Jump to content

İSLAM BİLİMLE ÇATIŞIYORSA MÜSLÜMAN BİLİM ADAMLARI BİLİMDE AVRUPAYA NASIL YOL GÖSTERDİ?


Recommended Posts

Ateizmin iddialarından biri de dinlerin bilime engel olduğudur. Bu belki Avrupa dinlerinde böyle olmuştur. Fakat İslam söz konusu olduğunda İslam'ın bilimsel çalışmaları teşvik ettiği müşahade edilir. Prof. Dr. Fuat Sezgin'in çalışmalarını takip ederseniz eğer İslam bilim adamlarının modern bilime katkılarını görebilirsiniz. Dikkat çeken en önemli unsur ise müslüman bilim adamlarının bilimsel faaliyetleri " Alah'a ulaşma çabası" olarak görmeleri. Yani Galile gibi dinden uzak bir bilimsel anlayış veya cami ve din adamları tarafından idamla yargılanan bilim adamları değil kendini İslam a adamış ve bilimsel faaliyetleri Allah'a ulaşma çabası olarak görmüş kişiler var. Bunlardan birine örnek: İBNÜL HAYSEM. Aşağıdaki bilgiler vikipedi den alınmıştır. Tarihsel gerçekler ateistlerin iddialarının temelsiz olduğunu gösteriyor.

İbn-i Heysem (Arapça: ابن الهيثم, tam adı: ابو علی، حسن بن حسن بن هيثم‎ Abū 'Alī al-Hasan ibn al-Hasan ibn al-Haytham, Latince: Alhacen ya da Alhazen), Arap fizikçi, matematikçi ve filozoftur. 965'te Basra'da doğdu, 1038-1040 yılları arasında Kahire'de öldü.

Öğrenimine Basra'da başladı. Zamanının yüksek din ve fen ilimlerini de burada öğrendi. Tahsilinin bir kısmını tamamladıktan sonra, Bağdat'a giderek özellkle; matematik, fizik, mühendislik, astronomi, metalurji gibi pozitif bilimleri öğrenip, şöhrete kavuştu. Öğrendiklerini uygulama safhasına koymak için çok gayret gösterdi. Birçok önemli neticeler ve başarılar elde etti.

İbn-i Heysem'in başarıları diğer memleketlerde duyulunca, Mısır'da hüküm süren Şii-Fatimi Devleti hükümdarlarından El-Hakim kendisini Mısır'a davet etti. İbn-i Heysem, Mısır'a gitmeden önce, Nil Nehri ile ilgili bir sulama projesi ve bazı teknik çalışmalarda bulunmuş, Nil nehrinden nasıl istifade edilebileceğini araştırmıştı. Projesini Fatimi sultanı El-Hakim'e açıklayınca, sultan projenin gerçekleştirilmesi için ona her türlü yardımı yapacağını bildirdi. İbn-i Heysem, Nil Nehri boyunca ilmi ve teknik incelemelerde bulundu. Yaptığı projelerin başarılı bir şekilde uygulanmasının o günkü şartlarda mümkün olmadığını görünce, hükümdardan af diledi. İbn-i Heysem, El-Hakim'in kendisi hakkında kanaatlerinin değişmesinden korkarak, gözden ırak bir yere çekilip hükümdardan uzak durmaya karar verdi. Gizlice ilmi çalışmalarını sürdürerek birçok eser yazdı. İlim tarihçilerine göre, İbn-i Heysem'in hayatının bu dönemi en verimli ve başarılı devri olmuştur. İbn-i Heysem, Birûni ve İbn-i Sina ile çağdaştı.

İbn-i Heysem, çağının bütün ilimlerinde otoriteydi. Fevkalade keskin bir görüş, anlayış, muhakeme ve zekaya sahipti. Aristo ve Batlemyüs'ün eserlerini inceleyerek hatalarını gösterdi. Bunları özetleyerek Arapçaya tercüme etti. Ayrıca tıp biliminde de derinleşti. Geometriyi mantığa uyguladı. Öklit ve Apollonius'un geometrik ve sayısal metodlarını geliştirdi ve pratik uygulama alanlarını işaret etti. Geometri ve matematiğin inşaatçılık alanında uygulanmasında katkıda bulundu. Eski medeniyetlerden intikal eden matematik, geometri ve astronomiyi tedkik ederek ilmi tenkitlerini ortaya koydu ve bu sahalarda kendi nazariyelerini geliştirerek ilim alemine sundu. Mesela; Aristo ve Batlemyüs'e ait olan dünyanın, kainatın merkezi olduğu şeklindeki görüşleri üzerindeki şüphe ve tereddütlerini ifade etti. Dünya merkezli bir kainat sisteminin kesin olmayacağını, uzayda daha başka sistemlerin de bulunabileceğini ve güneş sisteminin mevcut olduğunu söyledi. Nitekim İbn-i Heysem'den yüzlerce sene sonra önce İbn-i Şatır ve Batruci sonra Newton ve Kepler, Güneş sistemi nazariyesini kabullenmişler ve yer kürenin bu sistem içinde bulunduğunu söylemişlerdir.

Fiziksel optik, meteorolojik optik, katoptrik, diyoptrik, yakıcı aynalar, gözün fizyolojisi ve algısal psikoloji alanlarında araştırmalar yapmış olan İbn-i Heysem'i, Latin skolastikleri "Alhazen" diye adlandırırlar. Kendisine ayrıca "Ptolemaeus Secundus" (İkinci Batlamyus; Arapça'da "Batlamyus-i Sani") lakabı da verilmiştir. İbn-i Heysem'in fizikte olduğu kadar tıptaki ustalığını da gösterdiği kitabı Kitab el-Menazır (Optik Kitabı / Görüntüler Kitabı / Optik Hazinesi) adlı yapıtı, gözün anatomisi ve fizyolojisi ile başlar. Burada beyinden çıkan optik sinirden başlayarak gözün kendisine kadar konjonktif, iris, kornea ve mercek gibi kısımlardan her birinin görme olayındaki rolü ustaca resimlenmiştir. Gözün çeşitli kısımları arasındaki ilişki ve görme olayı sırasındaki bütün bir organ ve dioptrik (merceklerin ışığı kırmaları ile ilgili) bir sistem olarak gözün nasıl iş gördüğü gösterilmiştir. İbn-i Heysem burada gözün kısımlarını şöyle adlandırmıştır: "El-sebakiye" (retina), "el-kurniye" (kornea), "el-sa'il el-ma'i" (göz sıvısı), "el-sa'il el-zucaci" (ing. "vitreous humor"; gözün retinayla çevrili boşluğunu dolduran pelte koyuluğundaki saydam ve renksiz sıvı) vb.

İbn-i Heysem'in ünlü yapıtı, 12. yüzyılda Cremona'lı Gerard (Gherardo) (1114-1187) tarafından Opticae Thesaurus Alhazeni (İbn-i Heysem'in Optik Hazinesi) başlığı altında Latince'ye çevrilmiş ve Batı dünyasını 600 yıl boyu etkilenmiştir. Kitap, gözün yapısı, yanılsama (illüzyon), serap olayı, perspektif, ışığın kırılması ve fotoğraf makinesinin atası olan "karanlık oda"dan (sözcüğü sözcüğüne Ar. "beyt el-muzlim", Lat. "camera obscura": "karanlık oda") söz etmekte ve böyle bir delikli kamera ile ters görüntü elde edileceğini belirtmektedir. İbn-i Heysem burada "karanlık oda"nın, güneş tutulmalarının gözlemlenmesinde kullanılmasını önermektedir. İskenderiye'li astronom, matematikçi ve coğrafyacı Claudius Ptolemaios (Batlamyus) (108-168), Almagest (Büyük Derleme) (~150'ler) ve Optik adlı yapıtlarında görme ve yansıma kuramını işlemişti. Batlamyus'un Optik adlı eserinin, ancak Sicilya'lı Emir Eugene tarafından yapılmış Latince çevirisi günümüze kalmıştır. Görme konusunda İbn-i Heysem'e kadar geçerli olan kuram, Eukleides ve Batlamyus'un ortaya attıkları ve görme olayının, gözün görülecek nesneye yolladığı ışınlarla gerçekleştiğini öne süren kuramdı. İbn-i Heysem bu kuramı reddederek olayın bunun tam tersi olduğunu ve gözün, nesnenin yolladığı ışınları algılayarak o cismi gördüğünü ortaya attı.

Işık kaynağı olan nesnelerde ışık,Güneş gibi her noktadan karşısındaki nesnenin bütün yönlerine doğrusal olarak yayılır.İbn el-Heysem, düşüncesini şu şekilde açıkladı;Güneş ya da ateş ışığını bir delikten karanlık bir odaya göndererek,ışığın yayılan yönü boyunca ip germiş ve ışığın yayıldığını göstermiştir.Bu kanıtlamayı ilginç yapan durum 17.yüzyılda Kepler tarafından tekrarlanmış olmasıdır.

Göz ışın kuramı ve İbn el-Heysem [değiştir]

Nesnelerden gelen ışık ve renk etkisiyle görme oluşur.İbn-i el-Heysem,ışığın öncelikle gözden çıktığını savunan Gözışın Kuramı'na karşı çıkmış,nesneden ışığın geldiğini vurgulamıştır.Akıl yürüterek şu yargıya varmıştır:"Gözışın Kuramı'na göre gözden ışık çıkmakta,nesneye ulaşabilmesi için saydam ortamdan geçerek,görmenin gerçekleşmesidir.Oysa bütün ihtimaller dikkate alındığında,gözden ışığın çıkıp çıkmaması değil,göz ışınları ile bakılan nesneye gidip ondan geri gelmezse,görme gerçekleşmez.Bunu da şöyle açıklamıştır;uzun süre parlak bir nesneye ya da ışığa uzun süre bakarsa göz,acı duymaktadır.Eğer uzun süre dışarıdan bir etki alarak acıması doğalsa,göz dış bir etkinin görsel süreçte alıcısı durumundadır.Sonuçta;ışık kaynağı göz olamaz,yani ışık gözden çıksa acı vermezdi.İbn Heysem

İbn el-Heysem 'in Işık Kuramı [değiştir]

aydınlatılmış bir alandaki her nokta ya da nesnenin her doğrultuda ışık ışınları yaydığını, ama bu ışınlardan yalnızca birinin göze dik olarak çarptığını ve ancak bunu görebildiğimizi söyler. Diğer ışınlar farklı açılarda yayılırlar ve görünmezler. Gölge, tutulma olayları ve gökkuşağı gibi çeşitli fiziksel görüngülere ilişkin kuramları geliştirmeye çalıştığı eserlerinde, ışığın büyük ama sonlu bir hıza sahip olduğunu ve ışığın kırılması olayının ışığın farklı maddeler (ortamlar) içindeki hızlarının farklı olmasından kaynaklandığını duyumsatan ifadelere yer vermiştir. Ayrıca küresel ve parabolik aynaları incelemiş, bir mercek yardımıyla kırılma olayının odaklama sonucu nasıl görüntü oluşturduğunu, görüntüyü nasıl büyütebildiğini anlamış ve küresel bir aynada niçin sapma meydana geldiğini matematiksel olarak kavramıştır. Işık hızının ilk nicel kestirimi 1676'da astronom Ole Christensen Romer (1644-1710) tarafından, Jüpiter'in uydusu Io'nun dönme süresinin bir teleskop yardımıyla ölçümü ile yapılarak 228 bin km/s olarak verilmiş; astronom James Bradley (1692-1762) ise ışık hızını 1728 yılında yıldız ışığının sapması üzerinden 283 bin km/s olarak belirlemiştir. 1848 yılında ışıkta "Doppler etkisi"ni keşfeden Armand Hippolyte Louis Fizeau (1819-1896), 1849'da dişli çark yöntemiyle ışık hızını 298 bin km/s olarak ölçmüştür. 1851 tarihli sarkaç deneyi ile ünlenen Jean-Bernard Leon Founcault (1819-1868) ise 1850 yılında döner ayna yöntemiyle labaratuarda ilk olarak ışık hızını 298 bin km/s olarak belirlemiştir.

İbn el-Heysem, gözden çıkan ışınlar konusunda şunları söyler:

  • Karanlıkta göremiyoruz. Işınlar gözden cisme doğru gitseydi karanlıkta da görmemiz gerekirdi.
  • Kuvvetli bir ışığa baktığımızda gözlerimiz kamaşır. Eğer ışınlar gözden çıksaydı kamaşmaması gerekirdi.
  • Karanlık bir odanın tavan ya da duvarında bir delik açarsak yalnızca o noktadan gelen ışığı görürüz. Oysa ışınlar gözümüzden çıksaydı her tarafı görmemiz gerekirdi.
  • Yıldızlara baktığımızda onları anında görürüz. Eğer ışınlar gözden çıkmış olsaydı yıldızları görmemiz için belirli bir süre geçmesi gerekirdi.

İbn el-Heysem’in ünlü yapıtına yorumlar Doğu’lu yazarlarca çokça yapılmış ama onun ardıllarının çoğu onun görme kuramını benimsememişlerdir. Ancak el-Biruni ve İbn Sina birbirlerinden bağımsız olarak İbn el-Heysem’in “görmeyi sağlayan şey, gözden çıkarak nesneye giden ışınlar değildir; tersine, algılanan nesnenin görünümü gözün içine doğru gider ve gözün saydam cismi (yani mercekler) tarafından biçimi değiştirilerek şekillenir” biçimindeki düşüncesine katılmışlardır.

İbn el-Heysem tüm zamanların en büyük fizikçilerinden biri olarak kabül edilir. Optik konusunda en yüksek düzeyde deneysel çalışmalar yapmıştır. O, “bir ortamdan geçen bir ışık ışınının en kolay ve çabuk olan yoldan gideceğini” bildirmiştir. Böylece, Pierre de Fermat’ın (1601-1665) “en küçük süre ilkesi”ne birkaç yüzyıl önceden katkıda bulunmuştur. Ayrıca, daha sonraları Isaac Newton’ın (1642-1726) “Birinci Hareket Yasası” olacak olan Eylemsizlik Yasası’ndan söz etmiştir: “Her cisim, hareketini değiştirecek kuvvetler uygulanmadığı sürece bulunduğu konumu korur ya da doğrusal bir yörüngede düzgün hareketini sürdürür”

Roger Bacon’ın (1214-1294) 1267 yılında tamamladığı Opus Majus (=Büyük Yapıt) adlı yapıtının V.bölümü, pratik olarak İbn el-Heysem’in ünlü yapıtının bir alıntısı niteliğindedir. İbn el-Heysem ışığın kırılma sürecini mekanik terimler cinsinden tanımlamıştır. Ona göre, “iki ortamın ayrılma yüzeyi boyunca geçen ışık parçacıklarının hareketi, kuvvetlerin bileşke yasasına uyar. Bu yaklaşım daha sonraları Newton tarafından yeniden keşfedilerek işlenmiştir.

İbn el-Heysem’in araştırmaları hem astronomik gözlemler hem de meteoroloji bakımından çok önemliydi. İbn el-Heysem atmosfer kalınlığı, göksel olayların gözlenmesinde atmosfer etkisi, alacakaranlığın başlangıç ve sonu (bu durumlar güneş ufkun 19 derece altındayken başlıyor ve bitiyordu), güneş ve ayın ufukta gökyüzünün ortasında göründüğünden daha büyük görünmesinin nedeni ve benzeri olayların optik sonuçları üzerine pek çok konuyu gün yüzüne çıkarmıştı.

İbn el-Heysem aynı zamanda hem filozof, hem matematikçi hem de deneyci idi. Deneyleri için kullandığı mercekler yardımıyla bir düzenek tasarladı. “Karanlık oda” üzerinde ilk kez matematiksel incelemelerde bulundu. Güneş tutulması sırasında güneş imgesinin yarımay şeklini bir pencere kepenginde oluşmuş küçük bir deliğin zıt yönündeki duvar üzerinde gözlemleyerek “karanlık oda”nın ilk denemesinde bulunmuştur. İbn el-Heysem, ışığı, atmosferin küresel sınırında yansımaya uğrayan bir tür ateş olarak nitelemiştir. “Alacakaranlık görüngüleri Üzerine Kitap” adlı yapıtının günümüzde yalnızca Latince çevirisi (Liber crepusculis) mevcuttur. Onun bu konudaki başka incelemeleri gökkuşağı, ışık halkalanması (hâle), küresel ve parabolik aynalar üzerinedir. Bunlar ve güneş tutulması ile gölge konularına ilişkin öteki kimi kitapları yüksek oranda matematiksel karakter taşımaktadır. Bu hesaplamalara dayanak olması için metalden aynalar yapmıştır. Işık ışınlarının hava ve su gibi farklı yoğunluktaki ortamlardan birinden diğerine geçerken kırılmaları konusunda açıklamalarda bulunmuş, bunlara dayanarak atmosfer tabakasının kalınlığını şaşılacak denli doğru hesaplayarak 15 km.olduğu sonucuna varmıştır. Yalnız içbükey aynalarda görüntüyü büyütme ve güneş ışınlarını bir noktada toplama etkilerini incelemekle kalmamış, pertavsızlarla ve merceklerle de bu tür incelemeler yapmıştır. İlk olarak okunacak yazıları büyütmede kullanılan bir yüzü düz, öteki yüzü dışbükey bir mercek “okuma taşı” betimlemiştir. Işık ışınlarının su ve hava gibi saydam ortamlar boyunca kırılmasını incelerken suya daldırılmış yuvarlak dipli cam kaplarla oluşturduğu küre kesmeleriyle yürüttüğü deneylerinin ayrıntısında, büyüteçlerin kuramsal keşfine hemen hemen yaklaşmıştır. Bu buluş pratik olarak İtalya’da üç yüzyıl sonra gerçekleşmiş, kırılmaya ilişkin yasanın 1620’de Willebrord va Roijen Snell (Snellius) (1580-1626) ve Rene Descartes (Renatus Cartesius) (1596-1650) tarafından bulunması için ise altı yüzyıldan daha uzun bir süre geçmesi gerekmiştir. Snell, açıların trigonometrik sinüs değerleri yer aldığı için “sinüs yasası” diye de bilinen kırılma yasasını 1621 yılı dolayında ifade etmiştir. 13.yüzyılda Roger Bacon ve ortaçağ batı dünyasının optikle ilgilenen başta Erazm Ciolek Vitellio (Witelo) (1225-1290) gibi öteki yazar ve araştırmacıları kendi optik çalışmalarında büyük ölçüde İbn el-Heysem’in bu ünlü eserine (Latincesi Opticae Thesaurus…) dayanmışlardır. Bu yapıt Leonardo da Vinci (1452-1519) ve Johannes Kepler’i (1571-1630) de etkilemiştir.

İbn el-Heysem daha önceki yıllarında Mısır’da Nil taşkınlarını önlemek üzere görevlendirildiği sıradaki başarısızlığının ertesinde kendisini deli gibi göstererek kapandığı hapisanede ve ondan sonraki özgürlük yıllarında yürütmüş olduğu deneylerde geometrik optiğin bütün alanlarıyla uğraştı. Bunlardan başka, İbn el-Heysem, matematikte ancak 4.dereceden bir denklemle çözülebilecek ve “Alhazen problemi” diye kendi adıyla anılacak olan problemi de çözmüştür. Bu problem, küresel bir dışbükey ya da içbükey ayna, bir nesne ve nesnenin aynaya yansıyan görüntüsü verildiğinde, yansıma noktasının bulunmasıdır. İbn el-Heysem bunu bir hiperbol yardımıyla çözmüştür.

İbn el-Heysem’e göre ışının alacağı yol en kolay ve en hızlı olacaktır. Yani ışın eğer yoğun ortama giriyorsa daha büyük bir dirençle karşılaşacak ve hareketi zorlanacaktır. Bu nedenle ışın, daha rahat edebileceği bir yöne, normale (girdiği ortam yüzeyine olan dikmeye) doğru bükülecektir; tersi durumda ise normalden öteye doğru kırılacaktır.

İslam Fiziğinde Diğer Önemli Kişiler

Gökkuşağı oluşumunu açıklama başarısının gösteren bilim adamları, doğuda Kemaleddin el-Farisi (ölm.1320), batıda ise Freiburg’lu Theodorik’tir (1250-1311). Kemaleddin el-Farisi’nin bu başarıyı gösterdiği eseri olan Tenkih el-Menazır (Optik Üzerine Yeniden Değerlendirme), İbn el-Heysem’in kitabı üzerine yazılmış ayrıntılı bir yorumdur ve Theodorik de özellikle kırılma konusundaki bilgilerini yine İbn el-Heysem’den edinmiştir.

Leonardo da Vinci öncesi dönemde Endülüs’lü Ebu ibn Firnas’ın (ölm.887) insanların uçabilme konusundaki büyük isteğini karşılamaya yönelik olarak “delta (çatal) kanatlı” uçma düzeneği geliştirerek uçtuğu söylenir. İslam dünyasında mekanik ve dinamik konusunda Ebu’l-İzz İsmail ibn el-Rezzaz el-Cezeri’nin (1136-1206) kısaca Kitab el-Hiyel adıyla bilinen Kitab el-Cami Beyn el-İlm ve’l-Amel el-Nafi Sınaat el-Hiyel (Olağanüstü Makine Yapımı Üzerine Bilim ve Teknik Arasında Yararlı Bir Kitap. Bu eserin başka bir yaygın adı Kitab fi Ma’rifet el-Hiyel el-Hendesiyye’dir. Diyarbakır, 1206) adlı eseri Sabit ibn Kurra’nın (836-901) Kitab el-Karastûn’u (Tartı/Kantar Üzerine Kitap) ve Benû Musa Kardeşler (Musa ibn Şakir’in Oğulları: Muhammed-Ahmed-Hasan. 9.yüzyıl) ’in Kitab el-Hiyel 8Otomatlar Kitabı) en önemli yapıtlar arasındadır. Ölçü ve tartı aletleri konusundaki yapıtlar arasında el-Biruni’nin Kitab el-Cemahir fi Marifet el-Cevahir (Değerli Taşlara İlişkin Çeşitli ve Değişik Bilgiler Kitabı) ile Ebu’l-Feth Abdurrahman el-Mansur el-Hazini’nin Kitab Mizan el-Hikme (Hikmet Terazisi Üzerine Kitap. 12.yy.) çok ünlü eserlerdir.

Işın ve Görme Konisi [değiştir]

Biz yakındaki bir nesneyi daha büyük ve uzaktaki nesneyi daha küçük görürüz.Uzaktaki nesnenin küçük görünmesinin nedeni,göze daha küçük bir açıyla gelmesindendir.İbn el-Heysem kırılma konusunda ortaya çıkan hareketleri Hızlar Dörtgeni'ne göre iki farklı ortamda,gelen ışın normal boyunca kırılmaya uğramadan geçecek, ayrılım yüzeyine ulaştığında ise çok yoğunda normale doğru,az yoğun bir ortamda ise öteye yönelecektir. Kırılma konusuna derinlik kazandıran İbn el-Heysem,ışığın saydam ortamlarda izleyeceği yolları belirtmiş fakat sinüs kanununa ulaşamamıştır.Bu Hızlar Dörtgeni yöntemiyle olanaksız olmamaktadır.Kırılma açıklaması bu kanunun elde ediliş sürecinde önemli bir adım teşkil etmektedir.Çünkü gelen ve kırılan ışınları,birbirinden ayrı iki dikey parça olarak gören düşünce biçimi Kepler ve Descartes'in önemini çekmiş.Descartes'in Dioptrics(1659)adlı kitabında kırılma açılarına ilşkin sonuçlar yayınlanıncaya kadar,bütünüyle neredeyse İbn el-Heysem'e aittir.[1]

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 383
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

kaynak:rehber ansiklopedisi

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0bn-i_Heysem

bir öğretmenimin 80'lerin sonunda

-dinci bu...uzak durun- dediği bilgi deryası ansiklopedi...

tamam..her şeyi müslümanlar buldu..

sonra bu buluşlar nereye gitti..

tanrı'ya geri mi döndü.

zaten çoğu..batı uygarlığının da temelini oluşturan eski yunan ve romalı eserlerinin yinelemesi..

yani islami rönesans dedikleri şey..

hepsi geride kaldı.

yok olup gitti.

geriye, kocaman harflerle başlık açıp

800-1000 yıl önceki eski güzel günleri yad eden tebliğciler kaldı..

boşuna gerici demiyorlar bunlara..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Matbaa gevur icadı, günah diye bilmem kaç yüzyıl sonra Osmanlı'ya geliyor. Bunlar kalkmış İslam bilime engel değil diyorlar. Bilimin, teknolojinin geliştiği, zirvede olduğu ülkelere bakarsanız bu ülkelerin İslam'la alakası olmayan devletler olduğunu görebiliriz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Müsloşların tipik sayıklamalarından biri daha.

Aslında cevap basittir. Bre gavatlar, madem bu dahi bilginleri yetiştirdiniz, neden bilimde nal topluyorsunuz şu anda? Neden sahip çıkmadınız o bilime? Neden son büyük dahiniz olan Takiyuddin'inin gözlemevini topa tutarak yıktırdınız?

Gelelim olayın aslına. Bunlar evet, akla izana uyan faydalı çalışmalardır. Fakat, bu onların bilim yaptığı anlamına gelmez. Bu insanlar ne bilim yaptılar, ne de bilime katkı verdiler. Sebebi basittir: O devirde henüz bilim yoktur. Bunlar da bilimsel olmaktan bir hayli uzaktır, ama genede faydalı çalışmalardır.

Bilim ortaya çıkalı beri ise, bilime katkı yapmış müslüman pek çıkmamıştır. Ha, çıkmadı mı, çıktı. Ama adamı katli vacip vs. ilan ettiler, lanetlediler filan.

Mesela Abdusselam hoca. Adma nobel ödülü bile aldı. Ama şu anda Pakistan'da aşağılanıp, kafir denerek tu kaka ilan ediliyor.

Hal böyle ya. 100 sene sonra çıkar bu müsloşlar, ahada abdusselam, büyük müslüman bilim adamı, yaa gördünüz mü islam bilimi ne kadar seviyor derler utanmadan. Arsız yüzsüz bunlar zaten.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Müsloşların tipik sayıklamalarından biri daha.

Aslında cevap basittir. Bre gavatlar, madem bu dahi bilginleri yetiştirdiniz, neden bilimde nal topluyorsunuz şu anda? Neden sahip çıkmadınız o bilime? Neden son büyük dahiniz olan Takiyuddin'inin gözlemevini topa tutarak yıktırdınız?

Gelelim olayın aslına. Bunlar evet, akla izana uyan faydalı çalışmalardır. Fakat, bu onların bilim yaptığı anlamına gelmez. Bu insanlar ne bilim yaptılar, ne de bilime katkı verdiler. Sebebi basittir: O devirde henüz bilim yoktur. Bunlar da bilimsel olmaktan bir hayli uzaktır, ama genede faydalı çalışmalardır.

Bilim ortaya çıkalı beri ise, bilime katkı yapmış müslüman pek çıkmamıştır. Ha, çıkmadı mı, çıktı. Ama adamı katli vacip vs. ilan ettiler, lanetlediler filan.

Mesela Abdusselam hoca. Adma nobel ödülü bile aldı. Ama şu anda Pakistan'da aşağılanıp, kafir denerek tu kaka ilan ediliyor.

Hal böyle ya. 100 sene sonra çıkar bu müsloşlar, ahada abdusselam, büyük müslüman bilim adamı, yaa gördünüz mü islam bilimi ne kadar seviyor derler utanmadan. Arsız yüzsüz bunlar zaten.

Abdussleamin mezar tasi. Musluman kelimesinin uzerini kapatmislar. Bunu yapanda muslumanlar bu arada, kendine musluman diyen adami muslumandan saymiyorlar, kendileri gibi namaz kilmiyor diye. Tayyibin pakistan versiyonu yani.

Grave_of_Abdus_Salam.jpg

Ilk olarak soyle yazmislar, "Ilk musluman nobel onuruna layik gorulmus...". Orada muslumani silince geriye soyle ahmakca bir yazi kalmis "ilk nobel odulune layik gorulmus...". Bu cumle, muslumanlarin ahmakliginin kanitidir, cumle aleme ilanidir. Dunyaya; "essekten adam olur ama bizden olmaz" haykirisidir.

1400 yilda bir kus tuttular, onuda kendileri pisledi yani anlayacaginiz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

aslında ben yine de şüphelendim biraz..

ahmediye gibi vukuatlı bir mezhepten olmasaydı nobel alır mıydı.

ahmediler isa'nın keşmir'de öldüğünü söylüyorlar.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Yuz_Asaf

alın bu da isa'nın mezarı..

http://static.panoramio.com/photos/original/15597827.jpg

nobel siyasi bir ödül..

en azından müslümanlar için çok zor ona ulaşmak..

abd ve avrupa'da sayısız müslüman doktor ve bilimci var.

hem de uzun süredir.

niye verilmiyor onlara..

tarihinde cehane27 tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

kaynak:rehber ansiklopedisi

http://tr.wikipedia....i/Ä°bn-i_Heysem

bir öğretmenimin 80'lerin sonunda

-dinci bu...uzak durun- dediği bilgi deryası ansiklopedi...

tamam..her şeyi müslümanlar buldu..

sonra bu buluşlar nereye gitti..

tanrı'ya geri mi döndü.

zaten çoğu..batı uygarlığının da temelini oluşturan eski yunan ve romalı eserlerinin yinelemesi..

yani islami rönesans dedikleri şey..

hepsi geride kaldı.

yok olup gitti.

geriye, kocaman harflerle başlık açıp

800-1000 yıl önceki eski güzel günleri yad eden tebliğciler kaldı..

boşuna gerici demiyorlar bunlara..

Evet hepsi eskide kaldı. Evet Müslümanlar şimdi nal topluyor ilim alanında. Ama ben size şunu anlatmak için yazdım bunu ki anlamadınız: İslam eğer bilime engel olsaydı İbni Haysem gibi bilim adamları kesinlikle ortaya çıkamazdı. Eğer İslam bilime karşı olsaydı Araplar Eski Yunan filozoflarını okuyup Aristo, Platon Sokrates'i öğrenmeye tenezzül etmezlerdi. Ki Araplar daha elli yıl önce (Peygamberimizin risaletinden evvel) cehaletin, kabile savaşlarının içinde dünyadan habersiz yaşarken Platon'un, demokritos'un eserlerini okumaya başlaması çok büyük bir atılımdır. Nobel Ödülü meselesi konumuz dışındadır. Toplum tarafından dışlanan ilim adamları olabilir. Ama bu İslam'ın onları engellediği anlamına gelmez. Tarihte bilim İslam'a dayanılarak umumi anlamda engellenmemiştir. İslam ı kendi çıkarı için kullanma durumları hariç..

benim yaptığım da gericilik değildir. sadece at gözlüğü takıp tarihi kendileri için çarpıtanlara işin aslının böyle olmadığını kanıtlamaktır.

Bir Örnek Daha, Dikkatle okuyun. İslami bilim Eski Yunan ın basit bir tekrarı değildir:

9. asırda Güneş'le Dünya'nın yıllık en uzak mesafesinin sabit olmayıp değişken olduğunu fark eden Müslümanlar yörüngedeki ilerlemenin 12.09 saniye olduğunu saptadı. Günümüzde bu değer 11.46 saniye olarak biliniyor. Avrupa"da Jahonn Kepler, 17. yüzyılda henüz Müslümanların kitaplarında gördüğü bu sonuca nasıl ulaştıklarını anlayabilmek için çağdaşı bilimadamlarıyla yazışıyordu. Tahran"daki rasathanede 10 asırda tespit edilen Dünya'nın ekseninin sürekli azaldığı bilgisine Avrupalılar ancak 19. asırda gök mekaniği bilimiyle ulaşabildi. İslam astronomi bilginlerinin kitaplarının tercümesinin Kopernik"e ulaştığını bugünkü nesiller bundan henüz yarım asır önce öğrenebildi.

Bin yıl önceden bahsediyoruz ama bin yıl önce 19. asırda ulaşılabilen bir bilim. Tarih eğer kendi devri içinde ve kendi şartları dahilinde düşünülürse doğru olur. O halde bir düşünün. Yedi yüz veya sekiz yüz yıl sonra anlaşılabilen bir bilgi ne demek?????

Link to post
Sitelerde Paylaş

Gerçek anlamda bilime katkısı olanlarda aslında İslamı pek iplememiş ama müslüman görünmek zorunda kalmışlardır..

Vay be! Ateistlerden müthiş tespit! Yapılan arkeolojik kazılarda müslüman ilim adamlarının İslamı iplememiş oldukları ama müslüman görünmek zorunda kaldıkları anlaşıldı. Çaresizliğin , çarpıtmanın aldığı şu boyut göz yaşartıcı. Bu sonuca nerden ulaştığınızı sormak istiyorum?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bir iki akıllı Müslüman bilim adamının çıkması ne ifade eder ki?

O adamlardan İslam ülkesi yararlanmamış ama Hristiyanlar yararlanmış.

Bu acıklı durum bize İslam ve Müslümanlar için ne der?

Onların zavallı gerçek yüzünü ifşa eder.

İçinden çıkan değerleri bile değerlendiremeyen bir toplum İslam toplumu..

Zavallılar.

Gafiller..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evet hepsi eskide kaldı. Evet Müslümanlar şimdi nal topluyor ilim alanında. Ama ben size şunu anlatmak için yazdım bunu ki anlamadınız: İslam eğer bilime engel olsaydı İbni Haysem gibi bilim adamları kesinlikle ortaya çıkamazdı. Eğer İslam bilime karşı olsaydı Araplar Eski Yunan filozoflarını okuyup Aristo, Platon Sokrates'i öğrenmeye tenezzül etmezlerdi. Ki Araplar daha elli yıl önce (Peygamberimizin risaletinden evvel) cehaletin, kabile savaşlarının içinde dünyadan habersiz yaşarken Platon'un, demokritos'un eserlerini okumaya başlaması çok büyük bir atılımdır. Nobel Ödülü meselesi konumuz dışındadır. Toplum tarafından dışlanan ilim adamları olabilir. Ama bu İslam'ın onları engellediği anlamına gelmez. Tarihte bilim İslam'a dayanılarak umumi anlamda engellenmemiştir. İslam ı kendi çıkarı için kullanma durumları hariç..

benim yaptığım da gericilik değildir. sadece at gözlüğü takıp tarihi kendileri için çarpıtanlara işin aslının böyle olmadığını kanıtlamaktır.

Bir Örnek Daha, Dikkatle okuyun. İslami bilim Eski Yunan ın basit bir tekrarı değildir:

9. asırda Güneş'le Dünya'nın yıllık en uzak mesafesinin sabit olmayıp değişken olduğunu fark eden Müslümanlar yörüngedeki ilerlemenin 12.09 saniye olduğunu saptadı. Günümüzde bu değer 11.46 saniye olarak biliniyor. Avrupa"da Jahonn Kepler, 17. yüzyılda henüz Müslümanların kitaplarında gördüğü bu sonuca nasıl ulaştıklarını anlayabilmek için çağdaşı bilimadamlarıyla yazışıyordu. Tahran"daki rasathanede 10 asırda tespit edilen Dünya'nın ekseninin sürekli azaldığı bilgisine Avrupalılar ancak 19. asırda gök mekaniği bilimiyle ulaşabildi. İslam astronomi bilginlerinin kitaplarının tercümesinin Kopernik"e ulaştığını bugünkü nesiller bundan henüz yarım asır önce öğrenebildi.

Bin yıl önceden bahsediyoruz ama bin yıl önce 19. asırda ulaşılabilen bir bilim. Tarih eğer kendi devri içinde ve kendi şartları dahilinde düşünülürse doğru olur. O halde bir düşünün. Yedi yüz veya sekiz yüz yıl sonra anlaşılabilen bir bilgi ne demek?????

Geç bu teraneleri.

Adamlar islam uymuyor diye aşağılanıyorsa, sen daha ne sayıklıyorsun?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bir iki akıllı Müslüman bilim adamının çıkması ne ifade eder ki?

O adamlardan İslam ülkesi yararlanmamış ama Hristiyanlar yararlanmış.

Bu acıklı durum bize İslam ve Müslümanlar için ne der?

Onların zavallı gerçek yüzünü ifşa eder.

İçinden çıkan değerleri bile değerlendiremeyen bir toplum İslam toplumu..

Zavallılar.

Gafiller..

değerlendirememişler ifadesi neyi ifade ediyor söyleyeyim. İslam Peygamberimizle yükselmeye başlamış ve siyasi üstünlüğünü Avrupa'ya 17. yüzyılın sonunda kaptırmıştır. Bu bakımdam İslam siyasi gücünü 1000 yıl boyunca kullanmıştır. Üç yüz yıldan bu yana da Avrupa Müslüman devletlerden daha gelişmiş durumda. Ama bu İslam ın bilime engel olmadığı gerçeğini değiştirmez. 1000 yıl boyunca bilim İslam medeniyetinin çatısı altında gelişmiş ve Avrupa biliminin beslendiği kökleri oluşturmuştur.

Bir iki akıllı bilim adamı ifadesi bu alandaki bilgi yetersizliğini ortaya koymak bakımından ibret verici. Sana yüzlerce, binlerce bilim adamı sayabilirim. Ve bunlar Avrupa'yı derinden etkileyen kişiler. Avrupalılar İslam dan aldıkları bilimi yerleştirebilmek için kiliseye karşı mücadele vermek zorunda kalmışlardı. Dolayısıyla Avrupalılar için geçerli olan " Din bilime engeldir" kaidesi bizim ateistler tarafından İslam a da genellenmek isteniyor ve ben bu yanlış algıya karşıyım. Eğer iddianız doğru ise İslam dininin bilimi engellediğine dair kanıtlarınızı ortaya koyabilirsinzi.

Link to post
Sitelerde Paylaş

başlık doğru bir tesbiti ifade etmektedir...

bir tane bile müslüman bilm adamının olması islamın bilme karşı olduğu tezini yıkmaya yeter...

Kaldıki birçok örneği vardır...

şu anda da bilimle uğraşan gece gündüz bilimsel çalışmalar yapan pek çok müslüman akademisyen var...

bilme karşı olan müslüman da vardır..

fakat bunlar genel müslüman kitlesi tarafından pek takdir edilmezler...

Link to post
Sitelerde Paylaş

başlık doğru bir tesbiti ifade etmektedir...

bir tane bile müslüman bilm adamının olması islamın bilme karşı olduğu tezini yıkmaya yeter...

Kaldıki birçok örneği vardır...

şu anda da bilimle uğraşan gece gündüz bilimsel çalışmalar yapan pek çok müslüman akademisyen var...

bilme karşı olan müslüman da vardır..

fakat bunlar genel müslüman kitlesi tarafından pek takdir edilmezler...

Teşekkürler. Hakkı olduğu gibi sahibine teslim etmek gerekir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

değerlendirememişler ifadesi neyi ifade ediyor söyleyeyim. İslam Peygamberimizle yükselmeye başlamış ve siyasi üstünlüğünü Avrupa'ya 17. yüzyılın sonunda kaptırmıştır. Bu bakımdam İslam siyasi gücünü 1000 yıl boyunca kullanmıştır. Üç yüz yıldan bu yana da Avrupa Müslüman devletlerden daha gelişmiş durumda. Ama bu İslam ın bilime engel olmadığı gerçeğini değiştirmez. 1000 yıl boyunca bilim İslam medeniyetinin çatısı altında gelişmiş ve Avrupa biliminin beslendiği kökleri oluşturmuştur.

Bir iki akıllı bilim adamı ifadesi bu alandaki bilgi yetersizliğini ortaya koymak bakımından ibret verici. Sana yüzlerce, binlerce bilim adamı sayabilirim. Ve bunlar Avrupa'yı derinden etkileyen kişiler. Avrupalılar İslam dan aldıkları bilimi yerleştirebilmek için kiliseye karşı mücadele vermek zorunda kalmışlardı. Dolayısıyla Avrupalılar için geçerli olan " Din bilime engeldir" kaidesi bizim ateistler tarafından İslam a da genellenmek isteniyor ve ben bu yanlış algıya karşıyım. Eğer iddianız doğru ise İslam dininin bilimi engellediğine dair kanıtlarınızı ortaya koyabilirsinzi.

Seninki züğürt tesellisi..

Aşağılık duyguları ile hiç yaşanmamış bir geçmişe sığınıyorsunuz.

Müslümanlar ve bu arada Osmanlılar sadece çalmış çırpmışlardır. Hepsi de çapulcudur.

Bilim nerde siz nerde.

Son 300 yılda boka battınız. Ondan daha 500 yıl önce boka batmaya başladınız.

Elinizdeki birkaç akıllı adamı da harcayanlar sizler değil misiniz?

Gafiller..

Link to post
Sitelerde Paylaş

başlık doğru bir tesbiti ifade etmektedir...

bir tane bile müslüman bilm adamının olması islamın bilme karşı olduğu tezini yıkmaya yeter...

Kaldıki birçok örneği vardır...

şu anda da bilimle uğraşan gece gündüz bilimsel çalışmalar yapan pek çok müslüman akademisyen var...

bilme karşı olan müslüman da vardır..

fakat bunlar genel müslüman kitlesi tarafından pek takdir edilmezler...

Yanlış tespit!

İslama rağmen bir çok arap bilim adamı yetişmiştir. Bunların en tanınmışları dahi islamın halifesi, islamın şeriatı, padişahı ve şeyhülislamı tarafından kovulmuş, sürülmüş, öldürülmüşse, İslam bilime karşıdır demektir.

Bu durum günümüzde de hala günceldir. Son bir kaç yıl içinde ülkemizde de bilim düşmanlığı artmaktadır. İslam yaşamının artmasına or4antılı olarak tabi.

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

Seninki züğürt tesellisi..

Aşağılık duyguları ile hiç yaşanmamış bir geçmişe sığınıyorsunuz.

Müslümanlar ve bu arada Osmanlılar sadece çalmış çırpmışlardır. Hepsi de çapulcudur.

Bilim nerde siz nerde.

Son 300 yılda boka battınız. Ondan daha 500 yıl önce boka batmaya başladınız.

Elinizdeki birkaç akıllı adamı da harcayanlar sizler değil misiniz?

Gafiller..

Seninki züğürt tesellisi..

Aşağılık duyguları ile hiç yaşanmamış bir geçmişe sığınıyorsunuz.

Müslümanlar ve bu arada Osmanlılar sadece çalmış çırpmışlardır. Hepsi de çapulcudur.

Bilim nerde siz nerde.

Son 300 yılda boka battınız. Ondan daha 500 yıl önce boka batmaya başladınız.

Elinizdeki birkaç akıllı adamı da harcayanlar sizler değil misiniz?

Gafiller..

Osmanlı çaldı çırptı öyle mi? Selçuklular da öyle yapmıştır kesin. Araplar da öyledir. Ama beni ne düşündürüyor biliyor musun? Osmanlı çalıp çırparak, çapulcu gibi davranarak yedi yüz yıl nasıl ayakta kaldı? Öyle ya, hırsız dediğin soysuz ve karaktersiz olur. Bu Osmanlı nasıl ayakta durdu o halde? Bak Osmanlı nasıl hırsızlık yapmış:

FATİH'İN HOŞGÖRÜSÜ...

Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, yaklaşık 600 yıl 3 kıtada çeşitli milletlerden insanları barış içinde bir arada tutan Osmanlı hoşgörüsü ve adaletinin belgelere yansıyan örneklerini, ''Gökkubbe Altında Birlikte Yaşamak'' adlı kitapta topladı.

Kitapta yer alan belgelere göre, Batılıların ''Muhteşem Süleyman'' olarak tanıdıkları Kanuni Sultan Süleyman, 1560'da beylerine, ''Her türlü vergiyi sadece kanunlar çerçevesinde toplattırasın. Hiçbir kimseye fazladan bir akça dahi aldırtmayasın'' emrini verirken, 2. Abdülhamid, 1894'te binlerce kilometre uzaklıktaki Amerika'da orman yangınlarından zarar görenlere 300 lira yardım gönderdi. Abdülaziz, Sivas'tan Rusya'ya göç eden 30 kadar Rum ailenin tekrar Osmanlı devletine dönmek istemeleri üzerine yol masraflarının karşılanması için emir verirken, Genç Sancağının Akçasırt Köyünden 13 Ermeni eşkıya, pişmanlıklarından dolayı 2. Abdülhamit tarafından affedilerek iskan edildi.

Osmanlı hoşgörüsünü ilk tanıtan padişahlardan Fatih Sultan Mehmet, 4 Nisan 1478 tarihli Bosna ruhbanlarının dini hayatlarını serbestçe sürdürebilmeleri hakkındaki fermanında şöyle seslendi: ''Ben ki, Sultan Mehmed Hanım... İhsan edip Bosna rahiplerine buyurdum ki; Kiliselerinizde korkusuzca ibadet ve memleketimizde korkusuzca ikamet edin. Ne vezirlerimden ne de halkımdan kimse bunları incitmesin ve rencide etmesin. Allah'a, Peygamber'e, Kur'an'a ve kuşandığım kılıca yemin olsun ki, canları, malları ve kiliseleri bana itaat ettikleri sürece güvencem altındadır.'' Fatih Sultan Mehmed, Kudüs ruhbanlarının dini hayatlarını serbestçe sürdürebilmeleri hakkındaki 29 Eylül 1458 tarihli fermanında da şöyle emir verdi: ''Makamıma gelip yüz sürerek ellerinde mevcut olan Hz. Peygamber ve Hz. Ömer'den bu yana Kudüs-ü Şerif'teki Hz. İsa'nın doğduğu Beytüllahm Kilisesi, Kamame Kilisesi v.b. kutsal mekanlar ile ilgili sahip oldukları hak ve imtiyazları yeniden talep eden Kudüs Rum patriği Atnasyos ve ruhbanlarına aynı imtiyazları verdim. Bunları kimse rencide etmesin. Kim ki, bu hükmün feshini murad ederse Allah'ın ve Resulünün hışmına uğrasın.''

Kitapta, İspanya ve Portekiz'den kovularak Osmanlı hoşgörüsüne sığınan Yahudilerin tahrir kayıtları da bulunuyor. 1519 tarihli tahrir kayıtlarında İspanya ve Portekiz'den kovulmalarıyla Osmanlı devletine iltica edip Edirne'ye yerleştirilen Katalan cemaatine ait 29 hane, Portekiz cemaatine ait 45 hane, Alman cemaatine ait 8 hane, İspanya cemaatine ait 42 hane, Bolye mahallesinden 33 hane ile Gerur cemaatinden haneler ile aile reislerinin isimlerine yer veriliyor.

Bir Cuma günü Germiyan Türk Beyi Alişir’in tebasından bir Müslüman ile Bilecik Rum liderine bağlı bir Hıristiyan arasında vukubulan anlaşmazlıkta Osman Bey Hıristiyan lehine hüküm vermiş idi. Daha sonraki tarihler için de buna benzer yüzlerce örnek bulmak mümkündür. Günümüze kadar intikal eden Şer’iye Sicilleri ve diğer arşiv kaynakları buna şehadet etmektedir. Hiç bir gayr-ı Müslim dini yüzünden haksızlığa uğramamış kanun önünde eşit statüsü korunmuştur. İdarecilerin de gayr-ı Müslim tebaya yönelik haksızlıkları ilgili merciler tarafından anında ber taraf edilmiştir. Bosna ruhbanlarına ve Galata Cenevizlilerine verilen emannameler de Osmanlı Devleti’nde din ve ırk farklılığından dolayı temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanmaya gidilmediğinin en bariz örnekleridir. Semt pazarlarının günü bile bu kesimin dini günlerine gelmemesine çalışılarak mağdur olmaları önleniyordu. Bilecik’de semt pazarının günü mahalli idare tarafından Pazartesi’nden Pazar gününe alındığında dini günlerine rast geldiğinden gayr-i Müslimlerin vaki şikayeti üzerine tekrar merkezi idare tarafından Pazar gününe alınmıştır. Benzer bir hadise 1817’de Adapazarı’nda vukubulmuştur. Kurulan semt pazarı reayanın tatil ve dini günü Pazar gününe geldiğinden bunun Cumartesi gününe alınması için merkezi hükümet mahalli idarecilere talimat gönderiyordu.

Eğer sizin için bir anlam ifade edecekse örnekleri daha da çoğaltabilirim. Hacı tarih hakkında konuşurken belgelerle çıkarımlarda bulunmak lazım. Osmanlı tarihi hırsızlık tarihi değil gördüğün gibi. Biz hoşgörü diyoruz. İslam tarihine de bakarsan gayrimüslimlere hoşgörülü davranıldığını görürsün.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...