Jump to content

Alevileri Boğazlamaya Geldik


Recommended Posts

He gülüm heee. Bak bu forumda gelmiş gelmiş 100lerce Türk var ve sizlerin vahşetinizden, zulmünüzden ve iftiralarınızdan korktuğu için günlük yaşamlarında Müslüman taklidi yapıyorlar. Yoksa Müslüman taklidi yapan dinsizler Türk değil mi?

ALEVİLER TÜK DEĞİL Mİ?

yani dindar değiller.inanmamışlar.buda benim dediğimi doğrular.kimse zorla inançlı yapılamaz.

atılan2, on 05 November 2012 - 02:59 PM, said:

mantıklı bir yaklaşım.kimse kılıç zoru ile dindar yapılamaz.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 205
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

yani dindar değiller.inanmamışlar.buda benim dediğimi doğrular.kimse zorla inançlı yapılamaz.

atılan2, on 05 November 2012 - 02:59 PM, said:

mantıklı bir yaklaşım.kimse kılıç zoru ile dindar yapılamaz.

Münafık yapılır ama .... münafıklık 5 nesil giderse insanlar yorgun düşer ve bil bakalım ne olur?

Ben söyleyeyim ne olacağını, ortaya sen çıkarsın :lol:

Anlamadığın yer olursa lütfen sormaktan çekinme

Link to post
Sitelerde Paylaş

Zorla dindarlaştırma çabaları tarih boyunca devam etmiştir, halada devam ediyor bunda şaşılacak birşey yok, Laik müslüman karşımı bir ülkede rahat konuşmak zorlama yok demek kolay tam dinle yönetilen ülkelere bir gidinde görelim, ha bizim ülkemizde de elbette zorla müslümanlaştırma çabaları var ancak şu an hadi lan demek kolay sen olmazsın torunun olmaz ancak torunun çocuğu olur bu işler böyle kademe kademe....Tamamen hristiyanlıkla yönetilse bir ülke oda eminim berbat olurdu orta çağ avrupası gibi ancak şuanda yok lafta var bu ülke hristiyan gibi ancak şeriatla yönetilenler var ve durum ortada bu hrisyiyanlığı iyi yapmaz onlarda olsa en az şeriat kadar kötü olurdu..

zorla dindar yapma çabalarından dolayı

çocuklarınızı dindarmı yetiştireceksiniz.aksine dindarken ateist oluyorsunuz.kimse zorla dindar olmaz.inanç vicdan işidir.zorla yapılabiliyorsa sizde olun.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Münafık yapılır ama .... münafıklık 5 nesil giderse insanlar yorgun düşer ve bil bakalım ne olur?

Ben söyleyeyim ne olacağını, ortaya sen çıkarsın :lol:

Anlamadığın yer olursa lütfen sormaktan çekinme

müslüman olmayan türkler,müslüman araplardan kortukları için 5 nesil münafıklık yaptılar,sonunda müslüman oldular.güzel hikaye.
Link to post
Sitelerde Paylaş

müslüman olmayan türkler,müslüman araplardan kortukları için 5 nesil münafıklık yaptılar,sonunda müslüman oldular.güzel hikaye.

Ve torunları bu hikayeyi güzel bulurlar tabii hepsi değil. Bazıları da acı duyar....

Sn Gerçekçi'nin geçmişte bir sözü vardı ama tam hatırlayamacağım için yazmayacağım. Onun bu konuda daha bilgili olduğunu düşünüyorum (belki de yanılıyorum) o konu hakkında ikimizi de bilgilendirebilir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

islamı türkler kendi iradeleriyle ama öncesinde araplarla savaşarak kabul etmişlerdir.türklerin islamı kabulüyle ,kabul etmek istemeyen gruplar,bugünkü anadolu aleviliği denilen sentez islamı oluşturmuşlardır.yani islami motiflere sokulmuş eski inançlarını devam ettirmişlerdir.bugün türbe anlayışı bile türklerin eski inançlarının bir uzantısıdır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

yani dindar değiller.inanmamışlar.buda benim dediğimi doğrular.kimse zorla inançlı yapılamaz.

atılan2, on 05 November 2012 - 02:59 PM, said:

mantıklı bir yaklaşım.kimse kılıç zoru ile dindar yapılamaz.

Dindarlıkla inanmak belli bir nebzede farklılık gösterir.Sizin dindar deyince aklınıza gelen ilk şey yobaz olmakta.Dindar diye düşündüğünüz ibadet yapmakta,sonuçta inanmakta.Ama illaki bir kişi ibadet yapmıyor diye ona inanmıyor demek mantıksız.Aleviler yobaz değil.Ama bunun üzerine 'inanmamışlar' diye yorum atmak çok saçma.Biz neye inandığımızı biliyoruz.Sadece ibadetimiz farklı diye,müslümanlığa bağlı gibi görünmediğimiz için inançsız sıfatı kimseye atılamaz.Yazarken sözlerinize dikkat ederseniz sevinirim..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Dindarlıkla inanmak belli bir nebzede farklılık gösterir.Sizin dindar deyince aklınıza gelen ilk şey yobaz olmakta.Dindar diye düşündüğünüz ibadet yapmakta,sonuçta inanmakta.Ama illaki bir kişi ibadet yapmıyor diye ona inanmıyor demek mantıksız.Aleviler yobaz değil.Ama bunun üzerine 'inanmamışlar' diye yorum atmak çok saçma.Biz neye inandığımızı biliyoruz.Sadece ibadetimiz farklı diye,müslümanlığa bağlı gibi görünmediğimiz için inançsız sıfatı kimseye atılamaz.Yazarken sözlerinize dikkat ederseniz sevinirim..

kimseye ,yobaz,dindar ,inaçlı alevi gibi itham etmek gibi bir derdim yok.konu çok geniş olduğu için kavramlar karışıyor.forum genel olarak islam hakkında olduğu için,islamı, kuran olarak baz alıyorum.islam kurandır.benim dindar diye tarif ettiğim ise kurana inanan kişilerdir.aleviler temelde kurana inanırlar.fakat pekçok uygulamada kuranı baz almazlar.aynı tavırda olan sünnilerde yok değildir.temelde allahın varlığına ,birliğine,evrenin yaratıcısı olduğuna resülüne ve kitabına inananı islami açıdan dindar olarak ele alabiliriz.şimdi biriside hristiyanlar dindar değilmi diye çıkmasın ortaya lütfen.değerlendirmemi islam konusunda yapıyorum.
Link to post
Sitelerde Paylaş

İşte böyleee,

Buyurun okuyun Türklerin nasıl müslümenleştirildigini.

Bir çoğumuzun bilmediği,

ya da bilmek istemediği bu tarih,

en çok bilmemiz gereken konuların başında gelmektedir.

Aşağıdaki dökümandantamamıyla ıslamı kaynaklardan,Taberi ve zekeriye Kıtabcı gibi Islamı tarıhcı ve yazarlardan düzenlerek alınmıştır.

Türklerin ilk Müslümanlaştırılmaları ile ilgili 670′li tarihlere dayanan bilgiler malesef okullarda bizlere hiçbir zaman verilmemiş,

verilen bilgiler ise,

Türklerin Müslümanlığa geçişleri

kendi istekleri ile olmuş gibi gösterilerek, 740′lara kadarki tarih atlanarak verilmiştir.

İslam’ın Türklere zorla kabul ettirilmeleri ile ilgili 670′lerden başlayarak 740′lara kadar uzanan tarihin bize okullarda anlatılmamasının nedenlerini, bu kısa tarihi öğrenince biraz daha anlamak mümkün olabilecektir.

Şimdi, bu atlanan 70 senelik tarihe bir göz atalım.

Müslüman Arapların Türklere İlk Saldırıları

Seyhun ve Ceyhun nehirleri arasında bulunan bölge tarihi İpek Yolu üzerindedir.

Türk beylikleri bu bölgedeki,

Buhara,

Semerkant,

Talkan,

Baykent gibi şehirlerde yerleşmiş yaşıyorlar,

deri imal ediyor ve pamuktan kağıt üreterek bunları satıyor ve iyi de para kazanıyorlardı.

Bu üretimlerinin yanı sıra Altın madenleri çalıştırıyorlardı.

Özellikle adı zengin şehir manasına gelen, Semerkant’ın zenginliğinin o devirde dillere destan olduğu söylenir.

Bu zenginlik öteden beri Talancı Arapların iştahını kabartıyorduysa da, Türklerden çekiniyorlar ve araya sınır olarak koydukları Ceyhun nehrini geçmeye pek cesaret edemiyorlardı.

Çünkü daha önce Halife Osman zamanında, Muhammed bin Cerir komutasındaki Araplar İslam’ı yayma bahanesiyle oraları talan etmek için 2700 kişilik bir ordu ile Fergane’ye kadar girdiyse de Türkler tarafından yok edilmişlerdi.

Ancak daha sonraları Muaviye tarafından,

Ceyhun Nehri’nin altında kalan Horasan’ın tamamiyla işgal edilmesi ile o bölgede ilk Araplaştırma ve İslamlaştırma girişimleri başlamış oldu.

Buhara’nın Talan Edilmesi

Horasan’ın kendileri tarafından tamamen işgal edilmesinden cesaret alan Araplar, Muaviye’nin ilk Horasan valisi olan,

Ubeydullah bin Ziyad 673 yılında bu sefer ilkinden çok daha kalabalık 24,000 kişilik bir ordu ile Ceyhun Nehri’ni geçerek Kıbaç Hatun yönetimindeki Buhara’yı kuşatır.

Kibac Hatun diğer Türk Beylikleri’nden yardım isterse de bu yardım kendisine gelmez ve Araplar verdikleri kayıplardan dolayı Buhara’yı işgal edemezlerse de tam anlamıyla talan ederler.

Daha sonra, Muaviye’nin ikinci Horasan Valisi,

Halife Osman’ın oğlu Said de Buhara’ya saldırmaya hazırlanır.

Kendisine diğer Türk Beylikleri’nden yardım gelmeyeceğini anlayan Kibac Hatun, Said’le anlaşma yapmak zorunda kalır.

Bu anlaşmaya göre, Kibac Hatun, Said’e diğer Türk Beylikleri’ne yapacağı saldırılarda önüne çıkmayacağına dair güvence ve bu güvencenin teminatı olarak da Buhara’daki Türk asilzadelerinden rehinler verir (Bu sayı kimi tarihçilere göre 50 kimine göre de 80’ dir).

Bu anlaşmanın verdiği rahatlıkla Said, zenginliğini öteden beri duyduğu Semerkant’a saldırır.

Semerkant’ı baştan aşağı talan eder ve topladığı binlerce Türk gencini, köle pazarlarında satmak için Horasan’a getirir.

Said daha sonra Kibac Hatun’dan aldığı 80 kadar rehine tarafından bir punduna getirilmiş ve hançerlenerek öldürülmüştür

(Said’i öldürdükten sonra dağa kaçmayı başaran rehinlerin orada açlıktan öldüğü söylenir).

Said’den sonra, Horasan Valisi Salim bin Ziyad olur.

Horasan da Muaviye’nin oğlu Yezid’e bağlıdır.

Ziyad da aynı şekilde 680 yılında Türkleri İslamlaştırmak ve şehirlerini talan etmek için saldırır fakat püskürtülerek geri çekilirler.

Bu sefer, kendi orduları Türkler tarafından talan edilerek silahları alınır.

Daha sonra Araplar daha güçlü bir orduyla tekrar saldırır ve Türkleri gene talan ederler.

Bu talandan her Arap 2400 dirhem alır (Bir kölenin satış fiyatı 300 ile 500 dirhem arasında olduğu düşünülürse, bu durumda aldıkları ganimet adam başına 7 veya 8 köleye eş değerdedir).

Haccac ve Rutbil

İslam’da ilk asimilasyon 685yılında Abdülmelik ile başlar.

Abdülmelik, etrafını İslamlaştırmaya adı İslam tarihine kan dökücü zalim olan Haccac’ı kendisine yardımcı seçerek başlar.

Abdülmelik önce civar halkların dillerini Arapçalaştırdı.

Haraç karşılığı önceden bazı hakları kabul edilmiş olan gayri müslimlerin bütün haklarını geri aldı.

Bu arada Haccac’ı Irak genel valiliğine atadı.

Haccac’ın Irak’a genel vali atanmasından sonra Türklerin kaderinde ilk köklü değişikler başlamış oldu.

Haccac ilk olarak Ubeydullah İbn-i Ebi Bekri’yi Sicistan’a, Muhalleb İbn-i Ebi Sufra’yi da Horasan’a vali yapar.

O tarihte, Sicistan’ın Türk Hükümdarı Rutbil’dir

ve Araplara vergi vermektedir.

Haccac, bununla yetinmez ve Ubeydullah’ı Rutbil’in üzerine göndererek ondan tam olarak teslim olmasını ister.

Rutbil önce bu teklifi kabul etmek istemez.

Bunun üzerine Ubeydullah Rutbil’in üzerine yürür.

Rutbil 18 fersah geriye çekilerek Ubeydullah ve ordusunu kuşatma altına alır.

Ubeydullah, Rutbil’den kurtulmak için 700.000 dirhem teklif ederse de Rutbil kabul etmeyerek Arap ordusunu büyük bir bozguna uğratır.

Buna çok kızan Haccac 40,000 kişilik büyük bir ordu toparlayarak,

Abdurrahman İbn Esas komutasında Rutbil’in üzerine gönderir.

Rutbil’i yenemiyeceğini anlayan Esas, bu sefer onunla anlaşır.

Bu olay karşısında çılgına dönen Haccac, Esas’ı yakalatmak üzere bir birlik gönderirse de, Esas’ın ordusu bu birliği yenilgiye uğratır ve geri kalanları da Basra’ya kadar sürer.

Ancak burada yenilen Esas’ın ordusu dağılır ve Esas Rutbil’e sığınır.

Bunun üzerine Haccac, Esas’ı kendisine vermesi için Rutbil’i tehdit eder.

Vermediği taktirde çok büyük bir ordu ile üzerine yürüyeceğini ve bütün Türk şehirlerini harap edeceğini, verirse de kendisinden 7 sene hiç vergi almayacağını söyler.

Türk şehirlerinin tekrar bir savaşa girmesini istemeyen Rutbil,

7 sene haraçtan muaf tutulacağını da düşünerek Haccac’ın bu teklifini kabul eder ve Esas ve yakınlarını Haccac’a teslim eder.

Ancak, Rutbil Haccac’a güvenmekle hata yaptığını daha sonra anlayacaktır.

Haccac Rutbil’den Esas’ı teslim aldıktan sonra derhal yeni bir ordu düzenleyerek 699yılında Muhelleb Bin Ebi Sufyan komutasında Türk şehirlerinin üzerine gönderir.

Hocente,

Kes,

Sogd

ve Nesef’i ele geçirirse de Türkler direnirler.

Horasan valiliğine Muhelleb’in oğlu Yezid gelir.

Yezid İbn-i Muhelleb de Türk şehirlerini talan eder.

Yezid’in savaşçıları, Harzem’den ele geçirdiği Türkleri boyunlarına damga vurarak köle pazarlarında satarlar.

Bu tarihlerde, Araplar Türklerin yurtlarını devamlı olarak istila edip şehirlerini talan ettilerse de kalıcı bir üstünlük sağlayamamışlar,

elde ettikleri yerleri sonunda tekrar Türklere geri vermek zorunda kalmışlardı.

Kuteybe İbn-i Müslim

705 yılında Abdülmelik öldüğünde yerine oğlu Velid geçer ve Türk tarihini önemli şekilde etkileyecek olay,

Kuteybe İbn-i Müslim’in Horasan’a vali atanması olur.

Bu zamana kadar kalıcı bir başarı elde edemeyen Araplar onun zamanında Türk yurtlarında kalıcı başarılar elde etmişlerdir.

Türklerin gerçek anlamda kılıç zoru ile Müslümanlaştırılmaya başlamaları Kuteybe zamanında olmuştur

Vali olduğu andan itibaren,

Türk Beylikleri’nin toptan işgal edilerek İslamlaştırılması için çok güçlü bir ordu kurmaya başlar.

Merv’de askerleri toplayarak,

“Allah kendi dininin aziz olmasi için size bu toprakları helal kıldı!” der.

Sanki, Bakara Suresi 193’ü “Yalnız Allah dini kalana kadar onlarla savaşın…” ya da Enfal Suresi 39. ayeti “Din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın!”

savaşçılarına hatırlatarak Arap ordusunu Türklerin üzerine sürer.

Kuteybe ilk olarak Baykent’i kuşatır.

Diğer Beyliklerden Türk Savaşçılar Baykent’in savunmasına yardıma gelirler.

İki ay süren bir savaş olur.

Kuteybe tam bir zafer kazanamazsa da,

Türkleri haraca bağlayan bir anlaşma yapmaya zorlar.

Şehir yıkımdan kurtulur ama şehre giren Araplar anlaşmaya rağmen şehrin bir kısmını yağmalarlar ve şehirden ayrılırlarken arkalarında bir de askeri garnizon bırakırlar.

Başlarına gelecekleri anlayan Türkler ayaklanmaya başlarlar

ve kendi aralarında silahlanarak karşı bir mücahit birliği kurarlar,

Baykent’de karışıklıklar başlar.

Bunun üzerine Kuteybe Baykent’e tekrar gelerek ne kadar silahlanan Türk varsa hepsini öldürtür.

Kadınları ve çocukları esir alır ve şehri tekrar baştan aşağı yağmalar.

Taberinin anlatımlarına göre, Kuteybe’nin aldığı ganimetlerin haddi hesabı yoktur. Taberi, bütün Horasan’ı işgal ettiklerinde dahi bu kadar ganimet toplayamadıklarını söyler.

Şehrin yağmasından sonra,

daha önce Horasan’da Merv’e getirilmiş olan Arap aileleri,

Merv’den getirilerek Baykent’e yerleştirilir.

Muhafız birlikleri oluşturulur.

Valilikten vergi tahsildarlığına kadar bütün denetim organları Araplardan oluşturulur.

Türklerin Budist ve Zerdüşt inançlarını simgeleyen bütün heykeller toplatılır,

taş olanlar kırılır,

altın olanlar eritilerek ganimet olarak Araplar tarafından alınır.

Bunlar, Enfal suresinde yazdığı gibi, sanki Araplara Allah’ın verdiği ganimetlerdir.

Daha sonra esir edilen kadın ve çocuklar kocalarına ve babalarına geri satılır.

Müslümanlar,

Baykentli Türkler’in neleri var neleri yoksa almışlar,

şehrin onarımı da gene Türklere kalmıştır.

Bundan sonra sıra gelir Buhara’nın tamamen işgal edilip Müslümanlaştırılmasına.

Buhara’nın Tekrar Kuşatılması ve İlk Türk Katliamı

Kuteybe Merv’de büyük bir hazırlık yapar.

Bu arada Vardana ve Buhara beylikleri arasında çatışmalar vardır.

Müslümanlara karşı mücadele etmek için bu çatışmalar derhal durdurulur ve Vardan Hudat, Kuteybe’ye karşı Türkler’in başına geçer.

Kuteybe önce,

Numiskent

ve Ramitan’a saldırır

ve buraları kolayca istila eder.

Demirkapı önlerinde Vardan ile çarpışırlar.

Vardan savaşı kaybeder ve Buhara’ya doğru çekilir.

Ancak Kuteybe de, savaştan yorgun düştüğü için Buhara’yı alamadan Merv’e geri döner.

Haccac bunu başarısızlık olarak kabul eder ve, Buhara’yı mutlaka alması için Kuteybe’ye emir verir.

Kuteybe büyük bir hazırlık yaparak bir sene sonra tekrar Buhara’yı kuşatır.

Türkler direnir ve Kuteybe başarılı olamaz, ordusu dağılmaya başlar.

Bunun üzerine Kuteybe her bir türk başı için eskerlerine 100 dirhem vaad eder. Para hırsı ile gayrete gelen Araplar şehri istila ederler.

Bütün direnen Türkler kılıçtan geçirilerek tam bir katliam yapılır,

Araplar Türk kadınlarına tecavüz ederler,

beğendikleri kadınları ya cariye olarak kullanmak ya da köle pazarında satmak üzere alıkoyarlar.

Erkeklerden de binlerce kişiyi köle olarak satmak üzere beraberlerinde götürürler.

Araplar’dan oluşan yeni bir idari kurumlaşma yapılır.

Diğer beyliklerden tepkiler gelmeye başlayınca da,

Buhara Melikesi Hatun’un oğlu Tuğ Sad kukla hükümdar yapılır.

Tuğ Sad tarihe hain bir işbirlikçi olarak geçer.

Daha sonra da Müslüman olarak oğluna da, efendisi Kuteybe’nin ismini vererek bağlılığını kanıtlar.

Etkili bir kolonizasyon yapmak isteyen Kuteybe bunun için öncelikle yerli halkı İslamlaştırmaya başlar.

Buhara halkı önceleri Müslüman olmuş gibi görünselerde bu dini kabul etmek istemezler.

Kuteybe Türkler’in aslında Müslüman olmadıklarını, evlerinde İslami kuralları tatbik etmediklerini anlar ve yeni bir yöntem geliştirir.

Bu yönteme göre Türkler evlerini Araplarla paylaşmak zorunda bırakılırlar

ve bu şekilde bire bir kontrol altına alınırlar.

İslami kurallara uymayanlar ise ağır cezalara uğratılırlar.

(Bugün, bazı İslami yazarlar bu getirilen tedbirlerin İslam’ın Türkler tarafından kabul edilmesinde çok yarar sağladığını açıkca ifade ederler.

Bu yaklaşım da üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.)

Kuteybe’nin bu zorlamaları karşısında, halktan bazı direnişçiler çıkar.

Gizlice silahlanırlar.

Bu durum karşısında Araplar camiye dahi silahsız gidemez olurlar.

Kuteybe baskıları arttırır, kendi aralarında örgütleşen Türkleri yakalattırıp öldürtür.

Bu arada yeni vergi yasaları getirir.

Yerli halk, halifeye senede 200.000 dirhem, Horasan valisi Haccac’a da 10.000 dirhem vergi ödemeye mecbur bırakılır.

Bunun dışında Arap askerlerinin atlarına yem temin etmeye, oraya getirilip yerleştirilen Arap ailelerine odun temin etmeye ve onlara tahsis edilen arazilerde çalışmaya mecbur bırakılırlar .

K.adınlar,

kızlar

Araplara cariye yapılırlar.

Buhara Türkleri bu yıllarda dünyadaki çok az milletin yaşadığı vahşeti ve ızdırabı yaşar.

Kuteybe’nin getirip Türk evlerine yerleştirdiği Araplar,

Türkler’in o zamana kadar yaptıkları bütün birikimlerinin üzerine konarlar, Türkler’in tarlalarını alır ve Türkler’i o tarlalarda çalıştırırlar.

İşte “Tek din İslam oluncaya kadar savaşın!” diyen ayet, Arapları Türkler’in sırtından geçimlerini sağlayacak ortamı yaratmıştır.

Allah dini dedikleri İslam, Ahzab Suresi 50. ayette de olduğu gibi, savaşta gasp edilen Türk kızlarınıda ganimet olarak görür ve Araplara cariye olmalarını helal kılar.

Cuma namazı zorunlu hale getirilir.

Gene de Türkler rağbet etmezler.

Bunun üzerine Kuteybe, namaza gelenlere 2 dirhem vaad ederek önce fakirler üzerinde İslamın etkili olmasını temine çalışır.

Bu uygulama nispeten başarılı olur.

Fakir halktan para için camiye gidenler olur.

1. Büyük Katliam (Talkan Katliamı)

Buhara’da olanlar diğer Türk Beylikleri’nde de etkilerini gösterir.

Aynı şeylerin kendi başlarına geleceğinden korkmaktadırlar.

Soğd meliki Neyzek, Tarhan şehrinin yıkıma uğramaması için Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır.

Bu anlaşmaya göre Tarhan haraç verecek ve tarafsız kalacaktır.

Ancak bu tarafsız kalmalar ve Türkler’in birleşememeleri Arapların işlerini kolaylaştırmış ve Türk beyliklerini istedikleri gibi istila edip talan etmişlerdir.

İlk olarak saldırıya uğrayan Kibac Hatun’a diğer beyliklerden yardım gelmeyince, o yardımı esirgeyenler aynı akıbete uğramışlardır.

Bu olaylarda Türkler’in belli bir şekilde organize olamamaları da onların Araplar tarafından istila edilmelerini kolaylaştırmıştır.

Neyzek Tarhan daha sonra Kuteybe ile yaptığı anlaşmada hatalı olduğunu ve bu anlaşmanın kendisine hiçbir güvence getirmeyeceği gibi diğer Türk Beyleri’ne de ihanet etmiş olacağını anlar.

Tohoristan’a dönerek bütün Türk Beylikleri’ne birer mektup yazar ve onları ortak bir direnişe girmeleri için uyarmaya çalışır.

İlk olumlu yanıt Talkan meliki Sehrek’ten gelir.

Tarhan’ın planlarını öğrenen Kuteybe, buna karşılık Belh şehrinde hazırlık yaparak,

baharda büyük bir ordu ile Talkan şehrine doğru yürür.

O ana kadar bir direniş hazırlığı yapamayan Talkan şehri meliki Sehrek, Kuteybe’nin gelişinden önce şehri terk eder.

Şehre hiç savaşmadan giren Kuteybe’nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen ne kadar erkek varsa hepsini kılıçtan geçirirler.

Bu katliam o zamana kadar yapılanların en büyüğüdür.

Kuteybe bu katliamı diğer beyliklere ibret olması için yapar.

Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar öldürürler,

geri kalanları da Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar.

Bu yolun 4 fersah (24 km) mesafelik bölümü Türkler’in ağaçlara asılan cesetleri ile doludur.

Talkan katliamı tarihe, Araplar’ın o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir.

Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde,

Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40,000kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş,

ağaçlara asmıştır.

Bütün bunlar hep İslam adına yapılmıştır.

Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman’a girer.

Erkeklerin pek çoğunu öldürterek,

kadınlarını ve kızlarını cariye olarak alıkoyar.

Daha sonra Kes ve Nesef’de aynı şeyleri yapar.

Erkekler öldürülür,

Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye olurlar.

Daha sonra Faryab’a yönelir ve Faryab’ın teslim olmasını ister.

Faryab halkı başlarına gelecekleri bildiklerinden teslim olmaya yanaşmazlar.

Erkekleri dövüşerek ölürler.

Bütün şehir yakılır.

Araplar bu şehre “yakılmış şehir” anlamında Muhtereka derler.

Kuteybe, Faryab’dan sonra,

Tarhan’ın çekildiği kale Bazgis’i kuşatır.

2 ay süreyle devamlı olarak buraya saldırır fakat bir sonuç elde edemez.

Bu arada kış yaklaşır.

Kuteybe’nin kışın savaşacak gücü yoktur ancak kale içindeki Türkler’in de yiyecekleri bitmiştir.

Her iki taraf da savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür. Kuteybe son olarak bir hileye baş vurur.

Tarhan’ın yanına Muhammed bin Selim adındaki adamını gönderir.

Muhammed İbn-i Selim Tarhan’ın teslim olması durumunda kendisine hiçbir şekilde zarar gelmeyeceği güvencesini verir.

Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Tarhan’ın Kuteybe’nin teklifini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi yoktur.

Komutanları ile görüşüp teklifi kabul ederler.

Silahlarını teslim ederek kaleden çıkarlar.

Tarhan kaleden çıkar çıkmaz yakalanır,

etrafı hendek açılmış bir çadırda zincire vurulur.

Kuteybe bu arada Tarhan’ı hemen öldürmez.

Haccac’a haber göndererek ne yapacağını sorar.

Haccac Tarhan için, “O bir Müslüman düşmanıdır hiç aman vermeden öldür!” der.

Kuteybe önce Tarhan’ın iki oğlunu,

Tarhan’ın ve toplanan halkın gözü önünde öldürtür.

Arkasından 700 Türk savaşcısının başlarını gene Tarhan’ın ve halkın gözü önünde kestirir.

Tarhan’ı da bizzat kendisi öldürür.

Bütün kesilen başlar Haccac’a gönderilir.

Kuteybe sanki Kuran’daki ayetleri yerine getirmiştir.

Tevbe Suresi 123. ayet: “Ey iman edenler!

Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar (savaş anında) sizde bir sertlik bulsunlar.

Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir.”

Tarhan’ın öldürülmesinden sonra Kuteybe,

Aral Gölü’nün altında bulunan Harzem bölgesine yürür.

Harzem’de Caygan ile Havarizat arasında taht kavgası vardır.

Kuteybe Caygan’la işbirliği yapar.

Önce Havarizat ile etrafındakileri öldürtür.

Arkasından Camhud melikini yenerek 4000 civarında esir alırlar.

Ancak daha sonra bunlar Kuteybe’nin emri üzerine öldürülürler.

Bu olay, Ziya Kitapçı’nın, “İslam Tarihi ve Türkler” adlı kitabında aynen şöyle anlatılır:

Bu harblerden birinde,

et-Taberi’nin bütün tafsilatı ile anlattığına göre,

bir defasında Abdurrahman b. Müslim, Kuteybe’ye, 4000 esirle gelmişti.

Kuteybe, Abdurrahman’ın böyle kalabalık Türk esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana kurulmasını istedi.

Tahtının üzerine mağruru bir eda ile oturan Kuteybe,

bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına,

bin tanesini soluna,

bin tanesini arkasına

ve bin tanesinide önüne dizilmelerini söylemiş

ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını emretmiştir.

Cebbar,

zorba,

insafsız

Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Bu harblerde öldürülen Türklerin haddi hesabı yoktu.

Nitekim bu vahşetten adeta gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle haykırmıştır,

‘Kazah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir hatırlayınız. Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı. Binenler de o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler.’” (Sayfa 314).

Harzem’de ayaklanan halk,

Kuteybe ile işbirliği yaptığı için Caygan’ı öldürür.

Bunun üzerine, Kuteybe bütün Harzem’i yakıp yıkar,

halkı kılıçtan geçirir

Harzemli ünlü Türk bilgini Biruni,

Harzem’deki uygarlığın yok edilişini şu şekilde anlatır:

Kuteybe, her çareye baş vurarak Harzemlilerin yazılı dilini bilenleri, geleneklerini koruyanlarını, bütün bilginleri öldürttü,

böylece herşey karanlıklara gömüldü.

İslam Harzemlilerin içinde girerken,

onların tarihi hakkında bilinenleri artık öğrenme olanağı bırakmadı.

Harzem’i yıktıktan sonra Kuteybe, Semerkant üzerine yürür.

Semerkant meliki Gurek üzerine gelen Müslümanlara karşı diğer Türk Beylikleri’nden yardım ister.

Taşkent ve Fergane’den yardım gelir,

fakat gelen birlikler yolda Kuteybe’nin askerleri tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler.

Semerkant kuşatılır.

Araplar mancınık ateşi ile saldırırlar.

Daha fazla dayanamıyacağını anlayan Gurek, Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır.

Bu anlaşmaya göre;

1. Semerkant Araplara her sene 2,200,000 altın ödeyecektir.

2. Bir defaya mahsus olmak üzere 30,000Türk gencini esir olarak verecektir.

3. Şehirde cami yapılacaktır.

4. Şehirde eli silah tutan kimse dolaşmayacaktır.

5. Tapınak ve putlardaki tüm mücevherler Kuteybe’ye teslim edilecektir.

Daha sonra Kuteybe, altından yapılan putları erittirerek alır ve Merv’e geri döner.

Dönerken kardeşi Abdurrahman bin Müslim’i Semerkant’ın başına vali olarak bırakır.

Kuteybe’nin Merv’e dönüşünden sonra, Türkler kendi aralarında işgalci Müslümanlara karşı bir direniş birliği kurarlar.

Zaman zaman Ceyhun ırmağını geçerek Araplara pusu kurar ve ciddi zararlar verirler.

Haccac Kuteybe’ye Taşkent ve Fergana’yi işgal etmesi talimatını verir.

Kuteybe Taşkent’e gider fakat başarılı olamaz.

Bu arada Haccac ölür.

Halife Velid, Kuteybe’ye Türklere karşı savaşları devam ettirmesini söyler.

Kuteybe bu sefer Kaşgar’a doğru yola çıkar.

Tam Kaşgar’ı kuşatacakken Halife Velid ölür,

yerine Süleyman İbn-i Abdülmelik halife olur.

Bu yeni Halife ile arası hiç iyi olmayan Kuteybe Kaşgar seferini yarıda bırakarak ona karşı ayaklanır,

ancak kendi komutanları tarafından 11 yakını ile birlikte 716 senesinde kafası kesilerek öldürülür.

Çünkü Kuteybe’nin komutanları Halife’ye karşı gelmek istememişlerdir.

2. Büyük Katliam (Curcan Katliamı)

Kuteybe ve Haccac’ın ölümü, Araplar’ın Türkleri Müslümanlaştırmak ve Türk şehirlerini talan etmek politikalarında bir değişiklik yapmamıştır.

Öncelikle, Araplar’daki Türkler’e karşı olan korku ortadan kalktığı için Araplar, Kuteybe’den sonra da aynı şekilde Türk yurtlarına saldırılarını sürdürmeye devam etmişlerdir.

Kuteybe’nin öldüğü aynı yıl olan 716da, Yezid İbn-i Muhelleb Horasan’a vali atanır.

İlk iş olarak Dağıstan’ı işgal eder.

Dağıstan meliki Saltekin,

Yezit’e karşı uzun süre dayanır.

Sonunda Dağıstan düşer.

Şehir yağmalanır ve 14,000 kişi öldürülür. Dağıstan’dan sonra Curcan’a yönelir.

Curcan 300,0 00dirhem karşısında savaşmadan teslim olur.

Yezid, Curcan’a bir bölük asker yerleştirerek,

Taberistan’a doğru yola koyulur.

Taberistan Meliki İsfehbed,

Deylem melikinden 10,000kişilik bir yardım alarak savaşa başlar.

İsfehbed savaşırken,

Curcan halkı da ayaklanarak Esed İbn-i Abdullah komutasındaki askerleri imha ederler.

Yezid öfkeye kapılır,

Curcanlı Türkleri yendiğinde kanlarından değirmen döndürüp ekmek yiyeceğine dair Allah’a yemin eder.

Askerlerini toplayarak Curcan üzerine yürür.

Curcan beyi,

şehirden çıkarak Curcan kalesine çekilir.

7 ay süren savaştan sonra, kale düşer.

Curcan beyi öldürülür.

Kaledeki askerler esir alınır.

Araplar daha sonra Curcan şehrine girerler.

Burada da aynı şekilde Kuteybe’nin yaptığı katliama benzer bir katliam yapılır.

Türkleri öldürerek, 4 fersah boyunca sağlı sollu ağaçlara astırır.

Allah’a verdiği sözü yerine getirmek için,

esir aldığı binlerce Türk’ü, Enderiz vadisindeki nehrin kenarına sürükler,

orada askerlerine korumasız Türkleri öldürtür.

Öldürülen Türklerin kanlarını nehire akıtır.

Nehrin suyuyla akan kanlardan, ilerideki değirmenden un ve ekmek yaptırarak yer ve Allah’a verdiği sözü yerine getirir.

Katliamdan geriye kalan kız ve kadınlardan beşte biri cariye olarak halifeye ayrıldıktan sonra,

geriye kalanlar askerler arasında ganimet olarak paylaştırılır.ISLAMIN ULULUĞUNU GÖSTERMEZMİ BU.

Kaynaklar Curcan katliamında Talkan katliamında olduğu gibi yaklaşık 40,000Türk’ün öldürüldüğünü söylerler.

717 yılından sonraki zaman,

Arapların kendi aralarındaki çatışmalarla geçer.

Buraya kadar dikkat ederseniz,

ilk Arap saldırıları başladığında Kibac Hatun diğer Türk Beyliklerinden yardım istediği halde istediği yardım kendisine verilmemişti.

Sonra o yardımı göndermeyenler,

yardıma muhtaç duruma düştüler.

Bu olaylardan Türklerin daha o zaman da aralarında tam bir birlik ve beraberlik sağlayamamış olduklarını görüyoruz.

717 yılında Ömer İbn-i Abdülaziz halife olur.

İki yıl sonra hastalanır yerine 719′da Yezid İbn-i Abdülmelik geçer.

Yezid İbn-i Abdülmelik ile Yezid İbn Mehleb’in arası iyi değildir.

Yezid İbn Mehleb hapse attırılır ancak,

Yezid İbn-i Mehleb hapisten kaçarak,

Basra’da örgütlenir ve Yezid İbn-i Abdülmelik’e karşı ayaklanır.

721’de Abbas ve Mesleme adında iki komutan önderliğinde kurulan hilafet ordusu Yezid İbn-i Mehleb ile savaşır.

Bu savaşta Abbas ve Yezit İbn-i Mehleb ölür.

Yezit’in kafası kesilerek halife Yezit İbn Abdülmelik’e yollanır.

Mesleme, Mehleb’in yakını olan yaklaşık 300 kişinin daha kafasını kestirerek öldürtür.

Yezid İbn-i Mehleb’in oğlu olan, Muaviye ibni Yezid de elinde bulundurduğu 32 kadar Mesmele taraftarının kafasını kestirtir.

Aralarındaki savaş, Mehleb taraftarlarının tamamen yok edilmesi ile biter(ıslam dini ka.......p.dinidir ,bugünde dünden farklı degildir.)

Mesmele, Mehleb’den ele geçirdiği aralarında Türklerin de bulunduğu cariyeleri Cerrah İbn-i Hakem’e satar.

Bu arada, Yezid İbn-i Mehleb’in yerine getirilen yeni Horasan Valisi Cerrah İbn-i Abdullah, Türkmenistan’ın iç kısımlarına bazı saldırılar yaparsa da başarılı olamaz.

Kuteybe’nin ölümüyle birlikte Türk topraklarına yapılan akınlar eskisi kadar başarılı olamamışlardır.

Bu dönemde İslam yayılmacılığı bir duraksama içine girer.

Halife II. Ömer İbn Abdülaziz, işgal altında bulunan yörelerdeki Arap egemenliğinin her geçen gün biraz daha zorlaşır bir hale gelmesinden dolayı bu bölgelerde yaşanan gerginliğin azaltılarak İslam’ın kuvvetlendirilmesine çalışır.

Kendisine bağlı yöneticilere, “Bundan böyle Türk Beyliklerine saldırmayın, hakimiyetiniz altında bulunan bölgelerde gücünüzü arttırarak İslamı yaymaya çalışın.” demiştir.

Ayrıca, II. Ömer, Müslüman olan halklardan cizye alınmamasını isterse de, Arapların gelirlerinde önemli ölçüde düşme olmasından dolayı bu karardan daha sonra, Türklerin Müslümanlıklarında samimi olmadıkları bahane edilerek vazgeçilmiştir.

Bu arada Horasan’da Cerrah İbn-i Abdullah yerine Abdurrahman İbn-i Nuaym atanmıştır.

Hakan Sulu’nun Göktürk Boylarının Başına Geçmesi

Türkler, Arapların istilasına karşı direnişlerini Çin’den yardım isteyerek sürdürürler.

Daha önce Araplarla işbirliği içinde olan Tugsad da, 718 yılında Çin İmparatoru’ndan yardım ister. Çin, Türklere yardım göndermez.

Turgis Kaan-i Sulu,

Batı Göktürk Boyları’nın başına geçerek 720 yılında Soğd’daki Türklerin Araplara karşı isyanını desteklemek için bir birlik gönderir.

Sulu’nun, Kur-Sul adındaki komutanı,

Seyhun nehrini geçerek, Soğd’a gelir ve oradaki diğer Türklerle birleşerek,

Semerkant’a doğru yürür.

Arap Valisi, Said İbn-i Haris, Türkleri durduramaz ve Semerkant’a çekilir.

Ancak Türkler Semerkant’ı kuşatamazlar.

Bu arada Said İbn-i Haris yerine 721 yılında Horasan’a Said İbn-i Harasi atanır.

722’de Hisam Halife olur,

Said İbn-i Harasi’yi görevden alarak yerine Müslim İbn-i Said’i atar.

Müslim ilk olarak Afşin’i haraca bağlar.

Seyhun’u geçerek bütün ekinleri ve ağaçları yakarak ilerler.

Bunun üzerine Turgis Hakanı Sulu,

Müslim’in üzerine yürür.

Sulu’nun üzerine geldiğini öğrenen Müslim geri çekilmeye başlar.

Seyhun Nehri yakınlarında, bir başka Türk birliği tarafından durdurulur.

Bir yandan yukardan Sulu’nun birlikleri ilerlediği için acele eden Müslim, zayiat vermesine rağmen, Seyhun Nehri’ni geçerek Semerkant’a çekilir.

Bu yenilgi üzerine, Müslim görevden alınır,

yerine Esed İbn-i Abdullah atanır.

Esed ilk olarak Hoten şehrini ele geçirerek yağmalar.

Ancak, Turgis Hakanı’nın Müslim’i kovalamasından cesaret alan halk Araplara karşı ayaklanır. 726 yılında Turgis Hakanı Sulu kararlı bir şekilde Esed’in üzerine yürür.

Huttal’da çarpışırlar.

Esed, Sulu karşısında ağır bir mağlubiyet alır.

Bunun üzerine 727’de Esed de görevden alınarak yerine Esres İbn-i Abdullah atanır.

Esres halk üzerinde baskı uygulayarak denetim kurabileceğini düşünürse de başarılı olamaz.

Bir kısım halk Müslüman olduklarını söyleyerek vergi vermek istemezler ve Turgislerden yardım isterler.

Turgis Hakanı Sulu 728yılında Buhara’yı zapteder.

Bu arada Esres’in yerine Cüneyt İbn Abdurrahman geçer.

Araplar Semerkant’a çekilir.

Hakan Sulu ve Kur-Sul idaresindeki Turgis kuvvetleri 729 yılında 58 gün süreyle Arapları Kemerce kalesinde kuşatma altında tutarlar.

Açlıktan ölme noktasına gelen Araplar Kemerce’den çıkarak teslim olurlar,

yapılan anlaşma gereğince teslim olanlar Debusia’ya gönderilirler.

Daha sonra Hakan Sulu, Semerkant’ı kuşatır.

Semerkant’ın işgal komutanı Savra İbn-i Hürr, Cüneyd İbn-i Abdurrahman’dan yardım ister.

Cüneyd yardıma gelmeden Savra ve Hakan Sulu Semerkant yakınlarında savaşırlar. Araplar savaşı kaybeder,

Semerkant’ın Arap Karargah komutanı Savra bu savaşta ölür.

Halife Hisam,

Kufe ve Basra’dan 20,000 kişilik ek bir kuvveti Cüneyd İbn-i Abdurrahman’a gönderir.

Hakan Sulu 732’de Buhara’yı terk ederek çekilir.

734’te Cüneyd İbn-i Abdurrahman ölür,

yerine Asım İbn-i Abdullah geçer,

bir yıl sonra onun da yerine Halid İbn-i Abdullah geçer.

Hakan Sulu’nun Ölümü ve Cuzcan Beyinin İhaneti

Hakan Sulu, 737 yılında Halid’in üzerine yürür.

Araplar zayiat vererek Ceyhun’un güneyine çekilir.

Türkler Ceyhun nehrini geçerek Arapları Belh’e kadar çekilmeye zorlar ancak Cuzcan önderi,

Arap’larla birleşerek Hakan Sulu’nun ülkesine çekilmesine sebep olur.

Göründüğü kadarı ile eğer Cuzcan önderi Araplarla işbirliği yapmamış olsaydı Hakan Sulu’nun ordusu muhtemelen Arapları Türk topraklarından temizleyecekti.

Hakan Sulu ülkesine döndükten sonra bir zamanlar Araplara karşı beraber savaştiğı Kur-Sul tarafından şahsi nedenlerden dolayı öldürülür.

Bu gelişmenin biraz da Çin tarafından tezgahlandığı ve tarihte Çin’in Türk Beyliklerini birbirine düşürme siyaseti olarak görülür.

Hakan Sulu’nun ölmesi Araplar arasında sevinçle karşılanır.

Öyle ki Horasan Valisi Araplara Hakan’ın öldürülmesinden dolayı şükür orucu tutulmasını ister.

Haberi Halife Hisam’a ulaştırırsa da,

Halife bu haberin doğruluğunu anlamak için güvendiği adamlarını yollayarak haberin doğruluğunu öğrenmelerini ister.

Hakan Sulu’nun öldürülmesinden sonra Türkler bir daha toparlanamazlar.

Arapların Türk yurtlarından temizlenmeleri ile ilgili umutları bir anda söner.

Öncelikle Dikhanlar denen yerel egemenlikler Araplara büyük tavizler verirler.

Müslümanlığı kabul eden kişilere büyük ekonomik çıkarlar sağlanır.

Cizye olarak alınan vergilerin miktarları düşürülerek önceki zorlamalara göre çok daha yumuşak bir sömürü politikası uygulanır.

Buraya kadarki tarihte Türklerin zorla Müslümanlaştırılmalarına hizmet etmiş olan en önemli 2 isim,

Arap Komutanı Kuteybe

ve Hakan Sulu’nun tam önemli bir darbe indirmek üzereyken kendini Araplara satarak onlarla işbirliği içine giren hain Cuzcan Beyi’dir.

Kur-Sul’da, Turgis Hakanı Sulu’yu şahsi çıkarları uğruna öldürerek ister istemez Arapların korkulu rüyasını ortadan kaldırmış,

üslümanlığın Türk topraklarında daha rahat bir şekilde yayılmasına neden olmuştur.

Kur-Sul’un Ölümü ve Türk Ordularının Dağılması

Emevilerin son valisi,

Nasır İbn-i Seyyar’ın valiliğe gelmesi ile birlikte Güney Türkistan’da Arap güçlerinde bir toparlanma başlar. Nasır, Arap hakimiyetinin yumuşak bir politika ile daha kolay bir şekilde yayılabileceği bilinci ile güçlü bir ordu kurarak Türk topraklarına yayılır.

739 yılında Araplar Semerkant’a tamamen yerleşirler.

Ancak, Seyhun Nehri’ni geçmeye çalışırlarsa da, Kur-Sul komutasındaki Türk ordusu tarafından durdurulurlar.

Sayı olarak Kur-Sul’un ordusundan daha kalabalık olmalarına rağmen, nehrin öte tarafına geçmeye cesaret edemezler.

Ancak bu arada Araplar için hiç beklemedikleri bir gelişme olur.

Araplara karşı saldırı düzenlemeyi planlayan ve bu nedenle nehrin etrafında keşif yapan Kur-Sul, Arap askerlerine yakalanır.

Nasır, Kur-Sul’u hemen öldürerek cesedini Türklerin görebileceği şekilde Seyhun nehrinin kenarına astırır.

Bu manzara çok geçmeden Türkler üzerinde beklenen etkiyi yapar

ve Türk ordusu zaten sayıca üstün olan Araplar karşısında dağılır.

Taşkent ve Fergana da teslim olur.

Nasır, bundan sonra Arap hakimiyetini daha yumuşak politikalar uygulayarak sürdürür.

Yurtlarını terk ederek giden Türklerin geri dönmeleri halinde vergi borçları affedilir.

Halk içinden Müslüman olanlara bazı ekonomik ve sosyal çıkarlar sağlanarak,

onların kendiliğinden Müslümanlığı seçmeleri teşvik edilir.

İslam’ın taraftar bulabilmesi için,

gerek korkutarak,

gerek teşvik ederek gereken her türlü tedbir alınır.

Bu alınan tedbirler yavaş da olsa sonuç verir.

Türk topraklarındaki son Emevi Arap valisi Nasır İbn-i Seyyar Türklere İslam’ı kabul ettirtmeyi başarmıştır.

Bizi ilgilendiren tarih buraya kadardır.

Bundan bir süre sonra Arap topraklarında, Emevi Hanedanı’nın egemenliği son bulur ve Abbasilerin devri kendini gösterir.

749’da Abbasiler Emevi Hanedanı’nı zorlamaya başlar.

Arap topraklarında başlayan iç savaş,

Emevilerin dışarı yayılmaları için gerekli olan kuvvetin bölünmesine yol açar.

Abbasilerle birlikte, Müslümanlaştırılan halklar üzerinde daha uyumlu,

onların örf ve ananelerine uyan bir İslam uygulanır.

Emevilerden sonra İslamiyet’in evrensel bir din olduğu şeklinde uygulamalar yapılarak İslam’ın daha geniş kitlelere yayılmasına özen gösterilir.

Bu şekilde önceleri Arap dini olarak kurulan din,

giderek daha bir evrensel görünüm kazanır.

Bu arada Araplar arası çatışmalar da giderek şiddetlenir.

Araplar arası kavgada MEVALİLER yani azat edimiş köleler de belli bir önem kazanırlar.

Bu çatışmaların içinde olan Arap şefleri Mevali’yi kendi taraflarına çekmek isterler.

Ancak, bütün Müslümanları eşit gören İslam karşısında Mevali’nin durumu belirsizdir.

Mevali, eşitliği öngören İslam adına, Arap üstünlüğüne karşı çıkar.

Ali tarafı ve Peygamber’in amcası Abbas’ın soyu, Emeviler tarafından kendilerinden hile ve zorbalıkla alınan iktidarlarının asıl sahipleri olarak görünmeleri,

beraberinde bir takım siyasal sorunları da başlatır.

Bu arada, sınıfsal farklılıklar ve beraberinde yaşanan olumsuzlukların nedeni olarak,

ezilen sınıf tarafından İslam’ın kendisi değil, Emevi hanedanın iktidarı sorumlu tutulur.

Müslüman Araplar, Türklere Neden Saldırmıştır?

Genelde, bu tarihi bilen İslami çevreler,

Müslüman Arapların Türklere saldırmasını, onları İslam dinine davet etmek, gerekirse bu uğurda zor kullanarak,

onları İslam’a boyun eğdirmeye zorlamak şeklinde yorumlarlar.

Ancak tek neden bu değildir.

Bu konuda ayrıca Zekeriya Kitapçı’nın “Yeni İslam Tarihi ve Türkler” adlı kitabında anlatılmıştır. Aşağıdaki pasaj, aynı kitaptan alınma bir bölümdür:

Değişen Arap Toplumunun Yeni Hayat Anlayışı

a-) Harbeden Askerlerin Servete Kavuşma İsteği

Arapları, Orta Asya’yı fethe zorlayan bir diğer faktör de harbeden askerlerin kısa zamanda büyük servet ve zenginliklere sahip olmaları idi.

Değil daha sonraki devirler,

ilk devirlerdeki fetih hareketlerinde bile sosyo-ekonomik nedenlerin çok önemli bir faktör olduğu ortaya çıkmaktadır.

Genellikle

Bedevi,

çölde yaşayan, fakr-u zaruret içinde çok insafsız bir hayat mücadelesi içinde yoğrulan Araplar,

daha İslam’ın ilk devirlerinde harbeden askerlerin verilen yüksek maaş ve ganimetler dolayısıyla kısa zamanda büyük bir servet ve zenginliğe kavuştuklarını görmüşlerdir.

Mücahit gazilerin bundan sonraki yaşantıları ve hayat seviyeleri bir anda değişmiş ve harbe iştirak etmeyenlere nazaran çok daha iyi ve müreffeh bir hayat sürmeye başlamışlardır.

Bu kabil Arap bedevilerinin o zamanki durumu,

bugün Anadolu’nun iç kısımlarından kalkarak aynı sosyo-ekonomik nedenlerle çalışmak için Almanya’ya giden Türk köylüsünü ve onun sosyal hayatındada meydana gelen başdöndürücü değişiklikleri hatırlatmaktadır.

Bunun içindir ki Arap kabileleri çeşitli cephelerde savaşmak için hata Hz. Ömer devrinde Medine’ye çok büyük kafileler halinde akın akın gelmeye başlamışlardır.

Daha sonraları bunları Bedevi aileler takip etmiş ve dolayısıyla Arap yarımadasının dışına daha o devirlerden itibaren çok büyük bir Müslüman Arap göçü L. Caetani’nin ifadesiyle tarihte ilk defa Sami ırkının göçü başlamış oluyordu.

Tarihte belki ilk defa vaki olan bu Sami Arap göçü,

Emeviler devrinde de bütün canlılığı ile devam etmiş,

sadece İran’a değil,

Türkistan’ın

Buhara,

aykent,

Semerkant gibi daha birçok büyük şehirlerine önemli ölçüda Arap aileleri yerleştirilmiştir.

Özellikle Buhara’ya yerleştirilen bu kabil muhacir Arap aileleri o kadar çoktu ki, Kuteybe b. Müslim be yerleşik Arap nüfusu ve kesafetine dayanarak bu büyük Türk şehrini nerede ise kolonize etmeye kalkışmış ve bunda önemli ölçüde de muvaffak da olmuştur. Genellikle 25-50 bin arasında değişen ve aile efradıyla birlikte yapılan bu göçler, bir taraftan İran ve Türkistan’ın büyük şehirlerinin Arap nüfusuyla iskan edilmesine, diğer taraftan da siyasi Arap hakimiyetinin bölgede daha kolay bir şekilde yerleşmesine ve hatta İslam dininin gelişme ve yayılmasına da yardım etmiştir.

b-) Yaygın Geçim Sıkıntısı

Müslüman Arapları komşu ülkeleri ve bu arada Türkistanı fethetmeye zorlayan önemli sebeplerden bir diğeri de çok yaygın hale gelen geçim sıkıntısıdır.Nitekim, el-Mesudi’nin en güzel kitap olarak tavsif ettiği ve fetih hareketlerini çok daha objektif kriterler içinde ele alan ilk tarihçilerimizden Belazuri’nin Fütuhu’l Büldan adındaki kıymetli eserinde, Arapların geçim sıkıntısı yokluk ve mahrumiyetler içinde sürdürdükleri hayat mücadelesi nedeniyle komşu ülkeleri fethetmeye zorlandıkları ve bu ülkelerde çok büyük sayıda yerleştikleri hakkında sarih ifadeler vardır. (Sayfa 299 …)

Taberi Anlatımları

Aşağıdaki pasajlar doğrudan Taberinin anlatımından alınmıştır.

Tarih-i Taberi / Cilt 3 /(Syf-343)

Her kim Türk’lerden baş getirirse yüz dirhem vereceğim.

Şimdi Müslümanlar bir bir Türklerin başını kesip getirip 100 dirhemi aldılar.

Ve Türkleri dağıtıp hesapsız kırdılar

ve mübaleğa ile mal ve ganimet alıp yine dönüp Merv’e geldiler.

Yaz gelince Kuteybe Horasan şehirlerine nameler gönderip asker topladı.

Sonra göçüp Talkan’a vardı.

Şehrek ki Talkan meliki idi.

Neyzekle müttefik idi.

Kuteybe’nin geldiğini işitince kaçtı.

Kuteybe Talkan’a girdiği vakit hükmetti ki ahalisini kılıçtan geçireler.

Nekadar kırabilirlerse kıralar.

Bunun üzerine Kuteybe’nin askeri orada hesapsız adam öldürdü.

Rivayet ederler ki 4 fersenk yol iki taraftan muttasıl ceviz ağacı dallarına adamlar asılmış idi.

Oradan göçtü.

Mervalarüd’e kondu.

Oradaki melik kaçtı.

Kuteybe onun da iki oğlunu tuttukta kalan şehrin beyleri itaat edip istikbale geldiler. (Syf-344)

Kuteybe dedi: “Vallahi eğer benim ömrümden üç söz söyleyecek kadar zaman kalmış olsa bunu derim ki: UKTÜLÜ,UKTÜLÜ , UKTÜLÜ! (Hepsini öldürün, hepsini öldürün, hepsini öldürün!)”.

Kaynak: http://site.mynet.co...rklernasil.html

Düzenleyen ve Geliştiren: GODISNOWHERE

tarihinde tolonbey tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu Ali O ali değil .Bu içimizdeki küfrü kesen Alidir

Küfür:Hakikatın gizlenmesidir.Küfür Ruhumun içindedir.

Hazreti şahın avazı turna denen bir kuştadır

Asası Nil deryasında Hırkası bir derviştedir

Nil deryası umman oldu.Sarardı gül benzim soldu

Bizim Allahımızda Muhammed Alimizde onlarınkinden farklıdır.

Bizim Allahımız sınık gönüllerde mihman olan şahtır.

Aliniz de Muhammediniz de Allahınız da farklı ise neden isimleri aynı?

Neden John, Jesus ya da God değil de Ali, Muhammed, Allah?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Aliniz de Muhammediniz de Allahınız da farklı ise neden isimleri aynı?

Neden John, Jesus ya da God değil de Ali, Muhammed, Allah?

Gayet basit Sofiler bunların birer mefhum olduklarını çözmüşlerdi.Bunların hiçbiri tarihi bir zat değildir.Alevi sofisi mefhumsal düşünür.Ama Maalesef mefhumsal olarak düşünen Sünni veya Şia İlahiyatçısı artık kalmamıştır.Diğer taraftan Alevi sofisinin Allah inancıyla Sünni ve şianın Allah inancıda farklıdır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Aliniz de Muhammediniz de Allahınız da farklı ise neden isimleri aynı?

Neden John, Jesus ya da God değil de Ali, Muhammed, Allah?

alevilik ve hristiyanlık birbirine çok yakınmış bunu farkettim.aleviliğin protestan bir akım olduğunu biliyordumda bu benzeşme enteresan geldi.
Link to post
Sitelerde Paylaş

Gayet basit Sofiler bunların birer mefhum olduklarını çözmüşlerdi.Bunların hiçbiri tarihi bir zat değildir.Alevi sofisi mefhumsal düşünür.Ama Maalesef mefhumsal olarak düşünen Sünni veya Şia İlahiyatçısı artık kalmamıştır.Diğer taraftan Alevi sofisinin Allah inancıyla Sünni ve şianın Allah inancıda farklıdır.

ama allah birtanedir.
Link to post
Sitelerde Paylaş

alevilik ve hristiyanlık birbirine çok yakınmış bunu farkettim.aleviliğin protestan bir akım olduğunu biliyordumda bu benzeşme enteresan geldi.

Şu açıdan benzerlik olabilir.Hiristiyanlarda Tevrata zebura inanırlar.Ama yorumda Rabbani yahudilerden tamamen farklıdır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Allahın birliği:Sünni Şia,Yahudi,Hiristiyan inancına göre Allah İnsandan ayrı bir Yaratıcı dolayısıylada çok güçlüdür.

Alevi inancında Allah İnsanı kamildeki Nefs birliğidir.yani Ruhi toparlanmadırki buna Zatullah denir.Bunun Dışında kainattaki birlik vardır onada Sıfatullah denir.Alevi İnancındada Kul Allaha Allahta kula muhtaçtır.Bunu Muhittini Arabide belirtir.

Kapında kul var sultandan içeru(Yunus)

Link to post
Sitelerde Paylaş

Allahın birliği:Sünni Şia,Yahudi,Hiristiyan inancına göre Allah İnsandan ayrı bir Yaratıcı dolayısıylada çok güçlüdür.

Alevi inancında Allah İnsanı kamildeki Nefs birliğidir.yani Ruhi toparlanmadırki buna Zatullah denir.Bunun Dışında kainattaki birlik vardır onada Sıfatullah denir.Alevi İnancındada Kul Allaha Allahta kula muhtaçtır.Bunu Muhittini Arabide belirtir.

Kapında kul var sultandan içeru(Yunus)

kul allaha muhtaçtır,allah hiçbir yarattığına muhtaç değildir.muhtaçlık aciz olmayı getirir.aciz olan yaratan değildir.aciz olanın yaratıcı olduğuna inanmak yaradana şirktir.
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...