Jump to content

Evrimin kesin kanıtı ...


Recommended Posts

  • İleti 129
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Ateşbey söylenen de o zaten. Aynen anladığın gibi bu virus genlerinin insan, şempanze, orangutan da yerleri aynı. Ortak genlerdeki dizilimler de aynı.

Aynı derken kromozom sayıları her canlıda değişir. Nedeni ise kromozomlar türleşme olurken birleşebilir ya da ayrılabilir. Ama genetik kodlama değişmez. Sadece parçaları artmış ya da azalmıştır.

Sonuç itibari ile genetik kodlama birebir aynı. Araya bir virus DNA girmiş ve nesiller boyu DNA da kalmış. Evrim devam ederken kromozom sayıları değişmiş (birleşme ya da ayrılma olmuş). Ama kodları biz bildiğimiz için farklı kromozomlarda bulunmaları önemli değil. kromozom sayılıar farklı olsa da kodlar aynı. Aynı kodlarda aynı hatalar var. Bu da demek ki bu maymunlar ile ortak atamız var.

Sana başka bir kanıt sunacağım:

DNA bazlardan oluşur: ademin timin guanin sitozin yani ATGC. Her üç baz bir kodondur. Yani ATC bir kodondur ya da CCT veya ATC. Her kodon, protein sentezindeki bir aminaside denk gelir. Örneğin AAA lisin'e denk gelsin. Buna göre kodonlar 4x4x4 = 64 adet aminoasit sentezletebiir. Ama doğada 20 aminoasit var. 64 çeşit kodon biçimi için 20 aminoasit az değil mi?

Hayır. Bazı farklı kodonlar aynı aminoaside karşılık gelir. AAA lisin ise AAG de lisin olabilir pekala. Aşağıda kodonlar ve karşılığı olan aminoasitlerin listesi bulunuyor:

TTT Phe TCT Ser TAT Tyr TGT Cys

TTC Phe TCC Ser TAC Tyr TGC Cys

TTA Leu TCA Ser TAA STOP TGA STOP

TTG Leu TCG Ser TAG STOP TGG Trp

CTT Leu CCT Pro CAT His CGT Arg

CTC Leu CCC Pro CAC His CGC Arg

CTA Leu CCA Pro CAA Gln CGA Arg

CTG Leu CCG Pro CAG Gln CGG Arg

ATT Ile ACT Thr AAT Asn AGT Ser

ATC Ile ACC Thr AAC Asn AGC Ser

ATA Ile ACA Thr AAA Lys AGA Arg

ATG Met* ACG Thr AAG Lys AGG Arg

GTT Val GCT Ala GAT Asp GGT Gly

GTC Val GCC Ala GAC Asp GGC Gly

GTA Val GCA Ala GAA Glu GGA Gly

GTG Val GCG Ala GAG Glu GGG Gly

Farzet ki buna göre alanin(ala)-serin(ser)-lisin(lys)-histidine(his) içeren bir protein var. Bunu kaç değişik yoldan sentez edebilirsin?

tarihinde CharlesDarwin tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Sizleri izledim. Klinik araştırmalarda moleküler biyolojik çalışma yapan bir hekim olarak yazıyorum. Sıkılmazsanız okursunuz:

Aynı dili kullanırken birbirini anlayamamak. Bu üzücü. Sizleri izlerken farkettiğim 2 yanlış var. İlki herkes aynı terminolojik (terim) birliğe sahip değil. İkincisi (doğal olarak) herkes aynı bilgi birikimine sahip değil. Farklı platformlarda tartışması gerekenler, aynı platformda tartıştığı için ?körler sağırlar diyaloğundan? öteye geçilememekte.

Kanıt olarak bir şey sunulurken öyle hatalar yapılmakta ki; bu hata üzerine sürdürülen tartışma, kısır noktada sonlanmakta. Örneğin ?bir gene mutasyon yerleşmez? denilmekte. Bal gibi gende mutasyon olur, sonuçta da hatalı protein gelişir. Mutasyon dediğimiz de budur. Bize hasta olarak gelenler de bunlardır.

1- Evrimin ilk basamağına asalak (paraziter) yaşam süren canlıları koyamazsınız. Asalaklar, sömürecek canlıya gereksinim duyarlar. Konak (canlı) yoksa asalaklar da olmaz. Bilgisayar yoksa, bilgisayar virüsünün olmayacağı gibi?

Virüsler, kendine yetebilen canlılar ortaya çıktıktan sonra gelişmiştir. Zaten virüsler canlı tanımı için gerekli temel kurallara uymazlar. Çoğaltmak istedikleri genetik materyalleri dışında birşeyleri yoktur. Onu da başka bir canlıya yaptırırlar. Zaten canlılar sınıflamasında bir yere oturtulamamıştır.

Bu bağlamda, evrimin ilk aşamasında virüsler yer almaz. Daha gelişmiş canlılar ortaya çıktığında evrimsel zıplamaya katkıda bulunurlar.

Şu soru hiç sorulmamakta: virüsler evrimin neresinde. nereden çıktı bunlar.

2- Bilgi birikimi evrimin varlığını desteklemektedir. Evrimin varlığı konusundaki karşı görüşler, ya koyu bir bağnazlık sonucudur ya da bilgisizlik sonucudur. Bağnaz kişiye bir bilgiyi öğretemezsiniz, bilgi almaya kapalıdır. Cahil kişiye bilgiyi sunabilirsiniz; analiz-sentez ve öngörü yetenekleri yoksa, kendine sunulan hap tipi dogmaların bilgisini tercih edecektir. Bu tip insandan da dogmatik cahiller-bağnazlar türer.

Evrimi ilk keşfeden siz olabilirdiniz(!). Geçmişi şöyle kurgulayalım:

Elinizdeki bilgiler yetersiz, kanıtlar tam değildir. Genetik konusunda da hiç bilginiz yoktur. Doğadaki kanıtlara bakarak, deneyimleri süzerek doğru bir öngörüye yönelirsiniz. Örneğin at ve eşek akrabadır dersiniz. At ve eşekten katır doğar, ama kısırdır. O halde birebir aynı hayvan değildir dersiniz. Aslan ile kaplan akrabadır dersiniz. Çiftleştirdiğinizde, yarısı aslan, yarısı kaplan, üstelik doğurgan bir hayvan çıkar ortaya. Yorumunuz, bu iki hayvan çok yakın akrabadır. Zebra ile eşekleri çiftleştirdiğinizde de aynı şey olur. Memeli hayvanların hep 4 ayağı, 2 gözü, 1 burnu, .... var. Diğer verileri de katarak ?bunlar birbirinin akrabası olabilir mi?? diye şüphelenirsiniz. Yeni kanıtlar peşinde koşarsınız. Evrim düşüncesinin peşinde koşanlar böyle böyle türemişlerdir: doğayı gözleyen, öngörüleri olan, öngörülerini sınayan, yanıldığı yerde başa dönen, doğru olduğunda devam eden insanlar.

Hiçbir çiftçi elma ağacına portakal aşısı yapmaz. Turunç ağacına portakal aşısı yapar. Köylünün binlerce yıllık deneyimleri bu aşının tutmayacağı bilgisini içerir. Ama neden o tutuyor da, bu tutmuyor sorusunun yanıtını kabullenen değil, SADECE bilimsel olarak düşünen kişi bulur. Sizce aşının tutma nedeni, evrimsel akrabalık olmasın?

İnsanlar, maymunlar,? ayakları üzerinde yürür. Birçok kişiye göre atlar da ayakları üzerine basar. Gerçekten öyle mi? YANLIŞ !!!

Doğrusu; atlar parmakları üzerine basar. Sizin ayak dediğiniz toynak, gerçekte ayak parmağının tırnağıdır. At, eşek gibi hayvanların anatomik yapıları benzer ve akrabadır. "Zebrada da ayaklar aynı, o da akraba olmalı" dersiniz. Bilimsel düşünenler, aralarında akrabalık olduğunu öngörür, bu akrabalığın evrimsel olduğunu düşünür. İleriki yıllarda genetik olarak da gösterilir.

3- Proteinlerin yapı taşı amino asidler (AA) dir. Canlılarda 20 farklı amino asid bulunur. Tüm proteinler bu 20 AA?in farklı dizilimi sonucu oluşur. Dahası proteinler üç boyutludur. AA?in elektriksel yükleri farklı olduğundan, değişik yönlerde kıvrılma eğilimdedir. Proteindeki AA sırasındaki tek bir değişiklik, çok farklı bir şekillerin ortaya çıkmasına yol açar, proteinin de işlevi değişir. İşlev için proteinler arası ilişki gereklidir, bunun sonucu bir sinyal üretilir. Bir proteinin diğer protein ile ilişkiye girebilmesi anahtar-kilit mantığındadır. Bazen anahtar kilide girer, fakat kilidi tam döndüremez. (bu yöntem ilaç sanayisinde proteinin etkilerini bloke etmek için kullanılır).

4- DNA ve RNA?Amino asidlerin kodlanması:

Herkesin bildiği varsayılan gerçek: DNA?daki nükleotid bazları A-G-C-T?den oluşurken, RNA?da A-G-C-U vardır. Bunların üçlü kombinasyonları bir amino aside denk gelir. (tac tgg tac ctt tgt caa ctt agt gtc gtc cta gct tca cat tgt gca aga cat cgt ctc gta tcg aga cga gta tac gibi?). Bu kombinasyonlarla daha fazla amino asid kodlanabileceği halde, sadece 20 amino asid kodlanır. Belki başka bir gezegende, dünyada bulunmayan bir AA kullanılıyordur veya siz sentetik olarak-doğada bulunmayan bir aminoasid kombinasyonu üretebilirsiniz. Dolayısıyla tüm canlıların ortak 20 aa?den yapıldığını bilmek gerek.

Protein sentezi

Amino asidlerin ardışık şekilde üç boyutlu olarak dizilmesiyle oluşur. Proteinleri farklı yapan aa. sıralaması ve üç boyutlu şekilleridir. Üç boyutlu şeklin oluşasında herbir aa?in elektriksel yükleri rol oynar.

DNA?da başla-dur (promoter-stop kodonları) bölgeleri.

Uçuca eklendiğinde metrelerce uzunlukta olan bir gende, bir proteini kodlayan bölgenin ilk ve son sınırını başla-dur bölgeleri belirler.

(Kaynaklarda 5?-3? bölgeleri diye geçer). Böylece bir protein bir canlı türünde hep aynı uzunluk ve şekilde üretilebilir.

Bunun istisnaları da vardır.

DNA?nın tüm bölgeleri protein sentezi için kullanılsaydı ne olurdu?

Herhalde felaket olurdu. DNA'nın tümü protein sentezi için kullanılsaydı, sahip olduğumuz protein cinsi sayısı en az 100 kat artardı. DNA?da intron ve exon denilen (içsel-dışsal bölge denilebilir) bölgelerden dışsal bölge proteini kodlayan gerçek bölgedir. İntron protei kodlaması yapmaz. Başlangıçta boş boş duran intronların ne işe yaradığı anlaşılamamıştı. Üstelik intron bölgeleri anormal derecede büyüktü.

Günümüzde bu bölgelerin genlerin işlevini kontrol edebildiği gösterilmiştir. Kontrol etmek ne demek: proteinin yapım hızını, miktarını, nerede işlev göstereceğini, ? belirlemek.

Bu işlevsiz görülen gen bölgelerinde ortak atalarımıza ait bölgeler var. Ya sadece ilk embriyonel aşamada çalışan-daha sonra hiç çalışmayan genler, ya da tamamen suskun (ya da şimdilik öyle biliyoruz) genler de mevcut. Tüm embriyoların ilk aşamaları birbirine benzer, zamanla kendi türüne özgü fetus görünümünü alır. Bu durum olasılıkla ilkel atalarımızın genlerinin çalışması sonucudur. Örneğin yunuslarda önce ayak belirir, sonra ayaklar yok olur. Karadaki akrabalarında ise ayaklar büyümeye devam eder. İnsanda kuyruk oluşur, sonra kaybolur.

5- Polimorfizm ve mutasyon:

Çok yakın akrabalar, kardeşler arasında dahi genetik farklılıklar var!

Protein sentezine doğrudan katılmayan, sıklıkla genlerin çalışmalarını düzenleyen bölgelerde polimorfizm denilen DNA değişiklikleri sıklıkla oluşur. (Bu bölgeler polimorfik diye nitelendirilir, kolay değişiklikler olur=değişken bölgeler). Örneğin bir kardeş polimorfik, diğeri değilse, protein sentez yetenekleri arasında fark yoktur. Aradaki fark proteinin hücreden salgılanma düzeyleri ile ilgili olabilir. Polimorfizm sonucu, ateş ve iltihaptan sorumlu madde olan TNF adlı madde, enfeksiyon sırasında kardeşlerden birinde az miktarda salgılanırken, diğerinde bol salgılanır. Sonuç grip olduğunda biri körkütük hasta yatarken, diğeri ayakta geçirir. Bazı polimorfizmlerde işlevsel düzeyde de bir farklılık saptanamaz. İleri yıllarda belki anlamı bulunabilir.

Dikkat ederseniz MUTASYON değil, POLİMORFİZM?den bahsettik. Canlılar sürekli polimorfizm biriktirirler. Biz bu polimorfizmlerin etkilerini yeni yeni öğrenmeye başladık.

6- MİTOKONDRİ ve DNA?sı

HAVVA diye biri var mıdır?

Hücre içindeki mitokondri, yapısal olarak bir bakteriye benzer. Enerji metabolizmasından sorumlu olan mitokondri kendine özgü DNA taşır. Hatta mitokondrinin, organizmaların içinde ortak (simbiotik) yaşayan bir parazit olduğu düşünülür. Çünkü her yönüyle bakteriyi andırır. Mitokondrinin kalıtım genleri erkekten değil, dişiden geçer. Mitokondri DNA?sındaki mutasyonlar kolay oluşmaz. Oluşan mutasyon ve polimorfik değişiklikler izlenerek dişi atalarımıza doğru yolculuk yapılabilmektedir. Hatta toplumların ırksal temelleri üzerine söylenen sözlerin bir kısmı mitokondri DNA?sındaki değişiklik oranlarına göre yapılmaktadır. Zamana göre mutasyon olma olasılığı hesapları kullanılarak dişi homo sapiens (olası Havva?nın) yaş tahmininde bulunulmaktadır.

7- Bakteri dünyasında mutasyon nasıldır?

Bu konu sağlımızla çok yakından ilgilidir. Madem tek hücreli canlılardan evrildik, bakterilere de göz atmamız gerek.

Bir antibiyotik bir mikrop türünü kolaylıkla ortadan kaldırırken, bakterilerin zamanla direnç kazandığı görülür. Öyle ki, bazı bakteriler, piyasadaki tüm antibiyotiklere dirençlidir. Bu durum nasıl olmakta? Sadece her türde oluşan mutasyonlar sonucu geliştiği söylenemez.

Sorunun yanıtı plasmidler. Örneğin dışkı mikrobu olan klebsiella antibiyotiğe karşı direnç kazanır. (mutasyon). Diğer dışkı mikrobu E.coli?ye antibiyotik direncini sağlayan geni içeren plasmid denilen paketi gönderir. Gen değiş tokuşu sonrası E.coli mikrobu da direnç kazanır. E.coli hazır bir mutasyon kazanmış olur. Plasmid değiş tokuşu, düşünüldüğünde, evrimi hızlandıran bir olaydır.

8- Annenin saç rengi- babanın göz rengi?

Annenin yumurta hücresi, babanın spermi birleştiğinde, iki adet, tek DNA ipliği yan yana gelir, çocukta 1+1=2 DNA zinciri oluşur?

Bu bilgi EKSİKTİR. Anne ve babanın tek DNA ipliğinin bazı bölgeleri arasında değiş tokuş olur. Böylece tek DNA ipliği üzerinde hem annenin-hem babanın genetik özellikleri yer alır. Bu sayede torunlar hem anneanneye, hem babaanneye, hem dedeye, hem de büyükbabaya benzer. Aksi durumda anne tarafından bir kişiye, baba tarafından bir kişiye benzerdi.

Bunun yararı genetik çeşitliliğe katkıdır. Evrimsel arayışların yolunu açmaktır. Kişiler arasında farklılıkların oluşmasıdır. Bu sayede çift yumurta ikizlerinde (her koşulda) farklılık oluşabilmektedir. Aile büyüklerinden birinde oluşan mutasyonun torunlardaki etkisi de bu nedenle farklı şiddette olabilmektedir. Yaşamla bağdaşmayan kombinasyon yok olurken, bağdaşanlar üremeye devam etmektedir. Büyükanne-torun farklılığı çok küçük olduğundan bunu sonuçları binlerce nesil sonrasında görülür.

Yukarıda anlatılanlar, deney farelerinde hızlı bir şekilde ortaya konulabilmektedir. Örneğin genetik değişiklikliklerle boynunda bacak olan bir fare üretilebilir. Eğer yaşatılabilirse, bu fare saf şekilde üretilir. (sürekli kardeşler arası pasaj yapılarak). Sonra da gen/protein/hücre ilişkileri incelenir. İlaç araştırmaları için hasta fareler bu şekilde üretilmektedir.

9- Baş ayaklara yön verir. Ayaklar başa etki eder mi?

Genetik bilgilerin oluşmaya başladığı ilk yıllarda ?genler her şeydir? denildi. Yaşayan organizmada genin sabit olduğu düşünüldü. Günümüzde biraz farklı düşünülmekte.

Biraz önce anlattıklarımızı özetleyelim:

Bir TNF proteinine gereksinmemiz var. 6. kromozomun 6p21.3 bölgesi aktifleşerek genetik bilgiyi RNA?ya iletir. RNA hücre içinde TNF?ye tercüme edilir, yani protein yapılır.

Bu proteinin etki edebilmesi için özel bir reseptöre (TNF-R) gereksinmesi vardır. Bu da bir proteindir. 12. kromozun 12p13.1 bölgesinde kodlanır. TNF ile TNF-R birleşince hücre içinde bir sinyal oluşur. İnanılmaz sayıda protein ardışık olarak aktifleşir. En son aktifleşen protein hücre çekirdeğine bir sinyal olarak ulaşmak durumundadır. Bu son aşamada koordinatör NF-kappaB?ye sinyal ulaşır. Sinyal düzenlenir ve ilgili DNA bölgesine ulaşır. Normal davranış bu sinyale uygun proteinin sentezidir.

Aykırı durum bu tip geri sinyallerin bazılarının gen yapısında değişikliğe yol açabileceği şeklindedir. Burada bazı RNA tiplerinin veya başka faktörlerin rol oynadığı bilinir. Bu değişikliğin etkisi de uzun vadeli farklılıkları oluşturabilir. Retrovirüs RNA?ları da bu durumu taklit eder. Sonuçta ayaklar başın değişimine küçük küçük katkılarda bulunur.

10- RETROVİRÜSLERE TAKILIP KALMAYIN-SİTOPLAZMİK DNA

Birçok virüs kalıtım maddesi DNA içinde bulunmuştur. Evrim üzerinde olası etkileri vardır. Halen tartışılmaktadır.

Son dönemde klasik DNA yapısı ile uyuşmayan sitoplazmik DNA'nın varlığı gösterilmiştir. Bunun genom ile ilişkisi evrime yeni bakış açısı getirebilir.

11- Sonuçta evrim:

Milyonlarca yılın birikimidir. Gen yapısında 4 çeşit baz kullanarak, 20 çeşit AA'i farklı farklı birleştirerek FARKLILIKLAR yaratmaktır. Yaşamla bağdaşan değişiklik üremeye izin vermişse kalıcı olmuştur.

Evrimle, devrimi karıştırmayınız.

İnsanlar kendi 1 yılını programlayamazken, milyonlarca yıl kavramını akıllarında canlandıramaz. Aklı karışır, kolay yola sapar: yaratıcı.

tarihinde evrimsel tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> O halde, Virüs Ortak bir atadan geliyor ve nesilden nesile geçiyor ise bu üç dizilimin tıpa tıp aynı olması gerekmez mi?

Eee, o ortak atadan bugüne kadar, o bölgede hiç mi mutasyon olmayacak?

İnsan için, her sperm ortalama 1.8 mutasyon taşır. Yani, hiç bir zaman bir yavru ebeveyninin %100 kopyası olan bir DNA'ya sahip olmaz.

Neymiş, o dizilimin aynen kalması gerekmezmiş.

Ama aynen kalmış işte, demekki bu ortak atalardan gelmiş.

Senni anlamadığın asıl şey, DNA denen şeyin o kadar basit, ahanda 3'erli kodonlar, ekle arka arkaya olsun bitsin gibi görüyor olman. Repeat mask, start/stop kodonları vs. vs. bir sürü şey var bu işin içinde. Ve şundan emin ol, bu virüsler ortak atalardan gelmediği sürece, bu kadar çok türde aynı yerde, aynı şekilde yer almış olamaz. Ha ben on üzeri trilyonda bir ihtimalin olduğunu iddia ediyorum dersen, o başka..

Link to post
Sitelerde Paylaş
>>> O halde, Virüs Ortak bir atadan geliyor ve nesilden nesile geçiyor ise bu üç dizilimin tıpa tıp aynı olması gerekmez mi?

Eee, o ortak atadan bugüne kadar, o bölgede hiç mi mutasyon olmayacak?

İnsan için, her sperm ortalama 1.8 mutasyon taşır. Yani, hiç bir zaman bir yavru ebeveyninin %100 kopyası olan bir DNA'ya sahip olmaz.

Neymiş, o dizilimin aynen kalması gerekmezmiş.

Ama aynen kalmış işte, demekki bu ortak atalardan gelmiş.

Senni anlamadığın asıl şey, DNA denen şeyin o kadar basit, ahanda 3'erli kodonlar, ekle arka arkaya olsun bitsin gibi görüyor olman. Repeat mask, start/stop kodonları vs. vs. bir sürü şey var bu işin içinde. Ve şundan emin ol, bu virüsler ortak atalardan gelmediği sürece, bu kadar çok türde aynı yerde, aynı şekilde yer almış olamaz. Ha ben on üzeri trilyonda bir ihtimalin olduğunu iddia ediyorum dersen, o başka..

Ama bak kesin konuşamıyorsun.

Mutasyon olabileceği gibi olmayabilirde.

Dolayısıyla bunlar kesin olarak akrabadır diyemeyiz.

Ama akraba olabilirler diyebiliriz.

Hadi ben tam olarak konuya vakıf değilim.

Konuya vakıf biri bakın sizden bir üstte ne demiş?

Birçok virüs kalıtım maddesi DNA içinde bulunmuştur. Evrim üzerinde olası etkileri vardır. Halen tartışılmaktadır.

Yani Gezgin'in iddia ettiği "Tamam! evrim kanıtlandı. Artık tüm tartışmalar sona erdi. Bu iş bitmiştir." demenin bir alemi yok.

tarihinde AteshBey tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> Ama bak kesin konuşamıyorsun. Mutasyon olabileceği gibi olmayabilirde. Dolayısıyla bunlar kesin olarak akrabadır diyemeyiz. Ama akraba olabilirler diyebiliriz.

Ben yeterince kesin konuşuyorum..

Evrimin kanıtlanmış olması zaten gene DNA'ya dayanır ve virüs kalıntılarına hacet yoktur. İşte DNA.. Geldiği yer sadece ve sadece atalar. Bu durumda, benzer DNA Sekanslarının gelebileceği tek yer ortak atalar. Bundan daha açık bir kanıt olabilir mi? Genetik, kalıtım denen şey, evrimin kesin, %100 emin olacağımız bir kanıtıdır zaten.

Retrovirüslerden kalan DNA parçalarının bize göstereceği tek şey, hangi canlının bizimle ortak atadan geldiğini net bir şekilde ortaya koymasıdır. Eğer ortak atamızın DNA'sına bir virüs bulaştıysa, o virüsün bizde ve o atadan türeyen diğer türlerde aynen bulunması gerekir. Ve bakıyoruz, aynen öyle işte. Tersi olsaydı, o zaman düşünürdük. Derdik, bu virüs bizim ortak atamıza bulaşmamış. Ama öyle değil, şempnazede, orangutanda, insanda vs. aynı virüse denk geliyoruz..

Sein ise ne diyorsun? Aynı yere, aynı şekilde yapışamaz mı edemez mi?

Bak, insanın 46, şempanzenin 48 kromozomu vardır. Farzetki, senin bu virüs 6. kromozomda insanda. Maymunda ise 7. kormozomda.. Sen ise diyorsun, diyeceksin ki, "Eğer ortak atadan geliyorsa, bunlar aynı kromozomda olmalıydı di mi ama?"

Ama kromozomlara baktığında, şempanzenin 2A ve 2B kromozomlarının insanda birleşmiş olduğunu açıkca görüyorsun. Bu durumda, zaten olması gereken yer artık insanda 6. kromozom.. İşte bu gibi incelikleri bilmediğin için, ezbere, düz mantıkla, bilgi sahibi fikir sahibi olarak laf üretiyorsun..

>>> Tamam! evrim kanıtlandı. Artık tüm tartışmalar sona erdi. Bu iş bitmiştir

Zaten öyledir, bunu kaç defa söyledik, söyleyeceğiz? DNA'nın keşfi, evrimi inkar edilemez şekilde kanıtlamıştır zaten..

Sana şöyle soralım ateshbey.. Bir bankada bekçisin. Vardiyan tüm gece. Sabah geliyorlar, bakıyorlar, kasa bom boş, soyulmuş. Kapılar gece boyu hiç açılmamış. Kameralar hiç bir giren çıkanı kaydetmemiş, sadece senin kasadan bir çuvalla çıktığını kaydetmiş. Şimdi hırsız kimdir?

Senin "Valla, görünmez cinler geldi, bankayı soydu" lafın, seni kurtarır mı? Uyduracağın "Cinler benim kılığıma girmişler" lafın kimseyi bağlar mı?

Bu hal, apaçık şekilde senin bankayı soyan olduğunu kanıtlar mı? Bankanın nasıl ve kim tarafından soyulduğuna dair, başka bir izah, başka bir açıklama olabilir mi?

Aslında olabilir. Kuantum teorisi derki, "Bir maddedeki tüm atomlar aynı anda aynı yöne hareket ederse, cisim olduğu yerden kendi kendine çıkıp gider." Yani, kuantum fiziğine göre, garajdaki arabanızın pat diye salonun ortasına gelmesi mümkündür. Ama bu olayın olma ihtimali on üzeri seksen binde bir filandır. Sen diyebilirsin ki, "Kasadaki paraların atomları, aynı yönde aynı yöne gitmişler. Bu yüzden paralar kendiliğinden bankadan uçup gittiler." Sence bu kabul edilebilir bir şey midir?

Evet, DNA'ı aynı şekilde olmayı sağlayacak bir cinin, bir tanrının, bir kutsal ruhun vs. mevcut olmadığı malum. Varsa hani nerde?

DNA'nın tıpkı o paraların atomlarının aynı yöne hareket etmesi gibi, rasgele olarak aynı dizilime sahip olması ihtimali, on üzeri yetmişbinde bir filan.

Ve ortada, doğal seleksiyon + varyasyon ile DNA'yı bu şekle getirebilecek olan bir evrim süreci var.

Sence bunlardan hangisi, türlerin DNA'larının ortak sekanslar taşımasını izah eder? Varlığına dair hiç bir emare olmayan tanrı mı? Kainatın ömrünü aşan bir tesadüf mü gerçekleşmiştir? Yoksa evrim mi?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Anlatamadım sanırım.

Yani bu Retrovirüs olayının mevcut kanıtlara öyle aham şaham bir ilave getirmediğini belirtmek istemiştim.

Ayrıca sanki benim evrimi tümden reddettiğimi düşünüyorsun gibi geldi bana.

Tümden reddetmiyorum. Makro evrimi kabullenmekte zorlanıyorum. Bu zorlanmamında seni temin ederim inancım ile bir alakası yok.

Çünki evrimi Tanrı inancımı sarsmaz, abiyogenez sarsar.

Ama bir türlü bir bakterinin bir insan olmuş olabileceği aklıma yatmıyor.

O yüzden hep nasıllarını araştırıyorum.

tarihinde AteshBey tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> Yani bu Retrovirüs olayının mevcut kanıtlara öyle aham şaham bir ilave getirmediğini belirtmek istemiştim.

Bu virüsler meselesi, "Birileri canlıları ayrı ayrı yarattı, ama ortak tasarım yaptı, o yüzden DNA'ları bu kadar benzer yaaa..." şeklindeki zırvalarını çöpe atar. Sonradan DNA'ya dahil olan bir virüsün bir kaç türde birde görülmesinin tek açıklaması, atalarının ortak olmasıdır.

>>> Çünki evrimi Tanrı inancımı sarsmaz, abiyogenez sarsar.

Tanrı inancını bilmem. Ama abiyogenezde bir gerçek olgudur. Cansız malzemeden canlı ortaya çıkması gayet sıradan bir durumdur. Nassı yani deme boşuna..

Venüs... Sıcaklık 460 derece. Atmosferi karbondioksit. Ama dahası atmosferinde bizim suyumuz gibi, bolca sülfürik asit vs. mevcut. Canlılar için tam bir cehennem. Ama orada bile hayat başlayabilir, sürüyor olabilir. Hatta, dünyaya hayat oradan gelmiş bile olabilir:

http://www.space.com/scienceastronomy/astr...nus_030211.html

Biyolog ve astronomlar, Venüste bile hayat olabilir, başlayabilir derken, Dünya'da hayat başlamazsa şaşılacak şey olur. Bugün, sadece güneş sistemimizde, Dünya, Mars, Venüs, Titan, Europe vs. gibi bir sürü yerin hayat için uygun olduğu bilinmektedir. Ötesini sen hesap et artık..

Şöyle karşına bakıp "Yav nassı olur, dünya yuvarlakmış, hemde boşlukta düşmedne duruyormuş, hade ordan.." demeye benziyor seninki. Yeterince moleküler biyoloji ve jeokimya bilen herkes, kalasik inorganik kmiyadan canlılığın kolayca başlayabileceğini bilir.

Elbette, kolay ve zor relatif kavramlardır. Buradaki kolay, bir kaç yüz milyon yıllık süreçleri kapsar. Sen ise, bu süreçleri bilmeyen birisi olarak elbette o dar kafana bunu sığdıramazsın..

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 weeks later...

Birşey sorucam madem bu evrimin kesin kanıtı o halde niye tüm insanlar inanmıyor?

Durum yaratılış için de aynı.Madem yartılış kesin niye tüm insanlar inanmıyor?

Mesela yerçekimine herkez inanıyor,ama evime herkez inanmıyor.Demek ki evrim kanıtlanmamış...

Link to post
Sitelerde Paylaş
Birşey sorucam madem bu evrimin kesin kanıtı o halde niye tüm insanlar inanmıyor?

Durum yaratılış için de aynı.Madem yartılış kesin niye tüm insanlar inanmıyor?

Mesela yerçekimine herkez inanıyor,ama evime herkez inanmıyor.Demek ki evrim kanıtlanmamış...

Yerçekimi beyin özürlü insanların bile kolaylıkla inanabilecekleri bişey.

Bunun dışında TÜM insanalrın ortak olarak inandıkları çok fazla bilgi zaten yoktur.

Yok sen illa ''sürüye uyucam, çoğunluğun peşinden gidicem'' diyorsan sen bilirsin.

Bir bilgiye çok inanan olmaması onun yalnışlığını göstermez (ki buna inanan az da değildir)

Yada Nietzsche nin dediği gibi: Tüm pek az bulunanlar pek az bulunanlar içindir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Darwin'in evrim kuramının,moleküler genetikteki son 50 yıl içinde kaydedilen olağanüstü gelişmeyle nasıl uyum sağladığına dair, bir siteden alıntı yapmak isterim;

....

Son 50 yıl içinde moleküler genetik alanında kaydedilen olağanüstü ilerlemeyi gözönüne alırsak, Darvin'in düşüncelerinin varlığını sürdürebilmiş olması daha da şaşırtıcı. Jim Watson ve Francis Crick, DNA'nın sarmal yapısını. "Türlerin Kökeni"nin yayınlanmasından neredeyse 100 yıl sonra ortaya çıkardılar. O zamandan beri moleküler biyolojide kaydedilen ilerlemeleri Darwin'in öngörmesine olanak yoktu. Yine de onun basit kuramı, biyolojide kendisini izleyen tüm gelişmelere ters düşmeden yaşadı. Hatta yeni bulgular, kuramı zayıflatmak bir yana. destekledi bile.

Moleküler genetiğin en son zaferini, insanın (ve birçok başka türün) genomundaki dizilimin eksiksiz olarak belirlendiği çalışmayı ele alın: Kendisi de genom projelerinin başlatanlarından olan Jim Watson, projeden bugüne kadar elde edilen en önemli bulgunun ne olduğu konusunda düşüncesi sorulduğunda, "Genom projesi Darwin'in, kendisinin bile inanmaya cesaret edebileceğinden daha haklı olduğunu gösterdi" yanıtını vermişti.

Ayrıca Watson. beklenilenin tersine, genom projesinden çıkarılacak tıbbi sonuçlar yerine evrimsel sonuçlan vurgulamayı yeğledi. Çünkü genom projesi, genetik organizasyonun temel özelliklerinin tüm canlılar tarafından ne ölçüde paylaşıldığını ortaya çıkarmış bulunuyordu. Watson haklı olarak, genom çalışmalarıyla birlikte, canlıların evrimsel bağlantılarıyla ilgili yeni ufukların da açılacağı düşüncesinde.

Yakın zamanda, "Türlerin Kökeni"ni yeniden yazma ve güncelleştirme işini üstlenmiş olan İngiliz bilimci Steve Jones da, Darwin'in çalışmasının sağlamlığından etkilenenlerden: "Sonuç olarak bu kitap (benim beklemediğim kadar) aslına benzeyen bir yapıt oldu. Darwin'in tezi. bir asırlık bilimsel gelişmeyi kolayca kaldırabiliyor."

Tüm bulgular, Darwin'in düşleyebileceğinin çok ötesinde olmalarına karşın, "Türlerin Kökeni"nde çizilen çerçeveye rahatça oturuyorlar. Bu modern çağda, Darwin, gerçekten de "kendisinin bile inanmaya cesaret edebileceğinden daha doğru".

Link to post
Sitelerde Paylaş
Elbette insan bedeninin diğer canlılarla moleküler benzerlikleri olacaktır; çünkü aynı moleküllerden oluşmakta, aynı suyu ve atmosferi kullanmakta, aynı moleküllerden oluşan besinleri tüketmektedirler. Elbette ki metabolizmalarının ve dolayısıyla genetik yapılarının benzemesi de doğaldır. Ancak bu, "ortak malzeme", bir evrimin değil "ortak tasarımın", yani hepsinin aynı plan üzerine yaratılmış olmalarının sonucudur.

Bir örnek konuyu daha iyi açıklayabilir: Dünya üzerindeki tüm köprüler de benzer malzemelerle (tuğla, demir, çimento vs.) yapılır. Ama bu durum bu köprülerin birbirlerinden "evrimleştikleri" anlamına gelmez. Ortak bir malzeme kullanılarak, ayrı ayrı inşa edilirler. Canlıların durumu da buna benzetilebilir. Ancak elbette ki canlıların yapısı köprülerle kıyaslanmayacak kadar komplekstir.

Canlılık evrimin iddia ettiği gibi bilinçsiz rastlantılarla değil, sonsuz bir bilgi ve akıl sahibi olan Yüce Allah'ın yaratmasıyla meydana gelmiştir

'yusuf miroğlu'

sana bir şey sormak istiyorum tanrının kanıtını bana göster. Kanıtla neye göre var diyorsun tanrıya.

Bir şeyin nasıl olduğunu bilmemek onu bir yaratıcının yaptığı anlamını nasıl çıkartıyorsun. Bu nasıl mantıklı geliyor da bilimsel araştırmalar anlamsız geliyor sana.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evrim Teorisi’nin, kendisinin dışındaki yaklaşımlardan daha doğru olup olmadığını anlamak için, onu, diğer görüşlerden ayırt eden unsurların neler olduğunu iyice tespit etmek gerekmektedir. Evrim Teorisi’nde, kendiliğinden türeyen basit bir canlıdan veya canlılardan diğer bütün canlıların; bir canlı formunun diğerine değişmesi yoluyla oluştuğu savunulmaktadır. Burada altı çizilmesi gerekli nokta, Evrim Teorisi’nin, istisnasız bütün türlerin, başka bir türden oluştuğunu iddia etmesidir. Türlerin tamamen sabit olup hiç değişmedikleri fikri özellikle Linnaeus ve takipçileri tarafından savunulmuştur. Buffon, Linnaeus’un düşündüğünden daha az sayıda kökensel türün başta yaratıldığını, diğer türlerin bu türlerden değişerek oluştuklarını söyledi. Mendel ise melezleşme yoluyla yeni türlerin oluşumunu Evrim Teorisi’nin alternatifi olarak gördü. Evrim Teorisi’ne karşıt fikirleri savunan biyolojinin bu en ünlü isimlerinin görüşlerine karşı, bu teorinin doğruluğunu göstermek için türlerin sabit olmadığını, türlerde bazı değişiklikler bulunduğunu göstermek yetmeyecektir. Fakat bir türden diğerine değişim olurken, kanadı olmayan bir sürüngenin kanadının çıkıp da yeni bir tür oluştuğu veya memeli olmayan bir canlının memeli başka bir türe dönüştüğü gösterilebilirse; Evrim Teorisi’nin diğer görüşlere göre daha üstün olduğu ispatlanabilir. Görüldüğü gibi bir türün içinde farklılıklar olması, hatta birbirine çok yakın iki türün ortak bir atadan veya atalardan melezleşme veya değişim yoluyla oluştuğunun iddia edilmesi; Evrim Teorisi’ni savunanları diğer görüşlerin sahiplerinden ayırt eden özellik değildir. Canlılar dünyasında küçük değişimlerin (mikro mutasyonların) gözlenmesinin Evrim Teorisi’nin delili olduğu söylenemez; ancak bir türden önemli ölçüde farklı bir türe, cinse, familyaya veya takıma geçişi sağlayacak büyük değişimlerin oluştuğu; bunun gerek bir anda gerekse küçük değişimlerin birikmesiyle mümkün olduğu gösterilebilirse, Evrim Teorisi’ni diğer görüşlerden ayırt eden iddialarının delilinin bulunduğu söylenebilir.

Darwin’in hayvan yetiştiricileriyle ilgili gözlemleri Evrim Teorisi’nin ayırt edici bir delilini sunmaz.1 Çünkü hayvan yetiştiricileri, daha çok süt veren bir ineğin veya daha iri bir koyunun nasıl yetiştirildiğini gösterebilmelerine karşın yeni bir hayvan türünün oluşumunu gerçekleştirememişlerdir. Aynı şekilde yeni Darwincilerin üzerinde en çok deney gerçekleştirdikleri sirke sineği (Drosophila) ile ilgili deneylerde de yeni bir cins elde edilememiştir.2

Yeni bir cinsin oluşumuna dair bir gözlemin olmadığını, Evrim Teorisi’nin en önemli teorisyenleri de kabul ederler: Yeni bir cinsin oluşumu uzun tarihsel bir süreci gerektirdiği için, bunun gözlemlenmesinin mümkün olmadığını söylerler.3 Teori adına dile getirilen bu savunma, yeni türlerin veya türlerin altında birleştiği cinslerin, familyaların, takımların oluşumunun gözlemle-nememesinin teoriyi yanlışlamak için yeterli sebep olmadığının dile getirilmesinden öteye geçememektedir. Oysa Evrim Teorisi’nin, Mendel veya Buffon gibi biyologların ileri sürdüğü alternatiflerden daha tutarlı olduğunun iddia edilebilmesi için muhakkak farklı yeni türlerin, cinslerin, familyaların diğer türlerin değişmesi sonucu oluşabildiğine dair delile ihtiyaç vardır. Çünkü Evrim Teorisi’ni, kendisinin dışındaki canlıların orijinine yönelik biyolojik yaklaşımlardan ayırt eden nokta budur. Evrim Teorisi’nin bilimsel kriterlere uyan bir teori olması için, onun yanlışlanamayacağını söylemek yetmez, önemli olan bu teorinin ayırt edici iddialarını doğrulayan olguları göstermektir. “Andromeda galaksisinde zürafalar yaşamaktadır” diye bir önerme kurarsak bu önermeyi de kimse yanlışlayamaz; oysa bu önermenin bilimsel kriterlere uygun olması için yanlışlanamaz olması yetmez, bu önermeyi destekleyecek delillere ihtiyacımız vardır. Bu yüzden, Ernst Mayr’ın, Evrim Teorisi’ni savunmak için; evrimin uzun bir süreçte gerçekleştiği için gözlenemeyeceğini söylemesi, bu teorinin olgusal destekten yoksun olduğunun bir itirafı olarak anlaşılmalıdır.

Charles Darwin, tümüyle Baconcı ilkelere bağlı bir şekilde çalışmalarını gerçekleştirdiğini söylemiştir.4 Baconcı ilkelere göre bilimsel metot tümevarıma dayanmalıdır; tikel bir veya birkaç olgudan tümevarmakta acele edilmemelidir. Tikel olguların bir araya getirilmesi ile aşamalı bir şekilde tümevarıma ulaşılmalıdır. Darwin’in açıklamaları, bilgi teorisinde (epistemolojisinde) ve bilimsel metodolojisinde olgusallığı ve tümevarımı benimsediğini göstermektedir, Baconcı ilkeleri takip ettiğini söyleyerek de bu seçimini göstermiştir. Oysa yeni bir cinsin oluştuğuna dair tek bir gözlem bile mevcut olmaması, Darwinci yaklaşımı zora sokmaktadır. Halbuki Baconcı metodun doğru uygulaması için birçok farklı türün ve cinsin evrim ile oluştuğu gözlendikten sonra, bu gözlemlerden hareketle bütün türlerin evrimleştikleri söylenebilir. Tür içi varyasyonların varlığı veya birbirlerine yakın türlerin ortak atadan oluştukları ve birbirlerine değiştikleri; Evrim Teorisi’ni kabul etmeyen birçok düşünürün de benimsediği olgulardır. Birçok teist, Kutsal Metinler açısından da bu fikre sıcak bakabilir. Üç tektanrılı dinde de bütün insan ırklarının beyazı, siyahı, pigmesi, kızılderilisi ile tek bir çiftten (Adem ile Havva) yaratıldığı görüşü hâkimdir. Kuran’da, Nuh’tan sonraki insanların bedenen daha gelişmiş olduğu geçmektedir (7 Araf Suresi 69); bu da insan türünün ilk çiftten sonra sınırlı da olsa bir değişim geçirdiği fikrine dinlerin yabancı olmadığını gösterir.

Evrim Teorisi’nin, türlerin özel yaratılışına veya kökensel türlerden (cinslerden, familyalardan) diğer türlerin yaratıldığı fikrine karşı olgusal destek sağlaması için mutlaka bir cinsten, familyadan veya takımdan diğerine dönüşümü gösterebilmesi gerekir. Olguculuğa dayanan bir bilgi anlayışı bu tip bir sürecin gözlemlenmesini, Baconcı ilkeler ise gözlenen süreçlerin çeşitliliğini ve tümevarım metodunun naif bir şekilde uygulanmamasını gerektirir. Oysa Ernst Mayr gibi en ünlü evrimcilerin belirttiği gibi bu sürecin gözlemlenmesi mümkün değilse, olgusalcı ve tümevarımcı bir bilimsel metot ve bilgi teorisi açısından Evrim Teorisi’nin gerekli desteği olmadığı söylenmelidir. Evrim Teorisi’ni doğrulayan (verification) olgular mevcut değildir, bu yüzden hiçbir tikel doğrulaması olmayan bu teorinin, birçok tikel önermeden tümevarıma ulaşmayı tavsiye eden Baconcı metodoloji açısından bilimselliğin kriterlerini karşılaması mümkün değildir.

saygılar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Dobzhansky, Evrim Teorisi olmadan biyoloji bilimindeki hiçbir şeyin anlam ifade etmeyeceğini söylemiştir.Bu iddia, biyoloji bilimine büyük bir haksızlık olarak görünmektedir. Canlıların tüylerinin, kalplerinin, beyinlerinin, kaslarının, kemik yapılarının, kanatlarının, dişlerinin veya moleküler yapılarının hepsi; mevcut türlerin -tarihlerinden bağımsız olarak ele alınmalarıyla- incelenmeleriyle tespit edilmiştir. Bir kimsenin, insanın maymunumsu canlılardan evrimleştiğine inanmasaydı, insan kalbi hakkında daha farklı bir bilgiye sahip olacağını veya kuşların sürüngenlerden evrimleştiğine inanmasaydı, kuşların kanatları hakkında daha değişik bir bilgiye sahip olacağını söyleyemeyiz. Tüm organların gerek moleküler yapıları, gerekse diğer organlarla bağlantıları mevcut türler üzerindeki gözlemlere dayanır.

Evrim Teorisi gözlenemeyen bir sürece dayandığı için, mevcut türler hakkındaki bilgilerin bu teoriye dayanmasına olanak da yoktur. Bir veterinerin, kuşun kanadı kırılırsa uygulayacağı tedavinin veya bir doktorun, insanın kalp bölgesinde yapacağı ameliyatın, bu teoriye inanmasından veya inanmamasından kaynaklanan bir farklılığı olmayacaktır. Evrim Teorisi’nin doğruluğuna inanç, doğal seleksiyonun türlerin yok olmasında en önemli mekanizma olduğu ve mutasyonlar ile coğrafi izolasyonun türlerin değişiminde çok önemli olduğu hususlarını kabul etmek için bile zaruri değildir. Bir biyolog, tüm bunların önemini kabul etmesine karşılık, bunların, canlılardaki özelliklerin ortaya çıkışını açıklamada yetersiz olduğunu düşünebilir. Nitekim günümüzdeki, Evrim Teorisi’ni reddeden veya bilimsel yetersizliğini savunan bilim insanlarının hemen hepsi; doğal seleksiyon, mutasyon ve coğrafi izolasyonun canlılar dünyasındaki önemini kabul etmektedirler.

Evrim Teorisi’nin ortaya koyamadığı bilimsel yasalara karşı, ‘insan türünün her bireyinin kan dolaşımının kalple sağlandığı’şeklinde, her bir insan için mutlak bir biyolojik yargının veya ‘insan türünün bireylerinde kalbin genelde solda olduğuna (bazen sağda olabilir)’ dair olasılıksal bir biyolojik yargının varlığı ileri sürülebilir. Bu yargılar, fiziğin yasaları gibi, örneğin çekim gücü yasası veya hareket yasaları gibi bütün evrene ait yasalar değildir. Biyolojinin incelediği canlılar, salt bu dünyaya ait olduğu için bu tarzda evrensel bir biyoloji yasası mümkün değildir. J.C. Smart, bir yasanın, uzay ve zamanla sınırlandırılmamış olması gerektiğini, bu yüzden biyolojide hiçbir yasanın bulunmadığını söylemiştir.Bilim felsefesinde neye yasa denip denemeyeceği üzerinde çok tartışma yapılmıştır.Bu tartışmalara girmemek için, biyolojik türlere dair genellenebilen bilgilere ‘yargılar’ dedim. Bu yargılar, gözlemlerden yola çıkılarak yapılan genellemelerdir; karşınızda oturan kişi insan ise, onun kan dolaşımını sağlayan bir kalbinin olduğunu, teknolojik bir cihazla görmeden de öngörebiliriz. Biyolojideki bu yargılar sayesinde ameliyatlar ve tedaviler yapılır, gerekirse yapay organlar ve protezlerle canlı türlerindeki sorunlar çözülmeye çalışılır. Evrim Teorisi’nin doğruluğu veya yanlışlığı gibi bir önkabulden tamamen bağımsız olarak geniş bir biyoloji alanı mevcuttur. Bu alandaki bilgilerin, bilimselliğin; gözlemsellik, deneysellik ve öngörü gibi kriterlerinin hepsini karşıladığı rahatlıkla söylenebilir. Biyolojideki mevcut türlerin incelenmesine dayalı bilimsel bilgiler; Popper gibi filozofların ve Michael Denton gibi biyologların, Evrim Teorisi’ne yönelttikleri bilimsel kriterleri karşılayamama eleştirisinden de uzaktırlar.

Evrim Teorisi’ni apriori olarak doğru kabul edip tümdengelim kaynağı yapmadan da canlıların sınıflaması gibi birçok bilimsel çalışma gerçekleştirilebilir. Darwin’den önce birçok ünlü biyolog canlıları homoloji temelinde, ama evrimi öngörmeden sınıflandırmışlardı. 1980’li yıllardan itibaren ön plana çıkan ‘cladism’in canlılar sınıflandırmasında da fosilbilimden gelen bilgiler göz önünde bulundurulmadan canlılar sınıflandırılması yapılmaktadır. Cladism, Wilma George tarafından ‘evrim-dışı sınıflandırma’ olarak nitelendirilmiştir. Cladism, Aristoteles’ten beri canlılar sınıflamasına hâkim olan, canlıları birbirinin devamı olarak algılamayan yaklaşımı esas almıştır.183 Günümüzde birçok müzede de sınıflama ‘cladism’in yaklaşımı çerçevesinde yapılmaktadır. Canlıların tarihine dair fosilbilimde, moleküler saat yaklaşımında ve canlılar sınıflamasında birbiri ile uyuşmayan tablolar ortaya çıktığına göre hatanın nerede yapıldığının ciddi şekilde düşünülmesi gerekir. Aynı teori tüm bilim dalları için aynı şekilde doğru olmalı ise, nasıl oluyor da farklı alanlarda bu teori ile ilgili varılan sonuçlar birbirleriyle hiç uyuşmayan tablolar sunabilmektedir? Türlerin karmaşık yapısı, gerçekte ‘tür’ün ne olduğunun tarifinde önemli güçlükler çıkarmış ve canlılar sınıflaması ile ilgili hiçbir model tüm güçlüklerin üstesinden gelememiştir.Evrim Teorisi mutlak bir gerçek olarak kabul edilmeden de (Evrim Teorisi’ne karşı agnostik yaklaşıp) canlılar, benzerlikleri temelinde sınıflandırılabilirler. Bütün canlı sınıflamaları salt zihnin projeksiyonlarından ibarettirler; bu sınıflamalar ancak canlıları daha kolay tanımamız gibi pratik faydalara hizmet ederler; zihnimizin bu projeksiyonlarının, canlılar dünyasında tam bir ontolojik karşılığının olduğunu düşünmek büyük yanılgıdır. Bu hatanın tarihteki en ünlü örneği Linnaeus’tur, üstelik o yaptığı canlılar sınıflaması ile Tanrı’nın düşüncelerini çözdüğünü söyleyecek kadar ileri gitmişti. Linnaeus’un sınıflaması Tanrı’nın düşüncelerinin keşfi olmadığı gibi, Darwinci sınıflamalar da canlıların kökeninin bilgisini vermekten çok uzaktır. Canlılar hiçbir sınıflamaya tam oturamayacak kadar istisnayı, çeşidi ve sürprizi barındırmaktadırlar. Belki de canlı türlerini anlamanın en iyi yolu, her bir türü, sınıflamalara bakmaksızın kendine has özellikleriyle ele almak ve sınıflandırmaların getirdiği kolaylıkların yanında yol açtıkları zararlardan korunmaktır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Astığınız yazılar için kaynak verebilir misiniz Rockafeller kardeşim.

tabıı kı verırım sevdıgım bır kaynak herkesın aydınlanması lazım bence.ayrıca kardesım dedgınıze gore evrım teorısını cope atıp yaratılıs esasını benımsedınız bence.neyse saygı duyuyorum hıtabınıza.onemlı gordugum paragrafları vurgulamaya calıstım ama hepsını okuyup tezınızı bana ozel mesaj yoluyla ulastırırsanız cok sevınırım.

elestırın ıcın saol

-kardesım-.

http://www.evrim.gen.tr/

saygılar.

Link to post
Sitelerde Paylaş
İyi de bu yazılar daha çok Adnan Oktar'dan alınmış gibi duruyor.

Caner Taslaman'ın ürünü gibi durmuyor..

hayır hacı bey forumda ki tum yazılarımı okursanız dikkatlice o ve onun gibi gerici insanlar karsıtı oldugumu gorursunuz.hatta soyle bır acıklamada da bulunayım adnan oktar denen sahıs yanı harun yahya da derler fen bılır matematık bılır nukleer fizik bilir.adam resmen einstein gibi.bilim ilim irfan hersey ondan sorulur.ne hikmetse.ama para ve itibar icin bu dolandırıcılıgı yapan onlarca ınsan gıbı bombos bunlarda.

saygılar.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...