın. Sen ancak, ayetlerimize iman edenlere dinletirsin de onlar müslümanlar/Allah'a teslim olanlar haline geliverirler.

Zuhruf

(40) Sen şimdi sağırlara söz mü duyuracaksın; yoksa körlere, apaçık sapıklığa dalmışlara kılavuzluk mu edeceksin?!

Eğer kuranda mecaz yoksa o zaman körler sapıktırlar öğlemi emre?

Link to post
Sitelerde Paylaş
Yunus

(43) Onlardan sana bakanlar da vardır. Peki, körlere sen mi kılavuzluk edeceksin? Hele, kalp gözleriyle de görmüyorlarsa!

Neml

(81) Ve sen, düştükleri sapıklıktan körleri de çıkaramazsın. Teslim olmuş kişiler halinde ayetlerimize inananlardan başkasına sesini duyuramazsın.

Rum

(53) Ve sen körleri de sapıklıklarından aydınlığa çıkaramazsın. Sen ancak, ayetlerimize iman edenlere dinletirsin de onlar müslümanlar/Allah'a teslim olanlar haline geliverirler.

Zuhruf

(40) Sen şimdi sağırlara söz mü duyuracaksın; yoksa körlere, apaçık sapıklığa dalmışlara kılavuzluk mu edeceksin?!

Eğer kuranda mecaz yoksa o zaman körler sapıktırlar öğlemi emre?

Sevgili xislam,

Böyle mecazı-metaforu öğrenmeye başladığına sahit olmak ne hoş :)

Şüphesiz ki artık 2:223'deki "tarla" kelimesi de daha iyi kavranmıştır.

Bulmaca çözebilecek seviyede mecaz-metafor kavranmış, pek güzel.

Şimdi sıra biraz daha derine inip Emre'nin mecazdan kastının ne oldugunu daha iyi anlamaya gelmiş.

İşe Türk Dil Kurumuyla başlayabilir, edebiyat sitelerinde araştırma yaparak devam edebilirsin;

(tdk.gov.tr)

Mecaz

1 . Bir ilgi veya benzetme sonucu gerçek anlamından başka anlamda kullanılan söz.

2 . Bir kelimeyi veya kavramı kabul edilenin dışında başka anlamlara gelecek biçimde kullanma, metafor.

Sevgiler...

Link to post
Sitelerde Paylaş
Sevgili xislam,

Böyle mecazı-metaforu öğrenmeye başladığına sahit olmak ne hoş :)

Şüphesiz ki artık 2:223'deki "tarla" kelimesi de daha iyi kavranmıştır.

Bulmaca çözebilecek seviyede mecaz-metafor kavranmış, pek güzel.

Şimdi sıra biraz daha derine inip Emre'nin mecazdan kastının ne oldugunu daha iyi anlamaya gelmiş.

İşe Türk Dil Kurumuyla başlayabilir, edebiyat sitelerinde araştırma yaparak devam edebilirsin;

(tdk.gov.tr)

Mecaz

1 . Bir ilgi veya benzetme sonucu gerçek anlamından başka anlamda kullanılan söz.

2 . Bir kelimeyi veya kavramı kabul edilenin dışında başka anlamlara gelecek biçimde kullanma, metafor.

Sevgiler...

Ben neyin ne olduğunu biliyorum sevgili epifun (yoksa tarlamı deseydim)

Sen bunları emreye anlat istersen.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Emre 15. iletime cevap vermemişsin.

Bak sakın okumadım deme.

Cevabını aldın ya sevgili X.

Ama sanıyorum araştırmak ve kafa yormak sana zor geldi, yine hazıra konmak istiyorsun.

Bu soruyu yıllarca cevapladık durduk.

Yine temcit pilavı servisine başlayalım:

1-Kuran "halk deyimlerini" kullanır.

Örneğin "güneşin doğması", "Allah'ın eli"...

Ama bir "güneş doğdu" denildiğinde, beş yaşındaki, hatta iki yaşındaki çocuk bile güneşin anne karnından doğmadığını, sadece gündüz olduğunu anlar.

Yani ortada hiçbir sembol, sır veya kişiden kişiye değişen bir anlam yoktur. Yine apaçık bir şekilde bilgi verilmiştir. Bu deyimler de yine Kuran'da sözlük anlamında kullanılmaktadır yani.

2- Kuran bir şeyi bir şeye benzetecekse "gibidir", "şuna benzer" şeklinde ifadeler kullanır ve açıklamasını bizzat yapar.

Kuran bu yönteminde de yine apaçık anlamları verir. Bir üç yaşındaki çocuk bile aynı anlar söyleneni, gayet açık ve basittir.

3- "Kuran ayetlerine gözlerini kapayanlar(körler), kulaklarını kapayanlar(sağırlar) denildiğinde yine ne dendiği apaçıktır.

O kişiler gerçekten de Kuran'a, gerçeğe karşı kör ve sağırdırlar. Yine apaçık bir şekilde kelime-sözlük anlamlarında kullanılıyor ifadeler.

Bunun dışında "sen ölülere işittiremezsin" şeklindeki ayetler de yine olduğu gibi anlamı vermektedir.

Örneğin bu ayetle , ölmüş insanların ruhlarıyla irtibatta olduklarını iddia eden insanlar yalanlanır. Böyle birşeyin mümkün olmadığı belirtilmiş olur(zaten ruhlar diye birşey de yok)

Hem de ayetlere karşı kulaklarını, gözlerini ve beynini kapayan insanların tıpkı ölüler gibi gerçeğe tanıklık etmediklerine vurgu yapılır.

Yine ortada apaçık bir anlatım ve sözlük anlamı var.

Ama işte sözlük anlamı derken, "güneşin doğması" ifadesinin sözlük anlamı "gündüz olmasıdır", yoksa anne karnından doğması değil.

Artık bu kadar da kafan çalışsın X'ciğim. Bir üç yaşındaki çocuktan senin ne eksiğin var?

Selam ve sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...