Jump to content

Şarap Ve Yararları


Recommended Posts

On 4/3/2018 at 15:59, Türk Ateist said:

 

Bunların hepsi boş, saçma sapan argümanlar. Başlığa baktım da, hemen herkes aynı şeyleri söylemiş zaten.

 

Hiç kimse aman da antioksidan alayım, kolesterolüm düzenlensin diye gidip de alkollü bir içki içmez. Keyif için, çoğu zaman da çakırkeyf olmak ya da kendine göre kafayı bulmak için içer. Vücudundaki serbest radikalleri kovmak isteyen insan çareyi alkollü içkilerde aramaz.

 

Şarap alkollü bir içkidir, geri kalan da hikayedir. Alkolü olmasa kimse alıp da içmez onu. Güzelleme çekmenin, yararlıymış deyip de yarar çıkarmaya çalışmanın anlamı yok. Salatalara sirke koymak çok daha yararlı, bir salkım siyah üzümü çekirdekleriyle yemek daha yararlı vs. Son satırda "İdeal ölçüde içilirse faydalı olur, yoksa zarar verir" demiş, güya alkolün zararına atıfta bulunmuş. Bunu, kendilerini kurtarmak için yapıyorlar.

 

Demek istediğim, içen zaten içiyor, içsin de, bana ne... Ama hani alkole özendirme adına yapılmış saçma sapan propagandaların içeriğini de bir düşünmek lazım. Hani şaraptaki iddia edilen yarar başka hiçbir şeyde yokmuş veya başka yiyeceklerle ulaşılması zor yararlarmış gibi sunulması da insanı ciddi ciddi aptal yerine koymak demek oluyor.

 

 

 

Garip bir şekilde, şaraptan elde edilen yararı sağlayabilen başka bir yiyecek içecek yok. 

 

Elbette, birileri, kafayı çekmek için gidip şarap alıp içebilir. Ver oradan bir köpeköldüren meşhur bir laftır. 

 

Köpeköldüren şarabının da hikayesi pek bilinmez. Zamanında Cihangir'de bir berduş yaşarmış. Her akşam gelir, bir şişe şarap alır ziftlenir, ayılınca da, sızdığı çöplükte musallat olan köpekleri öldürürmüş. O yüzden mahalleli berduşa köpeköldüren dermiş. Aldığı şarapların adı da köpeköldüren kalmış, ucuz, bol alkollü, markası falan mühim olmayan berduş işi şarap işte. 

 

Eskiden ucuzken bakıldığında, köpeköldüren şarabı alkolik tipler için iyi bir mal olurdu. Ama o şaraplar, şaraptan bile sayılmaz aslında. 

 

Şarap, yani şarap ismin hakeden bir şarap, bir alkolden çok bir kültürdür. Şarap, sarhoş olmak, kafa yapmak için içilmez. Ertesi günü çok kötüdür, alkolü azdır, çok içince kusturma vs. daha sık ortaya çıkar ve başağrınız günlerce sürebilir. Uzun vadeli etkileri ise çok daha vahimdir. 

 

Ama şarap kültüründe, şarap, bilhassa akşam yemeği veya, akşam toplantıları, davetler vs. de sizi en fazla çakır edecek, sohpetinizi ve sizi güzelleştiren, ama daha çok tıpkı kola, gazoz gibi, bir nevi keyif, sarhoşluk keyfi değil de, içecek hoş bir şey keyfi için içilir. Hakkını veren bir şarap, ağzınızda çok değişik, çok farklı tatlar bırakır. İlk yudumu, ağza alındığı an, içtikten sonra konuşurken alınan hava ile başka lezzetler ortaya çıkar. 

 

Tabi bizde bu kültür yok. Öyle olunca da şarap bir diğer alkol kaynağı listesinde kalıyor, bu ayrı. Ama alkol alacaksanız, şarabı geçin, gidin adam gibi, votka olur, rakı olur, viski olur, bu işin hakkını veren içkiler tüketin. 

 

Şarabın içindeki alkol, adam gibi bir şarap için bahsediyorum, teknik olarak erikten alacağınız alkolden çok farklı değildir. Pek bilinmez, erik yediği için kafayı bulup sapıtan geyikler vs. meşhurdur. Öyleki, olgunlaşmasını tamamlamış bir erik, basbaya bir alkol kaynağı olabilir. Şarap, normal içimiyle, kişiyi sarhoş etmez, tıpkı eriğin normal yemekle sarhoş etmediği gibi. 

 

Ve eğer, gıda bağlamında kullanılırsa, o zaman "tanrıların içkisi" sıfatının hakkını verir. Gerçekten pek çok şeye faydalıdır. Alzheimer'den, gut hastalığına, kalp - damar hastalıklarından yaşlanmaya kadar pek çok şeye, başka hiç bir gıda ile elde edilemeyecek kadar faydalı olur. 

 

Şarap, absürt bir şekilde, alkollü içkiler kategorisinde kendini bulmuş, bir tür gayet faydalı fermente bir gıda aslında. Ama işte, köpeköldüren şarabı gibi şarap namı altında tüketilen neydiği belirsiz şeyler nedeniyle, bu imajı değiştirmekte mümkün oluyor. 

 

Kafanızdan, şarabın alkol kaynağı olduğunu atıp, kendi kültürü içersinde bir içecek olarak görmeye başlarsanız, çok şey kazanırsınız. Ama şarap denecek şarabı nerden bulacağız diyorsanız, cevabı zor, sadece ülkemiz değil, hemen her yer için de bu geçerli. 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 178
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

14 saat önce, anibal yazdı:

 

Garip bir şekilde, şaraptan elde edilen yararı sağlayabilen başka bir yiyecek içecek yok. 

 

Elbette, birileri, kafayı çekmek için gidip şarap alıp içebilir. Ver oradan bir köpeköldüren meşhur bir laftır. 

 

Köpeköldüren şarabının da hikayesi pek bilinmez. Zamanında Cihangir'de bir berduş yaşarmış. Her akşam gelir, bir şişe şarap alır ziftlenir, ayılınca da, sızdığı çöplükte musallat olan köpekleri öldürürmüş. O yüzden mahalleli berduşa köpeköldüren dermiş. Aldığı şarapların adı da köpeköldüren kalmış, ucuz, bol alkollü, markası falan mühim olmayan berduş işi şarap işte. 

 

Eskiden ucuzken bakıldığında, köpeköldüren şarabı alkolik tipler için iyi bir mal olurdu. Ama o şaraplar, şaraptan bile sayılmaz aslında. 

 

Şarap, yani şarap ismin hakeden bir şarap, bir alkolden çok bir kültürdür. Şarap, sarhoş olmak, kafa yapmak için içilmez. Ertesi günü çok kötüdür, alkolü azdır, çok içince kusturma vs. daha sık ortaya çıkar ve başağrınız günlerce sürebilir. Uzun vadeli etkileri ise çok daha vahimdir. 

 

Ama şarap kültüründe, şarap, bilhassa akşam yemeği veya, akşam toplantıları, davetler vs. de sizi en fazla çakır edecek, sohpetinizi ve sizi güzelleştiren, ama daha çok tıpkı kola, gazoz gibi, bir nevi keyif, sarhoşluk keyfi değil de, içecek hoş bir şey keyfi için içilir. Hakkını veren bir şarap, ağzınızda çok değişik, çok farklı tatlar bırakır. İlk yudumu, ağza alındığı an, içtikten sonra konuşurken alınan hava ile başka lezzetler ortaya çıkar. 

 

Tabi bizde bu kültür yok. Öyle olunca da şarap bir diğer alkol kaynağı listesinde kalıyor, bu ayrı. Ama alkol alacaksanız, şarabı geçin, gidin adam gibi, votka olur, rakı olur, viski olur, bu işin hakkını veren içkiler tüketin. 

 

Şarabın içindeki alkol, adam gibi bir şarap için bahsediyorum, teknik olarak erikten alacağınız alkolden çok farklı değildir. Pek bilinmez, erik yediği için kafayı bulup sapıtan geyikler vs. meşhurdur. Öyleki, olgunlaşmasını tamamlamış bir erik, basbaya bir alkol kaynağı olabilir. Şarap, normal içimiyle, kişiyi sarhoş etmez, tıpkı eriğin normal yemekle sarhoş etmediği gibi. 

 

Ve eğer, gıda bağlamında kullanılırsa, o zaman "tanrıların içkisi" sıfatının hakkını verir. Gerçekten pek çok şeye faydalıdır. Alzheimer'den, gut hastalığına, kalp - damar hastalıklarından yaşlanmaya kadar pek çok şeye, başka hiç bir gıda ile elde edilemeyecek kadar faydalı olur. 

 

Şarap, absürt bir şekilde, alkollü içkiler kategorisinde kendini bulmuş, bir tür gayet faydalı fermente bir gıda aslında. Ama işte, köpeköldüren şarabı gibi şarap namı altında tüketilen neydiği belirsiz şeyler nedeniyle, bu imajı değiştirmekte mümkün oluyor. 

 

Kafanızdan, şarabın alkol kaynağı olduğunu atıp, kendi kültürü içersinde bir içecek olarak görmeye başlarsanız, çok şey kazanırsınız. Ama şarap denecek şarabı nerden bulacağız diyorsanız, cevabı zor, sadece ülkemiz değil, hemen her yer için de bu geçerli. 

 

 

Şarap kültürdür denir, bildik bileli de söylenir bu ama o kültür her ne ise bize olmadığı kesin, evet. Ben hiç gıda bağlamında şarap içildiğini görmedim, yemekle içilen bir kadeh kaliteli şarap bile bir özenti hali içinde içilir bizde. O köpeköldüren denen ucuz ve sirkeden hallice şarapları alkolikler ve garibim öğrenciler içiyor zaten, amaç da ucuz alkole erişmek isteği. Ama köpeköldüren adı nereden geliyor, bilmiyordum, keşke de bilmeseymişim anibal... Pislik herifin teki yüzündenmiş. İnşallah köpekler parçalamıştır da öyle ölmüştür adi.

 

Şarabı çok seven insanlar var, ben de bunlardan biriyim, alkolden hiç hoşlanmadığım ve kullanmadığım için şarap da içmiyorum ama içenlerin de samimi olmasını istiyorum. Gıcık olmam bu yüzden. Aman da şarap sağlığa şöyle faydalı, böyle güzellikleri var falan demek boş iş, çünkü senin de söylediğin gibi bir kadehteki alkolü neredeyse eser miktarda olan o şahane içecek yok ortalıklarda. Keşke bolca olsa da hepimiz içsek, hem o şahane lezzetinden hem de faydasından yararlansak.

Ama buralarda yazılanlara bakınca genel olarak şarap süper bir şeymiş, aman da faydasından geçilmezmiş gibi görünüyor ki bu külliyen yanlış, düpedüz alkol üreticilerinin kullandığı propaganda. Adam alkolü bol, vasat altı şarap üretiyor, ondan sonra her yerlerde aman da şarabın faydaları, şarap kültürünün eşsiz elitliği vs vs...

 

Satsuma54 ne güzel yazmış mesela. Adam şarabı alabildiğine seviyor, "kadına benzer şarap" diyor, insana yaşadığı için şükrettirir diye ekliyor.

Yok şu kadar yararı vardır, günde şu kadar içilirse kalbe iyi gelir, bilmem ne deyip durmanın bir manası yok. Olmadığını, senin bu açıklamalarınla daha çok anlamış bulunuyoruz. 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
9 minutes ago, Türk Ateist said:

 

Şarap kültürdür denir, bildik bileli de söylenir bu ama o kültür her ne ise bize olmadığı kesin, evet. Ben hiç gıda bağlamında şarap içildiğini görmedim, yemekle içilen bir kadeh kaliteli şarap bile biz özenti hali içinde içilir bizde. O köpeköldüren denen ucuz ve sirkeden hallice şarapları alkolikler ve garibim öğrenciler içiyor zaten, amaç da ucuz alkole erişmek isteği zaten. Ama köpeköldüren adı nereden geliyor, bilmiyordum, keşke de bilmeseymişim anibal... Pislik herifin teki yüzündenmiş. İnşallah köpekler parçalamıştır da öyle ölmüştür adi.

 

Şarabı çok seven insanlar var, ben de bunlardan biriyim, alkolden hiç hoşlanmadığım ve kullanmadığım için şarap da içmiyorum ama içenlerin de samimi olmasını istiyorum. Gıcık olmam bu yüzden. Aman da şarap sağlığa şöyle faydalı, böyle güzellikleri falan demek boş iş, çünkü senin de söylediğin gibi bir kadehteki alkolü neredeyse eser miktarda olan o şahane içecek yok ortalıklarda. Keşke bolca olsa da hepimiz içsek, hem o şahane lezzetinden hem de faydasından yararlansak.

Ama buralarda yazılanlara bakınca genel olarak şarap süper bir şeymiş, aman da faydasından geçilmezmiş gibi görünüyor ki bu külliyen yanlış, düpedüz alkol üreticilerinin kullandığı propaganda. Adam alkolü bol, vasat altı şarap üretiyor, ondan sonra her yerlerde aman da şarabın faydaları, şarap kültürünün eşsiz elitliği vs vs...

 

Satsuma54 ne güzel yazmış mesela. Adam şarabı alabildiğine seviyor, "kadına benzer şarap" diyor, insana yaşadığı için şükrettirir diye ekliyor.

Yok şu kadar yararı vardır, günde şu kadar içilirse kalbe iyi gelir, bilmem ne deyip durmanın bir manası yok. Olmadığını, senin bu açıklamalarınla daha çok anlamış bulunuyoruz. 

 

 

 

 

Belki şarabı kendiniz yapabilirsiniz, neden olmasın? Evde tarhana, turşu, reçel yapmaktan pek farkı yok aslında. 

 

Alkol, aslen öyle aman şöyle zararlı, böyle zararlı bir şey değil. Fakat, aşırı içilmesi zarar veren bir şey. Bunun dışında, baya ciddi oranda alkol, mesela boza'da veya yoğurtta da mevcut. Doğal bir şey aslında. Ha, çok içerseniz, su sizi alkolden daha feci öldürebilir, hemen, geri dönüşsüz olarak. Alkol zehirlenmesinden ölen kişi sayısı, su zehirlenmesinden ölen kişi sayısından daha azdır mesela. Benzer şekilde, pek bir severdim turşu suyunu. Bildiğimiz turşu suyu böyle, buz gibi hele. Ama turşu suyu içerek ömrü kısaltma oranı, alkolden kat kat daha yüksek mesela. 

 

Sorun, şarap veya alkol değil, özellikle ülkemiz için, neyi nasıl tüketeceğimizi bilmemek. Şarap ve bira, evlerdeki dolapların müdavimi olduğu, çoluk çocuk dahil herkesin içkisi olduğu için, batıda nasıl içileceği öğrenilmiş. Ama bunu anlamak için, önce, özellikle bira ve şarabın tarihçesini bilmek gerekiyor. 

 

Bu içkilerin ikiside insanlık tarihi kadar eski. Ve ikiside, aslolarak kafa bulmak için icat edilmiş değiller. Şarap için bilinen en eski kaynaklar, ege bölgesi. Öyle olması da normal, zira üzümün anavatanı ege zaten. Şimdi düşünelim. Nasıl olurda, üzüm buralarda böyle olur? Sebebi basit, üzüm endemik bir bitkidir ve ege bölgesinde yetişmesi de çok kolay, son derece yaygın bir bitkidir. Tarımın daha doğru dürüst ilerlemediği devirlerden bahsediyoruz. Bilinenin aksine, insanlar tarıma buğday, mısır ile falan başlamadı. İnsanlar tarıma, üzüm ve diğer meyve sebzeler ile başladı. Kolay yetişebilen ve kolay tüketilebilen şeylerdi bunlar, pişirmek falan gerekmiyordu. 

 

Ama bunların içinde, son derece besleyici ve bol olan üzümün, bir sorunu vardı, saklamak. buz dolabının icat edilmediği bir devir. Dahası, henüz tarım başlamamış, yani insanlar daha dayanıklı, daha şekerli üzümleri geliştirmemişlerdi. Üzüm çabucak kötüleşiyordu ve lanet olası tanrılar, üzümlerin hepsini aynı zamanda olgunlaştırıyordu. Yani, tüm üzümlerin olgunlaştığı süre hemen 1-2 hafta sürüyor, ardından üzümler çürüyüp gidiyordu. İşte insanlar, bu noktada akıllarını devreye sokup, içine çeşitli otlar konan, küp içinde saklanan üzümlerin, bozulmadığını, uzun süre sonunda en azından suyunun içilebildiğini keşfettiler. Ve özellikle Akdeniz bölgesi insanları için, şarap beslenmenin anahtarı rolüne geldi. Anforalarla gemiler dolusu taşınan, aslında keyf içkisi değil, bir besin olan şaraptı. 

 

Peki ne oldu? Beslenmede, kilit rolde olan şarap, bir çevre bileşeni oldu. Yani doğal seleksiyonun bir parçası. Sonuçta, şarap ve insan birlikte evrim geçirdiler, süratle şarap gibi bol ve kolay bir besinden maksimum istifade edebilenler avantajlı oldu. O dönemin kayıtlarında, açlığın ciddi sorun olduğunu biliyoruz, insanlar, besleyemeyecekleri bebekleri tanrılara kurban ediyordu, mağaralara bırakarak. İşte şarabın bizim için bu kadar faydalı olmasının sebebi bu. Acayip bir şeydir, ama öyledir, insanlar için en etkili yiyecek incir, en etkili içecek ise şaraptır. İncir, ağaçlarda yaşadığımız, primatlık devrimiz evriminin sonucu. Şarap ise, insan zamanlarımızın evriminin. 

 

Diğer yanda ise, başka bir hikaye başlar, şaraptan çok çok daha sonra. Biranın hikayesi. bira, ilk örnekleri özellikle eski mısırda görülen bir içkidir. Mısırda, mesele, nil nehridir. Çölde akar, akar, gider denizi doldurur. cidden, akdenizi dolduran Nil nehridir bilmem kaç milyon yıl önce. Neyse, fakat, bir zaman gelir, bir taşar ki, öyle böyle değil. Volkanik orta-güney afrika toprağını, abarmış sularla birlikte Mısırın çöllerine taşır. Heryeri su basar, suyla birlikte çamur. İşte bu tür bir otomatik sulama ve gübreleme, hububat tarımının varlık sebebidir. Yıl boyu besin ve su gerektiren sebze ve meyveler yerine, tohumları yenen hububatlar, senede bir kez sulanıp gübrelenince, olay bitmektedir. Süratle büyürler, olgunlaşır ve kuruyup giderler, tek yıllık bitkilerdir burada yaşayabilenler. Çok selülozludur ve tohumlaır dışında yenmesi zordur, besleyici değillerdir. İşte hububat tarımı da bu şekilde başladı. 

 

Hububat, yani arpa buğday vs. nin en büyük avantajı, silolara doldurulup senelerce saklanabilmesiydi. Elbette, bu tohumlar, bir dahaki taşkın veya yağmur mevsiminde aktif hale gelecek şekilde evrimleşmişti milyonlarca senedir. Sudan uzak tutarsanız, yıllarca saklanabilirdi. Çölün ortasında, gömülen insanların kuru hava nedeniyle doğal mumya olduğu nübye ve mısırda bu bir sorun değildi elbette. 

 

Fakat çölde bir sorun, su sorunuydu. İçecek su bulmak bir dert oluyordu. İşte bu tahıllar, bu soruna da ilginç bir çözüm getirdi. Bira. Evet, bira, su ihtiyacı için güzel bir çözümdü. Hemde kafada yapıyordu bir şekilde. Şimdi ne alaka denebilir, ama birada alkol çok azdır. Fakat, az olsa da, içinde sivrisinek kolonilerinin falan oluşmasını engelleyecek, pis kokulu bir su bulmanızı önleyecek bir yöntemdi bira. Fakat, sıcak içilmesi sorun (mayalanmanın devam edip ekşileşmenin artması) çıkardığı için, Mısır'da çok yaygınlaşmadı haliyle, su tarafı bir hayli gölgede kaldı, bir keyf içkisi oldu. 

 

Sonra romalılar çıktı sahneye. Hububatları alıp Avrupa ve Asya'ya yaydılar. Ama götürdükleri en önemli yer, İngiltere idi. İngiltere, vikingler, normanlar, romalılar derken, akın akın istilacılarla dolup taşan bir ülkeydi. Bu ülkede hububat yetiştirmeye gayette uygundu, zira dağı taşı yok, düz arazi. Velakin, hububatı saklamak zordu, kendi kendine çimleniyordu, zira çok nemli ve yağışlı bir yerdi. Ve roma battı. İngilizler, iskoçlar, irlandalılar, galliler falan birbirine girmeye başladı. Sonuçta, korunma ihtiyaçları insanları daha yoğun şehirlere sıkıştırdı. Ve psilik sorunu başladı, binlerce yıl da bitmedi. Dplerinde koskoca Thames vardı ama, içecek su bulamıyordu millet. Ve işte bu durumda, eski bir trip tekara hatırlandı, bira. Bira, üretim yöntemi nedeniyle, ingilterede kolay ve bol üretilebilen, daha kolay saklanabilen ve içme suyu niyetine kullanılabilir harika bir şeydi. Yani, bugün bildiğimiz bira kökenini ingilizlerden alır. 

 

Fakat, bira insan hayatında şarap kadar büyük yer almadı. Bira, aynı zamanda bir besin değeri olsa da, insan evrimine pek yön veremedi. Zaten bira şaraba göre çok çok yeni bir icat. Fakat, akşamcılığın ayyuka çıkmasına yol açtı.Rrom, çeşitli rakılar falan ulaşması zordu, ama fıçıyla bira kolayca temin edilebiliyordu. Ve bu ayyaşlık modasının ayyuka çıkıp yayıldığı yer de, şimdiki ingiltere toprakları oldu.

 

İşte bu ayyaşların eline, zamanla başka bir şey de geçti. Fıçılar dolusu şarap. Ve şarabı bir kafa yapıcı olarak kullanma eğilimine girdiler. Tabi arz talep meselesi derken, daha çok şeker içeren, bu nedenle daha alkollü olan şaraplar ortalığa yayıldı. 

 

Fakat, akdeniz bölgesi, tarihten beri şarabın kendisini bilen insanlarla doluydu. Şarap, sofralarda, masalarda tarih boyunca yer aldı. Bugün bile, ege'de bazı köylerde, sofraya şarap konur, ekmek banıp yenir vs. Bunların mahzenleri ve orada sürekli kafi miktarda şarap olurdu. Bu insanlar, şarabın nasıl ,ne zaman içilmesi gerektiği tecrübeyle öğrenmiş, toplumun ortak aklına yerleştirmişlerdi. Bugün bile, mesela parti yapılırsa, şarap değil biraya gidilir. Kafa çekilecekse absolute, polonya votkası, rakı vs. gibi şeyler temin edilir. Şarap bir içki gibi görülmez pek çok kadim yerde. 

 

Şarap ve biranın hikayesi bu. Aslında ikisi de, bir besin sınıfında. İkiside, kafa bulmak için yapılmamış şeyler. Fakat, biranın cazgırlığı, kolaylığı ve kötü kullanıma müsaitliği, şarabı da kendi beraberinde götürmüş gitmiş halde. Şarap meselesinde, asıl mesele, nasıl yapıldığı değil. Asıl mesele, şarap için kullanılan üzümlerin, olabildiğince doğallığı. Bugün o eski kaliteyi taşıyan çok bağ var, ülkemizde dahi. Fakat o bağların üzümünden yapılan şaraba erişmek çok zor. Zira, vişne suyu gibi, tetrapak karton kutu içinde 3 TL'ye satılan şaraplar her yerde varken (AB, ABD vs. katım elbette) şişesine 50 TL verieln şarabı rafa koymak pek kolay değil.

 

Genede, evde şarap yapmanın kapısı açık. Plastik, metal vs. değil, toprak, sırsız bir kap, gözenekli ve hava alıyor olmak önemli. Meşe kabukları, dalları vs, güzün kesilmiş. Ve bolca üzüm suyu. Özellikle egenin iklimi gayet yugun ilk aşama için. İlk kışta şarap olup, bir iki yıl içinde gerçek karakterini alacaktır. Belki pek kafa yapmaz, pek tadı aromatik olmaz ama, o eski şarap faydasını sağlayacaktır.

 

Bu işin kolay kısmı. zor olan ise, işte o şarap kültürünü yakalayabilmek. Çünkü bu aslen taa çocukluktan itibaren alışmayı gerektiren bir şey. Şarabı, kafaya dikilip şişenin dibi görülen bir şey değil, kadehe konup, kadeh bitince kalkılan bir şey olarak algılamak gerekiyor. Bu da, sonradan çok edinilemiyor, zira masaya şarap konuyorsa, zaten dibi getirilmek için konmuş oluyor en baştan. 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Her nevi alkol ihtiva eden ickinin amk ben...

Gerci biz agzimizla tadimlik icmesini, hafif kafayi kirinca orada durmasini bilemedik, abarttik ve alkolik olduk.

Agziyla alkol tuketebilenler icin sifa olsun, ne mutlu onlara.

Alkol tuketmek mevzubahis oldu muydu, benim icin -orta karar- icmek soz konusu degil, mutlak surette sizana kadar devam etmek uzere zorlanti duyuyorum.

Ve cakirkeyif olunca tadinda birakabilenlere sasiriyorum. Nasil basarabiliyorlarsa hayret...

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
2 saat önce, anibal yazdı:

 

 

Belki şarabı kendiniz yapabilirsiniz, neden olmasın? Evde tarhana, turşu, reçel yapmaktan pek farkı yok aslında. 

 

Alkol, aslen öyle aman şöyle zararlı, böyle zararlı bir şey değil. Fakat, aşırı içilmesi zarar veren bir şey. Bunun dışında, baya ciddi oranda alkol, mesela boza'da veya yoğurtta da mevcut. Doğal bir şey aslında. Ha, çok içerseniz, su sizi alkolden daha feci öldürebilir, hemen, geri dönüşsüz olarak. Alkol zehirlenmesinden ölen kişi sayısı, su zehirlenmesinden ölen kişi sayısından daha azdır mesela. Benzer şekilde, pek bir severdim turşu suyunu. Bildiğimiz turşu suyu böyle, buz gibi hele. Ama turşu suyu içerek ömrü kısaltma oranı, alkolden kat kat daha yüksek mesela. 

 

Sorun, şarap veya alkol değil, özellikle ülkemiz için, neyi nasıl tüketeceğimizi bilmemek. Şarap ve bira, evlerdeki dolapların müdavimi olduğu, çoluk çocuk dahil herkesin içkisi olduğu için, batıda nasıl içileceği öğrenilmiş. Ama bunu anlamak için, önce, özellikle bira ve şarabın tarihçesini bilmek gerekiyor. 

 

Bu içkilerin ikiside insanlık tarihi kadar eski. Ve ikiside, aslolarak kafa bulmak için icat edilmiş değiller. Şarap için bilinen en eski kaynaklar, ege bölgesi. Öyle olması da normal, zira üzümün anavatanı ege zaten. Şimdi düşünelim. Nasıl olurda, üzüm buralarda böyle olur? Sebebi basit, üzüm endemik bir bitkidir ve ege bölgesinde yetişmesi de çok kolay, son derece yaygın bir bitkidir. Tarımın daha doğru dürüst ilerlemediği devirlerden bahsediyoruz. Bilinenin aksine, insanlar tarıma buğday, mısır ile falan başlamadı. İnsanlar tarıma, üzüm ve diğer meyve sebzeler ile başladı. Kolay yetişebilen ve kolay tüketilebilen şeylerdi bunlar, pişirmek falan gerekmiyordu. 

 

Ama bunların içinde, son derece besleyici ve bol olan üzümün, bir sorunu vardı, saklamak. buz dolabının icat edilmediği bir devir. Dahası, henüz tarım başlamamış, yani insanlar daha dayanıklı, daha şekerli üzümleri geliştirmemişlerdi. Üzüm çabucak kötüleşiyordu ve lanet olası tanrılar, üzümlerin hepsini aynı zamanda olgunlaştırıyordu. Yani, tüm üzümlerin olgunlaştığı süre hemen 1-2 hafta sürüyor, ardından üzümler çürüyüp gidiyordu. İşte insanlar, bu noktada akıllarını devreye sokup, içine çeşitli otlar konan, küp içinde saklanan üzümlerin, bozulmadığını, uzun süre sonunda en azından suyunun içilebildiğini keşfettiler. Ve özellikle Akdeniz bölgesi insanları için, şarap beslenmenin anahtarı rolüne geldi. Anforalarla gemiler dolusu taşınan, aslında keyf içkisi değil, bir besin olan şaraptı. 

 

Peki ne oldu? Beslenmede, kilit rolde olan şarap, bir çevre bileşeni oldu. Yani doğal seleksiyonun bir parçası. Sonuçta, şarap ve insan birlikte evrim geçirdiler, süratle şarap gibi bol ve kolay bir besinden maksimum istifade edebilenler avantajlı oldu. O dönemin kayıtlarında, açlığın ciddi sorun olduğunu biliyoruz, insanlar, besleyemeyecekleri bebekleri tanrılara kurban ediyordu, mağaralara bırakarak. İşte şarabın bizim için bu kadar faydalı olmasının sebebi bu. Acayip bir şeydir, ama öyledir, insanlar için en etkili yiyecek incir, en etkili içecek ise şaraptır. İncir, ağaçlarda yaşadığımız, primatlık devrimiz evriminin sonucu. Şarap ise, insan zamanlarımızın evriminin. 

 

Diğer yanda ise, başka bir hikaye başlar, şaraptan çok çok daha sonra. Biranın hikayesi. bira, ilk örnekleri özellikle eski mısırda görülen bir içkidir. Mısırda, mesele, nil nehridir. Çölde akar, akar, gider denizi doldurur. cidden, akdenizi dolduran Nil nehridir bilmem kaç milyon yıl önce. Neyse, fakat, bir zaman gelir, bir taşar ki, öyle böyle değil. Volkanik orta-güney afrika toprağını, abarmış sularla birlikte Mısırın çöllerine taşır. Heryeri su basar, suyla birlikte çamur. İşte bu tür bir otomatik sulama ve gübreleme, hububat tarımının varlık sebebidir. Yıl boyu besin ve su gerektiren sebze ve meyveler yerine, tohumları yenen hububatlar, senede bir kez sulanıp gübrelenince, olay bitmektedir. Süratle büyürler, olgunlaşır ve kuruyup giderler, tek yıllık bitkilerdir burada yaşayabilenler. Çok selülozludur ve tohumlaır dışında yenmesi zordur, besleyici değillerdir. İşte hububat tarımı da bu şekilde başladı. 

 

Hububat, yani arpa buğday vs. nin en büyük avantajı, silolara doldurulup senelerce saklanabilmesiydi. Elbette, bu tohumlar, bir dahaki taşkın veya yağmur mevsiminde aktif hale gelecek şekilde evrimleşmişti milyonlarca senedir. Sudan uzak tutarsanız, yıllarca saklanabilirdi. Çölün ortasında, gömülen insanların kuru hava nedeniyle doğal mumya olduğu nübye ve mısırda bu bir sorun değildi elbette. 

 

Fakat çölde bir sorun, su sorunuydu. İçecek su bulmak bir dert oluyordu. İşte bu tahıllar, bu soruna da ilginç bir çözüm getirdi. Bira. Evet, bira, su ihtiyacı için güzel bir çözümdü. Hemde kafada yapıyordu bir şekilde. Şimdi ne alaka denebilir, ama birada alkol çok azdır. Fakat, az olsa da, içinde sivrisinek kolonilerinin falan oluşmasını engelleyecek, pis kokulu bir su bulmanızı önleyecek bir yöntemdi bira. Fakat, sıcak içilmesi sorun (mayalanmanın devam edip ekşileşmenin artması) çıkardığı için, Mısır'da çok yaygınlaşmadı haliyle, su tarafı bir hayli gölgede kaldı, bir keyf içkisi oldu. 

 

Sonra romalılar çıktı sahneye. Hububatları alıp Avrupa ve Asya'ya yaydılar. Ama götürdükleri en önemli yer, İngiltere idi. İngiltere, vikingler, normanlar, romalılar derken, akın akın istilacılarla dolup taşan bir ülkeydi. Bu ülkede hububat yetiştirmeye gayette uygundu, zira dağı taşı yok, düz arazi. Velakin, hububatı saklamak zordu, kendi kendine çimleniyordu, zira çok nemli ve yağışlı bir yerdi. Ve roma battı. İngilizler, iskoçlar, irlandalılar, galliler falan birbirine girmeye başladı. Sonuçta, korunma ihtiyaçları insanları daha yoğun şehirlere sıkıştırdı. Ve psilik sorunu başladı, binlerce yıl da bitmedi. Dplerinde koskoca Thames vardı ama, içecek su bulamıyordu millet. Ve işte bu durumda, eski bir trip tekara hatırlandı, bira. Bira, üretim yöntemi nedeniyle, ingilterede kolay ve bol üretilebilen, daha kolay saklanabilen ve içme suyu niyetine kullanılabilir harika bir şeydi. Yani, bugün bildiğimiz bira kökenini ingilizlerden alır. 

 

Fakat, bira insan hayatında şarap kadar büyük yer almadı. Bira, aynı zamanda bir besin değeri olsa da, insan evrimine pek yön veremedi. Zaten bira şaraba göre çok çok yeni bir icat. Fakat, akşamcılığın ayyuka çıkmasına yol açtı.Rrom, çeşitli rakılar falan ulaşması zordu, ama fıçıyla bira kolayca temin edilebiliyordu. Ve bu ayyaşlık modasının ayyuka çıkıp yayıldığı yer de, şimdiki ingiltere toprakları oldu.

 

İşte bu ayyaşların eline, zamanla başka bir şey de geçti. Fıçılar dolusu şarap. Ve şarabı bir kafa yapıcı olarak kullanma eğilimine girdiler. Tabi arz talep meselesi derken, daha çok şeker içeren, bu nedenle daha alkollü olan şaraplar ortalığa yayıldı. 

 

Fakat, akdeniz bölgesi, tarihten beri şarabın kendisini bilen insanlarla doluydu. Şarap, sofralarda, masalarda tarih boyunca yer aldı. Bugün bile, ege'de bazı köylerde, sofraya şarap konur, ekmek banıp yenir vs. Bunların mahzenleri ve orada sürekli kafi miktarda şarap olurdu. Bu insanlar, şarabın nasıl ,ne zaman içilmesi gerektiği tecrübeyle öğrenmiş, toplumun ortak aklına yerleştirmişlerdi. Bugün bile, mesela parti yapılırsa, şarap değil biraya gidilir. Kafa çekilecekse absolute, polonya votkası, rakı vs. gibi şeyler temin edilir. Şarap bir içki gibi görülmez pek çok kadim yerde. 

 

Şarap ve biranın hikayesi bu. Aslında ikisi de, bir besin sınıfında. İkiside, kafa bulmak için yapılmamış şeyler. Fakat, biranın cazgırlığı, kolaylığı ve kötü kullanıma müsaitliği, şarabı da kendi beraberinde götürmüş gitmiş halde. Şarap meselesinde, asıl mesele, nasıl yapıldığı değil. Asıl mesele, şarap için kullanılan üzümlerin, olabildiğince doğallığı. Bugün o eski kaliteyi taşıyan çok bağ var, ülkemizde dahi. Fakat o bağların üzümünden yapılan şaraba erişmek çok zor. Zira, vişne suyu gibi, tetrapak karton kutu içinde 3 TL'ye satılan şaraplar her yerde varken (AB, ABD vs. katım elbette) şişesine 50 TL verieln şarabı rafa koymak pek kolay değil.

 

Genede, evde şarap yapmanın kapısı açık. Plastik, metal vs. değil, toprak, sırsız bir kap, gözenekli ve hava alıyor olmak önemli. Meşe kabukları, dalları vs, güzün kesilmiş. Ve bolca üzüm suyu. Özellikle egenin iklimi gayet yugun ilk aşama için. İlk kışta şarap olup, bir iki yıl içinde gerçek karakterini alacaktır. Belki pek kafa yapmaz, pek tadı aromatik olmaz ama, o eski şarap faydasını sağlayacaktır.

 

Bu işin kolay kısmı. zor olan ise, işte o şarap kültürünü yakalayabilmek. Çünkü bu aslen taa çocukluktan itibaren alışmayı gerektiren bir şey. Şarabı, kafaya dikilip şişenin dibi görülen bir şey değil, kadehe konup, kadeh bitince kalkılan bir şey olarak algılamak gerekiyor. Bu da, sonradan çok edinilemiyor, zira masaya şarap konuyorsa, zaten dibi getirilmek için konmuş oluyor en baştan. 

 

 

 

Bunlar ilginç bilgiler. En ilginç olanıysa tarımın buğdaydan değil üzümden başladığı bilgisi. Bunu ilk defa duyuyorum, herhangi bir yerde okuduğumu sanmıyorum. Okusam hatırlardım. Çok da şaşırdım. 

Üzümün, daha doğrusu şarabın tarihini de pek bilmiyordum ama şaşırmadım. Üzüm gibi değerli bir besin kaynağını, suyunu sıkıp saklamaya çalışmaları ve bu yolla bizim şimdi şarap dediğimiz içeceği bulmaları şaşırtıcı değil ama etkileyici. Üzüm resmen bizimle evrilmiş, tıpkı buğday gibi. Hatta ondan da önce...

 

Şarap senin beyninde alkollü bir içki değil, ama hoş bir kültürden de ibaret değil, başka bir şey. Sen şarabı alkolden yalıtık, daha doğrusu alkolle ilgisi olmayan bir içki gibi görüyor, basbayağı başka türlü algılıyorsun. Nedeni bilgi. Verdiğin bilgiler, üzümün/şarabın evrimi gerçekten de çok ilginç ve hoş, ayrıca başka yerde karşılaşmadığım için değerli de. Tarımın hep buğdayla, mısırla başladığını sanıyordum. Anladığıma göre o şahane fermente olmuş üzüm şıralarının içine alkolü koymak, sonra oranı artırmak vs derken işler karışmış, biraz da bozulmuş, Biranın hikayesi de ilginç ama şarap daha çok şaşırttı beni.

Bu mesajını kaydedeceğim.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Just now, Türk Ateist said:

 

Bunlar ilginç bilgiler. En ilginç olanıysa tarımın buğdaydan değil üzümden başladığı bilgisi. Bunu ilk defa duyuyorum, herhangi bir yerde okuduğumu sanmıyorum. Okusam hatırlardım. Çok da şaşırdım. 

Üzümün, daha doğrusu şarabın tarihini de pek bilmiyordum ama şaşırmadım. Üzüm gibi değerli bir besin kaynağını, suyunu sıkıp saklamaya çalışmaları ve bu yolla bizim şimdi şarap dediğimiz içeceği bulmaları şaşırtıcı değil ama etkileyici. Üzüm resmen bizimle evrilmiş, tıpkı buğday gibi. Hatta ondan da önce...

 

Şarap senin beyninde alkollü bir içki değil, ama hoş bir kültürden de ibaret değil, başka bir şey. Sen şarabı alkolden yalıtık, daha doğrusu alkolle ilgisi olmayan bir içki gibi görüyor, basbayağı başka türlü algılıyorsun. Nedeni bilgi. Verdiğin bilgiler, üzümün/şarabın evrimi gerçekten de çok ilginç ve hoş, ayrıca başka yerde karşılaşmadığım için değerli de. Tarımın hep buğdayla, mısırla başladığını sanıyordum. Anladığıma göre o şahane fermente olmuş üzüm şıralarının içine alkolü koymak, sonra oranı artırmak vs derken işler karışmış, biraz da bozulmuş, Biranın hikayesi de ilginç ama şarap daha çok şaşırttı beni.

Bu mesajını kaydedeceğim.

 

Sadece üzüm değilde, üzüm gibi, çilek, çeşitli otlar vs. gibi, bilhassa çok yıllık bitkilerle başlıyor tarım. Hububat, tek yıllık bitkiler ,ekimi, bakımı vs. derken çok daha sonraki işler. 

 

Şöyle düşünün. Tek yıllık bir bitki, atıyorum, buğday. yiyebilir misiniz? Dişinizi kırar, hele ki orjinal doğal buğday. Önce, o buğdayı yenebilir hale getirecek pişirme, öğütme vs. teknikleri gelişmesi gerekiyordu. 

 

Hububat tarımı bilindiği kadarıyla 23 bin yıl önce başlıyor. Buna karşılık sebze ve meyve yetiştiriciliği 70 bin yıldan daha eski. Bu devirler aslen hala avcı toplayıcı olduğumuz devirler. Böyle bir topluluğun buğday yetiştirme ihtyiacı olmaz, ama sebze-meyve için aynısı denemez, çünkü, avcı toplayıcı toplumların ana besin kaynağı, sanılanın aksine et falan değil, sebze ve meyvelerdir. Eğer, hele ki erkeklere güvenip, et getirecekler diye beklerseniz, açlıktan çoluk çocuk ölüp gider çabucak. Ama bu, av etiyle sağlanan protenilerin beslenemizde ciddi bir yer tuttuğu gerçeğini değiştirmiyor tabi. Gelen av eti, bizim lüksümüz olmuş, bu lükste şu malum gereksiz denecek kadar lüks olan koca beynimizi beslemeye yaramış. 

 

Bugün gidip bakarsanız, tahıllardan elde edilen nişastalı besinlerin "sağlıksız" olarak damgalandığını görürsünüz. Ve gerçekten nişasta tabanlı beslenme, obezlik başta olmak üzere, pek çok sıkıntının sebebidir. Zira bizim evrimsel gelişimizde, henüz, karbonhidrat / nişasta tabanlı beslenmeye adapte olacak kadar nesil geçmedi. 

Link to post
Sitelerde Paylaş
10 saat önce, anibal yazdı:

 

Sadece üzüm değilde, üzüm gibi, çilek, çeşitli otlar vs. gibi, bilhassa çok yıllık bitkilerle başlıyor tarım. Hububat, tek yıllık bitkiler ,ekimi, bakımı vs. derken çok daha sonraki işler. 

 

Şöyle düşünün. Tek yıllık bir bitki, atıyorum, buğday. yiyebilir misiniz? Dişinizi kırar, hele ki orjinal doğal buğday. Önce, o buğdayı yenebilir hale getirecek pişirme, öğütme vs. teknikleri gelişmesi gerekiyordu. 

 

Hububat tarımı bilindiği kadarıyla 23 bin yıl önce başlıyor. Buna karşılık sebze ve meyve yetiştiriciliği 70 bin yıldan daha eski. Bu devirler aslen hala avcı toplayıcı olduğumuz devirler. Böyle bir topluluğun buğday yetiştirme ihtyiacı olmaz, ama sebze-meyve için aynısı denemez, çünkü, avcı toplayıcı toplumların ana besin kaynağı, sanılanın aksine et falan değil, sebze ve meyvelerdir. Eğer, hele ki erkeklere güvenip, et getirecekler diye beklerseniz, açlıktan çoluk çocuk ölüp gider çabucak. Ama bu, av etiyle sağlanan protenilerin beslenemizde ciddi bir yer tuttuğu gerçeğini değiştirmiyor tabi. Gelen av eti, bizim lüksümüz olmuş, bu lükste şu malum gereksiz denecek kadar lüks olan koca beynimizi beslemeye yaramış. 

 

Bugün gidip bakarsanız, tahıllardan elde edilen nişastalı besinlerin "sağlıksız" olarak damgalandığını görürsünüz. Ve gerçekten nişasta tabanlı beslenme, obezlik başta olmak üzere, pek çok sıkıntının sebebidir. Zira bizim evrimsel gelişimizde, henüz, karbonhidrat / nişasta tabanlı beslenmeye adapte olacak kadar nesil geçmedi. 

İncir neden çok faydalı?

 

Meyvelerin tamamı şeker içeriyor bu yüzden zararlı değiller mi?

 

Hem tahıllar faydalı hem faydasız diyorsun?

tarihinde adalet123 tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
12 saat önce, anibal yazdı:

 

Sadece üzüm değilde, üzüm gibi, çilek, çeşitli otlar vs. gibi, bilhassa çok yıllık bitkilerle başlıyor tarım. Hububat, tek yıllık bitkiler ,ekimi, bakımı vs. derken çok daha sonraki işler. 

 

Şöyle düşünün. Tek yıllık bir bitki, atıyorum, buğday. yiyebilir misiniz? Dişinizi kırar, hele ki orjinal doğal buğday. Önce, o buğdayı yenebilir hale getirecek pişirme, öğütme vs. teknikleri gelişmesi gerekiyordu. 

 

Hububat tarımı bilindiği kadarıyla 23 bin yıl önce başlıyor. Buna karşılık sebze ve meyve yetiştiriciliği 70 bin yıldan daha eski. Bu devirler aslen hala avcı toplayıcı olduğumuz devirler. Böyle bir topluluğun buğday yetiştirme ihtyiacı olmaz, ama sebze-meyve için aynısı denemez, çünkü, avcı toplayıcı toplumların ana besin kaynağı, sanılanın aksine et falan değil, sebze ve meyvelerdir. Eğer, hele ki erkeklere güvenip, et getirecekler diye beklerseniz, açlıktan çoluk çocuk ölüp gider çabucak. Ama bu, av etiyle sağlanan protenilerin beslenemizde ciddi bir yer tuttuğu gerçeğini değiştirmiyor tabi. Gelen av eti, bizim lüksümüz olmuş, bu lükste şu malum gereksiz denecek kadar lüks olan koca beynimizi beslemeye yaramış. 

 

Bugün gidip bakarsanız, tahıllardan elde edilen nişastalı besinlerin "sağlıksız" olarak damgalandığını görürsünüz. Ve gerçekten nişasta tabanlı beslenme, obezlik başta olmak üzere, pek çok sıkıntının sebebidir. Zira bizim evrimsel gelişimizde, henüz, karbonhidrat / nişasta tabanlı beslenmeye adapte olacak kadar nesil geçmedi. 

 

Bir üstteki yazını, yani dün yazdığını okuduktan sonra aklıma gelmişti ama bu iletinden sonra daha çok merak etim, o yüzden sormak istiyorum.

 

Sanıyorum obeziteyle ilgili bir araştırma yapıyordum, o sırada rastlamıştım. Hangi makaleydi hatırlamıyorum ama. Çok da önemi yok.

Makalede, atıştırma özelliğimizin avcı toplayıcı dönemden kaldığını söylüyordu. Kadınlar hamilelik, emzirme ve her ay kanama gibi özellikleri nedeniyle, yiyecek ararken buldukları ve yenilebilir olduğuna karar verdikleri meyve ve yemiş gibi tatlı besinleri, civarda bolca olsa bile hemen ve çokça yiyormuş. Bu tip yiyeceklere erkeklerden daha fazla ilgi gösteriyor ve tok olsalar bile  buldukları her yerde mutlaka atıştırıyorlarmış.

Kadınlar bugün de her ay kanıyor, hamile kalıyor ve emziriyor ve şekerli yiyeceklere erkeklerden daha fazla ihtiyaç duyuyorlar ama fiziken ihtiyaç duymadıkları anlarda da bu yiyecekleri tüketiyorlar. Bunlar çikolata, pasta veya meyve olsun, çok önemi yok. Atıştırma özelliğimizin bu dönemlerden kalma olup olmadığı önemli.

 

Bu doğru bir bilgi mi anibal? 

Eğer öyleyse bunda da, yani üzüm, incir, çilek gibi tatlı ve besin değeri yüksek enerji kaynaklarının tarımının tahıldan da önce başlamasında kadının ihtiyaçları biraz rol oynuyor gibi sanki. Temel neden üreme tabii, her şeyde olduğu gibi. 

Link to post
Sitelerde Paylaş
11 hours ago, Türk Ateist said:

 

Bir üstteki yazını, yani dün yazdığını okuduktan sonra aklıma gelmişti ama bu iletinden sonra daha çok merak etim, o yüzden sormak istiyorum.

 

Sanıyorum obeziteyle ilgili bir araştırma yapıyordum, o sırada rastlamıştım. Hangi makaleydi hatırlamıyorum ama. Çok da önemi yok.

Makalede, atıştırma özelliğimizin avcı toplayıcı dönemden kaldığını söylüyordu. Kadınlar hamilelik, emzirme ve her ay kanama gibi özellikleri nedeniyle, yiyecek ararken buldukları ve yenilebilir olduğuna karar verdikleri meyve ve yemiş gibi tatlı besinleri, civarda bolca olsa bile hemen ve çokça yiyormuş. Bu tip yiyeceklere erkeklerden daha fazla ilgi gösteriyor ve tok olsalar bile  buldukları her yerde mutlaka atıştırıyorlarmış.

Kadınlar bugün de her ay kanıyor, hamile kalıyor ve emziriyor ve şekerli yiyeceklere erkeklerden daha fazla ihtiyaç duyuyorlar ama fiziken ihtiyaç duymadıkları anlarda da bu yiyecekleri tüketiyorlar. Bunlar çikolata, pasta veya meyve olsun, çok önemi yok. Atıştırma özelliğimizin bu dönemlerden kalma olup olmadığı önemli.

 

Bu doğru bir bilgi mi anibal? 

Eğer öyleyse bunda da, yani üzüm, incir, çilek gibi tatlı ve besin değeri yüksek enerji kaynaklarının tarımının tahıldan da önce başlamasında kadının ihtiyaçları biraz rol oynuyor gibi sanki. Temel neden üreme tabii, her şeyde olduğu gibi. 

 

Avcı toplayıcı dönemin en öenmli özelliklerinden biri, kendimize barınak yapmıyor oluşumuz. Öyle ki, çoğu zaman mağaralarda bile yaşamamışız. Fakat, mağaraları gene de kullanmışız bir şekilde, geçici olarak olsa bile. 

 

Bu mağaralarda vs. tespit edilen insan kalıntıları arasında meyve sebzelere dair bulgular pek görünmez. Bu da bize, meyveler vs. mağaraya getirmediklerini gösterir. Bir de yakın akrabalarımızın davranışlarına bakarsak, buldukları yerde yemek eğilimindedirler. Sonuçta bu bulgular bahsettiğin şekilde bir yemek alışkanlığı düşüncesini destekliyor. 

 

Aslen, tarımı, tahılı vs. geçip, çok çok daha geriye bakmak gerekiyor, bir zamanlar ağaçlarda yaşıyorduk malum. Yani, meyve ve sebzeye aşinalığımız, yeme içmemiz, taa ilk primatlık dönemlerimizden kalma aslen. Bu haldeyekn meyve sebze taşıma gibi bir fikrimiz olması güç ve bulduğumuz yerde, sık sık yemek o zamandan kalma bir husus olmalı. Oturup öyle saatlerce yemek lüksümüz falan olamazdı: leopar bizi izliyordu. 

 

Yürürken kollarımızı sallarız, tamamen absürt ve gereksiz bir davranıştır. Taaa 4 ayaklı olduğumuz günlerden kalma bir davranış. Elbette, o dönemden kalan davranışlarımız bugün de sürecek, tersini beklemek biraz güç.

Link to post
Sitelerde Paylaş
14 hours ago, adalet123 said:

İncir neden çok faydalı?

 

Meyvelerin tamamı şeker içeriyor bu yüzden zararlı değiller mi?

 

Hem tahıllar faydalı hem faydasız diyorsun?

 

 

İncir, primatlarla birlikte evrim geçirmiş bir ağaçtır. Onları, insan dahil, ne kadar beslerse, o kadar iyi üremiştir. İnsanlar, maymunlar falanda, incirden ne kadar faydalanabilirse o kadar avantajlı olmuştur. İşte bu nedenle incir, insan için en faydalı besindir. 

 

Ama incir dahil, meyveler için bir gerçeği gözden kaçırıyorsun, bugün yediğin her şey, meyveler başta, o doğal meyveler değil. Biz daha tatlısını, güzelini vs. seçip, melezleyip, aşılayıp edip, o aşırı şekerli meyveleri bir GDO olarak var ettik. Tatlı elma, doğada var olamaz bile, ancak yabani ve tatsız ekşi elmanın köküne aşılanarak üretilebilir. 

 

Tahıllara faydalı dediğimi pek hatırlamıyorum, faydasız dediğimi de. Yanlış anlatma veya anlama olabilir. Velakin, genel olarak tahılların diyetimizde azınlıkta olması gerekiyor. 

 

Genede, basitçe, mesela gluten diyebilirim, ki sadece çölyak hastaları değil, herkes için zararlı bir besin öğesidir. Bunu bir yere kadar tolere edebiliyor olmamız, onun kötü olduğu gerçeğini değiştirmez. 

 

Dünyada gelmiş geçmiş en melanet ülke, ABD'dir. Şöyle ki, başkalarına sarmazlar, yani o amanda BOP, aman ABD Emperyalizmi falan tripleri bir martavaldır. Ama kendi insanlarını köle gibi kullanmaktan, onların etinden sütünden faydalanmanın dibini getirirler. Şöyle düşünün, dibinizdeki adamdan kazanabilecekken, taaa okyanusun ötesinde ne işiniz olur?

 

Şimdi nerden çıktı dersen, ABD'de bilim yoktur, teknoloji, icatlar vardır sadece. Tabi 1900'ler falan için söylüyoruz. Bilim ingiltere, almanya vs. de parlar. 2. Dünya savaşı ile birlikte başta almanlar olmak üzere pek çok bilim adamı ABD'ye göç eder. Ve ABD Bilimle tanışır. Fakat halk bilimi pek anlamadığı için, bilim oradaki çeşitli zümrelerin kendi halkını sömürmek için kullandığı bir mekanizma olmuştur. İşte bu sömürülerden en büyüğü de, "Besin piramidi" denen saçmalıktır. 

 

Image result for besin piramidi nedir

 

Şu saçmalığa bir bakın. Nerden çıkıyor bu saçmalık? Eğer ABD'nin zirai üretimine bakarsanız, acayip şekilde bu piramide uyduğunu görürsünüz. Basitçe, kendine bilimci denen bir takım satılmışların insanlara dayadığı bir sömürü piramididir bu. ABD'de çiftçi dediğiniz şeyler, bizdeki rençber, çiftçi gibi falan değil, adamlar petrolcülerden çok ciro yapıyor. VE böyle saçmalıklarla, milleti tahıl ağırlıklı beslenmeye güdülediler. Sonuç, bugün ABD'ye bakarsanız, göreceğiniz şey obezlikten ve aptallıktan başka bir şey değildir. 

 

Bu sözde bilimsel laflara itimat etmeyin. Gidin, basit, evrimimizi inceleyin. Evrimsel sürecimizi belirleyen gıdalar, bizim normal diyetimiz olacaktır. Pişirmeden, fırın vs. olmadan yenemeyen tahılların insan beslenmesinde iyi olabilmesi mümkün mü?

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
4 saat önce, anibal yazdı:

 

 

İncir, primatlarla birlikte evrim geçirmiş bir ağaçtır. Onları, insan dahil, ne kadar beslerse, o kadar iyi üremiştir. İnsanlar, maymunlar falanda, incirden ne kadar faydalanabilirse o kadar avantajlı olmuştur. İşte bu nedenle incir, insan için en faydalı besindir. 

 

Ama incir dahil, meyveler için bir gerçeği gözden kaçırıyorsun, bugün yediğin her şey, meyveler başta, o doğal meyveler değil. Biz daha tatlısını, güzelini vs. seçip, melezleyip, aşılayıp edip, o aşırı şekerli meyveleri bir GDO olarak var ettik. Tatlı elma, doğada var olamaz bile, ancak yabani ve tatsız ekşi elmanın köküne aşılanarak üretilebilir. 

 

Tahıllara faydalı dediğimi pek hatırlamıyorum, faydasız dediğimi de. Yanlış anlatma veya anlama olabilir. Velakin, genel olarak tahılların diyetimizde azınlıkta olması gerekiyor. 

 

Genede, basitçe, mesela gluten diyebilirim, ki sadece çölyak hastaları değil, herkes için zararlı bir besin öğesidir. Bunu bir yere kadar tolere edebiliyor olmamız, onun kötü olduğu gerçeğini değiştirmez. 

 

Dünyada gelmiş geçmiş en melanet ülke, ABD'dir. Şöyle ki, başkalarına sarmazlar, yani o amanda BOP, aman ABD Emperyalizmi falan tripleri bir martavaldır. Ama kendi insanlarını köle gibi kullanmaktan, onların etinden sütünden faydalanmanın dibini getirirler. Şöyle düşünün, dibinizdeki adamdan kazanabilecekken, taaa okyanusun ötesinde ne işiniz olur?

 

Şimdi nerden çıktı dersen, ABD'de bilim yoktur, teknoloji, icatlar vardır sadece. Tabi 1900'ler falan için söylüyoruz. Bilim ingiltere, almanya vs. de parlar. 2. Dünya savaşı ile birlikte başta almanlar olmak üzere pek çok bilim adamı ABD'ye göç eder. Ve ABD Bilimle tanışır. Fakat halk bilimi pek anlamadığı için, bilim oradaki çeşitli zümrelerin kendi halkını sömürmek için kullandığı bir mekanizma olmuştur. İşte bu sömürülerden en büyüğü de, "Besin piramidi" denen saçmalıktır. 

 

Image result for besin piramidi nedir

 

Şu saçmalığa bir bakın. Nerden çıkıyor bu saçmalık? Eğer ABD'nin zirai üretimine bakarsanız, acayip şekilde bu piramide uyduğunu görürsünüz. Basitçe, kendine bilimci denen bir takım satılmışların insanlara dayadığı bir sömürü piramididir bu. ABD'de çiftçi dediğiniz şeyler, bizdeki rençber, çiftçi gibi falan değil, adamlar petrolcülerden çok ciro yapıyor. VE böyle saçmalıklarla, milleti tahıl ağırlıklı beslenmeye güdülediler. Sonuç, bugün ABD'ye bakarsanız, göreceğiniz şey obezlikten ve aptallıktan başka bir şey değildir. 

 

Bu sözde bilimsel laflara itimat etmeyin. Gidin, basit, evrimimizi inceleyin. Evrimsel sürecimizi belirleyen gıdalar, bizim normal diyetimiz olacaktır. Pişirmeden, fırın vs. olmadan yenemeyen tahılların insan beslenmesinde iyi olabilmesi mümkün mü?

 

 

 

Anibal,sağlıklı beslenmek için neler yemeliyiz bir bir anlatır mısın?

Link to post
Sitelerde Paylaş
1 hour ago, adalet123 said:

 

 

Anibal,sağlıklı beslenmek için neler yemeliyiz bir bir anlatır mısın?

 

 

Şu gözden kaçıyor, hepimiz aynı tohum değiliz. Benim için sağlıklı olan şey, senin için en sağlıksız şey olabilir. 

 

Genelleme yaparsak, normal yağlı et, sebzeler, meyveler yemeklerin ağırlığını oluşturmalı. Bu üçü arası dengeli olmalı. Bakliyat ve tahıllar ise ayrı ayrı ele alınmalı. 

 

Şöyle, kabaca, çok bakliyat yiyorsan, az tahıl. Çok tahıl yiyorsan az tahıl. Bakliyat ve tahılın beslenmedeki payı, enerji cinsinden %25'i aşmamalı. 

 

Et derken, burada kümeste oturduğu yerden yiyip, kofti kasları olan ucuz market tavuğu yada besihanede yemlerle şişirlimiş yağdan yanına varılmayan inek eti değil kasıt. Küçük hayvan, domuz, geyik gibi etler daha sağlıklı. Dana, deve gibi etler ise, modernlikleri nedeniyle aslen biraz daha sağlıksız. Meyveler, şekerli olanları, tahılların içinde saymalı. 

 

Süt, eve sokulmamalı. 

 

Günümüz koşulları düşünülünce, süt ürünleri ve et yemek elzem. Ama bakliyat ve tahıl yemekte elzem. Hangisine ne kadar ağırlık vereceğin, hayat tarzın falan gibi pek çok kritere bağlı.

 

Zayıf olman seni otomatikman sağlıklı yapmaz. Hatta, zayıflık, sağlıksızlık işareti de olabilir. 

 

Bunu neden diyoruz, insanı şekillendiren evrimsel süreçteki gıda kompozisyonumuzu taklit etmeye çalışıyoruz hepsi bu. Ama bunu yaparken, o süreçteki hayat tarzımızı da taklit etmeliyiz. Yani, yan gelip yatılmayan, her gün süper antiseptik sabunlarla falan yıkanılmayan vs. vs. 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
33 dakika önce, anibal yazdı:

 

 

Şu gözden kaçıyor, hepimiz aynı tohum değiliz. Benim için sağlıklı olan şey, senin için en sağlıksız şey olabilir. 

 

Genelleme yaparsak, normal yağlı et, sebzeler, meyveler yemeklerin ağırlığını oluşturmalı. Bu üçü arası dengeli olmalı. Bakliyat ve tahıllar ise ayrı ayrı ele alınmalı. 

 

Şöyle, kabaca, çok bakliyat yiyorsan, az tahıl. Çok tahıl yiyorsan az tahıl. Bakliyat ve tahılın beslenmedeki payı, enerji cinsinden %25'i aşmamalı. 

 

Et derken, burada kümeste oturduğu yerden yiyip, kofti kasları olan ucuz market tavuğu yada besihanede yemlerle şişirlimiş yağdan yanına varılmayan inek eti değil kasıt. Küçük hayvan, domuz, geyik gibi etler daha sağlıklı. Dana, deve gibi etler ise, modernlikleri nedeniyle aslen biraz daha sağlıksız. Meyveler, şekerli olanları, tahılların içinde saymalı. 

 

Süt, eve sokulmamalı. 

 

Günümüz koşulları düşünülünce, süt ürünleri ve et yemek elzem. Ama bakliyat ve tahıl yemekte elzem. Hangisine ne kadar ağırlık vereceğin, hayat tarzın falan gibi pek çok kritere bağlı.

 

Zayıf olman seni otomatikman sağlıklı yapmaz. Hatta, zayıflık, sağlıksızlık işareti de olabilir. 

 

Bunu neden diyoruz, insanı şekillendiren evrimsel süreçteki gıda kompozisyonumuzu taklit etmeye çalışıyoruz hepsi bu. Ama bunu yaparken, o süreçteki hayat tarzımızı da taklit etmeliyiz. Yani, yan gelip yatılmayan, her gün süper antiseptik sabunlarla falan yıkanılmayan vs. vs. 

 

 

 

 

Anibal sebzeler hakkında neler düşünüyorsun?

 

Her sabah domates yemek sağlıklı mı ?

 

Hangi meyveleri tavsiye edersin,şekeri az olanlar neler?

 

Ben çaya şeker atmıyorum ve şekeri azaltır azaltmaz biraz zayıfladım.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Şimdi, anibal yazdı:

 

 

İncir, primatlarla birlikte evrim geçirmiş bir ağaçtır. Onları, insan dahil, ne kadar beslerse, o kadar iyi üremiştir. İnsanlar, maymunlar falanda, incirden ne kadar faydalanabilirse o kadar avantajlı olmuştur. İşte bu nedenle incir, insan için en faydalı besindir. 

 

Ama incir dahil, meyveler için bir gerçeği gözden kaçırıyorsun, bugün yediğin her şey, meyveler başta, o doğal meyveler değil. Biz daha tatlısını, güzelini vs. seçip, melezleyip, aşılayıp edip, o aşırı şekerli meyveleri bir GDO olarak var ettik. Tatlı elma, doğada var olamaz bile, ancak yabani ve tatsız ekşi elmanın köküne aşılanarak üretilebilir. 

 

Tahıllara faydalı dediğimi pek hatırlamıyorum, faydasız dediğimi de. Yanlış anlatma veya anlama olabilir. Velakin, genel olarak tahılların diyetimizde azınlıkta olması gerekiyor. 

 

Genede, basitçe, mesela gluten diyebilirim, ki sadece çölyak hastaları değil, herkes için zararlı bir besin öğesidir. Bunu bir yere kadar tolere edebiliyor olmamız, onun kötü olduğu gerçeğini değiştirmez. 

 

Dünyada gelmiş geçmiş en melanet ülke, ABD'dir. Şöyle ki, başkalarına sarmazlar, yani o amanda BOP, aman ABD Emperyalizmi falan tripleri bir martavaldır. Ama kendi insanlarını köle gibi kullanmaktan, onların etinden sütünden faydalanmanın dibini getirirler. Şöyle düşünün, dibinizdeki adamdan kazanabilecekken, taaa okyanusun ötesinde ne işiniz olur?

 

Şimdi nerden çıktı dersen, ABD'de bilim yoktur, teknoloji, icatlar vardır sadece. Tabi 1900'ler falan için söylüyoruz. Bilim ingiltere, almanya vs. de parlar. 2. Dünya savaşı ile birlikte başta almanlar olmak üzere pek çok bilim adamı ABD'ye göç eder. Ve ABD Bilimle tanışır. Fakat halk bilimi pek anlamadığı için, bilim oradaki çeşitli zümrelerin kendi halkını sömürmek için kullandığı bir mekanizma olmuştur. İşte bu sömürülerden en büyüğü de, "Besin piramidi" denen saçmalıktır. 

 

Image result for besin piramidi nedir

 

Şu saçmalığa bir bakın. Nerden çıkıyor bu saçmalık? Eğer ABD'nin zirai üretimine bakarsanız, acayip şekilde bu piramide uyduğunu görürsünüz. Basitçe, kendine bilimci denen bir takım satılmışların insanlara dayadığı bir sömürü piramididir bu. ABD'de çiftçi dediğiniz şeyler, bizdeki rençber, çiftçi gibi falan değil, adamlar petrolcülerden çok ciro yapıyor. VE böyle saçmalıklarla, milleti tahıl ağırlıklı beslenmeye güdülediler. Sonuç, bugün ABD'ye bakarsanız, göreceğiniz şey obezlikten ve aptallıktan başka bir şey değildir. 

 

Bu sözde bilimsel laflara itimat etmeyin. Gidin, basit, evrimimizi inceleyin. Evrimsel sürecimizi belirleyen gıdalar, bizim normal diyetimiz olacaktır. Pişirmeden, fırın vs. olmadan yenemeyen tahılların insan beslenmesinde iyi olabilmesi mümkün mü?

 

Ani aldığım basit olan evrimse bize dinindeki karmaşıklığı açıklayabilir misin????

Link to post
Sitelerde Paylaş
5 hours ago, adalet123 said:

 

 

Anibal sebzeler hakkında neler düşünüyorsun?

 

Her sabah domates yemek sağlıklı mı ?

 

Hangi meyveleri tavsiye edersin,şekeri az olanlar neler?

 

Ben çaya şeker atmıyorum ve şekeri azaltır azaltmaz biraz zayıfladım.

 

 

Benim ne düşündüğümün çok önemi yok, diyet uzmanı değilim. 

 

Şekeri az olması çok olması önemli değil. O kadar karbonhidrata ihtiyacın var mı, mesele bu. Senin yoktur, benim vardır, adamına göre değişir. Ama herkes için geçerli bir baz değeri vardır. Atıyorum, kg başına, bir gram karbonhidrat, iki gram protein falan gibi. Bu asgari değerlerdir. Metabolizman ve hayat stiline göre, kimine daha çok protein, kimine daha çok vitamin vs. gerekir.

 

Fakat, farkı yaratan esansiyel şeyler değil, küçük, azıcık olan, etiketlerde yazmayan şeylerdir. Mesela, B12 vitamini. Bir sürü şeyde vardır, ama sadece et yersen alabilirsin. Efenim portakal C vitamini doluymuş. İyi de, C vitaminin fazlası zararlıdır, hasbel kader portakalda şeker var, C vitamininin emilmesini engelliyor. Şarapta telomer kısalmasını engelleyen antioksidanlar var ama kimse bunlardan bahsetmiyor. Hayvani yağda, metabolizma düzenleyici bileşikler mevcut, kimse onları saymıyor, yağı bir lipid deposu gibi görmeye çıkıyor.

 

Velakin, bir moda çıkardılar, efenim, et, yumurta, peynir falan asidikmiş, sebze, meyve falan alkaliymiş, alkali şeyler yiyip, kan ph'ını yükseltecekmişiz. Sanki vücüdun o değeri düzenleyen şeysi yok ta, yediklerimiz kan asitliğini belirleyecek, ne biçim bir kafaysa? 

 

Ne yediğinizden çok, yediğinizi yakıp yakamadığınız önemli. Eğer yakamıyorsanız, o muhakkak başınıza dert olacaktır. Ve insan vücudu, karbonhidrat yakma fırını değildir, yağ yakma sobası hiç değildir. Yükse binerse, proteinleri yemeye başlar, kendi kaslarını eritir evvela. Neden acaba? Zira, biz, aslolarak enerji ihtiyacını proteinden karşılıyoruz da ondan. 

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...